Çarşamba, Kasım 30, 2005

ÇOK SUSTUK !...

Biz, çok sustuk !...
Bizim suskunluğumuz, yanlış anlaşıldı!...
Veya -birileri- bizim suskunluğumuzu, işlerine geldiği gibi yorumlar oldu!...
Onlar ısrarla taşkınlık yaptıkça, bizler de ısrarla susunca; "Sükut ikrardandır." şeklinde yorumlama gafletine düşenler oldu!...
Bayrağımızı yaktılar, sustuk !...
Atatürk büstlerini kırdılar, sustuk !...
Kogre yapıyoruz diye, Başkentimizde salonları doldurdular Bayrağımızı -göstere göstere- atıp çiğnediler, yerine paçavralar salladılar, sustuk !...
Kongre sonrası sokaklara dağılıp çevreyi als-üst ettiler, sustuk !..
İstiklal Marşımızı okumadılar; uyduruk enternasyonal parçalar okudular, zılgıtlar çektiler, sustuk !...
AB'nin yolunu; siyasi destekçilerinin de desteğiyle Diyarbakır'dan geçirmeye soyundular, sustuk !...
Yol kestiler, sustuk !...
Baş kestiler, sustuk !...
Baş kaldırdılar, sustuk !...
İstanbul'un, Mersin'in altını üstüne getirdiler, sustuk !...
Güneydoğu'dan hareket ederek İmralı Tatil Köyü'ne hürriyet götürmeğe kalktılar, sustuk !...
Baş kaldırarak, "İstemezük!.." diyerek Hakkari Valimizi yerinden aldırdılar, sustuk !...
PKK'ya destek amaçlı olduğu kesinleşen kap-kaç çeteleri oluşturdular, sustuk !...
Türkiye'yi dünya kaçakçılık cennetine dönüştürdüler, sustuk !...
Bütün bu yukarda saydıklarımı hem yaptı hem de göz altından bizi izlediler!...
Bizim ne yapacağımızı, bizim nasıl bir tepki vereceğimizi merakla beklediler !...
Baktılar ki; biz hep susuyoruz, artık gizli saklı davranmamak gereğine inandılar!...
Şimdi de alt-üst kimlik gibi uyduruk, yapay bir gündemle -günlerdir- beynimizi kemiriyorlar !...
Yukarda saydığım davranışlarla; ne istiyorlarsa aldılar !...
Her istediklerini zorla alınca da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kimliksizleştirmeyi istemeye başladılar !...
Yeter artık be !...
Yeter edepsizlik ettiniz be !...
Sustuysak, suskun kaldıysak, yaptıklarınızı bıyık altı gülerek izlediysek; yaptıklarınızı, art niyetli komşunun şımarttığı çocuğumuzun yaptığı şımarıklıklar saydığımız içindir !...
Sizden korkan, sizin gibi olur !...
Başbakan; "Haklarını, istediklerini vermezsek isyan ederler." anlamına gelen çok talihsiz ve bana çok korkakça gelen beyanlarda bulundu !...
Yedi düvel bir olup benim üzerime geldiğinde korkmadım ki şimdi üç-beş baldırı çıplağın zılgıtından korkayım !...
Haçlı olup yüzlerce yıl üzerime geldiklerinde geri adım atmadım ki; şimdi bu Avrupalı Birliği dayatmalarıyla başkaldırmaya niyetlenen tebaalarımdan korkayım !...
Israrla, ısrarla söyleyeceğim;
Devlet olmanın kuralları vardır. Atalarımız, bu kuralları uygulayarak Devlet oldular...
Devlet Kalmanın da kuralları vardır!...
Devlet kalmak istiyorsak -ki Türk Milleti asla devletsiz olmaz- bu kuralları uygulamak ta yaşayanlar olarak bize düşer !...
Nedir bu kurallar?...
1- Kimsenin uymakta endişe edemeyeceği, adil yasalarımız olacak... Kırk bin insanımızın katiline özel beslenme kürleri uygulayıp, töre cinayeti veya kazara suç işlemiş bir kader kurbanını şiddetle cezalandırırsak, bu yasalara uyulmaz!...
Bölücü terör örgütünün Hakkari deki irtibat adresi olan, kanlı Şemdinli baskınına fiilen karıştığı için yıllarca cezalandırılmış olan, hatta PKK'nın kurucu 20 kişisinin arasında olan birini takip eden Güvenlik Güçlerimizi; PKK'nın senaryosu olduğu her yerinden belli olan bir oyuna kurban verirsek; Kahramanlarımızı, -AB ve iç bağlantıları istiyor diye- hainlerle bir tutmak, onlarla bir görmek gafletine düşersek, yeni kahramanlarımız olmaz !...
2- Paramızın değerini kazandırıp, yeniden piyasada kendi paramızın gücünü sağlayamazsak, vergi toplayamayız. Dolarla, euroyla yapılan alış verişleri, kayıt altına alamayız. Böyle olunca ekonomimiz olmaz...
3- Kırsalda da şehirlerde de vatandaşımızı; terörist ve çapulcularla başbaşa bırakırsak, can ve mal güvenliklerini sağlayamazsak Mili Ordu oluşturmakta ve güvenlik gücü oluşturmakta sıkıntı yaşarız !...
Yani Devlet kalmayı, tehlikeye atarız !...
Kutadgu Bilig'den sunduğum bir paragrafı, bir daha hatırlatayım; "Ülkeyi elde tutabilmek için orduya ihtiyaç vardır.Orduyu besleyip donatmak için de çok mal ve servet gerekir. Orduyu besleyip donatacak akçayı bulabilmek için de halkın zengin olması gerekir.
Halkın zengin olması için de yöneticiler doğru yasalar koymalıdır. Bunlardan biri ihmal edilecek olursa dördü de işe yaramaz.
Dördü de işe yaramaz olunca devlet yönetimi çözülür, ülke yönetimi bozulur."
Günümüzde devlet yönetimi çözülmek üzeredir, ülke yönetimi bozulmak üzeredir!...
Ve hala susmaktayız !...
Biz susmaya devam ettiğimiz sürece; alt kimlikler de olacaktır, alt kimlikleri kaşıyanlar da !...
Korkarım sıra bize geldiğinde aklımız başımıza gelecektir ama -yine korkarım- geç kalmış olacağız !...
Tarihi, hep biz yaptık başkaları yazdılar. Mütevekkil olalım ama böyle de tevekküle baş eyemeyiz ki !...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com
tokkali@gmail.com

Salı, Kasım 29, 2005

HAREKET' TE HAREKET...
Evet başladı!...
Milliyetçi Hareket'te hareket başladı...
Milliyetçi Hareket Partisi'nde olağan kongre süreci başladı!...
"Nerde hareket, orda bereket." inancında olanların; bereketlere vesile olabilmek iman ve düşüncesiyle, hareketlenme günleri başladı...
Şimdiiii....!
Her kesin, her ülkücünün, her dava adamının; her türlü provokatörlüğe karşı teyakkuz içinde olarak önce kendisiyle hesaplaşma günleri başladı!...
Elbette "Ülkücüyüm" demek işin yüzde sekseni, belki de yüzde doksanıdır!...
Ama şimdi her "Ülkücüyüm" diyenin; kendine "Ne kadar Ülkücüyüm?" sorusunu sormasının zamanıdır...
Bir Ülkücünün ne kadar ülkücü olduğunu, en iyi kendisi bilir...
Ama bu soru; kendi kendimize de sormaya niyetlensek -hem zor bir sorudur, hem de cevabı da zordur!...
"Neye göre, kime göre, ne kadar ülkücü?" Sorunun açılımı bu!...
Cevabı için -kendi kendimize de olsa- kopya vermeye niyetliyim!...
"Neye göre?"; elbette -Ülkücülüğün banisi,rahmetli Başbuğumuz'un 'ülkücü tarifi'ne göre...
"Kime göre?"; tanıdığımız, en yakınımızdaki ve ülkücülüğüne kefil olabileceğimiz ülküdaşımıza göre...
Artık; yatmışlığın, kaçmış-kovalamışlığın, duygu simsarlığının, firarlığın, sürgünlüğün edebiyatının yapılacağı günlerde değiliz!...
Kim ne gördüyse, kim ne çektiyse Allah(c.c.) nasip ettiği için ve Allah Rızası için yaşadı yaşadıklarını...
O yaşananların karşılığı da geldiğimiz halimizdir!...
Geldiğimiz halimiz, tarifimi lütfen altını çizerek okuyalım...
Günümüzde, halimizde başarılıysak ta, başarısızsak ta sebebimiz kendimiziz!...Biz, kimseden çekmedik kendimizden çektiğimiz kadar!...
Bu şikayetlenmem, aynı zamanda hareketin ne kadar doğru bir hareket olduğunun da ispatıdır!...
Kaynatılmadan sütün kaymağı alınmaz...
Ülkücü Hareket; kaymağını tesbit etmek için yeniden kaynamaya başlayacaktır!...Olağan kongre süreci başlamıştır...Sırasıyla; ilçelerde sonra illerde kongreler yapılacak, yöneticiler seçilecek ve o seçilmiş Ülkücüler tarafından da 'Büyük Kongre' gerçekleştirilecektir...Bu; bütün Ülkücülerin, kendi kendilerini tabi tutacakları sınavın da başlangıcıdır...
"Neye göre, kime göre Ülkücü?" sorularına, cevap vermiştik...
"Ne kadar Ülkücü?" ; bu sorunun cevabı, zor işte!...Aslında en kolay cevaplanması gereken soru da bu!...Çünkü sorunun cevabı, kendimizde...
Ne kadar Ülkücü olduğumuzu, en doğru olarak kendimiz bilmekteyiz...Her kesin, her ülkücünün; kendine göre, ne kadar ülkücü olduğunu tesbit edebilmek için bazı kıstasları olacaktır elbette!...
İzniniz varsa; bana göre, bir ülkücünün ne kadar ülkücü olduğunu tesbitte kolaylık sağlayacak bir ölçü getireyim!...
Ülkücü; kendi kendine "Bu güne kadar Dava'ya kaç kişi kattım?" sorusunu, mutlaka ama mutlaka sormalıdır...Ülkücü, Dava'ya kattığı Dava'ya kazandırdığı adam sayısı kadar Ülkücüdür!...
Yoksa geçmişte çekilenler, yatılanlar, kaçıp kovalamalar,sürgünler, kaybedilen ikballer belki bu günlerin bedeli sayılabilir ama asla Ülkücülüğün tesbit kıstası değildir. Olmamalıdır. Olamaz da !...
Başımıza gelenler, yaşadıklarımız; bu günlerimizin peşin ödenmiş bedelleri olarak Allah(c.c.)'ın bizlere nasibidir...
Bunları neden söyledim, neden yazdım?!...
Kongre sürecine girdik ya...Şimdi,-ne hikmetse- hep kendi ağızlarından anlatılan geçmiş hikayeleri dinlemeye başlayacağız!...-Her halde yaşım gereği olsa gerek- yıllardır aynı hikayeleri, farklı ağızlardan dinlemekten bana gına geldi!...
Yaşadıklarına, çektiklerine şahit olduğumuz Ülküdaşlarımızın; "dünlerine şahit, bu günlerine kefalet" anlayışımızdan asla vaz geçemeyiz....Ama; duygu sömürücülerine de kulaklarımızı kapatmak zorundayız...
Provokatörlere karşı, uyanık olmak zorundayız...
Herkes; Dava'sına kazandırdığı adam sayısı kadar Ülkücü olduğunu kabullenerek, ülkücülüğünü artırmak üzere yeni insanlar kazanmak için mücadeleye devam etmek zorundadır...Herkesin; kapısının önünü süpürme zamanıdır!...
Kendi kapısı pislik içindeyken, hiç kimsenin başkasının kapısını gözetlemek ve tenkit etmek hakkı yoktur!...Olmamalıdır!...
Kapısının önünde temizlik işlemini tamamlayan,önce kendisiyle sonra da en yakınındaki ülküdaşıyla barışmayı başarmış Ülkücülerin, bir araya gelme günlerinin adı "Kongre"dir, "Olağan Kongre"dir...
Bu konuya devam edeceğim..
Hadi Ülküdaşlarım!...
Hadi Ülkü Devleri, görev başına!...
Dava'ya adam kazanma ve kazandırma seferimiz hala devam ediyor...
Hadi Dava Adamları, sefere!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazar, Kasım 27, 2005

OKUR MUYUZ LÜTFEN ?!...

Gruplara düşen bir yazıyı; ibret ve dehşetle okudum...
Oralarda; bizler buralarda rahat edelim diye ateş çemberinde olanlar varken, bizler ne yaparız diye merak ettim!...
Taşların bağlanıp, köpeklerin başı boş bırakılmalarının; nelere mal olduğunu, görebilir miyiz diye merak ettim?!...
PKK'nın, Ülkemizin bir bölümünde baş kaldırarak tıpkı Osmanlı'nın son dönemlerindeki gibi Devlet'ten "kelle aldığını" , Valimizi görevden aldırdığını, fark eder miyiz diye merak ettim?!...
Benim canım yandı!...
Kanım dondu!...
Tansiyonum yükseldi!...
Hala Kürt ile Kürtçüyü ayırt etmeyelim mi?...
Hala Ermeni asıllı apo alçağının Kürtler üzerinden oynanmak istenen oyundaki rolünü, anlamayalım mı?...
Taşları bağlayıp köpekleri başıboş bırakan siyasilerimiz dururken; biz hala Kürt Kardeşlerimize mi kızmaya devam edelim?!...
Her kes yakın olduğu, kendine yakın bulduğu siyasiden; bu günlere gelişlerin hesabını sormasın mı?!...
Devleti korumakla yükümlü Güvenlik Güçlerimizin, can derdine düşürüldüklerini hala görmezden mi gelelim?!...
Yasalarımızı yasalıktan çıkararak, Avrupa(lı) Birliği'ne gireceğiz teraneleriyle milletimizle dalga geçenleri, anlamamakta ısrar mı edelim?!...
Beğler!...
Tuzumuz kokmak üzere!...
Devletimiz hedef seçildi!...
Sistemimizi çökerterek Devletimizi çökertmek faaliyetleri, hız kazandı!...
Sebep biziz!...
Sebep; bizim aymazlığımız, sebep; bizim vurdum duymazlığımız!...
Aklımızı başımıza toplayabilmemiz için daha nelerin olması lazım!...
Hani; "Bir musibet, bin nasihatten evla..." idi ?!...
Hadi!...
Hep beraber!...
"Ya devlet başa, ya kuzgun leşe..." düsturumuzla, bir daha kıyam edelim!...
Devletimizi yaşatalım ki; Devlat te insanımızı yaşatmaya -yeniden- başlayabilsin!...
Acaba yarın, çok geç olmuş olabilir mi?!...
Acaba yarın; "Zamanında neden müdahil olmadık?.." diye nadim olur muyuz?!...
Vallahi geçen zaman, bizdendir!...
Vallahi işleyen bu korkunç oyunlar dişlileri, bizi yok etmek üzere faaliyettedir!...
İŞTE AKLIMI UÇURAN YAZI.
"Çığlık çığlığa ağlayan çocuklarını alıp banyoya sığındı. Salonda kalan telefonunu almak için gittiğinde içeri yağmur gibi taş yağıyordu. Kapı her tekmede esniyor, arkasına dayalı sandığı zorluyordu. Her an kırılabilir, kalabalık içeri girebilirdi.
Çaresizliğin böylesi
Karakolda bulunan polis memuru, eşinden gelen telefondan sonra çıldıracak gibi olmuştu. Çünkü karakol da saldırı altındaydı. Tek başına dışarı çıkmayı başarsa bile evlerini saran ve bir bölümü silahlı kalabalıkla baş etmesi imkansızdı.Silah sesleri geliyorduPolİsİn eşi dehşet içinde dua ederken uzaktan silah sesleri gelmeye başladı. Gelen emniyetin panzeriydi. Evi saran kalabalığı havaya ateş açarak dağıtmaya çalışıyordu. Ve Hakkari'de 16 Kasım 2005'te, 10 polisin ailesi aynı dehşeti yaşıyordu.
Dikkat! Bardak taşıyor
Şemdinli'den Yüksekova'ya geçiyoruz. Adını terör ve uyuşturucu kaçakçılığı ile duyuran, sokaklarında 06, 34 plakalı lüks ciplerin cirit attığı Yüksekova'dayız. Tabelasına göre 59 bin nüfuslu Yüksekova'da malikaneler, lüks villalar, plazalar dikkatimizi çekiyor. Dikkat çeken bir başka şey ise kentti boydan boya geçen Cengiz Topel Caddesi'ndeki sloganlar.. APO'YA ÖVGÜLERApo'ya övgüler, T.C'ye küfürlerle dolu sloganları içimiz acıyarak okuya okuya caddeyi katettik ve ilçe Emniyet Müdürlüğü'ne geldik. DEHAP ilçe örgütünden önce buraya gelmemiz, hiç hoş karşılanmıyor.. Bunu ilerleyen saatlerde kentin ana caddesinde yürürken, fırlatılan nefret dolu bakışlar ve arkamızdan edilen Kürtçe küfürlerden anlıyoruz.
HEPSİ BİR DEĞİL
Benim amacım, okura şu sorunun cevabını iletmek 'Buralarda polis olmak nasıl bir iştir'.. Elbette Yüksekova'da yaşayan devletine, bayrağına saygılı pek çok insan var. Ancak 40 bin kişinin ellerinde PKK bezleri ve Apo posterleri ile yürüyüş yaptığı, devrilen panzerin altında kalan polisi bile molotof atarak yakmak isteyenleri barındıran bu kentte, polis olmak nasıl bir duygudur. Bunu duymak ve duyurmak istiyorum.
PANZERi DELEN TÜFEK
Emniyet Müdürlüğü'nün bahçesine çekilen panzeri inceliyoruz. 10 Kasım'daki büyük isyan provasında atılan kurşunların izleri açık seçik görülüyor. Hatta camı bile delinmiş. Yanımdaki polise 'Bu camlar kurşun geçirmez değil mi?' diye soruyorum. Cevabı şaşırtıcı. 'Çok özel bir tüfekle atılmış.. Kalaşnikof, hatta Bixi (Uzun namlulu suikast silahı) bile delemez. Muhtemelen Kannas olmalı' diyor. Hakkari Valisi Erdoğan Gürbüz'ün 'Göstericiler silahlı' açıklaması doğru galiba. Durum tahmin edemeyeceğimiz kadar vahim.
SİLAH KULLANIRSAN...
Genç bir amir geliyor yanıma. Çok dolu.. Basında çıkan haberlerin PKK güdümlü kalkışmayı 'Demokratik hak' olarak gösterilmesine isyan ediyor. Şunları yazmamı istiyor. 'Başımızın üzerinden kurşunlar vızıldayarak geçiyor. Arkadaşlarımız yaralandı. Çok açık şekilde nefsi müdafaa durumunda kaldık. Devlet, kendisini korumak için bizi çalıştırıyor ama, bırakın devleti, kendi canımızı bile korumak için bile silah kullansak hayatımız kararıyor.
BARDAK TAŞTI ARTIK
Üzerimize taş ve kurşun yağdıran isyancıların hepsi serbest bırakıldı. Savcı, tek tek polisin silah kayıtlarını inceliyor. Sanki isyan eden bizmişiz gibi, polis kurban edilmek isteniyor. Şunu açıkça söylüyoruz. Bu olaylar yüzünden bir tek arkadaşımız yakılırsa, akla hayale gelmeyecek tepki gelecektir polisten.. Bardak taştı artık.' Amiri doğrulayan bir başka başkomiser daha can alıcı gelişmeden söz ediyor. 'Evlerimiz basılacak diye korkuyoruz' diyor.. Soruyorum.. 'Siz lojmanda kalmıyor musunuz?'.. Lojmanların yetmediğini pek çok polisin kiralık evlerde oturduğunu söylüyor ve ekliyor:'Lojman dışında yaşayan polislerin ailesi açık tehdit altında. Tamamen tecrit edilmiş durumda yaşıyorlar. İşgalci düşman güçleri olarak gördükleri polisin ailesine de düşmanlar..
'DUR! ABARTMA'
Bir dakika.. Orada dur' diyerek sözünü kesiyorum.. 'Galiba son olaylar asabınızı fazla bozdu.. Burası Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ilçesi. Elbette her yerde kötü insan da olur ama, hepsini aynı kefeye koyarak haksızlık ediyorsun.' Tepkisi sert oluyor.. 'Hepiniz aynısınız. Yaşamadığınız, görmediğiniz şeyleri tahminlerle, basma kalıp, şablon fikirlerle yazıp çiziyorsunuz.. Buradaki son olaylarda 30 polisin ailesi neden evlerinden alınıp lojmanlara taşındı sanıyorsun. Bir uzman çavuş nasıl rehin alındı, nasıl ölümden kurtarıldı bilmiyorsun?. Haydi biz abartıyoruz. Neden Hakkari'de evleri basılan polis aileleriyle gidip röportaj yapmıyorsun?..
' BU SÖZLER İRKİLTİCİ
Bu son söyledikleri ile irkiliyorum.. 'Sen ciddi misin?' diye soruyorum.. 'Yok dalga geçiyorum' diyerek sinirli bir şekilde uzaklaşıyor.. Diğer polise dönüyorum.. Bir şey sormama fırsat vermeden en kutsal şeylerin üzerine yemin ederek 'Eğer ailemi kaçırıp dağa kaldırırlarsa, eğer çocuğumun kılına zarar gelirse a.... k.... buranın. K...... y......' diyor.
İşte burasını yazamıyorum.
Çünkü yazarsam başım savcılarla fena halde derde girebilir.. Hepsine tekrar geçmiş olsun diyerek rotayı hemen Hakkari'ye çeviriyorum.. Yol boyunca 'Abartmıştır, söylentidir.. Bu durumlarda fısıltı gazetesi çok şey üretir onlardan biridir' diye kendi kendimi kandırmaya çalışıyorum..Evimiz taşlanıyor kapı zorlanıyorduKent karışıktı. Kocası görevdeydi. 2 çocuğu ile yalnızdı polisin eşi. Yüzleri poşu ile sarılı kalabalık kapıyı kırmak üzereydiHakkari'deyim. Teferruatla zaman geçirmeyip hemen duyduklarımı sizinle paylaşmak istiyorum. 2 saat dil dökerek konuşmaya ikna ettiğim bir polisin eşi ve 11 yaşındaki oğlunun anlattıkları ile siz de dehşete düşecek, irkileceksiniz..
Temennim, irkilmesi gerekenlerin de artık uykudan uyanması..
Tarih 16 Kasım 2005 .. Bölücü örgüt, Şemdinli olaylarını bahane ederek Hakkari'de esnafa kepenk kapattırıyor. Yapılan basın açıklamasını bir DEHAP klasiği takip ediyor. Kalabalık gruplar polise, kamu binalarına ve (Bu ilk defa oluyor) polis ailelerinin yaşadığı evlere saldırmaya başlıyor.. Saldırıya uğrayan 10 polis eşinden biri 3 çocuk annesi genç kadın yaşadığı dehşeti işte böyle anlatıyor:
ÇOCUKLARIN ÇIĞLIĞI'
Şehirde eylem vardı. Kocam görevdeydi.. Evde biri 8 ve diğeri 3 yaşındaki 2 çocuğumla yalnızım.. 11 yaşındaki oğlum da okulda.. Saat 11 gibi evimizin etrafında yüzleri siyah poşularla sarılı insanlar toplanmaya başladı. Sloganlar atmaya başladılar. Sayıları gittikçe artıyordu. Biraz uzakta elinde keleş (Kaleşnikof) olan iki adam evimizi gösteriyordu. 'Kürdistan bizim, ülkemizden defolup gidin' sesleri gittikçe yükseliyordu. Birden camlar aşağı inmeye başladı. Yağmur gibi taş yağıyordu. Çocuklar çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Banyoya kapandık. Kocamı aradım 'Kurtar bizi öldürecekler' diye yardım istedim. Çok kalabalıklar yalnız gelme sakın' dedim. Bu arada adamlar apartmana da girmiş, kapıyı tekmeliyorlar, taşlıyorlardı. Çok korkmaya başladım.. Her yerden silah sesleri gelmeye başladı. Ne kadar zaman geçti bilemiyorum. Bir panzer geldi beni ve çocuklarımı alıp polis lojmanlarına götürdü. Sığındığımız lojmanda bizim gibi saldırıya uğramış bir aile daha vardı. Büyükler çocuklar herkes ağlıyordu. Burası da saldırıya uğramış ama ana kapıdan içeri girememişler. Camlar hep kırık. Silah sesleri kesilmiyor..
BAKAN RAHAT UYUYOR MU ?
3 gün misafir kaldıktan sonra evimize döndük. Aynı korku ile yaşamaya devam ediyoruz. İçişleri Bakanı'na bir sorum var. O koltukta rahat oturabilir musun?.. Geceleri rahat uyuyabiliyor musun?.. Polisi bu kadar sahipsiz nasıl bırakabilirsin? Ya o gün telefon çekmeseydi. Ya kocama ulaşamasaydım. Ya beni alıp dağa kaldırsalardı. Ya çocuklarımı öldürselerdi.. Ondan sonra polisi nasıl zaptedecektiniz. Evladı öldürülen, namusuna leke sürülen hangi erkeğin gözü bir şey görür.. Bunların mı olmasını istiyorsunuz?..
BU BAYRAK KAVGASI
Bu kadarla da bitmiyor. Şimdi ev sahibi 'Siz mimlendiniz. Evim bombalanabilir. Çıkın' diye tutturdu. Adam bizim canımızı değil, kendi malını düşünüyor. Hakkari'de zaten ev yok. Kasım'ın ortasında nereden ev bulup çıkacağız. Kocamla oturup konuştuk. Benim çocukları alıp Ankara'ya babasının yanına gitme fikrini tartıştık. Hiç olmazsa bir süreliğine.. Ama bu alçaklara arkamızdan 'İşte kaçırttık' dedirtmeyeceğiz. Gitmeyeceğiz. Bu artık bir bayrak-toprak kavgasına dönüştü. Sonuna kadar kocamın yanındayım
'Polis çocuğunu asker kurtardı
11 yaşındaki polis çocuğunun olay günü yaşadıkları ise bir ömür boyu izleri silinemeyecek kadar korkunç.
Bakın küçük M.'nin başına neler gelmiş:
Okuldan çıktım eve geliyordum. 8-10 kişilik bir grup kürtçe ana avrat küfretti. Sonra '....... polis çocuğu. s...... gidin bizim memleketimizden' diye üzerime yürüdü. Kaçmaya başladım. Hem taş atıyor hem kovalıyorlardı. Askerlik Şubesi'nin önüne geldiğimde 'imdat beni öldürecekler' diye bağırıp yardım istedim. Kapıdaki nöbetçi asker havaya ateş açtı. Beni alıp içeri götürdü. Ben artık burada okula gitmem. Zaten okulda beni hiç rahat bırakmıyorlar. Sınıfa Kürdistan haritası asıyorlar. Durmadan 'Burası bizim ülkemiz.. Defolup gidin. Yoksa biz göndereceğiz' diye hakaret ediyorlar."

ZOR İŞ...

Kendini aşmak...
İnsanın kendisini tanıması...
Söylerken çok kolay ama; her kesin kendisiyle yapacağı sohbette, münakaşada, çekişmede pek te kolay olmadığının anlaşılacağı zor bir iş!...
İkili, üçlü, beşli sohbetler de konuşmak elbette kolay değil ama pek zor da değil!...
Herkesin bu sohbetlerde herkese söyleyeceği sözleri vardır...
Asıl söylemek istediğim; herkesin kendisiyle başbaşa kaldığında kendine itiraf edeceği bir gerçektir.
Herkes, herkese her şeyi söylemeye niyetlenirken aklından geçirdiği isimleri, örnek aldığı kişileri, örnek verdiği kişileri söylemekte zorlanır!...
İyiyi, güzeli, doğruyu yapmayı her kes ister!...
Ama herkesin içinde kendine göre bir iyi, kendine göre bir doğru, kendine göre bir güzel saklı!...
Yani hepimizin, insanların tamamına yakınının şuur altlarımızda; kirlenmiş, iğfal edilmiş,kirletilmiş güzel tarifli,iyi tarifli, doğru tarifli şeyler saklı!...
Kirleten de, iğfal eden de ve -kendimizden bile- saklayan da biz!...
Böyle olunca da kendimiz kimseyle anlaşamadığımızı saklar, birilerinin bizimle anlaşmak istemediğini söyleriz!...
Aslında anlaşmayan da, anlaşamayan da kendimiziz!...
Eskitmeyi çok sever olduk nedense!...
Eskilere itibar etmemeyi, -açıkça söylemesek te- çok tercih eder olduk!...
Bu yüzden de; insafsızca eskittiğimizi sanarken, hep beraber eskidiğimizin farkına varamaz olduk!...
Hani; "Her şeyin yenisi, dostun eskisi makbuldür.." diye bir sözümüz vardı!...
Duygularımızın eskiyerek, kişiliklerimizin kendi şuur altımızın çöplüklerinde kaybolmasına nasıl izin veririz?...
Kaybeden biziz, farkında değimiyiz?!...
Eskittiğimizi zannederken -yeniyken- eskiyen biziz, farkında değil miyiz?!...
Artık bu gereksiz ve çok zararlı davranışlara, bir son vermek zamanı geldi diye düşünüyorum...
Devlet düşmanlarının, millet düşmanlarının, mukaddeslerimizin -gizli-açık- düşmanlarının güç birliği yaparak saldırıya geçtiği günümüzde; hiç bir kıymetimizi, hiç bir dostumuzu, hiç bir ülküdaşımızı "eski" sıfatıyla eskitme lüksümüz olmamalı!...
Birilerinin yani hasımlarımızın düşünürken bile korktuğu gerçekleri, kendi kendimize reva görmekten vaz geçmeliyiz!...
Kendi elimizle kendi gözümüzü çıkarmaktan vaz geçmeliyiz!...
Kafamızı, kendi taş duvarlarımıza vurmaktan vaz geçmeliyiz!...
Perakendelikten, bencillikten, 'Ben yoksam kıyamet' çilikten, sür'atle vaz geçmeliyiz!...
Bizim Teşkilatçılığımıza ne oldu?...
Bizim teşkilatlarımıza bağlılığımıza, Teşkilat Yöneticilerimize biat etme duygularımıza; bizim inancımıza ne oldu?...
Türkiye genelinde hepimiz, hepimizin sayısını bilirdik!...
Türkiye genelinde hepimiz, hepimizin derdini bilirdik!...
Türkiye genelinde hepimiz; "Birimiz hepimiz,hepimiz birimiz için..." düsturuyla yaşardık!...
Bu yüzden güçlüydük!...
Bu yüzden yenilmezdik!...
Bu yüzden ölür çoğalır, çoğalır ölürdük!...
Sakın kimse; "Bize ne oldu?" gibi, yine şuur altına saklanarak gereksiz bir soru sormasın!...
Her kes, sadece ama sadece kendine ve yüksek sesle; "Bana ne oldu?" sorusunu sorsun...
Her kes, kendine ne olduğunu, bildiği anda; merak ettiklerine ne olduğunu da -kesinlikle- anlamış ve bilmiş olacaktır!...
Soru da kendimizde, cevap ta!...
Çünkü; teknolojinin çıldırdığı, medenilik adıyla zalimlerin kudurduğu, şer güçlerinin ittifak halinde olduğu günümüzde, Ülkücü Hareket'ten başka özveriye dayalı bir hareket yok; Milliyetçi Hareket'ten başka bu özverili insanlardan oluşmuş ikinci bir kuruluş yok!...
Hadi hep beraber, kendimizle yaptığımız kavgadan galip çıkalım!...
Hep beraber ve bir ağızdan; " Benden başka hatalı yok!...Ülküdaşlarımdan en hatalı gördüğüme kurban olayım!.." diye haykıralım...
Dünyaya bir daha gelmeyeceğiz!...
Allah(c.c.)'ın tanımayı ve tanışmayı nasip ettiği Ülküdaşlarımızla beraber ne yaparsak şimdi, hayattayken yapacağız!...
Başarmak zorundayız!...
Başarmak için, barışmak zorundayız!...
Barışmak için sür'atle bir arada durmak zorundayız!...
Adresi birleştirmek, güçlerimizi birleştirmek, söylemlerimizi karıştırarak birleştirmek, akıllarımızı birleştirmek zorundayız!...
Buna mecburuz!...
Bu milletin Ülkücülerden başka, bir şey talep etmeden "Karşılıksız Seven"leri yok!...
Atalarımız, "Devlet Olmayı" başarmışlar...
Biz de "Devlet kalmayı" başarmak zorundayız!...
Millet bizim; biz milletiniz...
Devlet bizim, biz devletiniz...
Bu içiçelikten sıyrılamayız!...
Bu esvabımızı, ters yüz etmelerine izin veremeyiz!...
Bizden korkmak üzere yaratılmışlardan; hainlerden, bölücülerden, uzaktan kumandalılardan, siyasi topaçlardan, rüzgar güllerinden, çekiniyormuşuz gibi duramayız!...
Bu, eşyanın tabiatına ters!...
Gün batmadan yeni gündeki seferimiz hazırlanmak zorundayız...
Çünkü biz; Dava Adamlarıyız...
Çünkü biz; Mukaddes Seferin süvarileriyiz...
Çünkü biz; koca bir imparatorluğu batıran ittihat ve terakkiciler olamayız!...
Biz, bizden başka davranamayız!...
Biz gibi durmak, biz gibi tavır sergilemek, millete biz gibi sahip çıkmak zorundayız...
Bizden başka biz yok!...
Bizden başka Ülkücü yok!...
Hadi hep beraber;
"Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına..." diye haykıralım...
Hem; şühedamızın ruhunu şad edelim, hem de milletimizin gönlündeki sevgi saraylarımızda yerlerimizi yeniden alalım...
Zor iş değil, değil mi?
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com
tokkali@gmail.com

Cumartesi, Kasım 26, 2005

NE MOZAİĞİ ULAN !...

Bütün Türk Milleti'nin olduğu kadar benim de canımı çok sıkan, mozaik muhabbetine ben de katılmak istiyorum...
Kendilerine olmadık maskeler takarak, bir mozaik ve mozaikçiliktir tutturmuş olanlara, ben de seslenmek istiyorum...
Önce mozaiğin ne olduğuna bakalım.
Mozaikin; Türk Dil Kurumunca yayınlanan sözlükten karşılığını, aynen alıyorum:
"mozaik,-ği is. Fr. mosaique;
1. Türlü renklerde, küçük küp biçiminde mermer, taş veya pişmiş toprak parçalarının yanyana getirilmesiyle yapılan resim ve bezeme işi.
2. Bu iş için kullanılan mermer parçaları.
3. ince kum, çimento ve küçük mermer parçalarından oluşan karışımla döşeme sıvası."
Sözlük anlamını bildikten sonra; hala çimento veya bir başka yapıştırıcı desteğiyle birbirine tutturlmuş yapay bir maddeden Türkiye tarifi çıkaranlara; "Ne mozaiği ulaaaaan!..." diye ben de haykırırım...
Türkiye'yi "Çiçek bahçesi" ne benzeten tanıma da çok fazla katılmam...
Her hazan solan ve ilkbaharlarda yeniden ekilmezse zor oluşan, bahçe tarifi de Türkiye tarifi olmamalı...
Türkiye ve Türk Milleti; ancak rekli bir mermer olarak tarif edilmelidir diye düşünürüm...
Hatta bu tarife şapka çıkarırım...
Çocukluktan beri beraber büyüdüğüm, beraber yaşlanma yolculuğuna devam ettiğim ve hayatımız boyunca siyaseten bizden bir santimetre ayrılmamış olan Yılmaz Bekiroğlu Kardeşim'in kulaklarını, bir daha sitayişle çınlatırım...
Bu "Renkli mermer" tarifini, ilk kez ondan duydum...
Ve duyduğumda aklım uçtu...
Bir tarif; bu kadar net ve bu kadar sağlam yapılabilirdi..
Ve bu tarifin sahibi Dostum, Arkadaşım, Ülküdaşım Yılmaz bekiroğlu; Kürt asıllı bir Türk oğlu Türktür...
Aile olarak kendilerini Türk hisseden ve ailece Türk gibi yaşayanlardandır...
Kıbrıs Çıkartmasının ilk şehitlerinden birisi de Yılmaz Bekiroğlu'nun asteğmen Abisidir...
Mozaik kelimesine ve mozaik tarifine Türkiye'de en fazla bozulan ve kızanların başında da Kürt asıllı Türk oğlu Türk Yılmaz gelir!...
Bu memleketin, bu Devletin alt kimlik-üst kimlik gibi uyduruk; "Kürt Sorunu" gibi iftira boyutlu mes'elesi yoktur!...
Asla olmamıştır, asla olmayacaktır!...
Bu memleketin PKK ve şövenist kürtçü meselesi vardır!...
Bu meseleyi doğru teşhis edip, tedaviye de doğru olarak başlamak gerekir...
Türkiye'de birilerinin -ki o birileri de, devlete ihanet ederler- gönlü hoş olsun diye; Türkiye'de bu coğrafyada gözleri yüzyıllardır olan Avrupa(lı) Birliği istiyor diye; alt kimlik-üst kimlik gibi yeni seneryolar yaratmanın, birliğimize zararı olur!...
Son günlere damgasını vuran, İbrahim Tatlıses'in; "Ben Türk oğlu Türk'üm." narası, kimselere bir şey söylemiyor mu?...
Bir insanın ne olduğunu, kendisini ne hissettiğini elbette en iyi kendisi bilir...
"Ben Türk oğlu Türk'üm." diye nara atan bir vatandaşımıza; alt-üst kimlik gibi yakıştırma sıfatlar takamazsınız!...
Vaz geçin bu yanlıştan!...
Bu memleketin başına bela olan kürtçülerle,PKK'lılarla; Kürt asıllı Türk oğlu Türkleri bir tarif ederek, onlara hakaret etmeyin!...
Bu Devlet, Türk Devletidir...
Bu vatan, Türk vatanıdır...
Dalgalanan bayrak,Türk bayrağıdır...
Ve bu Devleti kurarak vatandaşlık bağlarıyla bağlı olan her kes te Türk'tür!...
Bu işin lamı-cimi yoktur!...
Başka söylemlerle milletin aklını çelmeye çalışanların, samimiyetlerinin yargılandığının bilinmesinde fayda vardır...
Devletin bekası için; vatanın bölünmezliğini devam ettirmek için tek bedel olan canımızı vermeye devam edeceğiz...
Bu vatanı böldürtmeyeceğiz!...
Semalardan Albayrağımızı indirtmeyeceğiz!...
"Amentümüz bir" (!) uydurması ve teslimiyetçiliğine rağmen Ezan-ı Muhammedi'yi susturtmayacağız!...
Avrupa(lı) Birliği istiyor diye ne mozaik, ne aşure, ne de bilmem ne tarifi almayacağız!...
Tarihe ve akıp giden zamana kafa tutarcasına binlerce yıldır, binbir badireye dayanmış "Renkli Mermer" görüntümüzle, tarihe akranlığa devam edeceğiz...
Mermerin renklerini ayrıştırmak ne kadar mümkünse; Türk-Kürt kardeşliğini bozmak ta o kadar mümkündür...
Biz; Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk Milleti olarak; mermer gibi, kaya gibi zamana kafa tutarak var olmaya devam edeceğiz...
"NE MOZAİĞİ ULAN !..."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 25, 2005

AVRUPALI OLACAĞIZ YA !...

AB'nin bizi yani Türkiye'yi almaya niyetinin olmadığını, asla almayacağını bile bile kapılarında beklemeye devam ediyoruz ya!...
Milli Görüş Gömleğini soyunarak değişen ve gelişenler; daha bir kaç yıl önce "Avrupa garsonları" adını koayarak hakir gördükleri siyasileri solladılar!...
Şimdi Avrupalı Birliği'nin toplantı salonlarında teşrifatçılık seviyesine yükselerek geliştiler!...
Dinler arası Diyalogcularla omuz omuza vererek; Avrupa ülkelerinden örnek olaraka hazırlanan yasalarımızı "din ve töre dışı" olarak yorumlayanlar, dün söylediklerini inkar ederek "Zaten amentümüz müşterek." gibi çılgınca bir yaklaşımla "Ilımlı İslam" gibi uyduruk bir tarifle, dinimizin de yozlaşmasına seyirci kalarak ta değişti ve geliştiler!...
"Muassır medeniyet seviyesini yakalamak ve geçmek" idealini, Avrupayı taklit etmek şeklinde anlayanlar; bu yozlaşmalara yıllardır başlamışlardı!...
Hoparlörle okunan ezandan rahatsız olan en-tellek-tüellerimiz çıkmıştı!...
Sahurda ramazan davulcularından şikayetlenmeler devam etti bu en-tellek-tüelliği!...
Çan sesinden asla şikayetleneni duyamadık nedense!...
Bu kendimize has davranışlarımızdan ve töreleşmeye yüz tutan alışkanlıklarımızdan şikayetlenmelerin, ardı arkası kesilmiyor!...
Uzanlar'dan cebren alındıktan sonra AKP Hükümetinin yayın organı gibi program yapan TV'de haberleri izlemek gafletine düştüm!...
Daha dün İstanbul sokaklarını viraneye ve çöplüğe çeviren, panzer ve polis araçlarımızı molotof kokteyli ile yakmaya çalışan; kapalı olmasına rağmen önünden geçtikleri dükkan ve iş yerlerini kırıp dökerek yağmalayan bölücüleri, sessizce izleyen bu TV'nin haberci(!)leri, çok önemli bir haber yapmışlardı!...
İstanbul'da arkadaşlarını askere uğurlarken mahalleli arkadaşlarının yaptığı, eğlenceden İstanbullular rahatsız olmuşlar!...
"En büyük asker, bizim asker." diye naralar atarak arkadaşlarını havaya atıp tutan; arkadaşları asker oluyor diye onu askerliğe motive eden delikanlılar, İstanbulluları rahatsız etmişmiş!...
Bu habercilere göre; aynı İstanbullular, PKK'nın yaptığı taşkınlıklardan rahatsız olmamışlardı herhalde!...
"En büyük asker, bizim asker" nidalarıyla arkadaşlarını askere uğurlayan bu tezahüratlı gençlerden, hiç bir ana-baba rahatsız olmaz!...
Çünkü her ana-baba; günü geldiğinde kendi oğlunun da aynı tezahüratlarla askere gönderilmesini, hayal eder!...
Bu tezahüratlardan -varsa- rahatsız olanlar; çocukları PKK'lı olanlardır!...
Bu rahatsız olanlar bilmektedirler ki; tezahüratlarla gönderilen "Büyük Asker" en fazla iki ay sonra bölücüleri itlaf etmek üzere peşlerine düşecektir!...
Aman haaaa Ana-Babalar!...
Bu art niyetli kişilere, bu karnından konuşan korkaklara itibar etmeyesiniz!...
Elbette "En büyük asker bizim asker..."
Elbette En Büyük Ordu; "En büyük asker, bizim asker." lerden oluşan Bizim Ordu!...
Dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir milletinde oğullarını, böyesi coşkularla askere göndermek yoktur!...
Bu çoşku; sadece Türk Milleti'ne has bir coşkudur...
Çünkü Asker Ocağı'na "Peygamber Ocağı" adını koyan başka bir millet te yoktur!...
Bu coşkuyla uğurlandığı ve bu coşkuyla asker olduğu için; arife günü anne-babasıyla telefonla görüşerek Şehit olan Mehmetçiğimiz; arkadaşlarının şehadetini izlemesine rağmen geri kaçmayarak,bilerek şehadet şerbetini içmişti...
Bu imandan elbette art niyetliler korkacaklar!...
Bu tezahüratlardan;elbette ihanetlerini gizli yapanlar, korkacaklar!...
Mademki korkuyorlar, doğru yapıyoruz!...
Madem ki ürküyorlar, doğru yapıyoruz!...
Madem ki rahatsız oluyorlar -Vallahi- doğru yapıyoruz!...
Korkanların inadına!...
Ürkenlerin inadına!...
Rahatsız olanların inadınaaaaa!..
"EN BÜYÜK ASKER, BİZİM ASKER..."
Hep söyledik, hep söylemeğe devam edeceğiz;
"Biz Türküz." Devletin asli unsuruyuz...
Kendilerini azınlık sayan ve görenler, -mevki ve makamları ne olursa olsun- bizim tebaamızdır...
Biz, Devletimizin bekası için; "Ölürüz çoğalırız, çoğalırız ölürüz."
Ölenlerimiz şehittir, savaştan dönenlerimiz gazi...
Şehit ve gazilerimizin yakınları da böyle bir şerefe kavuştukları için şükrederler!...
Alt kimlikliler, alt kimlikleriyle; üst kimlikliler, üst kimlikleriyle kalırlar!...
Biz ise Türklüğümüzle onurlanmaya, "Bizim Asker" lerimizin büyüklükleriyle iftihar etmeye devam ederiz!...
Alt kimlikli, üst kimlikli en-tellek-tüellerimiz; Ezan sesinden, ramazan davulcusunun davul sesinden ve askere uğurlam törenlerimizden rahatsız olmaya devam etsinler!...
Avrupalı olacağız ya!...
Biz Türk Milleti olarak; bu rahatsız olanlara, bizden rahatsız olmamalarını, rahatsızlıklarının onları daha fazla rahatsız etmesi gerektiğini, -mutlaka ama mutlaka- ÖĞRETECEĞİZ!...
Bu karnından konuşan korkaklara Türkle yaşamayı da -kurallarıyla- öğreteceğiz...
Sadece gençlerimizden ricamız,trafik kurallarını ihlal ederek çok kıymetli canlarını tehlikeye atmamaları olacaktır...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Perşembe, Kasım 24, 2005

PARYALAŞTIK MI ?...


Gündem takip etmek, nerdeyse imkansızlaştı!...
Öz yurdumuzda paryalaştık nerdeyse!...
Ülkemin sandıktan seçilerek çıkmış Başbakanı; alt kimlik-üst kimlik teraneleriyle nerdeyse bu memleketin ve devletin asli unsurları olan Türkleri, azınlıklarla bir sayacak!...
Benim, hiç bir kuvvet, hiç bir cebri baskı ve de hiç bir ceza müeyyidesi "Türk'üm." dememi engelleyemez!...
Başbakan da olsa hiç kimse benim Türk Kimliğimi, alt kimlik olaraka yorumlayamaz!...
Böyle bir yorumlamayı; Türk Milleti'ne hakaret sayar ve suç duyurusunda bulunurum!...
Hatta suç duyurusunda bulunuyorum:
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı; bölücü hainlerin kurtarılmış bölge saydıkları, Türkiye Cumhuriyeti ve yasalarını tanımadıkları, HADEP'li-DEHAP'lı belediye başkanlarının direktifleriyle hareket edilen yerlerde, kaş yapayım derken göz çıkarmıştır!...
Devletime kafa tutanları sakinleştirebilmek için, Devletin asli unsuru olan Türk Milleti'ni azınlıklarla bir tuttuğunu belli edip, yöre halkının gönlünü alayım derken -en az- elli milyon Türk'ün gururunu rencide etmiştir!...
Bir Türk olarak; devletimin bekası uğrunda tek bedel olan canımı ve canlarımı esirgemeyen bir milliyetçi olarak, Ülkemde azınlıklarla aynı statüde telaffuz edilmeyi hakaret sayarım...
Eğer sayın Başbakan Türk değilse -ki olabilir- bu onun meslesidir.
Bir azınlık mensubu olarak Başbakanlığa kadar yükseldiğini beyan ederek bölücüleri daha etkili utandırabilir...
Yok öyle değil Türk'se; "Ben Türk'üm." diye göysünü gererek söylemeli ve azınlıklara, bir Türk Başbakan'a yaraşır vakarla kucak açmalıdır!...
Kantarın topuzunu kaçırmamak için çok zorlanıyorum!...
Ben bir Türk'üm...
Devletin kurucularının torunu da değil oğluyum...
Devletimin bekası için yüzlerce yıldır can bedeli ödeyen ve ödemekten asla imtina etmeyecek bir sülalenin mensubuyum...
Ölürüm şehit olurum, kalırsam gaziyim...
Asla bu yüzden şikayetlenmem ve asla Devletime gönül koymam!...
Devletime yan gözle bakanın da gözlerini oyarım!...
Başbakan da olsa hiç kimseyi de Türk Kimliğim'le oynatmam!...
Bitmedi!...
Emin Çölaşan; İlhan Selçuk'un köşesinden alıntı yapmış...
Ben de Çölaşan'ın köşesinden alıntı yapacağım.
İlgimi çeken bölümü, aynen alacağım; "Emin Şirin bir olay anlatıyordu. Yıl 1999. Nazlı Ilıcak'la evli oldukları zaman, ABD'de yaşayan Fetullah Gülen'i ziyaret ediyorlar. Ötesi şöyle:
'Nazlı Hanım,Fetullah Gülen'e masumane bir soru sordu.
-Hocam ne zaman rahat edeceğiz? Bu askerin sivillere müdahelesi ne zaman bitecek?
Hocaefendi gülümseyerek:
-Vallahi Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı olursa, o zaman rahat edebiliriz.'
Emin Şirin bu konuda daha sonra şöyle diyor:
"Orada Nazlı Hanım var, Fetullah Hoca var, ben varım. Mutlaka inkar edeceklerdir. O zaman bir tek şey rica ederim. Fetullah Efendi Kuran'a el basarak yemin etsin bakayım, böyle bir laf etmiş mi, etmemiş mi?!"
Konuşmanın yapılıp yapılmadığını; Çölaşan, Emin Şirin'e sormuş ve teyit almış!...
Ve benim zaten gergin olan sinirlerim kopma noktasıne geldi ve aklım da karıştı!...
Bir kaç ay sonranın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Paşa, yakın tehlike olarak irticayı görürken ve bunu açıklarken; Fetullah Gülen, askeri baskının Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Başkanlığı'nda azalacağını söylemiş!...
Başbakan'ın akıldanelerinden Korkut Özal, Özkök'ün görev süresinin uzatılmasını tavsiye ediyor!...
Özkök'ün görev süresi uzatılırsa, Büyükanıt Paşa emekli edilerek diskalifiye mi edilecek?...
Bu memlekette neler oluyor?...
Bu memlekette susması gerekenler naralar atarken, konuşması gerekenler neden susuyorlar?...
Devletimiz, işgale mi uğradı?!...
Yoksa ABD, Irak'ı değil de bizi mi işgal etti?!...
Yasalarımızı demokratik bulmayarak değişiklik üzerine değişiklik yaptıranlar; beğenmedikleri yasalarımızın türbana verdiği cezayı, haklı buldular!...
Kemalizm adıyla Muhteşem Türk Atatürk'ümüze dil uzatıyorlar!...Askerimizin yetkilerini, fazla bularaka kısıtlamaya çalışıyorlar!...
Taşlar bağlı, köpekler başıboş sokaklarda!...
Güneydoğu'da hızlarını alamayanlar İstanbul'da Devlete kafa tutmaya başladılar!...
Asayiş, Hakk getire!...
Bülent Arınç; şimdiden seçilmiş saydığı Cumhurbaşkanına "Hayırlı olsun." dileklerinde bulunuyor!...
İyice böbürlenmeye başladılar.
Milli Eğitim Bakanı; kendilerini sıradağlara, Başbakanlarını Everest Tepesi'ne benzetti!...
Benim de aklım gitti!...
Cumhuriyet Savcılarımız neredesiniz?...
Yasaların ulemaya sorulması gerektiği söyleniyor!...
Ulemaya akıl sorulması gerekir diyenler, memleketimizde Türk'ü azınlık tarifine sokmaya çalışıyor?
Türk'e düşen elbette Devletini korumaktır!...
Devletin Yasaları Türk'ü koruyamayacak mı?...
Yoksa Türk; hem Devletini hem de yeniden kendisini korumak üzere harekete mi geçsin!?...
Böyle bir hareketlenmenin nelere mal olacağını, kestiren bir Devlet Adamı çıkmayacak mı?...
Yoksa bu memleket hepten kürtçüleşmiş, hepten fetullahçılaşmış ta sadece ben mi farkında değilim?...
Sadece ben bu durumdaysam, beni neden susturan yok?!...
Sadece ben değilsem; Türk Milleti'nin sabrını kaşıyan bu ağızlara neden bir yasa ve yasa adamı, sus demez?!...
Devleti yönetenler, "gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde..." olsalar dahi; "bu şeraitte dahi" Devletimizi koruma görevimizden vaz geçmeyeceğiz!...
Devletimizi, vatanımızı böldürtmeyeceğiz!...Bütün art niyetlilerin heveslerini kursaklarında bırakacağız!...
Bu böyledir!...
Böyle devam edecektir!...
Ve böyle biline!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 23, 2005

SELAM VE TEŞEKKÜR !...

Selam olsun...
Kimler, ne diyecekler bilemiyorum!...
Pek merak ettiğim de söylenemez ya!...
Ama Sevgili Alişan SATILMIŞ Dostum'un; bu satırları okurken takınacağı ve kendine çok yakışan muhteşem tevazusunu, görür gibiyim...
Teşekkür etmezsem ölürüm!...
Teşekkürüm kabul görmezse, çok üzülürüm!...
Yaklaşık çeyrek asırdır; kalemimle, dilimle, yaşantım ve halimle inandıklarımı yaşamaya ve yaşadıklarımı, inandıklarımı paylaşmaya çalışırım...
Çok usta pazarlamacıların; bize yabancı pazarlarda pazarladıkları "Dolma Kalem"lerin nasıl büyük -ama yabancı- paralar ettiğini de izleyenlerdenim...
Onlarca yıldır bu "Dolma kalem"ler, alınıp satılırken pazarları ve kendileriyle beraber -yeterince duyarlı olamayan- kitleleri de çiziktirip durdular!...
Aziz Nesin'in tarifini ispata çalıştılar sanki yıllarca!...
Kendi kendilerine "Ulusal basın" adını koyan ama asla ulusal olmayan bu gayr-ı milli basına; yerel basın'dan kafa tutarak ve adlarına inatla "Yaygın basın" diyerek, çırpınıp durdum...
Milletimi incitenleri, incitebilmek için elimden geleni yaptım...
"Dolma kalemler" gibi sahteliğin yeni adını, ilm-i siyaset olarak değiştirmeye asla tenezzül etmedim!...
Tavrımı ve tarzımı saklayarak karakterime hiç işkence etmedim!...
Milletimi rahatsız ve rencide eden her uygulamaya hatta yasaya -kendimi ihbar etme pahasına- kafa tuttum!...
Yaygın Basın'ın dolma kalemlerinin taşradaki yedek mürekkepleri saye(!) sinde, epeyce yazım; başı-gözü kırılarak ve tırpanlanarak yaygın basınca iktibas edildi!...
İncindim ama belli etmedim!...
"Istırap çek( tim ) inleme (dim), ses çıkarmadan aşın (madım) "...
Kelimenin tam anlamıyla, yıllarca kendim çaldım, kendim oynadım!...
Taaaaa ki; " Ağzımla isteyip neremle yiyeyim? " Atalar düsturunu, bozuncaya kadar!...
Yaygın basın içinde tek Milli Basın olan Ortadoğu'da Ülküdaşlarım'la buluşabilmek için, Teşkilatlarım'ın yetkilileri'nden destek istedim!...
Ben fakıre destek olmayanlara, destek olamayanlara -bırakın küsmeyi-, gönül bile koymadım.
Eski Ülkü Ocakları genel Başkanım, varlığıyla müftehir olduğum Alişan SATILMIŞ Dostum'un desteği ile -Hamdolsun- iki gündür sizlerleyim...
Teşekkürler ediyorum Başkanım...
Aynı komşu sütunlarda, sizlerle birlikte olmak; aynı safta, aynı cepheye, aynı hasımlara karşı "Meydan" açmak, çok güzel...
Güzelden de öte, HARİKA !...
"Alt kimlik-üst kimlik" gibi çok tehlikeli, bölücü kavramların Yetkili Ağızlar'ca pazarlanmaya çalışıldığı günümüzde; " Bütün Türkler bir ordu, katılmayan kaçaktır." inancıyla, hayatım boyunca hiç çıkmadığım safımda yer almakla, çok gururlu, çok kıvançlıyım...
Saf'taki yerimin belirlenmesinde sebeplik eden Alişan SATILMIŞ ve Ortadoğu Gazetesi Yönetimi'ne teşekkürler ederim...
Ülküdaşlarımla direkt olarak buluştuğum bu günlerin Sahibi'ne de hamd ederim...
Milliyetçi Hareket'in ve Ülkücü hareket'in yıllardır esnemesiz tek adresi ve sesi olan Ortadoğu Gazetesi'nde Ülküdaşlarımla buluşmayı nasip eden Allah(c.c.)'ıma şükürler ve vesile olan Ülküdaşım Alişan SATILMIŞ'a teşekkürler...
Hiç bir yerde, hiç bir yazımı; böylesi iştiyak, böylesi heyecan, böylesi merakla beklemedim!...
Bu teşekkürlerime, Alişan SATILMIŞ Başkanım'ın; Ülkücü vakar ve edebiyle müdahil olacağını biliyorum!...
Gazeteden diğer sorumlu Ülküdaşlarım'dan; -bir kereye mahsus- bu müdaheleyi, görmezden gelmelerini rica ediyorum...
Çünkü Alişan SATILMIŞ Başkanım; Ülküdaşlarıma omuz verebilmem için aranıza katılmama vesile oldu...
Allah(c.c.) O'ndan ve sizlerden razı olsun...
Teşekkürlerime devam etmek istiyorum:
Yıllarca "Meydan"ımın devamına, sesimin duyulmasına ve "Fincancı katırlarını Ürkütmeme" fırsat veren Erzurum "Hakikat Gazetesi"ne; fincancı katırları ürkünce sesimin kesilmesine fırsat vermeyen _yine Erzurum'dan- "Doğudan Doğan Güneş Gazetesi" ne, teşekkürler ederim...
Yıllarca aralıksız olarak benim Ülküdaşlarımla buluşmamı sağlayan Ülkü Ocakları Dergisi'ne ve Ülkü Ocakları Yönetimleri'ne teşekkürler ederim...
*Bütün şer odaklarına rağmen,
*Cumhuriyetimiz'den de önce şuur altımızı işgal için başaltılmış, yüzlerce yıllık gizli haçlı seferlerine rağmen;
*"Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet " içinde olan etkililere, yetkililere rağmen;
*Ülkücü olduğumuz için, yıllarca öldürülmemize rağmen;
Ülkücü kalmak için direnen cüz'i irademi, bana lutfeden Rabb'im'e de şükrederim, teşekkürler ederim...
Yokluklarda, ezalarda, cezalarda, firarlarda, kendimle kavgalarımda beni asla yalnız bırakmayan Ülküdaşlarım'a teşekkürler ederim...
Dün ölüm yıldönümünü idrak ettiğimiz Şühedamız'dan ÖNKUZU'yu bir daha rahmet ve minnetle yad ederken;
Ülküdaşlarına; hayatları pahasına yere düşürmedikleri Üç Hilal'li bayrağı, Bozkurt'lu sancağı devreden Şühedamız'a ve Gazilerimiz'e de teşekkür ederek bu günü, Yusuf İMAMOĞLU rahmetlinin miras bıraktığı dizelerle tamamlamak isterim:
"Haydi yiğit!..Haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına..."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Salı, Kasım 22, 2005

BİZİ KANDIRIYORLAR !...

Bizi kandırıyorlar!...
Ocağın üzerindeki kazanın soğuk su dolu olduğunu ve içinde de bir kurbağa olduğunu hayal edin!...
Kurbağa; yavaş yavaş ısınan suyun, kaynadığını fark edinceye kadar haşlanacaktır!...
Ve haşlandığının, öldüğünün farkında bile olamayacaktır!...
Bizi soğuk ama, ateşin üzerindeki kazanda yüzen kurbağa zannedenlere, ne kadar daha tahammül edeceğimizi merak etmeye başladım!...
Biz, "Ulus Devlet"iz kardeşim...
Devletimizin adı, Türk'tür...
Vatanımızın adı Türkiye'dir...
"Türkiye Cumhuriyetini kuran halklara Türk denir." diye de Anayasal bir millet tarifimiz vardır...
"Türk Milletindenim, Türk'üm." demekle, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım." demek çok farklı şeylerdir...
İbrahim Tatlıses'in; " Türk oğlu Türk'üm." demesiyle; Başbakan'ın " Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım." demesi arasında dağlar kadar fark vardır!...
Vatandaş tarifini zorlanarak kabul edenlerin; şuur altlarında, hakim gördükleri güce karşı bir kompleks barınması doğaldır!...
Milletler arası mücadeleler; tarih boyunca hep görülmüştür...
Bu mücadele, -tarihte- her sistemde de olmuştur, her din hakimiyeti süresince de....
Orta çağ Avrupası; hepsi hristiyan olmasına rağmen dinsel ve yönetimsel hakimiyeti kazanmak için milletler arasındaki, kanlı savaş sahneleriyle hatırlanır!...
Hepsi hristiyan olmasına rağmen, kendi aralarındaki kanlı boğazlaşmaların olduğu dönemde zuhur eden ve çığ gibi sür'atle büyüyen İslamiyet karşısında "Haçlılar" adıyla bir araya gelen Avrupalı ile Müslümanların savaşları da yüzlerce yıl sürmüştür...
Adı dinler arası savaş koyulsa da bu savaşlar da Milletler arası mücadelenin, bir başka safhasıdır!...
Haçlı adıyla saldıran Avrupalı Birliği'ne karşı, -İslam adına- direnen ve onlarla savaşan milletin adı, Türk'tür...
Haçlı'ya göre, Avrupalı Birliği'ne göre; Müslüman eşittir Türk; Türk eşittir Müslüman'dır!...
Bu; dün de böyleydi, bu gün de böyle!...
Anlamayanlar elbette olacaktır, olmuştur!...
Veya anlamak işlerine gelmeyenler; olmuştur, olacaktır!...
Hemen bu Avrupalı Birliği; günümüzden seksen yıl önce de Türk'ün varlığını sonlandırmak için bu coğrafyaya gelmemiş miydi?...
"Geldikleri gibi giderler." inancıyla, geldikleri gibi geri gönderilmemişler miydi?...
Avrupalı Birliği yani Haçlılar; güçlerinin yeteceği yere ve millete hemen saldırırlar!...
Son örneğini; İngiltere, İtalya, Fransa ve bütün Avrupalıların desteklediği ABD'nin Irak'a saldırısında izledik...
Onlar; daha önce ajanları olarak besledikleri Saddam'ı bahane ederek Müslüman'a saldırdılar...
Irak'ı işgal ederek, Türk'e bir adım daha yaklaştılar!...
Çünkü yüzlerce yıl, yaramaz çocuklarını; "Sus! Türkler geliyor!..." diye susturduklarını, hiç unutamadılar!...
Onlar bize saldırmadan, onlar bize direk mermi sıkmadan aklımız başımıza gelmeyecek mi?...
Hakkari ve Şemdinli'de patlayan bombaların tamamı ABD markalı ve Irak çıkışlı, bu bize bir şey söylemiyor mu?...
Cebine İsveç pasaportunu koymuş bir İsveç Vatandaşı'nın, geçtiğimiz günlerde; bizim televizyonlarımızda, bizi Güneydoğu'da işgalci olarak tarifini unuttuk mu?...
Vatandaşın, vatandaş tarifindeki insanın; nere vatandaşı olursa olsun bu tür davranışlar yapması mümkündür!...
Bizim; "Alt kimlik-Üst kimlik" gibi uyduruk tariflere, karnımız toktur!...
Üçyüz yıllık muhacir de olsa, üçyüz yıllık vatandaş ta olsa İngiltere'de İngiliz olmayanın oy kullanma hakkı yoktur!...
Bunları neden görmezden gelirsiniz?...
Üç yüz yıllık vatandaşına oy kullandırmayan İngiliz; -bu kadar şövenist olmasına rağmen- insancıl, hümanist tarifli olacak; ama biz hiç bir yuttaşlık hakkını kısıtlamadığımız asla kendimizden başka düşünmediğimiz, Kürt Kardeşlerimizin adı arkasına saklanarak bölücülük yapan İsveç Vatandaşına karşı sert davranırsak, demokratik olmayacağız!...
Yok böyle bir şeyyyy!...
Yok böyle bir çifte standart!...
Veya Avrupalı Birliği'nin, haçlı'nın ister çifte ister bilmem ne standartı, benim umurumda değil!...
Daha da ileri gideyim:
Başbakan'ın;" Sorunlar demokratik cumhuriyet prensipleri içinde ele alınmalıdır." söylemiyle, bölücü hainlerin başının " Sorunların, demokratik cumhuriyet içerisinde hallolmasını..." söylemi arasındaki benzerlikten hareketle; bu sözlerin sahibi Başbakan'da olsa sadece kendini bağlar ve asla beni ilgilendirmez diye haykırırım!...
Sözleri ve söylemleri, bölücü başının sözleriyle aynı olan bir Başbakan'dan da vatanperverlik, milliyetperverlik beklemem!...
Hala iyimser gözlükle, gözünü gerçeklere kapayarak olaylara yaklaşmak isteyenlere de acırım!...
Koca bir dünya devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı'nın; vatandaşlarından saklayarak, gizlice gittiği kendi vatan sınırları içindeki il ve ilçelerde sandalye üzerinde megafonla konuşmalarını da hazmedemem!...
Ve bütün bunları, AB'ye girme yolunda başarılı adımlar olarak tarif etmelerine de - Kulakları çınlasın- Mücahid Erbakan'ın, Mili Görüşün banisi ve eski başbakanımız Erbakan'ın ağzından; " Hadi oradan!...Hadi oradan!...Sizi haçlıların uşakları, sizi Avrupanın garsonlarıııı...." diye tiii'ye alırım...
Kendilerince bizi kandırıyorlar!...
Ama Vallahi kanan da kendileri, kandırılan da!...
Bizi kandırıyorlar MIŞŞŞ!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazartesi, Kasım 21, 2005

DERS ALMAK GEREK !...

Takıldım Hakkari'ye!...
Takıldım Şemdinli'ye!...
Güneydoğu'ya takıldım; takıldım Doğu Anadolu'ya!...
-Özal'lı dönemlerde üç-beş çapulcu diye tarif edilerek- Devletim'in yıllarını, bütçemin yüzlerce milyon dolarlarını(!), -Türk Liramız yokmuş gibi, şuur altımıza yerleştirilen bir alt bilgiyle sanki ABD'nin bir peykiymişiz gibi, masraflarımızı da dolarla ifade eder olduk-Milletimin yaklaşık kırk bin evladını bedel vermemize sebep olan PKK'nın yaptıklarına, yapabildiklerine, yaptırabildiklerine takıldım kaldım!...
Gururum incindi, unutamıyorum!...
Canım yandı, unutamıyorum!...
Malımız gitti, unutamıyorum!...
Evlatlarımızı şehit verdik , unutamıyorum!...
Sadece unutamazsam da iyi!... Affedemiyorum!...
Bu kadar sessizliği, hazmedemiyorum!...
Hakkari'de Valimiz; "Anlatılır gibi değil!...Buralar Ankara'dan, istanbul'dan göründüğü gibi değil!..." diye feryat ediyor!...
Gebertilen, itlaf edilen PKK'li kadının bonundan haç çıkıyor!...
İtlaf edilen, gebertilen PKK'lı ermeni çıkıyor!...
Müttefikimiz(!) ABD'nin dünya huzursuzluğundan sorumlu Başkanı Bush; Barzani'yi, "Güney Kürdistan Başkanı" diye hitap ederek karşılıyor!...
Irak'a geçen TIR'lardan, kamyonlardan PKK gümrük alıyor ve pasaportlara kaşe vuruyor!...
Bütün bunlar, yeni de değil!...
Yaklaşık onbeş yıldır PKK gümrük alıyor!...
Ve Irak'ın bütünlüğünü biz, Milli Mesele saymıştık!...
Irak parçalanarak, kurulması düşünülen bir Kürt devleti, bizim savaş nedenimizdi!...
N'oldu Allah aşkına?!...
Milli hassasiyetlerimiz mi, yoksa Milli Politikalarımız mı değişti?...
Yoksa biz Türk Milleti olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak; Başbakanımız ve arkadaşlarını yaptığı gibi takıyyeyi, ilm-i siyaset olarak mı belledik?!...
"Alt kimlik", " Üst Kimlik" teraneleriyle, bize unutturulmak istenenin Milli duruşumuz olduğunu anlamayacağımız mı düşünüldü?...
Bize böyle saf muamelesi yapanlara; İbrahim Tatlıses'in " Babam Türk, anam Kürt. Anadilim Kürtçe ama ben Türk oğlu Türk'üm." şeklindeki ve Irak'ın kuzeyinden verdiği cevap, bir Türk Tokatı değil midir?...
Tatlıses!...
Türk oğlu Türk!...
Sağol!...
Var ol!...
Bu Milletten kazandığın servet te, hiç bir maddi değerle ölçülemeyecek olan sevgi de sana helal olsun...
Senin bu haykırdığını; bu Ülkede Meclis Başkanlığı yapanlardan, bu Ülkede siyasetin zirvesine çıkmışlardan, Bakanlık yapanlardan, trilyoner iş adamlarından beklerdik!...
Ve de çok bekledik!...
Siyaset alanında Sayın Kamran İnan Beyfendi'den, sanat ve iş dünyasından da İbrahim Tatlıses'ten başkası; kazandıklarını, geldikleri konum ve mevkiyi kendilerine sağlayan bu Devlete ve Millete sadık olduklarını haykıramadılar!...
Sustuysalar da ayıp ettiler!...
Korktuysalar da ayıp ettiler!...
Bu susanlara, bu korkanlara karşı hala saygılı davranmaya devam eden Türk Milleti de ayıp etti diyesim geliyor ama kıyamıyorum!...
Bu memlekette " Kürt meselesi vardır." diyenlere, bir daha haykırmam için İbrahim Tatlıses, bana vesile oldu!...
Bu memlekette Kürt Meselesi yoktur!...
Bu Milletin, Bu Devletin PKK meselesi vardır!...
Bölücü, hainlerle meselesi vardır!...
Hakkari Valimiz'in dediği gibi; " Onlar başlatıp, onlar durduruyorlar." tarifinde olan olayları ve yönlendiricilerini, doğru tesbit edin Allah aşkına!...
Devlete ihanet edenlere, hain muamelesi yapın Allah aşkına!...
Patlayan ve patlatılan bütün bombaların ABD markalı ve Irak menşe'li olduklarını görüyorsunuz biliyoruz!...
Gördüğünüzü, bildiğinizi Millete söyleyin Allah aşkına!...
Söyleyin ki; dostlarımız da, düşmanlarımız da bizin Devlet olduğumuzu fark etsinler!...
Devlet olabilmenin, Devlet olarak kalabilmenin bedeli tektir!...
Bu bedel; kandır, candır!...
Türk Milleti olarak binlerce yıldır bu bedeli vermekten çekinmedik, çekinmeyiz de!...
Mehmetçiğime kurşun sıkarak, yolarına mayınlar döşeyerek, kahpece saldıranlara; insan muamelesi yaparak hem bizi, hem de insanlığı incitmeyin Allah aşkına!...
Yıllardır her ortamda kendini parçalayarak anlatan Sayın Kamran İnan'ı dinlemedik, dinlemediniz!...
İbrahim Tatlıses'in Kuzey Irak'tan seslenişinden ders alın lütfen!...
Bu tavırdan ders almak gerek!...
Bu "Türk Oğlu Türk Sesi", sizden başka dünyanın her yerinden her milletin duyduğunu anlamanız gerek!...
Renkli mermeri, görmeniz lazım artık!...
Renkli mermerin; yağmura, doluya, fırtınaya nasıl dayandığını görmeniz lazım artık!...
Hükümet edenler!...
Ankara'da devlet edenler!...
İbrahim Tatlıses ve sayın Kamran İnan'dan; onların "Türk Oğlu Türk" tavırlarından ders almak gerek!...
Irak'ın Kuzeyinden haykıran bu sesin; aynı zamanda Türk'ün muhteşem öfkesinin de sesi olduğunu, anlamak gerek!...
Ders almak gerek!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Cumartesi, Kasım 19, 2005

SÜRÜNÜN SELAMETİ İÇİN...

Biraz da iyimser bakayım istedim!...
Biraz partizanlığıma son vereyim istedim!...
Olanlara, sadece milliyetperver, sadece vatanperver olarak bakayım dedim!...
Hakkari Valisi; "Olaylar, Ankara'dan göründüğü gibi değil!..." diye haykırıyor!...
Hakkari'de, Şemdinli'de, Şırnak'ta Güvenlik Güçleri Görevlilerimizin can güvenlikleri yok!...
Devletin resmi Güvenlik Görevlisini ateşli silahla yaralayabiliyorlar!...
Güvenlik görevlisini kaçırarak işkence edip salıverebiliyorlar!...
Devletin valisine olmadık hakaret içerikli sloganlarla saldırabiliyorlar!...
Devletin görevlilerinin değil; Belediye Başkanlarının komutuyla kepenk indirip, kepenk açıyorlar!...
Barzani; dost(!)umuz, müttefik(!)imiz ABD'de 'Başkan' sıfatıyla karşılanıyor!...
Buradan cesaret alan hain bölücülerin kışkırtmasıyla; yıllardır gözleri korkutulmuş vatandaşlarımız, "Dağa çıkarız, intikam alırız! " pankartları açabiliyorlar!...
Askerimize ve polisimize "Kesinlikle ateş etmeyin." talimatı veriliyor ve halka ateş edilmiyor ama bir güvenlik görevlimiz, ateşli silahla yaralanıyor!...
Yıllardır sinsice pusuya yatmış bölücüler; "Kürt sorunu vardır ve meselemizdir. Gerekirse geçmişimizle yüzleşmemiz lazım." şeklindeki Başbakan söyleminden sonra, kontrolden çıkıyor!...
Bu söylemin yapıldığı günlerde, " Yazık oldu Recep Tayyip Erdoğan'a!..." demiştim!... Başbakan'ın yakınındaki Kürt Kurmayları; ya Başbakan'ı kurban seçtiler ya da yanıltarak kullandılar demiştim!...
Olaylar öylesine çığırından çıktı ki, Olaylar öylesine kontrolden çıktı ki; Türkiye asıllı bir Kürt İsveç Vatandaşı; televizyonlarda, katıldığı bir açık oturumda ve canlı yayında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, kendi sınırları içinde, Güneydoğu Anadolu'da "İşgalci!" olarak tanımlayabiliyor!...
Tamam kardeşim!...
Tamam partizanlık yapmayacağım ama devletperverliğimden de asla vaz geçmeyeceğim!...
Renkli mermerin farklı renkleri olarak gördüğüm ve kabullendiğim Kürt kardeşlerimin hatırına partizanlık yapmaktan vaz geçeceğim!...
Ama AKP'lilerden de aynen benim yaptığımı yapmalarını bekleyeceğim!...
Ekonomik olaraka perişanız!... "Olabilir, geçmiş hükümetlerden berbat bir ekonomi devraldılar." diyelim!...
Dış politikada perişanız!... "Tamam geçmiş hükümetlerin de, bu hükümetin de uyması gereken Devlet Politikamız'dır, bu yüzden AB'nin dediklerine evet diyorlar." diyelim!...
İç güvenliğimizde de perişanız!..." Bu da olabilir. Geçmiş uygulamalarda güvenlik güçlerimizin yaptığı varsayılan hatalar yüzünden, bazı düzenlemeler yapılmalıydı!.." diyelim!...
Ama taşları bağlayıp, azgın köpekleri başıboş bırakmayı, anlayamıyorum!...
PKK meselesiyle Kürt meselesini, birbirinden ayıramamayı anlayamıyorum!...
Hakkari de, Şemdinli'de patlayan bombaları; bu bombalar peşine sokağa dökülmeleri ve iki dakika içinde Roj tv'den Avrupa'ya yapılan canlı yayını, yorumlayamıyorum!....
Roj tv'ye canlı yayında katılarak söyleşi yapan Milletvekilinin düşüncesini, anlayamıyorum!...
Güneydoğu'da oynan oyunun, Irak'ın kuzeyinde ve bizim Güneydoğumuz'da yeni bir baş belası devletçiğin kurulması için tezgahlandığının anlaşılamamasını, yorumlayamıyorum!...
Şemdinli'de günah keçisi edilmek üzere olan ve her biri kahraman birer vatan evladı olan istihbarat görevlisi Astsubaylarımız'ın terk edildiği yalnızlığı, anlayamıyorum!...
Hem siyaset yapıp, hem milletten oy alıp hem de millete rağmen uygulamalar yapmayı; millete rağmen uygulamardaki direnmenin mantığını, anlayamıyorum!...
Şemdinli'de PKK'nın organize ettiği her halinden belli olan traji-komik olayla ilgili; Cumhurbaşkanı'nın ayrı, Genel Kurmay Başkanı'nın ayrı, Kara Kuvvetleri Komutanı'nın ayrı, Emniyet yetkililerinin ayrı ayrı beyanatlarını, anlayamıyorum!...
Devletimiz'in zirvesindeki bu üslup farklılığından anlayamadığım gibi, korkuyorum da!...
Menemen olaylarının başlangıcındaki; devrin Başbakanı'nın Atatürk'le yaptığı telefon konuşmasını hatırlıyorum...
-Aklımda kaldığı kadarıyla- Başbakan; Atatürk'ü arayarak, "Paşam! Menemen'de isyan var!... Ne emredersiniz? " diye sorar...
Atatürk'ün cevabı kısadır; " Menemen'i yak! "
Telefon kapanır!...
Başbakan, Atatürk'ün ne demek istediğini anlayamamıştır. Yeniden arayarak; " Paşam! Menemen'de isyan var demiştim. Ne emredersiniz? " diye sorusunu tekrarlayınca Atatürk; "Menemen'i yak demiştim!." der ve telefonu kapatır.
Ve sür'atle genç Cumhuriyete baş kaldıranlar, cezalandırılarak isyan bastırılır!...
Devlet olmanın, Devlet kalmanın elbette bedeli vardır!...
Devlet adamı olmanın, elbette risk almak gibi bir sorumluluğu var!...
Bu sorumluluk olmazsa olmaz!...
Hakkari ve Şemdinli'de resmen başkaldırı, resmen isyan var!...
Bu isyanı; ABD'de, AB'de destekliyor!...
Bunu görmemek için kör olmak lazım!...
Bu isyanı bastıramayanların Devlet Adamlığı, sohbet götürür!...
Bu isyanın devamı; Türk Milleti'nin Devletine olan güvenini sarsar ve Millet Devletini kurtarmak için yeniden "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!" düsturuyla harekete geçebilir!....
İstihbarat Görevlisi askerlerimize uygulanan sahipsiz bırakma ve onları günah keçisi yapma ucuzluğu, milleti tahrik etmektedir haberiniz ola!...
Eşkiya başının ve hainlerin sözcülerinin; Devletimizi Güneydoğu'da işgalci diye tarifi, milletin öfkesini kabartmaktadır!...
Bayrağımız'a yapılan saygısızlıklar üzerine; Van'da yürüyen 100.000 kişinin, Şırnak'ta yürüyen 10.000'lerin bayrağa gösterdikleri saygı mitinglerinin misillemesinin yapıldığını, Millet anlıyor da Devlet Adamlarımız, anlayamıyorlar mı?...
Anlıyorlarsa bu aymazlıklarını anlayamıyorum!...
Millette ki "fırtına öncesinin sessizliği" ni anlayamıyorlar mı?!...
Fransa Yeşiller Partisi Milletvekili Helena Flatur'ün; " Diyarbakır Kürt bölgesinin ve aynı zamanda AB'ye giriş mücadelesinin başkentidir!." sözüyle, daha birkaç yıl önce bir siyasimizin; " AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer." sözü arasındaki uyumu, millet görürken Devlet Adamlarımız, görmezler mi?!...
Yine aynı günlerde Diyarbakır Belediye Başkanı'nı ziyaret eden AB heyeti Başkanı Çek Ransdorf'un " Bölgenize mücadelenize ve Kürdistana katkı sağlamaya devam edeceğiz." vaadini ve bu vaatlerden sonra Güneydoğu'da olayların tırmandırıldığını, Millet görürken Devlet Adamlarımız, görmezler mi?...
Allahınızı severseniz yeter!...
Bu Millet; tarihin hiç bir döneminde zillet altında, boyunduruk altında yaşamaya rıza göstermemiştir, yine göstermez!...
Milletin sabrını deneyenler, zararlı çıkacaklarını bilmelidirler!...
Bilmiyorlarsa zeka özürlüdürler!...
Tarih bilgisinden yoksundurlar!...
Bilmeyene öğretmek te Devlet Adamlarımız'ın asli görevlerindendir!...
"Sürünün selameti için, alaca dananın katli vaciptir." fetvasını; birilerinin sür'atle bilmezlere, aymazlara, hainlere öğretmesi şarttır!...
Bu Devlet olmanın ve Devlet olarak kalmanın, olmazsa olmazıdır...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 18, 2005

KORKUMUN KORKUSU !...

Kırıldıklarıma hakkımı helal etmekle başlayacağım bu mübarek Cuma'ya...
Bilmeyerek, nefsimin kontrolüne girerek kırdıklarımdan da helallık dileyeceğim elbette...
Saat sabahın 05.50'si...
Önce Rabb'ım'la, sonra kendimle başbaşayım...
Ne kimseye bir şey anlatabilecek, ne de kimseden bir şey dinleyebilecek halde değilim...
Beynimde fırtınalar kopmuş!...
Canım sıkkın, ruhum gördüğü dünyevi işlerin basitliği karşısında isyankar!...
Her kes, her düşünce mensubu; bir yerlerle kavgalı!...
Kavga edenler de; kavga edilen yerlerde görev yapanlar da insan !...
İnsan, insanla kavgalı!...
Bu kavga, yeni de değil!...
Kur'an-ı kerim'den öğrendiğimize göre;
"( Zikret o zamanı) ki, Rabbin meleklere, ' Ben yeryüzünde (emirlerimi tebliğ edecek ve yerine getirecek) bir halife yaratacağım.' demişti. (Melekler): 'Yeryüzünde fesad çıkaracak ve kan dökecek birini mi (halife) kılacaksın? Oysa bizler seni hamd ile tesbih ediyor, seni takdis ediyoruz.' dediler. (Allah'ta): Hakikat şu ki ben sizin bilmediğinizi bilirim. dedi." -Bakara 30-
" Biz de şöyle dedik. ' Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin ve o (cennet rızkı) ndan dilediğiniz yer ve zamanda bol bol yeyin. Sakın şu ağaca yaklaşmayın! Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz.' " -Bakara 35-
" Şeytan o ikisini (Adem ile Havva'yı) oradan (Cennet'ten) kaydırdı. İçinde bulundukları (durumdan) çıkardı. (Bunun üzerine) Biz de; 'Bir kısmınız, diğerine düşman olarak (cennetten çıkın, arza) inin. Sizin için yeryüzünde bir zamana (ömrünüzün sonuna) kadar durmak ve (nimetlerinden) istifade etmek vardır.' dedik." -Bakara 36-
" Derken Adem, Rabbinden bir kısım kelimeler öğrendi. (Rabbi de bu yüzden) Adem'in tevbesini kabul buyurdu. Şüphesiz ki O (Allah), tevbeleri çok kabul eden ve rahmeti bol olandır." ( O kelimeler: ' Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen muhakkak hüsrana uğrayanlardan olacağız.' -Araf 23- kelimeleridir.)
Ayetlerinden okuduklarımıza göre; Hz. Adem ile Hz.Havva'nın şahsında yeryüzüne indirilmekle başlayan bir insanlık çekişmesi var...
Bizler de insan olarak, insanın devamı olarak aynı çekişmeleri devamla meşgulüz!...
Yani bizler de; nefislerimize zulmedenlerdeniz. Eğer bizi de bağışlamaz ve esirgemezse muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan olacağız !...
Korku mefhumunu hepimiz biliriz ama; nereden, kimden korkacağımızı karıştırırız!...
Kimimiz ölümden, kimimiz fakirlikten, kimimiz yasaların cezalandırmasından, kimimiz kuvvetli zannettiklerimizden korkarız!....
Asıl korkulması gerekeni, korkuyu da yaratanı -haşa- unutur; korkuyu yaratandan korkmayı unuturuz!...
Allah'tan korkmanın mükemmel bir tarifi olduğu için; bir kaç kere tekrarladığım bir kıssayı, bir daha hatırlatacağım...
Yavuz Sultan Selim Han devridir.
Sadaret makamı, sadrazamlık makamı yani günümüzün başbakanlık makamı, boştur.
Yavuz; fısıltıyla ilk toplanacak divanda sadrazam atayacağını, duyurur.
Sadrazam olabilecek paşaların, tamamı Enderun'ludur. Yani tahsil yapmış, diploma almış, kalifiye kimselerdir.
Sadece Piri Mehmet Paşa, alaylıdır.
Serhadden serhadde, savaştan savaşa koşarak yetişmiş bir gazi, imanı ve bileğinin gücüyle paşadır...
Divan günü; bütün paşalar, divan saatinden saatlerce önceden koşarak divanda Padişah'a yakın bir yer kaparak otururlar. Hepsinin gönlünde, sadrazam olmak hayali vardır.
Piri Mehmet Paşa ise divan saatine bir kaç dakika kala salona gelir ve kapıya çok yakın, padişaha en uzak bir sandalye bularak oturur...
Yavuz, salona gelir.
Selam sabah, hoş beşten sonra Divan'ı açar.
- Paşalar! Bir karara vardım. Ne dersüz?... Diye vardığı kararını açıklar.
Açıkladığı karar, yüzde yüz devletin aleyhine olan bir karardır!...
Sonra, meşveret gereği sırayla;
- Falan paşa! ne dersün? diye sırayla paşalara sorar.
Aldığı cevaplar;
- Muvafıktır Hünkarım!
- Çok doğrudur Hünkarım!.
- Siz yeryüzünde Allah'ın sayesisiniz, siz yanlış yapmazsınız Hünkarım!... ve benzeri şekildedir.
Sıra, en sona kalan Piri Mehmet Paşa'ya gelir;
- Bre Piri Paşa! Sen ne dersün?... diye soru tekrarlanır.
- Külliyen yanlıştır Hünkarım!...
Şeklindeki cevapla, sanki divana bomba düşer!... Her kes Koca Yavuz'un gazabını düşünerek titremeye başlar.
Yavuz;
- Bre Paşa! Bizden korkmaz mısın? Bilmez misin biz kelle alırız?!... diye kükrer.
Cevap ta saygılı ama aynı erkek tonlamadadır;
- Haşa Hünkarım!... Yüreğimizi Allah korkusu öyle kaplamıştır ki başka bir korkuya asla yer yoktur !...
Veeee, Piri Mehmet Paşa, sadrazamdır...
Yüreklerimizdeki korkularımızı, Allah Korkusu ile değişmediğimiz sürece; asıl korkmamız gereken yeri unutup dünyevi korkularla vakit geçirdiğimiz sürece, eğer bizi bağışlamaz ve esirgemezse -korkarım- hüsrana uğrayanlardan olacağız!...
Allah(c.c.) hepimizi korusun ve bağışlasın ki hüsrana uğrayanlardan olmayalım inşallah...
Hayırlı Cumalar...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 15, 2005

DOSTUN ACI SÖZLERİ !...

Bazı sözler vardır; düşüneni de, söyleyeni de, söyleneni de üzer !...
Ama bu sözler, mutlaka söylenmelidir!...
Çünkü bu sözler, 'Dost Sözleri' dir ve acıdır!...
Bu sözler; zamanında söylenirse "Dün neden söylemedin?" diye geç kalmışlıkla, gününden önce söylenirse "Şimdi zamanı mı Allah aşkına?!.." diye acelecilikle suçlanılır!...
Ama bu sözler; mutlaka -ama mutlaka- söylenmelidir!...
Ve söylenenlerce de mutlaka dinlenmelidir...
Seven, 'Ben seviyorum.' diyebilen; sevdiğini başkalarının incitmesine izin vermemek için, sevdiğini incitmek uğruna söyleyeceğini, söylenmesi gerekeni, mutlaka söylemelidir!...
Şimdiiiiii; söylemezsem beni, söylersem sevdiklerimi incitecek olan ve mutlaka söylemem gerektiğine inandığım acı sözlerimi, söylemek zorundayım...
Çünkü ben, sevdiğimi; hiç kimsenin hiç bir şeyi sevemeyeceği kadar seviyorum...
İman tazelemek anlamında düşünerek, beni tanıyan bütün Dostlarım'ın bildikleri bir özelliğimi, -çok utanarak, haya ederek- ben de ikrar ederek başlamak istiyorum!...
Ben, aklım kesti keseli Ülkücüyüm. Ülkücülüğüm, Babam Rahmetli'den bize intikal etti. Emsallerimin çoğunluğunun babaları gibi benim Babam; ne DP'li ne de CHP'li değildi. O'da ülkücüydü...
Rahmetli Başbuğumuz'un, "Her ülkücü,otomatikman MHP'lidir." sözünü; sağlığında talimat, dünyasını değiştikten sonra da vasiyet olarak yorumlayarak ailece, "İNADINA MHP'Lİ" yiz...
Parti içi meşru yarışlarda, elbette taraf olduk...
Desteklediğimiz Ülküdaşımız kazandıysa mutlu, kucaklayıcı ve bağışlayıcı; kaybettiyse Ülkücü İrade'ye saygımızdan, kazanan Ülküdaşımıza tabi olduk...
Ülkü Ocakları ve Parti teşkilatlarını, her zaman teşkilatlarımız belledik ve aynen de devam etmekteyiz...
Teşkilatlarımız'ın isteklerini, emir saydık ve saymaya devam ediyoruz...
Dava ile teşerrüf ettiğimiz günden beri, ne kimseye küsmeğe tenezzül ettik, ne de kimseyi küstürmeğe cesaret ettik...
Çünkü asla kişilerle, kimselerle mes'elemiz olmadı...
Biz. "Bu memleketin Cumhurbaşkanı'ndan genel ev kadınına kadar her kesin mes'elesi mes'elemizdir." inancıyla siyasette bize düşen yerde ve görevlerde olduk...
Türk Milleti'nin töresinden de, türesinden de asla vaz geçmedik...
İslam'la şereflenerek "hanif" tarifi aldıktan sonra da töresinden, türesinden ve mukaddeslerinden asla taviz vermedik, taviz verenlere de müsamaha göstermedik...
Özal'lı ANAP'la başlayan son yaklaşık 25 yıllık süreçte; Devletimizin zorda, milletimizin darda bırakılmışlığına da elbette bigane ve seyirci kalmadık...
Hükümetlerin teamülleştirdiği bu biganeliğe elbette isyankarız!...
Tabi ki bizim isyanımız da töreli ve türeli oldu...
Bizim, Devletimiz'e isyanımız, asla mümkün değildir...
Devlet, bizimdir; biz, Devletiniz...
Çünkü Türk Milleti olarak biz, Devletin asli unsuruyuz...
Devletçilik ve devletlilik bizim hayat felsefemizdir, yaşam tarzımızdır...
İman gereği Kelime-i Tevhid'i getirdikten sonra "Devlet-i Ebed müddet" diye de iman tazeleriz...
Çünkü vatan sevgisinin de imandan olduğuna inanırız...
Devletimiz'in bekası için; ölürüz çoğalırız, çoğalırız ölürüz...
Devletimiz'in bekası için öldüğümüzde de imanımıza şahitlik etmek için şüheda kervanına katılırız...
Devlet yönetimleri, bazan asli unsurlarının elinden alınabilir!...
Muhteşem Türk Atatürk,"Asli unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlal mukadderdir." sözünü, bu gerçeği hatırlatmak için söylemiştir inancındayım...
Muhteşem Türk Atatürk'ün kurduğu Devlet Sistemi'nde; devlet yönetimine ancak demokratik seçim yoluyla gelmek mümkündür...
MHP olarak, erkin üçte biri kadar da olsa 3 yıl kadar, devlet yönetiminde bulunduk...
O üçbuçuk yıldaki -kişiselde olsa camiaya mal edilen- hatalarımızı, MHP olarak bilmek ve kabullenmek zorundayız...
O yıllardaki yaptığımız doğru icraarlarımıza da kimsenin sahiplenmesine izin vermemeliyiz...
Belki bu yolla yeniden "İNADINA MHP" demek heyecanını yakalar ve yaşadığımız huzursuz ortamdan Türk Milletini kurtarırız...
Milletle Devletin barışık olduğu yerlere huzur hakimdir...
Milletle Devlet arasına nifak sokulan yerlerin adı; AB yolunun geçirildiği Diyarbakır olur, Hakkari olur, Şemdinli olur!...
Artık seçimin ayak sesleri açıkça duyulmaktadır...
AKP adındaki deprem çadırı; hükümet olduğu sürede aldığı yaralarını; kürt gerçeği(!) ni kabul ettiğini açıklayarak kapatmayı düşünmektedir!...
Devletin asli unsuru olan Türk Milleti'nin siyaset meydanındaki en etkili sesi ve duruşu olan MHP'nin; AKP deprem çadırının yaptığı yanlışlar üzerine siyaset inşa etmesi elbette beklenemez...
Ama MHP'nin yapılan yanlışları sessizce beklemesi de beklenemez!...
2 Ekim 2005 Pazar günü yapılan "BAŞKENT ANKARA" mitingi, bu yüzden çok önemlidir, bu yüzden deprem çadırı sakinlerini ve dış güçleri panikletmiştir...
Artık "İNADINA MHP" demenin -bir daha- zamanı gelmiştir...
Artık MHP olarak, genel Başkanımız'ın şahsiyetiyle Milletin arasına inmek zamanı gelmiştir...
Milletin tavrını, Genel başkanın şahsiyetiyle bütünleyerek siyaset vitrinine taşımanın zamanı gelmiştir...
AB kapılarında daha fazla rencide olmak istemeyen Milletimizi temsilen; siyaset meydanlarından AB'ye haddini bildirmenin de zamanı gelmiştir...
82 yıl önce tekme-tokat denize döktüklerimizin; bizi AB adındaki birliklerine almayacağını bilen Milletimizin sesini, AB şımarıklarına DUYURMANIN zamanı gelmiştir...
Bunu MHP'den başka kimse yapamaz ve bunu yapmak MHP'den başka hiç bir partiye yakışmaz!...
Zaten MHP'den başka hiç bir parti de bu misyona soyunamaz...
MHP ve Ülkücü Hareket; AB istiyor diye 'renkli mermer' görünümündeki Türk Milleti arasına nifak sokulmasına seyirci kalamaz...
Artık teşkilatlarımız, atağa geçmelidir...
MHP Genel Başkanımız; sür'atle, bütün kucaklayıcılığıyla evlerinde atıllığa mahkum edilmiş Ülküdaşlarımızı, sancağımız altında toplamalıdır...
Ülkü Devleri'nden kendilerini evlerine hapsetmiş ve hiç bir hizip hareketine karışmamış olan Ülküdaşlarımızı; gerekirse bizzat arayarak evlerinden çıkartmalıdır...
AKP'nin, DYP'nin, ANAP'ın, SP'nin ısrarla aradığı ama hep red cevabı aldıkları bu siyaset adamlarının, bu kanaat önderlerinin bazılarının isimleri, ben fakırde var...
Teşkilatlarımız emrettiği an, bu isimleri arz ederim...
Ülkücüler, seçim startı için işaret beklemektedirler.
Artık bu işaret te Teşkilatlarımız tarafından verilmelidir...
Bütün Ülkücülerin öfkeleri; "İnadına tayyip" sloganının atıldığı dönemde "İNADINA MHP" demedikleri için kendilerinedir!...
Bu yüzden önümüzdeki seçim; çok hareketli ve inşallah çok bereketli olacaktır...
Teşkilatlarımızca bir aranıp hal-hatır sorulmasının; Ülküdaşlarımızda yaratacağı ve dip patlama yapabilecek heyecanlı dalgalanmayı; yeminler olsun biliyorum...
Aramak; Teşkilatlarımızın teşkilat olamaları gereğidir. Ama işin doğrusu ve Ülkücüye yakışanı da, hiç davet edilmeyi beklemeden sür'atle saftaki yerini almaktır...
Yine de;
Sayın Genel Başkanım;
" Beğsin!... Bundan böyle bölünmüşlük bize, bütünlemek sana..." vasiyetini, demeden duramayacağım...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazar, Kasım 13, 2005

HUZURLU TÜRKİYE !...

AKP Hükümeti Sözcüsü ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek; memleketi Yozgat'ta, Türkiye'deki huzurdan bahsetti!...
" Bu huzurdan, bu durumdan rahatsız olan dış çevreler; içimizdeki maşaları, piyonları, taşeronları ile Türkiye'nin gidişatına engel olmak, buna çomak sokmak istiyorlar..." dedi!...
Başbakanımız yurt dışı gezilerine devam ettiği için, hükümetin en yetkili ağızlarından biri olan ve yetişmiş, deneyimli siyaset adamlarımızdan olan Cemil Çiçek'in söylediklerini, dikkatle inceledim...
Keşke incelemeseydim!...
Çünkü Cemil Çiçek'in anlattığı, gördüğü Türkiye ile benim ve bizim gördüğümüz Türkiye, birbirinden çok farklı görünümdeydi!...
Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsüne göre "Huzur Ortamı" diye tanımlanan bir ortamda yaşayan bir Türkiye var!...
Ben de huzurlu Türkiye'den bazı şeyleri - hem de Bakanın açıklama yaptığı gün olan- bazı olayları hatırladım!...
Bakanın açıklama yaptığı gün;
AB'nin Yolu'nun geçtiği Diyarbakır'da "Kürt Sorununa Demokratik Ve barışçıl Çözüm Mitingi"yapılıyordu!...
Huzurlu Türkiye'nin Diyarbakır adındaki şehrinde; hain terör örgütünü simgeleyen paçavralar taşınıyor, yasa dışı sloganlar atılıyor, itlaf etmekte geciktiğimiz terörist başı lehine sloganlar atılıyor;
Veee " Dağlara Çıkacağız!..." diye tehdit pankartları taşınıyor!...
Huzurdan birinci derecede sorumlu Güvenlik Güçlerimiz'e saldırılar yapılıyor!...
Taşlar atılıyor...
Belki mermiler sıkılıyor!...
Güvenlik Güçlerimizin -nerdeyse- can güvenlikleri yok!...
Ve Bakana göre ' Huzur Ortamı' var!...
Aynı günlerde; AİHM, bir şikayeti görüşüyor ve türbanın yasaklanmasının yaslara uygun olduğuna karar veriyor!...
Sadece türbanlılar değil samimi baş örtülüler de bu karardan huzursuz oluyor!...
Meclis Başkanımız; Cumhurbaşkanının görevinin bitmesi ve yerine yeni Cumhurbaşkanının seçilmesiyle Çankaya'da da türbanın olabileceği sinyalleri veriyor!...
Yani; türbanı yasaklayan bizim yasalarımız da, şikayete gidildiğinde -ki şikayetçilerden biri de Abdullah Gül'ün eşiydi- millet olarak hepimizi rencide eden AİHM kararının da bu konuda adil olmadığı ortaya çıkıyor!...
Veee Bakan'a göre; Türkiye'de "Huzur Ortamı" var!...
Aynı gün; dünya metropollerinden İstanbul'da kapkaççılar mühendis bir hanfendiyi, yerlerde sürükleyerek öldürüyor, gasp ediyor!...
Hadisenin failinin, 300 suçtan arandığı ve bir kaç kere polisle çatışarak kaçtığı açıklanıyor!...
Vatandaş; İstanbul'da hava kararmadan bile sokağa çıkamaz halde!...
Vee Bakan'a göre "Huzur Ortamı" var!...
Şemdinli'de; herkesin kafasını karıştıran olaylar sergileniyor!...
Halk sokaklarda, devlete başkaldırmış durumda!...
Şemdinli'de de Güvenlik Güçlerimizin can güvenlikleri yok!...
Güvenlik Güçleri; DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar'dan ya haklarının korunmasını ya da can güvenliklerinin sağlanmasını istiyor!...
Bakan'a göre Türkiye'de "Huzur Ortamı" var!...
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nce milletin gözlerinin içine baka baka rantiyecilerle pazarlıklar yapılarak, beyt-ül mal pazarlaması yapılıyor!...
Bakan'a ve AKP'ye göre Türkiye'de "Huzur Ortamı" var!...
Aynı gün; AB İlerleme Raporu'nda, Lozan'da azınlık olarak tanınmayan bazı grupların azınlık olarak tanınması isteniyor!...
Sayın Bakan; "......dış çevreler; içimizdeki maşaları, piyonları, taşeronları ile Türkiye'nin gidişatına engel olmak istiyor!..." diyor!...
AB; yapılmasını istediklerini mevcut Hükumetten yani AKP'den istiyor!...
Her istediğini de AKP'ye yaptırıyor!...
Yani dış gücün adı -bana göre- AB ve dış gücün taşeronunun adı da -yine bana göre- AKP Hükumeti...
Yapan da kendileri, şikayet eden de!...
Bu ortamın adı "Huzur Ortamı" ise; ben bu ortamı istemiyorum!...
Günümüzden 3 yıl öncesini, özledim!...
Kızgın olmama rağmen Devletim'e güvendiğim; Güvenlik Güçlerimizi gördüğümde huzur duyduğum günleri özledim...
AKP'siz günleri özledim!...
Sadece ben değil, millet te AKP'siz günleri özledi!...
Milletin AKP'den rahatsızlığını, AKP'den başka her kes gördü!...
Bu ortama "Huzur Ortamı" diyerek huzurumuzu katleden AKP'den kurtulacağımız gün; "Ne mutlu Türkiye Cumhuriyeti'ne"...
"Ne mutlu Türk'üm diyene..."
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com