Cuma, Eylül 29, 2006

KENDİMİZLE HASB-I HAL...

Dostlar;
Aynı fikir pınarılardan su içtiğimiz, aynı fikri mecralardan beslendiğimiz Gönüldaşlarımla hasb-ı hal olmak istiyorum bu kere...
Tanışmasak ta tanışığız diye düşündüğüm; aramızda bu gönül bağını kurarak dünyasını değişen Son Başbuğ Alparslan Türkeş'i bir daha rahmet ve minnetle yadederek, emanetlerinin sahipsiz olmadığını açıklayarak Gönüldaşlarımızla birşeyler paylaşmak istedim...
Bütün Gönüldaşlarımızın, Ülküdaşlarımızın ziyadesiyle dikkatli ve duyarlı olduklarından eminliğimle; ben fakırin yıllarca zamansız muhalefet edenlere, "tenkit ederken tahrip edenler"e karşı koyduğum tavrımdan da haberdar olduklarından eminim...
Çok dikkatli ve çok duyarlı Ülküdaşlarımızın; zamanı geldiği için ve doğru zeminlerde, inandığımız doğruları söylememizden rahatsız olmayacaklarını da biliyorum.
Ayrıca bir şeyi daha hatırlatırım; gazete sütunlarında ve internet dünyasında yapacağımız münazara ve münakaşaların "Kol kırılı yen içinde" tarifine zararı dokunur inancındayım. Bu yüzden de ne kimsenin tahriklerine kapılmak, ne de kimseyi tahrik etmek düşüncesinde asla olamam ve olmamamız gerek.
Meşru zamanda ve meşru zemindeyiz.
Daha önceki iki kongrede de bendeniz, Devlet Bahçeli Bey'e muhaliftim. Ama kongre biter bitmez "Ülkücü irade tecelli etmiş, Genel Başkanımız belli olmuştur. Teşkilatlarımın ve Genel Başkanım'ın emrindeyim." diye hemen yazmıştım.
Yine basını ve dünyamızı takip eden Ülküdaşlarımın; 3 kasım Seçimleri'nde "Sırtımızda kamburumuz, kolumuzda çıbanımız var ama İnadına MHP" diye feveran ederek propogandamıza katıldığımı da hatırlayacaklarından eminim...
Hayatım boyu, hep MHP propogandisti olarak yaşamış bir Ülkücüyüm elhamdülillah.
Şu anda bir genel seçim yok ve yaptığımız bir seçim propogandası değil, Teşkilatımız içinde, artık olmasına inandığımız bir "Hizmet Nöbeti Yarışı" içindeyiz. Çünkü Olağan Kongre Sürecinin başladığını Sayın Genel Başkanımız, aylar öncesinden açıkladılar. O açıklama ile de hizmet için yarış başlatılmış oldu.
Sevenlerin, Devlet Bahçeli Bey'i sevmeye ne kadar hakları varsa, bizlerin de bir başka ismi sevmeye o kadar hakkımız olmasın mı?... Bunun neresi yanlış?!...
Biz; meşru zeminlerde ve doğru zamanda Devlet Bahçeli Bey'le olmadı, olmuyor diyenleriz. Çünkü Devlet Bahçeli Bey'i başarısız bulanlarız. Ve bu başarısızlığını 3 Kasım akşamı, Sayın genel Başkanımız bizzat açıklayarak Genel Başkanlıktan çekileceğini ve aday olmayacağını da söyleyerek beyan buyurmuşlardı!...
Ayrıca Sayın Genel Başkanımız'ın, bu çok vakur ve demokrat açıklamasıyla siyasi tarihimizde ilkler yaşanmış; Milletimiz Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz gibi başarısız olmalarına rağmen "küçük olsun benim olsun" mantığındaki iki siyaset kamburundan da kurtulmuştu. Devlet Bahçeli Bey'in, milletimize bu katkısını da tarih ve millet, inkar etmeyecektir.
Bizler; Devlet Bahçeli Bey'in; yaşadığımız Başbuğsuz ilk kongredeki duruşuyla Teşkilatımızın dağılmasını engellediğini "Allah yerle gökler arası kadar razı olsun" diyerek teslim edenleriz. O kongredeki sessiz ve efendi duruşa ihtiyacımız vardı ve o duruş, o zeminde gereken görevini ziyadesiyle yaptı.
Şimdi; inadına taraftarlık halet-i ruhiyesiyle söyleyen Ülküdaşlarımızın dediği gibi olsun -ki biz öyle olmadığı kanaatindeyiz- esen siyasi rüzgarla, yani tesadüfen(!) MHP %18,5 luk bir oy toplamış olsun.Bu %18.5'luk oyun toplanmasında ne başbuğumuz'un manevi varlığının, ne de bütün Ülkücülerin Başbuğumuz'la helalleşme duygularının katkısının olmadığını varsayalım, öyle olsun!... Fazla değil sadece 3,5 yıl gibi kısa bir zamanda ve Hükumet Ortağı olmamıza rağmen neden oylarımız %8' e geriledi?... Artık bazı soruları net olarak sorup cevaplamamızın zamanı gelmedi mi?
"Hedefimiz Turan, rehberimiz Kur'an" değil midir bizim?... Turan hedefiyle, Turancılık İdealiyle "Onurlu-onursuz AB üyeliği" arasında bir bağ kurabilmemiz mümkün müdür? Yüzlerce yıllık ve onlarca Haçlı Seferi'ne, İslam adına tek başına göysünü germiş bir milletin ahfadı olarak, AB adındaki Haçlı'nın kapısında Ülkücü'nün ne işi olabilir, artık bu soruyu sormayalım mı?...
Bu ve bunun gibi hem bizi, hem de Milleti rahatsız eden örnek soruları, çoğaltabiliriz. Ama isteriz ki bu bilinenlerin haricindeki sorularımızı, kongre salonumuza saklayarak daha fazla birbirimizi deşifre etmeyelim...
Bu deşifre edişlerle de bütünümüze zarar verdirmeyelim.
Çok sık karşılaştığımız ve aslında çok bilinmesine rağmen ısrarla sorulan; "Devlet Bey'le olmazsa kimle olur?" sorusuna gelince, biz; Prof.Dr. Ümit Özdağ'la olur diye, meşru zaman ve meşru zeminde yola çıktık...
Daha önceki kongrede de "Oğul Bey Tuğrul Türkeş"le olur demiş ve "Ülkücü İrade"ye teslim olmuştuk. Yine Ülkücü İrade adını verdiğimiz delege ülküdaşlarımızın vicdanlarına teslimiz ve üzerimize düşen görevimizi, delegelerimize kendimizi anlatma görevimizi yapıyoruz.
Elbette delege ülküdaşlarımızın vicdanlarına sesleneceğiz. Yoksa diğer sağcı-solcu partilerde teamülleşen cüzdanlara seslenme gibi haysiyet zedeleyici tavırların zaten dünyamızda yeri yok!... Allah korusun yoksa böyle davrananlar da veya böyle davranmayı düşünenler de mi var?...
Allah aşkına yapmayın!...
Taraftarla Ülküdaşlık arasındaki farkın Allah rızası için farkında olalım!... Bu görev yarışında hiç bir Ülküdaşımızı incitmek gibi bir kastımız ve lüksümüz, asla ama asla olmamalı... Bizlere, Devlet Bahçeli Bey taraftarı değiliz diye "Ayrık otu", hatta "Hain" diyebilen heyecanlı ve heyecanlarından dolayı mazur taraftarlara da artık hep beraber gereken uyarıyı, ikazı yapmayalım mı?!... Bu tepkiyi göstermeyenlerin samimiyetleri, sohbet götürmez mi?...
Başbuğumuz'u sevmeyenlere bile "hain" dedirtmeyen Ülkücü Camia; Devlet Bahçeli Bey'i sevmedik diye bize "hain" denilmesine izin verir mi? hain üretmek, bu kadar kolay mı olmalı?
Bizler; herşeye rağmen, "Ülkücüyüm" diyen bütün Ülküdaşlarımızı seviyor ve sayıyoruz. Yol Arkadaşları'na da, Jokeylere de hep saygımız olmuştur, olacaktır...
Nasibolur görev ve nöbet değişimi sağlanırsa Sayın genel Başkanımız; "Eski Genelbaşkanımız" olarak hayatı ve hayatımız boyunca bizlerden ihtiram ve saygı görecektir. Yol Arkadaşları'nın takınacakları tavrı da şimdiden çok merak ettiğimizi bilmenizi isteriz...
Önemsediğimiz bir başka ve önemli başlık; %18,5'luk oyun alınmasında mutlaka katkıları olan 128 Millet Vekili Ülküdaşımızdan kaçı şu anda Devlet Bey'in yanındadır veya teşkilatlarımızdadır hiç merak ettiniz mi? %18,5 oyun alınmasında emekleri olan il-ilçe teşkilatlarından kaçı hala görevdedir ve o teşkilatların üye ettiği milyonu aşan üyelerimizden kaçının üyeliği devam ediyor biliyor musunuz?
Eğer değişim ve iptaller, mutlaka gerekiyorduysa, bunun sebebinin Ülkücü camiaya açıklanması zamanı değil midir?
Seçim; 1200 delegeyle kazanılmıyor. Seçime 1200 delege üzerinden de gidilmiyor Ülküdaşım. Bu yüzden yaptığımız, seçim propogandası değil; Teşkilatımızdaki yapılmasına inandığımız tadilat dolayısıyla söylenmesi gerekenleri; meşru zaman ve zeminde meşru olarak söylüyoruz...
Meşru ve kuralına uygun sorulan bütün sorulara, cevap vermekten de şeref duyuyoruz... Bu kısa açıklamamıza vesile olan Ülküdaşlarımızdan Allah Razı olsun diyerek, Türk-İslam Alemi'nin MübarekRamazan'ını da bir daha tebrik ediyoruz...
Dünyanın en doğru, en güçlü insanı, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır değerli Ülküdaşım...
Allah bu Mübarek günler hatırına, hepimizi doğru zamanda, doğru zeminde, doğru safta buluştursun...
TEVEKKELTÜ A\'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Eylül 27, 2006

KENDİMLE HESAPLAŞMA...

Suratım gülerken canım sıkkındı
Dedim öldürdüler sustum olmadı
Müfteriden,yalancıdan kanım bıkkındı
Yedim öldürdüler kustum olmadı...

Dünyanın serveti kefen bez idi
Kaplumbağa için yavaş, tez idi
İnsanım içimden çıkan Yezid'i
Sevdim öldürdüler küstüm olmadı...

Bozdular Ülkemin Ülkü çarkını
Görmek yasaklandı dosluk farkını
İmansız yürekte iman arkını
Düzdüm öldürdüler bozdum olmadı...

Hayretle seyrettim şaşkınlığını
Çiğe döndürdüler pişkinliğini
Ülkücünün Dost'a yanlışlığını
Çizdim öldürdüler yazdım olmadı...

Dostlar, Ülküdaşlarım;
Çok kıymetli zamanlarınızı aldığım için Allah rızasına hakkınızı helal edin...
Benlik yapmak gibi, kendimi dünyanın merkezi olarak tarif etmek gibi bir kastım, haşa hiç olmadı, olmayacak ta...
Ama zamanı geldiği için, doğru zeminde, doğruları söylemekliğimden kaynaklı saldırılara muhatabım!... Elbette; "Bir kurdun peşinden yüz köpek ürümezse o kurt, kurt değildir." Türk atasözünü hatırlatacağınızı biliyorum. Ama ben fakıre "ayrık otu" diyebilecek kadar öfkelenmelerine rağmen ben, Ülkücü olduklarını söyleyen bu güzel insanlara, asla aynı üslupla saldıramam ve sizlerin sesli olarak söylediğiniz bu ata sözünü tekrarlayamam!...Buna ne müktesebatım, ne yaşım, ne de Ülkücülüğüm müsaade eder!...
Benden, şahsa taraftar olmayacağını beni tanıyan herkes sanırım bilir ve söyler...
Ben, Davam'a tarafım!...
Ben yakın hedefi "Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye", uzak ve nihai hedefi "Turan" olan ve bu yoculukta tek rehberi Kur'an olan bir seferin süvarisiyim... Kazandığım, kazanacağım en büyük ikbal, en son "zirve-makam" budur... Halimden; şükredecek kadar, günümü bana nasibeden Rabbım'a hamdedecek kadar memnunum....
Halimden, yaşımdan, müktesebatımdan ve yaşadıklarımdan hareketle; doğru zamanda, doğru zeminde, doğru safta yer alarak Ülküdaşlarıma da seslenmek gibi bir görev edindim kendimce...
Bu kendimce edindiğim görevim yüzünden bazı yerleri rahatsız etmiş olmalıyım ki; bana "ayrık otu" diyebilecek kadar seviyeyi düşürdüler veya kendilerine göre kavga çıtasını yükselttiler!...
Ne diyebilirim? Canları sağ olsun. Haklı işlerinde, haklı davranışlarında Allah(c.c.) yardımcıları olsun...
Ben; Kutlu Sefer'in donanımlı süvarilerinden biriyim. Bunu da övünerek söylerim... Bilmeden bana "mide ülkücüsü" falan diyen de var. Bunu diyen; "Yol Arkadaşı", bilse ki; hayatım boyunca teşkilatlarımdan asla görev istememiş ama verilen görevleri de -hamdolsun- eksiksiz tamamlamış bir Ülkücüyüm, vallahi utanır!... Ülkücüyüm dediğine göre hala utanır yüzü vardır bilirim.
Ne çektiklerimizi, ne kaçıp kovaladıklarımızı, ne kaybettiklerimizi -kimseye siteme tenezzül etmediğimizden- asla ağzımıza almamışız. Çünkü o çektiklerimizin karşılığı olarak "Ülkücü" ve "Kutsal Sefer Süvarisi" ünvanını almışız. Hamdolsun...
Bu ünvanımız da canımız, tende misafirliğine devam ettiği sürece sürecektir...
Bana yapılan; kişisel ve belden aşağı saldırılar yüzünden asla doğru bildiğimi söylemekten vaz geçmeyeceğim. Çünkü bütün Ülküdaşlarıma karşı sorumluyum, çünkü şu anki halimizde ben de veballiyim!...
Erzurum'da Ülkü Ocaklarında ki gereksiz ve zamansız görev değişikliğinde; bir Ülkücünün kafasına kurşun sıkıldı!... Bir Ülkücü de ağır yaralandı!... Rahmetli olan da, kurşun sıkanlar da Ülkücüydü!...
Ülkücüyü, ülkücüye kurşun sıkabilecek kadar yandaş ve karşıt tarifine sokanlardan şikayet etmeyeyim mi?
Hem rahmetli olana, hem de cezaevine düşen civanlarıma akıttığımız gözyaşlarımızın muhataplarını, aramayalım mı? Unutulsun diye bahsetmemiş olmama rağmen eğer söylemezsem beni müfterilikle itham edeceğini söyleyen "Yol Arkadaşı", bu olayları bilmiyor mu? Daha buna benzer bir-kaç yerdeki olaylardan habersiz mi? Eğer habersizse ben ve benim gibi doğruları söyleyen Ülküdaşlarına "Ayrık Otu" demeye, nasıl vicdanı izin verir?...Eğer bu olayları bilerek söylüyorlarsa o zaman da; "Taraftar"la Ülkücü arasındaki farkın farkında olamayanlara, "Yol Arkadaşları"na bir daha haykırarak derim ki:
Bu iş, Devlet Bahçeli Bey'le olmadı!...
Bu iş, Devlet Bahçeli Bey'le olmaz!...
Bunu bütün millet, bütün Ülkücüler söylüyorlar ve biliyorlar!...
Milletin fısıltıyla ve sözlü olarak günaşırı söylediklerini, biz yazarak tarihe şerh düştüğümüz için mi öfkelere muhatabız!... hal böyleyse öfkelenmeye ve seviyesizce saldırmaya devam ededursunlar...
Herkesin mutlaka bir hesabı var. Ama biliriz ve iman ederiz ki Alla(c.c.)'ın da bir hesabı var...
Tevekkül ve sabırla ama bu arada doğruları söylemeye, bütün Ülküdaşlarımızı doğru safa davet etmeye devam ederek Allah(c.c.)'ın kesin hesabının gününü bekleyeceğim... O adil günün de yakında olduğundan eminim...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Eylül 18, 2006

ÜLKÜDAŞLARIM'A...

Ülküdaşım;
Söze, sizden özürle başlamak isterim.
Boks yapmadım. Ama boksta dereceler almış, dünya çapında isim yapmış çok kıymetli Ülküdaşlarım ve Dostlarım oldu. Onlar sayesinde boksu, boks yapanlar kadar bilir ve "Dövüş, seyredene kolay gelir." mantığıyla -belki- onlardan fazla severim!...
Boks yapan; çıktığı müsabakada düşürücü ve puan alıcı yumruklar atabilmek düşünce ve gayretinde olur. Ama umulmadık bir anda, kendi verdiği açık yüzünden yiyeceği kuvvetli yumruklara karşı da hazır olmak zorundadır. Yiyeceği yumruğun tazyikini bilmediği için de en kuvvetli yumrukla bile düşmemek için özel çalışmalar yaparlar. Antrenmanlarını, çok kuvvetli yumrukları olan yardımcılarla yaparlar...
"El yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz zanneder!..." sözü, -sanırım- en fazla boksörlere uyar. Bu mantık, bu çalışmalar ve bu heyecan boksörün boks sporunu bırakmasına kadar devam eder...
Boksörlerin, boksu bıraktıktan sonraki hayatları benim daha fazla ilgimi çeker!...Hafızalarda iz bırakmış ve ziyadesiyle maçlar yapmış boksörler, dost muhabbetlerindeki anlattıklarıyla Hoca Nasrettinlere taş çıkartırlar!...
Uzak oluşum yüzünden izin alamadığım için adını veremeyeceğim dünya çapında bir boksör ağabeyim var. Kulaklarını sitayişle çınlatarak, ondan dinlediğim bir maç sonrasını, aynen nakledeyim:"Kübalı; nereme, ne ile, ne zaman, nasıl ve neyle vurdu bilemedim!... Aklım başıma hastanede geldi. Ben hala dövüştüğümü sanıyordum!..." diye kahkahalarla anlatırdı...
Yıllardır; "......Ben hala dövüştüğümü sanıyordum!.." cümlesine güldüm durdum!...
Bir neslin temsilcilerinden, bir Ülkücü olarak, kendimi hala "dövüştüğünü zanneden nakavt olmuş boksör" gibi hissediyorum!...
Yaklaşık kırk yıldır Ülkücü olarak yaşarım. Camiamla birlikte -siyaseten- başarının hazzını da, hezimetin azabını da yaşadım.Yaşadığımız seçimlerden sonra; bir sonraki maça -seçime- hazır olmak için ağır antrenmanlar yapardık, ağır antrenmanlar yapardım...
Okurduk, okurdum...
Jübile; hiç aklımıza getirmediğimiz bir bitişti!...Bizim taraftarlığımız, partizanlığımız, fanatizmimiz ölünceye kadar sürecek zannederdim!...
Bir sefere, bir Kutlu Sefer'e çıkılmıştı ben doğmadan önce. Rahmetli Babam, rahmetli Amcalarım ve eksiksiz bütün sülalemle bu sefere katılmıştık ve ben bu sefer içinde doğmuş, doğmamla beraber de bu sefere katılmıştım...
Süvariydim!...Sefere katıldığım atımda benimdi, doğarken katıldığım seferim de!... Çok kendimin olan bu sefer boyunca yüzlerce de seferdaşım, Ülküdaşım, can Dostlarım olmuştu hamdolsun...
Kutlu Seferimizin yakın hedefine çok yaklaştığımız bir zamanda, çok kötü bir "4 Nisan"da üstümüze gök kubbe çöktü!...
Doludizgin at salan Süvarilerin azametinin üzerine bir de gök kubbenin ağırlığı eklenince, bu ağırlığa yağız yer de dayanamadı sanki!...
Başsız, Başbuğsuz kalan süvariler olarak panikledik!...Kim, ne zaman, neremize, ne ile vurdu anlayamadan aklımızı hastanede başımıza topladığımızda; "....hala dövüştüğümü züzannediyorduk!"...
İşin garip gerçeği, hala mücadeledeydik ama; gelen de vuruyordu bize, giden de!...
Yıllarca yaptığımız ağır antrenmanların kazandırdığı metanetle, bu kuvvetli darbelere dayandık sadece!... Çünkü; "Kavgada mühim olan kuvvetli vurmak değil, kuvvetli darbelere dayanmaktır." öğretisi, özelliğimizdi!...
Dayanmasına dayandık ama başsızlıktan, Başbuğsuzluktan bir gerçeği, fark edemedik!...Biz; rakiplerimizin, devlet-millet düşmanlarının kuvvetli darbelerine karşı müteyakkızdık. Antrenmanlarda, Ülküdaşlarımızdan alacağımız, çok kuvveti darbeleri asla düşünememiştik bile!...
Başsız, Başbuğsuz ağır darbeler aldığımız bu antrenmanlara, devam ettik epeyce... Hocamız, rehberimiz değiştiği için antrenörlerimiz de değişmişti!...
Değişik ama Ülkücü her antrenörün, kendine has özellikleri ve uygulamalarına şahitlik ettik!...
Kimimiz Türkeşçilik'te ısrar ederken; kimimiz Bahçelici, kimimiz şu'cu, bu'cu, o'cu olduk!... Farkında olmadan yıllarca birlikte müşterek hasımlarla mücadele için antrenman yapan bizler; artık kuvvetli yumruklu antrenman arkadaşlarımızı, hasım görmeğe başladık!...
Sert antrenmanlarımıza müdahele edenimiz olmadığı veya varsa da birden fazla oldukları için; birbirimize çok sert darbeler vurmağa başladık!...Her sert darbe aldığımızda; kuvvetli yumruklu Ülküdaşımızı da onun hocasını da hasım ilan ettik!...
Bu yüzden de birlikte hareket alışkanlığımızla topladığımız % 18,5'luk oylarımıza sahip çıkamadık!...
% 18,5'luk oylarımız; ÇOK SAHİPLİLİK YÜZÜNDEN, SAHİPSİZ KALDI ve baraja takıldık!... Gözümüzü hastanede açtığımızda ".....hala dövüştüğümüzü" sanıyorduk!... Oysa artık dövüşmüyor sadece darbeler alıyorduk. Geçmişteki sağlam antrenmanlarımızın verdiği dirayetle düşmüyor, dayanıyorduk sadece!...
Bu zorla ayakta kaldığımız süreçte, bütünlük adına zamansız konuşanlara tepki verelim dedik, tepki verdik!...Tenkit ederken tahrip edenlere karşı olalım dedik, karşı durduk!..."Her Türk Milliyetçisi, MHP'de siyaset yapmalıdır.MHP'de siyaset yapan milliyetçiler, Teşkilatlara ve Genel Başkanlara biat etmeli" dedik, önce biz biat ettik!...
Antrenörlerinde, akıl hocalarında keramet vehmeden Ülküdaşlarımızın uyarılması gerekir dedik, uyardık!...
Mevcut teşkilatlar ve Genel Başkana muhalif olanların toplandığı yerleri, "Ülkücülükten geçinenlerin adresleri" olarak bildik ve ulaşabildiğimiz her yerde böyle açıkladık!...Çünkü muhalefetin zamanı değildi ve bu zamansız muhalefet, gereksizdi...
Biz; Turan Süvarileri idik. Bizim Kutlu Seferimiz vardı. Kervan, -bize göre- yolda dizilmezdi. Kervanımız vardı ve seferdeydi. Kimsenin kervanı terk etmesinin mantığı olamazdı. Bu mantıksız kopmalara müdahele edilmeliydi, ettik!...
Her biri bir Ülkü Devi olan bu Dostlarımıza müdahele ederken, silahımız saygımız; şiddetle uyguladığımız cezamız SEVGİMİZ'di, Ülküdaşlık hakkımızdı!...
Etkimizin gücü kadar, kopmalara mani de olduk elhamdülillah...Bütün bunları, son bir yılda yaşarken tek hedefimiz vardı BİRLİK; tek amacımız vardı ALLAH RIZASI...Beklediğimiz tek ödül "Allah(c.c.) razı olsun." du!... Teşekkür almasak ta olurdu.
Sanırım bu cehdimiz; antrenman yaparken sert yumruğumuzu, hasmane sayan alıngan Ülküdaşlarımızca, bir yerlere yanlış aktarıldı.Ve yine sanırım bu yüzden emeklerimiz yanlışa yorumlandı!...Yanlış yorumlandığımızı, yanlış anlatıldığımızı öğrendiğim gün itibariyle; politika ile uğraşanlarla -kim olursa olsun- sıcak irtibatımı kestim!...
Bana Ülküdaşlarımın varlığının yeteceği gerçeğini -bir daha- öperek baş tacım ettim...
O günden beridir de Birlik adına, bütünlük adına, teşkilatlarımıza katkı adına yaptığım çekişmelerde kırdığım Ülküdaşlarımdan özürler diliyorum...
Özürler diliyorum. Çünkü biliyorum ki yarın tabutumun altında siz Ülküdaşlarım olacaksınız. Politikayla uğraşanların akıllarına bile gelmeyeceğiz biliyorum!...Lütfen özürümü kabul edin...Teşkilatlarımdan -da bilmeyerek yaptığım hatalarım varsa- özür dilerim.
Evet Sevgili Ülküdaşım;
Sevgili Servet Kabaklı'nın muhteşem tesbitiyle "BİZLER BU DAVA'NIN SADECE SEÇMENLERİYİZ..." Bu tesbitin sahiplerine, yüreklerine, duruşlarına Ülkücülüklerine Eyyvallah!...
Ve yine tabiki seçmenliğim gereği; İnadına, inadına, inadına Ülkücüyüm, İnadına MHP'liyim...Ama MHP'mizin yanlış yönetildiğinide artık kongre sürecine girdiğimiz için söylemek zorundayım. Türk Milleti'nin siyaseten tek adresi olan ve Avrupa'nın en ehil kadrosuyla, birikimiyle donananımlı MHP'nin bir baraj partisi tarifine artık tahammül edemiyoruz.
Seçimlerde en az %40 oyu hedefleyen kadroların, iş başına gelmesi zaruretine inanarak, kongreye kadar mevcut Genel Başkan'a muhalifliğimi açıklıyorum. Bu muhalifliğimde -kongre bitimine kadar- ayrı saflar gibi görüneceğimiz Ülküdaşlarımı kırmamak için özel gayret sarfedeceğim. Ola ki sürç-i lisanımız olursa şimdiden peşinen özür...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Eylül 16, 2006

JOKEYLERLE SÜVARİLER YARIŞI...

Takıyyenin, eyyamcılığın böylesine pirim yaptığı günümüzde; yalancının ve yalancılığın böylesine muteber olduğu günümüzde artık canım çok sıkılıyor!...
Bazen olaylara farklı pencerelerden baksam diyorum!...Olaylara bir AKP'li gibi -pardon "İnadına Tayyip"çi gibi- baksam diyorum!...Karakolda doğru söyleyip mahkemede şaşsam!..Veya; ben -ya bilmeden veya bir yerlere mesaj vermek amacıyla- bir şeyler söylesem. Bu söylediklerimle ya Devletin bir kurumunu ya da milleti rahatsız etsem. Ertesi gün yakın arkadaşlarımdan biri, benim yanlışımı düzeltse. Ben de bir sonraki gün bir özür dileyerek günü kurtarsam ve millete yine "İnadına tayyip!" dedirtsem diyorum!...Yalandan kim ölmüş?!...
Bu gün "Allah" desem, "Lillah" desem; AB'ye, Avrupa'ya atsam tutsam. Batının teknolojisini almak isteyen kafirlere, patates dinlilere; haçlı Uşakları desem. Garson desem...
Oylarını alabilmek uğruna milleti kandırabilmek için ne gerekiyorsa yapsam. İstediğim oyları aldıktan sonra AB'nin sancaktarlığında Mesut Yılmaz'ı sollasam diyorum!...
Başörtüsü desem. İmam hatip Liseleri desem. Bizden olmayanları, patates dinliler diye isimlendirsem. Seçimleri bitirdikten sonra değişerek, gelişerek "Avrupa Sağcı Hristiyanlar Birliği'ne girsem diyorum!...
ABD ile kolkola; AB ile kapıcı-yönetici ilişkisi içinde olsam. AB'den euro alsam, ABD'den dolar alsam; en az yirmi yıl daha milleti Haçlı'ya faiz ödemeğe mahkum etsem ve milleti "fakir ama huzurlu" yapsam diyorum!...
AB'nin istediği; milletin aleyhine her şeyi yapsam, çiftçiye kota uygulasam, haklarını istediklerinde de "Gözünüzü toprak doyursun!" desem diyorum!...
Milli Görüş desem. Milli üretim desem. "Haçlı boyunduruğundan kurtulmak için kendimiz üretmeliyiz." diye hamaset yapsam. Milletin oylarını aldıktan sonra onlarca yıl bab-ı alinin kağıdını karşılayan ve onlarca yıl talan edilen SEKA'yı kapatsam ve işçilerinin ailelerini polise coplatarak dağıttırsam diyorum!... Ve hemen peşine de "Milli Görüş Gömleği"ni çıkarsam diyorum!...
Kerkük'te akrabalar(!)ımız kan ağlıyormuş, Kıbrıs'ta Yunan helenizmi hakim olmak istiyormuş "Bana ne?" Desem diyorum!...Bunların peşine "Altın tepside Başbakanlık geliyor görmüyor musunuz?" desem diyorum!...
Yok! Yok! Olmadı!...
Olmadığını sizler de anladınız! Daha fazla "İnadına Tayyip" çi kalamayacağım!...
Biraz da Erkan Mumcu'ca bakmaya çalışsam diyorum!...Anam beni lider doğmuş ya!..Bensiz siyaset, kıyamete denk ya!.. Ama biraz yaşım genç desem diyorum!...Biraz ANAP'lı olayım. Lise çağlarımdan beri tanıdığım MHP'li arkadaşlarımı da biraz kandırayım. Ayağıma ANAP'ta biraz yer edeyim diyorum!...Mesut Yılmaz'la birlikte gittiği yere kadar AB bayraktarlığı yapayım diyorum! AB'nin yolunu, Diyarbakır'dan geçireyim diyorum!... Nasılsa bu gemi, bir gün su alır. Gemi su alınca da başka bir gemiye binmak üzere ANAP'ı terk etsem diyorum!...Ben özel bir yaratığım ya! Bu millet ve devlet için çok önemliyim ya!.. Nasılsa milletvekilliğini de öğrendim ya! Arkamda da Jinsa olduktan sonra biraz da bakanlık yapayım diyorum!... Bakanlığı da öğrendikten sonra Mesut Yılmaz'ı olmadık şeylerle değil bildiğim, ortak olduğum şeylerle suçlayarak ANAP'ı terk etsem diyorum!...
Ve misafir geldiğim ANAP'tan yeni bir misafirliğe doğru yola çıksam diyorum!...Bensiz siyaset olmaz ya! Ben olmazsam olmaz ya!.. Anam beni lider olarak doğmuş ya! Bu özelliklerimi millete anlatmalıyım diyorum. Tayyip'in kurmaylarıyla AKP gemisine kaptan yardımcısı olarak çıksam diyorum. Tayyiple baraber atıp tutarak, Avrupaya verip veriştirerek seçimi tamamladıktan sonra Milli Eğitim Bakanı olsam diyorum...Hesap içindeki hesabı, en iyi ben yapsam diyorum... Ama aptal millet hesabımı bozarak Tayyip'i meclise taşımasa diyorum!...
"Balkanlar kan ağlıyormuş, kerkük'te figan arşa çıkıyormuş, ABD ve İngilter adıyla haçlı burnumuzun dibine kadar gelmişmiş bana ne?" desem diyorum!... Ben küstükçe veya ben baş kaldırdıkça kıymetim artar nasılsa desem diyorum...Tayyip'li AKP'de bana misafir muamelesi yapılsa, bakanlığım değiştirilse ve ben de küssem diyorum... Küsünce de grup kuracak sayıda millet vekiliyle AKP'den istifa etsem diyorum...İstifa ettikten sonra bana kapalı kapı mı olur desem diyorum!...
Anam beni lider doğmuş ya!
İstifamda tek bırakılsam da, peşimden kimse istifa ederek gelmese de "Enerji Bakanlığı'ndaki yolsuzlukların üzerini, suni bir gündemle örtmeyi başararak milleti başka şeylerle uğraştırmayı başardım ya!" desem diyorum!...
Yoook!...Yook!.. Bu da olmadı!..
Hatta böyle rüya da olmaz diyerek kendime geliyorum!...
Devletim dardayken, milletim zordayken Ne AKP ne de Erkan Mumcu'nun takıyye ve eyyamcı gözlüklerini takabilmem!...
Bütün partilerde, bütün fikir kulvarı tarifli yerlerde takıyyenin, eyyamcılığın mubah sayıldığını görünce; Allah(c.c.) ım'a bana Ülkücülüğü nasip ettiği için şükrediyorum...
En az RTE ve Şerbakan Hoca kadar Müslümanım. En az Ecevitler kadar ulusalcıyım. En az Memet Ağar kadar milliyetçiyim. En az Baykal kadar halkçıyım. En az çakaralmazlar( 68 kuşağı) kadar sosyal adaletçi ve paylaşımcıyım. En az H. Nihal Atsız kadar Türkçüyüm... Velhasıl ben, bunların tamamını içeren bir görüş mensubuyum. Çünkü ben, Ülkücüyüm...Ülkücü olduğum için de "...otomatikman MHP'li.." yim...
Kimler, nerede, ne zaman, ne yaparlarsa yapsınlar...
Yanlıştan örnek olmaz diyorum...Yanlışlara yanlışla mukabele etmeden artık bizler de "İnadına MHP" demeliyiz diyorum...
Demesine diyorum ama; bu kere de millet çıkıyor karşıma!... "Bizi neden kandırdınız?" diyorlar!... "Tahkim Yasaları'nı, Uyum Yasaları'nı, idamları kaldıran yasaları neden çıkardınız?" diyorlar!... "Apo alçağını neden asmadınız?" diyorlar!...
Susmak istemesem de susuyorum!...
Ellerimizle, yüreğimizle, inancımızla Genel Başkanlığa taşıdığımız "Saygılı" Devlet Bahçeli'ye -bütün ülküdaşlarım adına- bu kere ben küsüyorum!...
Benim Genel Başkanım'ı; "Dolma kalemler", uzaktan kumandalılar, Karen Fogg Çocukları methedince daralıyorum!...
Ve -sesimin son raddesine kadar haykırarak- buradan Ülkücülere, milliyetçilere, ulusalcılara, vatan kurtarmaya soyunmuş emekli generallere seslenmek istiyorum:
Memleketi kurtarmak MHP'liyim deme şansımızı kaybetmemek için ille yanlışla beraber durmakla olmaz!...
Eğer gerçekten memleket sevdalıları iseniz, sür'atle ve "İnadına MHP" diyerek,doğru safta yer kapma yarışına girin!...
Genel Merkezler'in 6-7 yıldır sistematik bir uygulamayla parti dışına ittiğini zannettiği "Ülkü Devleri" ile bir araya gelin...
Artık Ümit ÖZDAĞ ismindeki Bozkurt duruşlu, "Tek başına Teşkilat" tarifli, konuşması gerekenlerin suskunluğuna inat Ülkücülüğümüzün gündem dışı bırakılmasına izin vermeyen Ülküdaşımızın yanında yerinizi alın!...
Bu birliktelikte Allah(c.c.)'ta şahidimdir ki dirlik var!...
Ülkücünün birlikteliğinde, milletimizin bütün dertlerine çare var...
Bi-taraf, ber-taraf olur!... Hayatlarında bir kere karanlıkta tek başlarına yürümemişlerin "Yol Arkadaşlığı"nın sonunu görür gibiyim. Korkağın ayak sesleri, en büyük düşmanıdır ve ödlerini patlatır.
Rahmetli olduğunda cebinden 35 kuruş ve hepimizin çok iyi bildiği;
"Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına" dizeleri çıkan Yusuf İmamoğlu'nun, şehitlerimizin, ikballerini Dava'ya hibe etmiş gazilerimizin emeklerini inkar edenlerden, -"Yol Arkadaşları"nca getirileceği zannedilen bir kaç oy uğruna- Yusufiyeli Ülkü Devlerimizden utananlardan rahatsızlığımızı birlikte durarak gösterelim artık...
Bu bir yarıştır Ülküdaşlarım!...
Seçilmiş, hesap adamı jokeylerle "Kutlu Dava'nın Süvarileri" arasındaki bir yarıştır. Bu yarışı süvarilerin kazanmasından daha mantıklı bir sonuç bilen varsa, beri gele!...
Allah(c.c.), Ülkücüyü zorları başarmak üzere, yenilmez bir imanla donatmamış mıdır?...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"YUSUFİYE'DEN ÜLKÜCÜLERE MEKTUP VAR"

Bu sesi duymayanlara, bu sesi duymazdan gelenlere herkes, içinden bir şeyler söyleyecektir eminim...
Ama ben yine sesli düşüneceğim!...
Bu sesi duymayanlar, bu sesi duymazdan gelenler; tarifin en hafifiyle "gaflet, dalalet ve hatta .....t içinde" olanlardır!...
Ülküdaşlarımıza küsmek, ülküdaşlarımızdan uzaklaşmak gibi bir durum -Allah korusun- asla olmadı, olmayacakta...
MHP Genel Başkanını yetersiz bularak tenkit hakkımız elbette kullanacağız. Seçilmiş bir Genel Başkandır. Tarihi belirlenen kongre gününde divan teşekkül edinceye kadar da Genel Başkandır. Buna kimsenin itirazı ve itiraz hakkı yok.
Ama başarısızdır.
Kendi kararıyla alınan erken seçimde MHP'yi %18,5'tan %8'e geriletecek kadar başarısız ve başarısızlığını kabullenerek görevinden istifa etmiş bir Genel Başkandır. "Yeniden aday olmayacağım." deyip sonradan, Genel Başkanlıktan vaz geçmemek için; Ülküdaşlık yerine "Yol Arkadaşlığı" kavramını monte etmeğe çalışan bir Genel Başkandır...
Bunlar ve benzeri söylemler, bizim söylediğimiz ve kongre sabahına kadar söylemeye devam edeceklerimizdir.
Şimdi bir ses var!...
Bu sesi, cezaevleri zaptedememiş!... Bu ses demir parmaklıkları, beton duvarları patlatmış ama duymaz kulakları, duymazdan gelen kulakları çınlatmamış bile!...
"YUSUFİYEDEN ÜLKÜCÜLERE MEKTUP VAR" başlığıyla sitelere düşen bu mektubu; Ülküdaşlarımla paylaşarak "Yol Arkadaşları"nın da -belki- duymalarına sebep olabiliriz diye hep beraber inceleyelim.
Önce Ülkü Devi, Kahramanlarımızdan, Dava'nın Aysberglerinden Bünyamin ADANALI ülküdaşımıza ve O'nun şahsında hücrelerinde "Tek Kişilik Teşkilat"larıyla; düzene, kadere, feleğe kafa tutan bütün Ülküdaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi, kefaretleri sayılsın dualarımızı iletmemiz lazım...
Şimdi buyurun Bünyamin ADANALI ülküdaşımızın mektubundan satırlar seçelim:
"Belki yıllardır bizlere çilehanelerde layık görülen bu terkedilmişlik ve kullanılma duygusu şüpheci olmamıza sebep oldu. Niye derseniz, daha önce ülkücü basında “Yusufiye” ismiyle iki defa yazı dizisi hazırlandı ve sonuçta meselenin gerçekten "Yusufiye"de yatanlarla ilgili olmadığını görünce hayal kırıklığına uğradım. Evet... biri seçim yatırımı içindi, diğeri de "İmralı kontunu" asamayacağını bilen siyasetçi büyüklerimizin bizleri de terazinin diğer kefesine koyma bedbahtlığını göstererek milletimize hoş görünme çabasıydı. Onun için bu tip çalışmalara her zaman şüpheyle yaklaşmak zorunda kalıyoruz. "
Yıllardır sahte kahramanlardan kastımızı, umarım bu birinci ağız anlatıyordur. Vefasızlığa; Ülkücü vakarıyla teyet olarak dokunduktan sonra:
"Ama bizlerden ve hareketin geçmişinden utanarak bizleri yok sayan bu zat-ı muhteremler (hem de içlerinde MHP’li milletvekilleri de olmak üzere) cezaevlerinde yatan hortumcu Hayyam Garipoğlu’nu, rüşvetçi bürokrat Sedat Aban’ı ziyaret ederken hangi teşkilatçılık ölçülerine göre hareket ediyorlardı? Veya bizler; yüzlerce müdahil avukatın bir o kadar vatan haininin doldurduğu mahkeme salonlarında ülkü bayrağını yalnız başımıza taşırken bazı yetkili "başkanların" cezaevlerindeki uyuşturucu baronlarına avukat gönderme nezaketlerini nasıl anlayacaktık ?! Bu olaylar bu davaya gönül vermiş, ömür vermiş olanları derinden yaraladı ve teşkilatımıza olan inancımızı sarstı." diye devam ediyor Ülkü Devi!...
"Bu yazdıklarım asla hezayan değil, belge ve şahitlerle sabit olaylardır. Eğer bu zat-ı muhteremler yüreklilik gösterip de bizim bir türlü anlayamadığımız o ulvi(!) gerekçeleri açıklarlarsa gene saygı duyarız. Yoksa bu zatları ve ilişkilerini biz açıklamak zorunda kalacağız." şeklinde de sessizce nara atmaya devam ediyor...
Bizim kızgınlıklarımız, isyanlarımız bunlara Ülküdaşlarım.
Elbette "Yanlıştan örnek olmaz." inancındayız ama yanlışta ısrarın da izahı olmaz!...
Dünümüzden, mazimizden, bu günlere gelişimizin sessiz kahramanlarından utanarak; Yusufiyelerdeki çilelerini tamamlamış olanların adaylıklarını, veto edenden de biz utanıyoruz...Ülkü Devleri'ni Yusufiyelerde yalnızlığa mahkum eden vefasızlardan da utanıyoruz!...
Bu utançtan kurtulabilmek için de; MHP adındaki Türk Milliyetçiliğinin tek siyasi adresi olan partimizi, bu başarısız Genel Başkan'dan kurtarmak gereğine inanmaktayız.
Başarısız da olsa Ülküdaşımızdır ve "Eski Genel Başkanımız" olarak ömrümüz boyu bizlerden gereken saygı ve ihtiramı görecektir...
Ama Ülkü Devleri'ni Yusufiyelerde "Tek Başına Teşkilat" halinde yalnızlığa terk eden Ülkü Ocakları'nın; bu mektubu daha başka bir mantık süzgeciyle olkuyacaklarından emin olduğumuzu da söylemek isteriz.
Ülkü Devi Bünyamin ADANALI ülküdaşımızın mektubundan kolay vaz geçemem. Devam ederiz inşallah...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 14, 2006

DİLEĞİMİZ VE HAYALLERİM...

Olaylar karşısında panikleyenlere, hep kızdık!...
Bir şeyler yapması gerekenler dururken, olmazları oldurduklarını zannedenleri hep yazdık, uyardık!.
Sahtekar, yalancı kim olursa olsun saldırdık ve üzdük!...
Bütün bunların karşılığında kazancımız ise, tiryakileştirildiğimiz üzüntülerimiz oldu!...
Kapımızın önünde pislik diz boyuyken çevreci edalarıyla başkalarının kağılarındaki sıgara izmaritinden rahatsız olduk!...
"Ayrılmayın." dedik ayrıldılar!... Bizler üzüldük, ayrılmalara sebeb olanlara "Dürüst olun." dedik kandırdılar!... Yangını -daha dumanı yeniyken- haber vererek söndürün dedik; aksine ormanlarımızı yakarak yok ettiler!...
Çözülmezi çözdüler, kopmaz gönül bağlarını zedeleyip incelttiler. Olmazı oldurdular!... Dünyanın en güçlü teşkilatı tarifli Teşkilatımızı aciz tarifine büründürdüler. "Atı alan Üsküdar'ı geçti!" demeye niyetlendik; kurnazlığı akıllılık zannedenler, atımızı çalarak "jokeyler"e teslim ettiler!...
Gönüllerimizde yaz mevsiminde kış başladı. Dost, dostunu; Ülkücü Ülküdaşını taşladı!... Ve sonunda yıllardır korktuğum "GÖÇ" başladı!...
Çok uğraştık. Çok didindik. "Kaçaklar" dedik gidenlere!... "Korkaklar" dedik bazan! Oysa korkak olmadıklarını bizzat bilmemize rağmen gönüllerini tahrik etmeye uğraştık yıllarca...
Beceremedik! Göçü durduramadık!
Çünkü -sanki- birileri Ülkücülerin göç ettirilmesiyle görevliydiler!...
Çok gariptir 31 aralık 2005 tarihinden beridir dilim, hiçbirine "Haksız" diyemiyor. Artık gönlüm, -kızmaktan vaz geçtim- niye onlarla beraber ben de terk etmedim diye nedamet içinde!...
Çünkü o terk edenlerle; yıllar önceden başlayan yolculuğumuza aynı noktadan çıkmıştık. Yollarımız; olmazı olduranların, art niyetli başarıları yüzünden ayrıldı maalesef!... Ama mutluyum ve mutluyuz ki yollarımız ayrılmış olmasına rağmen menzilimiz, varış adresimiz, -art niyetli ve insafsız yıllara rağmen-asla değişmedi...
Rehberleri Allah Rızası, frenleri Allah Korkusu olan Ülkü Devleri, dönüşü olmayan yolculuklarına, Turan Seferi'ne çıkmışlardı bir kere, dönüşü olamazdı.
Sayısız duraklarda sayısız kavgalar yapıldı cihan harbine denk! Sayısız meydanlarda; ölümleriyle ölümsüzleşen ve ölümü şehitleşerek güzelleştiren canlar bıraktık. Yüzbinlerce kişisel hayaller, Millete-Devlet'e hibe edildi, kurban edildi. "Ve ölümü öldürdük, bir ölümsüz ölüşle." mantığıyla öldükçe, öldürüldükçe çoğaldık, çoğaldık...
Yıllar sonra; ekilen tohumların semereleri alınacakken, tam da hasat mevsiminde Ülkü Devleri'nin karşısına parçalanma, bölünme illeti çıktı!...
Parçalanmaz, bölünmez zannedilen fikir kulvarlarında nefsani arzuların ön plana çıkarılmasıyla küstürme ve küsme hastalığı çıktı ortaya!... Çok bulaşıcı bir hastalıktı!... Bu lanet hastalık yüzünden küskünlükler, yerini öfkeye bırakınca kardeş kavgalarına şahit olduk!...
Ayrılanlar oldu. Ayrılıp aynı idealist duruşuyla, hedefini Başbuğ'un koyduğu sefere devam etmek üzere sancaklar oluştu..Bunları üzülerek seyrettik ama "dava" adına asla endişelenmedik!.. Çünkü bu ayrılanlar, "Dava"nın asıl sahipleriydi. Ve onların yüreklerinden hiç bir zaman endişe duyamadık... Çünkü Türkçü, Türkeşçi ve inadına MHP'lilerdi bu arkadaşlarımız.
Çünkü aynı pınardan beslenip, aynı güzergahtan gelmiştik yıllarca.
Şimdilerde, nasıl yaptıysa, kim yaptıysa; bizim MHP'liliğimize, Ülkücülüğümüze bile ambargo koymaya niyetlenenler var!...
Kimse için Ülkücü olmadık ve ülkücülüğümüzden de kimse için feragat edemeyiz!... MHP'yi bölüp parçalayarak hilallerini üçe ayıran zihniyeti, hep ama hep uyardık...
Demek ki onlara görede basın, "Yaygın basın" sadece!... "Yaygın Basın"ın "Dolma Kalemler"in methiyeleri ile nelerin kaybolduğunu bilmeyen bir Genel Başkan'la; nasıl yola devam edilir bilemiyoruz!...
Şimdi sıra hayallerime geldi:
1-Dr.Devlet Bahçeli; seçim akşamı açıkladığı "İstifa ediyorum ve aday falan değilim" sözlerini tutmamasıyla çok irtifa kaybetti!... Bu irtifa kaybından MHP'de ziyadesiyle nasiplendi! Buyüzden MHP Çatısı yıkılmadan, ve Millet olarak altında kalmadan aklımızı başımıza toplayalım...
2-MHP'lilerin tarifiyle "Güçlü Başkan" tarifini hak edebilmesi için milletin içine girmeye başlanılmalı...Ama PKK'lılara karşı susarken, Bayrağımıza el uzatanlara karşı susulurken, Tarihimizin şanlı bir tanığı olan güzel yerlerde, gereksiz kavgalara tevessül bile etmeden!...
3- Artık Bahçeli, en doğruları yapmak, verdiği sözü tutmak; "İstemem yan cebime koy" edalarından kurtularak, olağan kongrede yeniden aday olmamalı!... MHP Çatısı'nın çökme vebalinin altına girmemeli. Aksi halde, davranışın adına harislik denir Anadolu'da!...
4- Ülkücü gibi ülkücü bir Ülküdaşımızın genel başkanlığında; bütün Ülkü Devleri'nin danışmanlığında, dosta düşmana karşı yekvücud olarak, yeniden arzı endam etmeliyiz...
Ya Rabbi; çok şey mi istiyoruz?!...
Dileğimizi kabul ederek Türk Milleti'nin zilletine artık son vermez misin?
Haçlı'nın AB adını verdiği yeni birliğinin kapısında onlarca yıldır tuttuğumuz kapıkulu nöbetimiz, artık bitirmez misin Ya Rabbi?...
İlayı Kelimetullah için, alemin nizamı için, Turan için, Sen'in rızandan başka ödül beklemeyen "Süvariler"inin yolunu, bahtını açmaz mısın?...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Eylül 10, 2006

BU DUVAR YIKILACAK !...

Dostlar;
Bu hafta sizlere avamca, avam edebi ve avam sohbet kurallarıyla seslenmek istiyorum. Çünkü avamdanım. Türklüğüm ve Ülkücülüğümden başka bir ünvanım yok hamdolsun...
.......................
Anadolu'da, avamdan bir Türk, kendine ev yapmaya niyetlenir. Usta değildir, usta çalıştıracak maddi gücü de yoktur. İş başa düşmüştür. Usta olmamasına rağmen, duvarları kendisi örecektir. Endişeli bir hevesle işe koyulur.
Ördüğü duvarlar, epey yükselmiştir ama duvarlardaki eğrilikler aşikardır. Bizimki de bu eğriliklerin farkındadır. İçinden sürekli; "Bu duvarlar dayanmaz, yıkılır!.." diye geçirmekte ama çaresizlikten örmeğe de devam etmektedir. Yine bir gün, Bizimki çalışırken oradan geçen bir komşu; "Selamün aleyküm. Kolay gelsin." diye selam verir. Duvarın yıkılacağı endişe ve düşüncesiyle dolu olan bizimki, acaip öfkelenir. "Ulan edepsiiiz! Sana neee? Yıkılırsa benim duvarım yıkılacak!" diye selam veren adama elindeki aletlerle saldırır. Adam, neye uğradığını ve ne yaptığını anlayamadan kaçar tabi!...
Morali bozulan bizimki, inşaata ara vererek evin yolunu tutar. Eve vakitsiz gelmesi, karısının merakına muciptir. Bizimki, başından geçenleri anlatır: "Hanım, çalışıyordum. Hainin, hasedin biri gelerek duvarın yıkılacağını söyledi. nerdeyse gebertip başımı belaya sokacaktım. Şükür kaçtı hem kendi kurtuldu hem de ben belaya bulaşmadım. Şeytana lanet ederek işe ara verip geldim."
Kocasına dikkatle ve dinler gibi bakan karısı, başını edeple öne eğer ve "Efendi, Sen evimizin direği, sahibisin. Ne getirirsen onu pişiririm." der.
Bizimki öfke ve hayretten delirecek gibidir. Onun anlattıklarıyla karısının cevabının, asla alakası yoktur. İyice bunalan Bizimki; yetişkin, gelinlik çağdaki kızının odasına gier o öfkeyle. "Kızım, inşaaatta bir bela atlattım. Nerdeyse katil oluyordum. işe ara verip eve geldim. Olayı annene anlattım. o'da bana; 'Ne getirisen onu pişiririm!.' diyor!...
Kız, bütün edebi ve utancıyla başını öne eğer, yaşmağıyla ağzını kapatarak sessizce; "Babacığım, sen benim veli nimetimsin. Atamsın. Kime verirsen ona giderim." diye aklından geçeni söyleyince Bizimki'nin halini düşünün artık...
........................
Herkesin aklındakini söylediği günümüzde, bendeniz de aklımdan geçeni söyleyeceğim. Kim ne derse desin!...
Alt kimlikli, Türkiyeli; Kerkük, Karabağ, Kıbrıs dururken İsrail'e fedailik için Lübnan'a asker gönderen "Büyük Devlet" adamı Başbakan'a inat; "Bizim duvarımız eğri! Bu duvar yıkılır! Yıkılan duvarın altında da -Allah(c.c.) korusun- Millet kalır!..." diye sesli düşüneceğim.
.......................
Geçtiğimiz Cumartesi günü, Ülkü Devleri'nden Ali GÜNGÖR'ün kişisel gayretleriyle kurulan TKM (Türk Kardeşlik Merkezi)'nin açılış toplantısındaydık. Ülkü Devleri, tarih huzurunda resmi geçitteydi sanki. Tamamı, MHP'den, Ocaklarından, yuvalarından uzaklaştırılmış "Dava'nın Aysbergleri", bir aradaydılar...
Kimler yoktu ki?!...
Oğul Bey Yıldırım Tuğrul Türkeş, ATP Genel Başkanı Oktay ÖZTÜRK, BBP Genel Başkanı Muhsin YAZICIOĞLU, HP Genel başkanı Yaşar OKUYAN, hareketin bilgelerinden Sadi SOMUNCUOĞLU, yeni heyecan merkezi Prof.Dr.Ümit ÖZDAĞ ve Oğul Bey'in tarifiyle "12 Eylül'ün isimsiz kahramanları", Ülkü Devleri orada bir aradaydılar.
Meselenin asıl sahipleri, kalifiye kadrolar, ehil Ülkücüler, Türkeşçiler, Turancılar bir aradaydılar.
Nefis konuşmalar yapıldı. Nefis öğütler verildi ama kimse öfkesini dillendirmedi vakarla!...
12 Eylül Öncesi ve sonrasını, kronolojik olarak ve Başbuğumuz'un kişisel arşivinden belgelerle sunan Oğul Beğ Yıldırım Tuğrul TÜRKEŞ'in sunumu, muhteşemdi. Magazin basının; isteğe ve siyasi gündemliğine göre manşetleştirdiği sahte popülerleri, isim vermeden açıklarken ve deşifre ederken çok vakurdu.
Başbuğumuz'un Özel Arşivi'nden çıkararak getirdiği; "Muhterem Büyüğüm!" hitabıyla başlayan, "Size oğlunuz bile ihanet etse, Türk vefası ve sadakatiyle size bağlı kalacağım. Emirleriniz doğrultusunda çalışacağım." cümlelerini ihtiva eden cezaevine azılmış mektup okunurken, salondaki Devler'in tamamının tüyleri diken-dikendi.
Hele mektup sahibinin adı açıklandığında, salon muhteşemdi. En az yüzelli kişinin göz pınarlarında inciler parlıyordu.
Mektubun sahibi; Ülkü Devi, Anadolu Çocuğu, Türk ve TKM'nin kurucusu Ali GÜNGÖR'dü...
.................
Ben hala içimden geçeni seslendiriyorum.
"Bu duvar eğri!... Bu duvar yıkılacaaak!..."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 08, 2006

ALTIN NESLE (Bir Daha)...

Yıllar öncesinden şu anda yönetimde olan MHP Genel merkez Yöneticilerine hitaben bir seslenişimiz olmuş ve bir nesli tarif etmeye çalışmıştık. Sesimizin duyulacağından, sözlerimizin ciddiye alınarak inceleneceğinden emindik.
Aksi olmuştu maalesef. MHP'nin ikinci büyük parti olarak meclise taşındığı ve Hükumete ortak olduğu yıllardı. Gözümüzün önünde hatalar işleniyor, gözümüzün önünde Teşkilarlardan Ülküdaşlarımız dışlanıyorlardı!...
Yönetimimize seslenerek bu yanlışlardan ve bu yanlış uygulamalardan vaz geçilmesi gereğini rica ederken; doğruların kimlerle yapılabileceğini de dilimizin gücü kadar anlatmaya çalışmıştık. O zaman başaramamış, sözümüzü dinletememiştik!...
Şimdi bir kere daha; mevcut MHP Yöneticilerine de, nasipse kongrede göreve gelecek Yeni Yönetime de seslenerek bir nesli hatırlatmaya çalışacağız...Bu nesil olmazsa olmazıdır Milletin!... Bunesil ALTIN NESİL'dir...
Bir nesli; niye ısrarla görmek istediğimizi, sanıyorum bu gün çok rahat anlatabileceğim...
Varlıkları ile hep huzur duyduğum; arkadaşım oldukları, dostum oldukları, Ülküdaşım oldukları için hep böbürlendiğim kişileri anlatan, Dostum Sevgili Selami Türkmen’in “ALTIN NESİL” başlıklı yazısını içercesine okurum." Bizim oğlan bina okur; döner döner yine okur." misali döner döner okurum. Yıllardır bu yazıyı saklar, canımın her sıkıldığında, moralimin her bozulduğunda bir kere daha okurum...
Yine demoralizeyim, yine canım sıkkın ve kendimi ALTIN NESİL'le teselli etmeye çalışacağım...
Tanıdığım ve tanıdığım için de kendimi şanslı saydığım Sevgili Selami Türkmen’in edebini, adabını bilenlerdenim. Kendini anlatabilmekteki sıkıntısını, yanındaymışım gibi biliyorum.Ama Sevgili Selami’yi bu kadar tahrik eden sebebi, merak etmedim dersem yalan söylerim. Şimdi izninizle Sevgili Selami Türkmen’in edebi, adabı ve vakarı yüzünden söyleyemediklerini; onun adına kaleme alarak “ALTIN NESİL”i biraz da ben anlatmaya çalışacağım.
Sevgili Selami Türkmen’in; “İşte bizler, böyle bir Altın Nesil olarak yetiştirildik. Sırtımıza yüklenen büyük mesuliyetleri hiç çekinmeden alıp, Türk Yurdu’nda asil Türk’ün nasıl olması gerektiğini YAŞAYARAK GÖSTERMEYE ÇALIŞTIK.” cümlesinin, altına imza atmak için aynen aldım...
Evet Onlar; Altın bir Nesildirler...
Solun çakar almazlarına inat; satmadan, satılmadan, saflarını asla terk etmeden kıyametlere denk iki muhtırayı, bir ihtilali göğüslemek pahasına; vurularak, asılarak, işkencelerde şehitleşerek Ülkelerini karşılıksız sevmekte ısrarcı olanlardır...
Bu Altın Nesil; yarım asırlık ömürlerinin 35 yılını, ölüm görüp ağlayarak, düğün görüp oynayarak yaşamışlardır. Ama çok garip ve insafsız bir tecelliyle ömürlerinin 35 yılında pek az düğün görmüşler ve bu düğünlerde de yaslı-yaralı yürekleri yüzünden doyasıya oynayamamışlardır!...
Dış güçlerin ve onların içerideki uzantılarının bütün güçleriyle vatanı komünistleştirme faaliyetlerine; “Her türlü kültür emperyalizmine hayır.” diye kafa tutarak yıllarca erkekçe, yiğitçe direnmişlerdir.
Evlerinden daha fazla karakol nezaretlerinde, Yusufiyeler'de çile çekmiş ama asla şikayetleşmemişlerdir. “Ben bu vatanın ha ekmeğini yemişim, ha bu vatan uğruna kurşun...” diyerek devleşerek çileleri güzelleştirmişlerdir.Cezaevlerini, hücreleri Yusufiyeleştirmişlerdir...
Olmazları oldurmuş, imkansızları kolaylaştırmışlardır...Bu kadar başarının sonunda asla ama asla şımarmamış, asla büyüklük taslamamışlardır. Asker Millet mantığı ve düşüncesiyle mukaddesleştirdikleri “Nöbet” kavramı ile hep nöbetin kendilerine gelmesini beklemişlerdir...
Ama ne hikmetse bu ALTIN NESLE hiç nöbet teslim edilmemiştir!....
Bu ALTIN NESLİ tanıyanlar, hep “Neden siz değilsiniz?” diye sitem yüklü sorularla üstlerine gelmişler ama ALTIN NESLİN Altın İnsanları hep; “Ben değil BİZ ..” demişlerdir...
Bu ALTIN NESLİN her biri ayrı bir Derviş, her biri ayrı bir Ahi Evrendir...Yeri geldiğinde bu neslin her biri başlı başına bir DEV, başlı başına birer EFSANE olmuşlardır...Bu ALTIN NESLİ, asla kendilerinden dinleyemezsiniz.Bu Altın Nesli merak edenlere, 1980 öncesinin Devrimcilerinden dinlemelerini salık veririm!...
1980 Kıyameti öncesinin en sert hasımları olan ÜLKÜCÜLER ve DEVRİMCİLER, günümüzün eyyamcılarıyla mukayese kabul etmeyecek kadar karakter devleridirler...Kavgalarında bile bir asalet görülürdü...
Birbirlerini belki öldürmüşlerdir ama asla birbirleri hakkında ucuz sohbetler etmemiş ve ettirmemişlerdir...
DEVRİMCİLER’den kastım elbette 68 Kuşağı diye ortalarda, ekranlarda, uzaktan kumandalı basında arz-ı endam eden, milyon dolarlarla transferler yaşayan, çakar almazlar değil...Selamı Türkmen’in adını çok iyi koyduğu, ALTIN NESİL’den olmasalar da, bu nesille kıyasıya savaşsalar da bu nesille vatanseverlik yarışına giren, gerçek fikir ve kavga adamlarıdır kastım...
Bu ALTIN NESİL; evleri olmasına rağmen gurbetçi Ülküdaşlarını yalnız bırakmamak için Ülkü Ocağı binalarında sabaha kadar tahta kurularıyla boğuşmayı tercih edecek kadar kişisel rahatlarına düşman insanlardır...
Bu ALTIN NESİL; karakola düşen Ülküdaşları rahatlayıncaya kadar sokaklarda sabahlayacak kadar özverilidir...Bu ALTIN NESİL; asla ikbal hesabı yapmadan gelen herkesi omuzlarında taşıyarak istedikleri yere, makama taşıyacak kadar da usta, ehil kadrolardır...
Omuzlarına basarak bir yerlere ulaşan hiç kimseden de bir şey istemeyecek kadar gönülleri tok bir nesildir bu ALTIN NESİL....Devlet-Millet düşmanlarını gözlerini kırpmadan öldürebilecek kadar katı olan bu ALTIN NESİL; gerektiğinde gözü kapalı ölüme atılacak kadar da KAHRAMANDIR...Bu yapıları yüzündendir ki 5000’i aşkın şehidi vardır bu ALTIN NESLİN...
Kimler ne yaparlarsa yapsınlar, kimler ne derlerse desinler bu ALTIN NESLİN son ferdi de toprağa düşmeden benim bu Asil Milletten asla ümidim kesilmez...Bu ALTIN NESİL; üzerlerinden 12 Eylül’ün dişlileri geçmesine rağmen sağ ve sağlam kalabilmiştir...
Bu ALTIN NESİL; dünya Türklüğü’nün tek Başbuğu Alparslan Türkeş’in ölümüne rağmen sağ ve sağlam kalabilmiştir...Başbuğdan sonraki ilk seçimde Partilerini, ikinci büyük parti olarak meclise göndermeyi başaran bu ALTIN NESİL; geriye dönmeyi ve hataları tekrarlamayı sevmediklerinden, bütün zorluklara rağmen, dışarının şişirmesiyle estirilen RTE rüzgarına rağmen, gene milyonlarca oyu partilerinde tutmayı başarmışlardır...
MHP’nin artık tek yolu kalmıştır. Türkiye’nin her köşesinde Bozkurt sabrıyla nöbet bekleyen bu ALTIN NESLE süratle yönelmelidir.Bu ALTIN NESİL; bütün dünyaya rağmen Üç Hilalli bayraklarını, gereken yere taşıyabilecek kapasite ve güçtedir...
Bu ALTIN NESİL; zor nesildir. Özel nesildir ve -vallahi- güzel nesildir...Bu ALTIN NESLİN tamamı, 45-50 ve yukarısı yaşlarıyla, memleketi omuzlayarak çağdaş medeniyeti yakalattırıp geçirebilecek kapasite ve güçtedir...Tamamı yetişmiştir...Tamamı ehildir...Tamamı kahramandır...Tek kelimeyle bu nesil, ALTIN NESİL’dir...
Sağ olasın Selami... Sağ olasınız ALTIN NESİL... İyi ki varsınız...Varlığınızla huzurlu, varlığınızla cesuruz...
Sizin varlığınızı unutanlara; hatırlatma babından bir iki hareket sergileseniz; yemin olsun memleketin,siyasetin,hamasetin görüntüsü değişir!...
Maalesef ve maalesef ki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ısrarla rahatsız olduğu ve ısrarla tasfiye ettiği kişiler de bu ALTIN NESİL'den olanlardır!...
Ey ALTIN NESİL;
Sizin unutulduğunuzu sakın ha düşünmeyesiniz!...Belki siyaset lümpenleri tarafından göz önüne getirilmeniz engellenmektedir ama ben inanıyorum ki artık gün ALTIN NESLİN piyasaya çıkma günüdür...
Hayatınızda bir kez -size göre edepsizlik sayılan ama milletin ısrarla beklediği- kafa tutan tavrınızla düzenin her şeyine baş kaldırmaz mısınız?...
Artık içerden dışardan dayanılmaz baskılara muhatap olan Devletimizin bozulmamış kurumlarına yeniden yürek olmaz mısınız?... Devletin asli unsurları olduğunuzu ve "Mevzu vatansa gerisi teferruattır." mantığınızı bir daha işletmez misiniz?
Sizsiz olmadığını, sizsiz olamayacağını ne zaman kabulleneceksiniz?..
Dava'nın, Meselenin, Ülkücülüğün, Vatanperverliğin ve MHP'nin tek sahibi olduğunuzu ne zaman göstereceksiniz?...
Milletin umutla sizi beklediğini, yoksa fark edemediniz mi?
TEVEKKELTÜ A'ALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Eylül 06, 2006

MİLLET'E RAĞMEN !...

Bu nemenem demokrasi?!...
Millete rağmen, Devlet'in kurumlarının çoğuna rağmen, hatta Cumhurbaşkanı'na rağmen; bir halk oylaması yapılsa %95'in "hayır" diyeceği kesin olan bir Haçlı isteğine, bir ABD buyruğuna itaat edilerek, İsrail'in -saldırdığı- Müslüman dünyasından korunmasına destek vermek!...
Ya Rabbi aklımıza mukayyet ol!...
Millete, halka rağmen demokrasi de var mı Allah aşkına?...
Biz, Türk Milleti olarak baba-oğulun aynı savaşta şehid olduğunu sayısız kere yaşamışız. Aslında acıklı olması gereken bu durumla, hep iftihar etmişiz. Şehit ana-babaları; "Vatan sağ olsun! Diğer oğullarım da Vatana feda.." diye ağlamıştır hep şehitlerine, şehitlerimize...
Şimdi; "Devlete hakkımı helal etmeyeceğim!" diye feryat eden şehit yakınları var!..
Şimdi; "Vatan sağ olsun diyemeyeceğim!" diyen şehit anası var!...
..............
"Askerlik yan gelip yatma yeri değildir!." buyurdu Sayın Başbakan!...
Çok ta doğru söyledi!...
AB'nin, ABD'nin, Haçlı'nın isteklerine boyun eğerek, hiç bir şey yapmadan yan gelip yatan ve maaşlarının azlığından şikayetlenen siyasiler varken ve onların yaptıkları sıralama hatalar varken asker, yan gelip yatabilir mi?!...
Her gün üçer-beşer Vatan Evladı şehit edilirken, şehirlerimizde eşkiya kol gezerken, Adalet'in en üst kurumlarından biri mesaisi başında basılarak Mahkeme Başkanı öldürülürken, milletin umudu sayılacak milliyetçi partilerin genel başkanları bölücüler ve "Dolma kalemler"ce methedilirken, kendi asayişimiz ciddi manada can çekişirken, bütün bunların üstüne en büyük müttefik(!)imiz Haçlı'nın ortadoğu komseri, eşkiya-terörist Devlet İsrail; Müslümanların saldırısı(!)na muhatapken "Askerlik, yan gelip yatma yeri..." olabilir mi?!...Nerde bu yoğurdun bolluğu?!...
Millete, en fazla hizmet vermesi dolayısıyla da milletçe en fazla sevilmesi gereken siyasilerin ve bunların hizmet yerleri siyasi partilerin neden gözden düştüğünü , hala hızla gözden düşmeye devam etmelerinin sebebini bir merak eden çıkmayacak mı hala?...
Hangi siyasetçinin çocuğu şu an askerdir ve hangi siyasinin oğlu Lübnan'a gidecektir?...
Milletim, devletimin asli unsuruyum, alt-üst kimliklerim hep Türk, Türk oğlu Türk'üm ve merakla soruyorum: Sayın Başbakan'ın, Sn. Dışişleri Bakanının, Başbakanın birinci dereceden danışmanlarının -mesela özellikle Zapsu'nun- veya birilerinden birilerinin oğlu da Lübnan'a gidecek mi?
Allah aşkına numune olarak, örnek olarak bir asker gösterebilirler mi millete?...
Hadi yine acıyalım!...
Onların çocukları Lübnan'a gitmesinler! Doğu'da, Güneydoğu'da askerlik yapan bir siyasi oğlu var mı?...
Elbette "Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir."
6,5- 7 milyar maaşı az bularak "Acımızdan ağzımız kokuyor." diye bu teskerenin görüşülmesinde feryat eden Siyasiler varken; sadece "Vatan borcu, namus borcu." inanç ve zihniyetiyle askere gidenin, "En büyük asker bizim asker." tezahüratlarıyla, davul-zurna eşliğinde seve seve şehadete gönderilen askerin "yan gelip yatma" hakkı olabilir mi?...
Ayıp olmaz mı siyasilerden?!...
Onların açlıktan ağızları kokarken; gönüllü namus borcu bilerek askere gidenlerin, İsraili korumayarak Siyasilerimizin AB ile, ABD ile, Haçlı ile aralarını bozmaya hakları olabilir mi?...
Muhteşem Türk Atatürk'ümüzün meclisteki üniformalı resminden rahatsız olanlardan, kulağımıza çalınan bir habere göre şehit analarını da ihanetle suçlayanlardan, "Lübnan'da askerimizin ne işi var?" sorusunu soranları -içlerinde Cumhurbaşkanımız da olsa dahi- hain ilan edenlerden, başka ne beklenir ki Allah aşkına?...
Yapın efendiler yapın!...
Herşeye rağmen, herkese rağmen hatta Millete rağmen çocuklarımızı, Mehmetçiğimizi İsrail savunmasına destek vermeye gönderin!...
Yakında hem de artık çok yakında; bu Milletin sizi nereye göndereceğini de hep beraber izleyeceğiz...
Artık kimse bir şey yapmasa da, hatta Cumhurbaşkanımız'ı bile yetkilerini kısıtlayarak bir şey yapamaz hale getirseler de; sandıkta bizim ellerimize hükmedemeyecekler!...Artık "inadına." diye vicdanlarımıza ambargo koyamayacaklar.
Bu millet; eski siyasilere kızgınlıklarından -sadece- "İnadına Tayyip!" sloganıyla sizi buralara getirdi. Ne kadar nadim olduklarını hergün defaatle dinlemekteyiz. Sizde Milletin inadına, bizim inadımıza çocuklarımızı, evlatlarımızı Haçlı'nın emrine sokuyorsunuz!...
Yapın efendiler yapın!...
Seçilinceye kadar yani adayken siyasi, hadim-i millet; seçildikten sonra hükümranlaşan, zorbalaşan, tiranlaşan sizlerden verdiğimiz gücü geri alma günümüz yakındır...
Erken de olsa, vaktinde de olsa, becerip savsaklayarak geciktirmeniz de mümkün olsa; "Milletin inadına, millete rağmen" yaptığınız bu milli zulmün hesabını, millete vereceksiniz!...
Millete rağmen demokrasi neymiş, nasıl olurmuş Allah'ın izniyle sizler de göreceksiniz...
Gel birkaç ay geeeeel!...
Gel sandık geeeeeeee!...
Gel; "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir." tarifli demokrasinin tek mahkemesi seçim geeeeeeel!...
Seçimden, sandıktan, siyasetten bu kadar soğumuş bir milletin; hiç bu kadar seçim beklediğini hatırlamıyorum...hayatımda seçim sandığını hiç bu kadar özlemedim!...
Sayılı gündür tez geçer ve rüzgar eken elbette fırtına biçer!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Eylül 04, 2006

CANIMIZ YANIYOR HÜKUMEEET !...

Kimi, kime şikayet edelim? Şaşırdık artık!...
Ne şikayetimizi kaale alan bir merci, ne de derdimizi dinleyen bir Marko Paşamız var!... Çok mu suskunuz? Bu kadar suskunluğu hak edecek kadar suçlu muyuz? Ne oluyor? Ne oluyoruz Allah aşkına?!...
Dünyanın en büyük terör örgütü İsrail adındaki eli kanlı devlet; iki askerinin kaçırılmasını bahane ederek Ortadoğu'yu kan gölüne çeviriyor. Dünya bunu izliyor. Hatta izlemekle kalmayıp Haçlı Dünyası bu teşekküllü terör devletine, yardımlarda bulunuyor.
Bu terörist devlet; ateşkes falan da tanımıyor! "Dediğim deik, çaldığım düdük." kararlılığıyla, istediği zaman istediği yere çoluk-çocuk demeden misket bombaları atıyor!...
İran'ın batıya açılım uzantısı olan Hizbullah adındaki örgütten başka bu kanlı saldırıya cevap veren, karşı duran yok...
Haçlı yani ABD ve AB, hemen Hizbullah'ı terörist ilan ediyor ve BM Barış Gücü adı altında Lübnan'a asker göndermeye karar veriyor. Ama aynı BM, İsraile ateşkes çağrısı bile yapamıyor. Yapsa da isarail adındaki zorba dinlemiyor...
Ve ABD'nin Ortadoğu Müfettişliğini de üstlenmiş olan İsrail adındaki zorba, terörist devletin korunması için Lübnan'a ilk asker gönderenlerden olacağız herhalde!...
Milletin ezici bir çoğunluğu, "hayıııır!" diye feryad ediyormuş! Kimin umurunda!...
Bu arada, Lübnan'a kahramanlaşmak için gönderilmek istenen mehmetçiğimiz; kendi sınırlarımız içinde, günde üçer-beşer şehid oluyor!...
Canımız yanıyor Devlet!...
İçimiz kan ağlıyor Hükumet!...
Artık dayanamıyoruz Ordu!...
Kendi kapımızın önünü sağlama alamadan, her gün üçerli-beşerli şehid vermemizi engellemeden; şimdiye kadar şehadete ermiş Mehmetçiklerimizin intikamını almadan Lübnan'da ne işimiz var!...
Dünya bize kıçıyla gülerken, Anadolu'nun kan ağladığının farkında değil misiniz?...
Yoksa gerçekten mi günümüz Ali kemallerinin yazıp çizdikleri gibi, AB veya ABD himayesine girmezsek yaşama hakkımız yok mu? Teslim olduk ta milletin mi haberi yok?!...
"Bağımsızlık karakterimdir." diye dünyaya haykıran Muhteşem Türk Atatürk'ün emekleri zay mı oluyor?
Her karışında yüzlerce şehit kanı olan bu Vatan, bu kadar çaresiz mi? Bu kadar sahipsiz mi?
Üç-beş baldırı çıplak bölücü teröriste dur demeyi başaramadan; kan ağlayan gözlerimizin yaşını durdurmadan, şehit evlatlarımızın intikamlarını almadan Lübnan'a askeri yardıma gidersek dünya bize kıçıyla gülmez mi?
Herşeye rağmen Ordusuna ve Generallerine sonsuz güvenen bu Milletin güveni sarsılmaz mı? Ordusuna olan güvenini kaybetmiş bir Millet, Devlet olarak devam edebilir mi?...
Yok mudur sesimizi duyacak bir yetkili kulak?...
Bizim akan kanımızı durdurun, bizim kanayan yaralarımızı sarın sonra dünya barışı için istediğiniz yere gideriz...
Aylardır şer güçlerinin, "Dolma kalemler"in ağız birliği ile saldırmasından Milli bir kimliği olduğuna inandığımız, yeni Genel Kurmay Başkanımız, verdiği beyanatlarla milleti yeniden heyecanlandıran ve gözlerini-kulaklarını haberlere kilitleyen Büyükanıt Paşamız; Millet adına, Milletin Çocukları dolayısıyla da sizin çocuklarınız olan Mehmetçiğe sahip çıkın...
Siz mehmetçiğe sahip çıkın ki bu Millet'te yine çocuğunun adını "paşa" koyarak sizi gönlündeki tahtında oturtmaya devam etsin...
Üç-beş milyon nüfusu ve bir avuç ordusuyla Ortadoğuyu kan gölüne çeviren israil'i kıskanmaya başladık. Nerdeyse zalimin zulmü, haklı görünmeye başlayacak!...
Tarihte de hep "Hak Kuvvetlinin." olmamış mıdır!...Bu yüzden haklıların, mazlumların, esir milletlerin, bu yanlış tarihi temüle kafa tutarak bu teamülü ters yüz eden Muhteşem Türk Atatürk'ün resimleri dünya duvarlarını süslemez mi?
Ezilmiş ve esir milletlerin duvarını süsleyen Atatürk resimlerinin meclis duvarından indirilmesini isteyen siyasilerimizden mi medet umalım?...
AB'nin ve Haçlı'nın Atatürk ve Kemalizm düşmanlığı, bu yüzden değil midir?...
Haçlı'nın bize olan kinini unutan feraset özürlü siyasilerimizin inadına, "Su uyur düşman uyumaz." diye milli düşünen bir Millet evladı kalmadı mı?...
Kimi, kime şikayet edelim? Vallahi şaşırdık!...
Böyle devam ederse, Millet kendi meselesine kendi el koyacaktır. Milletin sabrı, tükenmek üzeredir! Akan kanı, anaların feryatlarını Millet hem dinliyor hem de unutmamak üzere not alıyor. Farkında değil misiniz hala?...
Millet hesap sormaya başlarsa, ortalığın ne hale gelebileceğini hayalden mahrum musunuz?
Birileri, etkili ve yetkili kurumlarımızdan sorumlu olan birileri, Milletin sesini duyun artık...
Çünkü bu ses artık duyulmayacak gibi!... Artık Türk Annesi "vatan sağ olsun demeyeceğim." diye feryada başladı!...
Bu canhıraş ve korkunç feryadı, bu feryadın verdiği mesajı algılamıyor musunuz?...
Üç-beş baldırı çıplak teröriste, eşkiyaya gücümüz yetmez tarifliyken kime yardıma gidiyoruz Allah aşkına?!...
Canımız yanıyor Devlet!...
İçimiz kan ağlıyor Hükumet!...
Hala umudumuz sende ve Paşalarımızda Ordu!...
Akan kanı durdurun. Şehit evlatlarımızın intikamını alın. Başımıza geçirilmiş çuvalı çıkarın ki gözlerimiz görsün!... Sınırlarımızı emniyete alın ki yardıma gittiğimiz yerlerde yardımcı olabileceğimize inanç olsun...
Yoksa dünya nazarında olmasa bile Millet nazarında tarifiniz hiç te güzel değil bilesiniz!...
İnsanınızı yaşatmayı beceremezseniz -Allah(c.c.) korusun Devlet yaşamaz!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Eylül 03, 2006

DOĞRU ŞEKİLDE KIZMAK !...

Bu gün, sadece kendimle hasb-ı hal olacağım...Kendimle sohbet edip, kendimle kavgayı deneyeceğim.Kendime kızacağım! Bu en zor gibi görünen kavgayı nedense çok severim ben...Herhalde vuran da, vurulan da ben olunca ve kavganın galibi ve mağlubu olmayınca hep berabere biten bu kavga, tiryakilik yapıyor her geçen gün...
Aristo; "Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir." demiş...
Doğru zamanda, doğru ölçüde,doğru nedenle, doğru insana kızmak!...
Buradaki doğrudan kasıt, hak eden insan tabi ki...
Hak eden insana elbette kızmak gerek. Kızınca doğru ölçüde, doğru nedenle kızmak ta elbette işin doğrusu ama keşke bizleri kızdıran olmasa ve biz de kızmasak!...
Lübna'na Mehmetçik gönderilecek. Azınlık olmasına rağmen" gitsin" diyen de var olmasına rağmen, ezici bir çoğunluk "Gitmesin." diyor...
Abdulhak Hamit Tarhan; "Bu millet söylemez, söylenir." diye tarif etmiş Anadolu insanını... Demek ki zamane değişti. Artık millet söylenmiyor. Söylüyor hem de nara atarak söylüyor! Bağırarak, haykırarak söylüyor ama duyan nerde?!...
Seçildikten sonra hükümranlaşan demokrasi lümpenleri siyasetçilere, yarım asırlık yaşımızla alıştık!... Bu yüzden onlara kızmıyorum. Çünkü nasılsa önümüze gelecek ilk sandıkta, -son sandıkta yaptığımız gibi- birilerine kızarak bir sonraki seçime kadar kızacağımız birilerini seçeceğiz!...
Bu yüzden de doğru zamanda, doğru şekilde ve doğru nedenle kendime kızıyorum!...
Son Lübnan'a asker gönderme hadisesiyle, ezici bir Millet çoğunluğunun kızdığı AKP adındaki "Deprem Çadırı"nı; Millet, "Bizimkiler." diye tarifleyerek sunduğumuz kişilere kızarak seçmişti.Milletin kızdığı ve cezalandırdığı "Bizimkiler"e, biz herkesten fazla kızmıştık!...
Kızgınlığımız ve kızdıklarımızın bizi kızdırmaya devam etmeleri yüzünden sakinleşemiyoruz!...
Ceviz Kabuğu Programı'nda; Lübnan'a asker gönderilmesi masaya yatırıldı. Program konukları ve telefonla katılanların tamamı, kanaatlerini söylediler. AKP'ye baş kaldıran AKP'li Millet Vekilinden başka katılımcıların tamamına kızdım durdum!...
Hele MHP Genel Başkan Yardımcısı'na yani "Bizimki"ne iyice kızdım!..."Ülkücüleri sokağa indirmeyeceğiz. Ülkücünün elinde silah değil bilgisayar olacak." şeklindeki makul ve "Dolma Kalemler"ce alkışlanan tavırla, Bayrağımıza saldırılarda bile susulmuştu! Çok kızmış, çok öfkelenmiştik ama yakalanması ve izlenmesi mümkün olmayan gündem değişimi içinde unuttuk sanki o kızgınlıklarımızı!...
Ama milletin %98'inin hayır dediği bir işe; AB ve ABD istiyor diye takıyyeci Hükumetimiz herkesten önce evet demiş!...Teskere meclise -Meclis tatildeyken ve toplantıya çağrılmadan- gönderilmiş!...Bir şeyler yapılmalı ve bu bir şeyleri de Anayasal hakları olan siyasilerimizin yani "Bizimkiler"in yapmaları gerek diye düşündüm.
Türkiye'de hiç bir teşkilat mensuplarını ve sempatizanlarını MHP kadar çabuk organize ederek toplayamaz.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Sn.Mehmet ŞANDIR, telefonla katıldığı programda çok haklı ve güzel şeyler söyledi. Söylediklerinin sonunda; "Ankara'ya Tandoğan Meydanına iner ve gök kubbeyi başınıza yıkarız." demesini bekledim durdum. Sanki söyleyecek gibiydi. Ama söylemedi!
Söylediği; "Ölüm gelince komşuya.." mantığıyla, sivil toplum örgütlerini bu işe itiraz etmeye davet oldu!...Kendime kızdım! Kendime kızmaya devam ediyorum!Suskunluğunu bile bile, suskun kalacağını bile bile, bu suskun Genel Başkanı seçtiğimiz ilk güne kızdım... Günün kabahati yok elbette, kızabildiğim kadar kendime kızdım!...
Aklıma neler geldi, neler? Gözümün önünden ne sahneler geçti tekrar, ne sahneler!...
Biz, bu muyduk?
Bu kadar susmamızı gerektirecek mecburiyet neydi?
Milletin bu meselesine sahip çıkılmazsa, Bayrağına sahip çıkılmazsa, Şehit Ailelerine sahip çıkılmazsa ve bunlar söz konusu olduğunda meydanlar yıkılmazsa ne zaman, ne yapılacaktı?...
Milletin siyaseten çaresiz, siyaseten açmazda olduğunu sabahtan akşama kadar en az değişik 30 kişiden dinliyorum.
"Niye sordum?" diye kendime kızıyorum sonra!...Ama hep sordum, hep kızdım; hep soracağım, hep kızacağım!...
Bu demokrasi denen illeti, sevemedim de sevemedim!...
Cumhurbaşkanım'ın oyu ile, Genel Kurmay Başkanım'ın oyu ile Apo şerefsizinin ablasının oyunun aynı güçte oluşunu, bir türlü hazmedemedim.Oylar arasındaki bu korkunç ve adaletsiz güç eşitliği yüzündendir ki hep, önce kızıp seçiyor sonra da beş yıl aralıksız kızıyoruz!...
Lübnan'a Mehmetçiği gönderene kızıyoruz, Mehmetçiği gönderene "Gönderme" demesi gerekirken demeyenlere kızıyoruz.
"Teskere metnini okumadan tavır koymayacağız." diyen "Allah'tan gayrı kimseden korkmam." diyen, "Adam gibi adam" diye bilboardları süsleyene kızıyoruz!...
İlk kongrede; bağırıp çağıranlar arasındaki en suskun olduğu için seçtiğimiz "Suskun Adam"a şimdi de suskun diye kızıyoruz!...
Bu kadar kızana, kızdırana ve hem kızıp hem kızdıranlara kızan millete de ben kızıyorum!...Milletin bir ferdi ve Devletin asli unsurlarından biri olarak ta elbette en çok kendime kızıyorum!...
Sanırım şu anda herkes te kendi kendine kızıyor!...Herkesin "Kendim ettim kendim buldum." diye mırıldandığını, duyar gibiyim!...
Biz kızmaya devam edelim, bir şey değişmeyecek! Çünkü; "Bir şey değişecek, herşey değişecek." inancımız değişti!...
Kızdıklarımızın ve kızacaklarımızın içine artık "Bizimkiler" de çıkmamacasına dahil oldu!...Artık ne kızdıranların kızdırmaktan, ne de kızanların kızmaktan vaz geçeceğine inancım kalmadı!...
Allah(c.c.) sonumuzu hayretsin...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 01, 2006

ŞÜKÜR HABER DE OLMUŞUZ !...

"Yol Arkadaşları"nın toplandığı bir sitede; kayganadan pay uman ahmak misali saf tutmuş bir "Yol Arkadaşı", asla inkar etmediğim ve etmeyeceğim bir yazımı haber yapmış.
Sağ olsun var olsun!...
Yapılan yanlıştan dönülürse hatadır, ısrar edilirse yanlıştır ve suçtur.
Osman Yüksel SERDENGEÇTİ rahmetli'nin, Başbuğumuz'la olan bir gönül kırgınlığı yüzünden MHP'yi terk edişini ve kırk gün sonra yeniden dönüşünü görenlerden ve hatırlayanlardanım.
MHP'nin Bahçeli'deki Genel merkez binası önünde ağaca yaslanarak boynunu büken rind görünümlü birine; o zamanki ağabeylerimizin, "Serdengeçti, geçsene içeriye.." şeklindeki davetini ve O'nun; "Krk günün kefaretini ödemeden ne kolaaaay!" diye muhteşem cevabını -rahmetlinin gidişi ile dönüşü arası kırk gündür- ve bu cevapla verdiği edep dersini alanlardan inşallah ta unutmayanlardanım...
Devlet Bahçeli'nin genel başkanlığının devam ettiği MHP ile bir alakamın olamayacağını defalarca söyledim. "Yol Arkadaşlığı" ile taraftarlık ile Ülkücülüğü birbirine karıştırmayalım diye ısrarla söyledim, söylüyorum ve söyleyeceğim...
Hayatlarında bir kere bile başaramamış insan geçinenlerin, başarılıları kıskanmaları kadar doğal bir davranış yoktur. Hamdolsun hayatımızda iz bırakacak başarılar da yaşamışız. Dahası asla utanacağımız ve başımızı önümüze eğdirecek bir başarısızlığımız da olmamıştır.
Haksızlık karşısında susmamışız, susmayacağız...
Uzun yıllar çalıştığı fakültede doktorluktan doçentliğe terfi etmeyi başaramamış birinin, profesörleri kıskanmasından doğal ne olabilir?
Yine defalarca ve ısrarla bir Hz.Ömer(r.a.) örneğinden bahsederim. Bir daha tekrarlayayım:
Ömer İbn-i Hattab; yiyen, içen, avlanan, kolu kuvvetli bir müşrik!
Zamanının putlarına tapan, tapmayanı taptıran, kızlarını diri-diri kuma gömen bir Ömer! Bağırdığı, öfkelendiği zaman bütün Kureyşi susturabilecek kadar celalli bir Ömer!...
Öylesine bir güç ve öylesine katı bir müşrik olmasına rağmen, öylesine bir kanaat önderi biri ki bu Ömer; Hz.Peygamberimiz(s.a.v.) Allah'tan iki Ömerden birini diler. Diğer Ömer malum Ebu Cehil'dir...
Adları Ömer olmasa da bu iki Ömer'den bir sürü vardır. Tamamı puta taparlar ve tamamı müşriktirler!...
Ne zaman ki Ömer İbn-i Hattab, Kelime-i Tevhid'i okuyarak, şehadet getirerek Müslüman olur, kısa sürede müşrik,mü'min; inanan, inanmayan bütün dünya insanlığından "Ömer'ül Faruk" ünvanını alır.
Dünyanın her yerinde "Adaletin Timsali" ünvanı alır ve "Ömer Adaleti" diye uygulamalarıyla efsaneleşerek daha da büyür.Ölümsüzleşir...
Hz. Ömer(r.a.) örneğinden ben fakır, şu dersi alırım: Dünyanın en doğru, en güçlü insanı da olsa bir insan, yanlış saftaysa "Yanlış" tarifi alır...
Devlet Bahçeli'li safı, yanlış gördüğüm için terk ettim. Başbuğumuz'un manevi huzurunda bütün Ülkücülerin canhıraş mücadeleleriyle alınan %18 oyu, kendi kerameti gibi gören ve emektar Ülküdaşlarımızı asla onore edemeyen, bundan vaz geçtim sürekli Ülkücüleri dışlayan bir safta kalamazdım.
Atatürk'ün en yakın ve en uzun süreli mesai arkadaşlarından İsmet İnönü, nasıl Atatürk ölür ölmez paralardan O'nun resmini kaldırarak kendi resmini bastırmakla başlayan seri operasyonlarla, bir milletin topyekun emeğinin altını oyup, Atatürk'ün hayallerini yarım bırakmışsa;
Devlet Bahçeli'de Başbuğumuz ölür ölmez aynı taktiklerle hayallerini yarım bırakmaya başlamıştır. Son yüzyılın iki Başbuğu'da yakın mesai arkadaşları tarafından ölümlerinden sonra hafızalardan diskalifiye edilmek istenmişlerdir. Bu da çok garip bir "tarih tekerrürdür."
gerçeğinin tecellisidir!... Ben bu yakın mesai arkadaşının safında kalamazdım!...
Sadece ülkücü olduğu için ve MHP Davası'nda yargılandığı için bir Ülküdaşımızın geçmişinden utanarak adaylığını çizen, veto eden birinin safında olamazdım.
Apo Alçağını asmayanın, gücü yetmediyse Ecevit'in hatıralarında belirttiği gibi "Koalisyonun zarar görmemesi için" idamdan vaz geçerek,"Önce Ülkem" düsturumuzu yalanlayan ve koalisyonu bozmayanın safında duramazdım.
3 Kasım seçimlerinin hemen akabinde "Mesuliyet benim. İstifa edeceğim ve aday olmayacağım." diye beyanat vererek önce bütün ülkenin muhabbet ve takdirini kazanıp, sonra sözünden cayanın ve millet nazarındaki "Yalancı" tariflinin safında olamazdım.
"Nasılsa bu memlekette taraftarlık, her duygunun üstündedir!" yanlış mantığını teamülleştirerek, Yılmaz'ın yeniden siyasete soyunmasını haklı gösteren yanlış örneğin safında olamazdım. Daha kimlerin, teamülleşen bu yalancı ve yanlış uygulamayı örnek göstererek siyasete döneceğini hep beraber izleyeceğiz.
Aklım kesti keseli; Türkeşçiyim, Türkçüyüm, Ülkücüyüm,Turancıyım ve MHP'liyim...
Bana ülkücülük ünvanını kimse vermediği gibi, taraftarlıkla Ülkücülüğümü mukayese ederek Ülkücülüğüme halel getirmeye de kimsenin gücü yetmez..
31 Aralık 2005 günü; yüzyüze yaptğımız görüşmede, Bayrağımıza yapılan edepsizce, haince saldırılara tepki verelim dediğim için tek kelimeyle korkan ve yıllarca Ülküdaşlarımızın buluşma adresi olan bir Cafeyi, benim sanacak kadarda istihbarat yoksunu olarak kahvecilik mesleğini hakir ve küçük görecek kadar halktan kopuk bir başarısızın safında olamazdım...
Kimse nefs yaptığımı falan zannetmesin. ne milletvekili, ne yerel yönetimler ne de herhangi bir yöneticiliğe talip olmadığım gibi; takip ettiğim, kovaladığım herhangi bir ihalem falan da yok. Bu yüzden kimseyle menfaatim uğruna ilm-i siyaseti basitleştiren takıyyeciler gibi iyi geçinmek gibi bir mecburiyetim de yok!...
Hazineden alınan trilyonları, particilik adına harcamak varken; kurşun delegeler oluşturarak Ülküdaşlarımı partilerinden ağlatarak tasfiye eden bir kindarın safında olamazdım...
Ama Anadolu'nun her hangi bir yerindeki bir Ülkü Devi'ni ziyaret edebilmek için ruhsatlı silahını satarak yol parası eden Ülkücü, vefalı yüreğe elbette destek olacağım. Bu yüreğin adının da ne olduğunu, ben fakıri haber yaparak Amerikayı yeniden keşfettiğini zanneden taraftar ve "Yol Arkadaşı" da çok iyi bilmektedir.
Kongreye kadar; bütün "Yol Arkadaşları"nın inadına, terk edenlerin başının yanında kalarak vefalılık örneği verdiklerini zanneden mazur Ülküdaşlarımın inadına ve Devlet Bahçeli'nin inadına MHP'liyim...
Kongreden sonra -Allah(c.c) korusun- bu terk edenin yeniden genel başkan olması halinde MHP ile yakından-uzaktan bir alakamın kalmayacağını da şimdiden açıklıyorum.
Aslında ben, herkesin şu anda MHP'de görevde olanların dahi fısıltıyla söylediklerini açıkça söylüyorum. Doğruyu yaptığıma inanıyorum. En azında "Yol Arkadaşı" sayılmak gibi bir ayıptan münezzehim...
Hala umutla ve sabırla; "Yol Arkadaşları"ndan birilerinin -en azından Erciyes'te çadırlarda- neler konuşulduğunu Devlet Bahçeli'ye anlatmalarını bekliyorum...
Barzani-Talabani adındaki siyaset fahişelerinin elele verdiği, Kerkük'teki soydaşlarımızın muhatap oldukları zulmün giderek artacağı; Mehmetçiğimiz'in Lübnan'da İsrail ve ABD'ye fedailiğe gönderilme hazırlığının olduğu bu talihsiz tarih diliminde sizleri, böylesi gereksiz bir konuyla meşgul ettiğim içinde okuyan herkesten defalarca özür dilerim.
Bayrağımıza, Türklük gibi muhteşem kimliğimize, Mukaddeslerimize, Atatürkümüze, Vatanımıza dil ve el uzatılırken susan ve Ülkü Ocaklarını evlerinde oda hapsine tutarak "Dolma kalemler"den övgüler alan birinin yanında, safında vallahi olamazdım!...
Bu suçsa; -hayatım boyunca hiç inkarım olmadı- ben bu suçu şerefle işliyorum.
Devletimin bekası, vatanımın bölünmezliği, Dünya Türklüğü'nün birliği anlamını taşıyan Turan İdealimizin tehlikeye düştüğü bu günlerde sessiz kalan ve Genel başkanlık makamının haricinde, zoraki tertiplenen toplantılarda kendine tahsis edilen oda ve kürsüden başka milletin bir dakika arasında olamayan bir siyasetçinin safında olamazdım ve olmayacağım!...
Profesör Yaşar Nuri Öztürk'le onurlandığım bir davet ve Devlet Bahçeli ile yaptığım bir talihsiz görüşme sonrasının verdiği öfkeyle, birlikte hareket etmeyi düşündüğüm doğrudur. Bunu başkalarının haber yapmasına gerek yok ki, çünkü bunu herkesten önce ben yazdım.
Ama gurbet tarifi tanımayan benim siyaseten gurbet yaşayamayacağımı da bir kaç gün sonra yine ben yazdım...Yanlıştı yaptığım ve kısa sürede bu yanlışımdan ricat ettim...
Şimdi Kongreye kadar; Ülkücü oğlu bir Ülkücüye Genel başkanlık yarışında elimden geldiğince destek vermekteyim... Allah(c.c.) emeklerimizi zayi etmeyecektir inşallah.
Çünkü haklıyız, çünkü net duruşluyuz, çünkü "Yol Arkadaşları" ile bir aradayken muhaliflere atıp tutan ama dışarda en sert muhalefeti yapan riyakarladan değilim.
Yerimiz de, safımız da, duruşumuz da Bozkurtça, Türkçe ve Ülkücüce hamdolsun.
Ne "Çiçek Bahçesi"nin çiçekleri, ne mozaiğin yapıştırıcı ile yapıştırılmış parçaları, ne de nesebi bellisizlerden değiliz. Türküz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin asli unsurlarıyız ve kimliğimizle -ufacık bir doluya dayanamayacak çiçeklere inat- onurluyuz.
Başbuğcuyuz, O'ndan başka lider tanımayız.Türkçüyüz, kimliğimizle onurlu ve "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenlerdeniz."Çiçek Bahçesi"nin besini gübre olan ve asla bırakın doluyu soğuğa bile dayanamayacak çiçekleri değil, Ülküdaşımız Kürt asllı Türk oğlu Türk Yılmaz Bekiroğlu'nun dediği gibi "Renkli mermerin farklı renkleriyiz." Alt kimliğimiz de, üst kimliğimiz de hamdolsun Türk ve yine hamdolsun ki desteklediğimiz Ülküdaşımız gibi "Ülkücü oğlu ülkücüler"iz...
Dünümüzle övünçlü, kıvançlı; yarınlarımızdan Türk Milleti adına umutluyuz...
"Delinse yer çökse gök yansa kül olsa dört yan
Yüve dileğe doğru yine yürürüz yayan
Yıldırımdan tipiden kasırgadan korkmayan
Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz"
VEEEE "ÖLÜMÜ ÖLDÜRDÜK BİR ÖLÜMSÜZ ÖLÜŞLE" diye haykıran ölümün "Yol Arkadaşları", mazimizi şerefle taşıyan Ülkücü yürekleriz...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

BUYURUN RİSK ALALIM !...

Hadi risk alalım!...
Ama risk almadan önce, risk alıp almayacağımıza karar verelim. Biz demokratik bir yönetim sahibi değil miyiz? Eğer demokratik bir cumhuriyetimiz varsa, demokrasinin gereğinin uygulanmasını beklemek hakkımız değil mi?
Demokrasinin; bütün dünyada kabul edilen tarifi: "Halkın kendi kendini yönetmesi, halk idaresi..." şeklindedir. Yani halk, belli bir süre yönetimi yapacakları seçer. Bizde böyle olmuş mudur bakalım.
3 Kasım 2002 Seçimlerinde; Yüksek Seçim Kurulu'nun resmi rakamlarına göre 41.407.027 seçmen var. Bu seçmenlerden 32.768.161'i sandığa gitmiş. 8.638.866 seçmen seçime katılmamış. Sandığa giren oyların,1.239.000'i geçersiz sayılmış. Yani yuvarlak rakamla; 41 milyon seçmenden 10 milyonu yani dörtte biri seçimlerde yok!...
Geçerli sayılan 32.768.027 oyun; %34'ünü AKP almış. Diğer %64 geçerli oy, AKP'ye karşı...
Bunları neden hatırlattık? Demokratik bir yönetimimiz var ya! Hani Millet ne derse o olur ya!
Şimdi millet ne derse o olsun ve "Risk alalım." istedik.
Dört kişiden birinin sandığa gitmediği; sandığa gidenlerden, üç kişiden ikisinin "hayır" dediği bir Hükumetimiz var.
Bendeniz de o "hayır" diyen, ezici çoğunluktanım!... Ve bütün demokratik haklarımı kullanarak, "Niye risk alıyoruz?" sorusunu soruyorum.
Dünya Jandarmalığına soyunmuş ukala ABD; hısım değil, akraba değil, komşu değil hatta hemşehri olmamasına rağmen elde etmeyi aklına koyduğu güzel kadını, kocası dövmesin diye, adamın bahçesinde dolaşıyor!.
Adam seyirci, akrabaları seyirci, komşuları hemşehrileri seyirci!... Ve hiç kimse bu ukala zamparaya karşı gelerek risk almamış. Bu komşulardan biri de biziz!...
Birinci Körfez Harekatı'nda; "Bir koyup üç almak" gibi bir riske heveslenmiştik. Ama bir koyamadan üç belki daha fazlasını kaybettik...Hala hesaplamadan risk almaktan, dersimiz almadık mı?...
"Bize necilik, milletimize ve tarihimize ihanettir." buyurdu Başbakanımız.
Altını-üstünü karıştırmadan evet doğru bir sözdür diyebiliriz. Ama 50 yıldır o kadar "Bize ne?" dedik ki!... 50 yılın hesabını da mevcut Başbakan'dan sormayalım tamam, insafsızlık olur.
Son dört yılda o kadar "Bize ne?" dedik ki!... "Çözümsüzlük çözüm olamaz." diye buyurarak bir "Milli Kahramanımız"ı, dünya zamparası karşısında yalnız bıraktık!... O zaman neden risk almadık?...
Telafer'de, Kerkük'te kardeşlerimize Türkmenlere soy kırım uygulandı nerdeyse. Neden risk almadık?
Ermeni, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri adındaki Haçlı'dan aldığı destekle Karabağ'da soy kırım yaptı. Neden risk almadık!...
Dünya Zamparası'nın işgal ettiği yerlerdeki cezaevlerinden; kadınların, genç kızların "Gelin bizi öldürün! Namusumuzu kurtarın!" diye canhıraş feryatları yükseldi. Neden risk almadık?...
Akıl almaz desteği ile iktidara taşıdığı teslimiyetçi Başbakanımız; birinci dereceden danışmanı Zapsu'nun tarifiyle "Foseptik deliğine süpürülme" tehlikesiyle karşı karşıya kalınca mı risk alacağız?...
Bedava ve gönüllü Kapı Kulluğuna soyunduğumuz, fedailiğini yaptığımız AB, ABD, BM adlarındaki Haçlı;zamparalığa girdiği bahçede zorlanınca mı risk alacağız?!...
Bize ne Lübnan'dan?...Bize ne, vatanını korumak için İsrailli'yi öldüren Hizbullah adlı örgütün silahından?!...
"Risk menfaattir." Doğrudur! ABD; iflas etmek üzere olan dev ekonomisini kurtarmak için risk almıştır. 21.yy'lın Haçlı Seferi'nin lokomotifliğine soyunmuştur. Ekonomisini kurtarabilmek için "Dünyanın Dibi"nin petrolüne ihtiyacı var. Bu yüzden risk almış ve güzel kadının bahçesine girmiştir!
Bu Haçlı Seferi'ne vereceğimiz destekle alacağımız riskten, bizim kazancımız nedir? Ne olması hesaplanmıştır?
Yeniden şekillendirilecek daha doğrusu paylaşılacak Ortadoğu'da; bizim sınırlarımız, nasıl şekillenecektir? Son Kurtuş Destanımız'la Ortadoğu'ya son şeklin verilmesini, biz sağlamadık mı? Muhteşem Türk Atatürk'ün Musul-Kerkük hayallerini unuttuk mu? Yoksa bu hayalin gerçekleşmesi için mi risk alacağız?
Daha kısacası ve açıkçası; demokraside referandum denen bir uygulama yok mudur? Bu riski alıp almamamız, millete sorulamaz mı? Hiç bir şey almayı hesaplamadan, neyimiz varsa pey olarak sürülen bu kumardan, bu riskten kimin çıkarı vardır?
Bu millete, bu davranışları nasıl reva görürsünüz?
Bu davranışınızla önümüze ilk gelecek sandıkta, sizi nasıl bir riskin beklediğinin farkında değil misiniz? Bunları göremeyenler tarafından mı, demokrasiyi inkar edenler tarafından mı, dünya zamparasına destek veren muhabbet tellalı görüntlüler tarafından mı idare ediliyoruz yoksa?
Buyurun risk alalım!...
Üç kişiden ikisinin destek vermediği bir hükumetle; millet adına, devlet adına buyurun risk alalım!...
Bu Millet, buna izin vermez ve bu milletin demokrasisi sizden bunların hesabını sorar beyler!...
Aldığınız risk budur!...
Göreceğimiz sonunuz da, yakındır!...
Şimdi de millet olarak biz; AKP'yi seçerek aldığımız riskin ceremesini çekiyoruz! Allah(c.c), encamımızı hayretsin.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN