Salı, Ocak 30, 2007

"ADAM, ADAMA YAMUK YAPMIŞ!..."

Yaklaşık bir haftadır, argo bir deyişi mırıldanıp duruyorum. Bütün okuyanlarımın aflarına ve hoş görülerine sığınarak söylemek istiyorum: " Adam, adama yamuk yapmış! Adamın da ..... , adamın da ...."
Hrant Dink'in katlinden sonra; rahmetler okuduk, taziyetlerimizi bildirdik, yetmez sayarak Başbakanımızca Ermeni Patriğine de baş sağlığı diledik!... Ama hala sanki bu memleketin, bu olaydan başka meselesi yokmuş gibi, temcit pilavı misali bu meseleye kilitlenip kaldı "Dolma Kalemler"imiz!...
Ayıptır! Günahtır!...
Yaygın Basın ve Medya'nın, bir başka önemli meselesi daha var!... "Nane nane.." diye milletle alay ettiğini bile saklamayan bir ukalaya; bir ses sanatçımızın saldırısı, gündemde!... "Adam, adama yamuk yapmış!..." demeyeyim ne yapayım?!...
Kerkük can çekişiyor!
Türkiye olarak bizim palazlandırdığımız iki Siyaset Fahişesi, devletçilik oynayarak bize kafa tutuyor!...
Enerjimizde tamamen dışa bağımlıyız! Kendimiz üretirsek bile, enerjiyi tüketecek sanayicimiz kalmadı!...
El birliği ile yeniden "Mazlum Müslüman" ettiğimiz zevat; Cumhurbaşkanı olacak mı, olamayacak mı?!...
Cumhurbaşkanı'nı Millet mi seçsin, yenilenmiş meclis mi, yoksa şu anki meclis mi seçsin?
Bu Meclis'in seçeceği Cumhurbaşkanı, meşru mudur, değil midir?
Cumhurbaşkanlığı meselesinden bir kaç ay sonra yapılacak olan genel seçimlerde ne yapacağız? Milletin siyaset ve siyasiden midesi bulanırken kimlere oy vereceğiz?...
Bütün bunlar asla meselemiz değil!...
"Adam, adama yamuk yapmış!" biz de daha doğrusu uzaktan kumandalı, dolma kalemlerin tahakkümünde ki veya idaresindeki veya emrindeki yaygın basınımız; milletle alay eden bir sapık ve bir çocuk tarafından katledilmiş Hrant Dink'e kilitlenmiş!...
Yapmayın Efendiler!
Milletin sabrının bitmek üzere olduğunun hatta bittiğinin farkına varın!...
Bu Millet; önüne ilk gelecek seçim sandığında hepinizin boy ölçünüzü alacak fark etmiyor musunuz?...
Yoksa sizler de mahkemenin kadıya mülk olmadığının farkında değil misiniz?
"Dolma Kalemler"in ısrarla servis yaptığı "Derin" korkunuzdan sıyrılın artık. Bir devlet ya vardır, ya da yoktur. Devletin derini falan olmaz. Olursa ancak Irak gibi kendini koruyamamış, işgal edilmiş yerlerde; yerli işbirlikçilerle, yerli direnişçiler arasındaki çatışmanın derini olur!...
Devletimiz; teamülleri olan, kökleşmiş uygulamaları ve kurumları olan bir büyük devlettir. Bu Devleti; zorla size yaptırım uygulamaya mecbur etmeyin!...
Devlet'in korunma refleksleriyle; 301 maddeyle falan sakın haaa oynamaya falan teşebbüs etmeyin!...
Kahramanına, gazisine, şehidine kutsiyet veren bu devlet ve millet, hainine de hain muamelesi yapmıştır, yapar ve yapacaktır...
Bu milli refleksi, sakın ha kendinize hedef etmeyin ve bu milli duruşun hedefi olmayın...
Dış politikada kişiliksiz, iç politikada çaresiz, ekonomide batmış bir görüntüyle hükümran kalamazsınız!...
Tarihte ve dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir rejiminde başarısızın iltifat gördüğü vaki değildir...
Artık çok yaklaşan seçimlerde başarısızları; millet, gereği vechiyle ödüllendirercek veya cezalandıracaktır.
Siyaseti okuyun lütfen, milletin söylenmelerine değil artık söylemelerine kulak verin. Bu Milletin gerektiğinde partisinden vaz geçebileceğini ama asla Devletinden taviz vermeyeceğini -bilmiyorsanız- müttefik dediğiniz Haçlılar'dan sorun öğrenin...
Aptalca, haince, alçakça yapılmış bir menfur saldırıyı konu edinerek; gündemden indirilmesine izin vermeyerek, Devletimizin acil meselelerinin kaynatılmasına, atlanmasına izin vermeyin!...
"Adam, adama yamuk yapmış! Adamın da ...., adamın da ...." diye nara atan milleti duyun!...
Duymamakta veya duymazdan gelmekte ısrarcı olursanız bu millet sesi, sizleri sağır eder bilesiniz...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 24, 2007

MİLLETİN HEBA EDİLEN ZAMANI...

Hrant Dink'in öldürülmesiyle; yakın tarihimizin ayıplarına bir yenisi daha eklendi.
Karanlıkta kaybedip ışıkta arama alışkanlığımız yüzünden, bir teşhisin daha yanlış koyulması; uzaktan kumandalıların dolduruşuna geldiğinin farkında olmayan bir Ermeni asıllı Türk'ün -belki de samimi- söylemleri, şimşekleri üzerine çekti!...
Bu çok kötü olay; -Türk Milleti'nin biraz da şansından olsa gerek- gayr-ı müslim de olsa, ermeni asıllı da olsa bir vatandaşına sahip çıkmanın nasıl olacağını, dünyaya göstererek hayra tevil olundu.
Bu meseleye aklı selimle sahip çıkması gereken siyasilerimizin de siyasi gafları hemen yetişti!...
Teklif getirilirse 301. Madde üzerinde görüşmeler yapılabilir, değişiklikler yapılabilir hatta kaldırılabilirmiş!...
Allah Allaaah!...
Bu söylemi kullananlar; cahil değillerse art niyetlidirler. Bir yerlerin güdümündedirler. Bu söylemleriyle dahi Millet'le aralarına nasıl bir duvar ördüklerinin farkında olamayacak kadar da feraset yoksunudurlar.
301. madde, kimleri muhatap alıyor? Vatan hainlerini...
Kimdir vatan haini, adı üstünde vatana ihanet eden. Yani devletin, Milletin bütünlüğünü hedef alanlar ve bölücülük yapanlar da bu vatan hainlerindendir yasanın tarifine göre... Hrant Dink'in öldürülmesindeki millet tepkisini okuyamayan veya yanlış yorumlayanlarca 301, hedef gösterilmeye başlandı!...
Yapmayın Allah aşkına! Ya bu kadar aptal tarifini kabul etmeyin, ya da Millete aptal muamelesi yapmayın!...
Birileri vatanın, milletin bölünmesi, parçalanması için elinden geleni yapacak; vatana, millete ihanet edecek ve onları yargılamak için koyulan yasayı kaldıracaksınız; diğer tarafta vatan-millet evlatları , bütünlüğü korumak uğruna hainlerle çatışmalarda şehit düşecek ve hiç kimsenin kılı kıpırdamayacak!...
Bütünlüğümüze kast edenlerden birisi, ölünce veya öldürülünce kıyametler koparılacak; diğer tarafta aslan vatan evlatlarının hayatlarının baharında severek şehit olmalarını, kimse umursamayacak!...
Olayları dikkatli okuyun Allah aşkına!...
Osmanlı'ya karşı yapılan en sert ayaklanmalar olan Celali isyanları'nı, inceleyin lütfen!...
Olan, sadece Türk Milleti'nin sabrının bitmesidir!...
Teknolojinin insanlığa hediyesi lan internet sayesinde de "dolma kalemler"e iltifat azalmıştır. Artık okuyan-yazan, düşünen her kes, düşüncelerini kendi duygularıyla ve kimseden izin almadan söyleyebilmekte ve duyurabilmektedir. En yüksek tirajlı gazete günde 100.000- 150.000 kişiye hitap ederken internet dünyasında milyonlar, buluşmaktadır.
Düşünen siyasilerimizin veya siyasi düşünenlerimizin dikkatlerini, internet sitelerine çekmek isterim.
İnternet sitelerindeki; milletin samimi seslenişlerine bizahmet bir göz atın!... Göreceksiniz ki "Dolma kalemler" sadece sizi kandırabilmekte, sadece sizi etkileyerek korkutabilmektedirler!... Göreceksiniz ki Millet; asla bu "Dolma kalemler"e itibar etmemektedir.
Lütfen artık biraz milleti dinleyin ve milletin Hrant Dink olayında dünyaya verdiği net mesajla; AB'lilerin, ABD'lilerin, Haçlılar'ın oynamasına izin vermeyin!...
Geçen zaman, millidir ve milletin heba edilen zamanıdır...
Millet, zamanının heba edildiğinin farkındadır ve artık zamanını israf edenlerden siyaseten hesap sormaya hazırdır...
Millete -olur ya- acımazsanız da artık siyaseten kendinize acıyın!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 22, 2007

OLMADI DEVLETİM !...

Olmadı Devletim!...
Olmadı devletim adına yürütme yapan Hükumetim!...
Baykal'ın deyimiyle; "Devlet olarak Hrant Dink'i yaşatamadık." Olayın neresinden bakarsanız bakın, altında üstünde ne ararsanız arayın varılacak sonuç bu: Hrant Dink'i yaşatamadık...
Yazılı 3.500 yıllık, bilinen 8.500 yıllık gelenekleri, teamülleri olan Devletli Millet olarak bu ayıbımızı kapatmaya muazeret aramak ta ayıptır...
Alın size; "Alt-üst kimlik."
AB'cilik adına Haçlı'ya verilen destek olarak algılanan davranışlarla, Devlet olarak çifte standart uygularsanız, korkarım bu dip dalgalanmayı engelleyemezsiniz!...
Bu meş'um cinayetin ve bu olayın arkası, derinliği falan yoktur!... İsterseniz bir daha 900 yıllık Yusuf Has Hacip öğretisini, bir daha hatırlatalım. Kutadgu Bilig'de anlatılır:
"Hakan, tebaasına dileklerini iletir. Toplam istekleri, üç maddedir;
1- Yasalarıma uyun.
2- Vergilerinizi ödeyin.
3- Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin. İstekler, özettir, nettir ve istenmesi gereken isteklerdir.
Tebaa yani Millet, cevap verir;
1- Yasalarına uyarız ama adil olursa.
2- Vergilerimizi öderiz ama gümüşün ayarını düşürmezsen.
3- Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan... Tebaanın Hakandan istekleri de en az Hakanınki kadar özet ve nettir..."
Şimdi bu öğretiden hareketle; yasalara uymayı, yasaların adil olup olmadığını bir kenara bırakalım!... Paramızın değerinden bahisle vergi toplanıp toplanamayacağını da bir tarafa bırakalım!...
Ama vatandaş olarak; hükumetimizin dostunu dost, düşmanını düşman belleyip belleyemeyeceğimize bakalım. Hükumetimiz, can ve mal güvenliğimizi sağlayabiliyor mu? Sağlayabiliyorsa Hrant Dink'i niye yaşatamadık?...
Hrant Dink, bir Ermeni asıllı Türk'tü. Yasalarımıza göre doğru olmayan işler yapmıştı. Yürürlükteki yasalarımıza görede yargılanmıştı. Yasalar; adil olsaydı millet, vicdanını inciten Dink'e saldırmayı düşünür müydü?...
Yasalarımıza göre çok hem de çok daha ağır suçlar işlemiş; 40.000 insanımızın katili bir eşkiyaya uygulanan koruma neden Hrant'a da uygulanmadı?... Hrant'ı koruyamayan, yaşatamayan bir hükumetin dostunu dost, düşmanını düşman belleyebilir miyiz?...
Bu meselenin derini, örgütü falan varsa eğer budur!... Türk Milleti söylenmekten vaz geçerek söylemeğe başladı. farkında olmayacak mısınız?...
Hrant Dink'in fikirlerini asla tasvip etmememe rağmen ailesine taziyetlerimi iletirim. Acılarını paylaşırım.
Bu arada Devletim'e de seslenmeden edemem!...
Hrant Dink'in ölümünden dolayı Ermeni patriğine baş sağlığı da nereden çıktı?
Böylesi çifte standart mı olur? Hani irtica denen bir tehlike vardı?... On binlerce görevlimiz şehit olduğunda neden bir kişi bile Diyanet İşleri Başkanlığımız'a baş sağlığı dileğinde bulunmadı, bulunmuyor?!... Yoksa bizim şehitlerimiz; Hrantın hristiyan olduğu kadar Müslüman mı değillerdi?!... Neresinden bakarsanız yanlıııışşş!...
Yapmayın!... Devletçilik oynamayın, Devlet olun!...
Hrant Dink; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı idi ve sadece dilenecekse Devletim'e baş sağlığı dilenmeliydi, bunu da dieyen akl-ı selim ağızlar çıktı zaten... Ermeni Patriğine geçmiş olsun demek bile çifte standarttır ve bize yani Millete göre bölücülüktür!...
Yasaların ihlalinin adı siyasilerimizce "Kitabına Uydurmak." olarak teamülleştirilirse; gücü yeten yetene "İstediğin yere şikayet et!" diye yol gösterirse, olacak olan bu ve benzeri işler değil midir?
Osmanlı'nın son dönemlerindeki "Marko Paşa"nın dert anlatılacak yer olarak gösterilmesindeki ironinin, devletin çöküşünün habercisi olduğunu, ne zaman okuyacağız?...
Artık yapılması gereken; bu işlerin benzerlerine mani olabilecek davranışları sergileyerek Devletleşmektir.
Devletin görevi; suçlu yakalamak değil, suçların oluşmasını engellemektir. Yoksa dünyanın en geri rejimlerinde dahi suçlu aranır ve bulunur!...
Olmadı Devletim!... Olmadı!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 18, 2007

KIRK YILLIK KIRK ÜLKÜCÜ'NÜN KIRK YILLIK HASRETİ...

Ne zaman, nerde, niye ve kimler? diye sormayın!... Sormayın söyleyemem...
Kürşad'ın Kırk Savaşçısı, bir aradaydı sanki... Yaklaşık kırk yıllık dostluğun verdiği muhabbet ve hasretle kucaklaşmalar, sessizce naralaşmalar, mutluca kutlamalar yaşandı!...
Kırk kişinin tamamı, kanaat önderleriydiler. Kırkı da rüştünü isbatlamış ve birbirinin dününe şahit, yarınına kefil yiğitlerdi. Ülkü Devleriydiler, kırk kişiydiler ve "Kırkbir kere maşallah!" dedirttirecek vakarda, dirilikte idiler!...
Bu kırk Ülkü Devi; kırk yılda en az kırkar kere terk edilmişlerdi!... En az kırkar kere Ülkücülükten geçinen lümpenler tarafından hakir görülmüşlerdi!... En az kırkar kere; her olayda, her işte, sıkıntı varsa gönüllü oluşları, menfaat varsa kendilerini en sonda bile hatırlamayarak kendilerini yaşadıkları için -yine lümpenlerce- aptal diye tarif edilmişlerdi!...
Kırk yılda en az kırkar kere muhatap oldukları bu ucuz davranışlardan -asla- incinmemiş, asla küsmeğe tenezzül etmemişlerdi bu fikir kabadayıları!...
Bu kırk gönüldaşı bir araya getirmek için davet veren Ülküdaşımızın; davetin ve davetlilerin kişiliklerinden kaynaklanan protokol gerekleri tamamlandıktan sonra başlayan sohbet te muhteşemdi...
Soruları soranlar da bu Kırk Ülkü Devi ve yine cevaplayanlar da bu Kırk Ülkü Devi idi... Kırkı da özel di, kırkı da güzel di, kırkı da adam gibi adamdı. Kendilerini terk edenlere inat, kendilerini unutanlara inat asla birbirlerini unutmamışlardı. Sadece unutmamakla kalsalar iyiiii !... Haberleri olmadığı için Hakk'ka yürümüş iki Ülküdaşlarının cenazelerine katılmadıkları için de birbirlerine gönül koyacak kadar muhabbet devleri idiler!...
Bendenizi de unutmamışlardı !...
Hayatımın en zevkli saatlerini, yıllar sonra Ülküdaşlarımla; ağarmış saçlarımıza, kırışmış alın ve suratlarımıza rağmen bir daha yaşadım Genç Ülkücü'ce!...
Anlatılmaz bir keyif, anlatılamaz bir atmosferdi ve Rabbim bana yaşamayı nasip etti hamdolsun...
Hiç bir davranıştan kırgın değillerdi!...
Hiç bir terk edilişten küskün değillerdi ama tamamı; ömürlerini verdikleri Teşkilatlarından uzaklaştırılmış olmayı, hazmedemiyordu!... Kırk yıllık emeklerinin karşılığı olan, semeresi olan meyvelerinin özüne yerleşmiş tabiatın tek iskeletsiz varlığı kurtçuklardan iğreniyorlardı!...
İzin alamadığım için, -olmamama rağmen, gazeteci sayılmama rağmen ben fakıre güvenerek aralarına davet ettikleri için izin istemeye utandığımdan- isimlerini yazamıyorum. Keşke yazabilsem.
Keşke bana bu izni verseler ve kimlerin bir araya geldiklerini ve daha kimlerin bir araya gelerek kendilerini değil Dava'yı terk edenlerden meşru yollarla hesap sormaya hazırlandıklarını, söyleyebilsem keşke ve sizler de, Anadolu'nun dört köşesindeki Ülkü Devi Ülküdaşlarımız da benim yaşadığım heyecanı yaşasanız!...
Kendimi cesur bilirdim!...
Ama orada bulunan Kırk Yiğit'ten, adlarını yazabilmek için izin istemeye cesaret edemedim!... Çünkü o kutsal atmosfere zarar verirdi bu izin talebim...
Kimse oraya, bir şey istemek, bir şey almak için gelmemişti ama kutlu bir seferi başlatmak üzere bir araya gelmişlerdi. Anadolu'nun, dünyanın her yerindeki Ülkü Devleri ile; tekrar, tekrar buluşularak, toplanılarak, organize bir halde artık gerekeni yapmak üzere kavilleşmek için bir aradaydılar...
Hepsi birbirinden heyecanlı, hepsi birbirinden ehil Ülkücülerdi!... Hepsi meselesine hakim, hepsi ülke meselelerinden de haberdardı. Hem derdi biliyordu bu Devler, hem de dermanı sunuyorlardı!... Memleketin siyaseten kurtuluş reçetesinin ve bu günümüzün uzaktan kumandalı siyaset topaçlarının tek alternatifinin Ülkücüler olduğunun şuurunda ve hazırlığındaydılar...
Heyecanlandım Dostlar!... Heyecanlandım Ülküdaşlarım!...
Dava'nın gerçek sahiplerinin aslanlar gibi hayatta olduklarını ve teyakkuzda olduklarını görünce heyecanlandım!...
Allah(c.c.), bu birlikteliğe kıymasın; Allah(c.c.), Türk Milleti'ni bu Ülkü Devleri'nden mahrum bırakmasın...
Kırk yıllık kırk Ülkücü'nün, kırk yıllık hasretini yaşadım, şahid oldum Dostlar...
"Hakk şerleri hayreyler
Görelim Mevlam n'eyler
N'eylerse güzel eyler.."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ocak 16, 2007

SAHİPKEN SAHİPSİZLEŞEN TÜRK MİLLETİ, KENDİNE DÖN !...

SAHİPKEN SAHİPSİZLEŞEN TÜRK MİLLETİ, KENDİNE DÖN !...
"Garibin karnına vurmuşlar, 'aaaah! dalım...(arkam)' diye inlemiş...
"Yani garibin karnına vurmuşlar; incinen-ağrıyan karnı değil, elinden-gününden uzaklıktan dolayı, yalnızlığından dolayı gururu olmuş!...
Türk'ün olduğu yerde nizam olurdu. Türk'ün olduğu yerde hak olurdu, hakkaniyet olurdu, adalet olurdu...Şimdi Türk var ama Türk'ün olduğu yerde hakkaniyet yok!...Dünya nizamını kurmakla-kollamakla görevli, ilayı kelimetullah idealli Türk Milleti'ne ne oldu Allah aşkına?!... .....................
Yıllarca Avrupa ve Amerika'da resmi görevlerde bulunmuş bir yakınımdan, bir Dostum'dan dinlediğim bir anı, yaklaşık bir haftadır aklımı başımdan aldı...Gündem takibetmenin imkansızlaştığı günümüzde, sizlerle paylaşmaya ancak fırsat bulabildim...
Adı geçen yakınım ve bir arkadaşı, Amerika'da bir görüşme sonrası gidecekleri yere ulaşmak için bir taksiye binerler. Kendi aralarında Türkçe anadilleriyle, biten görüşmenin kritiğini yapmaktadırlar.Taksi şöförü, yolcularının dillerinden dolayı ilgilenerek;
- Nerelisiniz? Diye sorar.
Dostumuz ve arkadaşı;
- Türkiye... diye cevaplayınca, taksi şöförünün suratı asılır ve hiddetle:
- Allah belanızı versin sizin!... diye köpürür...
Dostum:- Bre adam deli misin sen? Neden böyle yaptın? diye sorunca, şöför;
- Ben Etiopyalıyım. Ve uzun yıllardır Osmanlı gelecek ve bizi kurtaracak diye bekliyoruz!... Neden gelmiyorsunuz? Tabi ki Allah belanızı versin!...
Dostumuzun da, arkadaşının da dilleri tutulur... Bendenizin de natıkam tutuldu!...
.............................
"Kelin dermanı olsa başına sürer." diyememişler elbette Etiopyalı'ya!... Karnına vurulduğu halde "Aaaah karnım." diye feryat eden Kerküklü Türkmene, Filistinliye, Beyrutlu'ya, kucağında çocuğuyla kurşuna dizilen mazlum arap anneye anlatamayız elbette halimizi, anlatmaya niyetlensek te dinletemeyiz elbette!...Dinletsek, anlatsak ta inandıramayız!...
Yakın geçmişimizde bütün teröristlerin yetiştirilme kamplarının olduğu Filistin'i, Apo alçağının uzun yıllar barındırıldığı Lübnan'ı hatırlayarak, ora halklarını cezalandırmak gibi bir düşüncemiz de elbette olamaz...
Uzun yıllardır bizim yetersizliğimizden dolayı elden ele geçen Irak, Lübnan ve Filistin halkını, teslimiyetçi yöneticileri yüzünden cezalandırmayı düşünemeyiz elbette!...
Çünkü o zaman bizim de bize benzemez yöneticilerimizin uygulamaları yüzünden bütün dostlarımız tarafından terk edilerek cezalandırılmamız gerekir!...
Kendimizi, dünya nazarında yalnızlığa mahkum ediyoruz farkında mıyız?... Destek vermediğimiz Libya, destek vermediğimiz Irak, destek vermediğimiz Lübnan, destek vermediğimiz Filistin, destek vermediğimiz Kerkük, desteksiz bıraktığımız Etiopya ve bizden onlarca yıldır destek bekleyenlere destek vermeyişimiz yüzünden her gün biraz daha yalnızlığa mahkum ediliyoruz...
Mahkum olan da biz, bizi yalnızlığa mahkum eden de biz!...
Konuşulacak yerde konuşmazsanız, zamanı geçtikten sonra konuştuklarınızı elbette kimse ciddiye almaz...
Sözü söyleyenle, sözün birbirine yakışması diye bir tarif vardır...Anadolu'da yeni dil açan ve sevilen erkek çocuklara, küfürler ettirilir ve gülünür... Çünkü çocuğun; yaptığı küfrün farkında olmadığını ve küfrünün geçersiz olduğunu bilir ve güleriz...
Günümüzde de yeni dil açan erkek çocuğun çok ağır küfürlerine benzer sözler sarfeden siyasetçi geçinenlerimiz var. Çok ama çok ağır tenkitler de yapmakta... Ama söylenenle, söyleyen birbirine yakışmadığı için gülünecek kadar bile ciddiye alınmaz!...
"Çizmeyi aşıyorsun ağa!..." sözüyle kocaman adamların vücut kimyalarını bozan sesle; "Ne mozaiği ulan!" sözüyle aylarca bölücü söylemleri kesen sesle, bu çok ağır itham ve söylemleri söyleyen sesi mukayeseye bile gerek yok!...
Ezilene, hakkı gasp edilene, onlarca yıldır Osmanlı'yı bekleyen mazlumlara gereken desteği elbette siyasilerimizin uygulamaları ve söylemleriyle vermemiz gerek..."
Ama bırakın destek vermeyi, mazluma zulmedenleri "dünyanın tek efendisi" olarak kabullenmiş ve güya diplomatik dille sitemler eden, söylenen yöneticilerimiz var!...
Oysa Abdulhak Hamit; "Türk milleti söylemez, söylenir." diye bir tarif yapmıştı. Millet söylenerek yöneticisini uyarır ve kendi adına söylemesini isterdi!...
Karnına vurulmasına rağmen "Aaaah dalım!" diye feryat edenlerden sonra sıra, bizim karnımıza vurmaya gelecek farkında mıyız?...
Ve bizim de karnımıza vurulduğunda, korkarım biz de; "Aaaaah dalım!.." diye feryat edeceğiz sadece!... Sahiplikten sahipsizliğe doğru yuvarlandığımızın Allah aşkına farkına varalım artık!... Günümüzden bin yıl önceden tarihe şerh düşerek, tarihe kazıyarak seslenmiş Bilge Kaan-Kül Tigin Kardeşlerin ağzıyla bir daha seslenmek gerek:
"Üze Tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk Budun ilingin-töringin kim artadu? TÜRK BUDUN ÖKÜN !.." "Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe Türk Milleti, ilini-devletini, töreni kim bozabilir? Türk Milleti, KENDİNE DÖN !..."
400 yıllık tebaamız, şimdilerde kapı komşumuz Irak'a demokrasi getirme adına tasallut var!... Demokrasi adına, dünya jandarmalığı adına aslında petrol için adam asarken kelle kopartılıyor ve biz, seyrediyoruz!...
Türk Milleti! Allahını seversen kendine dön!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 15, 2007

ÜLKÜDAŞLARIM'A ...

Ülkücüler hakkında herkes bir şeyler yazdı, herkes birşeyler söyledi...Ülkücülerden herkes kafasına göre bir şeyler bekledi, bir şeyler istedi... Ben de; Türk Milliyetçiliğini, siyasi hayata kazandıran ve sancağı altına topladığı Türk Milliyetçilerini -kimseye fark ettirmeden ve kimseyi incitmeden- Ülkücüleştiren otoritenin, Son Başbuğ'un ağzından nakledeceğim özdeyişlerle Ülkücülere seslenmeye niyetlendim...
"Ülkücü kimdir? 'Ben'i aşarak 'Biz'i hisseden, 'Biz' diyerek nefsini kör kuyulara çıkmamak üzere atandır. Dağlarıyla, taşlarıyla, ırmaklarıyla, yollarıyla bir kara parçasını vatan yapandır. Haksızlık karşısında susmayan, davasından taviz vermeyen; korkaklığı, pısırıklığı, nemelazımcılığı lügatinden atıp çıkarandır. Hürriyet kavgasında kırk yiğitin başında Kürşad; il derleyip vatan kuran İlteriş; bilgelikte Tonyukuk, Akşemseddin; Malazgirt Ovası'nda ak kefen içinde Alparslan'dır. Bir Bozkurt silkinişiyle esaret zincirini kırandır.Ülkücü budur,Ülkücü budur. Bunun dışındakiler külli yalandır." Alparslan Türkeş
Bu tarifi, Tarık Tavadoğlu'nun Son Başbuğ'la ilgili yazı dizisinden almıştım.Ülküdaşlarımla, Gönüldaşlarımla, Dostlarımla -bir daha- paylaşmak istedim...
Yine Son Başbuğ'un tarifiyle Ülkücünün Bayrak olarak görüldüğünü, hatırladım... Son Başbuğ'un "Ülkücü bir bayraktır.Bayrağı yere düşürmeyin. Lekelemeyin.." şeklindeki tarif ve öğüdünü hatırladım...
Başbuğumuzun; "Ülkücüyüz! İnsanlık ailesi, yeryüzünde yaşayan bütün insanlar, milletler denen aynı-aynı üyelerin bir araya gelmesinden meydana gelir. Bir insan; insan olmak isterse, insanlığa hizmet etmek isterse evvela kendi milletine hizmet etmeli, kendi milletini yükseltmeğe, kendi milletini mutlu kılmaya çalışmalıdır. Bunu yaptığı takdirde aynı zamanda insanlığa da hizmet etmiş olur.Ülkü, insanın kalbini aydınlatan bir ışıktır. Ülkü insanlara yönünü tayin etmesini sağlayan bir kılavuzdur. Milletler içinde milli ülkü; milletin kılavuzu, milletin yolunu aydınlatan güneşidir." şeklindeki ve daha nice yıllara hitapedecek tariflerini de hatırladım...
"Taklitçilik bir nevi hırsızlıktır. Biz ne başkalarına uşaklık etmek, ne de başkalarını uşak olarak kullanmak istemeyiz."
"Türk milletine Bizanstan geçme bir hastalık vardır. Gevşeklik, laubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rastgele laf söylemek. Bu hastalığı tedavi etmemiz lazımdır. Bu hastalığı tedavi edemezseniz, kendinize yol seçiniz. Milliyetçi harekette bir saniye daha fazla kalmayınız. Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz, her şeyden önce vasıflı Türk olmaya mecbursunuz."
"Milliyetçilik; reaksiyon değil aksiyondur.Dinamiktir."
"Dalından kopan yaprağın akıbetini rüzgar tayin eder." Öğütleri de Son Başbuğ'dan mirastır...
Bunları hatırlayıp hatırlattıktan sonra daha ne söylenebilir bilemiyorum!... Devlet olarak darda; millet olarak zorda olduğumuz talihsiz bir süreç yaşıyoruz... Bu talihsizliğin müsebbibi de biz'iz!... Seçilenlerin tamamını biz seçtik ve beğenmeyen de biziz!...
Sevgimizi paylaşamıyoruz!... 'Lailaheillallah.' diyoruz ve Allah(c.c.)'a öylesine sahipleniyoruz ki; -haşa- sanki kimseye Allah bırakmıyoruz!... Kur'an'ı da, Peygamberimiz (s.a.v.)'i de öylesine sahipleniyoruz ki; bizden başkalarına kalması mümkün değil!...Yanlış yapıyoruz!..
İmanımızdan başka kendimizin olan hiç bir şeyimiz yok!... Diğer ne varsa hepsi Allah(c.c.)'ın lütfü inayetiyle eşref'ül mahlukat olarak yaratılmış olan Biz'im. Hepimizin... İnanç ta;Bayrak ta;Vatan da;Devlet te;Cumhuriyet te Biz'im!... Trabzon'da ki, Samsun'da ki,Şırnak'taki, ülkemizin bilmem neresindeki olaylar da tabiki hepimizin, bizim!...
Eğer süratle aklımızı başımıza toplamazsak; yaşayacağımız belalar da bizim!... Bu şekilde konu mankenliğine gönüllü olmaya devam edersek korkarım çok kötü günler de bizi bekliyor!...Van'da yüz bin kişi olarak Bayrağımız'a sahiplenen Kürt kardeşlerimizi; hainlerden, bölücülerden, Zana ve zağarlarından ayrı görmezsek, canımız yanar!... Canımızı yakan da yine biz oluruz!...
Müslüman Türk olduğumuzu; Ne mutlu Türk'üm diyene dediğimizi ve köpek bizi ısırdığında onu ısırmayacağımızı, veterinere götürüp aşısını-tedavisini yaptırdıktan sonra yalını-yemini vermemiz gerektiğini, asla unutmamamız gerek... Isıran köpeğimiz, kuduzsa da hiç düşünmeden ve elimiz titremeden elbette itlaf edeceğimizi de birilerine hatırlatmamız gerek!... Alt-üst kimlik vehimlerine asla kapılmadan "Renkli mermerin farklı renkleri" olduğumuza iman ederek açıklamamız ve yaşamamız lazım...
Bu; dün de böyleydi, bu gün de böyle ve yarın da böyle olacak!..."Ülkücüyüm." diyenlerin, öncelikle bir boy aynası karşısında kendi kendilerini muhakeme etmeleri gerek!... Milletin sevgisini, yeniden kazanmaları gerek!.. Milletin inandığı, güvendiği, varlıklarıyla kendini emin hissettiği erk olduğunu, hissettirmeleri gerek!... Çünkü Vallahi de Billahi de bu memlekete, bu devlete, bu millete "ülkücü gibi ülkücü" çok ama çok lazım!...
Bu millet ne çektiyse herşeyin olduğu gibi "Ülkücünün Sahtesi"nden de çekti!...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ocak 14, 2007

KEŞKE !... OLUR MU OLUR !...

4 Nisan 1997 adındaki kara günden beri, hayatımın son on yılı, hep keşkelerle geçti!...
Her doğanın, her faninin ölümlü olduğunu, imanımız gereği bildiğimizden 4 Nisan 1997'ye keşke deme şansımız yok elbette... Hatta keşkenin şeytan sözü olduğunu, vesvese başlangıcı olduğunu bile bile keşkelerle geçirdik son on yılımızı!...
"Keşke Muhsin Yazıcıoğlu, partiyi terk etmeseydi. Keşke Tuğrul Türkeş, yerinde kalsaydı. Keşke Devlet Bahçeli'nin elini, -ağabey(!)lerimiz- havaya kaldırmasaydı!... Keşke ağabey(!)lerimiz, darmadağın olmasaydı... Keşke ülküdaşlarımız MHP'yi terk etmeseydi... Keşke terk edenler, bizi bu ateş çemberinde yalnız bırakmasalar ve mücadelemizi hep beraber parti içinde verebilseydik vs., vs..."
Bütün Dostlar hatırlayacaklardır ki; ben fakır sadece keşke demekle yetinmeden, o zamanki kavrama ve yorum kapasitem kadarıyla, terk eden ülküdaşlarımıza -bazan topuzun ölçüsünü kaçırarak- sitemler de etmiştim!...
Maalesef köprümüzün altından çok sular aktı!... Dünyanın tek iskeletsiz yaratığı kurtçuklar; bizim meyvelerimizin de tam göbeğine, çekirdeğine yuvalandılar!... Tapulu arazimizi gecekonducular işgal ettiler ve bizler, ülkücüler yersiz-yurtsuz kaldık!...
Bu hak edilmeyen yenilgiden sonra da keşkelerimizin sayısı, her geçen gün biraz daha arttı!...
Şu ana kadar ki keşkelerim, hep geçmişe yönelikti. Şimdi ise geleceğe yönelik keşkelerim başladı!...
Mesela; keşke diyorum: Muhsin Yazıcıoğlu, Oğul Bey Tuğrul Türkeş, Aydınlık Türkiye Partisi Genel Başkanı Oktay Öztürk başta olmak kaydıyla; Ülkücü hareketin hafızasında ve vicdanında yer tutmayı başarmış Ülkü Devleri, çok sür'atle bir araya gelseler ve bir araya gelişlerinin sebebini de -kendini alternatifsiz gösteren Recep Tayyip Erdoğan ve avanesine- "Türk Milleti'nin geleceğini ipotekten kurtaracak alternatif olmak" olarak açıklasalar...
Keşke Türk Milliyetçiliğinin, Ülkücülüğün siyaseten sahipsiz olmadığını gösterek için bir araya geldiklerini söyleyebilecek olgunluğu, gösterseler!...
Keşke hepsi, şu ana kadarki rütbelerinden vaz geçerek, bulundukları yerden bir adım geri çekilerek büyüseler!...
Ecevitlerle Bahçeli'nin bir araya gelebildiği, Demirel'le İnönü'nün bir araya gelebildiği, Hacı ile Bacı'nın bir araya gelebildiği Türkiye'de; keşke bütünü Ülkücü olan ve kalifiye siyaset insanları oldukları kesin olan ve tek dezavantajları parçalı duruş olan bu kanaat önderi Ülkücüler, bir araya gelseler!...
Keşke bir araya gelerek ve bu bir araya gelişlerini de -sadece- milletvekilliği için değil; Türk Devleti ve Milleti'nin bekası için yaptıklarını çok iyi bildikleri erkekçe lisan ve üsluplarıyla deklare etseler!...
Etseler ve hem siyaset lümpenleri, hem "...cülükten, ...cilikten" geçinen sahteler milletin alternatifini görerek, hadlerini bilseler...
Bu keşke, benim ve benim gibi düşünen ve sayıları sanırım milyonu aşan Ülkücülerin keşkesi!... Daha doğrusu Ülkücünün siyaseten hayali bu... Keşke bu hayalimizi, yerine getirseler ve keşke hepsi ayrı-ayrı efsaneleşseler!...
Olur mu olur...
Gizli yerlerde, kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerin kokusunu duyuyoruz. Seslerini duyuyoruz ama bu bir araya geliş; apaçık, milletin gözü önünde olursa işin güzelliğini, gelin hep beraber hayal edelim...
Vallahi olur mu olur!...
Hem de çooook iyi ve yerinde olur...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 12, 2007

GÜN OLA HARMAN OLA !...

Düşündükçe aklımı karıştıran, düşündükçe ve bulaştıkça midemi bulandıran siyasete karışmamak gibi bir karara varmıştım.
Tek tek incelendiklerinde birbirinin fotokopileri gibi görünen; tek tek incelendiklerinde birbirlerine çok benzeyen veya aynı öğretmen tarafından verilmiş ödevlerini yapan standart öğrencilere benzeyen siyasilerden, artık bana gına geldi...
Çok gariptir, çok hazindir ve çok acıdır ki düvel-i muazzama'nın varisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni; seçimlerden seçimlere yenilenerek veya tekrarlanarak bu kalitesiz ödev yoksunu öğrenciler yönetiyorlar!...
Hepsinin değişmez alışkanlığı; "Ben iktidarken ne yaparsam doğrudur ama benden başkası ne yaparsa yanlıştır ve Vatana İhanettir." ihanettir şeklindeki beylik söylemlerle vakit geçirmek...
Belli, yasal aralıklarla değişen siyasi iktidarların onlarca yıldır yaptıkları ve birbirine benzer uygulamalarla; asayişimiz sıfır, iç güvenliğimiz yok!... Dış politikada varlığımızın -vatandaşlarımız da dahil- dünya farkında bile değil!...
Kıbrıs, peşkeş çekildi. Gitti gidiyor!... Kerkük'te soykırım hazırlığı, açıkça yapılıyor!... AB ve ABD adındaki Haçlılar; önümüzdeki günlerde veya aylarda Türkiye ile İran'ı ciddi çatışmalara sokmak üzere hazırlanıyorlar!... Sınırlarımız, misak-ı milli ciddi manada tehlikede!... Haçlı, yeni haritaları bastırdı bile!...
Bizim devlet yönetmek için birbirlerine belden aşağı sözlü saldırıyı başarı zanneden feraset özürlü siyasilerimizin bu saydığımız konular, asla meseleleri değil!...
Şimdi yapılanlara itirazdan başka yaptıkları birşey yok ve bu itirazlarını da -yarın iktidar olduklarında kendileri de yapmak zorunda olduklarını bildiklerinden- yarım ağız yaparlar!...
Şimdi bir paragraf okuyalım:
"3.5 yılın nelerle dolu olduğunu gördük. Enflasyonda, faizde nerde olduklarını mı söyleyeyim. Sayın Bahçeli slogan diline sahiptir. Herhangi bir derinliği olan birisi değildir. Derinliği olsaydı iktidarı bırakıp kaçmazdı. Yüzde kaçla geldiler kaçla gittiler. İnsanın kendini kontrol etmesi lazım. AB politikalarında, AB ile ilgili birçok anlaşmada imzaları var, şimdi bunları inkar ediyorlar. Kalkıp şimdi akıl veriyorlar. Öcalan noktasında, AB noktasında akıl veriyorlar. Karar belliydi. O karar noktasında uygulamayıp, AİHM kararını verdi. Şu andaki tabloya geldi. Biz bir hukuk devletiysek buna uymak durumundayız. Bizden şimdi hukuk dışılığı istiyorlar. Önce biraz hukuk dilini anlamalarında fayda var"
Bu sözlerin neresi yanlış?...Bu tarifin neresinde fazlalık var? Hatta eksik değil mi bu şikayetler?...
Sözler ve tarif değil, söyleyen yanlış!...
"Enkaz devraldık. Bizden öncekiler böyle yapmışlardı bizde devlette devam mantığıyla devam ettik." savunmasıyla; mide bulandırıcılar konuşmaya başladılar yine!...
Ve ben de canımın sıkıntısından; al birini vur ötekine mantığıyla bu mide bulandırıcıları bir de sizlere hatırlatmak istedim!... Söyleyenden de söze muhataptan da midem bulanıyor çünkü!...
Allah(c.c), bu millete sabırlar versin!... Onlarca yıldır "kötünün iyisine" mecbur bırakılmış bu millet, önümüzdeki seçimlerde ne yapacak merak ediyorum...
Ama ben inşallah ne yapacağımı biliyorum...
Gün ola harman ola!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 11, 2007

SİZLERİ SEVİYORUM...

Bir yerde okumuştum. Aklımda kalmış:
Bilgeye sormuşlar;
- Dünya da en güzel şey ne?
- Sevmek. Demiş...
- Peki sonra? demişler...
- Sevilmek. Demiş...
- Neden sevmek sevilmekten önce geliyor? demişler...
- İnsan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir... Demiş.
Hepimiz insanız. Sevilmeyi herkes kadar biz de isteriz ve sevilmeyi elbette çok severiz. Ama sevildiğimizden ne kadarımız eminizdir ki?!...
Sevilmenin yolunun, sevmekten başladığını fark etmeden ne kadar sevilmemiz mümkün ki?...
Acaba diyorum: Seviyor muyuz? Yoksa sevildiğimizi mi zannediyoruz? Sevilsek ne olur? Sevildiğimizi zannetsek ne kazanırız?...
Sevgi; anlaşılması çok kolay ama anlatılması yani kelimelerle ifade edilmesi çok zor bir kavram...
Yüzlerce hatta binlerce yıldır insan, sevgi denen kavramla tanış ve bu kadar uzun senelerdir de sevgiyi anlatmaya, tarife uğraşmış durmuş...
"Dört kitabın tamamın
Okudum ezber ettim
Aşk'a gelince gördüm
Bir uzun hece imiş." diye tarif etmeye çalışmış gönüller ustası Yunus Emre... Tarif olarak muhteşem ama bu tarifin de yeni tariflere ihtiyacı var... Herşeyi anlatmış ve herşeyi içinde saklamış!...
Yüzlerce yıl; bu tarifle avunmuş insanlık... Bu tarifte bulmuş aşkın, sevginin tarifini ve yine bu tarifte kaybetmiş sevgi denen muhteşem duyguyu!...
Sonra, yüzlerce yıl sonra bir başka gönül adamı, bir başka tarifle çıkmış karşımıza:
"Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eylenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa." diye tarif etmiş Aşık Veysel sevgisini ve sevgiyi...
İnsan; sevmesini bilen tek mahluk ve yine sevilmeye en çok ihtiyaç duyan yaratık...
Sevilmek için elbette güzel olmak gerek önce!... Sonra iyi olmak, sonra dürüst olmak, sonra toplumun reddetmediği güzel tariflerin epeycesine sahip olmak gerek ve bunların tamamı, insana has özellikler...
Ama sevmek için sadece ve sadece insan olmak gerek ve çok yeter...
Sanırım, insanlığımızı yargılamamızın tam zamanı...
Neden bu kadar sevdiğimize rağmen sevilmiyoruz veya neden bu kadar sevmemize rağmen sevdiklerimizi bu kadar çekiştiriyoruz?... Yoksa sevmeyip sevdiğimizi mi zannediyoruz veya sevginin sahtesini de sevgi dünyasına biz mi sürmeğe çalışıyoruz?!...
Sevmek için ille bir şeyler bekleyen bizler yani insanlar acaba sevilmek için ne veriyoruz?...
Sevgiyi, sevmeyi, sevilmeyi yargılayıp merak edeceğimize; acaba diyorum insanlığımız yargılamaya başlasak daha kolay olmaz mı?...
Sevmeyi bilemediğimiz için sevilmeye muhtaç olduğumuzun farkında olsak, işimiz daha kolay olmaz mı?...
Yine kayboldum sevgi yolunda Dostlar!...
Hepinizi ama hepinizi seviyorum. Ve inanın Dostlar, sevginize çok muhtacım... Bütün savaşçılığımla, bütün huysuzluğumla sevgimi tamamınıza ikram ederek sevgisini muhatap alabildiklerimin sevgilerine talibim...
Sevmek karşılığında sadece sevilmek istiyorum...
Çok şey mi istiyorum Dostlar?...
Vallahi insanlığımdandır. "Eksiğim varsa insanlığımdandır ve insanlığınıza sığınırım."
Ve sizleri seviyorum...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 10, 2007

MİLLİYETÇİLİK...

Bu gün -ukalaların izniyle- bir ukalalık ta ben yapacağım!...Bütün dünya milliyetsizlerini korkutan Milliyetçilik'i tarif etmeğe çalışacağım...
Nedir bu milliyetçilik?
Ermeni yapınca doğru!Fransız, milliyetçilik yapınca doğru!Alman yapınca suç!İtalyan yapınca suç!İngiliz yapınca dünyanın en doğru işi!Arap yapınca yanlış!Japon, yapsa da yapmasa da olur!Çinli'nin milliyetçilik yapıp yapmaması dünyanı umurunda değil!...
Amaaaa; Türk, milliyetçilik yapınca dünyada da, Türkiye'de de affedilmez, ağır bir suç!...Aylardır bu milliyetçiliğe akıldım, kaldım!...Atalarımız; "Milliyetçilik ailede başlar." diye yüzyıllardır bu duyguyu tarif etmiş...Türk ailesi de -bu arada- ataerkil aile olarak tarif ve kabul edilmiş...
İnsan; önce ailesini sevip hakkını gözetir. Sonra sırayı yakınlık derecelerine göre akrabalarını sevip haklarını gözetmesi alır. Sonra komşu, mahalleli, köylü, kasabalı, şehirli, bölgeli ve ülkeli yakınları koruyup gözetmek gelir... Komşusunun sıkıntı veya meselesiyle ilgilenmeyen birinin, ülkenin öbür ucundaki bir vatandaşının, soydaşının meselesiyle ilgilenmesi, elbette beklenemez...
Amcası ile dayısı arasındaki kavga veya nizada tarafsız kalan birisinin, milliyetçilik yapabilmesi-bana göre- elbette mümkün değildir... Amca ile dayının; teyze ile halanın kavga veya çekimesinde taraf olmak, tamamen duygusal bir olaydır. Hatta tek kelimeyle duygudur. İç güdüdür. Anne veya babanın genlerinin ağırlığına göre insan; amca-dayı, teyze-hala çekişmesinde taraf olur...Bu tarafgirliğin, her hangi bir ideolojiyle, her hangi bir fikirle asla alakası olamaz...
Fertten yola çıkarak toplumlara baktığımızda da aynı sonuca varılır.Milliyetçilik, genetiktir. Ve kesinlikle bir duygudur. Genlerin baskısıyla, iç dürtülerle milliyetçilik yapanlar; milliyet ve milliyetçileri severken, bir başkaları milliyetsizmiş gibi davranabilir!... Ne milliyetçilik yapan yüzde yüz haklı, ne de milliyetsiz davranan suçludur...
Ama tarihi bir gerçek te, bütün kahramanların ve tarihte iz bırakmayı başarmışların milliyetçilerden çıktığı şeklindedir. Kahramanı çok olan ve kahramanı en fazla ölen toplumlar, millet tarifi almış ve devlet olarak tarihteki yerini kapmıştır...Türk Milleti; milliyetçilik yapabilen, kahramanları olan ve kahramanlarının şehadetleriyle tarih yapan bir millet olarak hep var olmuştur. Var olmaya da devam edecektir... Bu gerçek, aynı zamanda Türk milleti'nin milliyetçilik duygusunu, çok coşkulu olarak yaşadığının da ispatıdır...
Milliyetsizlerin bir araya gelerek oluşturduğu toplumlar ve medeniyet(!)ler, milliyetçilikten ve milliyetçiliği coşkulu yaşayanlardan korkarlar... Korkularını ve korktuklarını sıraya koyunca da tarihin dolgu malzemeleri olan Fransız'ın, Ermeni'nin, Arap'ın milliyetçiliğini pek ciddiye almazlar!...
Avrupada Almanlar ve İtalyanlar, milliyetçilik alanında faşizm yaparak suçlu çıkmışlardır. Bu yüzden bu iki milletin, milliyetçilik yapması artık imkansız gibidir!.. Bu iki milletin milliyetçiliği suçludur!...
İngiliz milliyetçiliğinden; ortak dinleri ve İngilizlerin deniz aşırı ülkelerdeki hakimiyet hayallerinden dolayı korkulmaz. Hatta dindaşlık gereği destek bile verilebilir.
Türk'ün milliyetçiliğine gelince; Türk, tarih boyunca gittiği yerlerde kalıcı olmuştur. Bu kalıcılığını da kendini gittiği yerin yerlilerine sevdirmekle sağlamıştır... Gittiği yerlere kalıcı medeniyetler götürmüş ve gittiği yerlere hem Türk'ün hem de İslamiyet'in kalıcı mühürlerini vurmuştur... Avrupa; yüzlerce yıldır, Türk'ün kazıyarak mühürlediği yerlerden medeniyet belgelerini yok etmekele meşguldür!...
Yani milliyetsizlerin bir araya gelerek oluşturduğu "Medeniyet Projesi" ; kalıcı medeniyetleri yok etmek üzerine kurulmuştur...
Milliyetsizlerin bir araya gelerek oluşturduğu; iki güçlü grup vardır. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği... İki birliğin de en belirgin benzerlikleri milliyetsizlikleriymiş gibi görünse de Yahudilerin bir araya topladığı topluluklar olmalarıdır... Bu; milliyetsizlerin toplanmasından meydana gelmiş iki birliğin de dini, Hristiyanlıktır...İkisi de tarihteki "Haçlılar" birliğinin mensubu milletlerden oluşmuşlardır...
Bu milliyetsizler, günümüzde 9.haçlılar olarak yeniden tarih sahnesindedirler. Geçmişteki 8 Haçlı seferi'ni İslamiyet adına tek başına göyüsleyen Milliyetçi Türk Milleti, bu 9.Haçlı Seferine karşı bigane bir tavır sergileyince; milliyetsizlerden oluşmuş Haçlı'nın keyfine diyecek yoktur!...
Ben; bir tarihçi, bir sosyolog değilim!...Ama gözlerimizin önünde çok açıkça sergilenen bu oyunun sosyologlarca, tarihçilerce algılanamamasını yorumlayamıyorum...
Milliyetçi Türk Milleti'nin günümüzde bir sıkıntısı daha vardır. Türk Milleti'nin devleti de milliyetsizler tarafından yönetilmektedir!... Muhteşem Türk Atatürk; bu günleri tahmin ederek; " Asli unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlal mukadderdir." demişti...
Herkesin milliyetçilik duygusunu yaşama veya yaşayamama hakkı -bende- sonuna kadar mahfuzdur...
Amaaa; milliyetçilik duygusuna sahip Türk Milliyetçilerinin tamamının Ülkücülük fikrinde birleşerek ve asli unsurlar olarak devlet yönetimine talip olmaları, en büyük duam ve temennimdir...
Bu konuya, keşke müdahil olan çıksa da devam etsek...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 05, 2007

TUNCAY ÖZKAN'A...(İstersen Okuma..)

Sevgili Tuncay Özkan Kardeşim;
Çok hak etmene rağmen sana methiyelerle başlamak istemiyorum. Sanırım bu memleketin öncelikle tedavi edilmesi gereken hastalığı, methiyelerle kendini birşey zannederek hiçbirşeyleşme salgını!...
Televizyonundaki ve internet sitendeki program ve yazılarını, içercesine takip ediyorum. Çok titiz bir öğretmen olmama rağmen benden çok kolay aferinler alıyorsun. Pür-dikkat ve bütün tenkitçiliğimle izliyor ve sende rol yapar gibi bir hal hissetmeyince rahatlıyorum. Sağolasın...
Aklının kirada olmadığına kanaatim kesinleşince, sana yazmaya karar verdim. Aslında bu yazdıklarımı okumasan da olur...
Bu memleketin suçlularının; siyasetçiler, alınıp satılabilen "Dolma Kalemler", birbirleriyle otorite yarışına sokulmuş bürokratlar, birbirini alkışlayan entellektüel geçinen cahiller olmadığını, epeydir fark edenlerdenim!...
Bir ülkede vatandaşın yüzü gülmüyorsa, kötü yönetiliyor ve suçlu da elbette yönetenlerdir. Düz mantıkla kendiliğinden görünen bu tarife göre kötü yöneticilere kızmak gerek...Ben de aynen senin ve sizin gibi bunu yapıyorum.
Ama; İmparatorluk olsak imparatora, krallık olsak krala, diktatörlük olsak diktatöre kızmamız gerektiğini de biliyorum. Ama maalesef yönetimimiz bunların hiç biri değil!..
Art niyetli ve alt-üst kimlik komplekslilerin ağız birliğiyle söyledikleri, söylettikleri şekliyle bir diktatör olan Muhteşem Türk Atatürk'ten bizlere miras ve emanet kalan Cumhuriyetle yönetiliyoruz. Yani kendi kendimizi yönetiyoruz. yani yöneticilerimizi seçimle biz görevlendiriyoruz...
Sen-ben oy vermemiş te olsak mevcut yöneticilerimizi de kendimiz yani biz seçtik. Şimdi neden, kimden ve niye şikayet ediyoruz?!...
Yoksa sen ve ben ve bizim gibiler, sadece aykırı kişilikler olduğumuz için mi muhalifiz?...
53 yaşındayım ve aklım kesti keseli elimde kalemim var. Adını benim koyduğum "Yaygın Basın"ın yeterince dikkatini çektiğimin farkındayım. Sanırım Türkiye'de kendi kendini ihbar ederek uyduruk yasalara karşı suç işleyen tek kalemim!...
Öfkeyle ve tabi üzülerek söylemeliyim ki ihbarımda bir işe yaramadı!.. Yıllardır hiç bir şey beklemeden yazı yazdığım, bağlantı ücretlerini cebimden karşılayarak yazı yetiştirdiğim Yerel Gazetedeki köşemin kapattırılmasından başka da bir ceza ve yaptırım görmedim!...
Oysa "Fincancının Katırlarını Ürküttüm!..." diye yazımla sevinç naraları atarken kendimden o kadar emin ve kendimle öyle müftehirdim ki!...
Allah'tan imdadıma teknoloji yetişti ve internet denen dipsiz dünyada açık adres ve kimliğimle saldırmaya, nara atmaya devam ettim.
Yaklaşık 6 aydır da "Yeniçağ Gazetesi"nde -haftada bir gün- , "haberbu.com" sitesinde ve Erzurum'da yerel bir gazetede günlük olarak seslenmeye devam ediyorum.
Son birkaç yıldır nerdeyse kendimden başka barışık kaldığım kişi, kurum ve kuruluş kalmadı!... Bu kadar yanlış tarifli çoğunluk içinde "Yoksa ben mi yanlıştayım?.." vehmine düşmek üzereyken de imdadıma sen yetiştin sağolasın!... İyi ki varsın Sevgili Kardeşim...
Müstahfi bir edebiyat öğretmeniyim.Emekli öğretmen olan eşimin emekli maaşından başkaca bir gelirim yok. O maaşta da aldığımız bir krediden dolayı tahdit var. Yaklaşık üç aydır ücretini yatıramadığım için internetim de kesik ve ben cafelerden yazı yazmaya çalışıyorum...
"Bana ne? Yazma Kardeşiiim!.." desen haklı olacağını bile bile yazıyorum ve yazmaya devam edeceğim!...
Umarım "Neden ben?" sorusunu sormazsın. Çünkü cevabım sadece "İşte!.." dir. Ve senin şahsında sana-bana benzerlere sesleniyorum Kardeşim!...
Hayatımda -Devletim de dahil- Allah(c.c.)'tan gayrısından yardım istemedim. Sana hitaben yazarken de ne senden, ne de bir başkasından yardım falan istemiyorum... Çok kendimden gördüğüm birine hatta günlüğüme dert döküyorum düşüncesi ve samimiyetiyle yazıyorum...
Gücümün yettiği kadar sesinize ses vermeye devam edeceğim. Sen ve sizler vurdukça ben de sizlerle beraber -en azından- "Iııh !..." layacağım...
Çünkü senden sonra yalnız olmadığımı, benden başka da "kuvvayı seyyareler"in varlığını fark ederek yeniden heyecanlandım...
Ülkücülükten, devrimcilikten, ümmetçilikten, Allahçılıktan, Atatürkçülükten, Laikçilikten, Demokratçılıktan, İnsan haklarıcılıktan geçinen siyaset lümpenlerine karşı yıllardır verdiğim mücadelede yalnız olmadığımı fark ettim sizlerle...
Çin malları gibi piyasaya herşeyin o kadar sahtesi sürüldüki ve öylesine cazip-ucuzlar ki, hiç bir şeyin aslına iltifat kalmadı!... Hatta artık sahtelerin de sahteleri imalata başlayarak piyasaya girdiler!...
Ve ben yıllardır küfrettiğim; soydaşlarıma, 400 yıl tebaamız olmuş dindaşlarımıza yaptıklarından dolayı kan davası güttüğüm Saddam gibi bir zalime rahmet okudum!...
"Saddam'a Rahmet" yazımı yazıp gönderdikten sonra kendime bir çimdik attım!.. "Rüyada mıyım?.." diye meraklandım. Ve maalesef mateessüf uyanıktım Kardeşim!...
Maalesef hala uyanığım ve yıllarca kızdıklarıma yürekten rahmetler okuyorum. Mevcut seçilenlerimiz, dünümüzdeki kötülerimi özletti bana!..
Senin söyleminle; "Çözülüyoruz!..." kardeşim... Vallahi çok çabuk ve çok kötü çözülüyoruz!... Bu çözülmeyi engelleyebilmek için de şu anki yaptığımdan başka ne yapabileceğimi de bilmiyorum.
Umarım ne yapabileceğimizi, sen biliyorsundur veya ne yapabileceğimizi bileni biliyorsundur...
Neyse ben yazarak içimi döktüm Kardeşim.
Sen istersen okuma!...
Zaten o kadar benzer şeyleri, o kadar benzer üslupla söylüyor ve yazıyoruz ki okumasan da olur...
Ama sakın yorulmayasın Kardeşim!... Sakın susmayasın!...
Muhabbetle bağrıma basar öperim.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 04, 2007

BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU....

Egomuzu yenemeyince, nefsimizi kontrol edemeyince ve ne istediğimizi açıkça söyleme cesaretini gösteremeyince işte böyle her yapılan hareketin arkasında -yüzde yüz samimi de olsa- bir şeyler aranıyor!...
Yaygın Basın'dan para vererek aldığım bir gazetede yeniden "Türkeş-Atsız ilişkileri"ni anlatan veya anlatmaya çalışan yazılar yayınlanmaya başladı...
Niye yazılır, niye yapılır anlayabilmiş değilim!... Siyasette sınıfta kalmış insanların; "Ben olmazsam kıyamet!..." mantığıyla, artık cevap haklarını kaybetmiş ölüleri sermaye ederek yaptıklarını, anlamaya çalışırım. Hatta çoğunu anlarım da!...
Ama sadece yazmayı kendilerine görev edinmiş kişilerin, bu işlerden ne beklediğini, anlayamam!...
Acaba, bunlarda mı birilerinin isteği ile, siparişle yazı yazarak "Dolma Kalemler" kervanına katılmak ister diye düşünmekten kendimi alamam...
Rahmetli Alparslan Türkeş ile rahmetli Hüseyin Nihal Atsız'ın fikri ayrılıkları, bilinmeyen şey değil... Atsız rahmetlinin bir fikir savaşçısı hatta fikir savaşı kahramanı olduğu apaçık... Ama bu inandığını cesurca söylemesi, Atsız Hoca Rahmetli'nin yüzde yüz doğru söylediği anlamına gelmez!...
Atsız Hoca, bir Türkçüdür. Türkçülüğün siyaset üstü kalması gereğini ısrarla söyleyendir. Türkçülerin bütün partilerde yer alaması gereğini de söylemiştir defaatle... Ama Türkeş Rahmetli; Başbuğ edasıyla, bir siyasi Lider tavrıyla "Her Ülkücü, otomatikman MHP'lidir." diye buyurarak siyasi hedef koymuştur...
Atsız'sız, Arvasi'siz, Kısakürek'siz, galip Erdem'siz ve tarihe iz bırakarak dünyalarını değişmiş fikir adamlarından birinden birinin eksik olduğu Ülkücülük, -bana göre- eksik kalır. Ama bu isimlerden birinden biri üzerine -tek başına- insa edilmiş Ülkücülük ise tek kelimeyle sakat kalır ve yolda kalır...
Sağlığında her türlü yalakalığı yaparak Türkeş'in yakınında kalmayı başarmış Türkeş muhalifleri; ölümünden sonra açığa vurdukları Türkeş Düşmanlıklarının gereğini yaparak Türkeş'ten alamadıkları intikamlarını "Oğul Türkeş"ten aldılar!...
"Oğul Bey" ünvanını çok kızgın bir anımda verdiğim Oğul Türkeş'i, siyaset dışına attılar!... Diğer tehlikeli gördükleri fikir devleri zaten dünyalarını değiştirmiş oldukları için onlara göre bir tehlike olmaktan çıkmıştı!...
Ülkücü Hareket'in bir fikir hareketi olmasını sağlayan ve Hakk'ka yürümüş fikir devlerinden hiç birinin tasvip etmesi mümkün olmayan tavırlar sergileniyor bu günkü MHP'de...
Milliyetçi değil, Turancı değil, Türkçü değil, Ümmetçi değil, bağımsızlık taraftarı değil, AB ve ABD'ye yani emperyalizme karşı değil, üniter devletten yana söylemi yok aksine; "Farklılıkların farkında olarak ülkeyi yönetmeye talibiz." diyebilecek kadar federasyoncu veya onalarla aynı söylemlerde...
Bu eksikleri sayarak çoğaltmak mümkün ama; nedense bu günlerde mevcut MHP yöneticilerine şirin görünmek adına, Türkeş ve döneminin fikir adamlarına atıflar yapılarak bir şeyler yapılmak isteniyor!...
Allah aşkına, ne yapıyorsanız, ne yapacaksanız, nedüşünüyorsanız açıkça yapın!...
"Bahçeli MHP'nin Bahçevanı"nı sevenlere, kimsenin bir şey dediği yok... Tavrınızı açıkça koyun ortaya! Biz nasıl; "Ülkücüyüz, Turancıyız, Türkeşçiyiz." diyorsak sizler de "Bahçeliciyiz." deyiverin... Bu tavrınıza veya tarzınıza kimin ne demek hakkı olabilir?...
Millet adına siyaset yaptığını söyleyen kimlerin, kimlerci olduklarına itiraz etmemiş bu millet; sizin "Bahçelicilik" tavrınızın farkında olsa bile, tevazu ve vakarından size tepkisi olmaz!...
Bizim; "Ne mozaiği ulaaan!..." diye unutamadığımız sese; geçtiğimiz günlerde "Ne çiçek bahçesi ulan." diye nazire yapan seslere desteğimiz devam edecektir...
Allah(c.c.)'ta ne nasibetmişse o olacaktır elbette...
Çekeceklerimiz, göreceklerimiz varsa tevekkülle yaşayacağız ama asla mücadeleden vaz geçmeden!...
"Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; herşey Türk'e göre, Türk tarafından, Türk için..."
BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMYAN KAÇAKTIR...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 03, 2007

SAVAŞ SUÇLUSU SİVİLLER !...

11 Eylül'de ki İkiz Kuleler'in vurulmasıyla ilgili, kısa metrajlı filimler izliyordum.
Bir filimdeki konuşmaların etkisinde kalmamak mümkün değildi.Filmlerden birinde, Amerikalı bir askerin ruhuyla irtibat kurabilen bir arap konuşuyorlar:
Amerikalı askerin ruhu;
- Usame bin Laden, neden sivil Amerikalıları ve İsraillileri vuruyor? diye soruyor. Cevap;
- Amerika ve İsrail demokrasiyle yönetilen ülkeler. Ve oralarda insanlar, kendi yöneticilerini kendileri seçiyorlar. Bu yüzden de Amerikalı ve İsrailli siviller, yanlış seçimlerinden dolayı suçludurlar!...
Kendi yöneticilerini kendileri seçtiği için suçlanan veya suçlanması hayal edilen siviller!...
Düz mantıkla doğru mu doğru!...
Amerika'da da, İsrail'de de veya dünyanın neresinde olursa olsun kendi yöneticilerini kendileri seçen siviller, yanlış seçim yapmışlarsa suçlu değiller midir?...
Aynı mantık ve bakışla Türkiye'ye de baktığımızda; yanlış seçimlerinden dolayı yapılan yanlışlara, yanlış yönetimlere itiraz hakkı var mıdır Türkiye'nin?...
Haçlı; dünyayı kan gölüne çevirmiş!... Amerikalı ve israilli sivillerin yanlış seçtikleri yanlış insanlar yüzünden dünyada yarasız ülke insanı, savaşsız coğrafya yok gibi!...
Haçlı; 1000 yıllık intikamının peşinde olarak, İslam'la hesaplaşmak üzere taaa burnumuzun dibine kadar gelmiş; Irak'ta, Filistin de, Pakistan'da ve dünyanın başka İslam coğrafyalaraında, Kerkük'te İslam ve Türk kanı akıtırken; demokrasiyle yönetildiğini zanneden Türkiye'de de yanlış isimlerin seçilmesi yüzünden gözümüzün önünde cereyan eden bu intikam hareketlerini, sadece seyrediyoruz!...
Hatta sadece seyretmekle kalmayıp; daha düne kadar tanıdığımız en zalim insanların başında olan Saddam'ı Amerikalılar, Haçlılar astırdı diye Saddam'a rahmetler okuyoruz!...
Şimdi suçlu arayalım hadi hep beraber...
Amerikalı mı, Haçlı mı, onlara dayanamayan Iraklı mı, Irak'ı yıllarca zulme tabi tutan Saddam mı, kapı komşusuna müdahele edemeyen Türkiye mi, İran-Irak savaşında yıllarca birbirini öldüren Müslümanlar mı, onları horoz dövüştürürcesine savaştırarak ölen müslümanların çetelesini tutan Hristiyan alemi mi?...
Yanlış seçimlerle, yanlış tavır koymalarla, sadece tepki olsun diye 'İnadına Tayyip' sloganına oy vererek; birilerini siyaseten cezalandıracağım diye kendini cezalandıran Türk Milleti'nin hiç mi kabahati yok?!...
Yarın yapılacak seçimlerde "alternatif yok!" düşüncesiyle, yeniden aynı yanlışı yapmaya müsait olan, siyaset yalancılarının içindeki doğrucuları, doğru insanları fark etmeyecek olan Türk Milleti'nin hiç mi kabahati olmayacak?...
Madem ki demokrasi; milletin kendi kendini yönetmesi, kendi yöneticisini kendi seçmesi şeklindeki bir sistemdir; o zaman bu güne kadar çektiklerimizden ve yarın olası çekeceklerimizden sadece biz sorumlu değil miyiz?...
Yanlış seçim yaparsak yanlış yönetileceğiz ve şikayetlenmeye de asla hakkımız olmayacak!...
Sanki bu demokrasi denen sistem bize göre değil mi ne?!...
Aklımızı başımıza toplayamazsak; yanlışlarımızdan sür'atle dönemezsek korkarım daha çoooook kendi kendimizi cezalandırmaya devam ederiz...
Ve "SAVAŞ SUÇLUSU SİVİLLER" kategorisinde hep oluruz!...
Allah(c.c.); aklımız sür'atle başımıza toplamamıza yardım eylesin...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ocak 02, 2007

HOŞ GELDİN 2007...

Haklıyla haksızın binlerce yıldır, milyonlarca, milyarlarca yıldır süren savaşının; günümüze denk gelen bir mücadelesini, izliyoruz gevşek gevşek...
Romantik bilgilerimizden, romantik beklentilerimizden yani gönlümüzden sorsak mücadelenin galibi, elbette haklı olacak...
Günümüzde bize gevşek gevşek seyretmenin nasibolduğu bu insafsız mücadelenin galibini tahmin edebilmek için birinin haklı olması gerek ama haklı yok bu mücadelecilerde!... Biri dünyanın jandarmalığına soyunmuş rolleriyle bir "Haçlı Akıncısı"; diğeri, yıllarca kendi ülkesine, kendi vatandaşlarına, kendi soydaşlarına etnik farklılıktan, mezhep farklılığından dolayı zulmetmiş bir zalim!...
Düz mantıkla, dünya jandarmalığı rolüne soyunmuş Haçlı Akıncısı'nın galip gelmesini beklemek mümkün... Ama zalimi suçlattığı 148 kişinin ölümüne emir vermek suçuyla; kendisinin "Demokrasi getireceğim." iddiasını yerleştirmek için milyonlarca insanın ölümüne emir verdiğini hatırlayınca, "Zalim galip gelsin!..." diyesimiz geldi yıllarca...
Çoğumuz da bazan "Osmanlı'ya ihanet eden her kimse mutlaka Allah(c.c.) onun belasını veriyor!"... "şeklindeki kindar ve akıldan yoksun yaklaşımlarımızla ve bütün hissiyatımızı tatile göndererek sadece seyirciliğe soyunduk!...
Bu "Demokrasi getirmek" adına yapılan işgallerin sonunun gelmeyeceğini bile bile; bu işgallerin belli bir sıraya koyulduğunun saklanmasına bile gerek olmadığı halde sırayı atlaya atlaya, seyrediyoruz yıllardır!...
Dünya, yeni yıl; Müslüman Dünya ise hem Kurban Bayramı, hem Hacc Mevsimi em de yeni yılı bir arada yaşayabilmenin heves ve bayram hazırlığındayken "Büyük zalim" ve işgalci, "Küçük Zalim"i astı!...
"Küçük Zalim"i kendi vatandaşlarına, Saddam'la kan davaları olduğu söylenen Şiilere astırdı. Kendi zalimlerini, kendi cellatlarıyla ve zalimane asan Iraklılar, sokaklarda şenlikler düzenlediler.
İntikam almışlığın coşkusuyla zılgıtlar attılar...
Diğer yanda, aynı sınırlar içerisinde "Küçük Zalim"i kahraman bilen epeyce bir insanın yası başladı!... Hemen intikam saldırıları da bu yası takip etti tabiki!...
Şimdi ise; "İşgalci Büyük Zalim", küçük zalimin asılmasındaki suçluyu ilan etti: Irak'ın Koalisyon Hükümetinin Başbakanı!...
Bize asılmamak şartıyla teslim ettiği 40.000 kişinin katilini, bize ve dünyaya unutturarak; 148 kişinin katliyle suçladığı "Küçük zalim"i asılması kaydıyla teslim eden "Büyük zalim" şimdi de olayı üzerinden atmak için seneryolarını sahneye koymaya başladı!...
Oysa komplo teorisyenleri; bunun böyle olacağını aylardır söyleyip durdular!... Ne o komplo teorilerini dinleyen oldu, ne de şu anda o teorilerin haklılığının farkında olan var!...
2007 yılı, Ortadoğu'ya belalar yüklü olarak geldi. Türkiye'nin bu belalar sağanağından korunacak şemsiyesi var mıdır?Bilemiyoruz!...
Ortadoğu'ya yağmak üzere olan bu belalar sağanağından Türkiye, en az zararla kurtulmanın hesaplarını yapmış mıdır?!..Bilemiyoruz!...
Bizim çok önemli ve sanal meselelerimiz var!...
Başörtülü bir hanfendinin kocası, Cumhurbaşkanımız olsun mu, olmasın mı?... Cumhurbaşkanı seçilmeyi bekleyen "Başörtülü bir Hanfedinin Kocası", irticanın tetikleyicisi olur mu, olmaz mı?...
Kurumlar arasındaki bu gittikçe sertleşeceğe benzeyen çekişmelerin; sınırlarımızın hemen yanıbaşında başlayan belalar sağanağına karşı alınması gereken tedbirleri geçiktireceğinin ve bu bir anlık gafletin millete nelere mal olabileceğinin hesabı, kimsenin umurunda mı?!...
Ehil siyasetçilerin atadığı, ehil devlet adamlarının, gereksiz münakaşaları yüzünden kurumlarımız birbiriyle kavgalı ve biz bu uyumsuzluk içindeki istikrarımızla övünmeğe devam ediyoruz!...
Ya Rabbi; sonumuzu sen hayreyle!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN