Pazar, Aralık 31, 2006

SADDAM'A RAHMET!...

Haçlı; iki bayram bir arada yaparken, İslam Alemi, bayram edebiliyor mu bilemiyorum!...
Oğul Bush; Irak'a saldırıların başladığı günlerde, hareketi "Haçlı Seferi" olarak adlandırarak girmişti Irağa!...
Biz seyretmiştik!...
ABD ile beraber Irak'a girip girmeme adını verdiğimiz gereksiz iç çekişmelerimizle de tezkere olaylarını, çekip uzatmıştık!...
Biz; "ABD veya AB bizsiz hiç bir şey yapamaz!" hayal ve teraneleriyle tezkere müzakereleri, münakaşaları yaparken Haçlı, Irak'ı işgal ediyordu. Biz seyretmeyi bile akıl edemiyorduk!...
Bir Saddam vardı ortada. Daha üç-beş yıl öncesine kadar İran'a karşı Haçlı'nın, Batı'nın, ABD'nin en muteber adamıyken birden bire Haçlı'nın düşman ilan ettiği bir Saddam!...
Saddam; nerede ne zaman, ne yapmışsa patronu ABD'nin menfaatlerine dokunmuştu herhalde. Bu yüzden suçluydu ve cezalandırılmalıydı!...
Irak işgal edildi. Irak coğrafyası; bizim kırmızı çizgilerimizin ihlali pahasına değiştirildi. Saddam'ın oğulları, katledildi. Saddam, bilindiğine çok inandığımız bir sığınaktan rezil edilerek yakalandı. Sonra işgal güçlerinin kontrolünde, göstermelik mahkemeler kuruldu.
Saddam; Arap Milliyetçiliğinin verdiği cesaretle işgalcilere kafa tutunca mahkemeler görüntüden kaldırıldı veya görüntüler makaslandı!...
Sonra bu göstermelik emperyalist, işgalci mahkemeden Saddam'a idam kararı çıktı...
Buralara kadar kendimizi zorlarsak belki normaldir diyebiliriz. Asıl gösteri bundan sonra başladı. Saddam'ı İslam Alemi'nin iki mukaddes bayramından biri olan Kurban Bayramı sabahı -kurşuna dizilmek istemesine rağmen- astılar!...
Hem İslam'ın Kurban bayramı'na hakaret edildi hem de hristiyan dünyasına bir yılbaşı yortusu hediyesi verdiler!...
Hristiyanlığı gevşemeye yüz tutmuş avrupa ülkelerinden bu idama tepkiler gelirken, bizden maalesef tık yok!...
Saddam'ı Haçlı, neden kahramanlaştırdı?
Onu yorumlamakta sıkıntım var. Irak'ın parçalanmasını çabuklaştırmak için desem, zaten işgallerindeki bir ülke ve istediklerini istedikleri gibi yapabiliyorlar.
Irak'ı emaneten birilerine bırakarak Irak'tan çıkmayı hesaplıyorlar desem; bize pas vermiyorlar, İran'a ise bu emanetçiliği asla vermezler!...
Kim, ne düşünüyorsa düşünsün!... Saddam; -bana ve peyce insana göre- emperyalizme kafa tutmayı başarmış ve bu uğurda dar ağacını boylamış, dar ağacına giderken de gösterdiği savaşçı davranışlarıyla kahramanlaşmış bir Saddam oldu!...
Ben iki gündür Saddam'a rahmet okuyorum.
Taksiratlarını affetmesi için Allah(c.c.)'a yalvarıyorum...
148 şiinin ölüm emrini verdiği için idama mahkum edilen ve idamını bütün dünyaya izlettirdikleri saddam'ın karşılığı olarak bizde, 40.000 kişinin katili var!... Ve Saddam'ı astıran güç; bizim 40.000 kişinin katili için "İnsan Hakları" dayatmasıyla karşımızda!...
Bu çifte standartçı değil, işgalci ve istediğini yaptırabilen emperyalist güce, biz neden bu kadar boyun eğdik onu anlayamıyorum!...
Haçlı'nın akıncıbeyliğine soyunmuş ABD ve İngiltere'nin Ortadoğu'da sıraya kimi aldıklarını, ancak bekleyerek ve sırası gelene müdahele edildiği zaman öğrenebileceğiz herhalde!...
Ve bunun adını; "Yurtta sulh, cihanda sulh.." sözünü yanlış yorumlayarak -maskelediğimiz korkaklığımıza- "Dış Politika" diye koyacağız!...
Bu kadar politikasız bir ülkeyi, kim ne kadar ciddiye alacak diye de merakla bekleyeceğiz!... Dinimize küfredenler bari Müslüman olsa...
Saddam'a bir daha rahmet...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 30, 2006

"BAYRAM GELMİŞ NEYİME..."

Ya insanlık insaklıktan çıktı, ya da insanlık artık insanlığından utanmalı!...
Bu kadar suskun, bu kadar şahsiyetsiz, bu kadar kişiliksiz; dış politikada bu kadar olmayan, dünya dengesinde asla esamesi okunmayan; kapı komşularımızda yapılan zulümlere, 400 yıllık tebaalarımıza gözümüzün önünde yapılan insanlık dışı davranışlara bu kadar bigane kalan, "Kırmızı Çizgi" leri bu kadar ısrarla ve defalarca ihlal edilen ama asla ses çıkaramayan ülke, benim Ülkem mi?..
Dünya Milletler Cemiyeti'nin programını, işleme şeklini 48 saatte değiştirerek alt-üst eden Muhteşem Türk Atatürk'lü Türkiye ile şu anki Türkiye, aynı devlet mi?...
Öğretmenliğimde Edebiyat Defterinin ilk sayfasına "Allah'ım; beni Türk yarattığın için sana hamdederim. Ne mutlu Türk'üm diyene." yazısını yazan öğrencilerime, 2 puanı otomatikman verirdim.
Ve çocuklarımda Türklük öğünülmesi gereken bir duygu , Türklüğü ile iftihar etmenin öğretmen tarafından ödüllendirilen bir davranış olmasının yanında "Türk'üm" diyen öğrencinin, başarmak zorunda olduğuna da inanç yerleşirdi. Veya bu inancın yerleşmesine gayret ederdim...
Çünkü Türklüğümle müftehirdim. İslam'la Dinim'le de onurlanarak şükürler ederdim...
Gençliğimde, öğrenciliğimde ve öğretmenliğimin ilk yıllarında; -uygulayıcısına particilik tassubumla çok kızmama rağmen- ABD'ye rağmen haşhaş ekecek kadar, ABD ve bütün Avrupa'ya rağmen Kıbrıs'a çıkacak kadar kişilikli bir Devletim vardı...
Siyaseten iç malzeme edilmesine ve bu yüzden gençlerimizin birbirine düş(ürül)mesine neden olmasına rağmen ABD'nin 6. Filosu'nu taşlayabilen bir Devrimci Gençliğimiz vardı...
"Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; herşey Türk'e göre, Türk tarafından, Türk için..." diyebilen milliyetçilerimiz vardı... Siyaseten ülkemde ilk defa "Her türlü emperyalizme hayır." diyebilen Ülkücü Gençlik vardı...
Bu kimlikli, kişilikli devletin; sağcı-solcu ama kimlikli, kişilikli gençliği ve duyarlı insanlarının diretmesiyle karakterli siyaset adamları vardı...
Millet karakterli, halklar karakterli, Devlet karakterli ve gençlik karakterli olunca da dış politikada da karakterli davranışlar sergilenirdi...
Dünya, bizi ciddiye almaya mecburdu ve ciddiye alırdı!... Karşılığında ambargolar yerdik, sıkıntılar yaşardık ama bütün dünyaca ciddiye alınırdık...
Şimdi varlığımızla yokluğumuz belli değil dünyada!...
Haçlı ile kapı komşu olduk!... Haçlı, ABD ve İngiltere adıyla, "Demokrasi getirmek.." için Irak'ı işgal edebiliyor; kapımızın önünde savaş esiri olduğunu bile bile bir zalimi asıyor ve biz sadece seyrediyoruz...
Saddamı savunmayacağım ama Saddam'a; son nefesine adımlarıyla giderken bile Irak Halkını düşünerek verdiği mesajları için ve cesaretle ölüme giderken bile işgalcilere kafa tutabildiği için rahmet okuyacağım...
148 şiinin ölümüne emir verdiği için insanlık suçu işlemiş sayılan Saddam'ı astıran işgalci güç; bizde 40.000 kişinin katiline insan hakları savunuculuğu ve dayatması yapıyor!... Hükümetim bu dayatmalara ses çıkarmıyor; Devletim'in kurumları arasında bu dayatmalar yüzünden çekişmeler var...
Ve bizler bu karmaşa içinde, gözümüzün içine baka-baka "Sırada siz varsınız!" mesajı veren zalimlerin karşısında susarak yeni yıla hazırlanıyoruz... Haçlı; Kurban bayramı arifesinde idam uyguluyor, sadece seyrediyoruz!...
Baykal'dan başka da hiç bir siyasimiz; Saddam'ın idamıyla ilgili düşüncesini söylemiyor!... Saddam'ın bayram arifesinde asılmasına aynen Baykal gibi ben de üzgünüm!... Gözümüzün içine baka-baka yapılan bu zulme katılmıyorum. Saddam'ın bir zalim olduğunu bile-bile; canımızı acıttığını asla unutmadan, ABD ve İngiltere adıyla Haçlı'nın yaptığı bu insanlık dışı davranışı tel'in ediyorum...
Sıra bize gelinceye kadar daha nelere tahammül edeceğiz bakalım...
Hayırlı bayramlar olsun nasıl olacaksa?!...
"Bayram gelmiş neyime..."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 29, 2006

BAYRAMLAŞMA VE KAVİLLEŞME...

Bu tür yazıları okumayı sevmediğim halde bir de ben denemek istiyorum.
İnsanın kendini yargılamasının, kendini anlatmaya başlamasıyla başlayabileceğini düşündüm bir an...
Fikren donanımımda Erzurum ve Erzurumlu Dostlarım'ın katkıları, etkileri inkar edilmeyecek boyuttadır.
Aileden Ülkücüyüm. Erzurum'a 1969 yılında geldiğimde Ülkücü olarak gelmiştim. Teşkilat ve teşkilatçılığı da; geldiğim yerde teşkilatlar kurarak, teşkilat kuruluşlarında görevler alarak bilerek gelmiştim Erzurum'a...
Geldiğimde Teşkilat Başkanı olarak gördüğüm ülküdaşlarımın haricinde, teşkilatların tamamından ve bütün ülküdaşlarımızın bütün meselelerinden sorumlu ve muttali gördüğüm Yılma Durak Ağabeyim'in; ben de ve bütün Ülküdaşlarımızdaki etki ve katkısı da inkar kabul etmez...
O yıllardan bu yıllara kadar; nerede bulunduysam, nerede görev yaptıysam en yakınımdaki Teşkilatla mutlaka ilişkili oldum...
Her zaman, yaşımın her evresinde, neredeysem oranın Teşkilatlarında fiilen çalışan, fiilen görev yapan bir Ülkücü olarak yaşadım bu güne kadar...
Bulunduğum yerler arasında İzmir'de var...Hala İzmirle ilişkim devam eder...
Hayatımda ilk kez bir yerde, İzmirde Teşkilatlarımdan uzaktayım!...
Hayatımda ilk kez kendimi boş ve aylak hissediyorum!...
İzmir Teşkilatlarında birlikte çalıştığımız arkadaşlarımla ve ülküdaşlarımla karşılaştığımızda; hayatımda ilk kez soruları cevapsız bırakıyorum!... Oysa ben hep o Ülküdaşlarımın sorularını cevaplayan "Hoca"ları olmuştum!...
-Nasılsınız Hocam?
-Hamdederim...
-İşler nasıl?
-Şükrederim... şeklindeki beylik ve yuvarlak soru cevaplarla geçiştirdiğimiz selam-sabahlar; hem beni hem de Ülküdaşlarımı yaralıyor farkındayım...
Ama beni ve yaptıklarımı, dakikası dakikasına bilen Ülküdaşlarımın hem beni üzmemek hem de kendileri üzülmemek için daha detaylı sohbetlere girmekten çekindiklerinin de farkındayım!...
Bakışarak anlaşıyoruz Ülküdaşlarımızla...
Yapacağımıza hep beraber karar vereceğiz bunun da farkındayım... Artık particilik taassubunu, rafa kaldıranlarımızın sayısında her geçen gün artış olduğunun, herkes farkında...
Canımızı acıtanların canlarını acıtmaya, bizi incitenleri incitmeye hazırız!... "Kısas" hakkımızı kullanmak üzere kavilleştik Ülküdaşlarımızla!...
"Toplumlar kendilerini düzeltmedikleri sürece onlara müdahil olmayız." mealindeki Ayet-i Celile'yi de hatırlayınca; kendimizi toparlamak-düzeltmek üzere kavilleşiyoruz!...
Bu duygularla, bu heyecanlarla yeni bir seneye ve mübarek bayrama hazırlanıyoruz...
Elbette bayramımız; Kutlu Sefer Süvarileri'nin Jokeylere karşı başlattıkları seferin zaferiyle başlayacaktır!... Zaferin yakın olduğunun farkında ve bilincinde olarak beklemekteyiz...
Sadece beklemekle de kalmayıp zaferin kolaylaşması için Ülkücü olarak herkes, üzerine düşen birliktelik çağrımızı tekrarlayarak çoğaltmaktayız...
Davetimize icabet, ziyadesiyle var...
Bir de nasibolur da adres konusunda mutabakatı sağlarsak seyredelim bayramı...
O güzel bayramların arefesinde; Türk-İslam Alemi'nin, bütün Ülküdaşlarımın, İslam'ı satmamış Dünya İslamları'nın Mukaddes Kurban Bayramlarını tebrik eder, bütün makbul duaların kabulüne dualar eylerim...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 28, 2006

İÇ TAZYİKÇİLERİMİZ !...

Herkesin, biryerden başlaması gereğine inananlardanım...
O'na yeterince layık olamadığımız için Başbuğumuz'dan; Onlar'a yeterince layık olamadığımız için Şehit Ülküdaşlarımız'dan özürler dilememiz ve helallik istememiz lazım!...
İkballerini, hayatlarını, ömür adındaki hayati sermayelerini gözleri kapalı Türk-İslam Ülküsü'ne, İlayı Kelimetullah'a, Nizam-ı Alem'e, Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye'ye, Turan'a hediye eden "Kutlu Sefer Süvarileri" nden özürler dilememiz lazım!...
Beraber yola çıktıklarımızdan; bizden yıllar öncesi yanlışlaşan safı, fark ederek terk ederken bizim sitemlerimizden alınmayanlardan, özürler dilememiz lazım!...
"Tarihin ve talihin bu kadar insafsız bir dilimini yaşamayı hak edecek ne yaptık?.." diye kendimizi sorgulamamız lazım!...
Terk edenin, terk etmenin bu kadar mazur olduğu, başka bir, insafsız tarih dilimi bilen var mı?
Siyaset ve siyasinin bu kadar itimat edilmez olduğu; Sezarın Güçlü Roması(!)'ndan başka bir sistem hatırlayan var mı?...
Kimin kime; kimin kime niye; kimin kime niye ne kadar, kızdığının belli olmadığı; en kızgınların, en kırgınların birbirinden asla uzaklaşmadığı ama asla bir arada durmadığı başka bir zalim tarih dilimi var mıdır?...
Kim, kime boyun eğsin?!...
Hangi mandacıya, hangi çıkar hesaplarının ucuz satınalınanlarına, hangi "demokratik Türkiye"ciye, hangi "federatif Türkiye"ciye, federatif yani bölünmüş Türkiye reçetelerini büyük bir ağız salyasıyla sunmaya çalışan hangi Karenn Fogg Çocuğu'na boyun eğelim?...
"Farklılıkların farkında olarak" yönetime talip olduğunu söyleyen; bir il başkanına "Git Kürtçe oy iste!..." diye talimat veren hangi "Çiçek Bahçesi Bahçevanı" na boyun eğelim?..
40 yıldır öğrendiklerimize, yaşadıklarımıza, anlatarak öğrettiklerimize muhalif sözler söyleyen "Çiçek Bahçesi" cilere muhalefet ettiğimiz için 'Bütüne zarar vermekle" suçlanıyoruz!... Suçluların suçlamasına pes mi diyelim?...
Başbuğumuz'dan sonra yaklaşık 10 yıldır "iyi-güzel-milliyetçi" tarif ettiğimiz insanlar; birden bire "Çiçek Bahçesi Bahçevanlığı" na soyununca millete karşı tarif sıkıntısındayız!... 10 yıldır inanarak iyi tarif ettiğimizi, şimdi nasıl kötü diye tarif edeceğiz?
Sıkıntımız var!... İfade ve anlatım sıkıntılarımız var ve bu sıkıntıları da kendimiz icat ettik!...
Artık ne yapacağımızı bilememek gibi bir acziyetimiz var!...
Oysa bizler; tarihten aldığımız derslerle geleceğe kafa tutmak üzere yetiştirildiğimizi zannederdik!...
Farklı maskelerle aynı sözleri, farklı kelimelerle söyleyen; uzaktan kumandalıların, siyasi rüzgar güllerinin, siyaset topaçlarının aşılmaz tahakkümleriyle muhatabız!...
Siyasilerin kişisel ikballeri için söyledikleri yalanları, sermayeleri adına tasdik eden tefeci zihniyetli sermayedarların tahakkümleriyle muhatabız!...
Bu saydıklarımız, milletimizin düşmanları biliyoruz!... Ve bu düşmanlar asla dışardan değil!... Tabiatın tek iskeletsiz yaratığının talihiyle, meyvelerimzin özüne yerleşmiş kurtçukların tazyikiyle muhatabız!...
Bu kadar iç tazyike, nekadar dayanırız bilemiyoruz.
Çareninse yine bizde, yine Millette, yine demokraside olduğuna inanarak yeni çareler aramak üzere demokrasi deryasındayız!...
Umarım yüzme bilmeyen milletimizin demokrasi denizinde boğulmasına, Rabbim izin vermez!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 27, 2006

BENİM İNSAN HAKLARIM !...

Takıldım yine şu "İnsan Hakları"na !...
Bir TV kanalında takıldım kaldım bir programa... Gönlümüzce bir şeyler söylendi gene epeyce!...
Duymak istediğimiz -yalan demeyeyim- hoş sözler sarf edildi !... Demokrasinin olmadığı, millet vekillerinin milletin değil; genel başkanların seçildikleri illerde veya bölgelerde temsilcileri olduğu, gelir dağılımındaki adaletsizlik vs. vs...
Buralara itirazım olduysa da "Amaaan! Boş ver!.." diyebildim içimden TV'dekilerin yüzüne karşı!...
Sonra sıra, İnsan Hakları'na geldi veya getirildi!...
Artık eski tüfekte diyemeyeceğim bir fosil veya fosil temsilcisi; Apo alçağının yaşadıklarını bir anlattı ki evlere şivan!... Nerdeyse mendil alarak ağlamak gerek!...
Yedi metrekarelik bir alanda geçen 22 saat vs. vs...
Aynı saatlerde, diğer TV kanallarındaki haberlerde Saddam'ın; 148 şiinin ölüm emrini verdiği için idamla cezalandırıldığı söyleniyor ve bir ay içinde de infazın yapılacağından bahsediliyordu!...
Tesadüfse tesadüf ama bizce elbette tevafuk...
Bir devrik devlet adamı(!); 148 kişinin ölümüne emir verdiği için insanlık suçu işlemiş sayılarak idama çarptırılıyor; diğer tarafta 40.000 kişinin öldürülmesinden direk sorumlu olduğunu bildiğimiz bir caninin, bir vahşi hayvanın; AB'nin zorlamalarıyla idamdan kurtarıldığı yetmezmiş gibi, insan haklarından bahsedilebiliyor!...
Heeeey!... İnsana benzer yaratıklar;
İnsana benzedikleri için, insan rolü yapmaya çalışan ama onu da beceremeyen acemi "Darvin Kobayları" ; aklınızı başınıza devşirin!...
40.000 insanımın, bebeklerin, yaşlıların, kadınların, suçsuzların katiline; sayıları 10.000'e varan görev şehitlerimizin ölümlerinin birinci dereceden sorumlusuna, insan tarifi yapmaya kalkarsanız; sizleri de insan tarifinin dışına atarız!...
Peki bu insana benzer yaratığın insan hakları var olsun!...
Ya benim hayatının baharında 2 metrekarelik toprağın bağrına sokulan ve toprağa karışarak toprağı vatanlaştıran Şehitlerimin hakları ne olacak?...
Ya bu sayıları nerdeyse milyona varan, yaralı yürekli Şehit Ailelerimizin insan hakları ne olacak?...
Dahası; benim haklarım ne olacak kardeşiiiim?
Seçmediğim ve asla seçmemin de mümkün olmadığı birileri tarafından yönetildiğim için; benim defalarca öldürsem de hırsımın geçmeyeceği bir alçağı idamdan kurtaranlar tarafından yönetildiğim için; benim reddettiğimi yıllardır haykırmama rağmen AB'nin, ABD'nin kapılarında Devletimi bekletenlerce yönetildiğim için; sesimi duymayanlar tarafından yönetildiğim ve yasalara uymak adına kesilen seimden dolayı İnsan Haklarım ne olacak?...
Ben bunları, kime şikayet edeceğim?...
İnsana benzer yaratığın emrine bir ada tahsis ederek tatmin olmayanlara inat; bizlere Türkiye sınırlarında dolaşma serbestimiz olmasına rağmen, rahat konuşamama cezası reva görülmüş, benim haklarım ne olacaaaaak?... Kur'an'da bana tanınan Kısas hakkımı kullanmak istiyorum.
Bana yapılan kötülüğe misliyle cevap vermek ve asla affetmek istemiyorum. Canımı yakanın canını yakmak, canlarımı alanın canını almak istiyorum. Bu hakkımı da benim adıma Devletimin Yasaları yapsın istiyorum... Saddam'ı 148 kişinin katili diye astıran işgalci güç; benim 40.000 insanımın katiline "İnsan Hakları" dayatması uyguluyor!... Benim haklarım ne olacak!...
Benim insani haklarımı gasp edenler, şimdi de Cumhurbaşkanım'ı benim adıma, benim rızam olmadan seçmeye hazırlanıyorlar!... benim olmazsa olmaz hakkım olan seçme-seçilme haklarım ne olacak!...
Hakkımızı elbette meşru yollardan aramaya devam edeceğiz ama, canımızı yakanlara insan muamelesi yaparak, artık insani duygularımızla oynamayın ve insani bir duygu olan öfkemizin kabarmasına daha fazla vesile olmayın...
Vallahi sonunda olan, sizlere olur ve bu kabaran öfke selinde kaybolursunuz!... TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 26, 2006

İMAMESİZ TESBİH !...

Dünyanın en değerli taşlarından yapılmış olsa dahi, boncuklar bir ipe dizilince boncuk, gerdanlık v.s. adını alır..Yan yana ve aynı ipe dizilmiş boncukların tesbih olabilmesi için; olmazsa olmaz bir argüman vardır: İmame...Tesbih; bir imameden sonra dizilmiş boncuklardan oluşuyor.Aksi halde yani imamesizse dizilen boncuklar ne kadar olursa olsun ve ne kadar kıymetli olursa olsun boncuk olmaktan öteye geçemiyor, tesbih olamıyor...
Eşref-i mahlukat olan insanı boncuğa benzetmekle ne kadar isabetli davranırız bilemem ama, "Teşbihte hata olmaz." şeklindeki nezaket fışkıran darb-ı meseli hatırlar ve hatırlatırım...Ayrı şehir ve kasabalardan, köylerden insanları aynı fikir ipine dizen; ayrı karakterlerdeki insanları yine aynı fikir ipine dizerek tesbihleştirebilen insanlar da çıkmıştır tarihte ve günümüzde... Boncuğu boncukluktan tesbih daneliğine terfi ettirebilen ustalarla yarışırcasına; insanları sıradanlıktan çıkararak "Dava Adamı", "Ülkü Devi" sıfatlarına terfi ettirebilmiş Liderler de gördük yaşamımız süresince...
Bu "Lider"lerden biri, Başbuğ Alparslan Türkeş; tanıdığı ve etki alanına aldığı herkesle, fert-fert ilgilenerek bir fikir tesbihi oluşturmuştu. Bu fikir tesbihinin imamesi de kendisiydi elbette!...
Bir kara 4 Nisan'da bu muhteşem "İmamemiz" yok oldu!... Emr-i Hak vaki oldu ve imamemiz, dünyasını değişti...4 Nisan 1997'den beridir Türkeşçiler, Türkeşçilikten ülkücüleşenler ve bunun nasıl olduğunu, nasıl başarıldığını "İmame"nin başarılı uygulamaları yüzünden anlayamayanlar, İmamesizler!...
Tane tane, ilmek ilmek ve yıllarca uğraşılarak dizilen ve oluşturulan bu "Fikir Tesbihi", sadece imamesiz kalsa, imanlı birileri elinde kullanım amacına göre belki yine tesbih görevi yapabilirdi!...Maalesef böyle olmadı!...İmamesiz kalmış fikir tesbihi, ehil olmayanların eline düştü...Hayatında tesbih çekmemiş acemilerin hoyratça sallamaları sonucu, tesbihin ipi de koptu!...Her biri ayrı ayrı yerlerden derlenmiş, her biri ayrı kıymetteki tesbih daneleri, darmadağın oldu!...
herbiri ayrı bir yerden getirilmiş olmasına rağmen ustaca uğraşlarla ve muhabbetli çekimlerle öylesine de birbirine benzemişti ki bu daneler!...Ama acemice ve hoyratça, daha doğrusu; her biri ayrı kıymetteki ve tesbih daneliği için yapılmış, yontulmuş daneler, birileri tarafından darmadağın edildi!...Başbuğ Alparslan Türkeş'in "Fikir İpi" ile birbirlerine bağlanarak, "Ülküdaşlık" adındaki muhteşem bağla ve gönüllerinden birbirine bağlı "Fikir daneleri", "Ülkü Devleri" darmadağın edildi!...
Oysa bunlardan birinden biri olmasa da tesbih tamam olamazdı, eksik kalırdı!...Bir meşum 4 Nisan da "İmame"nin dünya değişmesi, sonrada bu tesbih danelerinin dağıtılmasıyla zikirler, kontrolsüz olmaya başladı!...Her danenin kendine göre, herkesin kafasına göre çektiği zikirlere de elbette itibar eden olmadı!...
İmamesiyle yüz adet olan bu tesbihin, bir araya düşmüş, bir arada kalmış onsekiz tanesiyle, belli bir süre tesbihçilik yapmaya uğraşan; onsekizlik tesbihle sayarak zikir çekmeye çalışan "Fikir bezirganları" da oldu maalesef!...
Fikir daneleri onsekiz olsa da bir imame etrafına dizilseydi -elbette- onsekizlik bir tesbih diye adlandırılabilir hatta onsekizlik bir tesbih olurdu!...Örfe, adetlere, teamüllere uymasa da, aykırı da olsa yine tesbih diye anılabilirdi ve anıldı da!...
Ama kendisi imameliği düşünemeyen, imameliği beceremeyen "Fikir Tacirleri"nin acemice ve yine hoyratça sallamaları yüzünden bir araya düşmüş onsekiz de dağıldı!...Şimdi elde ne ipe dizilecek tesbih daneleri, ne de danelerin dizileceği ip kaldı!...
Her daneyi bulan, boncuk bulmanın sevinciyle oyalanıp durmaya başladı!...Olansa tesbih sahibine, millete oldu!...
Tarihle yaşıt Türk Milleti'nin yaşadığımız çağda ve zamanda tek temsilcisi olabilecek "Ülkücü Gençlik", kendisinden ve tesbih ustasının özenle soktuğu şekilden başka her şekilde görülmeye başlandı!...
"İmame" dünyasını değiştikten sonra, acemice ve hoyratça sallandığı için koparılan "Ülkücülük" ipinin yokluğu yüzünden yuvarlanıp duran bazı daneler, ehil tesbih ustalarının elinde yavaş yavaş toplanmaya başlıyor gibi...
Mesele sadece milletin, bu yeni fikir tesbihi ustasını bir an önce fark edebilmesine kaldı...Bu yeni "Fikir tesbihi Ustası"nın; "TÜRK YUSUFLARI KUYULARDAN ÇIKARMAK LAZIM." şeklindeki iman kokan ve çok heyecan verici teklifinin, çok süratle duyulacağı ve "Türk Yusuflar"ı kuyuya atan kardeşlerine rağmen Rabb'ım'ın, çağımız "Türk Yusufları"nı atıldıkları kuyudan çıkaracağına iman ediyorum...
Çünkü o Güzel Rabbım'ın "Bu millete uzun süreli zillet yaşatmayacağı.." na imanım tamdır...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua..
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 22, 2006

VATAN BATIRICILAR !...

Bunlar, vatanı kurtaran şabanlar ya!...
Bunlardan başka memlekette entellektüel yok ya!...
Bunlardan başka herkes cahil ya!...
Ve bunlardan başkası paha etmediği için bunlar alınır satılırlar ya!...
Bu yüzden, bu kadar bulunmaz özelliklerinden dolayı milyon dolarlarla transfer edilirler ya!...
Bu özelliklerinden dolayı da "Dolma Kalemler" adını taşırlar ya!...
Bunlar; satılan, satınalınan vatan batırıcılar ya!...
Dahasını yazmaya, sıralamaya hicap ederim bu adamların özelliklerinin!...
Bunların yazdıklarını zannettiğiniz oysa talimatla, parayla, dolduruldukları mürekkebin rengiyle yazdıkları gazeteye benzer ucubelere de "Ulusal Basın" derler, dedirttirirler!...
Aspragas haber nedir? Neye benzer? Bunlardan, bu "Ulusal Basın" örneklerinden görürüz!...
Bir hastanemizi, bir ehil insanımızı, olmadık iftiralarla, yalan haberlerle nasıl hallere düşürdüler!... Bir hastanemizi ve o hastaneyi temsil eden bilim adamlarımızı, tesettür adıyla ne hallere getirdiler!...
Aynen "Papa" gibi de asla özür dilemediler!...
Bunlar da özür dilemezler!... Bunlar da hatadan münezzehtirler!... Bunlar da aynen "Papa" gibi sadece "Yanlış anlaşılırlar!"...
Ve hala "Körler, topallar, sağırlar; birbirini ağırlar..." mantığıyla; "Yaygın Basın" adındaki bu salgın müfteriler, birbirlerini tiraj da methederek oyalanırlar!...
Yalan bunlarda, iftira bunlarda, aspragas haber bunlarda ama nedense hala "Yaygın Basın" adıyla anılmaları gerekirken "Ulusal Basın" diye millete dayatılırlar!...
Hele bir gazete varmış ki - ...mışlı konuşuyorum çünkü haberi duyuncaya kadar hiç almamıştım- tam sayfa halinde "Aldatan kadınların Hikayeleri" ni anlatıyor!... İki hikayeyi peşpeşe okuyan, görecektir ki üslup aynı. Cümle kuruluşları, vurgulamalar aynı!... Yani her aldatan kadın hikayesini sanki aynı kalem yazıyor!...
Ben haberin yalanlığında, uydurmalığında değilim. Ben bu haber denen rezaletlerle ne yapılmak istendiğindeyim!...
Milli yapımızı; "Türkiyeli, Alt-üst Kimlik, Çiçek Bahçesi, Farklılıkların Farkında olmak" v.s. şeklindeki hezeyanlarla hedef alan bu satılmış kalemler; şimdi de milli yapımızın temelini oluşturan aile yapımızı ele aldılar!...
Allah aşkına almayın bu, satılmış, satınalınmış gazeteleri...
Okumayın bu "Dolma Kalemler"i...
Bunları alarak ve okuyarak Allah aşkına bu adamlar tarafından "aptal" diye adlandırıldığınızı anlayın artık!...
Gazetelerini protesto ederek bu densizlere hadlerini bildirelim artık!...
Gerisi Vallahi kolaylaşacaktır!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 20, 2006

ZORUN ZORLA SAVAŞI !...

Bazan bıkar insan; çocuksa viyaklamaktan, korkaksa bağırmaktan, erkekse nara atmaktan bıkar, susmak ister!...
Bazan Necip Fazıl'ca insan, burnundan kafa tasını kusmak ister!...
Bazan da kaçmak ister insan!... Kendinden kendine kaçmak ister!... Saklanmak ister insan; kendinde kendinden kendince saklanmak ister!...
Sustum Dostlar!...
Becerebildiğimce kafatasımı burnumdan kustum!... Baktım ki olmuyor, olmadı, olamayacak; bu kere de kendimden kendime kaçtım Dostlar!...
Kendimden kendimde firardayım!...
Kendimi yargılıyorum kendi vicdani muhakememde ve mahkememde!...
Suçsuz da benim, suçlu da!... Sanık ta benim, tanık ta!... Suçlayan da benim, suçlanan da!...
Bütün bunlardan daha zoru, daha çetini yargılanan da benim, yargılayan da!...
Bazan acıyorum ve affedesim geliyor kendimi!... Ama hemen tanık ben; sanık benim yaptığım hatalarımı hatırlatıyor bana ve adaletle merhametin bir arada olmasının imkansızlığını hatırlıyor ve aftan vaz geçiyorum!...
Oysa yasalarımız adına, kamu vicdanını acaip rahatsız eden ne aflar yaşadık biz!...
Affedilenler, asla affetmediler kendilerini afedenleri, affettirenleri!...
Aftan umudumu kesince firara karar veriyorum!...
Şu an kendimde, kendimden firardayım!... Kaçan da benim, kovalayanda!... Kaçarken de, kovalarken de "Allah!" diyen de benim!...
Kendi ellerimizle kurduğumuz ve dünyanın en şeffaf labirentinin içinden çıkamayınca kendime firardayım Dostlar!... Kendimden kaçaktayım!...
Yanlışlarıma birileri, doğru diye sarılmış!... Doğrularıma, doğru dediklerime, doğru bildiklerime, yanlış olduğunu bildiğim yanlışlar, yanlış diye saldırıyorlar!...
Canım yanıyor Dostlar!... Canımı yakan da canlarım ne yazık ki!...
Böyle insafsızlık mı var?..
Böyle korkakça serdedilen kahramanlık mı var?
Böylesine saklanarak, maskelenerek; böylesine suçlularca arkalanarak suçlulara saldırmak gibi adalet mi var?...
Böylesine kendini yargılayıp suçlu ilan ederek cezalandırdıktan sonra "Af, aaaaf!" diye naralanmak mı var?...
Bize ne yaptıysak biz yaptık. Bana ne yaptıysam ben yaptım!...
Başarılarımın da başarısızlıklarımın da sebep ve sonucu benim!...
Benim benden; benim sizden size şikayetim var Dostlar!...
Allah aşkına yargılayın beni, yargılayın bizi!...
Sonucuna Vallahi itiraz etmeyeceğim!... Çünkü kime neyse bana da o; çünkü size neyse bize de o!...
Hatiplerim susmuş!
Kahramanlarım korkmuş!
Polislerim suçlu, suçlularım güçlü!...
İmamım siyasetçi, askerim siyasallaşmış; siyasetçilerimi ise bulmakta sıkıntım var!...
Aklımı aklıma kusmak üzereyim Dostlar!...
Canım yanıyooooor canııım!...
Mevsim güz ve çiçek bahçelerinde çiçek yok!
Seralardaki zoraki ve hormonlu çiçekler ise çiçeğe benzemiyor!...
Yaklaşık 700 yıldır duran mozaiğe, niye soluyor diye kızmıştık oysa!...
Renkli mermerin farklı renklerinin farkında olacak bir gören göze hasretiz!...
Susan susana; kusan kusana; kendinden kaçan kaçana ve biz düşünen, aklını kiraya vermemiş insanlardan -hala- varsa çare ummaktayız!...
Yoksa işimiz çok mu zor Dostlar?
Çok mu zor?!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 19, 2006

MİLLETİMİN HAYATI...

Alfred D.Souza Der ki;
"Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek hayatın- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller zaten benim hayatımdı."
Umarak, kızarak ama asla küsmeye tenezzül etmeden; günü güne ekleyerek sona doğru seferdeyiz...
Kimin kimden umduğu; kimin kime küstüğü; kimin kime kızdığı veya kimin kimi kızdırdığının farkında olamadığımız bir süreç yaşıyoruz...
Bu yaşadıklarımızdan memnun olsak ta olmasak ta yaşadık, yaşıyoruz, yaşayacağız...
Aklımızı, ferasetimizi tatile gönderdiğimiz içindir ki hamaseti unutalı yıllar oldu!... Oysa hamaset başladığında mantık, tatile çıkmalıydı!...
Çağrıldık, geldik. Oysa yıllardır -vücut diliyle falan değil- açıkça kovulmamıza rağmen gitmedik, gitmiyoruz!...
Şuuraltımızı, kendi akıl ellerimizle bir yerlere ipoteklemiş ve asla aklımıza hürriyetini vermek gibi bir cehdimiz de olmadan, gün saymaktayız sanki!...
Yaşadığımız, harcadığımız ve asla tekrarı mümkün olmayan kaybımızın, hayatımız olduğunun da farkında değiliz sanki!...
Ellerimizle, bin bir emekle kurduk oysa şu anda şikayetlendiklerimizi!... Herkesin örülen duvarda bir tuğlası var muhakkak. Ama örülü duvardan tuğlasını istemek hakkının da ne akılla ne de mantıkla alakası var!...
Farkındayız, farkında olunsun diye de elimizden geleni esirgemedik, esirgemeyiz!...
Ama birileri; Allah(c.c.) rızası için bize, dünyanın neresinde, tarihin hangi döneminde ve dünyanın hangi sisteminde başarısızlara bu kadar ödül verildiğini, mutlka söylemeli!...
Başarısız ve başarısızlar başkaları, ama kaybeden biziz!... Biz yani Türk Milleti, kaybedecek hiç bir hata yapmadık. Ölmek gerekti, öldük. Öldürmek gerekti, öldürdük. Asılmak gerekmeden de asıldık ama asla kasılmadık!...
Siyaseten, ticareten, duygusal olarak hayatın hiç bir evresinde ve hiç bir yerde, hiç bir başarı yaşamamış olanların ödüllendirilerek, bizim cezalandırıldığımız bir insafsız süreçteyiz!...
Kimi, kime şikayet edebileceğimiz de belli değil!...
Başarılı görülen, başarılı tarif edilebilen birisini bulamıyoruz ki başarısızlarımızı şikayet edelim!...
Bu insafsız ve acımasız sistemin adı her neyse ben bu sisteme baş kaldırıyorum!...
Dağdakileri, zorla ovaya indireceğiz herhalde!...
Ve benim, ve bizim, ve Cumhurbaşkanımız'ın mukaddes oylarıyla, bu ovaya indirdiğimiz alçakların kirli düşüncelerinin tezahürü olan oyları, aynı güçte olacaklar!...
Hadi onlara; devletli millet olma geleneğimizle "insan hakları" adındaki ihanet şebekelerinin arkasına saklanma hakkını da tanıyalım ama; benim, bizim Türklük hakkımız ne olacak?...
Ölen de, öldüren de ben olacağım ama insan hakları hainlerin olacak!... Biraz değil, çok insafsız bir yargılama, çok merhametsiz bir sonuç değil mi?!...
Bu geçenin ve heba olarak geçenin, zaman olduğunun farkındayım ama bu geçenin, Türk Milleti'nin hayatı olabileceğine asla inanmak istemiyorum!...
Milletimin hayatı, bu kadar ucuz olmamalı!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 18, 2006

KORKARIM PİŞMAN OLURUZ !...

Yıllardır, düz mantığımızla bir karşı formül geliştirmiş ve be geliştirdiğimiz formüle sadık kalmaya çalışmıştık.
Bu memleketin; hainleri, uzaktan kumandalıları, siyaset rüzgar gülleri, deprem çadırı sakinleri, "Dolma kalemler"i, Karen Fogg Çocukları apaçık belli!... Bunların ağız birliği ile saldırdıkları kişi ve kuruluşlara sahip çıkmak; bunların ağız birliği ile sahip çıktığı kişi ve kuruluşlara ise saldırmak şeklindeydi düz mantığımızla bulup geliştirdiğimiz formül!...
Yukarıda sydıklarımız ve unuttuklarımız, ağız birliği ile TSK'ne saldırdılar; biz aksine savunmaya çalıştık!... Bunlar; alt-üst kimlik vehmettiler veya vehmedenlere destek verdiler; biz elimizden geldiği kadar bu kavramlara ve kavram kargaşalarına karşı durduk!...
Galiba bizim düz mantığımızla ve etkiye tepki mantığıyla geliştirdiğimiz metodun da cılkını çıkarttılar!...
Sanki bizlere, Kaş yapalım derken göz çıkarttırıyorlar!...
Anayasa ve yasalara sadakatini haykırarak belirten ve bu yüzden de kamu oyundan mükemmel krediler kullanan Cumhurbaşkanımız; Cumhurbaşkanlığı seçimine aylar kala -üzerine vazife midir bilemem- erken seçim falan gibi sözleri terennüm etmeye başladı!...
Basında ve fısıltı gazetesinde Genel Kurmay Başkanlığı'nın da AKP'li bir Cumhurbaşkanı'na razı olmayacağı, olamayacağı haberleri manşette!...
Sebep?... Hayret ki hayret!...
Başbakanımızın yani seçilerek Başbakanlık Koltuğu'na oturmuş kişinin eşinin başı türbanlıymış!...Bu zatın kendisinin veya partisinden birinin Köşk'e çıkması olamazmış!...
Hayret ki ne hayret!... Bu zat, seçimlere girerken; "İnadına Tayyip!" sloganıyla fırtınalar estirirken eşinin başı açık mıydı?!... Bu zatın estirdiği siyaset rüzgarının sonunda Başbakan olacağı; zamanı geldiğinde Cumhurbaşkanı'nı seçecek vekilleri de meclis'e taşıyacağı, bilinmiyor muydu?!...
O zaman biz bağırdığımızda neden bizi dinleyen, kaale alan çıkmadı?!...
Biz, Yerel Basın olarak "Ulusal Basın" dayatma adıyla gözümüze sokulan "Yaygın Basın"ın aksine doğruları söylediğimizde neden bizi ciddiye alan çıkmadı?!...
Şimdi; zamansız ve plansız yapılan itirazlar yüzünden Recep Tayyip Erdoğan, bir daha "Mazlum Müslüman" görünümüne girmek üzere!...
Bize ne kardeşim elalemin karısının baş örtüsünden veya mini eteğinden?...
Biz; seçersek Cumhurbaşkanı mı seçeceğiz yoksa Cumhurbaşkanı karısı mı?...
Haklıyken neden haksız duruma düşmeye bukadar hevesli var?... Yıllardır bu sakat ve putperest mantıkla Muhteşem Türk Atatürk'ü perişan ettirmedik mi?... Bu savunuyorum derken yerden yere vuran mantıkla laikliği dinsizlik tarifine mahkum etmedik mi?!...
Hala aklımızı başımıza toplamayacak mıyız?...
Bu şekilde atanan Devlet Kurumları Temsilcileri'nin; demokrasinin olmazsa olmazı seçilmiş erke kafa tutmasını, nasıl anlatmayı düşünüyorsunuz?...
Bıraksanıza Millet, deneme yanılma metoduyla demokraside doğruyu bulsun!...Talimatla oy verilmediğini; Milletin, emirlerin tersine oy verdiğinin hala farkında değil misiniz?... Bu karşı oluş gibi davranışlarla Recep Tayyip Erdoğan ve takıyyecilerin önünü nasıl açtığınızın farkında değil misiniz?!...
Yoksa kapalı kapılar ardında hazırlanan bir seneryoyla mı muhatabız?...
Artık Milletin sesine kulak verin lütfen.
Millet; Askerin ve İmamın siyasete müdahil olmasına razı değil!... Askerin de, İmamın da gösterdiği adreslere oy verilmiyor!... Askerin ve İmamın desteklediğinin tersi yerlere yönelinildiğini anlayamadık mı hala?...
Lütfen artık Asker kışlasına işinin başına; İmam da camiye cemaatin başına geçerek işlerine baksınlar...
3 kasım seçimlerinde iktidarı-muhalefeti ayırt etmeden sandığa gömebilen millet; ferasetiyle gerekeni yapar. N'olursunuz milletin tepkisine muhatap olmayın!... Emir eri gibi görülen çarıklı erkan-ı harbi, bırakın kendi hür iradesiyle kararını versin, seçimini yapsın!...
Yoksa bu davranışlar sürdüğü sürece, -korkarım- Recep Tayyip Erdoğan'da,-bunu altını çizerek belirtmek isterim- suçsuz-günahsız zevceleri de Köşk'e çıkarlar!...
Ve bizler de kendimiz yapıp sonra da -yıllardır yaptığımız gibi- şikayetlenir dururuz!... Ve de bir daha çok pişman oluruz!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 17, 2006

BU BİZİM HİKAYEMİZ -2-

Bir davete uyduk, saftaki yerimizi aldık.
Bir emre uyduk,"Kutlu Sefer"adını verdiğimiz sefere koyulduk. Ne yorulduk ne de baskılara, işkencelere rağmen durdurulamadık!...
Sevdamız dedik, "Rehberimiz Kur'an, hedefimizTuran..." dedik ve uğurda durmayı, yorulmayı ayıp belledik...
Sonra ne olduysa oldu!...
Aklımızı başımızdan alan; başlıları başsız, amaçlıları amaçsız bırakan kara 4 Nisan 1997 adında bir kara gün yaşadık!...
Başbuğsuz, başsız; başsız olunca amaçsız uğraşılara girdik!... Çare olarak zannettiğimiz ve kendi ellerimizle kurduğumuz labirentin içinde kayboluverdik!...
Her köşesini, her dönemecini bildiğimiz bu labirentten -belki de- çıkmak istemedik!... Çıksak geride bıraktığımız emeğimize; çıkmasak geleceğimize yazık edeceğimizi bile bile, kendi kurduğumuz labirente mecbur kaldık!...
Yıllarca Başbuğlu duruşumuzla, herkese, her siyaset adamına örnek olan ve taklit edilmeye çalışılan Biz; sonunda hiç beğenmediğimiz, hiç tasvip etmediğimiz siyasi duruşları, taklide soyunduk!...
Şimdi sıra, özeleştiri yapmamıza; kendi ellerimizle kurduğumuz, çıkılmaz labirenti yıkmaya geldi!... Böyle olunca da Dedem Rahmetli'yi ve onun sözlerini hatırladım:
1967-68 yıllarında, Dedem'e; "Dede, bu memleketin hali ne olacak?" diye sormuştum. O yıllarda sağ-sol kutuplaşmaları yeni başlamıştı. Dedem; "Yavrum, serçe yeniden yürüyüş öğrenmeye niyetlenmiş. Kendi yürüyüşünü de unutmuş ve zıplaya zıplaya kalmış!..." demişti!...
O yıllarda ve o yıllardan nerdeyse 40 yıl sonrasında da demek ki Dedemi anlayamamışım!...
Şimdi Dedem'in; bizi, bizim içinde kaybolduğumuz kendi labirentimiz içindeki kör döngümüzü, anlattığını anlıyorum.
Başbuğsuzluğa alışmaktan öte, kendimize yeni davranışlar icat etmeye soyunanlar oldu!... Başbuğu inkar ederek kendilerine has duruş sergilediğini ve bu duruşu kabul etmeyenleri "Hain" ilan edecek kadar serçe gibi zıplayanlarımız icat oldu!...
Kendi yürüyüşümüzü, kendi Bozkurt Duruşumuzu terk ettik Dostlar!... Yeniden yürüyüşümüz de bize uymadı ve maalesef zıplaya zıplaya kaldık!...
Ne kadar daha zıplarız, nereye kadar zıplarız -sanırım- henüz bilenimiz de yok!...
Kendi başımıza ördüğümüz çoraptan kurtulmak için, kendimizin çare olarak kurduğumuz ve içinde kaybolduğumuz labirentten çıkabilmemiz için; 4 Nisan 1997 tarihinden sonraki emeklerimizden vaz geçmemiz lazım diye düşünmeye başladım!...
Hatta ben şahsen bu emeklerimden vaz geçmekle de kalmadım!... "Başbuğ'lu MHP'ye ömrümü hibe etmiştim. Helal olsun. Helal Olsun. Helal olsun... Ama Başbuğsuz MHP'ye yaptıklarımı, emeklerimi, bu dünyada da ahirette de helal etmiyorum!... Bu dünyada da, ahirette de iki elim yakalarında olacak!.." diye açıkladım bile...
Allah(c.c.), encamımızı hayretsin. Allah(c.c.), kendi ellerimizle kurduğumuz ve içinde kaybolduğumuz labirentimizi yıkmayı, yine bize nasibetsin!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Aelam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 16, 2006

BU BİZİM HİKAYEMİZ!...

"Yegane fahrim ve servetim, Türklüğümden başka bir şey değildir."
"Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur." şeklindeki ve daha bir sürü benzeri olan Muhteşem Türk Atatürk'ün sözleriyle, Türk yaratıldığımız için Allah(c.c.)'a şükrederek iftihar ettik...
"Ben Türk Milleti'ni; sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, ........... değil; Hak yolu, hakikat yolu, Allah Yolu'na çağırıyorum." şeklindeki yüzyılımızın ikinci Başbuğunun davetine uyarak şeref duyduk...
Tabutluklarda, işkencehanelerde, sürgünlerde, mahkemelerde, darağaçları gölgelerinde Türkçe, mertçe, yiğitçe, erkekçe duran, asla taviz vermeyen Başbuğumuz'un -becerebildiğimiz kadarıyla- yanında yer alarak, çilelere gülerek kafa tuttuk...
"Şehidiz." mantığıyla ölmek için yarıştık. Öldük çoğaldık, çoğaldık öldük ve öldükçe ölümsüzleştik...
Kaybettiğimiz ikballerden,istikballerden, şahsi geleceklerden asla pişmanlık duymadan; Ülkücü olabilmenin olmazsa olmazı çilelere, gülerek Ülkücüleştik...
"Erzurum'da kar yağsa, Rize'de üşüyerek..." gönül bağlarımızı kuvvetlendirerek devleştik...
Bütün bu zor ve çileli evrelerden geçerken Türk Milleti'nin gönlüne, gönüllerin sevgi saraylarına yerleştik...
Türk Milleti, bizi kendi kabul ederek, Milli refleksi bilerek özelleştirdi ve olduğumuzdan çok daha fazla -kendi tarifiyle- güzelleştirdi...
Türk Milleti bizi, biz Türk Milleti'ni çok sevdik ve bir bütün olarak tarifleştik, kavilleştik...
Bu; bizim özet hikayemiz...
Şimdi sayfa çevirmek istiyorum!...
Şimdi ruhla beden arasına sızmak isteyenleri, Türk Milletiyle Ülkücüleri birbirinden ayırmaya çalışanları, -becerebildiğim kadarıyla- ifşa etmek ve ülküdaşlarımı uyarmak istiyorum.
Particilik taassubunu, fanatik isim taraftarlığını genç Ülküdaşlarımız'a Ülkücülük diye tarif ederek dayatanlar; Türk Milleti'nin gözündeki değerimizle oynadılar!...
Türk Milleti'nin canını yakan olayları; Ülkücülere "oda hapsi" vererek seyrettiren "parti taassupçuları" yüzünden sıradanlaştık!...
Taraftarlıkla Ülküdaşlık arasındaki farkın farkında olunmasını engelleyenler yüzünden, -içinde hareketi barındıran ismimize rağmen- hareketsizleştirilerek paspallaştık!...
Türk Milleti, demokrasiye geçtikten sonra parti taassupçuları tarafından çok kandırıldığı için, sütten ağzı yandığından yoğurda üflemeyi tercih ettiği için; endişelerine rağmen bize ikinci büyük parti olma hakkını tanıdı.
Bize tanınan bu krediyi, hoyratça ve mirasyedice harcayanlar yüzünden siyesette dışlandık!...
Türk Milleti, ülkücüyü hala seviyor. Ülkücüleri hala kendi refleksi olarak tanıyor, tanımlıyor ama ülkücülük arkasına saklanarak sıradanlaşmış partiye ve bu sıradan partiyle sıradan politika yaptığını zanneden sıradanlara, inanmıyor!...
Ülkü ve Ülkücünün sıradanlaştırıldığı bu politikalara kafa tuttuğumuz için de; Türk Milletiyle Ülkücü arasına sızan "Ayrık Otları" tarafından ayrık otu olarak tarif edilmekle muhatabız!...
Ya Rabbi! Sen doğruya yardımcısın...
Sana ve Türk Milleti'nin izanına sığınırız...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 14, 2006

İNADINA ÜLKÜCÜYÜM...

"İnadına..." deyince olacağını sanmıştım!...
Biz; "İnadına..." deyince bizimle beraber birileri de "İnadına..." der ve bir "İnadına.." sloganıyla başımıza getirdiğimiz -bize göre- musibetten kurtulabiliriz sanmıştım!...
2006 yılına sersem girdim!...2005'in son günü, 31 Aralık 2005 Cumartesi ; hayatımın kalan kısmında hiç hatırlamak istemeyeceğim bir gün olarak kalacak...Zaten kötü geçen, gergin geçen, Milletimiz-Devletimiz adına telafisi zor tavizlerle geçen 2005; sonunda bana da yapacağını yaparak geçti gitti!...Şükürler olsun ki bir daha geri gelme şansı yok!...
Ben fakıri tanıyan dostlarım bilirler -ve bu yüzden de epeyce tenkitlerine muhatap olmuşumdur- hayatımda yaptığım ve yaşadığım hiç bir olaydan pişman olmamışımdır...Demek ki her şeyin bir ilki varmış!...2005 senesinin 31 Aralık Günü, yaşadıklarımdan pişmanım!... Davetsiz gittiğim bir ziyarette; gittiğime,gideceğime,sevdiğime,seveceğime ve bir sene öncesine kadarki tavrımı değiştirmiş olmama pişmanlığım, had safhada!...
Ne yapayım? Kimlerle paylaşayım? Kimlerle dertleşeyim diye düşünürken; yıllarımın verdiği alışkanlıkla elime geçen bir kitabı karıştırmaya başladım... Karıştırdığım kitap, Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlük kitabıydı.Açmış bulunduğum sayfa ve okuduğum madde, idealist'ti!...
Tevafuk değilse, ne bu?!...
Okuduğum tarifi, TDK'nun Türkçe Sözlük kitabından alarak aynen aktarıyorum: idealist s. Fr. idealiste 1. Ülkücü: "Zaten çiçeği burnunda her genç idealist gibi bildiğini başkalarına öğretmek bende de bir ihtiyaçtı."R.N.Güntekin. "Birçoğu menfaat ve politika adamı, bir kısmı da idealist idi."- F.R.Atay Yazılışıyla, dizilişiyle aynen böyle anlatılmış Ülkücü!...Örneklemedeki F.R.Atay'ın; "Birçoğu menfaat ve politika adamı, bir kısmı da idealist idi." cümlesine takıldım!...
Sersem girdiğim 2006'nın ikinci gününde Rabb'im(c.c.)'in -acıyarak- yönlendirmesiyle, aklımdaki düğümlerimi de çözmüş oldum hamdolsun...
Davetsiz gittiğim ve davetsiz ziyaret etmek zorunda kaldığım kişi -makamı ne olursa olsun- bir politika adamı idi!... Birçoğunun menfaat ve bir kısmının da politika ile uğraştığı bir çoğunluğun içinde elbette idealistlik, Ülkücülük kolay olmamalıydı!...
Kolay olmadığı için de zor olanı seçerek Ülkücü olduk...Kolay olsaydı herkes te ülkücü olmaz mıydı?... Zorluğundandır ki 75 milyona dayanan nüfusuyla Türkiye'de Ülkücünün sayısı; -Devlet Bahçeli'nin sayımıyla- 250.000 kişi olarak ancak çıkabiliyor!...
Herkesin vatanperver, milliyetçi, ulusalcı olduğu Türkiye'de bu yüzdendir ki "İnadına Tayyip!.." gibi her yanı boş bir sloganla, dengeler alt-üst olabiliyor!... İdealistin Ülkücü olduğunu, bilmeme rağmen bir daha okuyunca ve arzettiğim örneğide gördükten sonra; artık bir daha politika ile uğraşan hiç kimseyle sohbet etmeme kararı aldım!...
İdealistle-Ülkücü ile politikacının bir duruş sergilemesinin imkansızlığını öğretti 2005, son gününde bana!...
Menemen Olaylarını yazarken satır arasında ben fakıre gönderme yapan bir dostumuzun da kulaklarını çınlatarak; artık "İnadına." demeyeceğimi açıklamak istiyorum!...Sorana oyumun adresini elbette söyleyeceğim!... Ama artık "İnadına MHP" diyerek buralardan açıklamayacağım!...Artık buralardan ve sitelerde, "İnadına" diyerek kimseleri rahatsız etmeyeceğim...
Zurnayla peşrev olabileceğini, atasözümüze inat ispatlayan zurnacılar beni bağışlasınlar. Kimsenin atı ürkmesin diye artık zurna çalmayacağım!...Çünkü bu ürküteceğim atın süvarisini çok iyi tanıyorum!...Süvarisinden belki vaz geçebilirim ama, o güzelim atın ürkmesine gönlüm razı gelmez!...
Artık sadece Ülküdaşlarımla sohbet edeceğim!...Hiç bir politikacıyla -gözümün bebeği de olsa- fikir teatisinde bile bulunmayacağım!...
Politikacıyı ve menfaatperesti incitmeyi, biz Ülkücüler beceremeyiz!...Onları incitelim derken kendimizi incitiriz hep!... Hiç bir politikacı için de bir Ülkücünün incinmesi, Allah(c.c.)'ın da rızasını almaz!...
Mensubu olarak, içinde olarak, nasibolan yerlerde kurma şerefini yaşayarak bir ömür verdiğim Ülkü Ocakları'm , benim başımdan artar...Çocuklarımı gönderdiğim Ülkü Ocaklarına, Allah(c.c.) nasip ederse bir kaç yıl sonra da Torunlarımı göndereceğim!...Ülkü Ocakları tedrisinden geçen çocuklarım ve torunlarım ne yapacaklarına kendileri karar verecekler...
Tabi Rahmetli Başbuğumuz'un; "Her Ülkücü otomatikman MHP'lidir." buyruğunu unutmadan...
Umarım o günlerde de Ülkücülerin canlarını inciten "Bahçevan"lar olmaz...Bir inadımdan da vazgeçmeden tabi; "İnadına Ülkücüyüm.Ülkücü olduğum sürece de Milletim'in emrindeyim"
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

İNSANIM, İNSANLIĞINIZA SIĞINIRIM...

Varlığıyla müftehir olduğum, bir Tevazu Devi ve bir Ülkü Devi olduğunu bildiğim bir "Ağabeyim"den dinlemiştim. Dinlediğim günden beridir de insanlık hakkındaki kanaatim, insanlar hakkındaki düşüncem değişmişti...
Aktarabileceğim kadarıyla, dinlediğim bu muhteşem sözleri, sizlerle de paylaşmak istiyorum...
Adını anmak için izin almadığım için adını söyleyemeyeceğim Ağabeyim; İyi ki varsın. Varlığınla ve seninle tanış olmaktan müftehirim...
"Allah(c.c.); hayvanlar alemini yaratırken, hayvanları mükemmel yaratmıştır. Her hayvan, mükemmel bir yaratıktır. Ama her hayvan, bir tek işi mükemmel yapmak üzere dizayn edilmiş ve yaratılmıştır. Bu yüzden her mükemmel hayvan, sadece bir tek işi mükemmel yapar.
Mesela; arı, mükemmel bir yaratıktır ve mükemmel bal yapar...
İnek; mükemmel bir yaratıktır ve mükemmel süt verir.
Balık, mükemmel yüzer; kuş, mükemmel uçar v.s.
İnsan bu işlerin, tamamını yapar ama eksik yapar. Yani eksikliği, insanın eksikliğindendir.Bu yüzden bir eksiğim varsa, insanlığımdandır!..." diye bağlamıştı sözünü Ağabeyim...
Ben fakır de kendilerinden izin isteyerek son üç kelimelik bağlayıcı ve muhteşem cümlesine iki kelime eklemek istemiştim.
Ve bendeniz de; "Eksiğim varsa insanlığımdandır." muhteşem cümlesine iki kelime daha katarak derim ki; "Eksiğimiz varsa insdanlığımızdandır ve insanlığınıza sığınırız."
Buradan sonra insanın, insana karşı görevi başlar zannederim.
Herkesin -eğer insansa veya insanlığının farkındaysa- en yakınındaki insanın eksiğini kapatmak üzere faaliyete geçme görevi başlar. O iki kişi, üçüncünün; o üç kişi, dördüncünün derkeeeeen eksikleri tamamlamak üzere ekipleşen insanların işbirliği ile -belki- mükemmele yaklaşmak mümkün olabilir diye düşünmekteyim...
İnsanlığının farkında olamadıkları için hayatlarında hiç bir şeye sahip olamamış ve "Hiçbir şey" olarak kalmış "Hiç"lerin de eksiklerini tamamlamak; bu insanlıklarının farkında olan insanlara düşer...
Her insanım diyen insanın, artık hiç düşünmeden ve açık yüreklilikle önce kendini terbiyeye başlaması sonra da doğru zamanda, doğru zeminde, doğru safta, doğruca durması zamanıdır...
Zamandan dolayı fukarayız Dostlar!...
Her zararın telafisi mümkünken, geçen zamanın telafisi mümkün değil... Yarını, "Çok geç kalmışlık" sayarak artık herkesin faaliyete geçmesinin zamanıdır.
Yoksa yıllardır şikayet edilegelen "Hiçbirşeyler"in, asla hak etmedikleri yerleri işgallerine son veremeyiz!...
Hatalıya hatasını hatırlatmıştık!...
Ama hatalı, hatasında ısrarla suç işlemiştir. Tarih önünde, maşeri vicdanda suçludur. Ve bu suçluya verilecek destek, aynı suça ve bunun vebaline iştiraktir vesselam...
Ve son cümle olarak yine; "Hatamız varsa insanlığımızdandır ve insanlığınıza sığınırız."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 11, 2006

SİYASET HARAMİLERİ HİÇBİRŞEYLER...

Yıllardır kafamı patlattığım ama bir türlü cevabını bulamadığım bir sorunun cevabını buldum Hamdolsun!...
Fertlere değil, topluma hizmet verebilmenin tek yolu ve adresi olan siyasette, neden bu kadar başarısızız diye beynimi patlatıyordum...
Buldum ve bildim şükürler olsun!...
Bir zamanlar başkent olan İstanbul'da; şimdilerde, yani Cumhuriyetten sonra da Ankara'da kullanılan ve kullanıldığında da muhataplarını inciten bir söylem var: "Taşra ve Taşralı"...
Taşra, merkezden uzak anlamında kullanılırken; Taşralı ise merkezden uzak ve olaylardan bi-haber şeklinde kullanılır olmuş!...
Bu da olaylardan bi-haber merkezdekilerin; asıl olaylara muhatap olan çoğunluğu, yani Milleti, yani çarıklı erkan-ı harbi görmezden gelmek demek!...
Çarıklı erkan-ı harp te kendini görmezden gelen, kendini küçümseyen bu bilmezleri görmezden gelince siyaset, şu an yaşadığımız örneklerle müsemma bir şekil alıyor...
Metropoller diye gavurca adlar koyduğumuz büyük şehirlerimizi irdeleme ve inceleme şansım oldu son aylarda.
Anadolu'nun hiç bir işe yaramadığı için dışladığı, safralar muamelesi yaptığı hiçbirşeyler; yapacak işleri olmadığı için birilerine taraftarlığa soyunarak siyaset alanlarını doldurmuşlar. Bu bir şeye yaramayan hiçbirşeyler yüzünden de büyük şehirlerimizin "Bir şeyler"i, siyasetin dışında gibi görünmekteler!...
Kendileri "hiçbirşey olanlar"ın yapacak birşeyleri olmadığı için de; siyaset ve siyasetçi deyince asıl melenin sahiplerinin, morali bozuluyor, tansiyonu yükseliyor veya düşüyor!...
Bu işin çaresi var mı diye kafa patlatmak gerek diye düşünüyorum... Her halde çaresi vardır veya olmalıdır!... Bu birşeye yaramayan hiçbirşeyleri; ya bir şeye yarar hale getirmek ya da siyaset sahnesinin dışına atmak gerek değil mi?...
Sanırım duyarlı her insanın, tesadüfen karşılaştığı birilerine, sorduğu; "Ne iş yaparsın?" sorusuna aldığı cevap; "Falan partinin veya teşkilatın filan semt yöneticisiyim." şeklinde olmuştur.
Adamın hayatında işi olmamıştır!... Hayatında bir kere dahi kazanmamış ve kaybetmemiştir!... Devlete bir kuruş vergisi nasip olmamıştır!...Kaybetmenin veya kazanmanın ne demek olduğunu, merak bile etmemiştir!... Ve sadece işsizliğinden dolayı kerhen değil, mecburen siyaset yaptığını zannetmektedir!...
Bu kişi veya kişilerin; birilerine taraftar olmaktan başka çareleri de yoktur!... Bunlara birileri destek vermezse oldukları yerde yığılır kalırlar. Çünkü kelimenin tam anlamıyla boş çuval gibidirler!... İçlerine ne doldurulursa o maülün çuvalı adını almaktan başka bir meziyetleri, asla yoktur, olmamıştır ve olmayacaktır!...
Duyarlı ve düzgün insanlar; bunlarla mücadele ediyorlar siyaset adına!...
Böyle bir insafsızlık ve adil olmayan mücadele; dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir sisteminde yok!...
Bu yüzdendir ki siyaset ve siyasetçi denildiğinde mide bulanmakta, siyasetin düzgünleri de -kurunun oduna yaş ta yanar- mantığıyla, kendilerine kahretmektedir...
Hala varsa -ki var olduklarına inanmak istiyorum- gerçek manada, millete hizmet üretebilmek için siyaset yapan siyasilerimize, çok zor görünen ama çok şahsiyetli ve ulvi bir iş kalmaktadır: "Sine-i Millet"e dönmek!...
İhtilalin, darbenin, devrimin zirvesi; bu ulvi hareket olur.
Ve milletin "Sine-i Millet"e dönme cesaret ve ulviliğini gösteren siyasilerin sayesinde, siyasetçiye güveni tazelenir...
Yanlış siyasinin yanlışını, ancak millet düzeltir. Milletten destek almadan, millette desteği verecek güveni sağlamadan bu siyaset haramileriyle baş edebilmenin -korkarım- yolu yoktur!...
Devleti, Milleti, siyaseti bu siyaset haramilerinden, bu siyasi kenelerden kurtarabilmenin başka yolunu bilen varsa lütfen söylesin!...
Çünkü zaman geçiyor ve geçen zaman Milletin-Devletin aleyhine işliyor!...
Böyle sadece seyrederek tavır koyduğumuzu zannedersek, -korkarım- "Atı alan Üsküdar'ı geçer."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 05, 2006

SİZİ BENDEN SORANLARA, NE DEYİİİİM?!...

Zor günlerden, zor dönemlerden fire vermeden geldik...
Asıldık, çoğaldık!...
Vurulduk, öldürüldük, çoğaldık!...
Bu gün şehid edilen il ve ilçe başkanlarımızın yerleri, daha şehitlerimizin cenazeleri defnedilmeden dolduruldu!...
"Son nefer, son nefes..." diye yeminler ettik!... "Rehberimiz Kur'an, hedefimiz Turan.." diye andiçtik... Yeminimizde de durduk Elhamdülillah. Bu yüzden de herkesin "Tamam! Bittiler." diyerek sevinmek istedikleri zamanlarda bütün vakarımızla karşılarına dikildik!...
Hücrelerde hürriyetimizi sınırsız kullandık!...
Ülkü Devleri'nden Yusuf Ziya Arpacık'ın "Baş Eğmediler" isimli muhteşem kitabında; hücredeki bir Ülkücüye ateş verebilmek için şekilden şekile giren gardiyanın şahsında, ezdiğini zanneden düzenin nasıl ezildiğini, müşahede ederek iftihar ettik...
Yalpalamadık.
Diz kırmadık. "Baş Eğmedik"... Dik durduk bizi eğmek isteyen güç göstericilerine karşı...
Çünkü bizleri, Ülkücüleri siyasete çağıran ses çok cezbeliydi. Çünkü Ülkücüleri birer bayrağa benzeten Başbuğ Türkeş'in tarif edilemez bir inandırıcılığı vardı.
Türkeşçi olarak yola çıkıp sonradan nasıl olduğunun bile farkına varılmadan Türkeş tarafından Ülkücüleştirilen nesil, "Altın Nesil" olarak, asla hesap içinde olmadık...
Armudun sapıyla, elmanın çöpüyle hiç işimiz olmadı!...
"Erzurum'da kar yağsa Rize'de üşüdük." Türkiye'nin değil dünyanın neresinde bir Türk varsa ve O'nun bir sıkıntısı varsa bizim meselemiz oldu...
"Türkiye'nin Cumhurbaşkanından genelev kadınının meselesine kadar bütün insanının meselesi, meselemizdir." şeklinde öğütlendik ve örgütlendik...
Sayısı milyonlara varan ve akrabalık bağından daha güçlü bir "Gönül Bağı" ile bağlandık birbirimize...
Bize ne oldu?...
Dünyanın hakim güçlerinin -nerdeyse- tamamının beşinci kol faaliyetlerine muhatap ve hasım ilan edilen ama asla güç yetirilemeyen Biz'e ne oldu?...
Dünyanın tek iskeletsiz yaratığı olan "kurtçuk"un meyvemizin özüne girmesine, nasıl izin verdik?!:::
Konuşan dilimize, işleyen elimize, düşünen beynimize prangalar mı vuruldu? Yoksa bu prangaları kendimizin vurduğumuzun farkında mı değiliz?!...
Türkiye'de Türk Milliyetçiliği'nin siyaseten ne kadar sahipsiz kaldığının ne zaman farkında olacağız?...
Evet!.. Israrla söyledik; "Kim MHP'li olursa olsun kabul ederiz ve rahatsız olmayız. Aksine memnun oluruz. Çünkü biz MHP'yiz..." şeklinde haykırdık ve haykırmaktayız!...
Ama işgalde olduğumuzun, beyinlerimizin, akıllarımızın kiralanmak üzere olduğunun farkında olamayacak mıyız?
Türk Milleti'nin siyasi refleksi olduğuna iman ettiğimiz Ülkücü Hareket'in mensupları, Ülkücüler olarak bu sinsice vurulan prangalara baş kaldırmayacak mıyız?...
"Dünyanın en doğru, en güçlü insanı, -hatta Hz. Ömer bile olsa- yanlış safta durursa yanlış tarifi alır." diye haykıran biz değil miydik?...
Yoksa bu haykırışlarımızda mı samimi değildik?... Yapılan yanlışlara, yanlışlıklara bigane kalarak yanlışa "aferin!" mi diyeceğiz yoksa?!...
Kendimi yargılıyorum!...
Kendimle beraber Ülküdaşlarımı, Ülküdaşlarıma şikayet ediyorum!...Birimizin tırnağına kıymık batsa acıyan yüreğimize ne oldu?...
Emeklerin, ikballerin, canların, kanların, cezaevlerinde devleşerek biten ömürlerin hakkının inkarına, bizden başka itiraz edecek kimse mi var?...
Allah aşkına birisi, birileri artık bize ses versin! Cevap versin!...
Sizi benden soranlara ne deyiiiiiiiiim?!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
,Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 04, 2006

O'NU BENDEN SORANLARA NE DEYİM?!...

27 Mayıs 1960 sabahı, Türkiye; "Büyük Türk Milleti!" diye seslenen davudi ve çok vakur bir sesle uyanarak tanıştı. Bu davudi ve vakur sesin sahibi Alparslan Türkeş'le, o tarihten itibaren çok hemhal oldu ve tanış oldu...
Sonra aynı vakur ve Türkçe ses, bütün Türkiye'ye ve Türk Dünyası'na; "Ben Türk milletini:Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,Rüşvet, hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine,Ahlaktan mahrum bir hürriyete,Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum.Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum:Yeniden maneviyata dönüş..." şeklinde seslenerek Türk Gençliğini, siyasete davet etti...
Bu ses; çok cezbeliydi.
Bu sesin sahibi, çok kucaklayıcı ve hasımlara karşı da çok bağışlayarak cezalandırıcı idi. Bir o kadar da inandırıcı idi. Bu özelliklerinden dolayıdır ki bir ozan yüreğimiz; "Alnı açık büyük elli, Tanrı övmüş burdan belli." diye tarif ve methiye sundu...
Bu özellikli şahsa ve davetkar sese birçok Türk Genci uydu ve geldi. Bu gelişle de bir canhıraş mücadele başladı. Kanlar sebil edildi, canlar verildi. Ölenlerimiz Şehid, kalanlarımız Gazi ünvanıyla şereflendi. Ne korkaklık oldu ne de nedamet!...
Sonra kara bir 4 Nisan günü, Tanrı; bu erkek ve Türk Sesli Türk'ü, katına aldı.
O, bir can borçluydu. Borcunu ödeyerek sonsuzluğa vardı ama davetine icabet eden Ülkücüler, başsız kaldı. Başsızlıktan kaynaklanan bir amaçsızlık illetiyle tanıştı...
Büyük badireler atlatmış olan Ülkücüler, bu kıyamete denk kayba da alışmak üzereyken; içten içe oymakla görevli iskeletsiz kurtçuklarla tanıştı!... Rabb'im'in hikmetidir -ve elbette hikmetine sual olmaz- aslanların açlıktan öldüğü günümüzde bu iskeletsiz kurtçuklar, hep meyvelerin özüne yerleşmişlerdir!...
Meyvemizin özüne yerleşmiş bu iskeletsiz kurtçuklar yüzünden nerdeyse meyvelerimiz; 41 yıllık emeklerin, canların, kanların, ikballerin semeresi, çürümek üzere!...
Sayısız ikballere mal oldu bu Hareket!...
Sayısız canların şerefli kanları üzerine inşa edildi -şerefle- bu Hareket!...
Şühedamızın zaten itirazları olmaz da ne gazilerimizin ne de ikballerini kaybetmiş sessiz yiğitlerin itirazıyla karşılaşmadı bu Hareket!...
Ama birden bire; ne olduysa, nasıl olduysa ve ne zaman olduysa oldu ve bu Hareketin alpleri, Ülkü Devleri, Gazileri, Dava'nın Aysbergleri, Hareketin adresinin dışına itildi!...
"Seni bana soranlara ne deyim?", "Beni bana soranlara ne deyim?!..." diye sormuştum!...
Şimdi bir sorum daha var: Canlarını verenleri, kanlarını sebil edenleri, ikballerini hediye edenleri, aşlarını-işlerini sessizce bırakarak devleşenleri; bu devleri davet ederek devleştireni, benden soranlara ne deyim?...
O'nu benden soranlara ne deyim?!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 03, 2006

BENİ BENDEN SORANLARA NE DEYİM?!...

"Elalemin aklıyla veliliktense kendi aklımla deliliği tercih ederim." diyerek dolaşanlardanım!...
Bu tavrıma; isteyen istediği ismi yakıştırabilir!... İtiraz etmem ve hayatımda hiç yapmadığım gibi kendimi de asla savunmam!...
Delileşen aklım; karmakarışık!
Velileşmeye niyetli ruhum, cenderelerde sıkıştırılmakta!...
55 yıldır hür kalmış vicdanım; kendi kendini çok insafsızca yargılamakta!...
Neler oluyor? Yine neler tezgahlanıyor? Yine kimler, kimlerin ekmeğine yağ sürüyor?...
Bu Necip Millet, bu Asil Türk Milleti bu kadar horlanmayı hak edecek ne yapmıştır?... Bu milletin vakur mensupları, ne zamana kadar susacaklar?!...
Yetmedi mi? Yetmez mi? Bu kadar tevekkül fazla değil mi? Atımızı sağlam kazığa bağlamadan Allah(c.c.)'a emanet ettiğimizin farkında mıyız?!...
Milletim; Dindaşlarım, Kandaşlarım, Ülküdaşlarım; şikayetim vaaaar!...
Sizi, size şikayete yelteneceğim!...
Delice bir davranış olduğunun farkında ola ola; sizi size şikayet edeceğim!... Çünkü sizden başka tek şikayet mercii biliyorum. Sizi Ora'ya şikayet etsem beddua etmem gerekir diye düşünüyorum ki -haşa- bendenizin, Milletime duadan gayrı bir düşüncem, asla olmadı...
"Büyük Türk Milletinin Siyaseten Refleksi" bildiğim Ülküdaşlarım;
Olanların, yapılanların, bize dayatılarak demokratlık olarak sunulanların -Allah aşkına- farkında mısınız?..
Benim canımı acıtan, benim ruhumu inciten bu dayatma uygulama; sizleri de, vicdanlarınızı da incitmedi mi?
Kırık işaret parmağımızla, neremize dokunursak canımız yanıyor, doğrudur!...
Canımızın yanmasına vesile olan işaret parmağımızı, ne zaman tedavi edeceğiz?!...
Artık meşru zamanı, meşru zemini; gayr-ı meşru yollarla elimizden aldılar!... Sadece feryad ü figan şansımız kaldı!...
Bize, Türk Milliyetçilerine, Ülkücülere bu çaresizliği reva gören yasasızlardan hesap sormak gibi bir düşünceniz var mı Allah aşkına?!...
Var olduğundan eminim!...
Ama bu yolu bütün Ülküdaşlarımızla paylaşacak bir "Deli yapılı Veli" Ülküdaşımız çıkmayacak mı?... Türk Milliyetçiliği'nin siyaseten sahipsizliğinin; tek adres gibi hala zorla sunulan adresin üçe bölündüğünün; ve en liberal söylemleri de adres diye dayatılan yerin aldığının hala farkında olmayacak mısınız?...
Canımızı acıtanların canlarını acıtmak "Kısas" değil midir? Vallahi affetmek içimden gelmiyor!... Vallahi hazmedemiyorum!... Hayatını MHP Propogandisti olarak geçirmiş bendenizin elimden, en sevdiğim oyuncağımı aldılar!...
Feryadımı duymayacak mısınız?
Bendenizi teselliye bir Ülküdaşım, tenezzül etmeyecek mi?!...
Bendenizi teselli ederken sayısı milyonlara varan Ülküdaşlarını da teselli edeceklerinin farkında olan bir "Deli fıtratlı Veli Ülküdaşımız" yok mu yoksa?!...
"Milliyetçi-Demokrat" maskesiyle demokrat olmadığını her davranışıyla ispat ederek yeniden susan "Bahçeli MHP'nin Genel Başkanı"ndan başka herkesin tesellisine açığım ve muhtacım!...
Allah'ını seven, bizi ciddiye alan bir Ülküdaşımın, net sesine muhtacım ve bütün Ülküdaşlarımız da muhtaç!...
41 yıllık siyasi yaşımızın hiç bir devresinde böylesi permürdeliğe mecbur edilmedik!...
Bize Tabutlukların, Mamakların, hücrelerin, darağaçlarının gücü yetmemişti!... Bize böylesi güçlü vuran yumruğun sahibini göreniniz var mı?
Yoksa bu çok güçlü darbenin şiddetiyle kulaklarınızda mı sağırlaştı? Bizi duyacak, bizi anlayacak, bizimle hem-hal olacak bir yürek kalmadı mı?...
Bu kadar biganelikten, bu kadar dışlamadan sonra gidenlere -ve nereye giderse gitsin- kimin, ne deme hakkı kalır?...
Gidişat kötü, yarınlarımızdan endişeliyiz!... Ülkücüyü davet eden edene!...
AB'ye karşı, ABD'ye karşı, Haçlı'ya karşı hep beraber durmayacak mıyız? Bizim bu pejmürdeliğimizden kimler istifade edecek? Kerhen de olsa hep beraber, benzer duruşumuzla, bir yerde durabilecek miyiz?
yoksa "Sepeti koluna, herkes yoluna..." mı?!...
"Beni benden soranlara ne deyim?"
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN