Perşembe, Mart 30, 2006

AKILLI OLUN !...

Çok bilinen bir kıssadır.
Devrin birinde çok zengin bir tacir varmış.
Bir yıl boyunca çalışır didinir, toplar toparlar ve satmaya götürdüğünde, bir boğazda yerleşmiş olan Kırk Haramiler, neyi var neyi yoksa elinden alırlarmış...
Bir kaç sefer aynı şekilde olunca Tacir, uzun araştırmalar sonucu Ali Baba diye bir silahşörün varlığını öğrenir.
Anlatılanlara göre Ai Baba, bir kaç sefer çok kuvvetli orduları tek başına dağıtmıştır. Tam Tacirin aradığı silahşördür anlatılanlara göre...Haberciler, aracılar gönderilir ve Ai Baba, Tacirle görüşmek üzere çağrılır...
Yeme-içmeden sonra mesele açılır. Tacir, başına gelenleri ve Kırk Haramilerin yaptıklarını anlatır. Yakında yeni bir sefere hazırlandığını da söyler.
Ai Baba, Kırk Haramileri duyduğunu ama önemli olmadığını, onlara gereken dersi vermek için de sabırsızlandığını söyler ve anlaşmak üzere pazarlık başlar. Nihayetinde 1000 altına anlaşılır. Ali Baba, Kırk Haramileri yok edecek ve karşılığında da hemen 1000 altın alacaktır.
El sıkışılır, kapora verilir ve sefer günü beklenmeye başlanır...
Ali Baba'nın 1000 altının haricinde bazı özel istekleri de olmuştur. Özel donanımlı bir deve hazırlanacaktır Ali Baba'ya. Bolca et ve şarap yüklenecektir. Tacir bütün şartları kabul eder...
Ve sefer günü gelir kervan yola koyulur.
Ali Baba'nın varlığı; hem Tacir'de hem de kervanın diğer görevlileri üzerinde, çok rahatlık yaratmıştır. Kahkahalarla, çok keyifli bir yolculuk yapılmaktadır.
Sonunda Kırk Haramilerin konuşlandığı geçide gelinir. Kırk Haramilerin görünmesi de gecikmez. Ama ne Tacir de ne de hiç kimse de telaş yoktur.
Kervanın rahatlığı, Kırk haramilerin başının canını sıkar. Önce malın %10'u nu istemişken isteğini artırır ve %20 yapar.
Tacir umursamaz edalarla başını yana çevirerek "Ali Baba!.." diye seslenir.
Kırk haramilerin başı Ali Baba adında bir silahşörle anlaşma yapıldığını öğrenince iyice sinirlenir ve malın %50'sini ister.
Tacir, bir daha; "Ali Babaaaa!" diye seslenir.
Ali Baba'dan ses soluk yoktur. Özel donanımlı devesinin üzerinde eti yemiş, şarabı içmiş ve sızmış bir halde horul horul uyumaktadır...
Kırk haramilerin başının canı iyice sıkılır ve adamlarına; "Şu Ali Baba denen adamı getirin bakalım!.." diye bağırır. Kırk Haramiler devenin üzerinden sızmış Ali Baba'yı indirerek karga-tulumba getirirler. Ali Baba hala kendine gelememiştir. Ayakta uyumaktadır...
Bu hale iyice öfkelenen Kırk haramilerin başı, adamlarına; "Hepiniz sırayla bu sarhoşun üzerinden geçin!..." diye emir verir.
Kırk Haramiler; sarhoş Ali Baba'nın şalvarını sıyırır kendini de bir kayaya dayar ve sırayla üzerinden geçmeye başlarlar...
Tacir ve kervandakilerin hepsi, hayretten dillerini yutacak gibidirler!...
1,2,3...8,9,10.....22,23,24...36,37,38 ve derken 39.ncu harami işini görerek çekilir sıra kırkıncı haramidedir.
Tam bu sırada Ali Baba, kendine gelir ve halini fark ederek müthiş öfkelenir!...
Hiç şalvarını çekmeden kırk haramileri, hallaç pamuğu gibi atar. Haramilerin çoğunu öldürür. Kalanlarsa kaçarlar...
Tacir, bu olanları da hayretle izler ve kavga biter bitmez Ali Baba'nın yanına gelerek; "Şu 1000 altınını al ve bir daha benim çevremde görünme." der.
Şimdi hayret sırası Ali Baba'dadır.
"Neden? haramileri öldürüp kervanını kurtardım ya!..." der.
Tacir, arkasını dönüp yürür ve sesli sesli söylenir aynı zamanda; "Ya haramiler kırk değil de otuzdokuz olsaydı halimiz nic'olurdu Ali Baba?!..."
Halimiz; Kırk haramilerce soyulmaya alışmış Tacirin haline döndü!...
Kırmızı Çizgilerimiz, teker teker ihlal edildi. Hatta silindi!...
Ülkemizin bir bölümünde Devlet Otoritesi sıfırlandı. Bu da yetmedi metropollerimizde huzur bırakılmadı. Millet ne sokakta ne evinde huzurlu değil... Belli bölgeler PKK'nın kontrolüne terk edildi sanki!...
AB ve ABD kızar diye belediye başkanlarının ve bölücülerin siyasi temsilciliğine soyunmuş bir parti il başkanının talimatıyla emniyet güçlerimize saldırıları, görmezden gelindi. Güvenlik Güçlerimizin can güvenliği yok!...
Ve hala Devlet Otoritesi temsilcilerinin, insan hakları damarları ayakta ve Güvenlik Güçlerimizi sağ duyuya davet ediyorlar!...
Beğler; Devlet otoritesini zaafa uğrattınız!... Artık daha fazla seyirci kalamazsınız!...
Yabir şeyler yapın ya da birşeyler yapın!...
Yoksa AB ve ABD'nin çok iatediği ve bizim salaklarımızın da heveslendiği kanlı günler geliyorum diyor!...
-Allah korusun- Akacak kanda çok kişi boğulur...
Türk'ün olmadığı hiç bir yerde yaşayamamış ve dışarının dolduruşuyla bizden kopmaya hazırlanan bizim salaklarımız da başlarına gelecek afetin farkında değiller!...
Bre salaklar!... Hiç bir şeyi yokken yedi düvelin güç yetiremediği bu millete siz mi güç yetireceğinizi sanıyorsunuz?!...
Şimdi sizi tahrik edenler, yarın -Allah korusun- ortalık karıştığında arkalarına ve size asla bakmadan kaçacak, saklanacak delik arayacaklar...
Ona özgürlük adına sokakları yağmaladığınız Apo'nuzun yakalandığında uçaktaki Türkçülüğünü ne çabuk unuttunuz!...
Yedi düvelin başa çıkamadığı Devletimiz, sizi bir anlık eder. Akıllı olun!...
Size dost gibi görünen düşmanlarınızı tanıyın artık.
44 yıldır bize yaptırdıklarıyla artık "Sizi AB'ye almayız." diyemeyen AB ve Avrupa; sizi tahrik ederek Türkler tarafından öldürülmenizi ve Türkler'e; "İnsan haklarını ihlal ettin!.." diyebilmek için sizi satranç piyadesi olarak kullanıyor anlamıyor musunuz?...
Bilinen 4000 yıllık tarihi olan bu Devlete siz birşey yapamazsınız. Ve vallahi 15 dakikada telef olursunuz...
Tekrar tekrar söyleyeceğiz:
"Akıllı olun!..."
Aksi halde olacakların sonucundan da siz mesul olacaksınız...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

RABBIMIZ !...

Rabbımız!...
Çarelerin tükendiği yerde 'çaresizliği' çare kılan Rabbımız!..
Çarenin de çaresizliğin de Sen'den olduğunu bilmenin huzur ve çaresizliğindeyiz...
Sıkıntıların geçici, refahın geçici olduğunu asıl önemlisi ömrün geçici ve kısa olduğunun farkındayız hamdolsun.
Bebekmişiz, büyümüşüz. Ne anamız ne de biz bu büyümenin farkında olamamışız ama sonradan bilmişiz ki Sen'in gözetimindeymişiz.
Çocukluğumuzu hatırlıyoruz, büyüdük...
Büyümemize izin iradesi de Sen'dendi. Büyümemize yetecek kadar ömrü biz kullarına bahşettiğin için büyüdük ve şükrettik...
Olgunlaştık. Şimdi de yaşlanıyoruz elhamdülillah...
bebekliğimizin dışındaki bütün ömrümüzü hatırlayacak hafıza ve geçmişten ders alabilecek aklı da Sen verdin şükrolsun...
Yokluklar içinde zenginlikler nasibettin bizlere.
Varlık zannetikleri dünyalık içindeki fakirleri de ibret olarak izlettin ve yokluğa hazır olmamız için gereken teyakkuzu da nasibettin şükrolsun...
Bulup sevinmemeyi, kaybedip dövünmemeyi, buldurarak ve kaybettirerek öğrettin...
Maldan, kazançtan, ikbalden kayıplarımız olduğunu zannettik bazan. Bu kayıplarla sarsılacağımızı zannettiğimiz de oldu belki ama;
"Derdi veren şükür sana
Bir de teselli vermişsin" deyip şükredecek yüreği de bahşettin...
Meraklıydık. Araştırmacıydık. Şüpheciydik. Sorup sorgulayandık fıtratımızca.
İlk merakımızı, ilk aşkımızı Sen'le isimlendiren kalbi de Sen verdin elhamdülillah...
Yoktuk, var ettin Rabbımız!...
Hz. Adem(a.s.)'dan insanoğluna miras kalan şeytana uyarak şaşırmamızı engellemek için Resuller, Nebiler gönderdin...
Bizleri "İbrahim(a.s.) milletinden, Muhammed(s.a.v.) ümmetinden" yaratarak iki kere şereflenirdin şükrolsun.
Eşraf-i mahlukattandık ama bütün eşref-i mahlukat, "İbrahim(a.s) milletinden, Muhammed(s.a.v.) ümmetinden değil ki!...
Bu milletliğimizi de, bu ümmetliğimizi de Sen bahşettin hamdolsun...
Rahman ve Rahim sıfatlarından merhametinin sınırsız olduğunu da bilenlerdeniz.
Merhameti sınırsız, güzel Rabbımız,
"Ol" deyince olduran Halık'ımız,
Bize önce; "Rabbımız bize dünyada da ahirette de güzellikler ihsan eyle ve cehennem azabından koru." diye dua öğretip sonra da "Dua edin icabet edeyim." şeklinde söz veren Rabbımız;
Tek güvencemiz Sen, tek tesellimiz "Dua edin icabet edeyi." sözündür...
İlayı Kelimetullah'ı kendine nihai hedef edinen Türk Milleti'nin dualarını kabul eyle Rabbımız...
Duada istenenleri Türk Milleti'nin istediği zamanda değil Sen'in Türk Milleti için uygun gördüğün zamanda kabul edeceğini de bilenlerdeniz.
Dualarımız; nesilden nesile Kıyamet'e kadar sürecek Rabbımız.
Dualarımız sürdükçe Sen'de kabul buyuracaksın biliyoruz.
Bize duaları makbul ve kabul edilen kullarının kulluğunu nasibet Rabbımız...
Bizi kulluk bilincine kavuşturdukça, ilayı Kelimetullah'a hizmetimiz kolaylaşacak malum olduğu üzere...
Bu kolaylığı sağlayacak zorlukları aşabilecek iradeyi diliyoruz Sen'den nasibet Rabbımız...
Sonunda kolaylığa erişeceğimiz zorluklar sürecinde şeytana direnebilecek imanı diliyoruz!...
Bunlar Sen dilersen olur Rabbımız.
Kendilerini "Öteki"leştirmiş üç-beş çapulcuya -korkuları yüzünden-uymaya niyetlenen Kürt Kardeşlerimize de doğru yol nasib et Rabbımız...
Duamıza icabetinle kullaşarak şereflenebilmek için bir daha, bir daha, bir daha "Rabbena atina fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve gina azaben nar."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
Tokkali_53@hotmail.com

Pazartesi, Mart 27, 2006

TAASSUBUMUZ...

Ne çektiysek taassubumuzdan, ne çekiyorsak içi boş taassubumuzdan çektiğimizi anladığımız an epey meselemizin hallolacağı kanısındayım...
Taassup yani tutuculuk, yani bağnazlık, yani inandığımızı zannettiğimiz duygu ve düşüncelerimizi fanatikçe ve sadece savunmuş olmak için savunmak!...
Uzaktan kumandalı "Dolma Kalemler"in tarif başarısı(!)yla taassup ve bağnazlık; sadece bir fikri topluluk bile olmayan zümrenin üzerine yıkıldı!...
Asıl mutaassıplar, asıl tutucular yani asıl gericiler saklandılar böylece!...
Hangi "Devrimci"de, hangi sosyal demokratta, hangi demokratik solcuda, hangi komünistte ve hangi faşistte "takıyyecilik" gözlendi şimdiye kadar?!...
Mutaassıp olarak, tutucu olarak itham olunan "Milli Görüşçüler"deki "Gömlek Değişmeler"i, değiştim, geliştim diyerek hergün defaatle yapılan takıyyeyi görmezden geliyoruz ısrarla!...
Ve bu görmezden gelişimizi de taassubumuzla saklıyoruz!...
Taassubumuz yüzünden milliyetçilik sahipsiz kaldı!...
Taassubumuz yüzünden demokratlık ortalarda sahipsizleşti!...
Taassubumuz yüzünden dinimiz, imanımız, ahlakımız tarifsiz ve sahipsiz kaldı!...
Bütün bu değerlerimizi, particilik taassubumuzla harap ettik!...
Biz taassup yaptığımızı, net duruş sergilediğimizi zannetmeye devam ederken değişenler, gömlek değiştirenler, takıyyeyi siyasi literatürümüze soktular ve bu tarifsiz ama çok sahipli halleriyle de hükümet etmeye başladılar!...
Biz; hala taassubumuzda, particilik fanatizmimizde devam ettiğimizi zannederken aynı zamanda değişerek, gelişerek, takıyyecilikle bir araya gelenlerin oluşturduğu "AKP adındaki Deprem Çadırı"nda bulunan arkadaşlarımızın varlıklarıyla teselli bulmaya çalışırız!...
Vallahi yok böyle bir şey!...
Böyle taassup ta yok, böyle mutaassıplık ta!...
Milliyetçiliğimizi de, solculuğumuzu da, ümmetçiliğimizi de, aklımıza gelen diğer isimli fikirlerimizi de bu particilik taassubumuza kurban verdik!...
Bu yüzden suçluyu bulamıyoruz!...
Veya bu yüzden bulduğumuz suçluyu cezalandıramıyoruz!...
Yakaladığımız sahipsiz, 100 lirayı ödemeyi ihmal etmiş vergi borçlusunu, "Yüzsüz-Hırsız" olarak açıklayıp cezalandırırız!...
Acıktığı veya nefsi çektiği için baklava çalan çocuklarımızı, ömür boyu hırsız damgasıyla damgalar, cezalandırır ve topşum dışına atarız!...
Ama beyt-ül maldan trilyonları çalan "Mücahid Erbakan"ı cezalandırmamak için kırk takla atarız!...
Erbakan'ı cezalandırmak isteyen Cumhurbaşkanımız'ı da -kendi görüşünden oldukları için iddiasıyla- affettikleri yüzünden suçlayarak "Neden Erbakan'ı koruyan yasayı imzalamıyor?" diye itham ederiz!...
Ve çok gariptir Erbakan'a memleketin bütün "Particilik Mutaassıpları" acır ve arka çıkarlar!...
Çünkü hepsinin, particilik geçmişlerinde Erbakan'ın yaptığına benzer işler yapan partilileri akıllarına gelir!...
Vallahi böyle taassup ta yok, böyle mutaassıplık ta!...
"Benim yandaşım, benim partilim yapıyorsa haklıdır ama başkasının yapmaya asla hakkı yoktur!" mantığının adı taassup mudur Allah aşkına?!...
"Benim teröristim!" tarifi çıkarsa, çıkıyorsa veya çıkmışsa bunda bizim oynadığımız "Taassupçuluk" oyunumuzun katkısı yok mudur?...
Sür'atle hatta hemen hepimizin, bir boy aynası karşısına geçerek kendimizi ve kendimize göre icat ettiğimiz taasubumuzu yargılamamızın zamanı gelmedi mi?...
Beyler! Devlet elden gidiyor!...
Bazı bölgelerimizde ve yörelerimizde Devletimizin Egemenliği zaafta, hatta bazı yerlerde Devlet Egemenliği kalmadı!...
Egemenliğin azalarak yok olduğu yerlerin sayısı ve kapladığı alan arttıkça Devlet mi kalır ortada?...
Devletin olmadığı yerde; milliyetçilik yapsak n'olur, ümmetçilik yapsak ne yazar?...
Burnumuzun dibindeki Irak'ı, Iraklı'nın çektiklerini ne zaman ibret alarak fark edeceğiz?...
Yoksa şimdi de "Bize bir şey olmaz. Biz Türk'üz. Türk Milliyetçileriyiz." diye yeni bir taassup gösterisi mi yapacağız!...
Milliyetçi olup, Türk Milliyetçisi olup Türk Milletinin yararına, Türk Devleti'nin egemenliği yararına ne yaptık?...
Türk Milletine çağ atlatacak hangi teknolojik bulguda imzamız var?...
Sadece taassupla savunarak, yeryüzü cenneti olarak, yüz yılın projesi olarak propogandasını yaptığımız ve egemenliğimizi zaafa uğratan "AB'cilik Taassubu"ndan başka, yeni neyimiz var?...
Farkında mısınız bilmem ama bütün mutassıp fikir savunucuları; şimdi ağız birliği ve güç birliği ile bir "AB'cilik Taassubu"nda birlik sağladılar!...
Gün geçtikçe "AB'cilik Taassubu"nu savunan "Dolma Kalemler"imizin sayısı artıyor!...
Yeter artık!...
Yetmeli artık!...
Bu taassup olmayan adsız ve mantıksız mutaassıplığımızdan kurtulalım artık!...
Bize bizden başka hiç kimse birşey yapamıyor anlayalım artık!...
Muhteşem Türk Atatürk'ün "Asli unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlal mukadderdir." taassubuna soyunmaya var mısınız?...
Eğer taassupla kurtuluş olursa, bize göre bu taassupta çare var.
Gerisi taassup adı konulsa da laf ü güzaf!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Perşembe, Mart 16, 2006

KAHRAMANLAR...

Ölüme gülerek atılanlardan
Kavgalar görmüştük can sermayeli
Kahraman safına katılanlardan
Destanlar yazmıştık can hikayeli...

Dikenli de olsa güldü gülümdü
Güle sitem eden öz bülbülümdü
Kahramanlaşmanın yolu ölümdü
Azrail sıkıldı ölünmeyeli...

Bugün okunanlar dün yazılmazsa
Bugünlerin kahramanı olmazsa
Kahramanı kahramanca ölmezse
O topluma millet denilmemeli...

Korkak ürker kaçar, kahraman ölür
Bu ölüm yiğide Cenneti bulur
Tarih tekerrürden ibaret olur
Ölünecek yoldan dönülmemeli...

Korkaklar meydanda nara atarken
Yürekten yüreğe dualar varken
Asla unutmayan yürekler varken
Kahraman mezara gömülmemeli...

"Kahramanı olmayan ve kahramanı kahramanca ölmeyen topluluklar, millet olamaz." diye inandık ve yıllarca destanlaşan kahramanlarımızı; kahramanlarımızı anlatan destanlarımızı dinleyerek-anlatarak hamaset yapmaya çalıştık!...
Vatan dedik. Millet dedik. Bağımsızlık dedik.
Sadece bağımsızlık demekle yetinmeyip bağımsızlığımızı dünyaya ilan ederken içimizdeki korkaklarımıza, ürkeklerimize, döneklerimize unutturmamak için de on yıl gibi kısa bir sürede -hiç bir savaş yokken- beş bin kere kahramanca öldük...
Fikirleriyle kahramanlaşarak gönlümüze gömülen ve asla ölmelerine izin vermeyeceğimiz Ülkü Devlerimiz de oldu...
Kanlar verildi, canlar -millete Allah rızası için- hediye edildi.
İkballerden vaz geçildi. Çünkü şuur altımıza -Rahmetli Osman Bölükbaşı'nın sözcülüğü ile-; "İmanımız padişah biz de onun veziriyiz." inancı kazılmıştı, yazılmıştı...
Birileri tarafından, çok büyük reklamlarla, ikbal olarak, ulufece verilen mevkiler-makamlar; bir başkaları tarafından zorbaca alındıkça "İman Padişahımıza vezirlik" özelliğimiz açığa çıktı...
Biz Milleti çok sevdik, Millet te bizi sevdi...
Millet; sevgisini nasıl göstermesi gerekiyorsa o şekilde gösterdi. Sevgi istedik sevgi verdi, oy istedik oy verdi...
Bizim oy istememiz de farklıydı.
Bizzatihi kendimize asla oy istemedik. Dünlerinin şahidi yarınlarının kefili olduğumuz isimlerle millet huzuruna çıkarak oy istedik. İsteğimiz samimiydi, istediğimizin karşılığında millete neler vereceğimizde de samimiydik...
Millet bize inandı, millet bize güvendi ve ne istediysek verdi millet...
Milletin; bizlere birebir güveniyle verdiği oylarıyla bir yerlere taşıdığımız ve dünlerinin şahidi yarınlarının kefili olduğumuz -ama maalesef yanıldığımız- arkadaşlarımız, sebebini asla anlayamadığımız ve hala anlatabilecek kimseyi bulamadığımız davranışlar sergileyerek milleti incittiler, bizleri kandırdılar!...
Bu kandırılmışlığımızı, milleti incitmişliğimizi ne anlayabildik ne de anlatabildik!...
Bunlar yetmedi!...
Milletten birebir yalvararak alınan oylarla sağlanan "vekillik" ünvanıyla kendilerinde keramet vehmetmeye başlayan arkadaşlarımız da oldu!...
Millet, verdiğini aynı yolla geri alarak bu keramet vehimli arkadaşlarımızın ünvanlarının başına "eski" sıfatını ekledi ama onlarla beraber bizler de eskimeye mahkum olduk!...
Yıllardır itirazımız -sadece- bu hak etmediğimiz eskitilmişliğe oldu!...
İtirazlarımız da anlaşılmadı veya biz anlatamadık...Ya anlatamamaktan ya da anlaşılmamaktan kaynaklı açmazlara mahkumuz şimdi!...
Suçlu da biziz, ceza veren de ve mahkum olan da!...
Her birimiz ayrı ayrı kabuğumuza mahkum edildik kendimiz tarafından!...
Ve her birimiz yine kendimiz tarafından "Çirkin Ördek"liğe mahkum edildik!..
Şimdilerde "Çirkin Ördek"liğe mahkum ettiğimiz kendimiz yüzünden, kendimize dayanılmaz zararlar vermeğe başladık...
İsyanımızı, itirazımızı "Artık Ben Sustum!..." başlığıyla haykırınca da yanlış anlaşıldık ey vaaah!...
Kahramanlarımızı inkar edenleri inkara soyunmuştuk oysa "Sustum'" diyerek...
Kahramanlarımızın yerlerinin gönlümüzdeki tahtlarını göstermeye çalışmıştık!...
Yazık ki ya biz Türkçe'yi konuşamadık ya da Türkçe özürlüler tarafından ya anlaşılmadık ya da yanlış anlaşılarak yanlış anlatıldık...
Kim, nasıl anlarsa anlasın!...
Kim, nasıl anlatırsa anlatsın; kahramanlarımızı inkar ederek, dünümüzü yalanlayarak yarınlar için inandırıcı bir şeyler söyleyemeyiz...
İnanarak söylemedikleri için inandırıcılığı olmayan söylenenleri de millet kaale almaz!...
Olan bize olur!...
Bizim şahsımızda olan millete olur!... Böyle millet sevgisi de olmaz, olamaz...
Kimseden kahramanlık istemek gibi bir abesle iştigale elbette soyunmayız ama "Kahramanlarımıza sahip çıkmak yürekliliğini göstererek" kahramanlarımızın istihzayla bakacakları Kahramanlığa soyunsak, ne kaybederiz?...
Artık ne kaybedecek zamanımız, ne de kaybedecek değerimizin olmadığını anlatmak kahramanlığına soyunmanın zamanı gelmedi mi?...
Atı alan Üsküdar'ı geçerse, sadece atın ayak tozlarını izlemekle kalacağız bu gidişle!... başka nasıl söylemeli bilmiyoruz...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Salı, Mart 14, 2006

SEVDAMIZ ...

Sevdamızı anlat dediler, SEVDA ERLERİ !...
Sevdamızı anlat diye rica ettiler!...
Çok kolay gibi gelen bu iş; yaklaşık bir haftadır patlattı beynimi, zonklattı şakaklarımı...
Sevdayı yaşamak kolaydı sevdalı için ama anlatması, ne mümkün!...
Sevdamızı paylaştığımız Sevda Erleri'ne söz vermiştik bir kere, anlatmalıydık SEVDAMIZ'ı...
Zordu ama, Sevdamızı bize bahşeden Rabbimiz'e sığınarak başladık bir kere!..
Sevdamızı tarife; Sevda Erleri'nin başlarından, Sultan Alparslan'ı hatırlayıp hatırlatarak başlamak isteriz.
Vasiyeti üzerine; "Gökyüzüne kadar yükselen Alparslan'ın büyüklüğünü görmüş olanlar, gelsinler şimdi onu Merv'de bir avuç toprak altında görsünler." şeklindeki mezar taşıyla madalyalı bir Sultan, bir Sevda Eri'yle...
15.000 kişilik mütevazi ama her biri bir Sevda Eri olan ordusuyla 200.000 kişilik Haçlı Ordusunu tarumar edip Rum İmparatoru Romen Diyogen'i esir alan kahraman kumandanla...
Muzafferce dönüşünü kutlamaya hazırlanan milletine; " Karşılamayın!.. Yanımda yenilmiş bir hükümdar vardır, onu rahatsız etmek istemem!..." haberiyle tarihe şerh düşecek kadar güçlü bir Mühürdarla...
Mezar taşına tarif olarak yazılan "Gökyüzüne kadar yükselen...." sıfatını, niye ve nasıl kazandığını, anlatmaktan zevk aldığımız bir Sevda Eri'yle...
Sağlığında dünyaya sığmayan, gökyüzüne yükselen; ölümünden sonra bir avuç toprağın altına sığan ama bu kere de tarihe sığmayan bir tariftir Sevdamız!...
Diriliğinde iri; bitiş diye tariflenen ölümünde büyümesiyle tariflidir...
Öldükçe çoğalan, çoğaldıkça ölen erlerin sevdasıdır Sevdamız!...
Bu Sevda; hiçkimsenin sahiplenemeyeceği kadar özel; bu Sevda, kendini Türk hisseden her yürekle paylaşılacak kadar da büyük...
Bu büyük Sevda'nın sevdalıları da büyüktür...
Bu SEVDA ERLERİ'nden yoldaşları, razıdır.
Şüheda razıdır bu ERLER'den.
Ulema razıdır, ümera razıdır.
Bu ERLER'den evliya razıdır, Alperenler razıdır.
Bu ERLER'den Peygamber(s.a.v.) "Aguşunu açıp bekleyecek kadar" razı; bu ERLER'den Allah(c.c.) razıdır...
Çünkü nizam-ı alemdir bu Erlerin sevdası.
Bu Erlerin Sevdası, İlayı Kelimetullah'tır...
"Nerde bir Türk varsa ora bizimdir." diyebilecek kadar alıcı; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." emrini uygulayacak kadar vericidir bu Sevda Erleri...
Dünya malı tarifli zenginliğe, tenezzül etmeyecek kadar mütevekkil; şehadetinde cebinden 35 Kuruş çıkacak kadar zengindir bu Sevda Erleri!...
Bu Sevda Erleri'nden küsülmez ve küstürmek te mümkün değildir bu Sevda Erleri'ni!...
Açılışı 1071 yılında Sultan Alparslan'la yapılan ve yaklaşık bin yıl sonra -dünyaya inat- açık tutmaya çalışan Başbuğ Alparslan'la devam eden bu Sevda; Bayrağı indirmemecesine, Ezan'ı dindirmemecesine sürer ve sürecek.....
Bir kara sevdadır bizim SEVDAMIZ. Çekildikçe aklanır ve karatoprakla paklanır...
Elbette her yürek tutulamaz ve elbette Sevda Eri'nden başkasının yüreği, dayanamaz bu Sevda'ya!...
Bu Sevda, kutludur.
Millet adına umutludur bu Sevda...
Bu Sevda Erleri'nde rehber Kur'an, hedef Turan'dır...
En büyük ödülü Şehadet, madalyası gazilik'tir bu Sevda'nın. Bu yüzden yürek gerektirir.
Bu Sevda özeldir. Bu Sevdanın Erleri, özeldir. Özel sevdanın özel erleri ile yaşatılan bu Sevda, özelliği kadar güzeldir...
Bu Sevdanın Erleri, esir aldığı imparatoru incitmemek için kutlama yaptırmayacak kadar nazik; Muhteşem Türk Başbuğ Atatürk'le yendiği ve kovduğu işgalci milletlerin bayrağını yerden kaldırtacak kadar incedir.
Bu nezaketleri, bu incelikleri ile kazandıkları Allah'ın Rızasıyla; 15.000 kişiyle 200.000 kişilik orduyu, yokluklar içinde yedi Düveli dize getirecek kadar da güçlüdür bu SEVDA ERLERİ...
Bu sevdanın mensupları erdir erkektir...
Erendir, Alperendir bu Sevdanın Erleri.
Ölenlerinin şehit, kalanlarının Gazilik'le madalyalandığı; Türk'e göre, Türk için, Türk'e özel sevdadır SEVDAMIZ...
Bu Sevda, anlatılmaz erenler!... Anlatılamaz!...
Bu sevda, Allah nasip etmişse yaşanır sadece...
Bu Sevdanın Erleri'ni tanıyanlar şanslıdır, tanımayanlar bahtsız!...
"Haluk Kırcı" laşır bazan bu Erler!... Bir nesli temsilen bir devirle hesaplaşır "Kurt Duruşu"yla... Kapatıldığı hücresinden dünyaya sığmaz cesametiyle...
Bazan Yusuf Ziya'laşır bu Erler. Arpacık'laşırlar gez-göz ararcasına!... "Baş Eğmediler" tarifini hak ederek yine sığmazlar sınırlara...
Savaşlarıyla özelleşir, öğütleriyle güzelleşirler bu ERLER...
Bu erler, Sevdamızın Erleri'dirler...
Sevdamız'a sevda tarifini yakıştıran sıfatlardır bu Erler!...
Destanlar, bu sevda erleri için; bu sevda erleri destanlaşmak içindir...
Her devirde destandır sevdamız; her devirde destan devleridir Sevdamızın Erleri...
Zorlandım erenler!...
Sevdamızı yazmaya niyetlendim zorlandım!... Bir Sevda Süvarisi olarak Sevda Erleri'nden arlandım!...
Allah(c.c.) Sevdamızı korusun. Sevda Erleri'nin sevdasını artırsın.
Dünya durdukça Türk dursun, Tanrı Türk'ü Korusun...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazar, Mart 12, 2006

AYIBIMIZ !...

Nasıl yaptık?
Ne zaman yaptık?
Veya bize bu yanlışları nasıl yaptırdılar? Bilemem ama; gereksiz işlerle uğraşmak gibi bir ayıbımız var!...Bizler; hiç te gereği yokken "Armudun sapı, elmanın çöpü.." ile uğraşırken memlekette büyük siyasi hatalar işlendi!... Ekümeniklik iddiasıyla ortaya çıkanlar; İstanbul'da, Müslüman mahallesinde salyangoz satarcasına, engizisyon mahkemeleri kurdular!...Yasalarımıza göre İslamiyet ve onun kolları iddiasıyla var olan tarikatler ve mezhepler din olarak ve irticai faaliyet sebepleri olarak görülürken; Hristiyanlık öğretileri, din ve irticai faaliyetlerden sayılmadı !...
Samimi, gayr-ı samimi olarak dinle uğraşanlar irticacı yani gerici sayıldı...
Biz de buna şaştık!..Hristiyanlık, İslamiyetten en az 500 yıl daha eski bir din değil mi?Yüzyıllarca Avrupa'da Hristiyan mezhepleri arasındaki kanlı çatışmalarda oluk oluk insan kanı akıtılmadı mı?Hristiyanlar daha doğrusu İseviyim diyenler, din adına oluk oluk kan akıtırlarken İslamiyet zuhur etmedi mi?.. Sonra aynı din adına birbirinin kanını içenler; defaatle "Haçlı" adıyla bize saldırmadılar mı?..Bizler artık bu seferler bitmiştir diye teyakkuzdan vaz geçmişken ABD'nin son Irak'ı işgal hareketinin adını Bush; "Haçlı Seferi" olarak açıklamadı mı? Hadi ABD, müttefikimiz, dostumuzdur dolayısıyla yaptıklarında mazurdur diyerek ondan vaz geçelim!...Hristiyanlardan daha eski bir inanç sahibi olan Yahudilerin yaptığı hareketleri neden gericilik olarak veya laikliğe zarar verici faaliyetler olarak görmedik?... Batılılaşma, medenileşme gibi uyduruk bir gericiliğin arkasına saklanarak ahlaken Hristiyanlaşan gençliğimize, dinimizi de öğretmeyip neden onlara kızarız?...Yasalarımızı; AB veya ABD istiyor diye İslamiyet dışındaki ve Kur'an-ı Kerim'in tehlike olarak bildirdiği dinlere yardımcı olacak biçimlerde çıkararak medenileştiğimizi mi zannediyoruz? AB ve ABD'nin bizim bu acziyetimizle alay edişlerini neden görmezden geliyoruz?...
Bizim bu aymazlığımız karşısında adamlar Peygamberimiz(sav)'i karikatürize etmişlerse suçlu kim?!...
Hükümet olmak, hükümet etmek ağlama duvarlığından çıkmayı gerektirmez mi?
Ya İslami öğretilere koyulan yasaklar; hristiyanlık ve yahudiliğe de koyulmazsa veya hristiyanlık ve yahudilik öğretilerine tanınan serbestiyet, İslami öğretilere de tanınmazsa ne kadar adil bir devlet yönetimi, ne kadar laik bir devlet yönetimimiz var diyebiliriz?...
Bu söylediklerimle direk olarak suçlayacağım merci mevcut hükumet değildir elbette!...Ama mevcut Hükumetimiz'in geçmişteki hatalara sığınarak; yanlışlara yanlışlarla mukabele hakkı olmadığını da hatırlatmak isterim...Sadece baş örtüsü adını takarak "Tesettür" savunuculuğu ile - ki onu da artık yapmıyorlar- milleti ne kadar ikna edebilirsiniz?
Papazların kılık-kıyafetlerine karışmazken; rahibelerin kılık-kıyafetlerine karışmazken, misyonerlik faaliyetlerine 'Dinler arası rekabet' olarak tarif ederek karışmazken; sadece İslami öğretilere karşı durmakla ne kadar laik olduğumuzu söyleyebiliriz?...
Bu kadar sahipsizliğe itilmiş bir din adına; birileri -milleti temsilen- "Dinler Arası Diyalog" safsatasıyla, Haçlı'ya teslim olursa kimin kızmaya hakkı var?!...
Devletimizin olmazsa olmaz kurumları arasında gereksiz sertleşmelere sebep edilen, gereksiz ve tehlikeli mücadele gösterilerinden bize gına geldi!...
Millet olarak dünya nizamındaki yerimizi istiyoruz...
Ve bunu mevcut hükumetimizden ve devletimizin mevcut kurumlarından istiyoruz...
Papa'ya yas tutarken, Papa için Bayrağımız'ı yarıya indirirken ve bunu yaparken nüfusunun %99'unun Müslüman olduğunu bildiğimiz milletimizi inciteceğimizi hiç akıl etmezken, İslami öğretilere karşı durmanın mantığı var mıdır?
Veya bu mantığı, millete anlatabilecek bir yetkilimiz var mıdır?...
Armudun sapından, elmanın çöpünden vaz geçtik!...
Hangi partinin başına kim geçerse geçsin, umurumuzda değil artık!...Bunlar artık millet olarak bizim meselemiz olmaktan çıktı!...
Avrupaya karşı, işgalci ABD'ye karşı, yayılmacı Haçlı zihniyetli Misyonerlere karşı Milli Duruşumuzu ortaya koyacağını söyleyen kim olursa; hangi partiden olursa olsun Millet onun yanında yer alacaktır...
Veya Millet, kesinlikle AB ve ABD'ye karşı durabilecek; devletler arası dostluğun olamayacağını ancak karşılıklı çıkarlar olabileceğini bilen ve milli çıkarlarımızı her platformda aslanlar gibi savunacağını söyleyen adreste buluşmak istiyor !...
Terk edenlerin, gelişenlerin, değişenlerin,kendi aralarında birliği sağlayamadan genel başkanlık hayali kuranların işleriyle artık ilgilenmek istemiyoruz !...
Zamansız ve gereksiz öten horozları ciddiye alarak, teşkilatlarını bu gereksiz işlere karşı tedbir almaya yönlendirenlerle de uğraşmak istemiyoruz !...
Memleket elden gidiyor!...
Dış politikada kendimizi yok edilmiş hissediyoruz!...
AB uyutmalarıyla, AB dayatmalarıyla gururumuzla oynandığını düşünüyoruz!...
Bize bu konularda birşeyler söyleyecek bir babayiğit çıkmayacak mı?
Artık bize ne armudun sapından, elmanın çöpünden...
Sözümüz ve tenkitlerimiz, ortayadır...Kim erken davranır ve üzerine alınırsa onun olur ve onu muhatap kabul ederiz!...
Partilerimizin tamamını gereksiz işlerle uğraştıranlara müdahele etmiyorsak; Ordumuzun hassasiyetlerini hiçe sayacak kadar pervasızlaşanlara demokratik yollardan uyarı yapamıyorsak;
Vallahi de Billahi de bu ayıp bizim ayıbımızdır!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

Cuma, Mart 10, 2006

ÖĞRETMENİM...

ÖĞRETMENİM...

Duygu mimarıyım ben
Saygının kaynağı
Kaygının yok oluş durağı...
Seven sevmeyen gönüllerde
Benim dalgalandıran bayrağı...

Toprağı vatanlaştıran
Dünle bu günü buluşturan
Bugünü yarınlarla yarıştıran benim,
Ben, Öğretmenim...

Bende şekillenir sesler
Bende bestelenir nefesler.
Bende zindanlar kafeslere döner
Heveslere döner korkular...
Uzun uykular, tembelliktir bende
Gerçeğe yakın değilse karabasandır rüyalar...
Dünyalar ben sığıyorsam içine küçüktür
Küçücük yüreklere sığan da benim,
Ben, Öğretmenim...

Sadece bende benzer tüm başaklar denize
Bendedir sadece silahtan korkmayan kalem.
Bendedir içine kötülüğün zerresi sığmayan
İçine alemler sığan gönül...
Bedenlerde şekillenen duygular
Şehadeti doğuş sayan olgular
Bir çocuk bakışıyla dünya kucaklayabilmek
İnsanlığa sevgi sunma iddiası bendedir...
Benim affederek cezalandıran
Cezalandırdığımda cezalanan benim,
Ben, Öğretmenim...

Toprağı vatanlaştıran
Dünle bugünü buluşturan
Bugünü yarınlarla yarıştıran benim,
Ben, Öğretmenim...


Kalem tutamayan minicik eller
Anneden başka söz sevmeyen gönüller
Benimle büyür dünyalar kadar.
Benim emeğimdir bütün güzel oluşlar;
Ben sevdiririm Cumhuriyeti
Atatürk'ün ölmesine izin vermeyen benim,
Onun ilkelerinden ödün vermeyen benim,
Ben, Öğretmenim...

Benimle muhabbetleşir karasevdalar
Seven sevilen hep benim tezgahımdandır.
Buram buram Anadolu kokar nefesim
Tek hevesimdir çağdaş uygarlık.
Benimle şekillenir Türk
Atatürk benimle başlar yeniden koşmaya her gün;
Kırk dakikaya asırları
Teneffüse yılları sığdırabilen benim,
Ben, Öğretmenim...

Benim toprağı vatanlaştıran
Dünle bugünü kavuşturan
Bugünü yarınlarla yarıştıran benim,
Ben, Öğretmenim...

Mustafa ASLAN
Edebiyat Öğretmeni
Şair-Gazeteci-Yazar

Perşembe, Mart 09, 2006

SIRADAKİİİİ ....

Yusuf Has Hacib'in yüzlerce yıllık Kutadgu Bilig adlı eserinden, defalarca kullandığımız bir öğüdü tekraren başlamak isterim...
"Hakan; tebaasından yani milletten isteklerini duyurur.
İstekleri kısadır ve özdür.
1- Yasalarıma uyun.
2- Verginizi ödeyin.
3- Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin.
İstekler özdür özlüdür ve haklı isteklerdir. Tebaa yani halk, yani millet Hakan'a cevap verir:
1- Yasalarına uyarız. Ama adil olursa!...
2- Vergimizi öderiz. Ama gümüşün ayarını düşürmezsen!...
3- Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz. Ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan..."
Devlet olmak, devletli olmak elbette tesadüfi değildir. Devletlilik bir teamüldür, gelenektir ve millet olma özelliğidir.
Türk Milleti bilinen tarihle beraber devletçilik geleneği olan ve devlet olma özellikleriyle dünya milletlerine örnek olmuş bir millettir...
Şimdi günümüzün devletçilik oynama komedyasına dönmek istiyorum...
Yaşar Büyükanıt Paşa'yı savunmaya soyunmayacağım ben de!...
Hem haddimi bilirim hem de Büyükanıt Paşamızın da emekli olduğunda Devleti Kurtarmaya soyunacağını şimdiden hissedenlerdenim!..
Ama yıllardır söyleyegeldiğimiz, haykırdığımız ve bazan haklı olduğumuz biline biline susturulduğumuz bir konuyu; bu kez daha iri puntolarla, altını kırmızı kalemle çizerek anlatmaya çalışacağız...
Bu memlekette önce eğitimi millilikten çıkardılar!...
"Yerli malı Türk'ün malı, her Türk onu kullanmalı..." sloganından korkarak marşal yardımlarıyla üretken insanlarımızın hayallerini, ufuklarını ve üretimlerini bitirdiler...
İngiliz destekli Kürt isyanları yaşattılar...
Sünni-Alevi çatışmaları yaşattılar...
Sağcı-Solcu çatışmaları yaşattılar...
Sonra "Bizim çocuklar ihtilali başardılar." diyebilecek kadar pervasızca ihtilal yaptırdılar...
İhtilale zemin hazırlanan dönemlerden başlayarak polisimizi de kamplara bölerek inandırıcılığını, caydırıcılığını yıpratabildikleri kadar yıprattılar...
Sokaklar cahillerle ve suça çok müsait, isyankar, cahil diplomalılarla dolduruldu...
İlkini Özal'la olmak üzere; milletin sadece tepki oylarını yönlendirerek "Deprem Çadırı" görünümlü, mecliste sayı çoğunluğu olan, gayrı milli hükumetler kurdurdular!...
Ve bu işleri onlarca yıl önceden yıpratma programına aldıkları Türk Silahlı Kuvvetlerimiz'e yaptırdılar!...
Siyaseti, Ordu eliyle diskalifiye ettirirlerken yavaş-yavaş Orduyu demokrasi önünde engel olarak tariflemeye başladılar!...
Dinle Devlet arasında bir suni kavga varmış gibi işler yaptılar ve devletin temsilciliğini, siyasetin elinden, milletin elinden alarak Orduya verdiler!...
Ordumuz; uzak görüşlü olmayan komutanlar sayesinde bu oyuna çok gönüllü olarak düştü!...
Derin Devlet diye bir öcü tarif ettiler!...
Bu öcü tarifini de; konu mankenliğine çok hevesli, diplomalı cahillerden oluşan Milliyetçi geçinenlere savundurarak "Derin Devlet" tarifini de ordumuza yamadılar!...
Biz; "Derin Devlet olmaz. Devlet ya vardır ya da yoktur!... Olursa milletin derini olur!... O da biziz. Türk Milliyetçileridir.." diye kendimizi yırtarken bizim bu tarifimize de Ordudan sığ görüşlü birilerine aleyhte söylemler söylettiler!...
Susurluk adıyla bir seneryoyu sahneye koydular; Milli İstihbaratımızı, Emniyet Genel Müdürlüğümüzü, Jandarma adındaki Güvenlik Güçlerimizi ve Polisimizi hem birbirlerine hasımmış gibi gösterdiler hem de güvenilirliklerini bitirdiler!...
Sonra "Uyum Yasaları"yla, doyum yasalarıyla, İnsan Hakları teraneleriyle, haince saldırarak ve siyasilerimize yasalar yaptırarak polislerimizin ellerini-kollarını bağlayarak kuduz köpekleri başıboş sokaklara saldılar!...
Bu arada, tek-tük kişilik zaafiyetleri olan askerlerimizden bazılarını, bazı Emekli Paşalarımızı güya yasa önüne çıkararak cezalandırdılar...
Bunlara seyirci kalan Genel Kurmay Başkanlığını da"Demokratik" diye alkışladılar!...
Bu olanlardan sıranın kendilerine de geleceğini anlayamayan Genel Kurmay yetkililerine şimdi ne dememiz lazım?...
İnsan Hakları maskesiyle bölücüleri savunanlara karşı bir erkekçe beyanat veren Yaşar Büyükanıt Paşa'yı sıraya aldıklarını; o günlerin medyasını ve basınını karıştıran herkes anlayacaktır...
Keşke Büyükanıt Paşa; o günler de Amerika'ya giderek Liyakat Madalyasını almamış olsaydı!...
O madalya ile; millet nazarında manen yaralanan Paşa'yı boy hedefi etmek kolay oldu!...
Mesele yaşar Büyükanıt Paşa meselesi değildir!...
Herşeye rağmen ülkede güvenilirlik sıralamasında birinciliği hiç bırakmayan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz yıpratılarak yok edilmek istenmektedir!...
İnsan sıkıştığı zaman savunma yapmak için var olan silahı neyse ona davranır!...
Devletlerin de savunma refleksi vardır ve refleksinin adı da Silahlı Kuvvetleridir!...
Elbette en kötü sivil yönetim, askeri yönetimden iyidir...
Ama sivil yönetimin dışarıya bağımlılığı söz konusu ise Devletin kendini Koruma Refleksiyle Silahına davranmasına Anayasamız izin vermiştir!...
Silahlı Kuvvetlerimizle Yargıyı karşı karşıyaymış gibi göstererek yapılmak istenen anlaşılmamakta mıdır?...
Eğer hala yapılmak istenen anlaşılmıyorsa vay Devletimizin haline...
Yok anlaşılıp gerektiği şekilde müdahele edilmiyorsa da vay yine Devletimizin haline!...
Paşalar!... Sakın sizler de emekli olduktan sonra Devleti Kurtarmaya soyunmayasınız!... Çünkü yetkileriniz varken müdahele etmediğiniz hiç bir konu da sivilken söylediklerinizle inandırıcı olamazsınız!...
Emekli Olduktan sonra Vatanı Kurtarmaya souyunmuş Paşalarımızı hatırlarsanız, haklılığımızı görürsünüz...
Atı alan Üsküdar'ı geçmeden ya gerekeni yapınız, ya da gerekeni yapınız!...
Sonradan aaaah-vaaah etmenin ne size, ne Silahlı Kuvvetlerimize, ne Devletimize ne de Milletimize bir hayrı olmamaktadır...
Darbe yapın ve yeniden "Denge Politikası" adlı garip uygulamayla Millet ile aranızı açın demiyoruz!...
Ama susturmanız gereken yerleri, Anayasanın size verdiği yetkiyi kullanarak susturun diye hatırlatma yapıyoruz...
Eğer gerçekten -Allah korusun- çaresizseniz, Devletin asli unsuru olan Türk Milletine yöneliniz!...
Bu devletli Millet; asla sizi şer güçleri karşısında yalnız bırakmaz emin olunuz...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Çarşamba, Mart 08, 2006

REÇETE NEFRET !...

Sevgili Dostlar;
Ben fakıri çok duygulandıran bir yazıyı mutlaka sizlerle paylaşmak istedim.
Prof.Dr.Turan YAZGAN imzasıyla adresime gönderilmiş bir yazı bu...
Benim de çok katıldığım ve yıllardır millet olarak içine çekilmek istendiğimiz şiddet olaylarının arkasında kimlerin olabileceğini, ve bu şiddet olaylarından kimlerin faydalanabileceğine çok özenle dikkat çekilmiş...
Büyük Senarist'in gözünden kaçan veya artık kontrol edebilmesi mümkün görünmeyen bir gerçek var ki bu gerçeğin adı NEFRET!...
Sayın Yazgan Hoca'nın tesbitiyle; şu an Türkiye'de başlayan iç ve dış düşmanlardan nefret duygusu, başta ABD olmak kaydıyla bütün dünya senaristlerini korkutmaya başlamıştır..
Kendini güçlü zanneden korkağın neler yapabileceğini, Irak'ta izlemekteyiz!...
Kendinde güç vehmeden korkakları, korkularıyla başbaşa bırakma lüksümüz var mıdır bilemiyorum!...
Net duruşumuzla, güçlü görünen korkakları korkutmaya devam ederken; onların bizden korkmakta haklı olduklarını ispatlayacak bazı şeyler de yapmamız lazım diye düşünüyorum!...
Namık Kemal'in;
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini"
dizelerine nazire olarak Muhteşem Türk Atatürk'ün yazdığı;
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini" dizelerini hatırlatarak, her Türk Milliyetçisiyim diyeni teyakkuza, düşünmeye ve birlikte net duruşa bir daha davet edeceğim...
Ve Prof.Dr. Turan YAZGAN Hoca ile sizleri başbaşa bırakıyorum:

"Şiddet Türkiye’nin içinde yaygınlaştırılıyor. Liselerde, üniversitelerde ve stadyumlarda, özel seçilmiş bazı kasabalarda ve şehirlerde adeta planlanmış olaylar patlak veriyor ve kafalara bazı sorular yerleştiriliyor. Irak’ta ise insanlar ilkel mezhep savaşlarına sürükleniyor. Orada da bir iç savaşın rüzgarları esiyor.
Burada önemli olan,kanlı hadiselerin Türkiye’de ve çevresinde cereyan etmesi, yakında Filistin ve İran üzerinden daha da genişleyerek “demokratik(!) Ortadoğu”ya yayılmasıdır. Her halde Büyük Ortadoğu (!) projesi kanla yoğrula yoğrula gerçekleşecektir. Sonuç, Türkiye başta olmak üzere güçlü devletlerden arınmış ve esas itibariyle Türkiye’nin tesir sahasında olan bölgeler, tamamen Yahudi Amerikan sömürüsüne kazandırılmış olacaktır.
Bu sahanın genişletilmesi için daha önce atılmış olan adımları da buna göre değerlendirmek gerekir.
Azerbaycan ile Türkiye arasına sokuşturulmuş olan Ermenistan’ın, aradaki mesafeyi açacak şekilde genişletilmesi, kimin desteği ile gerçekleşirse gerçekleşsin, bu genişletme süresince yapılan katliamlara, evsiz, yersiz, yurtsuz bırakılan bir milyonu aşkın insanın sefaletine karşı Batı’nın yani ABD ve AB’nin kılını bile kıpırdatmaması bu projenin bir parçası oluşunun açık delilidir. Afganistan’a el koyularak oraya yapılan yerleşme de Türk dünyasının hazinelerine yaklaşmaktan başka bir mana ifade etmez.
Türk dünyasının iktisadi kaynakları da tam olarak kontrol altına alındığı zaman, Büyük Ortadoğu projesi gerçekleşmiş olur.
Proje, ABD tarafından yolunda gidiyor görünüyor. Kendi hesabına insan kaybı olsa da seçilen asker kaynakları sebebiyle pek kamuoyu yaratmıyor. Yatırım olarak iktisadi maliyetini kat kat karşılanacak çok önemli ve kanlı bir yatırımdır. Ancak Amerika’nın kaldırıp kaldıramayacağı ve gittikçe yükselecek bir başka maliyet vardır. Amerikan Düşmanlığı…
Öldürülen, evsiz, yurtsuz, yersiz bırakılan, milyonlarca insanın ahı ve bütün dünyada böylesine insanlık düşmanlığına, gaddarlığına karşı yükselecek ses, her türlü kârı silip süpürecek güce yükselebilir.
Şuanda Türkiye’de iç ve dış düşmanlara karşı oluşan nefret, şimdiden başta ABD olmak üzere herkesi korkutmaya başlamıştır.
Bu nefret İslamiyet’e karşı yürütülen savaş ve kışkırtmalar sebebiyle çığ gibi büyüyecektir. Atom bombasından daha güçlü silah bu nefrettir. Biz bugüne kadar Avrupa’nın bize karşı yarattığı suni ve haksız nefretin korkunç tesirinden hala kurtulamadık. Gözler önünde cereyan eden ve herkesin çağın gereği, anında haberdar olduğu alçakça saldırılardan, insanlık dışı tutum ve davranışlardan doğacak nefretin gücü binlerce atom bombasından daha tesirlidir. Üstelik batının kendi aydınları da insan olarak zamanla bu nefrete katılacaktır.
Batı, Prof. Dr. Neumark’ın söylediği gibi “Türkiye’de silahla yapamadıklarını, kendilerine benzeterek yapmaya çalışıyorlar…” Yani yetiştirdikleri Mankurt aydınlarımızla nefretlerimizi tazeleyip gayelerini gerçekleştiriyorlar. Bizim Batı’da Mankurt yetiştirmemize gerek yok. Onların aydınları, eninde sonunda, haktan yana, insanlıktan yana olmayı öğrenecektir.

Dünyanın kurtuluşu bu nefrete kaldı…


Tanrı Türk’ü korusun
Prof.Dr.Turan YAZGAN"


TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com


YA RABBİ MUKAYYET OL...

Can pazarlarından yüzlerinin akıyla, kan göllerinden Bayrağa verdikleri rengin kutsiyetiyle çıkarak bir araya gelmişlerin buluştuğu "Hedef Turan.com" sitesini izleyerek bu saati ettim...
Saat mi? Şu an da ekranımın sağ alt köşesinde 03.03 olarak yazıyor...
Sitenin radyosunda erkekçe bir ses; "İlle de Türkiye.." diye kükrüyor...
"Son On Başlık"ta Haluk KIRCI adını görünce elektrik şoku yemiş gibi oldum...
Şimdi ben ne demeliyim?
Şimdi ben bu KAHRAMANIM'ı anlatmayayım mı?
Şimdi ben bu KAHRAMANIMIZ'ı unutanlara bir daha kızmayayım mı?
"Izdırap çek inleme ses çıkarmadan aşın.." diye öğütleyen şairimizin sözünü dinleyen bu YİĞİDİMİZ'i, bizden başka hatırlayan mı var?...
Kısa süreli de olsa bir kaç günlük bir İstanbul seyahatim olmuş ve bu seyahatimi, çok keyifli yaşadığım için çok keyifle de anlatmıştım...
O İstanbul seyahatimden sonra bir daha anlamış ve itiraftan da şeref duymuştum ki; "Bizim bizden başka kimsemiz yok!..."
38 yıllık şerefli kimliğimi, birilerine hibe etim ya; bu hibe ettiğim değerimin karşılığı olarak; Haluk KIRCI'yı unutanları, unutulmaya mahkum etmeyeyim mi?...
Demokrasi maskesi arkasına saklanarak, bir devrin öfkesine tek başına muhatap olan bu YİĞİDİMİZ'i unutanlardan midem bulanmasın mı?...
5000 den fazla Ülküdaşımızın katillerinden kim var cezaevinde?... Sormayalım mı?...
İtirafçılık kahpeliği arkasına saklanarak cezaevlerinden salınan kaç PKK'lı olduğunu sormak hiç kimsenin aklına gelmesin mi?...
Ve hala kendine yine bizim Gönüldaşlarımızca verilen Kutsal Makamın yetkisiyle "25 yıldır Ülkücü Hareket'ten herkes alacaklı, hiç borçlu olana rastlamadık!.." diye sitem ediyorum derken yürekleri paralayanlardan; "Haluk KIRCI için; kim, ne zaman, nerede, ne yaptı? Eğer yapılmış bir şey varsa neden hala Haluk cezaevinde?" diye sormayalım mı?...
Sorduk diye de bir daha "Alacaklı" tarifine layık görülmemize isyan etmeyelim mi?...
Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, bir şeyi açıkça söylemek istiyorum: Haluk KIRCI, Temel Osmanağaoğlu ve cürümlerini ve onlar gibi Kahramanlarımızı dışlayarak, onlar bize oy kaybettirir endişesiyle ucuz siyasiliğe soyunanları sevmediğimi haykırmak istiyorum...
Korkunç fısıltılarla "Onların sayısı toplam olarak 200.000, diğer tarafta bakir 3-5 milyon genç oy var!.." tarifiyle Kahramanlarımızdan vaz geçenleri de sevmiyorum...
Ve bu saatten sonra onları sevenleri de sevmiyorum...
Belirtilen sayı belki 200 binden de, 100 binden de hatta 10 binden de az olsa bile; ben Kahramanlarımızın akranı olarak, yoldaşları olarak, onlarla ömür paylaşmış biri olarak onların hepsini ölesiye seviyorum...
Onları sevenleri de seviyorum...
Onlardır bize "İyi ki varsınız." dedirtenler ve onlardır bizim teselli sebeplerimiz...
Haluklarımızı; iade-i itibarlarıyla Milletin gönlündeki yerlerine yakışır bir şekilde cezaevlerinden çıkaramadığımız sürece biz seçim kazandık diyemeyiz!...
Sandıktan sayı fazlasıyla çıkıp bir kere kaybetmemize rağmen hala aklımızı başımıza alamamışsak; kimin kime kızmaya hakkı olduğunu artık birilerimiz söylemeyelim mi?
Kim, nerede, hangi kılıkta olursa olsun ve neyim derse desin!...
"Halbu ki yoldaşını bırakıp dönenlerin
Değişilir topu da bir sokak kaltağına..." andımızın dilimizde olduğunu, birilerinin artık anlama zamanıdır!...
Anlamamakta, bizleri duymamakta ısrarcılara ise anlatmaya kararlı olduğumuzu birilerimiz söylemeyelim mi?...
Kahramanlarımız unutulacak, Gazilerimiz şikayetlenmeye başlayacak, Bayrağımıza saygısızlık teamülleşecek, bütün Kutsallarımıza el ve dil uzatılacak, sokakta devriye gezen Emniyet Mensuplarımız kurşunlanacak ve hala oy toplayacağız gailesi güdenlerimiz olacak!...
Birileri Allah aşkına aklımızdan geçenleri haykırsın artık!...
Eğer susan aslanların sayısı çoğalıyorsa; susturduklarını zannedenleri, neyin beklediğini birileri söylemesin mi?...
Aslında "Sustum" diyenlerin, "Yenildim" diyenlerin ne susmalarının ne de yenilmelerinin mümkün olmadığını; susturdum zannedenler anlamazlar mı? Bilmezler mi?!...
Ya Rabbi!..
Bizlere sen mukayyet ol!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua..
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 07, 2006

ŞEHİTLERİZ...

Yürek yüreğe
Gönül gönüle
Eleleyiz hep biriz,
Sadece Çanakkale'de ikiyüzelliüçbin kişiyiz.
Hepimizin adımız Mehmet
Ve şehitleriz hepimiz...

Vanlı, Karslı,Erzurumluyuz Çanakkale'deyiz
Çanakkaleli, İzmirli, Antalyalıyız Aziziye'deyiz
Ankaralı, Çorumlu, Tokatlıyız Yemen'deyiz
Nereli olursak olalım
Nerede olursak olalım
Gönüldeyiz, dildeyiz
Veee hep bir yerdeyiz...

Bütün görevlerimizi yaptık
Nereye denildiyse koştuk ulaştık
Kan verdik
Can verdik
İman verdik
Uğraştık çarpıştık karıştık
Karıştık karıştık topraklaştık
Vee toprağı Vatanlaştırdık...

Toprak testiler bizdendir
Bizdendir bağrı yanık rençbere ferahlık veren su
Gökdelenlerin beton harcındayız bazan
Bazan Osman Emmi'nin kerpiciyiz evinde.
Elele gönül gönüleyiz
Hep biriz, hep bir yerdeyiz
Hepimizin adı mehmet
Ve Şehitleriz hepimiz...

Sesiz coşkun yüreklerde
Seven gönüllerde hevesiz
Bu Vatanız ve her yerindeyiz...

Biz sessiziz
Sessiz yatanız
Yoksa görmüyor muyuz sanılır?
Bilin ki haberdarız
Biz Vatanda yatanız
Biz Vatanız
Toprakları Vatan yapanız
Vatan yaptığımız topraklarda seyrederek yatanız..
Vatansever yüreklerde heyecanla atanız!..

Hepimizin adı Mehmet
Hepimiz Mehmetçiğiz
Veee
Şehitleriz hepimiz...

18 Mart 1995 Ankara
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@hotmail.com
tokkali@mynet.com

BÖYLE SUSARIZ...

Madem sustuk!..
Madem artık hibe ettiğimiz kimliğimizin hesabını da soramayacağız, o zaman başka davranacağız...
"25 yıldır herkes Ülkücü Hareketten alacaklı, bir verecekli bulamadık!.." diye sitem ederken duyan herkesi inciteceklerini bilmeyenlere inat, geçmişimizden yaşananları, gönül dostlarımızla paylaşarak sesleniriz biz de...
Ve de yine birilerini suçlayarak sitemi maharet sayanlara inat, Allah Rızası'ndan gayrı bir şey beklemeden...
24 Haziran 1995 günlü Milliyetçi Çizgi Gazetesi'nde Yakup AVCI Dostumuzun yazısına cevaben yazdığımız yazının eki olan ve hem Ortadoğu Gazetesi hem de Milliyetçi Çizgi Gazetesi'nde yayınlanan bir şiirimizle; yeni bir şekil ve yeni bir tarzda seslenmeye devamla susalım bakalım...

ÜLKÜ DEVLERİ'NE

Bir bıçak saplanmış tam yüreğime
Çıksa kanayacak kalsa sancıyor
Bir Ülkü hapsolmuş tüm benliğime
Çıksa incinecek kalsa sancıyor...

Acep cüce miyim, Ülkü Devi mi
Zındanım etmişim kendi evimi
Gözümün bakışı kin mi, sevi mi
Baksam tiksinecek, yumsam sancıyor...

Bir zamanlar Allah Rızası vardı
Gönlümüze bütün alem sığardı
Utanıp sakalım saçım ağardı
Tara incinecek, kapat sancıyor...

Dünyayı kapladı arsızla nursuz
Hani bizden idi güzel kusursuz
"Ülkücüyüm" diyor namert uğursuz
Ülküm incinecek, beynim sancıyor...

Yüreklerde sızı kucakta canlar
Cephede kalanlar, evlerde kanlar
Hani atlananlar pusatlananlar
Gönlümde savaş var canım sancıyor...

TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://msalan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazar, Mart 05, 2006

SEFERDEYİZ DÖNMEYİZ...

Bir kıssa ile başlayalım hafta sonuna...
Erenlerden biri, tahsilini tamamlamak gayesiyle Horasan'a doğru seferdedir. Zamanın şartları gereği, yaya yolculuk yapmaktadır ve yanında da bir müridi vardır...
Zamanın yolculuğu gereği; güzergahta devletliği ispatlarcasına kurulmuş hanlarda konaklayacaklardır.
Hanlar; kültürlerin buluştuğu, fikir teatilerinin yapıldığı enteresan yerlerdendir...
Yolcumuz Eren, bir handa konaklar. Konaklayanlardan biri:
- Hayrola erenler, yolculuk nereye? diye sorar.
- Horasan'a...
Cevabı üzerine soruyu soran:
- Tüüh! Allah seni kahretsin! saçından sakalından utan!... Horasan'da herkes sarhoş. Herkes işte işrette. Bu yaştan sonra sende mi çengi oynatmaya gidersin? Yazıklar olsun!...
Diye azarlar Eren'i...
- Haklısın evladım!... Cevabıyla boyun büker Eren...
Bir başka gün, bir başka handa konaklarlar. Yolculardan birisi gene sorar:
-Yolculuk nereye erenler?
-Horasan'a... cevabıyla bir zılgıt daha başlar:
- Yazıklar olsun sana! Horasan'da Allah'ın cebinden Peygamberi çalarlar!...Elini versen kolunu kurtaramazsın!... herkes çalıp çırpmakta!... Bu yaştan sonra sende mi çalmaya gidiyorsun?...
-Haklısın evladım!...
Cevabı ve boyun bükmeli sükut, yine tekrarlanır...
Yine bir başka konaklama günü ve yine bir başka hanın bekleme salonu veya aşevi veya lobi(!)si... Meraklı bir konak, yine sorar:
-Hayrola? Yolculuk nereye erenler?
-Horasan'a...
Şeklindeki bilinen Cevap üzerine:
-Allah yolunuzu bahtınızı açık etsin. Horasan tam sizlik bir yer erenler. İlim orda, irfan orda... Edep-erkan adına ne ararsanız orda...
Şeklindeki alışık olunmayan dilek ve temennilere Eren'in cevabı:
-Haklısın evladım.Allah razı olsun... şeklindedir...
İstirahatgahlarına çekildiklerinde; mürit artık dayanamayarak:
-Üstadım! Biz nereye gidiyoruz? Bu Horasan nemenem bir yerdir?... Diye sorar merak ve endişeyle:
-Sen de haklısın evladım!...
Cevabından sonra Eren, devam eder:
-Horasan, büyük bir şehirdir. Ne ararsan bulunur. İlk karşılaştığımız şahsın, kendisi sarhoştu. Horasan'a gittiğinde kendisi gibi sarhoşları bulur ve bütün Horasan'ı sarhoş zanneder. İkinci karşılaştığımızın, kendisi hırsızdı. O da Horasan'a gittiğinde kendisi gibi hırsızları bulur ve bütün Horasan'ı hırsız zanneder. Üçüncü karşılaştığımızın kendisi edepli bir insandı. O da Horasan'a gittiğinde kendisine benzerleri bulur ve bütün Horasan'ı, edepli-erkanlı bilir!... Biz büyük bir şehir olan Horasan'a gidiyoruz inşallah...
...............
Sorulan sorulara, verilen cevaplara, yenilen zılgıtlara ve nasiplenilen duaya ne denebilir?...
...............
Ankara'dayız...
Büyük bir şehirdeyiz...
Ve her gün sür'atle büyüyen bir şehirdeyiz. Bu hergüm sür'atle büyüyen şehirde; kim neyi ve kimi ararsa bulabilir eminiz...
Bizler de, epeyce birbirine benzer insanlar olarak bir aradayız hamdolsun...
Bizleri incitip zılgıtlayanlar, hor görenler de var, şükürler olsun muhabbetle kucaklayanlar da...
Biz ise; tamamına muhabbetliyiz bu insanların... Sevdalı olduklarımızın dışındakilere de muhabbetimiz var.
Çünkü biz; " Bu memleketin reis-i cumhurundan genelev kadınına kadar insanının mes'elesi, mes'elemizdir." diye kabullenerek bir sefere çıktık...
Hırsızı hırsız eden sebebi; genelev sermayesi kadını, sermaye eden sebebi; siyasetçiyi, yalancı eden sebebi; döneni-değişeni-gelişeni, dönek eden sebebi, kendimize hasım bilerek yola çıktık ve hala bu seferdeyiz hamdolsun...
Kim, hangi kulvarda, hangi isimle olursa olsun ve nasıl istiyorsa öyle dursun...
Birbirimize benzeyen bizler, birbirimize de yeteriz Allah(c.c.)'ın lutf-u inayetiyle, kendimize hasım bellediğimiz sebeplere de...
"Erken çıkan yol alır, yorulan pes eden yolda kalır..." düsturumuzla; yorulmamak için tutturduğumuz acele etmeyen bir tempoyla, seferimizdeyiz... Hedefimize varıncaya kadar da seferimizden dönmeyiz Allah(c.c.)'ın yardımlarıyla...
Türk'ü, Türkiye'yi, Başbuğ Atatürk'ü, Başbuğ Türkeş'i, bayrağı, vatanı, mukaddeslerimizi sevmekte ısrarcılığımızla; bunları sevenleri sevmeye devamla ve bunları sevmeyenleri hasım ilan ederek yolumuza devam ederiz...
Bizim hedefimiz Turan, rehberimiz de Kur'an dır hamdolsun...
Ne Bayrağımızın inmesine izin veririz, nede bizi ısıran köpeğimizi ısırırız!...
Bizi ısıran köpeğimiz kuduzsa itlaf eder, yeniden bir köpek bağlayarak kapımıza seferimize devam ederiz...
Gerisi Rabb'imiz'e kalmış...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Cumartesi, Mart 04, 2006

ARTIK BEN SUSTUM...

Yanlış yaptık herhalde!...
Kaş yapalım derken göz çıkardık!...
Bir yere, bir tek yere yaranalım; bir adres sağlam kalsın, teşkilatlarımıza halel gelmesin düşüncemizle, sayısız arkadaşımızı incittik herhalde!...
Oysa Rahmetli Başbuğumuz; "Ülkücü kimseyi küstürmemeli ve asla küstüm otu olmamalı..." diye öğütte bulunmuştu...
Unuttuk demek ki!... Her yerimizi, herşeyimizi kontrol eden "Büyük Senarist" şuuraltımıza da hükmetti demek ki!...
Kime, nerede, nasıl itiraz edeceğimizi şaşırttılar bize!...
Mafya bozuntuları, hırsızlık şebekeleri, hortumculuk büroları, arsızlar, namussuzlar, pezevenkler, pavyon badigardları "Ülkücüyüm!.."teranesiyle diye arz-ı endam ederken; belki -anlattıkları yalanlar- doğrudur diye, belki geçmişlerinde bir şeyler yaşamışlardır ve bu yüzden sistem tarafından dışlanmışlardır diye; "Ya ne yapsınlar? Taş yiyecek halleri yok ya!..." mantığıyla sessizce savunmalar bile yaparken, başka partilerdeki eski(!) arkadaşlarımıza "Ülkücüyüm." demeyin diye sitemler gönderdik!...
Herkesle barışık olmayı deneyenlerimiz varken, Derinçek'le bile barışık olmayı denyenlerimiz dururken biz; ya kızıp, ya küsüp, ya da davetin cazibesine dayanamayarak bir yerlere giden Ülküdaşlarımızdan -insafsızca- vaz geçtik!...
Taşradan Ankara'nın, Ankara'dan taşranın farklı göründüğünü yaşayarak öğrendik...
Öğrenimlere eskiler, tecrübe diyorlardı. Ve tecrübenin en pahalı kazanım olduğunu öğrenerek tecrübelenmiştik...
Güya tecrübeli tarifliydik ama çok tecrübesizce, çok acemice, çok toyca davrandık!...
Gidişleriyle, Teşkilatlarımızı terk edişleriyle bizi inciten Ülküdaşlarımızı, -intikam duygularıyla- incitmeye soyunduk farkında olmadan!...
Oysa küstürmeyecek ve küstüm otu olmayacaktık!...
Sanki bizler; sözümüzü de, hem de kendimize verdiğimiz sözümüzü de tutamaz bir hale geldik! Bize bir haller oldu Ülküdaşlarım!...
Bu çok yönlü, bu sinsice saldırılara dayanacak kadar tecrübemiz yokmuydu yoksa!...
Taşradan, Erzurum'dan genel Merkez Yöneticilerimize seslenirken; "Ülkücü hareket'ten göç var!... Göçen Ülküdaşlarımızın yolu timsah derelerinden geçiyor!... Göç mukadderse, değişim şartsa söyleyin, bildirin hep beraber göçelim!... Hep beraber sistemli olarak değişelim!..." diye hem uyarmış, hem yalvarmıştık...
Yerel Yürek olarak, Yerel kalem olarak yazdıklarımızı; Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımızın masasında görünce de sesimiz duyuluyor sevincini yaşamıştık!...
Yazık ki, yazıklar olsun ki duyulan sesimiz; göçü hızlandırmak, küsmemek için direnen kanaat önderi Ülküdaşlarımızı da küstürebilmek için özel uygulamalara hazırlık yapılmasına fırsat vermiş ve bizler, bilememişiz, anlayamamışız!...
Şimdiyse özür dilemek istiyorum!...
Başta MHP'de kalan ve hala her gidene yas tutarcasına üzülen Ülküdaşlarımdan; sonra sırasıyla ATP'de ki, BBP'deki, DYP'deki, ANAP'ta ki, AKP'de ki, BTP'de ki, diğer adını sayamadığım her hangi bir partideki Ülküdaşlarımdan özürler diliyorum!...
Doğu DERİNCEK'le ittifak kuranlar hariç, bütün Ülküdaşlarımdan özür diliyorum!...
Neden özür dilediğime gelince; madem ki şerefsizler, uğursuzlar, mafya bozuntuları, hortumcular, tokatçılar, pavyon fedaileri, karanlıklarda saklanan yarasaların tamamı "Ülkücüyüm!.." diyorlar; vallahi artık sizler de deyin!...
Çünkü artık bu günden itibaren ben "Ülkücüyüm..." demekten feragat ediyorum!...
Ülkücülüğümü; satmadan, herhangi bir ikballe değiştirmeden, hiç bir ülküdaşımı terk etmeden, teşkilatlarıma küsmeden, genel başkanlarıma karşı gelmeden kendi rızamla SİZLERE HEDİYE EDİYORUM!...
Alın "ülkücülük" sizin olsun!...
Elimde 1968 tarihli, resimlerim var!...
16 yaşındaki bir ortaokul öğrencisinin, bir dernek açılışındaki muhteşem gururunu yansıtan görüntülerimle başbaşayım artık!...
38 senedir şerefle taşıdığım, her ortamda, her şartta tek madalyam ve kazandığım tek ünvanım olan "Ülkücülüğümü" sizlere bağışlıyorum...
25 yıldır değil, 38 yıldır asla kendimi alacaklı hissedemediğim, aksine kişiliğimi borçlu olduğumu bildiğim Davamdan feragat etmeden "Ülkücülüğümü" sizlere hediye ediyorum!...
Veeee!... Ben de kendime sefere soyunuyorum!...
"Kendi yüreğimi merkez edince
Nefsim yüreğimde baş tacım oldu
Merkezden merkeze sefer edince
Canım sıkıntısı ilacım oldu..."
diyerek; kendi kendimi teselliye, kendi kendimi yargılamaya, kendimi sorgulamaya başlamak üzere "Bana sefer ederek, bana kapanıyorum..."
Bu yaşımıza kadar ne kendimizden başka kızacak kimseyi gördük, ne de kendimizden başka küsmeye tenezzül edecek kimseyle karşılaştık!...
Artık ben sustum!...
Konuşanları da dinlemeyeceğim!...
Bana hakkınızı helal edin diye yalvarmaktan başka da bir yolum kalmadı!...
Gidenleri de çok seviyorum, gitmemek için hala direnenleri de!...Üç günlük geçici ikballer için yoldaşlarını satarak, hala MHP'de kalanlara ise hakkımı asla helal etmeyeceğim...
Günde beş kez Fatiha ile hatırladığım, bizlere bu dost dünyamızı inşa ederek Hakk'a yürüyen Başbuğumuz'u, yüreklerinize emanet ederek....
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 03, 2006

BİRLİĞE DUAMIZ...

Paylaşımı öğrenerek büyüdük!...
Babalarımız; komşuluk tarifiyle, arkadaşlık-dostluk tarifiyle, akrabalık tarifiyle paylaşırlarken bizler izliyor, izlerken de öğreniyorduk...
Komşuluk ve komşuluk hakkı çok özeldi. Komşu hakkı yedi yerde sorulacaktı. Bu yüzden komşu ve komşu hakkı mutlaka gözetilmeliydi. Ve komşu, komşunun külüne muhtaçtı!...
Paylaşımı yaşayarak yaşlandık!...
Varı paylaşmanın can incittiğini, "Mal canın yongasıdır!.." gibi komşunun külüne muhtaç komşuluğu inciten sözleri duymazdan gelerek "Yok"u paylaştık!...
Canlar, kanlar verip acılar paylaştık hafiflesin diye!...
Canımızı kafeslere tıkan sahte güçlere inat, hürriyetlerimizi paylaştık cezaevlerinde cezaevlerini erkekleştirebilmek için!...
Tesadüfen düşüp birer suç makinesi olarak çıkan kader kurbanlarına, -cezaevi teamüllerini alt-üst ederek- cezaevlerini erkeklik öğreten mektepler ettik!...
Bazı dostlarımız, cezaevlerine "Yusufiye" falan dedi demesine ama - sohbetlerimizde yaptığımız itirazımızı ilk kez sayfalara şeh düşerek- cezaevlerini, erkeklikten bi-nasiplere inat erkekleştirerek yaşadık!...
Yatağımızı paylaştık!...
Kumanyamızı paylaştık!...
Zamanımızı, ömrümüzü paylaştık geçmeyen zamana inat!...
Mahkemeden mehkemeye selamlaşarak, diyarlar arası mektuplaşarak geçmez zamanları özelleştirip güzelleştirdik!...
Çünkü biz, milletin makus talihini değiştirerek geri kalmışlığa kafa tutarak, kapı kulluğuna isyan ederek, hürriyetimizden taviz verip karakterimizden taviz vermeyerek pişme yolundaydık!...
Paylaşıyorduk.
Paylaştıkça paylaşacağımız çoğalıyor, paylaşacağımız çoğaldıkça yok edilmek için koyulduğumuz cezaevlerine sığmamacasına çoğalıyorduk...
Önceleri çok azdık!...
Ama kaya duruşluyduk!... Bize çarpan kafa yarılıyor, tosladığımız duvarları dağıtıyorduk!...
Komşulukla, dostlukla, arkadaşlıkla başlayan paylaşımcılığımız, çoktaaan Ülküdaşlıkla şereflenmişti ceza evlerini paylaşmaya başladığımızda...
Yokluk umurumuzda değildi!...
Şehadete varan her Ülküdaşımızın haberi; inadına acı paylaşarak çoğalmamızı sağlıyordu...
İkbal kaybedenin üzüntüsünün yerini, Dava Adamlığı rütbesinin gururu alıyordu!...
Ezmek istiyorlardı ezilmiyorduk!...
Yok etmek istiyorlardı; öldükçe çoğalıyor, çoğaldıkça şerefle ölüyorduk!...
İnancımız, Davamız ölümü güzelleştirmişti!... Mükafatı Allah Rızası'ydı ölümlerimizin... Şüheda kervanına katılıyordu ölenlerimiz!... İkballerin en kutlusuna, en mukaddesine kavuşuyordu!...
Hala uzun yıllardır bu kutsal ikbale, şehadet mertebesine kavuşamamanın hasretini,üzüntüsünü paylaşırız Ülküdaşlarımızla...
Ve bu duygularımızı; "Bu nasıl iştir? 25 yıldır herkes Ülkücülükten alacaklı, bir boçluya rastlamadık!" şeklindeki en yetkili ağızdan duymamak için de değil Allah Rızası için sustuk!...
Birden birşeyler oldu!...
"Mahi derya içredür deryayı bilmez!.." gerçeği ile kendimizin farkımıza varamayan bizim inadımıza birileri, bizi fark etti!...
Bir kısmımızı; cezaevlerinin adına "Yusufiye" diyen uyutucular çaldılar!...
Bir kısım çaresizimiz; erkekleştirerek çıktıkları cezaevinden sonra, cezaevlerinin yumuşattığı "Baba"cıkların yanına sığındılar!...
"YOK"u paylaşarak devleşen bazı ağabeylerimiz, bazı arkadaşlarımız; "VAR"ın cazibesine kapılarak, paylaşmayı unutup küçüldüler!...
Halbuki bunlara tahammülü de öğrenmiştik paylaşarak!... "Değişilir topu da bir sokak kaltağına." diye tariflemiştik zaten bu firelerimizi!...
Bunlara hazırlıklıydık, hazırdık...
Ama bir kara 4 Nisan var ki; ona hiç hazır değildik!...
Hazır olmadığımız için, boş böğrümüzden, çenemizden aldık darbeyi!... Ve çok kuvvetli aldık!...
Öylesine hazırlıksız aldığımız bir darbe ki hala groki durumdayız. Hala aklımızı başımıza toplayamadık!...
Olmadık, olmayacak işler yaptık!...
Olmaması gerekirken küsenlerimiz oldu!... Küsenlere öfkelenerek onları iyice dışlayanlarımız oldu!... Dışlayanları, unutanları dışlayarak bir yanlış daha yapanlarımız oldu!...
Şimdi siyasetin her adresinde, ticaretin ak-kara her yerinde; hayatın gecesinde gündüzünde, argonun meşrusunda gayr-ı meşrusunda arkadaşlarımız var!...
Ve artık paylaşmıyoruz!...
Paylaşamıyoruz!...
Her biri bulunduğu ortamda bir kanaat önderi olan arkadaşlarımız; artık herşeylerinden vazgeçtik sevgilerini paylaşmıyorlar!...
Paylaşmayınca da sevgisisiz!...
Sevgiyi tatile çıkardığımız için saygısısız!...
Bir zamanlar; ezici gücün bütün çarklarına, dişlilerine direnerek birer direnç abidesi olmuş arkadaşlarımız, çok basit dünyevi ikballer için birbirini satar oldular!...
Olan da bize oldu!...
Olan Ülkücülere oldu!...
Teşkilatlarımız var hamdolsun. Teşkilat Genel başkanlarımız da var!... Bütünleşme adına, bütünlüğün tek adresinde toplanmayı bir denesek, vallahi herşey eskisine yakın olacak ama nedendir bilemem toplanmıyoruz!...
Ve artık kaçanın, terk edenin, ucuz ikbal hesaplarına Ülküdaşlarını satanların peşinden giden de yok!...
Gidenlere de yazık, gidenlerin arkasından acılarını paylaşmaya devam edenlere de!...
Ya Rabbi!...
Sana sığınıyoruz!... Mü'minin mü'mine duasının makbul dualardan olduğuna iman ederek Sana yalvarıyoruz!...
Gidenlerimize, terk edenlerimize, küsenlerimize, öfkelenenlerimize feraset; bizlere de onlara bir kere daha muhabbetle bakabilme hoşgörüsünü nasibet!...
Bizim önce Sen'den sonra da Ülküdaşlarımızdan gayrı kimsemiz yok!...
Bütün Ülküdaşlarımızın tek çatı altında, Teşkilatlarımızın muhteşem düzeninde bir araya gelmemize sebepler halket Ya Rabbi!...
Sen bizleri bağışlarsan, bizler de birbirimize muhabbetle bakarız!...
Azalmış ta olsak yeniden çoğalırız!...Sen'i reddedenlerin yine birinci hasımları oluruz. İlayı kelimetullah için yeniden sefere koyuluruz!...
Seferin devam ettiği Sen'ce malum Ya Rabbi... Yeniden sefere kaldığımız yerden katılırız...
Bize birlik-beraberlik, Devlet ve milletimize dirlik nasip et Ya Rabbi!...
Hidayet te Sen'den, merhamet te Ya Rabbi!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Çarşamba, Mart 01, 2006

ÜLKÜCÜDEN ...

Takıldım şu tenkitçilere!...
İşin kolayına mı kaçıyorlar ne?!...
Yoksa hep beraber mi işin kolayına kaçıyoruz?!...Kimsenin aklına, boy aynasının karşısına geçerek kendisiyle hasb-i hal, kendisiyle hesaplaşma gelmiyor!...
Sanki herkes, kendinden korkuyor, sanki hiç kimse kendinden emin değil!...
Tenkit eden adama bakıyorsunuz: DYP'de!... Etkili, yetkili görevi de var. "MHP ile ne alakan var? Sana ne MHP'den?.." diye soracak olsanız; "Eski ülkücüyüm!.." diyor...
Adama bakıyorsunuz; AKP'de, ANAP'ta, BBP'de,BTP'de hatta DSP'de adam. Ama tenkidine muhatap parti, MHP!... Nedenini merak edip soruyorsunuz; "Ama ben eski ülkücüyüm!..." diyor!...
Bir kavram karmaşasıdır, bir kavram kirliliğidir almış başını gidiyor!...
Polis mafya yakalıyor, ülkücü baba olduğunu yazıyor basın!...
Barlarda, pavyonlarda adına fedai denilen adamlara bakıyorsunuz; bıyıkları yer çekimine uğramış ve sorulduğunda -garip bir tesadüfle hep yaygın basın mensuplarına- "Ülkücüyüm." diyorlarmış!...
Hayasız da, namussuz da, hırsız da, uğursuz da sıkıştığı zaman veya sokakta prim yapmak istediği zaman ülkücü oluyor!...
"Bunu engellemenin imkanı yok!" diyenleri duyar gibiyim!...
Bu kavram kirliliğine, bu kavram karmaşasına son vermek mümkün!... Bu işin mümkün olduğunu, "İmkanı yok!.." diyenlerin de en az bizler kadar bildiklerine eminiz...
Ama olmuyor, yapılmıyor!...
Gün geçtikçe geç kalmışlığımız belirginleşiyor!...
Zaten istenen de bu gibime geliyor!...
Sanki büyük senarist; milletin tek temsilcisi olan, milletin milli refleksi olan ülkücülere, "Eğer bunlar ülkücüyse ben ülkücü değilim!..." dedirtmek istiyor...
Yooook beyler!... Bu kadar basit değil bu işler!...
Bizler, kendi halimize kendi dünyalarımızda bu işe yasak koyduk!...
Bizim olduğumuz yerde; başka partideki kişiler, kim olurlarsa olsunlar "Eski ülkücüyüm." diyemezler!... İzin vermeyiz buna!...
Elbette dünlerine şahit olduğumuz ve yarınlarına kefil olabileceğimiz Ülküdaşlarımız var. Ve onlara "İyi ki varsınız." demekten gurur duymaktayız...Onlar da zaten ölünceye kadar eskimezler...Ve kimseyi de eskitmezler.
Ama yıllarca kenarda gezip ortada görünmüşlerden; ekerken, biçerken olmayan ama harmanda kardeşlik iddiasında bulunanlardan; terk edenlerden, kaçanlardan, dönenlerden, değişen ve gelişenlerden hiç ama hiç kimsenin bizim olduğumuz yerde "Ülkücüyüm." demeğe hakları yoktur.Olmayacaktır da!...
Olmamalıdır da!...
Bu işe teşkilatlarımız müdahil olmayacak mı diye de ciddi endişelerimiz ve beklentimiz var...
Başbuğumuz; "Her ülkücü, otomatikman MHP'lidir." buyurmuşlardı. Bu buyruk, her ülkücünün ÜLKÜMETRESİ olmalıdır...
Demokrasinin gereklerinde "KAVGA" yoktur, doğrudur!...
Savaşın ve kardeş kavgasının nelere mal olduğunu, milletin yıllarının ve canlarının nasıl kıyma makinelerinde kıyıldığını yaşayarak öğrendik...
Ülkücü Hareket; canlar pahasına, kanlar pahasına, ikballer pahasına, vatana hasretlik pahasına, çoluk çocuktan ayrılık pahasına mal oldu bu millete...
Dünün kötülerinin, dünün satılmışlarının bu gün neler yaptığı da gözler önündeyken; neden Devrimci mafya yok?!...
Neden pavyoncu, kadın taciri, hortumcu, dolandırıcı, sahtekar kişilerin devrimcilikleri söylenmez?!...
Yoksa bunlardan hiç mi "Devrimciyim." diyen yok?!...
"Deseler ne olur?" da ayrı bir tarafı işin!...
Artık dünya kabul ediyor ki; şerefsiz serefsizdir, namussuz namussuzdur, hırsız hırsızdır ve Dava Adamı da her ortamda, her şartta Dava Adamıdır...
Ama karen Fogg çocukları, Dolma Kalemler, Uzaktan kumandalı yaygın basının bazı kalemşörleri; sadece Ülkücüleri töhmet altında bırakmak için yapmadık numara, atmadık takla bırakmazlar!...
Günlerdir; kendilerinden başka kimsenin ilgisini çekemedikleri bir olay oldu Ankara'da... Kendilerini yırttılar. Gırtlaklarını parçaladılar; "İkinci Susurluk" diye...
Ne olaydan kimsenin haberi var, ne de gayr-ı meşruya yakışacak yapılmış bir iş!...
Önü açılmış olan, AKP'nin yaptırdığı anketlerde bile Deprem Çadırı mensupları AKP'lilerin uykularını kaçıran MHP'nin, önünün kesilmesi lazım ya!...
Hele çooook uyduruk Sususrluklar yazarlar!...
Hem yazarlar hem okurlar, kendileri çalar kendileri oynarlar ama bilirlerki hem patronlarını, hem yandaşlarını, hem de dışardaki dostlarını kandırırlar!...
Milliyetçilik, kimsenin tekelinde değildir!...
Dinin de kimsenin tekelinde olmadığı ve Muhteşem Türk Başbuğ Atatük'ün de kimsenin tekelinde olmadığı, bir gerçektir...
Ama Ülkücülük, Ülkücülerin tekelindedir.
Şerefsizlerin, gayr-ı meşruların, hırsızların, uğursuzların bu Kutsal kelimeyi, bu güzel ismi ağızlarına alarak kirletmeye asla hakları olmamalı. Dahası bunlara bu söylem ciddi yaptırımlarla yasaklanmalı...
Veee hangi partide olursa olsun, MHP'li değilse hiç kimsenin de Ülkücüyüm demeğe hakkı olmamalı ve bu söylemi kullanırken, hayası olanlar kızarmalı, utanmalı...
Ülkücüden, Kutlu Sevda adamından başka Ülkücüden Kutsal Sefer Süvarisinden başka bir şey olmaz!...
Ülkücüyüm diyenden Ülkücüden başka bir şey olmaz...
Gerisi art niyetlidir, gerisi Ülkücülerin moralini bozmak planlıdır, gerisi en hafifiyle laf ü güzaftır, abesle iştigaldir!..
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@hotmail.com
tokkali_53@yahoo.com