Çarşamba, Haziran 29, 2005

KONUŞMA ZAMANI...(Maaşlı Jokerler)

Her zaman her yerde bir memnuniyetsizler, şikayetçiler vardır.
Bunları memnun etmek, bunların şikayetlerini sonlandırmak mümkün değildir.
Bunlar; her dönemden ve herkesten şikayetçidirler!...
Bunların tenkitten başka yapabildikleri bir şey de yoktur!...
Ve bunların hayatları boyunca "Benim..." diyebilecekleri ne bir işleri, ne de başarıları olmamıştır...
Bunlar hep el atına binmişlerdir bu yüzden de sık sık attan inmek zorunda kalmışlardır...
Bunlar; asla süvari olamamış, hayatlarını jokey olarak geçirmeye alışmış, kimin atına binerlerse onun düdüğünü çalan kısa mesafe binicileridir!...
Bunlar; şimdilerde 55-60 yaşlarında, yaşlandıkları ve eskidikleri için jokeylik bulamayan bitik ve yitik binicilerdir!...
Bunlar; bizim -maalesef- yaşça ağabey(!)lerimizdir...
Bunların hayatlarında fedakarlık yoktur!...
Bunlarda fedakarlığın adı aptallıktır!..
Bunlar; dün de böyleydi, bu gün de böyleer, yarın da böyle olcaklar!...
Bunlar hakkında bildiklerimi söyleyeceğime; "Şimdi Konuşma Zamanı" diyerek söz vermiştim...
Şimdi konuşmaya başlıyorum...
Bunlar; 12 Eylül Kıyameti öncesinde de aynıydı!...
Anadolunun ücra köşelerinde ülkücüler, can cerip can alırken bunlar, Genel merkedeydi...
Rahmetli Başbuğumuz, bunlara görevler vermişti!...
Görev veren Başbuğ, bunların her şeyiydi!...
Çünkü; ülkücüler vatan sathında, can pazarlarında simit parası bulamadan çarpışırken, İmamoğlu rahmetlinin cebinden 35 kuruş çıkarken; bunlar, MHP Genel Merkezi'nden yüzlerce lira maaş alırlardı!...
Maaşlarını elbette Başbuğumuz verirdi...
Maaş ve görev verdiği için Başbuğumuz, bunların velinimetiydi!...
Bunlar; Başbuğumuz'un maaşlı jokeyleriydi!...
Maşları kesilir kesilmez, attan indirilir indirilmez; "Türkeş'siz Siyaset ve MHP" projelerinde görev aldıklarını da biliriz.
Bunlar; attan indirilince yeniden maaş ve binebilecekleri bir at bulma umuduyla yıllarca çalmadık siyasi kapı bırakmadılar!...
Ama 12 Eylül Kıyameti, at sahiplerinin tamamını tutuklayınca, bunlarda bir bocalama dönemi oldu...
Bu sırada gerçek süvariler olan ülkücüler; kendi atlarıyla "Ferman padiahın, Dağlar bizimdir." düsturuyla ya kaçak düşmüş ya da cezaevlerinde sonsuzluk seferlerine devam ediyorlardı...
Bunlara maaş veren, makam veren, milletvekili listesinde yer veren, bakanlık veren -kim olursa olsun- en başarılı liderdir!...
Bunların altından atını alan ve maaşını kesen ise -yine kim olursa olsun- memlekete zararlıdır!...
Bunlar; sağlığında Başbuğumuz'a maaşları kesildiği, görevden alındıkları için saygısızlık hatta ihanet etmiş jokeylerdir!...
Şimdi Başbuğumuz'un adını kullanarak ülkücülere karşı hamaset yaparken; bizleri unutacak kadar da aptaldır bunlar!...
Biz bunları, Başbuğumuz'un atından indikten sonra ANAP'ın, DYP'nin hatta DSP'nin jokeyliklerini yaparken de izledik!...
Bunlar usta jokeyler olmadıkları için bindikleri bütün atları da diskalifiye ettirerek yarış dışı bıraktılar!...
Artık bir şeyleri gerçek olarak kabullenmek gerek.
Mesela MHP, Başbuğsuzluğa(!) alışmak zorundadır...
Ülkücü Hareket ve ülkücüler; her yaratılanın ölümlü olduğu gerçeğinden hareketle Başbuğumuz'un öldüğünü, artık kabullenmelidir...
Ama bir fark ve şartla ki; her biri sonsuzluk süvarisi olan Ülkücülerin,Başbuğumuz'un atlarına bir daha bu maaşlı jokeylerin binmesine asla izin vermeden seferlerine devam etmelidir...
Doğrudur bunlar, Başbuğumuz'un ikbal atlarını tanırlar!..
O zaman bunların yapacağı veya bunlara yaptırılacak en doğru ve isabetli iş, maaşlı seyislikten ileri gitmemelidir...
Bu görev taksimatını yapacak erki, Ülkücü İrade iki kez seçmiştir.
Ülkücü İradenin Genel Başkan olarak seçtiği Dr.Devlet Bahçeli; bu maaşlı başarısız jokeylerle, sonsuzluk ve Turan Süvarileri Ülkücüler arasındaki seçimini doğru yapmak zorundadır...
Dr.Devlet Bahçeli; Başbuğumuz'un maaşlı jokeylerinden bazılarına -çok iyi tanımasına rağmen- bakanlık vererek Ülkücü Hareketin bu jokeyleri tanımasına da fırsat vermiştir...
Bakanlık koltuğundan ayrılır ayrılmaz bu jokeylerin neler yaptıkları da kamunun gözleri önündedir!...
Bunlar; alışkanlıklarına devam edeceklerdir...
Bunlar bildiklerini yapınca da söz; şehadetinde cebinden 35 kuruş çıkan Yusuf İmamoğlu gibi sonsuzluk süvarilerine kalacaktır.
"Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına.."
Konuşmaya susmadan devam edeceğim...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Cumartesi, Haziran 25, 2005

ŞİMDİ KONUŞMA ZAMANI...

Ülkücü olduğumu; ülkücülüğümden hareketle "Her Ülkücü otomatikman MHP'lidir." buyruk ve vasiyeti gereği MHP'li olduğumu hep söylerim...
Hatta son yıllarda "İnadına Tayyip" sloganına inat " İnadına MHP" diyenlerdenim...
Yarım asrı geçkin yaşımın, aklım kesti keseli tamamını , ülkücü ve MHP'li olarak yaşadım...
Hayatım MHP propogandisti olarak geçti...
Her ortamda, her hal-ü karda sohbeti, -ne yapıp yapıp- MHP'ye getirmiş ve MHP ile noktalamışımdır...
Bu halimi; fanatizm olarak, militarizm olarak tanımlayanlar olabilir. Bu tanımdan alınmayacağım gibi aksine; "Militan ve fanatik bir MHP'liyim." diye beyandan da onur duyarım...
MHP'liyi MHP'li olmayanlara veya oylarına talip olduğumuz seçmen vatandaşlara anlatmakta hiç bir zaman sıkıntı yaşamadım. Hiç bir ülküdaşımın da bu anlamda sıkıntı yaşadığını sanmıyorum...
Ama özellikle son beş yılda Ülküdaşlarımla MHP sohbeti yaparken çok zorlandığımı, çok darlandığımı itiraf etmeliyim!...
Ülküdaşlarımla MHP sohbeti yapmak!...
Hatta sohbet çok yumuşak oldu, MHP münakaşası yapmak!...
Bu anormalliği, bu garabeti anlamakta ve anlatmakta çok sıkıntı yaşadım...
Önümüzdeki günlerde bu anlamda daha sert münakaşalar, artık başlayacak!...
Ama bu kez yapılacak münakaşaların haklı ve mantıklı bir gerekçesi ve getirisi olacak!...
Çünkü MHP olağanüstü kongreye gidiyor herhalde...
Ziyadesiyle heyecanlıyım!...
"Tazının aksaklığı, tilkiyi görünceye kadardır.." misali heyecanlandım...
Genel merkeze ve Genel Başkan'a muhalif Ülküdaşlarımız(!); çok demokrat ve meşru haklarını kullanarak Olağanüstü Kongreyi toplamaya yetecek sayıda delege imzasını, Genel merkez'e ulaştırdılar...
Tüzük gereği yapılacak kongrede Genel başkan seçimi yapılamayacak!...
Ama şu andan itibaren her ülkücünün ağzında; mevcut -Ülkücü İrade tarafından seçilmiş- Genel Başkan ile kendilerini rüyalarında MHP Genel Başkanı olarak gören "MİLLİ GEZGİNLER" olacak!...
"Ekerken olmayan, biçerken olmayan, harmandaki kardeşler"imiz(!), şimdi harman yerine kongreye üşüşecekler!...
"Kenarda gezip ortada görünen kahramanlarımız" (!) MHP'yi kurtarmaya soyunacaklar...
Ben şimdiden, gününden önce hem tavrımı belli etmek hem de bilmeyen ülküdaşlarımın kafalarının karışmasını engellemek niyetiyle bir açıklama yapmak durumundayım.
Tekrarlıyorum; kongrede Genel Başkan seçimi yapılamayak.
Ülkücü İradenin Genel başkan olarak seçtiği; ülkücü hareketin "Devlet Hoca"sı, "Devlet Abi"si ve mevcut Genel Başkanımız'ın kontrolünde bir tüzük değişikliğine gidilecek veya gidilemeyecek!...
Geçmişteki kongrelerde ben de birilerine destek vermiştim. Gönlümdeki genel başkan başkasıydı.
Ama Ülkücü İrade Dr.Devlet Bahçeli'nin genel başkanlığı olarak tecelli edince; ülkücü iradeye saygımdan, ülküdaşlarımın kararına hiç yüksünmeden biat ettiğimden Dr.Devlet Bahçeli'yi Genel başkanım ve mevcut teşkilatları da Teşkilatlarım olarak kabul ettim...
Devlet Bahçeli taraftarı olmamama rağmen Teşkilatlarımın ikisinde de yerim- yuvam hiç soğumadı...
Çünkü Teşkilatlarımdan asla uzaklaşmadım.
MHP ve Ülkü Ocakları Genel merkezlerinde bütün kapıları; ülkücü edep ve adabımla aşındırdım durdum...
Teşkilatları teşkilatım olarak kabullendiğimden; Teşkilatlarımın da bana sahiplenişinden çok büyük bir huzur ve hazz duymaktayım...
Teşkilatlarımın ve Genel Başkanlarımın emrinde bir nefer olarak, bir ülkücü olarak yıllardır Teşkilatlarımızın 500 metre yakınından geçmemiş ama "Ülkücülükten geçinmek"ten de vaz geçmemişlerle mücadeleye, hatta onlara hadlerini bildirmeye çok hazırım...
Dedim ya çok heyecanlıyım!...
Yıllardır kahvehane köşelerinde özel bürolarda ülkücülükle alakası olmayan tavır ve üsluplarla MHP ve Ülkü Ocakları Genel Başkanları hakkında edebe mugayyir üsluplarla konuşanlara; Ülkücü İradenin gözleri önünde ve genel başkanlarımızın nezaretinde hadlerini bildirmeye çok hazırım...
Memleketimin en kalifiye siyaset ve fikir adamlarının yani ülküdaşlarımın, MHP Delegasyonu'nun huzurunda kim hakkında ne biliyorsam söyleyeceğim...
Dikkatlerinizi çekerim; duyduklarımı değil, bildiklerimi ülkücü iradeye açıklayacağımı söylüyorum...
Kimlerin; davamız hakkında bizzat bana neler söylediklerini, gözlerinin içine bakarak Ülkücü İradeye arz edeceğim...
Genel başkanlarımızdan bir emir gelmediği sürece de beni susturmanın mümkün olmayacağını, beni tanıyanlar ve muhataplarımız gayet iyi bilirler...
Zamansız ve mekansız konuşanları hep uyarmış ve zamansız-mekansız hiç konuşmamıştım.
Çünkü biliyordumki bizim de konuşacağımız zaman gelecek...
Şimdi konuşmanın zamanı...
Şimdiden sonra da Genel başkanlarımızdan bir emir gelmediği sürece susmayacağız!...
Allah(c.c.) bu kongreyi Davamız'ın dolayısıyla Millet ve Devletimiz'in hayrına neticelendirsin...
Hakk şerleri hayreyler
Görelim Mevlam n'eyler
N'eylerse güzel eyler...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
htp://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Perşembe, Haziran 23, 2005

ŞAPKA DÜŞTÜ!...

Onlarca yıldır kifayetsiz siyasilerimiz yüzünden kimse kendi işine bakamıyor!..
Terzinin elinde örs ve çekiç; demircinin elinde de makas olunca, iki sanatkar da yetersiz kalıyor bizde kumaştan da oluyoruz demirden de!...
Demokrasiyi, cumhuriyeti birilerinin kavrayamadığını veya çok iyi anlayıp demokrasi ve cumhuriyetin sağladığı hareket alanlarını, hince kullandıklarını düşünmeye başladım!...
Bazı kavramların anlamlarını bilmek için -entel görünmek uğruna- ille de ansiklopediye bakmak gerekmiyor.
İlk ve ortaokulda kitaplarımız da, öğretmenlerimiz de Cumhuriyet'i; "Milletin kendi kendini yönetmesi " olarak belletti bize...
Yani cumhuriyet; cumhurun yani milletin, yöneticilerini kendinin seçme sistemi...
Düz mantıkla ve okuduğumuzu anladığımız haliyle de harika bir sistem!...
Bu kadar harika bir sistemle biz neden iyi yönetilemiyoruz?!...
Ya biz iyi yönetilmeyi istemiyoruz, ya da yöneticimizi iyi seçecek kadar iyi değiliz...
Neresinden bakarsak bakalım çuvaldızın ucu cumhura dokunuyor!...
Padişahlıktan Cumhuriyete geçilirken; Atatürk'ü Cumhur Reisi seçen cumhur, O'na ve arkadaşlarına devleti kurma yasalar hazırlama yetkisi vermiş...
Allah(c.c.) hepsinden razı olsun iyi de yapmışlar..
Aldıkları yetkiyle de Atatürk ve arkadaşları yeni devletin olmazsa olmaz kurallarını koymuşlar...
Kurumları kurmuş, yetkilerini belirlemiş,silsileten birbirine bağlanış şekillerini belirlemiş...
Nihai olarak bütün kurumları da TBMM'ne bağlamışlar..
Yasa koyucular ve yasa uygulayıcılar net olarak tarif edilmiş...
Bu arada Silahlı Kuvvetlerimiz'e de Devleti ve Cumhuriyeti koruma-kollama görevi verilmiş...
Buraya kadar tamam!...
Ama 600 yıllık bir padişahlık geleneğinden gelmiş ve son 200 yıldır da Hristiyan Avrupanın i
çimizdeki uzantıları, bu anayasadan asla memnun olamamışlar!..
Bu yüzden de art niyetli siyaset tüccarlarının becerisiyle; hainle demokrat, sadıkla gerici eş anlamlara getirilmiş!...
Hristiyan Avrupa birlik olmuş, bir araya gelmiş; bizimde İslam aleminden koparılmamız ihmal edilmemiş...
Biz de ananelerimizi, teamüllerimizi, mukaddeslerimizi batılılaşma sevdasıyla ihmal ederek hristiyan dünyanın dümen oyunlarına uymuşuz da uymuşuz!...
Hristiyan batı; aklını kullanarak teknolojik alanlarda yüksek atlama rekorları kırarken; onların aksine biz aklımızı tatile çıkararak 50 yıldır baş örtüsüyle, minietekle, cami-mescid çekişmeleriyle, mezhepler cemaatler çekişmeleriyle, etnik üstünlük iddialarıyla hep kendi gözümüzü kendimiz oymuşuz!...
İstiklalsiz iffetimizin var olamayacağını nasıl yapmışlarsa becermiş ve bize unutturmuşlar!...
Almayacakları, almaları mümkün olmayan AB'lilik sanal yemiyle Kurucu Meclis'in koyduğu yasaları 43 yılda kendimize değiştirtmişler...
Biz birlik demişiz, onlar dağılım demiş!...
Biz üniter bölünmez devlet demişiz, onlar federasyon demişler!...
Bizler millet demişiz, onlar mozaik demişler!...
Biz başörtüsü,yemeni demişiz; onlar türban demiş, tesettür demiş!...
Biz tekke-zaviyeye hayır demişiz, onlar fener rum patriğine ekümeniklik demiş!...
Biz toprağı vatanlaştırmışız, onlar bu vatanlaştırdığımız toprakları parayla satmışlar...
Biz apo alçağına alçak, hain,bölücü,katil, zalim demişiz; onlar, insandır insan hakları vardır demiş...
Biz şehitlerimizi, gazilerimiz kutsamışız, onlar şehit analarını incitmiş!...
Biz baş örtüsüyle türban ayrı şeylerdir demişiz onlar, onlar türbanı baş örtüsüyle kamufle etmeye başlamışlar!...
Biz devletin korunması hususunda Ordumuza güvenmişiz, onlar ise orduya saldırmış durmuşlar!
Demokrasinin Cumhuriyetin gereğini yapmaktansa AB ve ABD'nin dayatmalarıyla kendi kendimizle kavgalı bir hale gelmişiz!...
Bu milletin devletiyle, ordusuyla asla dargınlığı asla, kırgınlığı söz konusu edilemez...
Ordunun da asla milli ve manevi değerlere karşıtlığı yoktur...
Yıllarca İHL ve türban üzerine siyaset yapanların samimiyetsizlikleri, Ordunun net tavrıyla aşikar oldu!...
Şapka düştü kel göründü!...
Şimdi keli şaplaklamak veya kel başa şimşir tarak uygulamak bize yani millete düşmüştür...
Allah(c.c.) sonumuzu hayıretsin...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH,
Selam, sevgi, dua...
hattp://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali53@yahoo.com

Çarşamba, Haziran 22, 2005

TÜRBANA DEVAM...

Erzurum'un Türk düşünce hayatındaki yerini asla unutmadan; meselelere Erzurum gözüyle, Erzurumlu gözlüğü ile bakmakta yarar var diye düşünüyorum...
Ülkemizde gündemi kendimiz belirlemediğimiz için günü birlik hatta günde bir kaç kez yenilenen gündemi yakalamak ta mümkün olmuyor!...
Elbette bu kadar gündem karmaşasında birtanesine takılıp kalmamak lazım düşüncesine itiraz etmeyeceğim ama; suni gündem yaratıcılarının da isteği bu değil mi diye de düşünmek lazım...
Bu memlekette; devletle milleti, orduyla dini, orduyla milleti birbirine düşürmek için gayretler var!...
Bu gayretler yeni değil!...
İstiklal Mücadelemiz öncesinin Jön Türkleri'nin günümüzde yerini alan uzaktan kumandalı AB sancaktarları, uzaktan kumandalı ABD korkusu pompalayıcıları, yaklaşık 200 yıldır süregelen bir gayretin devamındalar!...
Bu gayretkeşlerin oyunlarına dümemek için; milletin ordusuna devletine açıkça sahiplenmesi ve açıkça destek vermesi gereğine inanıyorum...
Milleti devletten, milleti ordudan küstürebilmek için olmadık senaryolar, olmadık oyunlar tezgahlanıyor!...
Genel Kurmay Başkanı'nın eşerplı ve türbanlı şehit analarını karargahta kabul ettiğini atlayan, atlamadılarsa unutturmaya çalışan yaygın basının; Erzurum'daki baş örtüsü kıyametini çok iyi okumak gereğine dikkat çekeceğim...
Asla rektörün yaptığını tasvip etmeyeceğim.
Hele bu rektör; Erzurumlu ve dini vecibelerini yerine getiren bir ailenin çocuğu olunca affedilmesi iyice zorlaşmaktadır...
Yök başkanının traji komik açıklamasını, rektörün böyle bir talimatı olmadığını görevlinin kendi başına bir şeyler yaptığını söylemesini, anlayabilmek ve bu söylenenlere inanmak ta mümkün değil...
Ama bunu, bu beyanat ve davranışları; Genel Kurmay'ın eşerpla türban arasındaki farkı belirtmek lazım açıklamasından sonra çok dikkatle izlemek lazım...
Ve hemen AKP'lilere "Hani türban sizin meseleniz değildi? Şimdi referandumdan bahsediyorsunuz..." diye sormak lazım...
Görünen köy kılavuz istemiyor!..
Perşembenin gelişi çarşambadan belli oluyor!...
Ekonomide, dış politikada bir milim ilerleme kaydedemeyen; CHP ile girdiği ağız dalaşında da gaf üstüne gaf yapıp pot üstüne pot kıran Kasımpaşalı'nın eline yine hiç eskimeyen türban kozunu vermeyelim...
Erzurum ve Erzurumlu olarak ordumuzun beklediği desteği ve sevgiyi saklamayalım...
Bayrak meselesinde ordumuza verdiğimiz güvenceyi, bu meselede de vermeye gayret edelim...
Ordu ile milletin darılamayacağını, bunu hiç bir şer gücünün başaramayacağını; bu milletin asla yanlış yönetimlerden dolayı devletine küsmeyeceğini açıkça belli edelim...
Çatır çatır dağılan AB kapılarında davetsiz olarak bekleyen siyasilerimiz yüzünden; yeni papanın avrupayı hristiyan olarak tarif etmesine ve Türkiye'yi AB'ye almayı bir daha düşünmek lazım uyarısına rağmen AB ile ilişkilerimizde bir şey değişmez diyebilen siyasilerimiz yüzünden Ordumuzdan ve Devletimizden asla vaz geçmeyeceğimizi belli edelim...
Belli edelimki milletten alacağı cesaretle ordumuz ve diğer devlet kurumlarımız, meselelerin üzerine cesurca gidebilsinler...
Milletten alacağı cesaretle meselelerin üzerine cesurca gidn devlet kurumlarmız, meseleleri süratle düzeltirler...
Bizler kaç gündür bu gereksiz işlerle vakit geçirirken PKK'lılar apo alçağına özgürlük diye sokaklara inmeye başladılar...
Allah korusun parçalanmış bir ülkede, bağımsızlığı tehlikeye düşmüş bir ülkede analarımızın, bacılarımızın örtülü, türbanlı başları iffetlerini korumaya yeter mi?
Irak'taki örtülü müslüman kadınlarının iffetlerinin ne halde olduğunu da göremiyor muyuz?
Haçlı'nın vadettiği özgürlüğün adı, Irak'ta bellidir...
Bu millet tarihin hiç bir döneminde ırak gibi zillet yaşamamıştır ve bizim devlet kurumlarımıza, ordumuza vereceğimiz destekle de asla yaşamayacaktır...
Meseleye hamasi duygularla yaklaştığımı söyleyenler çıkabilir!...
Onlara itiraz ederek ciddiye aldığımı göstermeye tenezzül bile etmem...
Daha dün bize ve halklarımız(!)a bağımsızlık vadedenlerin Payitahtı işgal ederek camilerimizde dansöz oynattıklarını asla unutmadığımızı, bütün dünyaya belli etmek durumundayız...
Onlara unutmadığımızı, unutmayacağımızı belli edebilmeleri için -tekrarlıyorum- devletin asli unsurları olan kurumlarımıza başta da ordumuza gereken desteği vermek, aklın gereğidir...
Aklımız başımıza geldikten sonra gerçek meselelerimize süratle çözümler üretileceğine de imanım tamdır...
Bu millet dualı millettir, bu yüzden Rabb'im'in bu millete uzun süreli zillet yaşatmayacağına da imanım tamdır...
İmanlı Milletten imanlı devlet çıkar.
İmanlı devletin ordusu da elbette imanlı olur...
Ama imanı siyasi malzeme edenlerle, habire geriye geriye ve bölünüp parçalanmaya gideriz...
Biz millet olarak tarih boyu böyle zilletlere izin vermememişiz yine vermememiz lazım...
Süratle ordu-millet elele verek, haçlıyı, AB'ciyi, ABD'ciyi asıl adreslerine geri postalamak durumundayız...
Buna gücümüzün yeteceğini de en iyi biz biliriz.
Gün savsaklamak değil Harekete geçmek günüdür...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam,sevgi,dua...
Mustafa ASLAN
http://masan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Salı, Haziran 21, 2005

BAŞÖRTÜSÜ VE TÜRBAN...

İnsanlar, insanca tepki verdiğinde mutlaka insanca karşılık alırlar kanaatindeyim...
Sanırım sıkıntımız; insanlığının farkına varamadan insan rolü yapmaya çalışanlardan kaynaklanıyor!...
Anadolu'nun hatta İstanbul'un 20 sene önceki hangi ev hanımının başında baş örtüsü yoktu?
Çok sevdiğim, çok özlediğim 1970 li yılların İstanbulundaki başörtülü teyzeleri hatırlıyorum...
Öğrenci olduğumuzu bilen ve akşam yemeklerinde kendisi hiç üşenmeden bize yemek getiren Şükufe Teyzem'i hatırlıyorum...
Allah rahmet eylesin -büyük bir ihtimal şimdi Hak dünyasındadır- kendine çok yakışan baş örtüsüyle, bize üç kişilik yemeği kendi elleriyle getirir; evlatları yaşında olmamıza rağmen kapıdan içeri girmezdi...
Üç göbek İstanbul'lu olduğunu her sohbet ortamında hatırlatır ve bununla övünürdü...
İstanbullu Şükufe Teyzem'le Karslı Annem'in baş örtüleri aynıydı... İstanbuldaki ve Karstaki kıyafet ve karaker olarak birbirine benzeyen iki Türk Annesini de çok seviyordum...
Biri Anam, diğeri hiç bir kan bağımız olmayan ama gurbette bizden ana şefkatini esirgemeyecek kadar anacan Şükufe Teyzem...
Baş örtüsü değil ama Türban Erzurum'un yabancı olduğu bir kıyafet...
Erzurumun yerlileri hanfendiler; ehramlı olurlardı. Evlerinde ise mutlaka başörtülü idiler...
Dışarıya çıkarken ehram giyinmeyen hanfendiler ise başörtülü idiler...
İmam hatip Liselerini arka bahçeleri olarak görenler ve rektörleri türban karşısında esas duruşa geçireceklerini söyleyen siyaset tüccarları yüzünden 20-25 yılda milletimiz hak etmediği ve boşuna zaman israf ettiği bir türban meselesiyle tanıştırıldı!...
Erzurum'da bilerek veya bilmeyerek yapılan bir uygulamayla da fırtınalar koparıldı!...
Bu fırtına koparılmalıydı!
Geç bile kaldı!...
Bu fırtına koparılmasaydı; Genel Kurmay'ın baş örtüsüyle türbanı ayırmak lazım açıklamasını, daha çoook beklerdik!...
Şimdi aklı selim herkese bir davetim var:
Gelin hep beraber Atatürk Üniversitesi Rektörünü linç etmektense; türbandan hareketle Genel Kurmay başkanlığını din dışı ilan edenleri utandıracak beyanatına," Türbanla baş örtüsünü ayırmak lazım." açıklamasına sebep olduğu için, teşekkür edelim!...
Yanlış yapılmadan doğrunun tesbiti mümkün değildir. Bu bir daha ispatlanmış oldu!...
A.Ü.Rektörü, yanlış yaptı doğrudur. Ama bu yanlış uygulamayla bir yanlış anlaşılma da yok edildi!...
Ordunun bu açıklamayı, en az 20 yıl önce yapması gerekirdi.
Adım kadar eminim ki Ordumuzun kurmay heyetinin yüzde 90'nının anneleri de baş örtülüdür....
Ordumuzun dolayısıyla bizim asla baş örtüsüyle bir problemimiz olmamıştı...
Ama cezayir kanaklı türbanın arkasında hep siyasi pazarlamalar söz konusu oldu...
Bu türban konusunda siyasi rant olmasa Soros, bu meseleyi çözmek(!) için el atmazdı!...
Bizim baş örtüsü veya türban meselemiz asla ABD'nin meselesi edilmemelidir!...
Buna hiç bir vatanperverin, hiçbir milletperverin izninin olacağını sanmıyorum...
Erzurum ve Erzurumlu Bayrağa Saygı mitinglerinde nasıl Genel Kurmayımız'a cesaret verdiyse, bu baş örtüsü konusunda da Ordumuza gereken desteği vermelidir...
Erzurum Kongresi'nin neden Erzurum'da yapıldığının ispat günüdür...
"Türban bizim meselemiz değildir." diye kesip attıkları bir konuyu, Ordumuzun "Baş örtüsüyle türbanı ayırmak gerek." açıklaması üzerine yeniden sahiplenmeye kalkan AKP'lilere bu tarihi fırsat yem edilmemelidir....
Eğer türbanı referanduma götürmek için bu sözü kullanacaklarsa bir yirmi yılımıza daha yazık olur...
Bu devletin ve bu milletin başörtüsüyle problemi yoktur...
Türbanı başörtüsü adıyla saklayarak "referanduma götürebiliriz" sözünün altında mutlaka bir hinlik aramak zorundayız...
Türban diye bir meselemiz olmadığı için referanduma gerek yoktur!...
Baş örtüsü de hiç bir kurum tarafından rahatsız edici görülmediği için bunun da referanduma götürülmesi, abesle iştigaldir...
Hadi düşünenler, hadi kalem erbapları, hadi milletperverler, hadi vatanperverler; hep beraber baş örtüsüyle türban arasındaki farkı milletimize anlatmak için seferber olalım...
Türbanın siyasi bir malzeme olduğunu, millete anlatalım...
Baş örtülü analarımızdan, bacılarımızdan kimsenin rahatsız olmadığını her platformda, her kese anlatalım...
Böylece suyu kaynağından kesmiş oluruz...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH.
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Cuma, Haziran 17, 2005

OĞUL BEĞ'E!..

"Oğul oğulsa eğer, neyler baba malını; oğul oğul değilse neyler baba malını."
Ne diyeceğimi ne diyebileceğimi neresinden başlayabileceğimi şaşırdım!..
Türk Dünyası'nın doğal lideri,Ülkücü Hareket'in banisi,Milliyetçi Hareket Partisi'nin mimarı Babuğ Alparslan Türkeşin; çatlayan mezar mermerlerini yenileten MHP lileri mahkemeye veriyorlar!...
Mahkemeye veren kim?
MHP genel başkanının yakıştırdığı ve bizim de çok hoşumuza giden sıfatıyla "Oğul Bey", Tuğrul Türkeş!...
Oldu mu Tuğrul Türkeş?!
Oldu mu Oğul Beğ?!...
Mevcut, ülkücü irade tarafından seçilmiş Genel Başkanı, sen de sevmeyenlerden olabilirsin.
Mevcut Genel Başkan'a; kazandığı ilk kongreyi sana rağmen kazandığı için kızgın olabilirsin!...
Genel Başkanlık seçimini kaybedip "babanın partisi" MHP' yi terk ederek yeni bir parti kurduğunda ülkücülerin Baba Ocağı MHP de kalarak seni yalnız bırakışlarına da kızmış olabilirsin!
Ülkücü çevrenin bilmediği seninle mevcut Genel Başkan arasında, başka meselelerde olabilir!
Bütün bu sebepler; Başbuğlarının mezarını onaranları şikayet etmene sebep olamaz Oğul Beğ!...
Ne yaptığını, ne yapacağını ve ne zaman yapacağını bilmeyenlerden oluşan genel merkez muhaliflerine karşı verdiğin yapıcı beyanatla;ülkücü yüreklere heyecan vermişken böyle bir gafı nasıl yaparsın?
Böyle bir çamı nasıl devirirsin Oğul Beğ?!...
Bizler; Başbuğumuzu hayatımız boyunca birkaç kez gören ve gördüğümüz anları kutsallaştıran ülkücüler olarak; başbuğumuzla bir arada geçirdiğimiz kutsal bir kaç saatin feyziyle, yaklaşık kırk yıldır ülkücü olarak kalırken, dizinin dibinde geçirdiğin kırk küsur yılda Başbuğ Baban'dan teşkilatçılığı öğrenemedin mi Oğul Beğ?!
Dizinin dibinde geçirdiğin uzun yıllarda Başbuğ'dan ketumluk öğrenemedin mi?!
Seni genel başkan olarak seçmeyen ülkücü irade; neredeyse pişman olmaya başlamışken, ülkücü iradenin doğru yaptığını isbat için mi böyle yaptın?!
Oğul Beğ; hiç bir ülkücünün senin ve kardeşlerinle babanızı paylaşmak gibi bir hevesi olamaz. Her ülkücünün babası, babalıkta Başbuğ'la eştir.
Ama hiç bir ülkücü; Başbuğlarını sizlerle de paylaşmaz Oğul Beğ!...
4 nisan 2004 te kendime ait gazetemin 4 nisan baskısını Başbuğum'a ayırmıştım. Başbuğum'la ilgili insani anıları paylaşmak için seninle ve Umay Ablam'la telefonla konuşmuştuk. Umay Ablam'ın;"Aile olarak karar aldık, Babam hakkında konuşmayacağız!" diyen sesini hayatım boyunca unutmayacağım.
Ben de cevaben;"Demek ki ülkücüler olarak Başbuğumuzu, evlatlarından en az milyon kere fazla seviyormuşuz." demiştim.
Keşke hep sususaydınız!...
Keşke hep sussaydın Oğul Beğ!...
Ülkücülerin Başbuğlarından öğrendiği tavırla idamdan bile korkmayacağını bile bile mahkemeye vermekle, korkutmak da neyin nesi?!..
Sen; bu camiaya bu kadar yabancı mısın Oğul Beğ?!...
Ülkücülerin kıyamete kadar Başbuğ Tepe'de nöbet tutmaya ant içtiğini bilmez misin?
O nöbet andı içilirken MHP Genel Başkanlığı'na sen vekalet etmiyor muydun oğul beğ?!
O nöbet andı gereği; Başbuğumuz'un kabri tamir edilmese miydi?!
Çatlayan mermeri göremeyen ülkücünün nöbetinin bir anlamı kalırmıydı?!
Olmadı Tuğrul Türkeş!..
Hani beğler daim beğ olurdu, olmadı Oğul Beğ!...
Mahkemeye vermene rağmen Başbuğumuz'un kabri, tamir edildi. Ama sen; ülkücü yürekleri tamir edemiyecğin bir şekilde kırdın.
Yeni Çağ denen, ülkücülükten geçinenlerin toplandığı adresin dolduruşuyla ; uzaktan kumandalı yaygın basına konu mankeni olmaktan süratle vazgeç Oğul Beğ...
En başta sen ve bütün alem bilmelidir ki; son ülkücü, son nefesini verene kadar Başbuğuna, Başbuğunun emanetlerine, Başbuğunun fikirlerine ve Başbuğunun kabrine sahip çıkacaktır.
Allah(c.c.) Ülkücü Hareketi, feraset ve basiret yoksunu yakınlarının şerinden korusun!...
TANRI TÜRKÜ KORUSUN
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Perşembe, Haziran 16, 2005

KES KÖPEYOĞLU!...

Yine aklım karıştı!
Yine canım yandı!...
Gözümüz göre göre canımızla oynanıyor; kucağımıza oturttuklarımız, saklımızı yoluyor!...
Her sakal telimizin kopuşunda canımız yanıyor ama neredeyse sakalsız kalacak kadar tek-tek yolunduğundan acıya karşı tiryakilik kazandık sanki!...
Neredeyse sakalımız koparılmazsa tiryakisi olduğumuz acıları özlüyoruz!...
Birilerini, bir yerleri uyarmak sadece uyarmakla da kalmayıp tahrik etmek istiyorum...
Bir yerlerin "Devleti güçlendiriyorum! devleti destekliyorum!" diyerek ve yaptığını da inanarak samimice yaptığından, severken zarar verdiğini, bir yerlere hatırlatmak istiyorum!...
Bir kıssa;
"Leylek; kocaman bir arazinin ortasında minare gibi uzanmış bir ağacın tepesine yuva yapar.
Görüş alanı açık ve etrafında da kimse olmadığından, uçan yırtıcılara karşı çok emin bir yuvadır...
Leylek, bir kaç mevsim bu huzurun keyfini yaşarken bir çakalın dikkatini çeker...
Çakal kocaman ve yüksek ağacın altına gelir.Ağacın tepesindeki leylek yavrularını düşündükçe ağzı sulanmaktadır ama ağaca tırmanma şansı da yoktur...
Gücü yettiğince, öfkeyle ağacı sallamaya başlar.
Sarsıntıyı merak ederek aşağı bakan Leylek, Çakalı görür.
- Heyyy! Ne yapıyorsun? diye sorar.
Çakal;
- Ağacını keseceğim! der...
- Neden?
- Yavrularını yakalayıp yemek için!...
Leylek korkar. Uçan yırtıcılardan korunmak için mükemmel bir yer olan yuvası ve yavruları, tehlikededir...
- Yapma çakal kardeş... diye yalvararak bir daha seslenir.
Çakal;
- Eğer yavrularından birini aşağı atarsan kesmem!.. diye homurdanarak ağacı sallamaya devam eder.
Leylek düşünür. Zaten her sene yavrulardan birini zayıf olduğu için kardeşleri yuvadan atmaktadır. Bu sefer yavruyu kendi atmaya karar verir.
Ve yüreği kan ağlayarak diğer yavrularını ve yuvasını kurtarmak uğruna en zayıf yavrusundan vaz geçerek;
- Al senin olsun!... diye hıçkırarak yavruyu aşağı atar...
Çakal memnundur. Yuvada iki yavrunun daha olduğunu bilmektedir. Aşağı atılan yavruyu iştahla yedikten sonra ağacın gölgesinde uykuya dalar...
Leylek huzursuzdur.Çakal gitmemiştir. Bu günü kurtarmıştır ama yarın ne yapacağını bilememektedir...
Leylek kara kara yarını düşünürken bilge dost Karga gelir. Leyleğin sıkıntısını merak ederek sorar ve öğrenir. karganın hem canı sıkılır hem de öfkelenir.
- Sen hiç çakalların ağaç kestiğini duydun mu? diye sorar..
- Hayır!...der Leylek'te hayret ederek...
- O zaman neden korktun? yarın aynı şeyi söyleyip ağacı salladığında "Kes Köpeyoğlu!" de ve rahatla... der, uçar gider...
Ertesi gün Çakal, yine ağacı sallayarak;
_ Leylek! Ya yavrulardan birini at ya da ağacını keseceğim.. diye bağırmaya başlar.
Öğüdü Karga'dan almış olan leylek; çakalın baltası ve testeresinin olmadığını ve ağacı kesemeyeceğini, bilmektedir.
- Kes köpeyoğlu!.. diğe cevap verip yavrularını sevmeye devam eder.
Artık çakala ağacın altında acından ölmektense çekip gitmekten başka yol kalmamıştır..."
Kıssadan hisse...
Onlarca yıldır Devletimiz'e, Milletimiz'e saf leylek muamelesi yapan çakallar, görev başında ve Devlet Ağacımız'ı sallayarak kesmekle tehdit ediyorlar. Biz de yavru üstüne yavru veriyor ve çakalları şımartıyoruz!...
Oysa biliyoruz ki ne baltaları ne de testereleri var!...
Bu çakalları çok ciddiye alarak, Aziz nesin'in tarifine uyarcasına leylekleşiyoruz sanki!...
Bu ürkeklik, bu korkaklk bizim sıfatımız olamaz!...
Tarih mimarı Türk Milleti olarak biz ne çakallar gördük!...
Biz ne fırtınalar atlattık...
Çağ değişiyormuş!
Dünya kabuk değişiyormuş!..
Bizde de gömlek çıkarmak, değişmek, gelişmek lazımmış!...
Yapacağımızın; sadece eskiyen elbisemizi yenilemekten başka bir şey olmadığını bizden iyi kimse bilemez...
Elbisemizi yenileyeceğiz ama modaya uyarak etek boyumuzu minileştirmeden!...
Haçlı'ya, Avrupalı'ya uyarak başörtümüzden vaz geçmeden!...
Kraldan fazla kralcıların; samimilerini mazur görerek kellesini kimselere vermeden!...
Birileri, biryerlerden aldıkları emirle, bir şeyler yapacaklarmış!..Tek kelimeyle ve haykırarak;
"Yap Köpeyoğlu.." demenin tam zamanı...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

KORKAK KAHRAMANLARA!...

Lanet okuyacağım, bela okuyacağım ama o zaman da kendimi aciz hissedeceğim!...
Bursa'da başörtülü abla ile mezun olan öğrenci kardeş; beraber küsüyü paylaşırken, Erzurum'da -türbanlı değil- sıkma diye tabir edilen başörtüsünden dolayı anne, mezuniyet törenlerine alınmadı!...
Nerede, ne zaman, kimler, ne yaparlarsa yapsınlar; millet "Lahavle.." çekerek izleyebilir.
Ama Erzurum'da durum farklıdır. Erzurum'da durum farklı olmalıdır.
Uzun yıllardır 'Binbir Hatim'in kesilmeden devam ettiği Erzurum'da, devlet ile millet arasına buzdan duvarlar örülmesine, asla izin verilmemelidir...
A.Ü. Rektörü'nün; " Devletin emirlerini yerine getirmek devleti güçlü kılar. Biz de her kes te devletimizi güçlü kılmak mecburiyetindeyiz..." şeklindeki savunmasında ise küçük dilimi yuttum!...
Adam, rektör edilmiş -seçilmiş demiyorum- ama; millete rağmen devlet olunamayacağını belleyememiş!...
Adam, rektör edilmiş ama; millete rağmen devletlik iddiasının zorbalık, derebeylik olduğunu da belleyememiş!...
Devlet; kısaca milletin teşkilatlanmış hali değil midir?
Millet nasılsa devlet te öyle olmamalı mıdır?
Erzurum'daki rektör, millete rağmen başörtülü anneyi törene almayarak 'Devleti Güçlendirmek' için uğraşırken Bursa'daki rektör devleti zayıflatmış mıdır?
Genel Kurmay karargahında, anneler gününde Şehit Annelerine başörtülü ve türbanlı olmalarına rağmen selam duran Genel Kurmay Başkanımız, devleti zayıflatmış mıdır?
Ya Genel Kurmay başkanımız ve Bursa'daki rektörümüz yanlış yapmışlardır ya da Erzurum'daki rektörün uygulaması yanlıştır...
Yeterince gerilmiş milleti daha fazla germeye kimsenin hakkı yoktur...
Bu kraldan fazla kralcı edalarıyla ne yaptığını bilmeyenler yüzünden, yanlışlar kerhen destek kazanmaktadır!...
"Baş örtüsü bizim meselemiz değildir." diyen AKP'lilerin; Erzurum'daki baş örtüsü olayından sonraki beyanatlarıyla, ne kadar pirim yaptığının farkında mısınız?
Yoksa Cumhurbaşkanlığı seçimini iki yıl önceden gündeme taşıyanlarla, Erzurum'daki Erzurumlu rektörün mesai arkadaşlıkları mı vardır?
İyice gerilmiş milleti koparmanın, kime ne faydası olabilir?
Erzurum'dan başlayan bütün hareketlerin sür'atle ülkeye sirayet ettiğinin, bütün şer güçleri farkındayken Erzurumlu Rektör farkında değil midir?
Eğer gerçekten Erzurum'dan habersiz bir Erzurumlu ise bu rektörün, Erzurum'da rektörlük yapmaya hakkının olmaması gerek...
Bir kaç gün sonra Dinler arası diyalog'un gereği, çeşitli dinlere mensup dini ulu(!)lar; Abant, Washington ve Brükselde yaptıkları diyalog toplantılarının devamını Erzurum'da yapacaklar!...
Bu toplantıya günler kala Cumhurbaşkanlığı seçimiyle -daha iki yıl zaman olmasına rağmen- suni bir gündem oluşturuldu!...
Millete ve bizlere günlerdir havanda su dövdürülürken şimdi de gündeme Erzurum'daki bu olay, bomba gibi düştü!...
Birileri, bir yerleri kaşıyor!
Bu son başörtüsü olayıyla Deprem Çadırı'na epeyce pirim yaptırıldı!...
Acaba diyorum? Yoksa bütün bu olanlar veya yapılanlar; AKP'den Cumhurbaşkanı çıkarabilmenin yolunu açabilmek için millete, ölmekten se bayılmayı tercih ettirme operasyonunun bir parçası mıdır?
Yaşımız gereği, yaklaşık kırk yıldır; farz olan Cihad varken Sünnet olan Hicreti tercih eden 'Korkak Kahramanlar'ı yeterince tanıyoruz!...
Bu korkak kahramanların oyunlarını, tezgahlarını, kurnazlıklarını artık anlamamız gerekmiyor mu?
Papazların kıyafetine karışılmayan, papazın ekümenikliğine itiraz edilmeyen, misyoner faaliyetlere göz yumulan, sokaklarında İncil dağıtılmasına ses çıkarılmayan ve bunları laikliğe karşı görmeyen zihniyetin; Erzurum'da baş örtüsüne koyduğu yasağın altında bir şeyler aramayalım mı?
Beyler; devlet, millete zulmederek güçlendirilemez!
Devlet; sistemiyle kavgalı zihniyetlerin ekmeğine yağ sürmekle de güçlendirilmez!...
Milletiyle kavgalı devletlerin ömrü de uzun olmaz!...
Devlet-i ebed-müddet diyen Türk Milleti ile Devlet'i kavga ettirmeye de asla güç yetmez...
Erzurum, bu önümüzdeki günlerde çok ferasetli davranmalıdır..
Erzurum bu dönemde müteyakkız ama çok akıllı davranmalıdır!...
Yine tanıdığım Erzurum; feraset yoksunu Devletçi(!)lerin, yanlış ve yalakaca davranışlarıyla tahrik olmamalıdır...
Son cümlemde; beni nara atmakla suçlayan korkak kahramanların inadına hayatımda ilk kez naralar atarak;
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Salı, Haziran 14, 2005

ANLAYAMADIM!...

Yine memleketimde birileri, yapacaklarını kamufle etmek için senaryolara üretmeye başladılar sanki!...
Önümüzdeki günlerde Abant Platformcuları, Dinler Arası Diyalogcular; tefekkür şehri Erzurum'da toplanacaklar!...
Erzurum'un bu toplantıya bigane kalamayacağını, bizler kadar onlar da bildiklerinden gündem değiştirerek butoplantıyı kamufle etmeye çalışıyorlar gibime geldi!...
Beni ve benim gibi düşünenleri, böylesine acze düşüren gücü; -adı ne olursa olsun- sevmiyorum, sevmediğim gibi de şiddetle kınıyorum!...
Seçim Yasaları ve Siyasi Partiler Yasası gereği; aday adayı yoklamalarında genel merkezlerin dayatmalarıyla "Kötünün İyisi"ne mecbur ediliyoruz!...
Sonra seçim sandıklarında "Kötünün İyileri" arasından bir daha "Kötünün İyilerinin İyisi"ne mahkum ediliyoruz!...
Sistem gereği bütün partilerde aynısı olan bir uygulamayla; genel merkezlerin atadığı ve adına irade denilen "asker delegeler" vasıtasıyla ve değiştirilmesi neredeyse imkansız olan genel başkanlarımız seçiliyor!...
Sonra genel başkanların talimatları doğrultusunda yine "asker delege"lerin irade(!)leriyle millet vekili adaylarımız belirleniyor!...
Adaylarımız da belirlendikten sonra ister fanatik partizanlığımızdan deyin, ister çaresizliğimizden deyin; asker delegelerin önümüze zorla koyduğu adamları seçiyoruz!...
Seçilinceye kadar vekil; seçildikten sonra asıldan daha hükümran olan seçilmişler yüzünden de imkansızlara mecbur ediliyoruz!...
Mesela ben; ne Ecevit'e ne de Mesut Yılmaz'a oy vermemiş bir seçmenim...Benim gibi milyonlarca da bu ikiliye oy vermemiş vatandaşımız vardır elbette...
Ben ve benim gibilerin oylarımızla yetki vermediğimiz, seçmediğimiz parti genel başkanlarından Ecevit'in yönlendirmesi, Yılmaz ve Bahçelinin desteklemesiyle göreve getirilmiş (seçilmiş demiyorum) Sn.Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanlığı'na mecburum...
Ben ve benim gibilerin; böyle seçim adıyla yapılan dayatmalara itirazımız var...
Allah'tan Sn.Sezer'in eski solcuları ve teröristleri affetmesinin haricinde beni fazla rahatsız eden uygulamaları yok!...
Hatta son zamanlarda hiç sevemediğim, laçkalaşmış sistemin savunuculuğunda Sn.Cumhurbaşkanım'la müştereğimiz bile var!...
Daha Cumhurbaşkanının görev süresinin bitmesine iki yıl varken, gününden çok evvel yeni Cumhurbaşkanı seçimleri senaryoları yazılmaya başlandı!...
Gününden çok evvel gündeme getirilen bu seçimle, bir şeylerin kamufle edilmeye çalışıldığından şüpheleniyorum!...
Aklıma ilk gelende Dinler Arası Diyalog'cuların Erzurum'da yapmayı planladıkları toplantı oldu!...
Bunu bir komplo teorisi sayarak gerçekten Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinin varlığını, gününün geldiğini düşünürsek;
TBMM'de iki parti var. AKP ve CHP...
İkisinin son seçimlerde aldıkları oyun toplamı, %50'ye tekabül etmiyor!...
Ama AKP, sistemin lütufkarlığından meclisin %70'ine sahip!...
Yani yarın seçim yapılsa yeni Cumhurbaşkanı, AKP'li olacak!...Dağılmaya bahane arayan deprem çadırından bir de Cumhurbaşkanı çıkacak!...
Allahınızı severseniz yapmayın!...
Seçmenin, vatandaşın, milletin en az %60'ı AKP'li değil...AKP'nin karşısında olan bu çoğunluğa rağmen; millet nazarındaki itibarını kaybetmiş, kredisini sonuna kadar tüketmiş AKP'den, Meclisteki izafi çoğunluğunuza güvenerek Cumhurbaşkanı çıkaramazsınız!...
Millete saygı denen, teamül denilen bir şeylerin olması gerek!...
Millete kulak verilmesi lazım!...
Abdulhak Hamit'in dediği gibi; "Bu millet, söylemez söylenir.."
Millet değil söylenmeğe, homurdanmaya başladı...
Millet; ne yeniden ikinci bir Sezer'e razı; ne de Sezer'in tamamen zıddı bir Milli Görüşçüye razı!...
Bütün AKP'lilerin bu hassas konuya dikkatlerini çekmek isterim;
Millet olarak sabırsızlıkla önümüze getirilecek seçim sandığını beklemekteyiz...
Her geçen gün biraz daha irtifa kaybederken; her geçen gün milletin tanıdığı krediyi tüketirken AKP'nin seçeceği Cumhurbaşkanı'na millet itiraz eder!...
Aklım, son günlerde karmakarışık!
Ya Cumhurbaşkanlığı seçimini gününden evvel gündem maddesi ederek Abant Platformu katılımcılarının Erzurum Toplantısı kamufle edilmek isteniyor ya da bu millete Aziz Nesin'in tarifiyle bakılıyor!...
Herkes "İstemem yan cebime koy!.." edalarında!...
Seçmenin, milletin, bizim ne diyeceğimizi merak eden bile yok!...
AKP yeniden milletten güvenoyu almadan, ister erken, ister zamanında yeniden bir seçim yaşamadan, mevcut sayısına güvenerek millete Cumhurbaşkanı dayatması yapmamalı!...
Mezhepler, tarikatlar, cemaatlar arasında dinimizi kaybettik!
Hortumcunun, hayalicinin, batık bankacının ve mafyanın arasında ticaretimizi kaybettik!...
Her biri kendi içinde 60 parçalı, altmış partimizin arasında siyasetimizi kaybettik!Tarihin her döneminde dünyaya örneklik eden ahlakımızda çöküntü var!...
Bu kadar olumsuzlukla uyutulduğu zannedilen milletin; siyasilerimizce 20 yıl sonrasının cumhurbaşkanına zemin hazırladıklarını, anlamadığını mı sanıyorsunuz?
Süresinin dolmasına iki yıl varken; Cumhurbaşkanlığı makamının siyasi malzeme yapılmasına itirazımız var!..
Süresinin dolmasına iki yıl varken konu edilerek Cumhurbaşkanlığı ile kamufle edilmek istenilen Erzurum'daki Dinler arası Diyalogcular'ın, bu hayali seçim gündemiyle yapacakları toplantıyı kamufle etmelerine de itirazımız var!...
Moskova'da bütün dinlerin büyükleri(!) nin bir araya geldiğini duyduğumuz peşine de toplantılarını, İslami Tefekkür Şehri olan Erzurum'da yapmaya hazırlanan diyalogcuları da şiddetle kınıyoruz...
Bu arada; bir araya gelen Din Uluları'nın arasındaki İslam Büyüklerini de çok merak ediyoruz!...
"Allah'tan başka ilah yoktur.Muhammed'in de O'nun kulu ve resulu olduğuna şehadet ederim." diye şehadet getiren bizim adımıza; Allah'ın yasaklamasına rağmen diyalog başlatıp dostluk kurmak isteyenleri de tel'in ediyoruz!...
Bu kamuflajcı, diyalogculara; "Can sizin Cehennem Allah'ın.." diyerek uyarı da bulunmuştuk...Bilinmeli ki "Allah(c.c.)ın rızası için daha fazlasına da hazırız...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Perşembe, Haziran 09, 2005

ZİRVEDE KAVGA!...

Yanlışa yanlışla mukabele etmenin iki yanlış yapacağını bile bile yanlışlar yapıyoruz!..
Vatandaşın, seçmenin oylarıyla TBMM oluşuyor. En fazla oyu alan partinin genel başkanı da Başbakan oluyor...
Sonra günü geldiğinde hangi hükumete denk gelirse; Başbakanın yönlendirmesi doğrultusunda da Cumhurbaşkanını Meclis seçiyor..,
Yakın geçmişimizde, onlarca yıl demokratların,demokrasi havarilerinin itirazlarına rağmen asker kökenli Cumhurbaşkanlarımız seçildi!...
Özal'la bu geleneğe son verildi.Mecliste çoğunluk olan partinin genel başkanı Köşk'e çıkarıldı...
Özal'ı benzer tavır ve yollarla Demirel takip etti..
Daha sonra 3 ortaklı 57. Hükumetin koalisyon ortakları olarak anlaşması neticesi ve devrin başbakanı'nın referansıyla Sezer, köşke çıkarıldı...
Sezer; ne asker kökenliydi ne de politikacıydı...Sezer'in köşke çıkışı, Türkiye'de bir ilkti...
Hukukçu oluşu ve bazı olaylara karşı gösterdiği halktan birisi tavırlarıyla, halkın büyük bir çoğunluğundan da kabul gördü...
Sezer'den önceki iki Cumhurbaşkanı'na da diğer partilerden itirazlar olmuştu. Hatta Sökmenoğlu, Demirel'in Cumhurbaşkanlığı'nı protesto ederek milletvekilliğinden istifa etmiş, sine-i millete dönmüştü...
Sezer'in böyle bir sıkıntısı hiç olmadı. Belki fikri anlamda Sezer'e karşı olanlar vardı ama; Sezer'in siyaset üstü ve bütün partilere eşit mesafeli davranışlarıyla bu karşıtlıklar da en aza indirgendi...
Uygulamalarına bakıldığında; Cumhurbaşkanı yetkisiyle affettiği hükümlüler hatırlandığında Sezer'in pek te yansız olduğunu söyleyemeyiz!..
Buna rağmen Sezer; vatandaştan hala destek almaktadır...
Türkiye'de sistem ve Anayasa gereği icra yetkisinin tamamına yakını hükumetindir.Yani Başbakan'ındır...
Son günlerde Cumhurbaşkanı ile başbakan arasında sertleşmeler baş gösterdi!...
Devletin zirvesinde kavga var!...
Devletin protokolde birinci adamıyla, icra ve yürütmenin birinci adamı arasında çok sert restleşmeler grünüyor!...
Devletin zirvelerinin her biri, diğerini siyasallaşmayla suçluyor!...
sayın Cumhurbaşkanı; bütün siyasi partilerin siyasallaşarak devlet yönetimini her yönüyle ele geçirmek için kurulduğunu,bu yolda mücadele ettiklerini, herhalde biliyordur...
Yasalara uyularak kurulmuş, meşru zeminde meşru yollarla son kırk yılın en çok vekilini çıkarmış bir partinin de siyasallaşma en doğal hakkıdır...
"Ben yapınca vatanperverlik, başkası yapınca siyasallaşma.." !...
Yok böyle bir şey!...
Sayın Cumhurbaşkanı; teröristleri, bölücüleri,güvenlik güçlerimizin katilleri hainleri affederken, Haluk kırcı'yı affetmemekle siyasallaşmadı mı?
Bu affedilenlerden bazıları yeniden girdikleri silahlı çatışmalarda itlaf edilmediler mi?
Bu tek yanlı aflarla hem güvenlik güçlerimizi,heş şehit ailelerini ve milleti incitirken Cumhurbaşkanı, siyasallaşmadı mı?
Milletin sandığından çıkmadığı için siyasallaşmaya asla hakkı ve ihtiyacı olmayan Cumhurbaşkanı siyasallaşırsa; siyasallaşmak için yola çıkmış birine "Siyasallaşma!" uyarısı yapmak hakkını da kaybetmez mi?...
Doğrusu elbette bu değildir! Ama düz mantık, böyle ister!...
Düz mantık böyle isteyince de bizler; istemeyerek te olsa yanlışa karşı daha az yanlışı savunmak zorunda kalırız...
Ruhumuzu inciten, canımızı yakan, onurumuzu inciten bir sürü olay varken ve millet olarak bu meselelere konsantre olmuşken devletin zirvesinde kavga istemiyoruz!...
Sayın Cumhurbaşkanıyla kendinin seçilme sebebi başbakan'ın birbirlerine fırlattıkları anayasa kitapçığı yüzünden başımıza gelenleri daha unutmadık...,
Devletin zirvesindeki çekişmeden dolayı aldığımız yaraları henüz saramamışken alacağımız yeni bir yaraya hem dayanamayız hem de artık tahammül de edemeyiz!...
Bu yüzden devletin zirvesindekilerden hangisi devleti milleti daha fazla seviyorsa, kavgadan vaz geçmek durumunda...
Yoksa vallahi biz onlardan vaz geçeriz!...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Pazartesi, Haziran 06, 2005

KONU HAKKINDA SON KARARIM...(Ben de Katılıyorum-2-)

Zamanımız dünyasının hakim güçleri, bir şeyler yaparken; dünya coğrafyasında göz göre göre değişiklikler yapılırken; değişen değiştirilen coğrafya ve sınırlar ciddi manada misak-ı millimizi tehdit ederken; birileri bizi başka ve gereksiz işlerle oyalıyorlar!...
Bu gereksiz işlerin başında da "Dinler Arası Diyalog" ve bu hareketin başlatıcısı Fetullah GÜLEN ile ilgili sohbetler geliyor!...
Dününün şahidi yarınının kefili olduğum Dostlarımdan Selami Türkmen Bey'in bir yazısı üzerine yaklaşık bir haftadır gereksiz bir cehdin içindeyiz...
Kur'an-ı Kerim'de ki "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir." buyruğuna rağmen; ayrıca "Yahudiler yetmişbir gruba ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. benim ümmetim de yetmişüç gruba ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir." Hadis-i Kutsi'sine rağmen mezhepler, tarikatler ve sayısız cemaatler arasında Dinimiz'i kaybettik!...
Yine Resulullah(s.a.v.); "Bir toplumda iki zümre sağlamsa o toplum felaha erer, iki zümre bozulursa o toplum iflah olmaz.Bu iki zümre, alimler ve alimlerdir." buyurmuştur....
Amirlerimiz hakkında yıllardır yazar söyleriz. Alimlerimiz hakkında yazıp söylemeyi ise ehil alimlerimize bırakarak yıllardır izleriz...
Erzurum'da yazan Dostum Selami Türkmen Bey'e tavrının doğruluğunu desteklemek, duruşunu bozmaması için cesaret vermek amacıyla "Ben de Katılıyorum." başlığıyla yazdığım bir yazımdan dolayı, kraldan fazla kralcılar susmuyorlar!...
Susmalarını istemeyiz haşa!...Ama bizim söylediklerimizle ve yönelttiğimiz sorularla onların söylediklerinin asla bir alakası yok...
Bizim kimseye iftira etmek, kimsenin gıybetini etmek, kimsenin imanını -haşa- yargılamak gibi bir ukalalığımız olmaz...
Sadece sorarız ve sorumuza ehil ağızlardan cevap isteriz...
Kaç gündür sükutumuz, ikrarımızdan değil sadece edebimizdendir.
Susuşumuz; bilmediğimizden değil, eksik bilme endişemizden, haddimizi aşma korkumuzdandır.Yine susarak izlememiz sadece bilen olarak bilinenleri, anlamaktaki sıkıntımızdandır!...
"Dinler Arası Diyalog Projesi" ni Fetullah Gülen'i savunmak maskesiyle kamufle ederek Selami Türkmen Bey'e saldıranlara; hiç bir yorum yapmadan bir kaç Allah(c.c.) kelamıyla cevap vermeye çalışacağım...
Biz;anladığımız kadarıyla Allah(c.c.) hükümlerine uymakla mükellefiz. Allah Hükümleri'ni bilen bilmeyen herkese hatırlatmak ta bizim gibi cühelaya nasip olduysa; müsebbiplere teşekkür ederek, iftihar ederek şükrederiz sadece...
Hükümlere uyup uymamak elbette kişilerin cüz'i iradelerine kalmıştır. Ayrıca Anadolu deyimiyle; "Can senin cehennem Allah'ın..."yorum ve tesbitine tabidirler...
Buyurun Allah(c.c.) Kelamları'na;
"Ey iman edenler; kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkarcılığa sevk ederler." Al-i İmran 100
"Dinlerine uymadıkça yahudiler de hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. Deki; doğru yol ancak Allah'ın yoludur.Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan andolsunki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." Bakara 120
" ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten kin ve düşmanlıkları ağızlarından belli olmaktadır. kalplerinde sakladıkları ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz." Al-i İmran 118
" işte siz öyle kimselersiniz ki onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise sizinle karşılaştıklarına inandık derler, kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarınınuçlarını sırırlar. De ki; Kininizden ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bimektedir." Al-i İmran 119
" Size bir iyilik dokunsa bu onları tasalandırır. başınıza bir musibet gelse buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiç bir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır." Al-i İmran 120
"Ey iman edenler! Yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İÇİNİZDEN ONLARI DOST TUTANLAR, ONLARDANDIR. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez." Maide 5
" kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haral kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, KÜÇÜLEREK ELLERİYLE CİZYE VERİNCEYE KADAR SAVAŞIN..." Tevbe 29
Bu Ayetlerin sayısını çoğaltabiliriz...
Bu ayetlere yorum katmaya, daha fazla açıklamaya ishtiyaç var mıdır?..
İster hemşehrilik kaygısıyla, ister ram olma duygusuyla, isterse başka duygularla Fetullah Gülen'i savunan kardeşlerimizi, mazur görmek gereğini defalarca söylemişimdir...
Bütün tarikat ehli kardeşlerimize sadece saygı ve muhabbetlerimizin olduğunu da söylemiştik defalarca...
Dünya ve ahiretini kurtarabilmek endişe ve cehdiyle önüne gelen gemiye binenler niyetleri doğrultusunda mazurdur...
ama tarikatçilik, cemaatçilik,mezhepçilik oynayan kanaat önderlerine sadece yukardaki Allah kelamlarını hatırlatırız...
Yukarıda da arz ettiğim gibi İlahi Hükümlere uyup uymamak elbette cüz'i iradelerine ve nefislerine hükmedebilmelerine kalmıştır...
Diğer araftan ise; "Can onların, cehennem Allahın..." dır...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa Aslan
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Perşembe, Haziran 02, 2005

YARALAR VE ÇARELER...

MHP içinde kaynatılmak istenen Deprem Kazanına devam edecektik...
Ülkücü Hareketin derinine dalmadan tarihini hatırlayarak başlamak isterim..
Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş'in 1965 ten itibaren siyasete soyunduğu tarihle başlar bugünkü Ülkücü Hareket...
Bir de Ülkücü Hareketin başladığı günden bu güne kadar geçirdiği evrelerle oluşan kuşakları hatırlamaya çalışalım...
İhtilalin Kudretli Albayı'nın Yeni Delhi'den döndükten ve ordudan emekli olduktan sonra CKMP'ye girerken, CKMP'yi MHP ederken beraber yola çıktığı bir grup, bir kuşak var. Bu kuşağın -Başbuğ'da dahil- çoğu Hak'ka yürüdü. Allah tamamına rahmet eylesin...Bu kuşaktan hala hayatta olan ve hareketin aksakalları olan, hareketin temel taşları olan bir grup var, Kuşak bir...
Başbuğ ve yol arkadaşlarının gençliğe yönelmesiyle 1965'ten beri hareketin içinde yer almış hareketin ilk geçleri ve bizim kuşağımızın ağabeyleri var. Etti iki...
1970 ve sonrasında harekete katılarak Başbuğ'la, yol arkadaşlarıyla ve ağabeylerle 12 Eylül Kıyametine kadar çoğalıp ölen, ölüp çoğalan bir Altın nesil var. Etti üç...
12 Eylül Kıyametinde yaşları genç ama kafa ve yürekleri olgun; yıllarca kabristan ve cezaevi ziyaretleriyle pişen ve 12 Eylül Kıyametine rağmen Ülkü bayrağını taşıyan bir kuşak var. Etti dört...
Şu anda Ülkü ocakları bünyesinde ülkücülük eden Genç Ülküdaşlarımız var, etti beş...
Beş ayrı zamanda, beş ayrı duruşta ama tek isimle var olan beş ayrı kuşak ülkücü var...
Bu beş kuşak ülkücülük adıyla ülkenin son kırk yılında fiilen var...
Türkeş'i, Türkeşçi'yi;Ülkü'yü Ülkücü'yü; MHP'yi MHP'liyi tanımayan var mıdır bu ülkede?... Tanımakla kalmayıp sevmeyen, sevmese de saygı duymayan kimse var mıdır?
Tam kırk yıldır ülke siyaset sahnesinde olan; her on yılda bir tekrarlanan suni siyasi depremlere dayanan MHP, niye istenilen konumda değildir?
Ülkesini,Bayrağını,Devletini,Mukaddeslerini uğrunda canını verebilecek kadar seven bir hareket, niye iktidarda değildir?
Bu sorunun mutlaka cevabı bulunmalı ve verilmelidir...
Ülkücü hareket'te neden kuşaklar arası kopukluklar olmuştur?
Bu kuşaklar arası kopukluğun müsebbipleri kimlerdir?
Ülkücü Harekette kuşaklar arası koordine neden unutulmuş veya ihmal edilmiştir?
Bu unutulmuşluk ve koordinesizlik yüzünden beş ayrı kuşaktan Ülkücülerde beş ayrı ülkücülük tanımı oluşmuş mudur?!...
Ülkücü Başbuğ'un tarif ettiği midir? Veya Başbuğ'un tarif ettiği gibi olmamalı mıdır?
12 Eylül Kıyameti sonrası ülkücü harekete sirayet eden ve farklı yerlerde, farklı cemaatlerin, farklı tarifiyle anlatılan mıdır ülkücü?
Ülkücü; yaygın basının,Karen Fogg çocuklarının art niyetli, suçlayıcı şekilde yaptığı tarifte midir?
Özetle ülkü nedir?
Ülkücü kimdir? Soruları sür'atle cevaplanmalı ve kavram kirliliği önlenmelidir...
MHP Genel Merkezinde veya Ülkü Ocağı Genel Merkezinde kuşaklar arası koordineyi sağlamakla görevli ve direk MHP Genel başkanı'na karşı sorumlu bir birim mutlaka ihdas edilmelidir...
Birbirinden kopuk kuşaklar arasındaki muhabbet ve iletişimle Ülkücü Harekete can gelecektir... Bu canlanmanın tek adresi de MHP'dir... MHP'nin canlanması ise milletin dardan,devletin zordan kurtulması demektir...
Kuşaklar arası kopukluk giderilince Ülkücü hareketin yakın,orta ve uzak oalarak tesbit edilen hedeflerine, ulaşılacaktır...
Bu hedefler yüz milyonluk Milliyetçi Türkiye, muassır medeniyetleri yakalamış ve geçmiş Türkiye; nihai ve son hedef olarak ta Turan'dır...
AB'ye de, ABD'ye de, Haçlı'ya da Müslüman Türk edasıyla karşı koyabilecek ve bütün emperyalistleri çıktıkları adrese geri gönderebilecek tek gücün adı, Ülkücü Harekettir...
Ülkücü Hareketi atıl bırakmaya adı ve unvanı ne olursa olsun kimsenin hakkı yoktur!...
Adı ve unvanı ne olursa olsun kimsenin Ülkücü Hareketi atıl bırakmaya da gücü yetmez...
Sadece zaman kaybı olur. Bu zaman kaybından kaynaklanan ülke zararlarının telafisi de imkansız olmaz ama güçleşir...
Ülkücü; zor işlerin, zor günlerin adamıdır...
Ülkücü; yiğittir, merttir, kahramandır...
Ülkücü; çarelerin bittiği yerde gerekirse kanıyla çare yazandır...
Ülkücü; Allah dostudur. Allah'ta ülkücünün yar ve yardımcısıdır...
Vehasıl yara bellidir, çare de Ülkücü harekettir...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Çarşamba, Haziran 01, 2005

DEPREMLER VE DEPREM ÇADIRLARI...

Aylardır "Neden? Niçin?" diye kafa patlatıyorum...
Onlarca yıldır bütün dış güçlerin elbirliği ile sarfettikleri mesai sonucu; içerde ve dışarda çok dağınık bir Türkiye manzarası var!...
Siyasetçilerin de, ticaretçilerin de, cemaatçilerin de suçu başkalarına atmaktan; "Bizden öncekiler şöyle yapmasaydı..." şeklinde muazeret üretmekten başka yaptıkları müsbet bir icraat yok!...
Bilinen mezheplerin, sayısız tarikat ve cemaatlerin arasında kaybolmuş bir İslamiyet yaşıyoruz!...
Altmışa yakın parti arasında kaybolmuş bir siyaset seyrediyoruz!...
Hortumcular, hayaliciler, tefeciler,rantiyeciler ve mafya arasında kaybolmuş bir ticaret hacmimiz var!...
Dinimizin,siyasetimizin, ticaretimizin kayıplara karıştırıldığı zamanımızda -yaklaşık yirmi yıldır- ahlakımız da hem tarif kaybetti hem de araki bulasın!...
Cami cemaatine irticacı; camiye gitmeyene imansız diye saldırmaya başladık!...
Milletini sevene şövenist; Devletini sevene faşist; Ordusunu sevene cuntacı; dinini sevene mürteci; komüniste yurt sever; vatansevere gerici diye ithamlarla günümüzü geçirdik!...
Bir arada duramadığımızdan; bir, iri ve diri görünemediğimizden içerde ve dışarda yutmak için pusu kuranlara kolay yem olur gitmeye başladık!...
Niye Allah aşkına?!...
Bu kadar dağınıklığı; bu kadar iştahlılara yem olacak kadar aptallığı, hak ederek Aziz Nesin'i haklı çıkarmaya mı çalışıyoruz?!...
Muhteşem Türk Atatürk'ün; "Türk Milleti zekidir, çalışkandır..." tarifini ne zaman ve niye kaybettik?
Tekrarlayayım; altmışa yakın siyasi partimiz var! Yani siyasetimiz altmış parça!...
Bu altmış siyasi partimizin kendi içlerinde de birlik-beraberlik yok!...
Bütün partilerimizde bir iç kaynama, bir iç hesaplaşma var!...
AKP'de ki; CHP'de ki;MHP'de ki;DYP'de ki;BBP'de ki;ATP'de ki;DSP'deki;ANAP'ta ki;İP'de ki;DEHAP'ta ki Milliyetsiz Milliyetçiler yüzünden her parti de kendi içinde altmış parça!...
Bir zamanlar sağcı-solcu vardı...Sağ solu, sol sağı bilirdi. Sağın sağcı, solun solcu söylemleri vardı. Şimdi ne sağcı var ne de solcu kaldı!...Kimin söylemi kimin ağzında belli değil!...
En solcu partilerden birinin ikinci bilinmesine rağmen gerçekte birinci ağzı;"Din elden gidiyor!..." diye feryat ederken; en dinci geçinen partilerin ağzında sosyalist söylemler var!...
Aklı karışan ve yollarda dizilen kervanlara katılmaktan başka akıllılık bilmeyen siyasetçilerimiz de bu kargaşadan bunalarak Deprem Çadırlarında bir araya gelebiliyorlar!...
Her deprem çadırının ömrü; deprem riskinin bitmesine kadar olduğundan bu bir araya gelen deprem çadırı sakinleri, çok çabuk dağılabiliyorlar!...
Yaklaşık elli yıldır her on sene de bir tekrarlanan ve demokrasi adına yapılan sahte depremler yüzünden oluşan deprem çadırlarında toplanıp-dağılarak bu günlere geldik!...
Bu kadar depreme rağmen yıkılmadık ayaktayız!...
Bu elli yılda depreme dayanıklı siyasi oluşumlarımız da oldu.MHP bu dayanıklı siyasi oluşumların belki de en başındaki...MHP; bu elli yılın depremlerine yaklaşık otuz yıl, Başbuğ Alparslan Türkeş'in mücadeleci ve karizmatik yapısı ve direnciyle dayandı...
Son yedi-sekiz yılda da bu siyasi depremlere mevcut yönetimiyle dayanmaya çalışıyor!...
Bilhassa son sekiz yıldır MHP ve Ülkücü hareket; deprem yapıcıların boy hedefi haline geldi...Uzaktan kumandalı ve her biri kendi içinde altmış parçalı olan sağcılar, solcular, ümmetçiler, bölücüler, AB'ciler, ABD'ciler, hainler güç birliği içinde MHP'ye saldırıyorlar!...
Elbette bir kurdun peşinden en az yüz köpek havlamazsa o kurt kurt değildir...
Bu saldıranlara bir de evin içindeki bozguncular dahil olunca MHP'nin kolay işi kendiliğinden zorlaşıyor!...
Siyasi deprem yapıcılar, büyük senaristler; Başbuğ'un ölümünden sonra bütün evlatları, miras paylaşımıyla kandırarak birbirinin üzerine salıyorlar!...Mirasta hiç hakları olmayan yetiştirme yurdu menşeyli evlatlıklar da bu kavgaya çok istekli ve ihtiraslı olarak katılmak istiyorlar!...
Allah'tan binanın mimarı çok ehil bir mimar...Allah'tan binanın temeli çok sağlam atılmış...Bu temel sağlamlığı ile MHP ve Ülkücü Hareket bu depremlere dayanıyor ve dayanacak...
MHP'nin sür'atle bu deprem yapıcılarla ilişkisini kesmesi lazım!...
Türkiye'nin ve Türk Milleti'nin hiç bir dönemde Ülkücü Harekete bu kadar ihtiyacı olmamıştır!...
Milletin kendilerine olan ihtiyacını MHP; çok iyi okumalı deprem çadırlarına alternatif, kalıcı deprem konutu olduğunu millete belli etmelidir...
MHP; Türk siyaset alanında da Türk Mucizesi'ni gerçekleştirmek mecburiyetindedir.
Türkiye,dünya ve avrupanın en kalifiye siyaset ve düşünce adamlarını Ülkücü Hareket yetiştirmiştir...
Bu kalifiye ve ülkücü insanları tek-tek tesbit ederek bir çatı altında toplamak MHP'nin asli ve birinci görevlerindendir...
MHP'nin bu yetişmiş Ülkü Devleri'ni bir araya getirmekte bir gün dahi gecikme lüksü olmamalıdır... Geçen her gün, geç kalmışlıktır ve bu geç kalmışlığın ceremesini, Devletimiz ve Milletimiz çekmektedir...
MHP içinde kaynatılmak istenen deprem kazanına devam edeceği!...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

BİZİ DUYUN!...

Mutlaka bir şeylert yapmak lazım!...
Doğru zamanda doğru bir duruş sergilemek lazım!...
Türkiye'de; kavramlar kargaşasından kaynaklanan bir fikir kirliliği mevcut!..
Çok iddialı ve büyük bir tarifle giriş yapmış olabilirim. Bir yerlerin dikkatlerini çekebilmek ve beni rahatsız eden konularda; düşünen ve düşündüğünü söyleyebilen cesur yüreklerden destek almam lazım!...
Bu desteğe çok ama çok ihtiyacımız var...
Kendimi yargılatmak istiyorum!
Benim yargılanmam bittikten sonra, çıkacak karar ne olursa olsun; hep beraber diğer yargılanmaları gerekenleri de maşeri vicdanlarda yargılatmak istiyorum!...
Elhamdülillah, Kalu Bela'dan beri Müslümanım...Kelime-i şehadetimle bunu ikrardan da şeref duyar, huzur bulurum...
Milletler olarak Cennet'ten kovularak yeryüzüne indirildiğimiz günden beridir de Türk'üm...
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsinki Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir.(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiç bir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur."( Maide 54) Ayetinde tarif edilen toplumun Türk Milleti olduğuna inananlardanım...
Ayrt-i Celile bu...İsteyenin anladığı gibi anlama hakkı var mıdır bilemem ama benim anladığımdan, tarihi de gözden geçirince bu tanıma uyan toplum olarak Milletim çıkıyor...
Bu ayetten ve buna destek veren ayetlerden yola çıkarak milliyetçilik yapmama dinen bir sakınca olmadığına inananlardanım...
Milliyetçiliğin bir fikir akımı olmadığını,içgüdüsel bir duygu olduğunu; amca ile dayı münakaşasında amcadan yana tavır koyamayanın milliyetçi olamayacağına inancımı daha önce açıklamıştım...
Veya kapı komşusunun sıkıntısını görmezden gelenlerin; Bosna-Hersek'teki, Karabağ'daki,Filistin'deki, Irak'taki mazlum insanlara karşı duyarsızlıklarına öfkelenmenin gereksizliğini de tekrar hatırlatırım...
Duyarlı ve imanlı birinin Allah rızasından başka bir beklentisi olamayacağına, birileri tarafından övgüyle taltif edilmeye ihtiyacı olmamamsı gerektiğine göre; duyarsızların da sertçe kınanmamaları gereğine inanırım...Çünkü genetik olarak içgüdüsünün gereğini yapmaktadır ve mazurdur...
Bir Almanın, bir fransızın genetik iç dürtüleri gereği yapacağı milliyetçiliğe elbette itiraz etmem. Ancak yapacağım milliyetçilikle muassır medeniyetler seviyesini yakalamak ve herkesi medeniyette ve teknolojide geçmek arzuma da kimsenin karışmasına izin vermem...
Kimsenin inancı ve imanıyla -haşa- uğraşmadığım için; imanımla,inancımla uğraşanları ve imanları ölçmeye kalkanları da tel'in ediyorum...
Günümüzde veya geçmişte ne bir şeyhin arkasına takılmakla daha fazla müslüman olunacağına inanmadığım gibi, şeyh peşine takılmamakla imansız olunacağına da inanmam...
Birliğüe, beraberliğe sonsuz ihtiyacımızın olduğu bu günlerde; Milliyetsiz Milliyetçiler'in yönetimindeki partlerin siyasetsizliğini de reddediyorum...
Namaz kılarken görülmezsen imansız; namaz kılarken görülürsen mürteci olarak suçlanabileceğimiz bir yönetim şekline de kafa tutmak istiyorum...
Oysa aklım kesti keseli devlet-i ebed-müddetdiyenlerdenim...
Tarihle akran olan Devletim'in yanlış yönetildiği; Devletim'le milletimin arasına girmek isteyen günübirlik siyaset lümpenlerinin olduğu kanaatindeyim!...
Bu lümpenlerden birilerine taraftar olmayı, hazmedemiyorum...
Kendimi yaşamak, Ülkücülüğümü yaşamak ve kendimi ifade etmek istiyorum...
Kendimi yaşarken, Ülkümü ifade ederken kimseyi incitmek gibi bir kastım asla olmaz. Ama ortaya söylediğim sözümü üzerine alınarak kırılanlardan da özür dilemem!...
12ylül 1980 kıyametinden sonra çok iyi anlaşabildiğim Devrimci arkadaşlar edindim. Neredeyse dostluk kurulacak kadar hem-hal olabildik...Yıllarca bu insanlarla kavga ediş sebeimizi ve birbirimize kapanmayacak yaralar açmış oluşumuzu, yorumlayamıyorum!...
Bu yorumlayamama bocalamalarımda da canım yanıyor!...
AB'ye körü körüne evet diyenleri, yaklaşık 50 yıldır AB kapılarında bekleyenleri, anlama sıkıntısı çekiyorum!...
Sadece din veya başka ve tek bir gözlükle bakarak çağ ve medeniyet dışı kalmayı savunanları da anlayamıyorum!...
Yeni bir Haçlı Birliği, bir hristiyan birliği olan AB'de; bizi alıp almamak üzerine yaapılan referandumlara isyan ediyorum!...
Benim ülkemde AB'ye girip girmemek konusunda neden bir halk oylaması yapılmaz bunu da anlayamıyor ve yorumlayamıyorum!...
Bizim irademize halk oylamasıyla baş vurmayan siyasi iradeleri de buğz ediyorum!...
Benim gibi düşünenlerin sayısının az olmadığını, biliyorum.
Ve bizim sesimizin yeterince duyulmamasına da isyan ediyorum!...
Artık birilerinin bizi duyması gerek!...
Bu duyanların da yetkileri kadar etkilerini görmek istiyorum!...
Yoksa canı yanan, kimliği incitilen, öz yurdunda paryalaştırılmak istenen Türk Milleti; sesini duyurabilmek için naralar atmaya başlayacaktır...
Bu milletin narası da Tekbir olduğuna göre; ürkek yürekleri, Milliyetsiz Milliyetçileri çooook incitir!...
Artık bizi duyun vesselam...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN