Perşembe, Ağustos 31, 2006

TESLİM Mİ OLDUK ?!...

Günlerdir hatta aylardır Genel Kurmay Başkanlığı; Yaygın Basın'ın, "Dolma Kalemler"in en fazla konuştuğu-yazdığı konu oldu...
Bu konuya bir kere de ben müdahil olmak istiyorum.
Yıllardır içgüdümüzle, kendi kendimize bir yöntem geliştirmiş ve bu yöntemi de -ısrarla- elimizin, gücümüzün, nazımızın geçtiği bütün çevrelere kabul ettirmeye çalışmıştık...
Artık alenen ihanet edenlerin, şer güçlerinin, Yaygın Basın'ın, "Dolma Kalemler"in, uzaktan kumandalı siyasilerin, rüzgar gülü tarifli aydıncıkların ağız birliği ile saldırdıkları kurum veya kişilere inadına sahiplenmekti bu yöntemimiz...
Veya yukarıda saydığımız uzaktan kumandalıların, siyasi topaçların savundukları kurum veya kişilere de saldırmaktı...
Anadolu'da "Gelen gideni aratır." diye bir söylem vardır. Dikkat edilirse bu söylem, maraba zihniyetlilerin, kendilerini yönetilmeye mecbur hissedenlerin yani akılları ve düşünceleri işgale uğramışların kullandığı bir deyim olmuştur hep...
Buradan hareketle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "asli unsurlar"ından biri olarak, bir Türk olarak yeni Genel Kurmay Başkanımız'ın önce görevini kutluyor sonra da O'na seslenmek istiyorum.
Sayın Genel Kurmay Başkanım!
Sayın Büyükanıt Paşaam! Allahınızı severseniz, gideni aratın!...
Silaha sarılmadıkları sürece bölücülere bir şey denmemesi gerektiğini, şuuraltına yerleştirmeye çalışan teslimiyetçiler yüzünden; -nerdeyse- bölünmeyi, terörün bitiş sebebi olarak algılamaya başladık!...
Biz, Türk Milleti olarak yaklaşık 1500 senedir bu coğrafyada değil miyiz? Bu 1500 senenin yaklaşık tamamında bu coğrafyayı şekillendiren, yönlendiren hatta yöneten biz değil miyiz?
Tarihin ve dünyanın en büyük imparatorluğunu, en uzun sayılabilecek yüzyıllarca bu coğrafyada biz kurmamış mıydık?
Ya tarih ve tarihçiler yalancı, ya da biz o ırkın ahfadı değiliz!...
İslam'la teşerrüf ettikten sonra yüzlerce yıl sayısız Haçlı Seferi'ni, -İslam adına- tek başımıza biz göyüslemedik mi?
Son Kurtuluş Savaşımız'da; Muhteşem Türk Atatürk, üzerimize saldıran "Yedi Düvel"in adını Haçlılar olarak açıklamadı mı?...
Yüzlerce hatta nerdeyse 1000 yıldır Haçlı'nın birinci dereceden düşmanı ve önünde tek engelleyici güç olan bize ne oldu?...
Dünyanın en imanlı ordusu, nerdeyse "Allahsız" tarifi aldı!
Ne oldu ki yüzlerce yıllık "Su uyur düşman uyumaz." tarifli düşmanımızla, Haçlı ile ittifak içine girmeye çalışıyoruz!...
Çalışıyoruz derken Milletin asla böyle bir düşüncesi yoktur ama din adıyla, dindarlık adıyla, mazlum Müslümanların hakkını koruyacakları vaatleriyle iş başına gelen, takıyyeci teslimiyetçiler; milletimize, Devletimize bu yaftayı takmak üzereler!...
Sayın Paşam;
Sayın Büyükanıt Paşam; bütün "Dolma Kalemler", şer güçleri ağız birliği ile size saldırınca mümtaz bir Türk Evladı olduğunuz belli olmuştu!...
Gücümüzün yettiğince size destek vermeye çalışmıştık. Şükürler olsun "Gelen gideni aratır." endişesindeki, içleri çıfıt çarşısı olan kaypaklara, "Dolma Kalemler"e, uzaktan kumandalı siyasi geçinenlere inat görevinizdesiniz...
Allah aşkına gideni aratın!...
Dünyanın tek terörist devleti İsrail'in iki askerinin kaçırılmasını bahane ederek yaptıklarına karşılık, nerdeyse her gün üçer-beşer şehit verdiğimiz evlatlarımızın intikamını alın!... Bu alçak bölücülere gideni aratın Allah aşkına!...
Mehmetçiğimiz'in; adını kısaltarak aldığı Hz.Muhammed(s.a.v.) Efendimizin ve İslamın ve Türk'ün düşmanı Haçlı ile birlikte, İsraile fedailiğe gitmesine izin vermeyin!...
Lübnan'da ne işimiz var bizim!...
Biz can ve mal güvenlğimizi koruyabiliyor muyuz?
Artık emniyet müdürlerimizin evlerine hırsız girmiyor mu? Cezaevinin bahçesinde Cezaevi Müdürünün evine hırsız girmiyor mu?
Kolluk güçlerimizin, Güvenlik Güçlerimiz'in Güneydoğu'da can güvenlikleri ciddi tehdit altında değil mi?...
Bölücüler; müttefikimiz ABD ve "Dolma Kalemler"in hayali cennetleri AB'nin desteği ile şımarmıyor mu?
Artık bu ukalalaşan, şımarmaktan öteye giden, Bayrağımız'a el atmak küstahlığını bile gösterebilen bu adilere hadlerini bildirin!...
Gideni aratın Allah aşkına!...Demokrat kalın, Cumhuriyetimiz'in, Üniter Devletimiz'in en sadık savunucusu olarak görvinize devam edin ama, siyaseti Millete bırakın. Mesleği ölürse şehit, kalırsa gazi ve kahraman olmak olan askerimizin ne işi var siyasetle?...
Lübnan'daki, Filistin'deki haksızlığa uğrayan insanlara her türlü insani desteği elbette verelim. Haçlı'nın onlara daha fazla zulmetmelerine -gücümüz kadar- itiraz edelim. Ama Lübnan'da Mehmetçiğin ne işi var?...
Önümüzdeki günlerde aceleye getirilerek, Milletten saklanarak Meclise getirilecek olan bu konuyu, AKP'liler çıkaracaklar gibi... AKP teslim olmuş diye; Recep Tayyip Erdoğan, birinci dereceden danışmanı Zapsu'nun tarifiyle "Foseptik deliğine süpürülecek" diye Millet'te mi teslim oldu sanıyorlar?
Yoksa Millet'in haberi olmadan Devletimiz teslim mi oldu?
Tarihte bu coğrafyaya şekil verecek savaşları, hep biz yapardık. Şimdi "Dünyanın Dibi" sayılan bu coğrafyadaki şekillenmeyi de Haçlı mı yapacak? Ve biz, yüzlerce yıllık Düşmanımızın burnumuzun dibine geldiğini, sıraya aldıkları Devletler arasında bizim de olduğumuzu ne zaman fark edeceğiz? Bu sıraya alınmışlığı, Milletin bilmediğini mi sanıyorlar?...
Paşam;
Hemen hemen her yerinden arıza sesleri gelmeye başlayan Devletimizin, iyi yönetilmediği aşikar. Şehirlerde de, kırsalda da can ve mal güvenliğimiz kalmadı. Esnafın, yarına yönelik hayali ve hedefi kalmadı. İşçi ve memurumuzun tamamının emeklilik endişeleri var. Herkes günü kotarmak peşine düştü. Üstüne üstlük bir de şuuraltlarına bir Haçlı korkusu pompalanıyor!...
Allahınızı severseniz, Muhteşem Türk Atatürk'ten miras aldığınız Makamınıza sahip çıkarak Devletin en önemli kurumunun hala diri ve ayakta olduğunu ispat edin. Gideni aratın Allah aşkına!...
Milli hafıza da iz bırakın Paşam... "Bağımsızlık karakterimdir." "Mevzu vatansa gerisi teferruattır." diyen Atatürk'ün emeklerinin zayi edilmesine izin vermeyin.
Şer güçlerinin, uzaktan kumandalıların, siyasi topaçların, "Dolma Kalemler"in ağız birliği ile sizden korkuları yüzünden görevinizi engellemeye çalışmalarından, sizin bu Millet ve Devlet'e çok lazım olduğunuza inanıyoruz. Bunu ispat edin.
Gideni aratın Allah aşkına!...
Tekrarlayarak soracağım:
Paşam, Yoksa teslim mi olduk?...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Ağustos 29, 2006

ALIN SİZE "YOL ARKADAŞI" '...

Alın size "Yol Arkadaşı!"
Sonunda korktuğuma uğradım!...
Korktuğum, başımıza geldi sonunda!...
Başbuğumuz'un Emr-i Hakk'a teslimiyle birlikte; Başbuğumuz'la sayısız hatıraları olan veya olduğunu anlatan yalancılara alışmaya başlamıştık. Hayatında bir kez elini bile öpmemişlerin Başbuğumuz'un dizi dibinde büyüdüklerini anlatmalarına alışmaya başlamıştık!... Sonuçta sohbeti, Başbuğumuz'a dolayısıyla da Türk Milleti'nin meselelerinin konuşulmasına getiriyordu bu yalanalar!...
Sağlığında Başbuğumuz'a sayısız kafa tuttuğunu anlatan yalancıları, dinlemeğe başladık bir süre sonra!... Bu yalancılara da alışmaya başlamıştık ki, Ülkücüyüm diyenlerden; "Başbuğ, bir faniydi öldü.Peygamber değildi haşa, evliya değildi. Hataları da vardı." şeklinde konuşmalar, yazmalar başladı...
Ama yine de hepsinde -hiç değilse- olsa edep vardı. Sadakat, istenmese de mecburen vardı!...
Şimdi sizlerle internet sitelerine, Devlet Bahçeli'ye destek amaçlı düşen, bir "Yol Arkadaşı"nın bir yazısını aktaracağım. Aynen kopyalayarak buraya taşıyacağım.

"ARTIK YETER, MHP'nin ÖNÜNÜ KESMEYİ BIRAKIN. BİR DE TÜRKEŞ ÇİZGİSİ ÇIKTI: ALPASLAN TÜRKEŞ 1997 YILINDA VEFAT ETTİ. O GÜNDEN İTİBAREN GENEL BAŞKANIMIZ VE LİDERİMİZ OLAN DEVLET BAHÇELİ'NİN ÇİZGİSİ VARDIR,
EĞER TÜRKEŞ ÇİZGİSİ NE ZAMAN % 10'nu GÖREBİLMİŞTİR, AMA BAHÇELİ'NİN ÇİZGİSİ HÜKÜMET BİLE GİRMEYİ SAĞLADI. LİDERİMİZ BAHÇELİ'YE TÜM ÜLKÜCÜLER OLARAK BİAT ETTİK. ŞU GENEL KURULDAN SONRA SİZLERİ DE GÖNDERDİKTEN TÜM ÜLKÜCÜLER ÇOK RAHAT EDECEKLER. ALLAH ALLAH NEREYE GİDİYORSANIZ GİDİN. DEVLET BAHÇELİ'NİN KUTLU YÜRÜYÜŞÜNÜ ENGELLEMEYİN. AYRICA BAHÇELİ ÇALIŞMA ARKADAŞLARINI VEYA YOL ARKADAŞLARINI SEÇMEYE ÖZGÜRDÜR. KİMSE LİDERİMİZİN TERCİHİNE KARIŞMA HAKKI YOKTUR. EN ÇOK İSTEDİĞİM DE GENEL KURUL SIRASINDA TÜZÜK DEĞİŞİKLİĞİDİR. EĞER GENEL BAŞKAN KENDİ İSTEĞİ VEYA ÖLÜMÜNE KADAR KİMSE GENEL BAŞKAN ADAYI OLAMAZ. BAKIYORUM PARTİNİN ÖNÜ YOL GEÇEN HANI OLDU. HERKES GENEL BAŞKANLIĞA ADAY OLUYOR.

DEVLETİN BAŞINA DEVLET GELECEKTİR.
HAREKETİN LİDERİ DEVLET BAHÇELİ. "


İletinin sahibinin adresini de sizlerin vicdanlarınıza ve uygulamalarınıza muhatap etmek için ekledim!...
Mantığa, hainliğin, nabekarlığın şekline ve üslubuna bakın Allah aşkına!...
Bu hain ve alçak mantıkla, yani "Kral öldü. Yaşasın kral!" şeklindeki batılı ve imansız mantığa göre; bizler öldü diye, fani diye, "Her fani ölümü tadacaktır." İlahi Buyruğuna uydu diye Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)'den de mi vaz geçeceğiz? Ehl-i Beyt'ten, Enbiyadan, Evliyadan, Şühedadan da mı vaz geçeceğiz?...
Ya da bu nabekarlar, bunlardan da vaz mı geçtiler?!...
"Yürümesini bilmeyen it, ürümesine kurt çağırır!." atalar sözüyle anlatılmak istenen veya tariflenen salaklar, bunlar olmalı diye düşünürüm...
Sayın Bahçeli'nin ve "Yol Arkadaşları"nın sür'atle bu densizi bularak susturmalarını beklemek en tabii hakkımızdır diye düşünmekteyim...
Bizler; Devlet Bahçeli'nin başarısız olduğuna inananlarız. Ama asla Devlet Bahçeli'ye böylesine insafsızca kıyamayız!...Böyle merhametsizce ve saygısızca iftirayla saldıramayız...
Israrla uyarmaya çalıştığımız; taraftar görüntüsüyle yanında durdukları insana düşmanın vuramayacağı darbeyi bunlar vurur dediklerimiz, işte bu ağzından def-i hacet eyleyenlerdi!...
Düşündükçe, yazdıklarını okudukça öfkeleniyorum!
Bu gibi hainin önde gidenlerinden Allah(c.c.)'a sığınırım...
Bunları Allah(c.c.)'ın Kahhar adıyla kahrına havale ederim...
MHP ve Ülkü Ocakları Genel Merkezlerinin bu -en azından- salak meczuba gereken uyarıyı yapacaklarına da eminim... veya öyle olması gereğine inanıyorum...
Buyurun ve alın size bir "Yol Arkadaşı"...
TEVEKEKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ağustos 24, 2006

İLM-İ SİYASETÇİ YAĞDANLIKLAR !...

Ya Rabbi ! Sen mukayyet ol !...
Etrafı yağdanlıklar kapladı!...
İlm-i Siyaset adının arkasına saklanarak hem o ilmi ilim olmaktan çıkaran hem de takıyye yapanları, hiç ama hiç sevemedik...
Çok kızdığı ama korktuğu komşunun, "Baba beni falanca dövdü!" diyemeyecek, konuşamayan çocuğuna vuranları da sevemedik!...
"Babaları iyi adam da, çocuklarının asaleti bozuk!.." şeklindeki, korkakça hakaret edenlerden, nefret ettik...
Sağ gösterip sol vuranları; boksör değilse, sporcu değilse sevemedik te sevemedik!...
Son günlerde; MHP Genel Merkezinde birilerine yakın kalarak, belki genel başkana ulaşıp bir şeyler isteme hazırlığında olan bazı siyaset yüz karalarından bahsetmek istiyorum...
Neymiş efendim? Devlet Bahçeli çok iyiymiş te, hareketin lideri olarak taraflı-tarafsız herkesten övgüler alarak 'Devlet Adamlığı'nı ispatlıyormuş ta; ama kendisine seçtiği "Yol Arkadaşları" iyi değilmiş!...
Tamamına yakını, başka partilerden gelmişmiş te; hele solcu proflar varmışta, başdanışmanlarından birinin eşi başka bir partde danışmanmış ta.... daha bilmem neler, neler!...
"Tanrım, beni dostlarımdan koru! Düşmanlarımla ben baş ederim." diye bir söz var aklımda...
Her halde Devlet Bahçeli'nin son günlerdeki, en fazla kullanması gereken söz ve düşünce bu olmalı...
Sn. Devlet Bahçeli'yi, desteklemeyeceğimi defaatle söylemiş olmama rağmen; Devlet Bahçeli'nin yeniden genel başkan olması halinde ömrümü hediye ettiğim MHP ile hiç bir bağımın kalmayacağını, şimdiden söylüyor olmama rağmen, yine de Ülkücü Tavırla bir uyarı daha yapmak istiyorum.
Sayın Genel Başkan;
Yakınınızda bulunanların nerdeyse tamamına yakınının hayalinde mevkiler, makamlar, ihaleler, çıkar hesapları var! Bu hayallerinin ve hesaplarının yüzde yüz tutacağından da emin değiller!... Bu yüzden de kaçacakları kapıyı, hep aralı bırakıyorlar!...
Şimdi "Baş Danışman" ünvanlı Yol Arkadaşlarınıza saldırıyorlar ve onlara saldırırken de size hoş görünme gayretinden asla vaz geçmeden -sahteliği sırıtan- övgülerle, size bağlılık ikrarında bulunuyorlar!...
Bunlar; sizi belki kongrede değilse bile, ilk listeler hazırlandığında terk edeceklerdir... Gerçi o çok geç kalmış terk etmelerinden dolayı bunların, gidebilecekleri yer olmaz ama; sizin hakkınızda neler neler söyleyeceklerini, şimdiden tahmin edebiliyorum...
Çünkü bunlar; dün de terk etmişlerdi, bu gün ülküdaşalrını terk ettiler, yarın da sizi terk edeceklerdir!...
Oysa biz; en kızgın anlarımızda bile, "Bir genel Başkan'ın istediği kadar jokey kullanma hakkı vardır. Yeterki süvarilerle jokeyler arasındaki tefriki yapmış olsun." demiştik. Hala aynı görüşümüzde ısrarcıyız. Siyaseten getirisi olabilecek her insandan faydalanmak hem akıl gereğidir hem de başarılı bir genel başkanın yapması gereken doğrudur...
Bu jokeylerden rahatsız olduklarını, güya ilm-i siyasetle söyleyerek kendi gönüllerinde yatan isteklerini dahi söylemeye cesaret edemeyenlerden, hiç kimseye olmayacağı gibi size de bir hayır gelmez!...
Çünkü bunlar süvari olmadıkları gibi jokey de değillerdir!...
Sadece taraftar görüntüleriyle, bulundukları yere, destek verdikleri kişiye zarar verirler...
Bizler açığız. Açık duruşluyuz. Net tavırlıyız. Devlet Bahçeli'nin genel başkanlığından memnun değiliz ve değişmelidir diyoruz. Ama onlar; Devlet Bahçeli ve yakınlarının yanında taraftarca ateşli nutuklar atıp, yalnız kaldıklarında küfredenlerdir...
Bizler; 35 yıllık çilelerin, 5500 şehidin, sayısız Ülkü kahramanının, asla gövde gösterisi yapmayan Dava'nın Aysbergleri'nin emekleriyle bir yerlere getirilen MHP adına Devletin bütçeden verdiği paralarla, Ülküdaşlarını dışlama operasyonu yapan ile; Ülküdaşları ile buluşabilmek için yol masrafını karşılamak amacıyla silahını satan Ülkücü arasındaki farkı anlatmaya çalışıyoruz...
Bizler; dünümüzün kahramanlarından utanarak adaylıklarını çizenle, kapı kapı dolaşarak Ülkü Devleri'ni evlerinde ziyaret eden Ülkücü arsındaki farkı ortaya koymaya çalışıyoruz...
Bizler; Ülkücülerin canları-kanları-ikballeri pahasına aldıkları tapulu arazileri üzerine üşüşen gecekonducularla, asıl arsa sahipleri arasındaki farkı ortaya koymaya çalışıyoruz...
Güzel Ülküdaşlarım;
Seçimlerde elli milyona yakın belki de daha fazla seçmen oy kullanacaktır. Bu seçmenleri ancak "Dava'nın Aysbergleri" kontrol edebilirler. Yoksa her biri kurşun asker olsa dahi, 1200 delege ile seçim kazanıldığı, vaki değildir...
Kurşun Askerlerden oluşan MHP delegasyonunu; Allah rızası için her Ülküdaşımız kendi bölgelerinde incelesinler ve kaç tanesinin toplumla içiçe olduğunu, kaç tanesinin milletle barışık olduğunu tesbit etsinler...
Erciyes'te toplanan "Ülkü Devleri" nin çadırlarda neler konuştuklarını, Allah rızası için yürekliler çıkıp söylesinler!...
Bizler; net tavırlı ve net duruşluyuz. Bu yüzden kaybederkende kazanacağımızı bilenleriz...
Ama MHP'den başka yere oy vermeyeceğim diyen samimi Ülküdaşalrımızın emeklerinin zay olmasına neden olacak bu "Kurşun Asker" delegasyon konusunda, Genel başkanı uyarın lütfen!...
Yoksa MHP çatısı çöker ve hepimiz açıkta kalırız!...
Bunun vebali de; "Küçük olsun benim olsun." harisliğinde ısrarcı olanların olur...
Açıkça söylüyoruz; MHP, millet nazarında hala milliyetçilerin tek adresi olarak bilinmesine rağmen Devlet bahçeli ile sandıktan çıkamayacaktır.
Olan millete olacak, olan yaklaşık kırk yıllık ülkücü emeklere olacaktır.
Yıkılan pehlivanın güreşe doymayacağı aşikardır. Ama, siyasette kaybedenin yeniden kazandığı da görülmemiştir...
Lütfen zamana yazık etmeden, onlarca yıllık emekleri zayi etmeden, 5500 şehidimizin emeklerini inkar etmeden aklımızı başımıza toplayalım...
Diğer liberal ve millete ters partilerden hiç bir farkı olmayan Devlet Bahçeli ve "Yol Arkadaşları"nın partilerinden bir sürü var!...
MHP'nin farklılığını ortaya koymadan asla farklı bir teveccüh beklemeyelim!...
Bu hayalden de öte bir hayal olur!...
Ve "Bozkurtlar, günü geldiğinde partiye sahip çıkınız." diye vasiyette bulunan Başbuğumuz'un emanetine yazık olur. Ülkücüler de emaneti layık-ı vechiyle koruyamamış olurlar!...
Vallahi de, billahi de vebaldir, günahtır...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
tokkali@gmail.com

Çarşamba, Ağustos 23, 2006

HADİ FARKI FARK EDELİM...

Yine aklımız karıştı, yine midemiz bulandı. Çıktığımız Kutlu Sefer'de araç kaptanımız değişince sanki araba tuttu bizi!...Artık midemiz bulanıyor...
Başbuğ Alparslan Türkeş'in, Muhteşem Türk Başbuğ Atatürk'ten devraldığı Türk Milliyetçiliği Siyaset Bayrağı; -Allah(c.c.)'ın izniyle dalgalandığı yüreklerden yere inmez de- sanki yarıya indirildi gibi!...
Önce Başbuğ Atatürk'ün; Bursa'da bir karışıklık üzerine yaptığı konuşmayı; sonra da "Karen Fogg Çocuğu" Memet Ali Birand'ın anlatımıyla, MHP Genel başkanı Dr. Devlet Bahçeli'nin Ülkücü gençlikten isteklerini, Allah rızası için bir an taraftarlık gözlüklerimizi çıkararak vicdanlarımızda mukayese edelim.
Farkı fark edenleri de sür'atle doğru safa davet ettiğimizi, tekrarlayalım.
.................
"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.
Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.
Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.
Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu yargılayacaktır.
Yine düşünecek, "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek"
Onu hapse atacaklar.
Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki, 'Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.'
İşte benim anladığım Türk Genci
ve
Türk Gençliği!"

M.Kemal Atatürk 1933 Bursa
...........................
Şimdi de mehmet Ali BİRAND'ın çok methettiği, MHP Genel Başkanı Dr.Devlet Bahçeli'nin; Türk Milletinin sigortası veolaylar karşısındaki tavrının adı olan Ülkücü gençlik'ten beklentilerini ve isteklerini görelim:
...........................
Mehmet Ali BİRAND
Bahçeli’nin devlet adamlığı

MHP lideri’nin, Ülkücülerle ilgili söyledikleri son yılların en sorumlu tutumlarından biridir. Bahçeli, kendi inançları ve politikalarından hiçbir ödün vermeden tavrını belirledi:”Ülkücülerin sokakta işi yok”.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Milliyet Ankara temsilcisi Fikrat Bila ile söyleşi sırasında yaptığı tarihi açıklamalar, Türkiye’nin önünü açtı. Kaza bulutları dağıldı. Devlet Bahçeli de bir Devlet adamı olduğunu tekrar gösterdi.

İstese tam aksini yapabilirdi.Eminim kendisine bu yönde telkinler gelmiştir.“Başkanım, bırakalım bu vatansever gençler ülkeye sahip çıksınlar. Hem oy potansiyelimiz artar, hem de ülkücüler güçlenirler” demişlerdir.Oysa Bahçeli, tersini yaptı.
Çok net bir mesaj verdi:“... Milliyetçi Ülkücü gençlik, hiçbir şart altında sokakta, çatışma-kavga ortamında bulunmamalıdır. 21.yüzyılın ilk çeyreğinde Cumhuriyet’in 100. yıldönümünü lider bir ülke olarak kutlama arzusu taşıyan bu gençlik, eline silah değil bilgisayar almalıdır. İhtiyacı mermi değil bilgidir...”Bahçeli bunun yerine “Ülkücüler duyarlıklarını göstermişlerdir” demekle yetince, kendi taraftarlarından alkış, hatta oy bile kazanabilirdi, ancak Türkiye önümüzdeki yılları yine kavga ve kanlı gösterilerle geçirirdi. İstikrar ve toplum barışı bozulurdu. Yabancı yatırım korkup kaçar, ekonomi tepetaklar gider, Avrupa ile müzakerelere başlayarak sıçramaya hazırlanan bu ülke, tekrar karanlıklara gömülebilirdi.
Devlet Bahçeli kısa vadeli düşünmedi, işin kolayına kaçmadı. Tam aksine uzun vadeli düşündü ve işin zorunu seçti. Ancak bu tutumuyla, hem partisini gelecekteki iktidarlara ortak olabilecek konuma soktu, hem de Ülkücülere, ilerde daha iyi anlayıp değerlendirebilecekleri yeni bir yön gösterdi.
BAHÇELİ, TÜRKİYE’Yİ VE DÜNYAYI İYİ OKUDU Devlet Bahçeli bu tutumuyla, hem Türk kamuoyunu, hem de Uluslararası koşulları çok iyi okuduğunu da gösterdi.
Bahçeli, Türk kamuoyunun eskiye dönmek istemediğini, kavga ve kana tepki duyduğunu, Avrupaya giderken bunu engelleyecek gelişmelere ters bakacağını, aynı şekilde, Uluslararası koşulların Türkiye gibi bir ülkede iç çatışmaya izin vermeyeceğini gayet iyi gördü.
ÜLKÜCÜLERİ TUZAĞA DÜŞMEKTEN KURTARDI. MHP’nin kavgacı, Ülkücülerin de sokakları karıştıran, farklı düşünenleri linç eden bir imajla hiçbir yere gidemeyeceğini gösterdi.Ülkücü gençler, Devlet Bahçeli’ye teşekkür etmelilerdir. Başkanları, onları çok büyük bir tuzağa düşmekten kurtarmıştır. Bahçeli’nin gösterdiği “Sizden farklı düşünenlerle, sokakta kavga ederek değil, fikrinizle mücadele edin” yaklaşımı, Ülkücü örgütlenmeyi ilerde birgün yok olma tehlikesinden kurtarmıştır.
Ülkücü gençler belki bugün Bahçeli’ye kızmış olabilirler, ancak MHP liderinin yapmaya çalıştığı “ince ayarı” uyguladıkları taktirde, kısa bir süre sonra MHP’nin kolluk gücü gibi görünmekten çıkacak ve ciddiye alınan, fikirleri dinlenen bir sivil toplum örgütü konumuna girecektir. Bu da Ülkücü hareketin şiddet-kavga-korku kıskacından kurtuluşu olacaktır.
BAHÇELİ OLMASA, AB GECİKİRDİ Devlet Bahçeli, 2002’ye kadar süren üçlü koalisyon (ANAP-MHP-DSP) sırasında da, buna benzer Devlet adamlığı sergilemişti.
Unutanlara hatırlatmak isterim.Bahçeli, partisindeki heyecanları dengelemese, aşırı uçları kontrol altında tutmasa ve devletin uzun vadeli çıkarlarını, parti politikalarının önüne geçirmese, Türkiye o dönemde AB ile ilgili en hayati uyum yasalarını çıkaramazdı. Ne Kürtçe yayın-eğitim ne de idam cezasının kaldırılması...
Bahçeli istese öyle bir muhalefet yapar, Ülkücüleri öylesine sokağa indirirdi ki, o yasalar TBMM’den geçemezdi.MHP lideri, bütün bu yaklaşımları da partisinin politikalarından ödün vermeden gerçekleştiriyor. Günün koşullarını iyi görüyor, uzun vadeli düşünüyor. Bu şekilde MHP’yi, içine düşebileceği marjinal, sesini ve gücünü sokak şiddetinden alan bir parti olmaktan kurtarıyor.
MHP, Ülkücüleriyle birlikte, “korkulan, aşırı görüşlere sahip bir parti” değil, sistemle uyumlu, Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde gerektiğinde iktidar olabilecek bir parti konumuna giriyor.
Unutmayalım ki, temel özgürlüklere saygı göstermeyen, şiddet kullananların önümüzdeki dönemde şansları olmayacaktır...* * *Posta Gazetesi 19/04/2005

Başka bir söze gerek var mıdır bilmem...
Dr.Devlet Bahçeli; Ülkücü Hareket'i, mukaddesleri uğruna mücadeleden menetmiştir...
Bayrağımıza saldırıların yapıldığı günlerde; bizzat benim Teşkilat genel başkanımızla yaptığım konuşmalar ve bunları duyunca Genel başkan Devlet Bahçeli'nin bana söylediklerini de gerekirse anlatırım...
Böylece belki de hor görülen "kahvecilik"ten, millet adına korkaklık makamı(!)na terfi edebilirim...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Ağustos 22, 2006

DOSTTAN ACI SÖZLER, TEKRAREN...

Dostlar;
02.03.2005 tarihli bir yazımı sizlerle bir daha paylaşmak istedim.
Aklını kiraya verenlerden, taraftarlardan, çıkarları için taraftarlık rolü yapanlardan farkımızı hatırlatabilmek kastıyla bir daha bir buçuk yılgeri dönme gereğini duydum.
"Bazı sözler vardır; söyleyeni de söyleneni de üzer!...
Ama bu sözler, mutlaka söylenmelidir...Bu sözler dost sözleridir ve acıdır!...Bu sözler; zamanında söylenirse "Dün niye söylemedin?" diye geç kalmışlıkla, gününden önce söylenirse " Şimdi zamanı mı kardeşim?!" diye acelecilikle suçlanır...
Tekrarlıyorum ama bu sözler, mutlaka söylenmelidir ve hep seyrek söylenir!...
Halbuki aslında; seven, sevdiğini başkalarının incitmesine izin vermemek için -onu incitmek uğruna- söyleyeceğini, söylemelidir...
İman tazelemek amacıyla beni tanıyanların bildiği bir övünülecek özelliğimi tekrarlayarak başlamak istiyorum:
Aklım kesti keseli Ülkücüyüm...Ülkücülüğüm Rahmetli Babam'dan veraseten intikal etti. Çünkü O'da ülkücüydü...
Rahmetli Başbuğumuz'un; "Her ülkücü otomatikman MHP'lidir.." sözünü, sağlığında talimat, dünyasını değiştikten sonra da vasiyet olarak algılayarak ailece "İnadına MHP'li" olduk...
Başbuğumuz'dan sonra, Parti içi rekabetlerde elbette taraf olduk. Tarafımız kazandıysa mutlu ve kucaklayıcı; kaybettiyse Ülkücü İrade'ye saygımızdan kazanan tarafa tabi olduk...Ve bu tabiiyette asla geç kalmışlığımız olmadı...
Ülkü Ocakları ve Parti teşkilatlarını, her zaman teşkilatımız olarak belledik...Teşkilatlarımızın isteklerini, emir telakki ettik, etmekteyiz...Yıllarca ne kimseyi küstürecek cesaretimiz oldu ne de küsmeye tenezzül etmedik...
Çünkü Ülkücü adapla, kişilerle asla meselemiz olmadı!..Biz; " Bu memleketin cumhurbaşkanından genelev kadınına kadar bütün insanlarının meselesi, meselemizdir..." inancıyla siyasette saf tuttuk...
Türk Milleti'nin töresinden de türesinden de asla vaz geçmedik. İslam'la şereflenerek Hanif Millet" unvanını aldıktan sonra da töresinden, türesinden ve mukaddeslerinden asla taviz vermedik...
Özal'lı ANAP'la başlayan son yirmibeş yıllık süreçte; din pazarlayıcıları, iman bezirganları siyasiler yüzünden Devletimiz'in zorda, milletimizin darda bırakılmışlığına elbette hep baş kaldırdık...
Tabiki bizim isyanlarımız da töreli ve türeli olmuştur..."Devlet bizim, biz Devlet'in.." mantığıyla hep devlet-i ebed-müddet dedik ve diyeceğiz...Bu hayat felsefemizdir. Şehadetimizi getirdikten sonra "Devlet-i ebed-müddet" diye iman tazeleriz...Devletimizin bekası için gerektiğinde ölürüz-çoğalırız, çoğalırız-ölürüz...Devletimiz için öldüğümüzde imanımıza şahitlik etmek için şehit oluruz inancındayız...
Devlet yönetimleri, bazan asli unsurların elinden alınabilir!... "Asli unsurları tarafından yönetilmeyen milletler için izmihlal mukadderdir.." sözünü, Muhteşem Türk Atatürk bu gerçeği unutmamamız için söylemiştir...
Atatürk'ün kurduğu sistemde devlet yönetimine ancak demokratik yollardan yani seçimlerle gelinmektedir.
MHP olarak -üç buçuk yıl da olsa- erkin üçte biri kadar da olsa, devlet yönetiminde bulunduk...O üç buçuk yıldaki hatalarımızı, MHP olarak tesbit etmek ve bilmek zorundayız. O yıllardaki doğrularımıza da başkalarının sahiplenmesine izin vermemeliyiz!...
Milletle devletin barışık olduğu yerlerde ve zamanda huzur hakimdir. Üç ortaklı, üç buçuk yıllık dönemde, devletle milletin barışık olmadığını, hatta dargınlıkların arttığını kabul etmeliyiz. Bu dargınlıklara sebep olan davranışlarımızı, biz tesbit ederek gerekirse milletimizden özür dilemeliyiz...
Artık seçimin ayak sesleri duyulmaktadır. Delik deşik olan Deprem çadırı AKP'de dağılma başlamak üzere...
Elbette MHP olarak bu Toplama Kampı'nın, bu Deprem Çadırı'nın dağılması üzerine siyaset inşa edemeyiz...Artık MHP olarak, Genel başkanımız'ın şahsında milletin arasına inmeliyiz.
Milletin tavrını, Milli Siyaset ederek siyaset vitrinine taşımalıyız...
Daha fazla AB kapılarında rencide olmak istemeyen milletimizin tavrına tercüman olarak, milletimizi temsilen AB ukalalarına hadlerini bildirmeliyiz...
80 yıl önce silah zoruyla, yaka-paça denize döktüklerimizin bizi Birliklerine almayacaklarını bilen milletimiz gibi AB kapılarında beklemekten vaz geçeceğimizi bildirmeliyiz...
Kıbrıs'ı, Kerkük'ü, Karabağı, Balkanları sahiplenerek onlara dünya çapında diplomatik destekler sağlamalıyız...Dünyanın neresinde bir Türk varsa meselesinin meselemiz olduğunu, dünyaya duyurmalıyız...
Teşkilatlarımız artık süratle ve haşmetle atağa geçmelidir...
MHP Genel Başkanımız; sür'atle bütün kucaklayıcılığıyla evlerinde atıl bırakılan Ülküdaşlarımıza yönelmelidir. Hatta Ülkü Devleri'nden ev mahkumu olan bazılarını, süratle arayarak evlerinden çıkarmalıdır...AKP'nin, DYP'nin, SP'nin ısrarla arayarak davet ettikleri ama ısrarla red cevabı aldıkları bu Ülkü Devleri'nden bazılarını biliyor ve tanıyorum...Teşkilatımız ihtiyaç duyar ve emrederse bu isimleri, kendilerine arz ederim...
Ülkücüler, seçim startının verilmesini beklemektedir. Hatta bu startı kendilerince başlattılar bile...Bütün ülkücülerin öfkeleri, kendilerinedir. Bu yüzden kendileriyle yani teşkilatlarıyla barışmaları, çok kolaydır...
Bir aramanın, bir sormanın bu Devler'i harekete geçireceğinden eminim...Tabii ki işin doğrusu, kendini sorumlu sayan ülkücülerin davet beklemeden teşkilatı etrafında saf tutmalarıdır.
Ama;Sayın Genel başkanım;
"Ey Oğul! Beğsin...Bundan böyle bölünmüşlük, parçalanmışlık bize, bütünlemek sana.."
Yaklaşık bir buçuk yıl önceki seslenişimiz bu...
Bu seslenişlerimizi; genel merkezlerimize defalarca şifaen de arz ettik. Bizim bu canhıraş seslenişlerimizi duymazdan gelen veya duymalarına rağmen -bizden sonra belkide alay eden- yöneticilerimizden kırılmayı, asla düşünmedik.
Ama aksi oldu maalesef!...
Bizler; kendilerine ev hapsi veren Devler'i evlerinden çıkarın diye yalvarırken; onlar, teşkilatlarda inadına duaran Ülküdaşlarımızı dışladılar!...
Ülkü Ocakları genel başkanlığı yapmış emektarlarımıza, Başbuğ'un kabri önünde saldırdılar.
Şimdi de Genel başkanlığa aday olacağım diyen Ülkücülere, TV'lerde canlı yayında saldırıyorlar...
Oysa bu saldırılan Ülküdaşlarımız; hala bulundukları yer ve bölgelerde vatan hainlerinin korkulu rüyalarıdırlar...
Dost acı söyler!
Bir daha hatırlatmalıyım. Zaman asla geçmiş değildir. Türkiyenin en ehil siyasi kadrosuna sahip olan Ülkücü Hareket'in, kendine yakışır bir vakarla ve demokratikçe genel Başkanlık yarışını tamamlamasına yardım edilmelidir...
Şeyh Edebali ağzıyla bir daha; "Ey Oğul Beysin! Bundan böyle bölünmüşlük parçalanmışlık bize, bütünlemek sana!..." diye seslenmek isteriz...
Taraftarla Ülküdaş arasındaki farkın, bilmeyenlerede öğretilmesi en büyük arzumuzdur elbette...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
tokkali@gmail.com

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

"MEYDAN" IM...

"Ok atılır kal'asından
Hakk saklasın belasından
Köroğlu'nun narasından
MEYDAN gümbür gümbürlenir.." Köroğlu

Her birinin varlığı ile ayrı-ayrı müftehir olduğum,
Çok Muhterem Yiğit Ülküdaşlarım;
"MEYDAN"ımızda bizleri buluşturan Rabbim'e şükrederek başlamak isterim...

Sizlerle, daha önce de arzettiğim bir kıssa ile selamlaşmak isterim:
Koca Yavuz Sultan Selim Han, makamına oturur.
Kendisine mesai arkadaşları seçecektir elbette. En yakın mesai arkadaşı olması gereken Sadaret makamı, yani günümüzün Başbakanlık makamı boştur.
Fısıltı ile, toplanacak ilk divanda Sadrazam atayacağını duyurur. Bütün paşaların hayallerini artık sadrazamlık süslemektedir.
Paşaların tamamına yakını Enderun mezunu yani akademisyendir, mekteplidir. Sadece Piri Mehmet Paşa; serhadden serhadde atılarak, bilek ve iman gücüyle paşadır...
Bilinen divan günü, bütün paşalar; Divan saatinden saatlerce önce Divan salonu'na koşarak Padişaha yakın bir sandalye kaparlar.
Piri Mehmet gazi ise; Divan'a bir-kaç dakika kala gelerek, kapıya çok yakın bir iskemleye çöker. Bütün koltuklar, Sadrazamlık hülyasındaki Enderunlu Paşalar tarafından doldurulmuştur çünkü...
Koca Yavuz, Divan'a gelir...
Selam-sabah, hoş-beşten sonra Divan'ı açar...
Teamül gereği, bir kararını açıklayarak meşvereti başlatır.
- Paşalar! Bir karara vardım ne dersüz? Diye Divan'ı ve meşvereti başlatır...
Bütün Paşaların hayalinde Yavuz'a hoş görünerek Sadrazam makamını kapmak vardır...
- Falan Paşa, ne dersün? Şeklinde ve sırayla bütün paşalara yöneltilen soruya:
-Muvafıktır Hünkarım!...
- Çok muvafıktır Hünkarım!...
- Siz yeryüzünde Allah'ın sayesisiniz! Yanlış yapar mısınız haşa! Muvafıktır Hünkarım... şeklinde veya benzer cevaplar alınır.
Sıra, kapının eşiğinde kalan Piri Mehmet Gazi'ye gelir.
- Bre Piri Paşa, sen ne dersün? sorusuna:
- Külliyen yanlıştır Hünkarım!... şeklindeki erkek sesli cevapla, Divan'a sanki bomba düşer!...
Divan'da çıt çıkmamaktadır!. Paşaların heyecanlı soluklanışları bile kös gibi seslenmektedir!.
Yavuz, bütün gazabıyla kükrer:
- Bre Piri! Bizden korkmaz mısın? Bilmez misin biz kelle alırız?
Cevapta aynı kükreyiş ve tonlamayladır:
- Haşa Hünkarım! Yüreğimizi Allah korkusu öylesine kaplamıştır ki, başka bir korkuya asla yer yoktur....
Veeeeee....
Piri Mehmet Paşa, Koca Yavuz'un Sadrazamıdır...
.........
Yıllarca; Teşkilatlarımız, iri olsun diri kalsın diye çırpınıp durduk...
Sadece bu düşünce ve Piri Mehmet Paşa imanıyla, doğru zemin ve zamanlarda teşkilat Yöneticilerimizi lisan-ı münasiple uyarmaya çalıştık...
"Külliyen yanlıştır Hünkarım!..." cevabının tarihe ve geçmişimize kattığı lezzeti, şerefi asla unutmadan hareket ettik ama olmadı!...
Ya duyulmadık, ya da duyulup kaale alınmadık!...
Kaale alınmadık diye, elbette susamazdık!...
Susmadık inşaaallah susmayacağız da!...
............
Hiç kimseyle, şahsi bir kırgınlığımız yoktur. Olmayacak ta...
Ama "Taraftarlık ile Ülküdaşlık" arasındaki farkı ve muhteşem farkı anlatana kadar konuşmaya yazmaya devam edeceğiz...
Eğer bu mücadelemiz, birilerine ikbal sağlayacaksa -ki sağlasın diye varız- Taraftar ile Ülküdaş arasındaki farkı, fark edenlere ikbal sağlasın diye uğraşacağız...
Ülkücünün olmadığı, ülkücünün dışlandığı bir parti, Ülkücü olamaz...Ülkücünün Ülküdaşından vaz geçmek gibi bir lüksü, asla olamaz...
Milliyetçilik te hiç kimseye babasından miras kalan bir ideoloji değildir...
Milliyetçilik; bir iç dürtüdür, bir reflekstir, olaylar karşısında bir tavır koyuştur...
Milliyetçilik, hiç bir partinin tekelinde de değildir.
Ama Ülkücünün, olmazsa olmaz adresi MHP'dir...
............
Son yüzyılın iki Başbuğundan ikincisi olan Başbuğ Türkeş'in; liderliğine taraftarlarının şakşaklamalarıyla talip olduğunu zannedenlere; "Külliyen yanlıştır Hünkarım!" mantığıyla hep kafa tuttuk!... Genel başkanlığın beraberinde liderlik getiremeyeceğini, söyleyip durduk... Eğer böyle olsaydı, -kısa süreli de olsa- Partiye genel başkanlık yapmış insanların da lider olmaları gerekmez miydi?
Bu itirazımızdan, bu kafa tutuşumuzdan vaz geçmedik, geçemeyiz de...
Son Başbuğ'dan Ülkücülere miras kalan MHP'nin yanlış yönetildiği kanaati taşıyanlardanım...
Mevcut genel başkan'ın siyasetlerini, tasvip etmeyen Ülkücülerdenim.
Bu yüzden de değişsin diye uğraşanlardanım...
.........
Asla kimseci değilim!...
Asla taraftar olmayacağım...
Yol Arkadaşlığı tarifini de kabullenmeyenlerdenim...
Bana; Ülkücülüğüm, Türkeşçiliğim, Turancılığım fazlasıyla yetiyor ve de inanılmaz bir zevk ve onur veriyor...
Gerisi Allah(c.c.)'ın nasibine, takdirine ve zamana kalmıştır...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com

Pazar, Ağustos 13, 2006

ÜLKÜCÜ FARKI...

İnsanın enteresanlığı, insanlığındandır.
Seven de insandır, sevilen de! Dost ta insandandır, düşman da! Taraftar da, yoldaş ta, Yol Arkadaşı da, ülküdaş ta insandandır...
İnsanlığının farkında olan da, olmayan insan da insandır!... En enteresanlık ta buradadır, en anlaşılmazlık buradadır!...
İnsanlığının farkında olan insanlar,düşmanlarına dahi insanca davranabilirken; insanlığının farkında olmayanlar Yol Arkadaşı iken, yoldaşken, taraftarken yakını olduklarını zannettikleri insanı, insafsızca tahrip ederler!...
Canlı yaratıklar içinde, kendine biçilen ömrü planlayarak yaşamaya çalışan -aklından dolayı- sadece insandır.
Ama insanlığının farkında olmadan ve kendilerini en akıllı zanneden bazı haris insanlar yüzünden, insanlığının farkında olan insan gibi insanlar, hep huzursuz edilirler!...
Yine insanlığının farkında olmayan ve kendilerinden başkasını "Allah yarattı" bile diyemeyen, insanlık özürlüler tarafından insanların huzuru kaçırılmaya başlandı...
Suç samur olsa kimsenin giymeyeceği, bilinen bir tecrübedir!...
Severek, sevilerek büyüdük...
Bu büyüme, olgunlaşma, hatta -hamdolsun- kocama sürecimizde, zordan da zor günler yaşadık. Bu yaşadığımız zorlukların boyutuyla düz orantılı olarak ta olduk veya ham kaldık!...
Dönülmez yollardan dönmüştük oysa!...
Yola ilk çıktığımız yer ve zamanın üzerinden korkunç badireler geçmişti!...
Korkmamıştık, ürkmemiştik, birbirimizi asla terk etmemiştik... Baskılar arttıkça, zulümler arttıkça bizler birbirimize daha yakınlaşmış, daha kenetlenmiştik...
Ölerek şehadet şerbetini içenlerimiz, idam sehpasına saltanat koltuğuna çıkarcasına çıkan yiğitlerimiz, şehitlerimiz olmuştu...
Bizi, öldürerek yıldırmayı planlayanlar, ölerek çoğaldığımızı görünce paniklemişlerdi. Korkmuşlardı!...
Gerili bir yaydan, hedefi belli oklar olarak fırlamıştık bir kere. Ya hedefe varacaktık, ya da hedefe varacaktık.
Düşenler olursa kaldıracaktık. İleri daha ileri gidecektik. "....Dönersem vurun! Davaya katılıp dönen herkesi vurun." diye hafızalarımıza kaydettiğimiz, muhteşem bir erkek ses, muteşem bir komut vardı...
Hamdolsun ki ne dönenimiz, ne de döndüğü için vurulanımız olmuştu!...
Zor günleri geçirmiş, zor zamanı yenmiştik.
İşimizin kolaylaştığı bir zaman da, bir kara 4 Nisan'da gök kubbe başımıza yıkıldı...
Emir komuta zincirimizin başı, Baaşbuğumuz Emr-i Hakk'a uymuştu...
Mükemmel bir MHP imamesiyle, aynı ipe dizilmiş daneler olarak mükemmel bir tesbihtik!...
Bu mükemmel tesbihi; elbette Ülkücü hareket tedrisli bir Ülküdaşımız alır ve anı şekilde Hakk'ı zikreder diye düşünmüştük...
Ama olmadı, olmasına izin vermediler!...
Dr.Devlet Bahçeli'nin MHP'ye Genel Başkan olduğu ilk günlerde, " Devlet Bahçeli, MHP'ye genel başkan olarak önce kendisine, sonra da ülkücü harekete yazık etti!... Çünkü kendisi, taşınması çok zor hatta mümkün olmayan bir yükün altına girdi; bizleri de 'Devlet Abi'siz, Devlet Hoca'sız bıraktı..." demiştik...
Devlet Bahçeli hakkındaki sevgimiz ve kanaatimiz, aynen devam eder. Ama Devlet Abimiz'in yanındaki, kraldan fazla kralcılar, gelebilecekleri en yüksek mevki ve makamı oturdukları koltuklar olarak gören ufuk özürlüler yüzünden darmadağın bir haldeyiz!...
Hakk'ı zikretmek üzere, ehil bir Dava Adamı tarafından, aynı Ülkü ipine dizilmiş tesbih daneleri; bilinerek yapılan bir hareketle, ipi koparılarak etrafa saçıldı!...
"Ey Oğul ! Beysin!... Bundan sonra bölünmüşlük, dağılmışlık bize; bütünlemek sana." diye Edebali ağzıyla çok seslendik. Duyulmadı, duyurulmadı!...
Veya duyuldu, duyuruldu ama tesbihin ipinin koparılması görevi yerine getirildi!...
Sevmekte ısrarcı olduğumuz, yıllarca "Devlet Hoca, Devlet Abi" diye günün, gecenin her saatinde ulaşabildiğimiz Devlet Bahçeli'ye Genel Başkanımız olarak ulaşmakta sıkıntımız olduğu için, buralardan bir daha seslenmek istiyorum:
"Sayın Genel Başkanım;
Dava adamı, sizin belirlediğiniz takvim içinde yapılacak Olağan Kongrede size yakın olandır diye bir inafsız tarif olamaz!... Size yakın değil diye, size taraftar değil diye; yakınınızdaki bir "Dolma Kalem"ce kimseye hain ve daha başka hakaretvari sözler sarfedilmesine, izin vermeyiniz!...
Bu gibiler, size yağ çekmek; sizin sağladığınız imkanlarla gazeteden aldığı üç beş kuruşu kaybetmemek uğruna, çevrenizi tahrip etmektedirler!...
Ülkücüler olarak sizi sevsek te sevmesek te, göreviniz devam ettiği sürece Genel Başkanımızsınız...
Görevinizin bitiminde de "Eski Genel Başkanımız" olarak, ömür boyu başımızın tacı olacaksınız...
Ama bu kraldan fazla kralcılar, bu dolma kalemler; görevinizin bittiği gün; şimdi sizin muhaliflerinize saldırdığı üslubun daha şedidiyle size saldıracaktır!...
Tabi ki bizler, buna izin vermeyeceğiz. Çünkü biz ÜLKÜCÜYÜZ...
Çünkü bizim sermayemiz, ÜLKÜDAŞLIĞIMIZ'dır... Terk etmeme alışkanlığımız ve sadakat duygularımızla, size sonsuza kadar sahipleneceğiz...
Toplum içinde sarhoş olarak esip savuranlara, küfredenlere, genellikle itiraz edilmez ama o edepsizin dediklerini kaale alan da olmaz...
Sizden aldığı talimatlarla yazdığı söylenen, o genç Dolma kalem"i üslubu konusunda uyaracağınıza şüphemiz yoktur...
Çünkü o üslubun, ne size ne Yol Arkadaşlarınız'a bir getirisi yoktur...
Gerisi elbette size kalmıştır, sizin kararınızdır. İtirazımızı Allah(c.c.) nasip ederse meşru zeminlerde meşru olarak yapmak üzere beklemekte; sadece beklemeyip o güne hazırlanmaktayız..
Taraftarla Ülkücü arasındaki farkı, en iyi sizin bildiğinizden asla şüphemiz yoktur...
Yolumuz, bahtımız açık olsun..."
Allah(c.c) yolumuzu kutlu, seferimizi umutlu kılsın...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali@mynet.com

Çarşamba, Ağustos 09, 2006

YOL ARKADAŞLARI'NA !...

"Bu konuya kulak veriniz. Bu sözlerimi dikkatle takip ediniz. Önümüzdeki zorlu dönemde; Sadece cılız bir ideolojik destek, gelişmeleri hariçten seyretmek, geçmişte kalan anılarla yetinmek, söylenenlere sorgulamadan inanmak, yalnızca heyecandan ibaret bir katkı, akıl ve sağduyudan uzak bir serüven arayışı, gelecek kaygısı taşımadan mevcutla oyalanmak, hiçbir katkı sağlamadan yıkıcı eleştiri, çağı ve hayatı dikkate almadan yerinde saymak, milli menfaatleri göz ardı eden şahsi ikbal beklentileri asla ve asla geçerli olmayacaktır. Bunlar benim iktidara giden yol haritamın ilkeleridir. Ben bu ilkelerimle milletimi kucaklamak üzere yola çıkıyorum. Sizleri de uyarma, uyandırma, inandırma, ikna etme ve iktidara taşıma görevinde bana yol arkadaşı olmaya çağırıyorum. Ve şimdi, hepinize soruyorum. Yol arkadaşım olmaya hazır mısınız? "
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'nin, son Erciyes Kurultayında söylediği bu sözlerini, en az otuz kere okudum!...
Yanlış anlıyorum! Olamaz dedim!...
Maalesef yanlış anlamıyordum, yanlış anlamıyorum ve kimse de yanlış anlamayacak!... Kelime kelime, cümle cümle irdeleyerek anlamaya ve hazmetmeye çalışalım.
"Sadece cılız bir ideolojik destek..." Nedir bu cılız ideoloji? Bu cılız ideolojik desteği verecekler kimler?
MHP'nin Ülkücülük ön kimliği ile başlamış; yakın hedefi 100 milyonluk Milliyetçi Türkiye, uzak hedefi Turan olan ve bu hedefe varmak için rehberi Kur'an olan ideolojisi mi cılızdır? Yoksa bu mukaddes, mensubu olan her Ülkücüye kimlik ve taşınması çok ağır mes'uliyetler yükleyen Ülküdaşlık Kavramı'nın altında ezilenler mi cılızdır?...
"gelişmeleri hariçten seyretmek, geçmişte kalan anılarla yetinmek"; herkes ama herkes, ülkücü olsun olmasın herkes Allah rızası için hafızalarını yoklasın. Gelişmeleri hariçten seyretmek tarifini, Ülkücü harekete ve MHP'ye kim yapıştırmıştır? Uyum yasalarını, doyum yasalarını, Türkistanlı kardeşlerimize zulmedenlere madalyalar verme işlemlerini, kim yapmıştır, yaptırmıştır? Türk Milleti'nin refleksinin adı olan Ülkücülüğü, gelişen bütün olayları seyretmek üzere kapalı trübünlere kim çıkarmıştır?
Devam edelim; "...geçmişte kalan anılarla yetinmek" cümle düşüklüğünü, ifade yanlışlığını görmezden gelelim. Anılar dendiği zaman zaten geçmişte yaşananlar olduğunun ifade edildiğini hatırlatmayalım. Ama insan, yaşamışsa; insanca, kahramanca,Ülkücüce, cesurca, savaşarak yaşamışsa; kan göllerinden, ateş çemberlerinden, idam sehpalarından dönmeyi başararak kahramanlaşıp gazi olmuşsa anıları olmayacak mıdır? Anıları olmayanların, anı sahiplerini gazileri baştacı etmeleri gerekirken -sadece anısızlığından- kıskançlıkları ve hasetleri yüzünden tenkit etmelerinin insafı mı vardır? Yoksa söylemeye hicap ettiğimiz tarifte midirler?
Devam edelim; "söylenenlere sorgulamadan inanmak, yalnızca heyecandan ibaret bir katkı, akıl ve sağduyudan uzak bir serüven arayışı, gelecek kaygısı taşımadan mevcutla oyalanmak, hiçbir katkı sağlamadan yıkıcı eleştiri, çağı ve hayatı dikkate almadan yerinde saymak" söylenenlere sorgulamadan inanmak, heyecanlı yüreklerin heyecanından korkmak, korkaklığın adını akıl ve sağduyu ile kamufle etmek, milli meselelere Türkçe tavır koymanın adını, serüven arayışı koyan kimdir? İki ileri bir geri olarak tarif edilen mehter yürüyüşünü bile yavaş sayan Ülkücülere inat, hareketi yerinde saydırmayı bile beceremeyerek gerilere, gerilere düşüren kimdir? Çağı ve hayatı dikkate aldığı için diğer sağcı geçinen partilerin tamamından sessiz, tamamından duyarsız ve hareketsiz duran kimdir?
Devam edelim; "...milli menfaatleri göz ardı eden şahsi ikbal beklentileri asla ve asla geçerli olmayacaktır." Allah allah!... Allah rızasından başka bir şey düşünmemiş, milli meseleler için gerkirse ölüp öldürmeye talip olmuş ve asla siyaset düşünmemiş Ülkü Devleri, bizlerden habersiz ikbal peşine mi düştüler? Sadece tutuklandığı için adaylıkları bu Genel Başkanca veto edilen Ülküdaşlarımız Devlet Bahçeli'den habersiz aday falan mı oldular? Yoksa Ülkücülükten geçinerek yaptıkları ayyuka çıkan yol arkadaşlarıyla, ülkücüleri karıştırdı mı Genel Başkan? Keşke hem de binlerce keşke "şahsi ikbal beklentileri asla geçerli" olmasa!... Ülkücülerin en büyük şikayetleri bu ve böyle ikbal peşinde saatlerce iz sürenler değil midir?...
Sona yaklaştık. Devam edelim; "Ben bu ilkelerimle milletimi kucaklamak üzere yola çıkıyorum. Sizleri de uyarma, uyandırma, inandırma, ikna etme ve iktidara taşıma görevinde bana yol arkadaşı olmaya çağırıyorum." Atı alan Üsküdar'ı geçmiş, uyumlarla-doyumlarla altı üstüne getirilmeye başlanmış yasalarla eşkiya ve bölücüler evlerimizin önüne kadar gelmiş ve bütün bunları balkondan seyreden Genel Başkan, yola çıkıyor!... Uğurlar ola. Rast gele!...
Allah(c.c.) yolunu bahtını açık ede... Büyük Türk Milleti'de zaten bu yolcunun yola çıkmasını bekliyor!...
Gün ola harman ola!...
Ve son sözler; "Ve şimdi, hepinize soruyorum. Yol arkadaşım olmaya hazır mısınız?" hepinizden kastedilen, Erciyeste hasret gidermek için buluşan onbinlerce Ülkücü!...
Kürsünün etrafındaki birkaç yüz kişinin "Hazırız!" şeklindeki bağırmasıyla, kervan yola koyuldu zannediliyor demek ki....
Sayın Genel Başkan; Erciyes'te çadırlarda, onbinlerce Ülkücünün neler konuştuğundan haberiniz var mı Allah aşkına?...
Sayın Genel Başkan; kim ne der bilmem ama, hayatını Ülkücü olarak yaşamış, hayatını MHP propogandisti olarak geçirmiş ve sülalesinde bir tek MHP'li olmayan kimsesi olamayan birisi olarak diyorum ki; "Beni Ülküdaş olarak görmeyenlerle asla işim olamaz. Ve beni yarı yolda bırakacaklarla da yola falan çıkmam. Çünkü yoldaşını bırakıp dönenleri bizler, 40 yıl önceden sokak kaltaklarına değişmişiz..."
Erciyees'te çadırlarda bunlar konuşuluyordu. Ben açıkça söylüyorum!...
"Ne mozaiği ulan?!.." diye kükreyen sese karşılık, mozaikten daha cılız ve Türkiyeli tarifine çok benzeyen "Çiçek bahçesi"nden millet tarifi çıkarmaya çalışanların, yollarında tipiler var, kasırgalar var!... O çiçekler, bu tipi ve kasırgalara dayanamazlar!...
"Renkli mermerin farklı renkleri" olan ve "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyenler, yolların sonunda sizi bekleyecektir...
"Yol Arkadaşlarınız"la yolunuz açık olsun. Arkanıza sakın bakmayın. En azından beni göremeyeceksiniz. Ve 40 yıldır MHP'liliklerini madalya gibi taşıyan sülalemi de göremeyeceksiniz. Benim gücüm ancak bu kadarına yetiyor. Gerisini de Ülküdaşlarım tamamlayacaktır...
Sizin anılarınız olmayabilir! Veya olan anılarınızdan utanabilirsiniz!...
Ama bizim anılarımız; dostluk yüklüdür, Ülküdaşlıkla beslidir, Türkeşçilikle süslüdür. Madalyamızdır! Şerefimizdir ve haysiyetimizdir. Bu değerleri, sizden almadığımız için size de bağışlamayız izninizle!...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http/maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

Pazartesi, Ağustos 07, 2006

SAHİPLİKTEN SAHİPSİZLİĞE !...

"Garibin karnına vurmuşlar, 'aaaah! dalım..' diye inlemiş..."
Yani garibin karnına vurmuşlar, incinen ağrıyan karnı değil, elinden-gününden uzaklıktan dolayı, yalnızlığından dolayı gururu olmuş!...
Türk'ün olduğu yerde nizam olurdu. Türk'ün olduğu yerde hak olurdu, hakkaniyet olurdu, adalet olurdu...
Şimdi Türk var ama Türk'ün olduğu yerde hakkaniyet yok!...
Dünya nizamını kurmakla görevli, ilayı kelimetullah idealli Türk Milleti'ne ne oldu Allah aşkına?!...
.....................
Yıllarca Avrupa ve Amerika'da resmi görevlerde bulunmuş bir yakınımdan, bir Dostum'dan dinlediğim bir anekdot, yaklaşık bir haftadır aklımı başımdan aldı...
Gündem takibetmenin imkansızlaştığı günümüzde, sizlerle paylaşmaya ancak fırsat bulabildim...
Adı geçen yakınımız ve bir arkadaşı, Amerika'da bir görüşme sonrası gidecekleri yere ulaşmak için bir taksiye binerler.
Kendi aralarında Türkçe dilleriyle, biten görüşmenin kritiğini yapmaktadırlar.
Taksi şöförü, yolcularının dillerinden dolayı ilgilenerek;
- Nerelisiniz? Diye sorar.
Dostumuz ve arkadaşı;
- Türkiye... diye cevaplayınca, taksi şöförünün suratı asılır ve hiddetle:
- Allah belanızı versin sizin!... diye köpürür...
Dostumuz:
- Bre adam deli misin sen? Neden böyle yaptın? diye sorunca, şöför;
- Ben Etiopyalıyım. Ve uzun yıllardır Osmanlı gelecek ve bizi kurtaracak diye bekliyoruz. Neden gelmiyorsunuz? Tabi ki Allah belanızı versin!...
Dostumuzun da, arkadaşının da dilleri tutulur...
Bendenizin de natıkam tutuldu!...
.............................
"Kelin dermanı olsa başına sürer." diyememişler elbette Etiopyalı'ya!...
Karnına vurulduğu halde "Aaaah karnım." diye feryat eden, Filistinliye, Beyrutlu'ya, kucağında çocuğuyla kurşuna dizilen mazlum arap anneye anlatamayız elbette halimizi, anlatmaya niyetlensek te dinletemeyiz elbette!...
Yakın geçmişimizde bütün teröristlerin yetiştirilme kamplarının olduğu Filistin'i, Apo alçağının uzun yıllar barındırıldığı Lübnan'ı hatırlayarak, ora halklarını cezalandırmak gibi bir düşüncemiz de elbette olamaz...
Uzun yıllardır bizim yetersizliğimizden dolayı elden ele geçen Lübnan ve Filistin halkını, teslimiyetçi yöneticileri yüzünden cezalandırmayı düşünemeyiz elbette!...
Çünkü o zaman bizim de bize benzemez yöneticilerimizin uygulamaları yüzünden bütün dostlarımız tarafından terk edilerek cezalandırılmamız gerekir!...
Kendimizi, dünya nazarında yalnızlığa mahkum ediyoruz farkında mıyız?...
Destek vermediğimiz Libya, destek vermediğimiz Irak, destek vermediğimiz Lübnan, destek vermediğimiz Filistin, destek vermediğimiz Etiopya ve bizden onlarca yıldır destek bekleyenlere destek vermeyişimiz yüzünden her gün biraz daha yalnızlığa mahkum ediliyoruz...
Mahkum olan da biz, bizi yalnızlığa mahkum eden de biz!...
Konuşulacak yerde konuşmazsanız, zamanı geçtikten sonra konuştuklarınızı elbette kimse ciddiye almaz...
Sözü söyleyenle, sözün birbirine yakışması diye bir tarif vardır...
Anadolu'da yeni dil açan ve sevilen erkek çocuklara, küfürler ettirilir ve gülünür... Çünkü çocuğun; yaptığı küfrün farkında olmadığını ve küfrünün geçersiz olduğunu bilir ve güleriz...
Günümüzde de yeni dil açan erkek çocuğun çok ağır küfürlerine benzer sözler sarfeden siyasetçi geçinenlerimiz var. Çok ama çok ağır tenkitler de yapmakta... Ama söylenenle, söyleyen birbirine yakışmadığı için gülünecek kadar bile ciddiye alınmaz!...
"Çizmeyi aşıyorsun ağa!..." sözüyle kocaman adamların vücut kimyalarını bozan sesle; "Ne mozaiği ulan!" sözüyle aylarca bölücü söylemleri kesen sesle, bu çok ağır itham ve söylemleri söyleyen sesi mukayeseye bile gerek yok!...
Ezilene, hakkı gasp edilene, onlarca yıldır Osmanlı'yı bekleyen mazlumlara gereken desteği elbette siyasilerimizin uygulamaları ve söylemleriyle vermemiz gerek...
Ama bırakın destek vermeyi, mazluma zulmedenleri "dünyanın tek efendisi" olarak kabullenmiş ve güya diplomatik dille sitemler eden, söylenen yöneticilerimiz var!...
Oysa Abdulhak Hamit; "Türk milleti söylemez, söylenir." diye bir tarif yapmıştı. Millet söylenerek yöneticisini uyarır ve kendi adına söylemesini isterdi!...
Karnına vurulmasına rağmen "Aaaah dalım!" diye feryat edenlerden sonra sıra bizim karnımıza vurmaya gelecek farkında mıyız?...
Ve bizim de karnımıza vurulduğunda, korkarım biz de; "Aaaaah dalım!.." diye feryat edeceğiz sadece!...
Günümüzden bin yıl önceden tarihe şerh düşerek, tarihe kazıyarak seslenmiş Bilge Kaan-Kül Tigin Kardeşlerin ağzıyla bir daha seslenmek gerek:
"Üze Tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk Budun ilingin-töringin kim artadu? TÜRK BUDUN ÖKÜN !.."
"Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe Türk Milleti, ilini-devletini, töreni kim bozabilir? Türk Milleti, KENDİNE DÖN !..."
Sahiplikten sahipsizliğe doğru yuvarlandığımızın farkında olamayacak mıyız hala?!...
"Bütün Türkler bir ordu, katılmayan kaçaktır."
"Ne Amerika, ne Rusya ne Çin,
Her şey Türk'e göre, Türk tarafından, Türk için..."
"Sahipsiz bir milletin batması haktır
Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali@mynet.com

Pazar, Ağustos 06, 2006

HIRLAMANIN NE GEREĞİ VAR?!...

Sevilen ve korkulan insanların, dedikoduları çok yapılır.
İkisine de güç yetmez çünkü!...
Birinden korkulduğu için güç yetmez. Diğerini incitmekten korkulduğu için güç yetmez!...
İkisi de korku aslında ama ne kadar farklı olduklarını anlatabiliyor muyum?
İki kişiden de korkulur; birine güç yetmediği için, diğerini incitmekten korktuğumuz için...
Ne kadar farklı, ne kadar birbirine yakın ve ne kadar birbirinden uzak duygular...
İnsan olarak, insanlık olarak bu birbirine çok yakın ve birbirinden tamamen farklı duygular arasında bocalayıp dururuz.
Taaaa ki en korktuğumuz ve ne kadar kaçarsak kaçalım sonunda ve zamanı geldiğinde yakalanacağımız ve tadacağımız ölüm gerçeğine kadar.......
Ölüm var!
Ölüm gerçek...
Ölüm kaçınılmaz ve kaçarsak ta, kovalarsak ta yakalanacağız ölüme ve Kur'an'ın muhteşem tarifiyle "tadacağız" ölümü...
Ölüm gerçeğini, "ölümü tatmak" diye tarifleyen Allah(c.c.) hükmünü düşünelim istedim...
Tad, lezzet, tadına bakmak, tadmak...
Bu kavramların içinde korku yok! Korkmak ve korkutmak yok!... Ama korkulur ölümden ve öylesine korkulur ki, hatırlamamak adına dedikodusu bile yapılmaz ölümün!...
Oysa Hz.Peygamberimiz(s.a.v)'in; "Günde 17 kez ölümü hatırlayanın kabir azabı hafifler." dediğini hatırlarım. Elbette hatırlayanın, hatırlatması da gerekir diye düşünürüm...
Mesela; ataların, "Ölmek, ölmek!... Hırlamaya ne gerek var?" şeklindeki -muhteşem ve kafa tutar gibi görünse de- teslimiyetini hatırlarım...
Yine bir ölüm şekli olan şehadetin tarifinde; "Onlara ölü demeyiniz. Onlar diridirler..." mealindeki Ayet-i Celile'yi hatırlarım...
Demek ki ölmek var, ölmek var!...
Birinde ölümü tadarak, lezzetine vararak şehid olmak, diğerinde korkulmasına rağmen yine tadarak yine acı lezzetini hissederek ölmek var...
Tadlardan birbirinin zıddı olan iki tad var; acı-tatlı...
Ölümün acı ve tatlı tadını tadmak; illaki İlahi buyruğa göre olacaksa da, bu tadlar arasındaki tercihi kendimiz yapabiliriz diye düşünürüm...
Peybamberimiz(s.a.v)'in; "Aguşunu açarak" beklediği bir ölümü yani ölümün tatlı tadını tadmak veya, korkudan ödümüz patlayarak ölümün acı tadını tadmak elimizde midir diye çok düşünürüm...
Ve her ölümü hatırladığımda varlıklarıyla müftehir olduğum Şehit arkadaşlarımı hatırlar, bir Fatiha gönderir ve Rabb'im'den beni de onlara yoldaş etmesini niyaz ederim...
Aldığım her nefeste, verdiğim her nefeste hızla yaklaştığım mukadder akıbetimden dolayı -tanımakla müftehir olduğum- şüheda arkadaşlarımı kıskanırım...
"Yatağında ölmeyi hatırından sök çıkar
Döşeğin kara toprak yorganındır belki kar
Sen gurbette kalırsan ben ölürsem ne çıkar
Ruhlarımız buluşur elbet Tanrı Dağı'nda.." diye ölüm tarifini güzelleştiren, muhteşemleştiren, ölüme bir vuslat havası veren Atsız Hoca'yı da kıskanırım...
"Dönülmez akşamın ufkundayım vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç.." diye feryad eden Yahya Kemal'in, duygularını anlamaya çalışırım...
İki ölüm tarifi, iki farklı yaklaşım ölüme...
Birinde ölüm, vuslat; diğerinde kaçılması mümkün olmayan bir son!...
...........
Bu bir pazar muhabbeti...
Cehennem Sıcakları adı verilen, mevsim normallerinin üstündeki sıcaklardan korunmak için kendimi hapsettiğim evimde, kendimle başbaşa kalmışlığımın verdiği bir halet-i ruhiye...
"Mukadder Son" gerçeğini hep hatırlarım. Hiç unutmamaya çalışırım...
Ama Haçlı'nın gözlerimizin önünde, toplu katliamlarla gerçekleştirdiği zulüm adındaki ölümlere kafa tutmayışımızı da hazmedemem!...
"Haçlı" adı koyulan kendi ordularının, Irak'ta aptıklarına kafa tutan ABD vatandaşlarının protesto toplantılarını, görmezden geliriz, isyan ederim!...
Hristiyan Dünyası'nın hemen hemen her yerinde, İsrail adındaki, kendine devlet süsü veren en organize terör örgütünün yaptıklarını tel'in eden sivil başkaldırıları, görmezden gelmemize isyan ederim!...
AKP adındaki, bir yazarımız tarafından "Arap Kürt Partisi" şeklinde açılımı yapılan "deprem çadırı" sakinlerinden oluşmuş Hükumetimiz'in, hemen kapımızın önünde, daha dün bahçemiz olan coğrafyada ki soykırıma bigane duruşunu anlamakta zorluk çekerim...

"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürlür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbiniz2den bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır." Bakara-178-
Ayetini hatırlarım.

Allah adıyla siyaset yapanların, din ve dindarlık adıyla siyaset yapanların, bu gözler önünde pervasızca yapılan zulme, Allah(c.c.)'ın buyruklarına rağmen seyirci kalışlarını, anlamakta sıkıntı çekerim...
Nihai yani son karar, elbette Allah(c.c.)'ın ama ölümün tadını tatlılaştıracak bir şeyler yapmamız lazım gelmez mi hala?!...
Allah(c.c.)'ın farz kıldığı kısası uygulamak içinde mi "Haçlı" birliği olan, AB veya ABD'den izin almayı bekleriz?!...
Ola ki, laiklik maskesine sığınmak gibi bir yeni takıyye ile, Ayetlerden uzak duruyoruz!...
Milletimizin, atalarımız ağzıyla söylediği sözü bir daha hatırlatalım; "Ölmek, ölmek!...Hırlamanın ne gereği var?..."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali@mynet.com

Cumartesi, Ağustos 05, 2006

AĞLA (MA) ÇOCUK !...

"Gel Benim Kalbimde Ağla Ey Çocuk

Gömleğin yamalı benizin uçuk
Söyle nerelere böyle yolculuk
Bir kuş gibi garip, gül gibi soluk
Gel benim kalbimde ağla ey çocuk

Yaslanıp göğsüme kalbimi dinle
İstersen ağlayıp kalbimle inle
Boynunu büküp de garip halinle
Gel benim kalbimde ağla ey çocuk

Sanmaki sarsacak zaman seni
Acılar derindir görünmez dibi
Ürperip titreyip bir yaprak gibi
Gel benim kalbimde ağla ey çocuk

Geçilir sevdalar geçilir dayan
Umutlar yeşerir gelir bir zaman
Dağılır bulutlar dağılır duman
Gel benim kalbimde ağla ey çocuk"

Yukarıdaki şiiri internet sitelerinde görünce; yüreğim burkuldu, nefesim kesildi...
Bu ağlaması istenen çocuğun, aslında ağlamaması gerekir diye düşündüm!...
Aslında bu ağlamaya mahkum edilmiş çocuğu ağlatanların ağlatılması gerekir diye düşündüm...
Ama maalesef her zaman olduğu gibi sadece düşündüm!...
Bizi yıllardır olduğu gibi yine duyanın olmayacağını bile bile; hem bu güzel duyguları hem de bendeniz de infial eden sesi sizlerle paylaşmak istedim...
Gruplarda cevap verdiğim, "bedizsu" mahlaslı katılımcıya hitaben oluşmuş duygularımı sizlere de arz ediyorum:

"Sevgili bedizsu;
Adınızı bilemediğimden size kullandığınız mahlasınızla seslendiğim için umarım bağışlanırım.
Aylardır, belki de son bir iki yıldır bendenizi etkileyen istisna şiirlerden birini sunmuşsunuz...
Şiir sizinse yüreğinizie sağlık. Sizin değilse ve her kiminse o yüreğe sağlık..
İzninizle; bendeniz, ağlamasına izin verdiğiniz çocuğa ağlama yasağı(!) koymaya niyetlendim..
Şiirin doğuşuna neden olan bu güzel şiirle birlikte anılmasını istediğim için de -izninizle- her iki şiiri de gruplarla paylaşacağım...
Tekraren; şiir sizinse Allah aşkına sakın susmayın. Sizin değilse bu duyguların sahibi, Allah aşkına susmasın...
Bu yürekler susmamalı ki, belki sağırlarımız duysun ve sağırlarımızın duyduğunu görerek kıskanan körlerimiz de görsün...


AĞLAMA ÇOCUK !...

Eskisin gömleğin solsun benizin
Sığın şu gönlüme ağlama çocuk...
Garip bir kuş gibi olsa da sesin
Kon da yüreğime ağlama çocuk...

Dinle yüreğimi bak neler diyor
Aşkı belli zaten neler seviyor
Zalim kahrolurken seven ölüyor
Ölüm sende güzel, ağlama çocuk!...

Babanı vururlar anay bağırır
Her ölüm bir başka haray çağırır
Bu insafsız baskı, kısas doğurur
Haykır kulağıma ağlama çocuk...

Her ölüm elbette biten bir andır
Her anı öldüren, ölen bir candır
Toprak için ölen varsa Vatandır
Katıl sen kervana ağlama çocuk...

Mutlaka sesini bir duyan olur
Doğanlar mutlaka bir gün de ölür
Zulüm mazlum ahlarıyla boğulur
Ah etme, nara at, ağlama çocuk... Mustafa ASLAN

Dünyanın gözleri önünde zulme, soykırıma, Haçlı saldırılarına muhatap olan; hala en yakın komşularından, hatta bizden gerekli desteği alamayan, ağlamaktan başka yapacağı kalmayan, bütün ağlamaya mecbur edilmiş Müslüman Çocuklar içindir bu duygu ve dilekler...
Umarız duyanlar olur!...
Umarız güneş gözlüklerini çıkararak bu zulmü görenler olur!...
Yine umarız ve yalvararak dileriz ki bu zulme, bir "Dur!" diyebilecek Millet Evladı olur..."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com


KUTLU SEVDAMIZ

Sevdamızı anlat demişlerdi, SEVDA ERLERİ !...
Sevdamızı anlat diye rica etmişlerdi!...
Çok kolay gibi gelen bu iş; yaklaşık bir hafta patlattı beynimi, zonklattı şakaklarımı...Sevdayı yaşamak kolaydı sevdalı için ama anlatması, ne mümkün!...
Sevdamızı paylaştığımız Sevda Erleri'ne söz vermiştik bir kere, anlatmalıydık SEVDAMIZ'ı...
Zordu ama, Sevdamızı bize bahşeden Rabbimiz'e sığınarak başladık bir kere!..
Sevdamızı tarife; Sevda Erleri'nin başlarından, Sultan Alparslan'ı hatırlayıp hatırlatarak başlamak istedik.
Vasiyeti üzerine; "Gökyüzüne kadar yükselen Alparslan'ın büyüklüğünü görmüş olanlar, gelsinler şimdi onu Merv'de bir avuç toprak altında görsünler." şeklindeki mezar taşıyla madalyalı bir Sultan, bir Sevda Eri'yle...
15.000 kişilik mütevazi ama her biri bir Sevda Eri olan ordusuyla 200.000 kişilik Haçlı Ordusunu tarumar edip Rum İmparatoru Romen Diyogen'i esir alan kahraman kumandanla...
Muzafferce dönüşünü kutlamaya hazırlanan milletine; " Karşılamayın!.. Yanımda yenilmiş bir hükümdar vardır, onu rahatsız etmek istemem!..." haberiyle tarihe şerh düşecek kadar güçlü bir Mühürdarla...
Mezar taşına tarif olarak yazılan "Gökyüzüne kadar yükselen...." sıfatını, niye ve nasıl kazandığını, anlatmaktan zevk aldığımız bir Sevda Eri'yle...Sağlığında dünyaya sığmayan, gökyüzüne yükselen; ölümünden sonra bir avuç toprağın altına sığan ama bu kere de tarihe sığmayan bir tariftir Sevdamız!...
Diriliğinde iri; bitiş diye tariflenen ölümünde büyümesiyle tariflidir...Öldükçe çoğalan, çoğaldıkça ölen erlerin sevdasıdır Sevdamız!...
Bu Sevda; hiçkimsenin sahiplenemeyeceği kadar özel; bu Sevda, kendini Türk hisseden her yürekle paylaşılacak kadar da büyük...
Bu büyük Sevda'nın sevdalıları da büyüktür...
Bu SEVDA ERLERİ'nden yoldaşları, razıdır.
Şüheda razıdır bu ERLER'den.Ulema razıdır, ümera razıdır.
Bu ERLER'den evliya razıdır, Alperenler razıdır.
Bu ERLER'den Peygamber(s.a.v.) "Aguşunu açıp bekleyecek kadar" razı; bu ERLER'den Allah(c.c.) razıdır...
Çünkü nizam-ı alemdir bu Erlerin sevdası.Bu Erlerin Sevdası, İlayı Kelimetullah'tır..."Nerde bir Türk varsa ora bizimdir." diyebilecek kadar alıcı; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." emrini uygulayacak kadar vericidir bu Sevda Erleri...
"Hiç kimse kimsesiz değil herkesin var bir kimsesi
Hiç kimsesiz kaldım medet Kimsesizler Kimsesi.." diye kendini tarifleyerek Fatih olan ve 600 yıldır Fatih kalabilen erlerdir...
Dünya malı tarifli zenginliğe, tenezzül etmeyecek kadar mütevekkil; şehadetinde cebinden 35 Kuruş çıkacak kadar zengindir bu Sevda Erleri!...
Bu Sevda Erleri'nden küsülmez ve küstürmek te mümkün değildir bu Sevda Erleri'ni!...
Açılışı 1071 yılında Sultan Alparslan'la yapılan ve yaklaşık bin yıl sonra -dünyaya inat- açık tutmaya çalışan Başbuğ Alparslan'la devam eden bu Sevda; Bayrağı indirmemecesine, Ezan'ı dindirmemecesine sürer ve sürecek.....
Bir kara sevdadır bizim SEVDAMIZ. Çekildikçe aklanır ve karatoprakla paklanır...Elbette her yürek tutulamaz ve elbette Sevda Eri'nden başkasının yüreği, dayanamaz bu Sevda'ya!...
Bu Sevda, kutludur.
Millet adına umutludur bu Sevda...
Bu Sevda Erleri'nde rehber Kur'an, hedef Turan'dır...
En büyük ödülü Şehadet, madalyası gazilik'tir bu Sevda'nın. Bu yüzden yürek gerektirir.
Bu Sevda özeldir. Bu Sevdanın Erleri, özeldir. Özel sevdanın özel erleri ile yaşatılan bu Sevda, özelliği kadar güzeldir...
Bu Sevdanın Erleri, esir aldığı imparatoru incitmemek için kutlama yaptırmayacak kadar nazik; Muhteşem Türk Başbuğ Atatürk'le yendiği ve kovduğu işgalci milletlerin bayrağını yerden kaldırtacak kadar incedir.
Bu nezaketleri, bu incelikleri ile kazandıkları Allah'ın Rızasıyla; 15.000 kişiyle 200.000 kişilik orduyu, yokluklar içinde yedi Düveli dize getirecek kadar da güçlüdür bu SEVDA ERLERİ...
Bu sevdanın mensupları erdir erkektir...
Erendir, Alperendir bu Sevdanın Erleri.
Ölenlerinin şehit, kalanlarının Gazilik'le madalyalandığı; Türk'e göre, Türk için, Türk'e özel sevdadır SEVDAMIZ...
Bu Sevda, anlatılmaz erenler!... Anlatılamaz!...Bu sevda, Allah nasip etmişse yaşanır sadece...
Bu Sevdanın Erleri'ni tanıyanlar şanslıdır, tanımayanlar bahtsız!...
"Haluk Kırcı" laşır bazan bu Erler!... Bir nesli temsilen bir devirle hesaplaşır "Kurt Duruşu"yla... Kapatıldığı hücresinden dünyaya sığmaz cesametiyle...
Bazan Yusuf Ziya'laşır bu Erler. Arpacık'laşırlar gez-göz ararcasına!... "Baş Eğmediler" tarifini hak ederek yine sığmazlar sınırlara...
Bazan Mahir Damatlar'laşır bütün rind-i şeydalığıyla...
Savaşlarıyla özelleşir, öğütleriyle güzelleşirler bu ERLER...
Bu erler, Sevdamızın Erleri'dirler...
Sevdamız'a sevda tarifini yakıştıran sıfatlardır bu Erler!...
Destanlar, bu sevda erleri için; bu sevda erleri destanlaşmak içindir...Her devirde destandır sevdamız; her devirde destan devleridir Sevdamızın Erleri...
Zorlandım erenler!...
Sevdamızı yazmaya niyetlendim zorlandım!...
Bir Sevda Süvarisi olarak Sevda Erleri'nden arlandım!...Bu Sevda Erleri'den uzak kalmaktansa bütün dünya ikballerinden uzaklaşmayı tercih ettim...
Allah(c.c.) Sevdamızı korusun.
Sevda Erleri'nin sevdasını artırsın.
Dünya durdukça Türk dursun, Tanrı Türk'ü Korusun...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com