Pazar, Nisan 30, 2006

3 MAYIS TÜRKÇÜLER GÜNÜ' ne...

Bütün dünya Türklüğü'nün "3 Mayıs Türkçüler Günü" kutlu ve umutlu olsun...
Nedir 3 Mayıs Türkçüler Günü?...
Sözümüze kendimize yönelteceğimiz bir soruyla başlayarak, genç Türk Kardeşlerimize de yardımcı olalım istedik...
Büyük mücadele adamı, büyük Türkçü Nihal Atsız Beğ; devrin Başbakanı Şükrü Saracoğlu'nu da kendisi gibi Türkçü zannederek, devletin içine sızan ve kadrolaşmaya çalışan hainleri ve gelişmeye temayül gösteren tehlikeyi işaret etmek için dergisinden açık mektuplar yazar.
Atsız Hoca; devrin Başbakanına hitaben dergisi Orhun'da 1 Mart 1944 ve 1 Nisan 1944 tarihlerinde birer ay arayla iki açık mektup yazar. Devletin içine sızan hainleri haber verir.
Bu hainler içinde daha sonra Bulgaristan'a kaçmaya çalışırken vurularak öldürülen Sebahattin Ali'de vardır...
Bu mektuplar, Başbakan Saracoğlu'nu büyük bir telaş ve endişeye düşürür. Sebahattin Ali'ye destek vererek Atsız Hoca'yı mahkemeye verdirttirir.
26 Nisan 1944'te Ankara Adliyesinde mahkeme başlar.
Dönemin duyarlı ve cesur Türk Üniversiteli gençliği, mahkeme salonunu ve adliyeyi hıncahınç doldurarak Atsız Beğ'e sahip çıkar. Öylesine bir kalabalık oluşur ki Mahkeme Heyeti, salona ancak pencerelerden girebilir..
Bu kalabalık karşısında mahkeme heyeti şaşırır.
Duruşmada Atsız Beğ, Mahkeme Heyeti'ne; "Sebahattin Ali'den sorulsun hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı? " diye sorar. Sebahattin Ali, sessiz kalır. Cevap veremez.
Kalabalık ve Atsız Hoca'nın erkek tavrı karşısında çaresizleşen Heyet, mahkemeyi 3 mayıs 1944 tarihine erteler.
Mahkemenin ikinci celsesinde yani 3 Mayıs'ta Türk Gençliği, bir volkan gibi patlar. Atsız Beğ'e sahip çıkan Türk gençliği, bir daha adliyeyi hıncahınç doldururken dışarda da onbinlerce üniversiteli Ulus Meydanı'na doğru protesto yürüyüşüne geçer.
İşte bu milli coşkunun şahlandığı gün olan 3 Mayıs, Atsız Beğ'in de isteği doğrultusunda 1954 yılından itibaren "Türkçüler Günü" olarak anılmaya ve kutlanmaya başlar...
Aynı mahkeme günlerinde devrin Başbakanı Saracoğlu; "Bizim ülkümüz Türkçülüktür." demesine rağmen, birden bire ters yüz ederek Türkçülük ve Turancılığı, tehlikeli bir oluşum olarak tarif eder!...
Devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs 1944 nutkunda;"Turancılar, Türk milletini bütün komşuları ile onarılmaz bir surette derhal düşman yapmak için bire bir tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine, Türk milletinin mukadderatını teslim etmemek için elbette Cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar genç çocukları ve saf vatandaşları, aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır. Şimdi vatandaşlarımdan iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını isteyeceğim: Irkçılar ve Turancılar gizli tertiplerle teşkillere başvurmuşlardır. Niçin? Kandaşları arasına gizli fesat tertipleri ile fikirleri memlekette yürür mü? Hele doğudan batıdan ülkeler, gizli Turan cemiyeti ile zapt olunur mu? Bunlar o şeylerdir ki devletin kanunları ve esas teşkilatı ayak altına alındıktan sonra başlanabilir. Şu halde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya Cumhuriyetin, Büyük Millet Meclisinin mevcudiyetinin aleyhinde teşebbüsler karşısındayız." diyerek bu vatanperver, milliyetperver insanlara karşı insafsız bir savaş başlatır..
O tarihlerde genç bir subay olan Alparslan Türkş'te bu Türkçü ve Turancı akımın taraftarlarındandır ve nasibi olan tabutluklarla bu taraftarlığı yüzünden tanışır...
Mahkemelerdeki bütün insafsız baskılara karşı duran Yiğit Dava Adamı Atsız Hoca;
"KİMSEDEN HAKSIZ BİR YERE BİR ŞEY TALEP ETMİYORUZ. ATALARIMIZDAN KALAN MİRASIN MEFAHİRİMİZİN GÖMÜLÜ OLDUĞU TOPRAKLARIN BİZİM OLMASI ÜLKÜSÜNÜ KALBİMİZDE TAŞIYORUZ. ORALARI UNUTMAMAK İSTİYORUZ. BEN BUNLARI ŞAHSIM İÇİN İSTEMİYORUM. ORALARDA ÇİFTLİK VEYA APARTMAN YAPACAK DEĞİLİM. MİLLETİM İÇİN DÜŞÜNDÜĞÜM HAKLARDAN DOLAYI DA KİMSE BANA VATAN HAİNİ DİYEMEZ. BU ÇİRKEF İFTİRAYI İADEYE DE TENEZZÜL ETMİYORUM. KİMİN HAİN, KİMİN VATANPERVER OLDUĞUNU TARİH TAYİN EDECEKTİR. HATTA ETMİŞTİR BİLE." diye Türkçe kükreyerek tarih olur ve 3 Mart 1944 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından suçsuz bulunarak beraat ettirilir.
Şimdi bize düşen; 1944 tarihinde "Ülkümüz Türkçülüktür." diyen ama Batı ile yaptığı diyaloglar ve Batının dayatmalarıyla bir anda Türkçülere karşı savaş açan Başbakan'la; gümüzde sıkışınca "Tev Vatan, tek Bayrak, tek Millet..." diyen ama "Türküm" demeyi bir türlü başaramamış ve milliyetçiliği devlet için tehlike gören Başbakanın görüş ve davranış benzerliğini görmek değil midir?...
Başbuğ Alparslan Türkeş'in sağlığında her 3 Mayıs, bir bayram havasında anılır ve yaşanırken, günümüz milliyetçilik yapan siyasilerinin 3 Mayıs'a biganeliğine sitem etmeyelim mi?...
Sağcılığı, solculuğu, hiç bir faydasını görmediğimiz ve kendimizin icat ettiğimiz particilik taasuplarımızı bir tarafa bırakarak, "Türküm" diyen her Türk'ün; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen her Türk'ün 3 Mayıs Türkçüler Günü'ne katılmasını istemek en tabii hakkımız değil midir?...
Bu davet hakkımızı kullanarak;
"Yüzde yüz Türk olduğun gün, Cihan senindir." diye inancını deklere eden Atsız Hoca'yı bir daha rahmet ve minnetle yadederek ve;
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR." inancımızı tekrarlayarak bütün Türklerin "3 Mayıs Türkçüler Günü'nü; bütün Türk kalbimle kutluyorum..
TEVEKKELTÜ A'LALLAH..
Selam, sevgi, dua..
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

Cuma, Nisan 28, 2006

İLK VE SON SAVUNMAM !...

Hayatım boyunca yaptığım işlerden çok az nadim olmuşumdur!...
Ne kimseden aldığım emirle bir şey yapmış, ne de çektiklerimden dolayı kimseleri suçlu bularak sitem etmişimdir...
Yüce Rabb'im ne nasip etmişse yaşamış, çekeceğimi çekmiş, çektiklerimden ve yaşadıklarımdan da -inşallah- gereken dersimi alarak şükrümü eda etmişimdir...
Yarım asrı aşkın hayatımda hiç bir yol yoldaşımı, arkadaşımı,Ülküdaşımı terk etmediğim için de -hamdolsun- terk edilme cezasını hiç yaşamadım...
1969-1970 öğretim yılında liseyi bitirmemle beraber Baba Ocağımdan uçarak, hayatımın nerdeyse tamamını dolduracak olan bir başka ocağa, Ülkü Ocaklarına ram oldum...
Tanıdığım ilk Başkanım, aynı zamanda öz abimdi...
Amcam Oğlumuz ve Dava'nın ilklerinden Ahmet Ali Garipkafkaslı'nın verdiği yetki belgesiyle, 1968 yılında Iğdır'da ilk Teşkilatlardan birini kurarak çıktığımız Kutlu Sefer'e 31 Aralık 2006 yılına kadar aralıksız ve hiç mola vermeden, aynı safta devam ettim...
1968-2006 yılları arasında beraber yola çıktığımız arkadaşlarımızın,ülküdaşlarımızın çoğu hatta tamamına yakını, son yıllarda safımızı terk etmeye başlamıştı...
Her giden ülküdaşımı duydukça yüreğimin bir yeri kararıyor, gönlümün bir yeri yaralanıyordu!...
Gidenlere asla küsemiyordum ama ziyadesiyle gönül koyuyor ve yakaladıklarıma bizzat, elime geçiremediklerime de yazılarımla sitemnameler gönderiyordum!...
Yüce Rabb'im tarafından Başbuğsuzluğa reva görüldüğümüz o meşum, kara 4 Nisan'dan sonra; giden ülküdaşlarımızın sayısı gözle görülür derecede arttı...
Taşradan kalemimizin, dilimizin gücünün yettiğince Teşkilat Yöneticilerimize seslenerek; bu gidişlere, bu göçlere mani olunmasını yalvararak istedim...
Sesimizin duyulmadığını zannederken; devrin Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısının masasında, fosforlu kalemlerle işaretlenmiş olarak feryatlarımızı gördüğümde sevinmiştim. Teşkilatlarımızın sesimizi duyduğunu ve duyduğuna göre bir tedbir alacaklarını zannederek kendimi teselli etmiştim!...
Oysa tamamen aksi oldu!... Gidenlere engel olmak yerine, kalanları da göndermek için özel gayretler safedildi!...
Başbuğumuz'un; öz oğullarından çok daha fazla "Oğlum" diye hitabettiği yakın mesai arkadaşları, tek tek devre dışı bırakıldı!...
Ne eski Ocak Genel Başkanlarımızdan, ne de eski Gençlik Kolları genel başkanlarımızdan kimse teşkilatlarda kalmadı...
Genel Merkezde bunlar olurken, taşrada da eski Teşkilat kurucuları, eski kanaat önderi Ülküdaşlarımızdan hiç kimse teşkilatlarda bırakılmadı!...
Ve her gideni duyduğumda, gittiği için çok sitemler ettim!... Çok yüklendim!..."Kendinizi dünyanın merkezi zannetmeyin! Başbuğumuz öldü, kıyamet kopmadı!...Sizin yokluğunuzu fark etmeyiz bile!..." diyerek özellikle incitmeye çalıştım!...
Yanlış yapmışım!...
Haddimi aşmışım!...
Şimdi Allah(c.c.) nasip eder ve izin verirse tamamından tek tek özür dileyerek, helallik almaya çalışacağım...
Gerekirse; bu kanaat önderi Ülküdaşlarımın, bu Ülkü Devleri'nin isimlerini tek tek yazarak unutanlara ve unutturmaya çalışanlara hatırlatacağım...
Bu kadar Ülküdaşım yanlış yaptıysa eğer, bir yanlışta ben yapmaya karar verdim!...
Yoook bu kadar Ülküdaşım doğru yapmışlarsa zaten mesele yok!... Sadece onlara biraz gecikmiş olarak katılmanın üzüntüsünü yaşayacağım...
Veda yazımdan sonra yazdıkları iletilerle veya bizzatihi arayarak bana yürek ve cesaret veren arkadaşlarıma yürekler dolusu şükran...
Ben fakıre olduğumdan fazla ihtiram göstererek ve "Hocam! Ne yaptın?!.." diye hayret ve sitem gönderen genç yüreklere de kurban olurum... Onları üzmüş olmam kadar bana ceza verebilecek, canımı acıtabilecek bir yaptırım mümkün değil...
Onlara sadece sevgilerimi, dualarımı göndererek beni anlamak için bile zahmete girerek akıllarını karıştırmamlarını tavsiye ederim...
Bana kızsınlar, bana küssünler ki haklıdırlar!...
Ama Rabbim şahidimdir ki; o genç yürekler, son beş yıldır istenmediğim yerde kalış sebeplerimdir...
Hiç bir şeye yaramayan, sadece oturanı atıllaştıran ünvanlı bir koltuk uğruna Ülküdaşlarından kolayca vaz geçenler yüzünden, o muhteşem Teşkilatların dışında kaldık!...
Kimsenin yerine talip olmadık!... Adaylık talep etmedik!... İhale istemedik!... Makam mevki aramadık!...Hatta gücümüz yettiğince hevesli arkadaşlarımıza referans olarak taleplerinin karşılanmasına yardımcı olmaya çalıştık!...
Ama bu harislerden hangisine yardımcı olduysak, onlar bizi kendilerine potansiyel rakip vehmederek, bizi incitmek için özel gayretler sarf ettiler!...
Canları sağ olsun!...
Bu yapılanlar da bir insani davranıştır!... Elbette herkes kendine yakışanı yapacaktır ve yapmıştır...
Ben fakıri ciddiye alarak kızanlara kızmıyorum haşa!... Küsenlere küsmüyorum haşa!...
Sadece; saymakla bitiremeyeceğim kadar kanaat önderi Ülküdaşımın yaptığını, gecikmiş olarak ta olsa ben de yapmaya ve istenmediğim yeri terk ederek rahatlamaya ve rahatlatmaya karar verdim!...
Elbette hala orada kalanları sevmekte ısrarcıyım ve sabırlar diliyorum tamamına!...
Çünkü "Boşadığı karıya o....u diyen, peşinen p.....nktir!..." edep ve kültürüyle büyüdük biz...
Hiç kimseyle edepsizce siyaset yarışına girmeyeceğimi, bir daha hatırlatarak; bana sitemler gönderen yürektaşlarımdan bir daha özür dileyerek, hayatımın 38 yılını geçirdiğim Yuvam'dan artık uçtuğumun kabul edilmesini rica ediyorum...
1968-1997 Dört Nisan'ına kadarki sürede ömrümü hibe ettiğim teşkilatlarıma, bütün emeklerimi helal ediyorum defaatle...
Başbuğum'a kalan ömrüm süresince de sadık kalacağımı, her kulluk gereği huzura durduğumda, elimden geleni yapmaya devam edeceğimi, kalanları da, terk eden veya dışlananları da sevmeye devam edeceğimi bir daha beyan ederek İLK VE SON SAVUNMAM'dır...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

Çarşamba, Nisan 26, 2006

ILIMLI İSLAM, SİYASAL İSLAM VE İRTİCA...

Lazım mıydı, günümüzün en önemli meselesi miydi bilemem ama yine bir irtica söylemidir, mürtecilik tehlikesi gibi söylemlerdir aldı başını gidiyor!...
Söyleyenler sıradan insanlar değil, dinleyenler sıradan değil...
23 Nisan 2006 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin olağanüstü toplantısının konusu da yine aynıdır; İrtica!...
"Ehl-i kitaptan bir grup şöyle dedi: Müminlere indirilmiş olana sabahleyin (görünüşte) inanıp akşamleyin inkar edin.Belki onlar (böylece dinlerinden) dönerler."Al-i İmran 72
Kur'an-ı Kerim'e göre irtica; ehl-i kitap lehine işletilen bir fitne olarak tarif edilmişken tarih boyunca itibarı, alkışı müslümanlardan almış ve emperyalist güçler lehine işleyen bir kurum olarak varolmaya devam etmiştir yazık ki!...
Günümüzde de bilerek veya bilmeyerek; destek verdiğimizi zannederek veya tenkit ettiğimizi zannederek irticayı diri tutmaya devam ediyoruz!...
Profesör Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK'e göre; " İrtica, dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır."
Yine Prof.Dr.Öztürk'e göre; Kurtuluş Savaşı Destanımız temelde iki düşmana karşı verilmiştir:Vatansızlar ve İmansızlar...
"Dikkatle ve basiretle incelendiğinde görülecektir ki Kurtuluş Savaşı Maceramızda vatansızlar içinde önemli miktarda mürteci vardır." tesbiti de Sn.Öztürk'ündür...
23 Nisan 2006 günlü Olağanüstü Meclis toplantısında Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk; "Eğer ortada bir ihanet yoksa, din omurgalı yanlışlar irtica diye anılamaz. Dindardaki yanlışlar, hurafe olur, cehalet olur, geleneksel tutuculuk olur. Bunların tümü bilgisizlik, bilinçsizlik olayıdır. İrtica isebilinçli ve organize hıyanet olayıdır." diyor.
Tesbitse bu kadar doğru, tarifse bu kadar net yapılabilir!...
Bu memleketin samimi dindarlarıyla Devletin kurumlarını karşı karşıya getirmenin ne akılla, ne vicdanla, nede devletin çıkarlarıyla bir alakası olamaz!...
Memleketin samimi dindarlarıyla devletin bazı kurumlarını karşı karşıya getirmek ancak bilinçli ve organize hıyanet odakları, mürtecilerin işine gelir!...
Milletimiz, uyanık olmak zorundadır!...
Milletimiz; kendinden olanla, kendindenmiş gibi görünerek bilinçli ve organize hıyanet grupları mürtecileri, ayırt etmek zorundadır!...
Seçimlerden seçimlere değişen hükumetler sonucu, bazan günümüzde de yaşadığımız gibi "Siyasal Deprem Çadırları" oluşabiliyor!... Ama yaşanarak görülmüştür ki deprem çadırlarında toplananların tamamının gözü ya kendi evlerinde ya da yapılacak olan "Kalıcı Afet Evleri"ndedir...
Son Deprem Çadırı AKP'deki siyasal depremzedeleri, anlamakta sıkıntı çekmekteyim!... Bu depremzedelerin nerelerden ve nasıl geldiklerini, hem bizler hem de kendileri çok iyi bilmektedirler...
Birileri kızsa da "Deprem Çadırı"nın oluşmasına sebeplerden sayılan Erken Seçim, koalisyon ortaklarından MHP'nin yaptığı doğrulardandır!... O erken seçim kararı; sür'atle bir deprem çadırının oluşmasına ve halkın nasıl kaygan bir zeminde siyaset yaptığının anlaşılmasına vesile olmuştur veya olmalıdır...
O erken seçim kararı; akıl ve izan sahibi bütün siyasilere, halkı çantada keklik görmenin ne kadar yanlış olduğunu anlatmıştır veya anlatmalıdır...
Ama göz ardı edilen, atlanan veya görmezden gelinen bir gerçek vardır ki o erken seçim kararının alınmasını gerektiren ortamın oluşmasında da "bilinçli ve organize hıyanet şebekeleri" mürtecilerin katkıları, çok fazladır!...
Millet olarak canımızı acıtacak gerçektense duymak istediğimiz yalanları, çok ustaca söyleyen mürteciler sayesinde; "Deprem Çadırı"nın direği, omurgası bu mürtecilerden oluşmuş gibi görünüyor!...
Muhteşem Türk Atatürk; "Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki her iyi, güzel, her faydalı şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica derler." şeklinde kendine yakışan muhteşem bir tesbitte bulunmuştur...
Biz, bu söylenen doğrulardansa, duymak istediğimiz yalanlara itibar ettiğimiz için sık-sık "Deprem Çadırları" oluşmasına vesile oluruz...
Önce; bir yerlere tepki olarak, bir yerleri siyaseten cezalandırmak adına en son yapılması bile gerekmeyen işleri yapar, seçilmemesi gerekenleri seçer sonra da feryad ü figan eyleriz!...
Kendi elimizle kendi gözümüzü çıkarır sonra da kör olduk diye feryat ederiz!...
Dünyanın, tarihin en tecrübeli milletiyiz!...
Töreli, türeli milletler sıralamasında birinciliği asla hiç bir millete vermeyiz ama nedense tarihimizde de en çok kandırılan, çok hain üreten bir millet gibi görünmekteyiz...
Artık bize yakışmayan bu yamalama tariflerden kurtulmak zamanıdır!...
Artık asla taşıyamayacağımız ve asla hak etmediğimiz tariflerden kurtularak kendimize dönme zamanıdır....
Taassup adıyla, mutaassıplık adıyla üstlendiğimiz suni particilik fanatizmlerimizden kurtulmak zamanıdır!...
Bu gereksiz fanatizmimiz yüzünden çok şey kaybediyoruz...
Yine çok gariptir ama gerçektir ki kaybettiren de biziz, kaybeden de!...
Deli tarifinden başka hiç bir tarife uymayan bu tariflerden sür'atle sıyrılarak "zeki, çalışkan" tarifli Türk Milleti'ne yakışır edamızı, sür'atle sergileme zamanıdır!...
Geçen zaman da bizimdir, acıyan can da!...
Dertlerimiz bellidir, hastalığımız teşhis edilmiştir!...
Bu dertleri, millet olarak kendimiz icat ettiğimiz için teşhiste hiç itirazımız yoktur ama reçeteleri, hep denenmiş oldukları için kabulde zorlanıyoruz ki haklıyız...
Günümüz siyasilerine benzemeyen, ve reçete diye dayatılan hiç bir siyasi vaatlere benzemeyen; "Türkiye'yi Türkiye'den yöneteceğiz." inanç ve sloganıyla yola çıkan hareketi, Türk Milleti'nin bir an önce görme zamanıdır...
Bizlere düşen görev ise; bu "Milli Reçete"yi sür'atle milletimize göstermek gerekirse kapı kapı dolaşarak anlatmaktır vesselam...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
tokkali@gmail.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazar, Nisan 23, 2006

VEDA VE SEFERE DEVAM !...

"Artık ben sustum!.." demiştim!...
Peşine "Biz Böyle Susarız!.." diye feveran etmiştim!...
"Seferimiz Var!.." diye naralar atmıştım...
Suskunluktan vaz geçtim!...
Susarak naralar atmaktansa, naralar atarak susması gerekenlere -gücümüz yeterse- sesimizi duyurmayı tercih ettim!...
Herkes mutlaka ama mutlaka en iyi kendini tanır. Karakter sahipleri, sağlam rahle-i tedrislerde yoğrulmuş edepli insanlar, kendilerini çok iyi tanımalarına rağmen -edeplerinden- kendilerini anlatamazlar!...
Bu karakter ve kişilik sahiplerinin kendilerini anlatmak, kendilerini tanıtmak gibi bir abesle iştigalleri de mümkün değildir ve görülmemiştir.
Ama bu kimlikli, kişilikli insanları sevenler; onların tanınmamasından, onların yeterince kabul görmeyişlerinden ziyadesiyle rahatsız olurlar!...
Rahmeti Babam ve Amcalarım'ın 1965 yılından beridir tanıyarak ram oldukları Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş'in ailemizdeki gönül tahakkümünden dolayı, sülalece MHP'li, sülalece Türkeşçi olduk ve hep te Türkeşçi kaldık...
Türkeşçi olarak çıktığımız hayat yolculuğunda ne zaman ve nasıl Ülkücüleştiğimizi bilemeyerek Ülkücüleşenlerden olduk...
Aile olarak, sülale olarak bizde Türkeşçilik= Ülkücülük; Ülkücülük= Türkeşçilik olarak kabul görmüştü...
Maalesef, kara bir 4 Nisan'dan sonra siyasi atmosfer, kara bir bulut olup çöktü üstümüze!...
İnadına, inadına bir şeyler yapıldı Türkeşçi yürekleri incitmek için!...
Ama bizler; "Olur ilk kez Başbuğsuz kalıyoruz, Başbuğsuzluğun ağırlığı altında art niyetli olmayan affedilebilir hatalar yapıyoruz! Teşkilatlarımızı ve teşkilat yöneticilerimizi yalnız bırakamayız!...Teşkilatlarımızı terk edemeyiz!..." dedik durduk...
Teşkilatları ama kızarak, ama küserek terk eden arkadaşlarımıza olmadık sitemlerle yüklendik!...Beraber yola çıktığımız arkadaşlarımızdan bir yerlere gidenlere de saldırdık, bir yerlere gitmeden kendi ayakları üzerinde yeniden teşkilatlanmaya çalışanlara da!...
Bu arkadaşlarımıza sözlü ve yazılı olarak asla inkar edemeyeceğimiz sözlerle saldırdık!...
Teşkilatımız diri kalsın, teşkilatlarımız birlik adresi olsun diye çırpınıp durduk!...
Taaaa ki; 2005 yılını 2006'ya bağlayan Cumartesi gününe kadar!...
1 Ocak 2006 tarihi itibariyle, etrafımıza baktığımızda ve geçmişi hatırlayarak kendimizi yargıladığımızda gördük ki, benzer sebeplerden bütüne yakın yol yoldaşlarımız, MHP'de değiller!... Ve tamamına yakını da benzer ve çok bilinen sebeplerle MHP'den uzaklaştırılmışlar!...
1 Ocak 2006 tarihi itibariyle sitem ettiğim, -samimiyetimizden hareketle haddimi aşarak- hakaretler ettiğim Ülküdaşlarımı, tek tek gözden geçirmeye ve saymaya başlayınca gördüm ki; istenmediğim MHP'nin zirvesince söylenmesine rağmen, istenmediğim MHP'de benden başka yol yoldaşım kalmamış!...
"Artık Ben Sustum!.." diye nara attığımda, bu rahatsızlığımı ve yalnızlığımı bütün yoldaşlarıma duyurarak, hepsinden özürler dilemiştim!...
Tekrar hepsinden haklarını -Allah Rızası için- helal etmelerini diliyorum!...
Hayatım boyunca hiç bir Ülküdaşımı, hiç bir arkadaşımı, hiç bir dostumu terk etmedim!... Siyaseten MHP'yi terk edenleri, MHP'ye sahiplenerek beni terk etmiş saymama rağmen ve onlara siyaseten hiç bir destek vermememe rağmen hiç bir Ülküdaşımla irtibatımı kesmedim, kesemedim!...
Allah(c.c.) hepsinden razı olsun ki Onlar da ben fakıri hiç yalnız bırakmadılar!... Çünkü Rahmetli Başbuğumuz; öylesine kuvvetli bir bağ kurmuştuki aramızda, çoğu kez akrabalığın da, hısımlığın da siyasi husumetin de önünde ve üstünde oldu bu bağ...
1968 yılından beridir fiilen ve aktif bir MHP propogandisti olarak yaşadım. Yaklaşık 40 yıldır MHP ile yatıp MHP ile kalktım!...
Başbuğlu MHP'ye ömrümü hediye etmiştim. Nadim değilim. Helal olsun, helal olsun, helal olsun!... Ama Başbuğsuz MHP için aynı şeyleri hiç söyleyemedim, şimdi de söylemeyeceğim!...
Mevcut MHP'nin zirvelerinden birinin söylediği; "Böyle şerefsizlik mi olur? 25 yıldır herkes ülkücü hareketten alacaklı!...Bir borçlu olanı göremedik!.." tarifinden beridir yani 1 Ocak 2006 tarihinden beridir -sözün sahibine gereken cevabı vermiş olmamıza rağmen- MHP propogandistliğine ve siyasi sohbet ve söylemlerime, ara vermiştim!...
Oysa konuşulacak zamandı!... Asla susulacak zaman değildi oysa!...
Yaklaşık 40 kırk yıllık birikimimizi, yaklaşık 40 yıllık milliyetperverliğimizi, vatanperverliğimizi, ömürler çöplüğü ve Mahşer Günü'nün bekleme salonu olan mezara sessizce götürmek zamanı değildi asla!...
Ama nedenini asla anlayamayacağım bir şekilde susmamız istendi!... Kendimizin çalıp kendimizin oynadığımız kulvarlardaki sesimizin, önü kesildi!...
"Susma sustukça sıra sana gelecek!..." dip dalgalanmasının, yerel ve tamamen milli seslerinden birini daha susturmak isteyenler oldu!...
Halbuki Allah(c.c.)'ın bizi, millet adına konuşmak, millet adına naralar atmak için yarattığına inanarak büyümüştük!... Bu yolda çektiklerimizle olmaya hevesliydik!... Kendimizi "Kutlu Sevda'nın Süvarileri" diye isimlendirmiştik!...
Seferimize ara vermek isteyenler oldu sanki!...
Ve biz de daha doğrusu ben fakırde; susmaktansa, atıl kalmaktansa milletime, Başbuğumdan aldığım terbiyeyle; nerede, hangi siyasi kimlikte olursa olsun hiç bir ülküdaşımla edepsizce siyasi yarışa girmeden, hiç birine küsmeden ve inşallah hiçbirini küstürmeden konuşmaya ve mücadeleye devam kararı aldım...
Artık aynı Kutlu Seferime, bir başka güzergahtan devam etmek istiyorum.
Halka hizmet, Hakk'a hizmet mantığıyla; Rahmetli Osman Bölükbaşı'nın; "İmanım padişah ben de onun veziri oldum.Hiç bir hükumet bana bu ikbali veremezdi." ahlak ve düsturuyla HALKIN YÜKSELİŞİ PARTİSİ'nde siyasete devam kararı aldım...
Tekraren nerede, hangi kimlik ve ünvanla olursa olsun beraber yola çıktığım hiç bir Ülküdaşımdan vaz geçmeden, hiç biriyle asla-edepsizce- yarışa girmeden, Allah Rızası için mücadelede ise felekle bile yarıştan imtina etmeden, seferime kaldığım yerden bir başka güzergahta devam kararındayım...
Hiç bir Ülküdaşımın, yoldaşımın, arkadaşımın da bana bu konuda sitem etmeyeceklerine inanarak ve geçmişte sitem ettiğim dostlarımın, aynı üslubumla sitemlerini, şimdiden kabul ettiğimi açıklayarak, MHP'de kalan Ülküdaşlarıma veda ediyorum...
Kaçanın da kovalayanın da "Allah" diye yalvardığı günümüzde, susturulmayı hak etmediğimize inanıyorum!...
Ne kimseye sitemimiz, ne kimseye küskünlüğümüz var!...
Allah Rızası için sefere devamdan başka bir kastımız da yok!...
Gönlümüzü, en iyi Rabb'im bilir...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 18, 2006

ORTAÇAĞ GERİCİLERİNE...

Korkaklar çok karabasan görürler!...
Ben de, ara sıra 'birileri'ne seslenirim...
Ama benim seslendiğim birileri, korkak oldukları için ihanetten ihanete koşanlar ya da hain oldukları için korkak olanlar, olurlar hep!...
Elbette korkaklar, rüyalarında dünyayı fethedemezler!..Korkaların hayalleri de, rüyaları da korktukları için sığındıkları güç veya güçlerin başarılarıyla doludur!...Korkaklar; hayallerinde de, rüyalarında da korkmaya devam ederler!...Uyandıklarında üzerlerinden silindir geçmiş gibi olurlar!...Ayak seslerinden, sessizlikte kendi aldıkları nefeslerinin sesinden de korkarlar!Çünkü hayatlarında hiç ama hiç kendileri gibi yaşamamışlardır...Aldıkları görevler gereği rollerini yaparken -rol gereği- çok cesur görünseler de, korkuları rüyalarını, hayallerini işgal etmiştir...
Korkaktan kastım, hain; hainden kastım da korkaktır elbette!...
Yoksa cesaretle korkaklığın, birbirine çok yakın kavram ve davranışlar olduğunu yaşadıklarımızdan, gözlemlediklerimizden hareketle bilenlerdeniz...
Uzaktan kumandalı rüzgar güllerimiz, siyasi topaçlarımız hatta "Dolma kalemler"imiz, son günlerde kendilerine çok yakışan bir davranış daha sergileyerek korkulması gereken bir tehlikeyi,-Amerika'yı yeniden keşfetmişçesine- yeniden gündeme taşımaya çalışıyorlar. Nedir bu tehlikeden öte afetin adı? "İrtica!.."
Allah, Allah!...
Nemenem bir şeydir bu irtica?
Önce nedir bu irtica? Sözlük anlamıyla, ricat etmek yani geri dönmek... Geri dönmek olunca da gericiliğin karşılığı gibi bir tarifle karşımızda!...
Acaba ricat etsek ne olur?
Yani kelimenin sözlük anlamından hareketle geri dönmeye niyetlensek ne olur? Veya biz bu geri dönüşü, bu ricatı becerebilir miyiz?... Vallahi mümkün değil!...
Bir de düz mantığımla baktığım zaman zaten aklım karışıyor benim!... İlericilik, aydıncılık, medenicilik adıyla bu irtica denen tehlikeye karşı duranları, anlamakta sıkıntı çekiyorum!...
İslamiyet'ten bin yaş daha eski olan, geçmişi ve tarihi engizisyon uygulamaları, diri diri insan yakarak şeytan çıkarmalar, giyotinlerde baş kesmeler, mezhep çatışmaları yüzünden yüzlerce yıl oluk oluk kan akıtmalarla dolu Hristiyanlığın mensupları ve savunucuları, yani batı, yani Haçlı, İslamiyetten bin yaş daha eski olmasına rağmen İlerici!...
Hristiyanlıktan bin yaş daha eski olan Yahudilik, yani İsrailiyat, yani Siyonizm ve bunu savunanlar ilerici!...
Allahınızı severseniz aklınız başınıza toplayın!...
Eğer ben "İslamım, Elhamdülillah Müslümanım." dediğim için mürteci isem, gerici isem; Hristiyanım diyenler, yahudiyim diyenler, gericiden de öte karanlık ve karanlıkçılar olmaz mı?...
Kapı köpekliğinin gereği yok!...
İtin korktuğu yere ürüdüğünü bilmez miyiz biz?!...
İslamiyet'ten bin sene daha eski bir dinin savunuculuğunu yapan, son yüzyılda Haçlı'nın silahşörlüğüne ve dünya jandarmalığına soyunan gerici oğlu gerici, "buş oğlu buş" Irak'a yapılan saldırı ve işgali, Haçlı Seferi olarak açıklarken, bu insafsız gericilerden yana olan ilericilerimizi, korkaklıkla itham etmezsem neyle itham ederim?...
Bu gerici oğlu gerici, bu "Buş oğlu Buş"; yeni saldırılara hazırlanırken, yeni seneryoları sahneye sürerken bizim irtica ile, dinle, dindarla gereksiz uğraşımızın Allah aşkına mantığı var mıdır?...Ve böylesi mantıksız bir meşguliyetin zamanı mıdır?!...
Siyasilerimize, yönetim için görevlendirdiklerimize Kutatdgu Bilig'den bir alıntıyı bir daha hatırlatmak isterim:
"Ülkeyi elde tutabilmek için orduya ihtiyaç vardır.Orduyu besleyip donatmak için de çok mal ve servet gerekir. Orduyu besleyip donatacak akçayı bulabilmek için de halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de yöneticiler doğru yasalar koymalıdır. Bunlardan biri ihmal edilecek olursa dördü de işe yaramaz. Dördü de işe yaramaz olunca devlet yönetimi çözülür, ülke yönetimi bozulur...."
Bu alıntı Yusuf Has Hacib'in 1070 yılında yani günümüzden 900 sene, hatta yaklaşık bin sene önce yazdığı kitabından, bir kaç cümle...
Günümüzü anlatmış, terif etmiş sanki değil mi?!...
Eğer gericilik; geri dönüp Yusuf Has Hacip gibi değerlerimizin öğütlerinden pay almak diye yorumlanabilirse veya böyle bir ricata itiraz eden çıkmazsa, gelin hep beraber mürteci, ricatçı, geri dönüşçü olalım!...
Muhteşem Türk Atatürk'teki; Yusuf Has Haciplere, Kaşgarlı Mahmutlara, Cengiz Hanlara, Timurlara benzemek için yapılan cehdi anlasak veya o kadarcık gericileşebilsek(!), Vallahi dünyanın en ilericileri yine biz oluruz!...
Açıkçası; gereksiz zamanlarda, gereksiz işlerle uğraşarak milleti de gereksiz münakaşaların içine çekerek dikkat dağıtmanın, korkaklığın gereği yok!...
Korkaklığı; orta çağ gericiliğini savunarak yapılan, ilericilik maskesiyle kamufle etmenin de mantığı yok!...
Biz Müslüman Türküz... Biz ilayı kelimetullah iddiası olan bir milletiz... Biz dünya nizamından kendini sorumlu tutan bir ırkın ahfadıyız...
Biz bunları tekrar söyleyelim.
Gerici oğlu gericiler, asıl mürteciler, asıl ortaçağ karanlıkçıları, bize ne derlerse desinler!...Eğer yeniden gelmek gibi bir niyetleri varsa gelsinler. Yeniden boylarının ölçüsünü alarak gitsinler. Onlar gelmeye niyetlenebilirler ama geldikleri yere dönebileceklerini Allah(c.c.) bilir...
Yel kayadan ne götürür Allah aşkına!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

Pazar, Nisan 16, 2006

PKK'nın SOSYETELERİ !...

Pazar günü sabah yürüyüşümü yaptıktan sonra dinlenmek ve bir sabah çayı içmek için mahalle kahvesine daldım.
Pazar yani tatil günü olmasından olsa gerek ki daha öğlen olmadan kahve tıklım tıklımdı...
Hem havadar olsun diye hem de başka yer bulamadığım için kapıya yakın bir sandalyeye iliştim. Atadan miras alışkanlığımla "kıtlama" çayımı içerken, ister istemez yan masanın sohbetine kulak misafiri oldum.
4-5 kişi bir masanın etrafında toplanmış, hararetli hararetli konuşuyorlardı. Dillerinden, daha doğrusu ağızlarından doğulu veya güneydoğulu oldukları belliydi.
Kırık aksanlarıyla ve 4-5 kişi bir arada olmalarına rağmen kürtçe değil, kendilerine has şiveleriyle türkçe konuşuyorlardı.
Türkçe konuşun diye bir zorlayan yoktu!... Pek ala 4-5 kişinin bir arada oluşunun verdiği rahatlıkla kürtçe konuşadabilirlerdi. Ama Türkçe konuşuyorlardı!... Gayr-ı ihtiyari dikkatimi çekti bu muhabbet.
Hele birinin, içlerinde en yaşlı olanının veya duyarlılığından olsa gerek saçları en fazla ağarmışının, kendine has üslubu ve muhteşem öfkesiyle söyledikleri, aklımı başımdan aldı!...
- Ulaa! bene baxın!... Bunnar PKK'nin sosyetikleri!...Bunnar, Çangayada otirirler, Boğuzda otirirler, ema bizim uşaxlarımizi dağa gönderirler!... gendilerine heçbişe olmez!... Diyen adamın ağzından öfkesi fışkırıyordu...
Tarife aklım gitti!... Tarife şapka çıkardım!...
"PKK'nin Sosyetikleri" yani PKK'nın Sosyeteleri!...
Ankara'nın, İstanbul'un, İzmir'in ve Akdeniz'in en güzel, en sayfiye yerlerinde, milyon euroluk villalarda oturan, PKK Sosyeteleri!...
Kan içiciler!... Vampirler!...
Silahlı çatışmadan, ölen-öldüren insanların duygularından geçinen duygu sömürücüleri!...
İnsanlığın yüz karaları!...
PKK'lıyı görünce en hızlı PKK'lı, Devlet Yetkililerini görünce en sadık tebaa oluveren yanardönerler!...Kaypaklar, kahpeler!...
Hepsinin altlarında, -yine o öfkeli vatandaşın tarifiyle, toz parasıyla alınmış- son model arabalar. Hepsinin, her yaştan, 3-4 karısı yetmezmiş gibi büyük şehirlerin gece kuşlarından 1-2 sevgilisi!...
Çoğu, asker kaçağı!...İstisnalar hariç tamamına yakını vergi kaçakçısı!...
Çoğunun işi, Başkent'te lüks otel lobilerinde Devlet İhalelerini pazarlamak!...
Başbaşa kaldıklarında veya bizim uzaktan kumandalı, "Dolma kalemler"den oluşan karanlık aydınlarımızla bir araya geldiklerinde; ezilen, sömürülen, hakları gasp edilen mazlumlar!...
Fısıltı gazetesi'nin manşet haberlerine göre, çok bilinerek çökertilen "Türk Mafya"nın yerine her yerde "Kürt Mafya" monte ediliyormuş!...
Çökertilen son "Türk Mafya" Sedat Peker'in, bir gazeteciye yazdığı mektubunda bir tesbit var ki; öfkeli vatandaşımızın dediği gibi gerçekten PKK'nın Sosyeteleri sahnede...
Sedat Peker mektubunda; "Üniversitede öğrenciyken idealini sorduğumuzda bağımsız Kürdistan'da bakanlık yapmak, diye idealini açıklayanların bakanlık yaptığı ülkemde cezaevinde olmak benim için şereftir." diyor!...
Artık birilerinin, Devletimizin yetkili kurumlarının; bu PKK Sosyetelerine, bu ideali Kürdistan bakanlığı olan ve şu an kabinede bakanlık yaptığı ihbar edilen kişilerle ilgilenmeleri zamanıdır!...
Bu yetkililerin şunu da bilmeleri gerekir;
Türk Milleti vakurdur.Kendinden emindir. Sabırlıdır. Ama artık o muhteşem sabır taşarak muhteşem ve engellenemez bir öfkeye dönmek üzredir...
PKK'nın Sosyeteleri, artık Türk Milleti'ni rahatsız etmektedir!...
Ufacık bir toplu hareket kıvılcımında; bu kimin atına binerse onun düdüğünü çalan PKK Sosyetelerinin yaşama hakları kalmayacaktır.
Devletin, onları şimdiden korumaya almasını öneririm!...
Bayrağımıza hakaret edenleri seyretmekle görevlendirilen, kendilerine taş atanlara kaçamakça sapanla cevap verecek hale düşürülen, kaçakçılıklarını artık pervasızca yapan PKK Sosyetelerine siyasi dayıları yüzünden bir şey yapamayan Polisimizin, uygulamaları da, artık Türk Milletini rahatsız etmektedir...
Yasalar, sadece yasalara uyanlar için midir?...
Yaptırımlar, sadece devletine sadık olanlara mıdır?...
Yoksa bu da Türk Milletini Emniyet Güçlerinden soğutmak için, ayrı bir seneryo mudur?...
Doğu ve Güneydoğulu Kürt kardeşlerimizin %90 hatta %95' inin PKK karşıtı olduğunu, o bölgenin insanı olarak birebir bilenlerdenim!...
Artık metropollerimizdeki bu PKK Sosyetelerine karşı bir tedbir alınmalıdır. Çünkü bu PKK Sosyeteleri, aynı zamanda PKK'nın finansörlerindendirler!...
Bunu ben söylesem, taraflılıkla suçlanabilirdim ve belki uyar yeri de olurdu.
Ama Doğulu vatandaşlarımız, Ankara'da 4-5 kişi bir araya geldiklerinde bu PKK Sosyetelerini konuşuyorlar!...
Bunları sağır sultan bile duymuşken; duymayan yetkililerimizden siyaseten endişeleniriz!...
Hatta endişeleniyoruz!...
Günü geldiğinde sandıkta biz bunlardan hesap sorarız ama yetkililerimizin gün geçirmeden bu "PKK Sosyeteleri" ne müdahelesi gerek...
Umarız yarın çok geç olmaz!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

HUZUR VE AHLAK...

Huzur...
Herkesin aradığı, herkesin mutlaka istediği ortam...
Nedir bu huzur?..
Yakalanması, bulunması, sağlanması bu kadar zor mudur bu huzurun?!...
T.D.K.'nun Türkçe Sözlüğündeki anlamıyla Huzur: "Dirlik, baş dinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık."
İnancımız ve halk arasındaki ve osmanlıcada ki anlamıyla ise: "İbadet neticesi hasıl olan rahatlık, gönül ferahlığı." anlamını taşıyor huzur...
Hangi anlamına göre bakılırsa bakılsın; aranan, aranması gereken ve insana çok yakışan bir ortam huzur...
Huzuru sağlayan da, -çok gariptir- huzuru kaçıran da insan!...
Önce kaçırıp sonra yeniden yakalamak için, huzur peşinde olmaz işler yapan da insan!...
Bir şeyleri artık yargılamamız lazım!...
Artık herkesin kendine göre var ettiği ve kendine göre imanmışçasına savunduğu, yapmacık taassuplarımızı yargılamamız lazım...
Ahlak sohbetleri yapılmalı artık!...
Hiç bir ahlak tarifine yakışmayan ahlaksızların, ahlaklılık adına ahlaksızlık yapmalarına göz yummamamız lazım!...
"Benim ahlaksızım!" diye bir sahiplenme olamaz, olmamalı!...
Ahlaksız kimse, neredeyse, hangi ortamdaysa oraların iyi ahlaklı olanları, bu ahlaksızları deşifre etmeli, bu ahlaksızlar artık toplumdan tecrit edilmeli...
Toplumda huzuru sağlayabilmek için, ahlaklı insan sayısını çoğaltmak lazım.
Kapitalizmin bütün acımasızlığı ile saldırdığı ve yok etmeye başladığı ahlak yüzünden, insanlık can çekişir hale geldi!...
Bütün semavi dinlerin, hatta bütün inançların yasakladığı şeyleri kapitalizm, mubah sayarak ahlaka galip gelmek üzere!...
Hepimiz, öncelikle kendimizden başlayarak ahlakımızı yargılamaya başlamalıyız!... Kolay gibi söylenmesine rağmen, dünyanın en zor işi bu!...İnsanın nefsine, egosuna, benliğine karşı savaş açması hiç te öyle söylendiği kadar kolay bir iş değil. Çok zor olmasa bu mücadelenin adına "Cihad-ı Ekber" yani büyük cihad denmezdi...
Ahlaklı insan, öğüdü yuvada alır. Yani aile terbiyesini iyi ve doğru almış insanlar, ahlaklı insanlar olurlar. Ve bu ahlaklı insanları saptırmak ta zor iştir...
Kapitalizmin, dünyaya maddeyi hakim kılarken en çok uğraştığı ve başarısızlıkla karşılaştığı insanlar, ahlaklı-aile terbiyesini sağlam almış insanlardır...
Dikkat edilirse Ülkücüler, ahlaklıdır. Devrimciler, ahlaklıdır. Samimi dindarlar, ahlaklıdır.
Sıkıntımız, bu ahlaklı insanlar arasından seçim yapmıyor olmamızdandır!...
Şeytana ve nefsimize galip gelerek iyi ahlaklı olmak belki söylendiği kadar kolay değildir ama; ahlaklılar arasından ehil insanları seçerek göreve getirmek, öyle çok zor bir iş olmamalı!...Ahlaksızları seçmek bu kadar kolaysa, ahlaklıyı seçmek neden zor olsun?...
Sıkıntımız, ahlak çöküşündendir!...
Sıkıntımız, asayişin de kontrolden çıkmasıyla ahlaksız sayısındaki hızlı artıştandır!...
Nüfusunun %98'i Müslüman olan bir ilkede, ahlaksız sayısının artmasında, kimseyi suçlamaya hakkımız yoktur!... Çünkü bu ahlaksızları, ahlaksızlığı barındırdığımız evlerimizde bizler yetiştiriyoruz!...
Toplum ahlaksız değildir, toplumu bizler ahlaksızlaştırırız!...
Aile terbiyesinde herkesin bilmesi, genel ve temel bilgiler olarak öğrenilmesi, öğretilmesi ve uygulanması gerekli olan güzel ahlak için şart olan on kural, "Nisa Suresi 36. Ayet" te şöyle verilir:
1- Allah'a ibadet ve kulluk ve O'na hiçbirşeyi ortak koşmayıp samimiyet ile ibadet etmek.
2- Anneye, babaya iyilikle muamele etmek.
3- Akrabalara iyilikle muamele etmek.
4- Yetimlere iyilik etmek.
5- Yoksullara iyilik ve yardım etmek.
6- Yakın komşuya iyilik etmek ki evi yakın olan veya akrabadan olan komşu...
7- Uzak komşuya iyilik etmek ki ya evi uzak olan veya akrabadan olmayan veya Müslüman olmayan komşu...
8- Yanındaki arkadaşa iyilik etmek.
9- Yolculuktan gelen misafire veya herhangi bir misafire iyilik etmek.
10-El altındaki köle ve cariyelere iyilik etmek.
Dikkat edilirse iyi insan olmak, ahlaklı insan olmak öyle görüldüğü, korkulduğu kadar zor bir iş te değil!...
Acımasız ve ahlaksız kapitalizmin hakim olduğu oklullarla, kapitalizmim kontrolündeki olkullardaki öğretmenlerle ve bu okullar ve bu öğretmenlerin denetimindeki öğrencilerle, ahlaklı insan sayısını artırmak bırakın zor olmayı nerdeyse imkansızdır..
Bu acı gerçek yüzünden bile olsa sür'atle hepimizin önce kendimizden başlamak üzere ahlakımızı yargılamamız lazım..
Ve artık hiç zaman geçirmeden ahlaksızlığa karşı, kimseden bir yaptırım ve cezalandırma beklemeden mücadeleye başlamak lazım...
Ahlaklı insanlarımızın sayısını çoğaltabilirsek, birlikte yaşamayı, son başkaldıran yaramaz çocuklarımıza da öğreterk huzuru yakalayabiliriz...
Ahlaksızlıkla mücadele etmeden ve ahlaksızlıkları yok etmeden huzuru yakalamak zordur, huzuru tesis etmek imkansızdır!...
Allah(c.c.) ahlaklı insanlarımızın çoğalmasına izin versin inşallah...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua..
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

Perşembe, Nisan 13, 2006

HAİN !...

İnsan.
İnsanım, insansın, insan...
Neresinden bakarlarsa baksınlar; neresinden bakarsak bakalım insanız!...
İyi-kötü, zalim-mazlum, güzel-çirkin, doğru-yanlış, tembel-çalışkan, haramzade-helalzade, temiz aile çocuğu-o.... çocuğu, müspet-menfi tarifli insanlar var ve bunların hepsi de insan!...
Bu sıfatların tamamını, aklımıza gelmeyen daha bir sürü sıfatlı insanı da insan diye kabulleniriz, kabullenirler!...
Kabullenecek olanlar da insan, eğer kabulleneceksek ki başka yolu yok biz de insanız!...
İnsan sıfatlarından hain-sadık tariflisini çok ciddiye alıyorum.
Sadık insanı, sadakat gösterdiği yer veya makam ödüllendirmeye bile gerek duymaz çünkü sadakatin, sadıklığın, sıddıklığın tek ödülü Allah rızası...
Elbette sadıkların, toplumdaki itibarları da kendileriyle, sadakatleriyle düz orantılı..
Hain!...
Hain insan!...
Hem insan, hem de hain!...
İhanetin saklı kalması mümkün değil. Ve hain, kim için kime ihanet ederse etsin; ihanet ettiği tarafça da, ihaneti göze alarak hizmet verdiği yerce de güvenilirliği olmayan biri!... Dışlanan, toplumdan tecrit edilen, hiç kimse ve hiç bir yerden iltifat göremeyen bir halde!... Veeee bu kadar yalnızlığına, bu kadar dışlanmışlığına rağmen hala insan!...
Kafamı patlatıyorum bu sadakat ve ihanete!...
Beynimi çatlatıyorum sadık insanın karşıtı olan hain insanı anlayabilmeye çalışarak!...
Bir insan olarak düşünmeye çalışıyorum: bu nasıl bir iradedir veya bu nasıl bir iradesizliktir ki insanı insanlığından çıkarmasa da öyle bir sıfat kazandırıyor ki; -ama herşeye rağmen- hain sıfatlı insan, bütün hainliğine, hainliğinden dolayı mahkum olduğu bütün yalnızlığına rağmen hala insan kalabiliyor!...
Acaba diyorum!...
Yoksa, hain insan değil midir?...
Elbette ihanet te şeytana uyularak edilir!... Şeytanın icazetli, yani kıyamete kadar inananları saptırmak için mücadele etmeye izinli olduğunu biliyoruz!...
Sadık ünvanına sahip kalabilmenin, olmazsa olmaz yolu şeytana direnebilmek.
Elbette her babayiğit, şeytana dayanamıyor!...
Ama şeytana uymanın da bazan, hatta ekseriyetle mazur görülebilecek halleri var!...
Şeytana uyarak günahkar olunabilinir mesela...
Ama günahkar insanı toplum, tecrit etmez... Günahkar insanın tövbe etme ve günahının misli kadar sevap kazanabilme şansı, Tevbe Müjdesi var!...
Peki ya hainin?!...
Hainin tevbesi var mıdır?
Tevbenin kabul edilip edilmeyeceğini elbette Allah(c.c.) bilir. Hatta edilen tevbenin kabul edileceğine de iman ederiz.
Ama hain; tevbe de etse, toplumdaki hainliğinin verdiği, saklanılması mümkün olmayan sıfatıyla, kapkara dolaşmaz mı?...
Bu nasıl cesarettir veya bu nasıl bir korkudur?...
Bir insanı, bu kadar taşınmaz, ve asla aklanmaz bir lekeye mecbur eden kuvvetin adı nedir?...
Bu kuvvetin, bu imkansız görüneni yaptıran kudretin adını bilen var mı?...
Saptıranın, şaşırtanın, insanı yoldan çıkaranın şeytan olduğunu; şeytana yenik düşen iradenin nefs olduğunu bilmemize rağmen, ihanete götüren, ihanet ettirecek kadar şaşırtan şeytandan bir daha, bir daha, bir daha korkmayalım mı?!...
Bu kadar korkunç bir sıfat olmasına rağmen, gönüllüsünün çok zor bulunacağını bilmemize rağmen ne kadar çok ta hain var insandan değil mi?!!!...
Dosta ihanet eden, insan!...
İnanca ihanet eden, insan!...
Eşe ihanet eden, insan!...
Millete ihanet eden, insan!...
Devlet'e ihanet eden, insan!...
Vatan'a, bayrağa, mukaddeslere ihanet eden de insan!...
Ya Rabbi! Ne menem şeydir bu insan?...
Bütün sıfatları hak eden ve bütün sıfatların yakıştığı insana, hain sıfatı yakışmıyor!...
Veya hainin de insandan olmasından dolayı, insanlığımdan hicap ediyorum Ya Rabbi!...
Hasımlarımızı, düşmanlarımızı, bizi inciten komşularımızı affedebiliyor, mazur görebiliyorum!...
Haini affedemiyorum Ya Rabbi!...
Haindeki insan adından hicap ediyorum!...
Hainlerin şerrinden ve milletimden hainler çıkmasından sana sığınıyorum Ya Rabbi!...
Sadık kullarına inat, ihanet edenlerin cezalarını Sen ver!...
Hainin cezasını Sen ver ki; Sen'in azabın, Sen'in gazabın bilinsin.
Bilinsin ki belki ihanetten kıyamete kadar -insan olarak- vaz geçilsin!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

Salı, Nisan 11, 2006

GENEL KURMAY BAŞKANI'NA AÇIK MEKTUP...

Sayın Özkök Paşam;
Sayın Genelkurmay Başkanım;
Türk milletinin "asl-i millet"ten bir ferdi olarak, Türk Milleti adına sizden, sizin şahsınızda Silahlı Kuvvetlerimizden bir istirhamımız olacak, arz ederim.
Sayın Paşam;
Yasalarımız ve Muhteşem Türk Atatürkümüz, size Cumhuriyet ve demokrasiyi kollama görevi vermiştir. Bu anlamda yaptığınız, yapacağınız hiç bir şeye milletin asla itirazı olmamıştır, olmayacaktır.
Bu memleketin demokrasi adına, insan hakları adına, aydınlar adına konuşanlarının Silahlı Kuvvetlerimize nasıl saldırdıklarının Türk Milleti olarak farkındayız. Bu farkında oluşla da, maşeri vicdanda; "Bu milletin hainleri, bellidir!... Hainlerin ağız birliği ile saldırdığı kişi ve kurumları savunmak; onların savunduklarına ise saldırmak gerekir." gibi düz mantıkla bir mücadele şekli geliştirdik...
Temsil ettiğim nesil itibariyle; 1960 ve 1980 İhtilallerini fiilen gören, aradaki muhtıraları çok net olarak hatırlayan birisiyim. Yapılanlardan, uygulamalardan canımızın yanmadığını söyleyemeyiz. Ama "Biz bu ülkeyi karşılıksız sevdik." diyenlerden olarak, bu can yangılarımızdan dahi şikayetlenmeyen millet fertleriyiz!...
Türk Milleti olarak bizler sizleri, rahmetli Alim YILMAZ Yarbayımız ve tarihimizde sayılarının nerdeyse bilinmesi imkansızlaşan kahramanlarımızdan olasınız diye Asker Ocağı'na -Peygamber Ocağı diyerek- veririz!...
Sizin işiniz; millet adına milleti, Devleti,Cumhuriyeti, Mukaddeslerimizi korumak ve kollamaktır. Asker olarak, iç nizamnameniz gereği de zaten sizlerden demokratlık, insan hakları savunuculuğu falan beklemeyiz, beklemiyoruz!...Size verilen görev ve mesleğiniz öldürmek ve ölmek sanatıdır!...
Demokrasiyi, biz yaşarız veya yaşayamayız, seçimlerde demokratik haklarımızı, doğru kullanır veya kullanamayız, bunlar millet meselesidir... Elbette sonuçlarına da biz katlanırız!...
1980 İhtilalinden sonra Anayasa'nın oylanmasındaki %98 oy çokluğuna rağmen, aynı -referandum yaptıran- kişilerin işaret ettiği siyasi partinin aldığı oy yüzdesini, lütfen çok dikkatle hatırlayın ve okuyun!...
Sizi çok sevmemize rağmen, dünyada bizden başka çocuğuna "Paşa" adını veren millet olmamasına rağmen, siyaseten sizin işaret ettiğiniz yere oy verilmez!...
Bu; Türk Milleti'nin asla sizi sevmediği anlamını taşımaz!...
Bu hareketle verilen mesaj; sizden sadece "Paşamız" olarak kalmanız, devletimizi, milletimizi, dış tazyiklere karşı kollamanızdır...
Türk Silahlı Kuvvetlerimizi; yaygın basın ve uzaktan kumandalı "Dolma Kalemler"in yoğun karalama çabalarına rağmen, millet nezdinde hala en güvenilir kurum, Türk Silahlı Kuvvetleridir...
Milletin size olan bu güveninin farkında olarak, güvenilir kalmaya devam edin lütfen!...
Siyasilerden, size saldıran siyaset art niyetlilerinden, günü geldiğinde biz, sandıklarda hesap sorarız!...
Sizin tepki verdikleriniz, elbette devlete, millete zarar verenlerdir ama; siz tepki verdiğinizde hemen mazlum rolüne yatarak; "Ne yapalım? Asker izin vermiyor!..." gibi sahte, art niyetli ve çok tehlikeli bir mazlum maskesi takıyorlar!...
Defalarca tekrarlanmasına rağmen bu oyun tutuyor Muhterem Paşam!...
İki gündür sizi ve Kara Kuvvetleri Komutanımızı; terörün yoğunlaştığı yerlerde görmek, milletin yüreğine su serpmeye yetmiştir. Millet olarak size güvenimiz sonsuzdur. Görevdeyken, yetkileriniz varken gerekeni yapın artık!..
Nerede, ne zaman, kime karşı, ne yapılmasını en iyi bilenler siler olduğunuz için bulunduğunuz Görevlerdesiniz.
Emekli olduktan sonra elbette heveslilerin tecrübelerinden siyaseten istifade edilebilir. Doğan Güreş Paşamız'la olduğu gibi bu denenmiştir de...
Ama görevdeyken millet olarak sizden siyaset beklemiyoruz, oy kullanmanın haricinde siyaset istemiyoruz!...
Başbakan'ın danışmanlarından birinin, Amerika'da ki; "6-7 yıl daha görevdeyiz.Başbakan beni, meseleleri aydınlığa kavuşturmak için gönderdi. Bu adamdan yararlanmayı bilmelisiniz. Devirmeye çalışmak yerine, delikten aşağı süpürmek yerine onu kullanın." şeklinde basına yansıyan aşağılayıcı, gurursuz ve Damat Ferit'çe söylemlerinin hesabını da sandıkta biz sorarız!...
Bunlar; milletin ve millet adına siyaset yapan muhalefet partilerinin görevleridir!...
Bunlarla uğraşmaya, niyetlenmeyin bile!...
Türk Milleti olarak sizden, Şühedamızın intikamını almanızı bekliyoruz. Bölücü, hain, üç-beş baldırı çıplağın "kamp" adını verdiği mağaralarını başlarına yıkmanızı bekliyoruz!...
Buna gücünüzün yeteceğine eminiz. Her türlü techizatınızın var olduğunu ve bu techizatı çok kahramanca kullanabilecek Mehmetçiklerimizin olduğunu da biliyoruz...
Art niyetli siyasilerin; AB ve ABD doldurmasıyla size yaptığı, yapacağı iftiralara mahal vermeyiniz!...
Türk Milleti adına PKK ile kan davamızı gütmek sizin meselenizdir. Sizin işinizdir Paşam!...
Siz; Türk Milleti adına bu kanlarımızı yerde bırakmama işini yaptığınızda, bizler de sizin adınıza siyaseten art niyetlilerle mücadele ederiz!...
Türk Milleti olarak biz; Sizi, sizin şahsınızda Ordumuzun her kademesini, Güvenlik Güçlerimizi ve her kademesini, Polisimizi, Devletimizi, Cumhuriyetimizi karşılıksız seviyoruz!...
Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen toplulukların millet olamayacağını bilerek tarih yazan bir milletiz biz!...
Öldükçe çoğalacağımızı, çoğaldıkça ölerek kahramanlaşıp mukaddeslerimizi korumaya devam edeceğimizi de tarihi şahit tutarak yapmışız, her zaman da yaparız!...
Sayın Genel Kurmay Başkanım;
Muhterem Paşam;
Çok bilinerek ve sizin şahsınızda Ordumuzu yıpratmak amacıyla, size siyasi, demokrat söylemler yaptırılıyor!... Lütfen bunu fark edin!...
Siyaseti millete bırakıp, milletin dış tazyiklerden uzak olarak, huzurla siyaset yapmasını sağlayın çok yeter!...
Bu Millet; sizi asla şer odakları karşısında, lojistik desteksiz ve sevgisiz bırakmaz!...
"Asli unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için, izmihlal mukadderdir." diyen Muhteşem Türk Atatürk'ün sözlerini, bir daha hatırlatarak, haddimi aşan bir şeyler söylemişsem sadece Sizi ve şahsınızda Ordumu çok sevmeme sayılmasını rica ederek saygılar, sonsuz sevgiler sunarım.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

YETER CANIMIZN YANDIĞI !...

Canımız yandı yine...
Kanımızı akıttılar, canımızı acıttılar, beynimizi dondurdular!...
Seyredenlere inat, alt-üst kimlik tartışmalarıyla bölücülere cesaret verenlere inat, bir aslanımız daha katıldı Şüheda Kervanı'na!...
Alim'di adı. Soyadı Yılmaz'dı...
Soyadıyla müsemma yılmazdı Alim Yılmaz...
Kahramanlığın ne demek olduğunu bilen; "Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen topluluk millet olamaz." iddiamızı doğrularcasına katıldı kervana...
Öylesine yılmaz, öylesine yıldırılamazdı ki Alim YILMAZ; ölümüne sevinen düşmanlara inat, ölümüyle Şüheda Kervanı'na yeni adayları katarak katıldı kervana!...
Öylesine yıldırılamaz, öylesine yılmaz ki Alim Yılmaz; ölümüyle de Şehitleşerek ölmezleşti!...
Emrindeki, komutası ve himayesindeki Mehmetçiklere; "Şehitlerimizi takip edeceğiz." diye nasihatler ederken sözünü ispatlarcasına Mehmetçiklerden önce katıldı Şüheda Kervanı'na ve onlardan önce kazandı Mehmetçik ünvanını...
Nur içinde yat Yarbayım!...
Nur içinde yat Komutanım!...
Cennet mekan ol Alim Yılmaz adlı Kahramanım!...
Ne yaptığını biliyordun.
Neleri ve ne için kovaladığını biliyordun. Aldığın görevleri aslanca yaparken hangi kervana hazırlandığını, yakınlarına, eşine söyleyerek "Ardımdam ağlama." diye vasiyetini bile ediyordun...
Tamam ardından ağlamasınlar!...
Tamam kazandığın kutlu mertebeden dolayı yas ta bağlamasınlar!...
Bizler de ağlamayalım!...
Toprağın vatanlaşmasının ve Vatan kalmasının bedelinin can olduğunu, kan olduğunu, kahramanca topraklaşacak Kahraman olduğunu bilelim bir daha veya hatırlayalım Alim Yılmaz Yarbayım!...
Ama senin ve şühedanın izninizle; komutanlarınızdan bir söz isteyelim:
"Ne biz, ne de evlatlarımız, bu toprakların Vatan kalmasının bedeli olan canlarımızı esirgemeyelim. Ama Allah aşkına sizlerde kanımızı yerde koymayın!...
Çanakkale'de 253.000 kişimiz şehit olurken, en az üç misli kefereyi de denize gömmüş, Çanakkale'de topraklaşmaya mecbur etmişti.
Şimdi de bizler, her gün toprağı Vatanlaştırabilmek için "Bir gül bahçesine girercesine" toprağa düşerken, alçakların kanlarıyla da bu gül bahçemizin sulanmasını isteyelim sizlerden!...
Bu da bizim hakkımız olsun...
Komutanıyla birlikte Kervana koşarak giden Sinan Gümüştaş evladımızın,yanık yürekli anasının feryadı boşlukta kalmasın...
Şehadetinden bir kaç saat önce sıcak çatışmadan silah seslerini ailesine dinletebilecek kadar şen-şakrak olan Sinanımızın kanını alın Allah aşkına!...
Ana-babanın tek erkek evladı olan Sinan'ın Annesi'nin; "Düğünü var oğlumun!..Herkes gelsin oğlumun düğününe!..." davetini boş çıkarmayın...Vatanın Vatan kalması için kahramanlar kervanından Şüheda Kervanı'na terfi eden şehitlerimizin, arkalarından koşanlara, intikam görevini de verin!...
Devletlilik geleneğimizden kaynaklanan suskunluğumuzu, yorumlama fersetinden yoksun bu aptal hainlere artık günlerini gösterin Allah aşkına!...
"Silahı bırakıp gelin sonra konuşalım." derken akıllara, şuur altlarına bu şerefsizlerle masaya oturma seçeneğinin de olabileceğini sokmaya çalışanlara inat, bu alçaklara hadlerini bildirin artık!..."
Millet olamadan devlet olunmaz. Vatan korunmadan Devlet kalınmaz. Ve Vatanını koruyamayan da Devlet kalamaz!...
Binlerce yıldır, millet olabilmenin gereği kahramanlarımız ölmekteler, şehitleşmekteler.
Binlerce yıldır milletleşmenin gereği Devletliyiz. Devlet olarak kalabilmemiz için Vatanımızın korunması gerek.
Vatanımızı koruyamazsak; Bayrağımızı da, semalarımızda inleyen Ezanımızı da, yüzlerce yıldır defaatle harap ettiğimiz haçlı'ya karşı gururumuzu da kaybederiz...
Vatanımızla beraber, Dinimizi de yok ederler. Allah(c.c.) korusun vatanımızda namusumuza tasallut ederler!...
En bitik zamanımızda buna izin vermemiş olan Türk Milleti olarak bizler, üzerimize ne düşerse yapmaya hazırız!...
Siyasetten umudumuz kalmadı!...
Artık sağcılığımızı da, solculuğumuzu da rafa kaldırdık!...
Günün namus günü olduğunun farkındayız!...
Askerimiz, Güvenlik Güçlerimiz, size sesleniyoruz; Türk Milleti'nin sinesi gibi bir lojistik desteğiniz her zamankinden çok daha fazla olarak var...
Siyaseten size zulmedenlere inat, sine-i millete sığının!... Bu Millet sizi, uzaktan kumandalı siyasilere yem etmez!...
Bu asil Millet, silahını asla düşmana teslim etmez!...
Artık hamaset günüdür!...
Artık birlik-beraberlik günüdür!...
Asker milletiz biz. Askerimizi de, Polisimizi de dar gününde düşman karşısında desteksiz bırakmayız, bırakmayacağız!...
Olan bu vahim işlere sadece seyirci kalırsak, yarın suçlu arayamayacağımız, suçlunun Millet olarak biz olacağımızın farkındayız!...
Artık sizler de bizim farkımızda olun!...
Canımızı yakanların canlarını alalım, yan gözle bakanların göz bebeklerini oyalım!...
Bunu bizden daha iyi yapacak ta sadece biziz... Biz biliyoruz, unutanlara da ders olsun diye hatırlatalım...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali@mynet.com

Çarşamba, Nisan 05, 2006

BÜYÜK TÜRK MİLLETİ'NE...

"Ey Türk gençliği !
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK"

Büyük Türk Milleti;
Yıllardır üstümüze bir "geri kalmış, gelişmekte olan ülke" yaftası yapıştırıldı!...
Bu yaftayı çıkarmak için Muhteşem Türk Atatürk ve O'nun ekibinin haricinde çaba gösteren olmuş mudur diye düşündün mü hiç?..
"Tarihi ben mi yazdım tarih mi beni öğen
Ben miyim böyle tevekküle baş eğen" diye en son ne zaman baş kaldırdın?...
Töreli, türeli bir millet oluşumuz yüzünden elbette bağışlayıcılığımız tarihimiz kadar şanlı ve büyüktür.
40.000 insanımızın katilini; mevcut yasalarımıza göre yargıladık ve cezalandırdık. Bu ceza, kamu vicdanını tatmin etmiş midir, etmemiş midir şimdi meselemiz değil...
Kendilerine zorla "Ulusal Basın" adını koyan "Yaygın Basın" yazmasa da, duyurmamak için elinden geleni yapsa da Apo alçağının idamı kararının oylamasında , o gün mecliste olan partilerin ve tek tek millet vekillerinin isimleri, basında yerini aldı...
Hatırlayalım;
Üçlü Koalisyon Hükümetinde; Apo'nun idamıyla ilgili üçlü bir "Zirve" yapılmış ve tam 6,5 saat sürmüştü. Çok çekişmeli, nerdeyse Hükümeti bozmak raddesine gelen bu zirveden sonra üç maddelik bir ortak bildiri yayınlanmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla bu ortak bildirinin üçüncü maddesi; "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararı ne olursa olsun karar infaz edilir." şeklindeydi.
O günlerde "Apo Uzatmaları yaşıyor." diye sevinçle yazılar yazdığımı hatırlıyorum.
Bunu, bu işi başaran partinin propogandasını yapmak için yazmıyorum. Çünkü sanki o parti Apo'yu asmamakla suçlanmaktan rahatsız olmuyormuş gibi, bu başarısını anlatmamak gibi anlaşılmaz bir tutum içinde veya bir hazırlanmış program vardır diyerek bu konuda ben de susmayı tercih ediyorum.
Ve çok gariptir; anılan partiyi MHP'yi, Apo'yu asmamakla suçlayan mevcut milletvekillerinin tamamı, -mevcut Başbakan, Ana muhalefet lideri, diğer muhalefet liderleri ve Mehmet Ağar- Apo'nun asılmaması için oy kullanmış kimseler!...
Meselemiz bu da değil!...
Apo'yu artık assak n'oluuur, asmasak n'olur?...
Her gün üçer beşer evimize şehit cenazeleri geliyordu, geliyor ve bunu kanıksadık!...
Dağdaki şerefsizler, AB ve ABD'den aldıkları yürekle şehirlerimize indiler!... Güneydoğu'da Güvenlik Güçlerimizin ailelerinin üçerli,beşerli lojmanlara dolarak canlarını korumakta olduklarını duymaktayız!...
Güneydoğu'da Devletimizin egemenliği kalmadı!...Bunu kanıksamamamız lazım!...
Esnaf olsam; "Benim verdiğim vergiyle, PKK'ya sözcülük yapan Belediye Başkanının maaşı verilmesin, helal kazancım haram edilmesin!.." diye haykırarak vergi vermezdim...
Dini ve cemaatçiliği maske edinerek yıllarca Devlete vergi vermemeyi, bu cennet Vatanımızı "Dar'ül Harp" ilan ederek dindarlık diye tarif edenlere inat biz vergi verdik. Şimdi vergilerimizle PKK'ya sözcülük eden belediye başkanlarının ve tamamına yakınının PKK'lı olduğu söylenen o belediye çalışanlarının maaşları verilmesin diye vergi vermezdim!...
Benim verdiğim vergiyle aldıkları maaşla, mermi alıp Mehmetçiğime sıkanlar, artık canımızı yakıyorlar!...
Elbette Devlet olmanın, Devlet kalmanın bedeli sadece kandır, candır...
Hem canımı hem kanımı verip Vatan diye muhafaza ettiğim topraklarda benim vergilerimle bana kurşun sıkanlardan artık hesap sormanın zamanıdır!...
Bu provokatörlükse ben bir provokatörüm!...
Büyük Türk Milleti;
Evlatlarımızı elbette Devlet kalmak için vermeye devam edeceğiz...
Ezan dinmesin, Bayrak inmesin diye yüzlerce yıldır yaptığımız gibi can bedelimizi ödemeye devam edeceğiz!...
Ama artık şehitlerimizin kahramanlıklarına; çapulcuları, bölücüleri, eşkiyaları, şerefsizleri ortak etmelerine herkes sussa da ben baş kaldırıyorum...
"Dağlar gibi yığdığın kemiklerine bak ve nadim ol!"
Son yüz yılda verdiğimiz yaklaşık bir buçuk milyon şehidimizin kemiklerine bakarak nadim ol!...
Devletine, Bayrağına, Ezanına sen sahip olmazsan -korkarım- sahipsiz kalır!...
Büyük Milletim;
Sen susarsan askerin de susar!...
Sen susarsan, koruma ve kollamayla görevlendirdiğin kurumların da susar!...
Sen sesini yükselt ki mevcut kurumların başındaki Kahraman Evlatların, görevlerini senden aldığı yetki ve cesaretle yerine getirebilsin!...
Yarın, korkarım geç kalmışlık olur. Yarın yine korkarım suçlayacak kimse de kalmaz!...
Çünkü bu suskunlukla yarının tek suçlusu Millet olarak Sen olursun...
Parolamız elbette;
"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak..." tır...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazartesi, Nisan 03, 2006

DEVLETLİ TÜRK...

"Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Birgün o doğa çocuğu, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu... Türk budur. YIldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."M.Kemal ATATÜRK

Muhteşem Türk Atatürk'ün manevi kızına okul ödevi olarak yazdırdığını hatırladığım, Türk tarifini hatırlattıktan sonra, bana çok fazla pentagon kokulu gelen bir fısıltı propogandasına değinmek istiyorum..
Reşat Coşkun(resatcoskun@mynet.com) imzasıyla internet gruplarına, bir çocuğunun doğumunu müjdeleyen duyarlı insanın dileklerini de paylaşmak istiyorum.
"Hastahanede Yasin Suresi'nin evladihim....kelimesini okuduğum bir zamanda kucağıma verilen Hayri için Kıbleye dönerek Allah'ımdan Yarabbi bunu Dini İslama ve Milleti Türk'e hayırlı bir evlat eyle. Bu ülkenin hayırsız insana ihtiyacı yok, diyerek kulağına ezanlar ve kametler okuyarak tekrar ebeye teslim etmiştim..Son günlerde yaşanan olaylardan sonra:Bütün dostlara sesleniyorum..lütfen ülkenize adayacağınız bir evladınız daha olsun..Hem Mevla ziyadesiyle rıskını göderiyor...Geçim sıkıntısını dert etmeyin.."
Bu duyarlı ve imanlı olduğu cümlelerinden fışkıran Türk'ün aksine; güya milliyetçilik yapıyormuşçasına "Aman Türkiye'de Türkler azınlık oluyor.." falan şeklinde sadece korkaklık, ürkeklik üreten fısıltılar yayanlar da var!...
Hem bunu söyleyip hem de peşine "Kardeşin kardeşe kıydığı memleketimizde..." diye hezeyanlar üreterek kelimelerin arkasına kardeş kavgasını yerleştirmeye çalışan şuuraltı korkakları da var!...
Bre gafiller!...
Bre kendini bilmez, yedikleri gavur yalıyla ürümesini bilmeden yürümesine KURT çağıran izan yoksunları!.
Kaç kere demek lazım ki "
"Akıllı Oluuun!"
Renkli mermerin farklı renkleri olarak gördüğümüz, bildiğimiz Kürt kardeşlerimizi ısrarla, altını çizerek tenzih ederek, bu şuuraltı korkaklarına bir şeyler söylemek lazım...
Bir ara öfkelenip; "Allah(c.c.); nasıl köpeği kurttan korkar fıtratta yaratmışsa, tarihin dolgu malzemesi olan bazı aşiretleri de,güruhları da Türk'ten korkar bir fıtratta yaratmıştır." demiştik.
Tarihin hangi döneminde bu tarih dolgu malzemelerinin, bu necip Millete gücü yetmiştir ki şimdi de yetsin? Akıllı olun!...
Daha 80 sene önce Yedi Düvel adıyla o günün G7'si olarak haçlı birleşik adıyla üzerimize gelen kefereyi, elde hiç bir şey yokken sadece iman gücümüzle denizlere gömdüğümüzü kim, nasıl unutur veya unutturur?
O günlerde de, bu dolgu malzemesi aşiret güruhları, G7 (Yedi Düvel)'in emriyle taşkınlıklar yapmadılar mı?
İman gücüyle G7 (Yedi Düvel) adıyla gelen Haçlı'yı denizlere gark ettikten sonra Devletçilik geleneğimizle sür'atle toparlanıp bu taşkınlık yapan dolgu malzemelerini cezalandırmadık mı?
Şimdikilere de ısrarla; "Akıllı olun!.." yarın ayranı kabaracak Türk Milleti'nin muhteşem öfkesi karşısında şimdiki AB veya ABD adıyla üzerimize saldıran Haçlı'nın sizi bırakıp kaçacaklarından şüpheniz olmasın!... Size yazıktır!.. Çoluk çocuğunuzun geleceğine yazıktır.
Ab ve ABD'nin ücretli taşeronlarından alçak Apo'nun görevi bittikten sonra paketlenip Türkiye'ye tesliminde gözü açılır açılmaz; nasıl Atatürkçü olduğunu, nasıl Türkiye Cumhuriyeti'ne sadakatını açıkladığını, ne çabuk unuttunuz?! Akıllı olun!...
Sizi ısrarla Türk Milleti'ne öldürtmek isteyen Haçlı, Apo'nuza ne kadar sahip çıktıysa size de o kadar sahip çıkar!... Akıllı olun! Akıllı olun! Aklınızı başınıza devşirin! Deyip durmaktayız...
Hayvanlar aleminden bir örnek vererek bu korku üretmeye çalışanlara da bir Türk Tavrı sergilemek isteriz.
Dünyanın her yerinde insanın ve bütün yırtıcı hayvanların yemesine ve yılda sadece bir, istisna olarak ta ikiz doğum yapan koyunun sürüleri olmasına rağmen; hem vahşilerinin hem de ehlileşmişlerinin her sene 7-8 enik doğurduğu bilinen köpeğin sürüsüne rastlanmaz...
Hayvanlar alemi izlensin ve dersler alınsın diye değil midir?
Devletçilik geleneği, töresi, türesi olmayan topluluklar ancak ve ancak aşiretleşirler ve tebaa olarak kalırlar.
Türk'ün tebaası olanlar, töre ve türeye uyarsa çok mutlu olurlar. Töre ve türeye uymayanlarsa geçerli yasalarla uydurulurlar...
Bunlar da uyacaklar eğer uymazlarsa yasalarla, mutlaka uydurulacaktırlar.
Yoktur bunun başka bir yolu ve çaresi!...
Bu Necip Millet; dualı ve DEVLETLİ TÜRK MİLLETİ'dir ve çareyi çok iyi bilir...
4 Nisan'da, bu kara günde Başbuğum'dan başka bir konuyla ilgilenmek istemezdim...
Ama, sağ olsaydı Başbuğum'un bunlara yeniden "Ulaaaaan!" diye haykıracağını bildiğimizden, önemsediğimiz bu pentagon propogandasına cevap vermek istedik..
Başbuğumuz'a, şühedamıza, Muhteşem Türk Atatürk'e, onun muhteşem silah arlakdaşlarına Allah(c.c.)'tan rahmetler dileyip Türk Dünyası'na bir daha baş sağlığı dileyerek...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkaliqgmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Cumartesi, Nisan 01, 2006

BAŞBUĞUM'A...

Yine 4 Nisan geliyor!...
Yıllar öncesinden; "Bir erkeğin erkekliği, babasının ölümünden sonra başlar." diye okuduğum bir cümle kalmış aklımda...Nereden okudum, ne zaman okudum hatırlayamıyorum ama; cümle, olduğu gibi aklımda...
Babam Rahmetli'nin ölümüyle, sözün ne kadar gerçek olduğunu yaşayarak öğrenmiştim...Babam; ailevi bir kayıptı. Zor olmasına rağmen bu ölümü, kabullendik!...
Ama kabullenemediğimiz, alışamadığımız bir ölüm daha var!...
4 Nisan geliyor!..
9 yıl öncesi gibi karlı, tipili olmayacak belki...Ama ölümünün dokuzuncu yılında hala Başbuğsuzluğa alışamayan Ülkücüler; bir daha ağlayacak, bir daha canlarının her zerresi acıyarak özleyecekler...
Yitik, her zaman zordur..Yitiğin değeriyle düz orantılı olarak verdiği acı da büyür, taşınmazlaşır...
9 yıldır Türk Dünyasının Son Başbuğu yok!...
" Semerkantlar Kerkükler
Yaslı yaralı Türkler
Artık Alparslan kükrer
Selam sana Başbuğum..."
diye marşlar söyleyerek, varlığıyla huzur duyduğumuz otuz küsur yıllar, daha dün gibi...
" Sende bütün umutlar
Göğe yükselsin tuğun
Haykırıyor Bozkurtlar
Selam sana Başbuğum..."
diye umutlaştırdığımız; Mecliste olması veya olmaması hiç bir önem taşımadan, varlığıyla cesaretlendiğimiz yıllar ise, sanki bir kaç saat öncesi...
Meselenin boyutu ne olursa olsun, memlekete hangi sıkıntı musallat edilmeğe çalışılırsa çalışılsın, çok ta önemli değildi!...
İster Mecliste, ister parti genel merkezinde, ister evinde, ister cezaevinde olsun; Başbuğ'un hissedilen varlığıyla meseleler hafiflerdi...İşaret verecek, komut verecek merci; nerede olursa olsun vardı ve komut verirdi...Alınan komutlar,eksiksiz uygulanır ve mesele mutlaka çözülürdü...
Çünkü vardı ve Başbuğ'du...
Başbuğdu, genel başkandı, reisti, diplomattı, siyaset deviydi, herşeyden önemlisi itirazsız liderdi...
Bazan devlet adına konuşur, bazan konuşması gereken devleti konuştururdu!...
Erkeğin erkekliği nasıl babasının ölümüyle başlıyorsa, ülkücünün ülkücülüğü de Başbuğ'un ölümüyle başlar sanmıştık!... Bunu beceremedik Başbuğum!...
Başbuğu sevmeyenler; sağlığında onu suçlayabilecek her şeyi söylediler!...Milletin; -partili,partisiz- O'na olan inancını, güvenini sarsmak için ne lazımsa yaptılar!..Ama O, Başbuğca bütün bunları göyüsler ve de aşardı!.....
Ölümüne ; ülkücülerden daha fazla, hasımları şaşırdı!...
Devlet adına, millet adına, mukaddesler adına; yapılan her saldırıyı karşılayacak ve karşı atağa hemen geçecek Alparslan Türkeş, artık yoktu!...
Yasalar, devlete saldırıyı cezalandırıyordu ama; devlet adına saldırılan Alparslan Türkeş'i koruyan yasa yoktu!...
Yasalar; bayrağı,cumhuriyeti, Atatürk'ü koruyordu ama bu değerlerin siyaseten nerdeyse tek koruyucusu Başbuğ'u koruyacak yasa yoktu!...
Türk'e, Atatürk'e, Cumhuriyet,vatana, millete, bayrağa, bölünmez bütünlüğe yapılan her saldırının karşısında hemen tavrını alır; "Çizmeyi aşıyorsun!..." " Ne mozaiği ulan!" diye kükrer ve saldırıları püskürtürdü...
9 yıldır bu muhteşem devlet-millet kalkanı, yok!...
9 yıldır devlet, balanssız!...9 yıldır millet, kalkansız!...9 yıldır Türk Dünyası, şemsiyesiz!...Ve 9 yıldır Ülkücüler, başsız-Başbuğsuz!...
9 yıldır hazmedilemeyen, 9 yıldır alışılamayan ve asla yeri doldurulamayacak olan bir kaybımız var!...
Ülkücüler; Başbuğu, babalarından fazla dinlerdi!...
Ülkücüler; Başbuğu, yasalardan fazla sayardı!..
Ülkücüler; Başbuğlarını, kendi çocuklarından kat-kat fazla severlerdi ve sadece severlerdi!..
Bu yüzden 4 Nisan 1997; bir kabus oldu ülkücülerin başına!..Bu yüzden 4 Nisan; asla bahardan sayılmayacak!..Bu yüzden 4 Nisan; tarih boyu yeşeremeyecek!..
4 Nisan'a da alışmak kolay da; peşinden Başbuğsuz 5 Nisanlar gelmese!..
Herkes, herşeyi kendine göre yorumlar.Ben de kendimden yorumlayarak bilirim; Başbuğsuz ülkücülüğüm, milliyetçiliğim, devletçiliğim devam ediyor ama eksik!...Ülkücünün bu eksiğini anlayarak ve tamamlamak maksadıyla yola çıkan -kim olursa olsun- yalnız bırakılmaz!...
Ülkü Ocağımız; var hamdolsun...Üç hilalli parti bayrağımız, gönderde şükürler olsun..Genel başkanım da var, teşkilatlarım da...
Ama Başbuğum yok başsızım, Başbuğum yok amaçsızım!...
TBMM'ne girmektense, Türk Milleti'nin gönlündeki yerimizi özledik...
Sokaktaydık, firardaydık, sürgündeydik, hücredeydik ama Milletimizin gönlündeydik...
Şimdi yersizim, yurtsuzum, SEVGİSİZİM!...
Başbuğsuz ülkücüyüm ama ÖKSÜZÜM!...
Başbuğum, seni seviyorum...
Başbuğum seni tarifsiz özlüyorum...
Başbuğum, bu 4 Nisan'da da sana bir daha hıçkırarak ağlıyorum....
Nur içinde yat Başbuğum.
Seni sevdiğimizi bildiğini biliyorum ve sadece bu bilmeyle birazcık teselli oluyorum...
Açtığın yolda, başlattığın seferde milyonlar var ama; hala acımızın sersemliğinden kurtulamıyoruz Başbuğum!...
Milletimizin başına olmadık çoraplar örülüyor!...
Memleketimde "alt kimlik, üst kimlik" tartışmalarını, devlet yönetenlerimiz yapıyor Başbuğum!..
Ve bunlara "Ne alt kimliğ ulaaan!" diye kükreyerek soranımız yok...
Sana olan sonsuz sevgimiz yüzünden yargılanıyoruz senin hasımlarınca!... Bu yargılanıştan asla rahatsız değiliz, seni sevdiğimiz için asla pişman değiliz ama sana, senin bıraktığın ilkelere sadakatimizi yetersiz görmemiz kahrediyor bizi...
Sakın hakkını bize helal etme Başbuğum!...
Belki bayrağını yere düşürmedik ama, layık olduğu yere de asamadık...
Resulullah(s.a.v) Efendimiz'.le, alperenlerle birlikte bizlere himmet buyurun Başbuğum. Allah(c.c.)'ın yardımı, sizlerin himmetleriniz olmadan biz bu işi zor başaracağız sanki...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com