Çarşamba, Şubat 28, 2007

SİYASETİN DEVELERİ !...

Hikaye bu ya;
Aslan; ormandaki hakimiyetinin yanında bir de kendine yakın bir dünya oluşturur. Aslanın avlanmasını dört gözle bekleyen, onun av artıklarıyla geçinen ve aslana çok sadık bir grup oluşturur.
Tilki, çakal, karga ve benzeri, etobur bir sürü yakını vardır. Bu yakınların içinde sadece deve, otoburdur. Dolayısıyla da bu kadar et ve leş yiyici arasında huzursuzdur.
Bir gün kendine göre bol otlu ve sulak bir yer bularak aslandan ayrılmak için izin ister. Aslan, sebebini sorunca:
- Bu kadar etoburun arasında huzursuzum. Geceler rahat uyuyamıyorum der.
Bu gerekçeyi haklı bulan aslan:
- Ortaya ünvanımı, aslanlığımı koyarak sana söz veriyorum. Sana ne kimsenin zarar vermesine izin veririm ne de benden sana bir zarar gelmez. Diye söz verir.
Bu verilen aslan sözü üzerine de deve, huzuru yakalayarak günlerini keyifle geçirmeye başlar.
Günlerden birgün aslan, bir büyük avda yaralanır ve avsız döner. Yaraları ciddidir. Ve ne kadar zamanda iyileşeceği bilinmemektedir. Aslanın hastalık süresinin uzaması, yakınındaki leş yiyicilerin aç kalmaları demektir. Hepsini ciddi bir endişe sarar. Aralarında tek otobur devedir ama deve de aslanın yakın koruması altındadır.
Toplanarak aslana giderler ve deveyi yemeği teklif ederler. Aslan çok hiddetlenir ve hepsini kovar.
Tilki, hemen tilkice bir plan hazırlar ve diğer arkadaşlarıyla paylaşarak uygulamaya koyar. Aslanın etrafında toplanarak ve deveyi de çağırarak bir istişareye başlarlar. Söze çakal başlar:
- Ey Ormanların kralı! Sensiz hepimiz birer hiçiz. Sen avlanamazsan hiçbirimiz yiyecek bulamayız. Sen de maalesef yaralısın ve bakıma ihtiyacın var. Bu kadar arkadaşımın aç kalmasına asla razı olamam. Sizin bir an önce iyileşebilmeniz için ben kendimi feda ederek ve gönüllü olarak size yem olmak istiyorum.
Plan gereği tilki, hiddetle müdahil olur:
- Çekil oradan! Senin gibi bir leş yiyicinin etiyle muhteşem kralımızın midesini rahatsız etmene izin veremem. Ben senin gibi leş yemem ve etim seninki kadar olmasa da seninkinden temizdir. Aslana ben yem olacağım. Der.
Karga daha büyük bir hiddetle ve yine plan gereği müdahele eder.
- İkiniz de kenara çekilin! İkinizin de eti bir halta yaramaz ve kralımızın midesini bozar. Benim etim azsa da sizinkinden temizdir. Krala ben yem olacağım der.
Plan ve daha önceden yapılan anlaşma gereği, kargaya da deve itiraz edecektir ve eder.
- Hepiniz kenara durun! İçinizde tek otobur benim.Krala yem olmak sadece bana düşer. Der.
Devenin teklifine hiç kimse itiraz etmez. İtiraz olmayınca ve herkesin hayatı söz konusu olduğu için aslan da itiraz edemez.
Ve deve, aslana yemdir!...
Aslandan artan yiyecekle de bütün leş yiyiciler, aslan iyileşinceye kadar hayatlarını devam ettirirler.
Dedik ya hikaye bu!...
Günümüz siyasi partilerini; duyarlı her yüreğin, bu mantık süzgeciyle bir daha incelemelerini ve her partideki deve tariflileri görmeye çalışmalarını öneririm.
Böylesi tilkice kurnazlıkların olmadığı ve yer bulamayacağı bir siyasi parti varsa orada toplanarak Türk Milliyetçiliğinin makus siyasi talihini değiştirmelerini, bütün samimiyetimle dualar ederek dilemekteyim.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 25, 2007

ÇOK SUSTUK -2-

Biz, çok sustuk !...
Bizim suskunluğumuz, yanlış anlaşıldı!...Veya -birileri- bizim suskunluğumuzu, işlerine geldiği gibi yorumlar oldu!...Onlar ısrarla taşkınlık yaptıkça, bizler de ısrarla susunca; "Sükut ikrardandır." şeklinde yorumlama gafletine düşenler oldu!... Bayrağımızı yaktılar, sustuk !...
Atatürk büstlerini kırdılar, sustuk !...
Kongre yapıyoruz diye, Başkentimizde salonları doldurdular Bayrağımızı -göstere göstere- atıp çiğnediler, yerine paçavralar salladılar, sustuk !...
Kongre sonrası sokaklara dağılıp çevreyi als-üst ettiler, sustuk !...
İstiklal Marşımızı okumadılar; uyduruk enternasyonal parçalar okudular, zılgıtlar çektiler, sustuk !...
AB'nin yolunu; siyasi destekçilerinin de desteğiyle Diyarbakır'dan geçirmeye soyundular, sustuk !...
Yol kestiler, sustuk !...
Baş kestiler, sustuk !...
Baş kaldırdılar, sustuk !...
İstanbul'un, Mersin'in altını üstüne getirdiler, sustuk !...Güneydoğu'dan hareket ederek İmralı Tatil Köyü'ne hürriyet götürmeğe kalktılar, sustuk !...
Baş kaldırarak, "İstemezük!.." diyerek bir Valimizi yerinden aldırdılar, kelle aldılar, sustuk !...
PKK'ya destek amaçlı olduğu kesinleşen kap-kaç çeteleri oluşturdular, sustuk !...
Türkiye'yi dünya kaçakçılık cennetine dönüştürdüler, sustuk !...Bütün bu yukarda saydıklarımı hem yaptı hem de göz altından bizi izlediler!...
Bizim ne yapacağımızı, bizim nasıl bir tepki vereceğimizi merakla beklediler !...Baktılar ki; biz hep susuyoruz, artık gizli saklı davranmamak gereğine inandılar!...
Geçtiğimiz aylarda alt-üst kimlik gibi uyduruk, yapay bir gündemle -günlerce- beynimizi kemirdiler !...Yukarda saydığım davranışlarla; ne istiyorlarsa aldılar !...
Her istediklerini zorla alınca da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kimliksizleştirmeyi
istemeye başladılar !...Ve bu kimliksizleştirme operasyonunu tamamlamak için; bir Ermeni asıllı Yurttaşımızı, Vatandaşımızı hunharca katlettiler!...Haçlı Dünya'sını üzerimize kaldırdılar!...
Yeter artık be !...
Yeter edepsizlik ettiniz be !...
Sustuysak, suskun kaldıysak, yaptıklarınızı bıyık altı gülerek izlediysek; yaptıklarınızı, art niyetli komşunun bilerek desteklediği, çocuğumuzun yaptığı şımarıklıklar saydığımız içindir !...
Sizden korkan, sizin gibi olur !...
Başbakan; "Haklarını, istediklerini vermezsek isyan ederler." anlamına gelen çok talihsiz ve bana çok korkakça gelen beyanlarda bulunmuştu!...
Yedi düvel bir olup, üzerime geldiğinde korkmadım ki şimdi üç-beş baldırı çıplağın zılgıtından korkayım !...
Haçlı olup yüzlerce yıl üzerime geldiklerinde geri adım atmadım ki; şimdi bu Avrupalı Birliği dayatmalarıyla başkaldırmaya niyetlenen tebaalarımdan korkayım !...
Israrla, ısrarla söyleyeceğim;Devlet olmanın kuralları vardır. Atalarımız, bu kuralları uygulayarak Devlet oldular...Devlet Kalmanın da kuralları vardır!... Devlet kalmak istiyorsak -ki Türk Milleti asla devletsiz olmaz- bu kuralları uygulamak ta yaşayanlar olarak bize düşer !...
Nedir bu kurallar?...
1- Kimsenin uymakta endişe edemeyeceği, adil yasalarımız olacak... Kırk bin insanımızın katiline özel beslenme kürleri uygulayıp, töre cinayeti veya kazara suç işlemiş bir kader kurbanını şiddetle cezalandırırsak, bu yasalara uyulmaz!... Bölücü terör örgütünün Hakkari'deki irtibat adresi olan, kanlı Şemdinli baskınına fiilen karıştığı için yasalarımızca cezalandırılmış olan, hatta PKK'nın kurucu 20 kişisinin arasında olan birini takip eden Güvenlik Güçlerimizi; PKK'nın senaryosu olduğu her yerinden belli olan bir oyuna kurban verirsek; Kahramanlarımızı, -AB ve yerli işbirlikçiler istiyor diye- hainlerle bir tutmak, onlarla bir görmek gafletine düşersek, yeni kahramanlarımız olmaz !...
2- Paramızın değerini kazandırıp, yeniden piyasada kendi paramızın gücünü sağlayamazsak, vergi toplayamayız. Dolarla, euroyla yapılan alış verişleri, kayıt altına alamayız. Böyle olunca ekonomimiz olmaz...
3- Kırsalda da şehirlerde de vatandaşımızı; terörist ve çapulcularla başbaşa bırakırsak, can ve mal güvenliklerini sağlayamazsak Mili Ordu oluşturmakta ve güvenlik gücü oluşturmakta sıkıntı yaşarız !...
Yani Devlet kalmayı, tehlikeye atarız !...
Kutadgu Bilig'den sunduğum bir paragrafı, bir daha hatırlatayım; "Ülkeyi elde tutabilmek için orduya ihtiyaç vardır.Orduyu besleyip donatmak için de çok mal ve servet gerekir. Orduyu besleyip donatacak akçayı bulabilmek için de halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de yöneticiler doğru yasalar koymalıdır. Bunlardan biri ihmal edilecek olursa dördü de işe yaramaz.Dördü de işe yaramaz olunca devlet yönetimi çözülür, ülke yönetimi bozulur."
Günümüzde devlet yönetimi çözülmek üzeredir, ülke yönetimi bozulmak üzeredir!...Ve hala susmaktayız !...
Biz susmaya devam ettiğimiz sürece; alt kimlikler de olacaktır, alt kimlikleri kaşıyanlar da !...
Korkarım sıra bize geldiğinde aklımız başımıza gelecektir ama -yine korkarım- geç kalmış olacağız !...
Tarihi, hep biz yaptık başkaları yazdılar. Mütevekkil olalım ama böyle de tevekküle baş eyemeyiz ki !...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 21, 2007

BİZİ DUYUN-2-

Mutlaka bir şeyler yapmak lazım!...
Doğru zamanda doğru bir duruş sergilemek lazım!...
Türkiye'de; kavramlar kargaşasından kaynaklanan bir fikir kirliliği mevcut!..Çok iddialı ve büyük bir tarifle giriş yapmış olabilirim. Bir yerlerin dikkatlerini çekebilmek ve beni rahatsız eden konularda; düşünen ve düşündüğünü söyleyebilen cesur yüreklerden destek almam lazım!...
Bu desteğe çok ama çok ihtiyacımız var...
Kendimi yargılatmak istiyorum!Benim yargılanmam bittikten sonra, çıkacak karar ne olursa olsun; hep beraber diğer yargılanmaları gerekenleri de maşeri vicdanlarda yargılatmak istiyorum!...
Elhamdülillah, Kalu Bela'dan beri Müslümanım...Kelime-i şehadetimle bunu ikrardan da şeref duyar, huzur bulurum...
Milletler olarak Cennet'ten kovularak yeryüzüne indirildiğimiz günden beridir de Türk'üm...
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsinki Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir.(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiç bir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur."( Maide 54) Ayetinde tarif edilen toplumun Türk Milleti olduğuna inananlardanım...
Ayet-i Celile bu!...İsteyenin anladığı gibi anlama hakkı var mıdır bilemem ama benim anladığımdan, tarihi de gözden geçirince bu tanıma uyan toplum olarak Milletim çıkıyor...
Bu ayetten ve buna destek veren ayetlerden yola çıkarak milliyetçilik yapmama, dinen bir sakınca olmadığına inananlardanım...
Milliyetçiliğin bir fikir akımı olmadığını,fıtrati bir özellik, içgüdüsel bir duygu olduğunu; amca ile dayı münakaşasında amcadan yana tavır koyamayanın milliyetçi olamayacağına inancımı daha önce defaatle açıklamıştım...Veya kapı komşusunun sıkıntısını görmezden gelenlerin; Bosna-Hersek'teki, Karabağ'daki,Filistin'deki, Irak'taki, Kerkük'teki, Doğu Türkistan'daki, dünyanın her yerine dağıtılmış yurtsuz Ahıskalılar gibi mazlum Türklere ve mazlum' insanlara karşı duyarsızlıklarına öfkelenmenin gereksizliğini de hatırlatmıştım, tekrar hatırlatırım...
Duyarlı ve imanlı birinin Allah rızasından başka bir beklentisi olamayacağına, birileri tarafından övgüyle taltif edilmeye ihtiyacı olmaması gerektiğine göre; duyarsızların da sertçe kınanmamaları gereğine inanırım...Çünkü genetik olarak içgüdüsünün gereğini yapmaktadır ve mazurdur...
Bir Alman'ın, bir Fransızın genetik iç dürtüleri gereği yapacağı milliyetçiliğe elbette itiraz etmem.
Ancaaak! Yapacağım milliyetçilikle muassır medeniyetler seviyesini yakalamak ve herkesi medeniyette ve teknolojide geçmek arzuma da kimsenin karışmasına izin vermem...
Kimsenin inancı ve imanıyla -haşa- uğraşmadığım için; imanımla, inancımla uğraşanları ve imanları ölçmeye kalkanları da tel'in ederim!...
Günümüzde veya geçmişte, bir şeyhin arkasına takılmakla daha fazla müslüman olunacağına inanmadığım gibi, şeyh peşine takılmamakla imansız olunacağına da inanmam!... Çünkü buna Rabb'imiz de izin vermez.
Birliğe, beraberliğe sonsuz ihtiyacımızın olduğu bu günlerde; Milliyetsiz Milliyetçiler'in yönetimindeki partilerin siyasetsizliğini de reddediyorum...
Namaz kılarken görülmezsen imansız; namaz kılarken görülürsen mürteci olarak suçlanabileceğimiz bir yönetim şekline de kafa tutmak istiyorum...
Oysa aklım kesti keseli devlet-i ebed-müddet diyenlerdenim...Tarihle akran olan Devletim'in yanlış yönetildiği; Devletim'le milletimin arasına girmek isteyen günübirlik siyaset lümpenlerinin olduğu kanaatindeyim!...
Bu lümpenlerden birilerine taraftar olmayı, hazmedemiyorum...
Kendimi yaşamak, Ülkücülüğümü yaşamak ve kendimi ifade etmek istiyorum...Kendimi yaşarken, Ülkümü ifade ederken kimseyi incitmek gibi bir kastım asla olmaz. Ama ortaya söylediğim sözümü üzerine alınarak kırılanlardan da özür dilemem!...
12 Eylül 1980 kıyametinden sonra çok iyi anlaşabildiğim Devrimci arkadaşlar edindim. Neredeyse dostluk kurulacak kadar hem-hal olabildik...Yıllarca bu insanlarla kavga ediş sebebimizi ve birbirimize kapanmayacak yaralar açmış oluşumuzu, yorumlayamıyorum!...
Bu yorumlayamama bocalamalarımda da canım yanıyor!...
AB'ye körü körüne evet diyenleri, yaklaşık 50 yıldır AB kapılarında bekleyenleri, anlama sıkıntısı çekiyorum!...
Sadece din veya başka ve tek bir gözlükle bakarak çağ ve medeniyet dışı kalmayı savunanları da anlayamıyorum!...
Yeni bir Haçlı Birliği, bir hristiyan birliği olan AB'de; bizi alıp almamak üzerine yapılan referandumlara, isyan ediyorum!...Benim ülkemde AB'ye girip girmemek konusunda neden bir halk oylaması yapılmaz bunu da anlayamıyor ve yorumlayamıyorum!...
Bizim irademize halk oylamasıyla baş vurmayan siyasi iradeleri de buğz ediyorum!...
Benim gibi düşünenlerin sayısının az olmadığını, biliyorum.Ve bizim sesimizin yeterince duyulmamasına da isyan ediyorum!...
Artık birilerinin bizi duyması gerek!...
Bu duyanların da yetkileri kadar etkilerini görmek istiyorum!...Yoksa canı yanan, kimliği incitilen, öz yurdunda paryalaştırılmak istenen Türk Milleti; sesini duyurabilmek için naralar atmaya başlayacaktır...
Bu milletin narası da Tekbir olduğuna göre; ürkek yürekleri, Milliyetsiz Milliyetçileri çooook incitir!...
Artık bizi duyun vesselam...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 16, 2007

YUNUS İLE HASBİHAL...

Esirgeyen ve bağışlayan Allah(c.c.)'ın adıyla...

"Dört Kitabın tamamın
Okudum ezber ettim
Aşk'a gelince gördüm
Bir uzun hece imiş."
Aşk'ı böylesine aşıkça; böylesine mertçe, böylesine Türkçe söyleyen Allah Dostu, Allah(c.c.) senin dostun olsun...
Günümüzden yaklaşık bin sene önce; mes'eleye, mes'elesine sahip çıkarken gücünün kaynağını, çok doğru seçmiş Yunus;
Türk'ün tevekkülünün, Türk'ün tefekkürünün adı olmuş, adı olmayı başarmışlardan biri olmayı başarmış Yunus;
Türk'ün Yavuzca öfkesinin tezatı, tevazusunun simgesi olmuş, simgesi olmayı başarmış Yunus;
"Cumhurbaşkanından genelev kadınına kadar insanımızın mes'elesi, mes'elemizdir." diyebilen Rahmetli Başbuğum'a mihmandarlık eden Yunus;
Sana benzemeğe çalışırken yalnız bırakılanları, anlaşılamayanları; kendi başını kaşımaktan acizken başını kaşıyanlara karşı koyanlara karşı, yalnız kalanları yalnız bırakan Yunus;
Seninle yeniden ünsiyete başlamadan, sana şikayetlerimi sıralamaya başlamadan, becerebildiğim kadarıyla günümüz hallerini, sana arz edeyim istedim!...
Bağışlamayla cezalandıracağın bu şikayetlendiklerimi, ben de senden başkasına şikayet etmeğe kıyamam!...
Yesevi Dergahı, Taptuk Ocağı ile eş tuttuğumuz Ocaklarımız'da, yaptıranları tarafından bir kere bile kullanılmayan mescitler var!...
"Zulüm Azrail olsa, hep hakkı tutacağız." diye kartvizit bastırarak; zulümle-zalimle Azraili eş değer, emsal görebilecek kadar cahillerimiz ve bu cehalet mensuplarının, zulme ortaklıkları var!...
Devşirme hukukun haksız hakkı karşısında, Hakk'ın Hukuku'nu savunanlara karşı sayıları epeyceye varan 'Hukukun Hakkı'nı savunur görünen hukuk akbabaları var!...
Aşk'ın senin tarifinle sunulduğu yerlerde "Yaratan'ın hatırına" hoş görülmesi gerekenlere ezalar var, cezalar var!...
Vuslata ermek için işbirliğinde olması gereken akılla, gönül arasında kıyasıya savaşlar var!...
Şikayet edilmesi gerekenlerin, şikayet edilmesi gereken yerlerde, menfaatsiz selam almayan Fuzuli hasımları var!...
"Hiç bir Kitab ehlini hakir görmeziz haşa
Çün din tamam olduğunda başlar muhabbet." diyerek Kelimetullah'a tercüman olmuş senin inadına, inananları birbirine hasımlaştırarak cemaatçi geçinen, din tahribatçıları var!...
Kaynağının Kur'an olduğuna inandığım demokrasi adına kendi partisine oy vermeyenleri gayr-ı müslimlikle itham edebilecek kadar pazarlamacı, din tacirleri var!...
" Sen kendini bilmezsin
Bu nice okumaktır." diyen senin inadına; okumuşlardan, prof.laşmışlardan insanın yaşama hakkına müdahele edenler, düşünce haklarına tecavüz edenler, örtünüp örtünmemeyi devlet politikası yapmak isteyen demokrasi ucubeleri var!...
Devlet-i Ebed Müddet inancı sahibi bir milleti; inancıyla uğraşarak devletiyle çatıştırmak isteyen uzaktan kumandalı, devlet-millet hainleri var!...
Modernleşmek adına, ilericilik adına ortaçağ engizisyon mahkemelerinin uygulamalarına dönmek isteyen bağnazlar, devrim yobazları var!...
Söylemlerine Allah(c.c.) adıyla başlayıp şeytanın emriyle hareket ederek inananları, Allah adıyla kandırmaya çalışanlar var!..
Adlarını "Adil Düzenciler" koyan ve her gün bir fikri gömlek değişmeyi, tekamül diye adlandıran ve beyt-ül mal'dan trilyonları çalan "doğru hırsız(!)lar" var!...
İlm-i Siyaset'in fikir babalarından olan Yunus; ilm-i siyaset adına Kur'an'ı, dini siyasi malzeme olarak kullananlar var!...
İbadette gösterişin haram kılındığı Dinimiz'in arkasına saklanarak, oy uğruna veya ikbal peşinde küçülerek Cuma Namazları'na koşarak gidenler; on beş kişiyle abdest alanlar var!...
Yalancılıklarıyla milleti kandırmayı maharet sayan ve yalancılıklarından dolayı alkışlanan yalancılar var!...
Daha ne yalanlar, ne talanlar var bir bilsen Yunus!...
Bir bilsen!...
Ve becerebilsen zor kaçtığın dünyaya bir daha gelebilsen!...
Allah Dostları'nın, sevenlerinin çektikleri sıkıntıları görerek utancından bir daha, bir daha ölebilsen!...
Zaten sormazsın, soramazsın da keşke ne sen sorsaaaan, ne de ben söylesem Yunus!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 14, 2007

DOĞRU ZAMAN, DOĞRU SAF...

Azerbaycanlı Şair Azaplı Mikail rahmetli, bir şiirinde;
"Gümanım kalmadı göy Allahı'na
Deyirem ölürem, demirem olmur!.." diye sitemlenmişti.
Şimdi aynı durumdayız! Söylesek öleceğiz, söylemesek olmuyor!...
Fikren, zikren birbirine benzeyen, hatta Rahmetli Başbuğumuzca birbirine benzetilen "Ülkü Devleri" perakendeleştirildi. Perakendeleşen Ülkü Devleri'ni; birileri, bir yerler kandırarak dağıtsa; gidenlere, terk edenlere ağız birliği ile saldıracağız. Ama böyle bir şey yok!... Ülkücülerin tamamının; tek adresleri ve siyaseten tek çatıları olan MHP'den dışlandığını, tard edildiğini, üyeliklerinin silindiğini, genel başkanlık adaylıklarının gayr-ı meşru yollarla engellenildiğini seyrederek perakendeleştik!...
Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı!...
Susanların, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerin sayısı arttıkça; bu dışlayanlar, bu feshedenler pervasızlaştılar!... Yaz mevsiminin kızgın güneş sıcağında, birlikte vırraklaşan kurbağalar misali bağırmaya başladılar!...
Kurbağaların en kalabalık bağırdıkları zamanda yapılacak teş şey, kurbağanın gölüne bir taş atmaktır. Acizane kurbağanın gölüne bir taş atmaya niyetlendim. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kurbağaya değer...
Halife-i Raşidin'den, sahabilerden ve İslam aleminin gönül birliğiyle sevdiği müslümanlardan olan Hz. Ömer'den bahsetmeye çalışacağım. Mezhep-meşrep tassubu olmayan bir Müslüman olarak; Hz. Ömeri çok dikkatle izleyen biriyim .
Ömer ibn-i Hattab; yiyen, içen, nara atan, aslan avlayan, kızlarını diri diri kuma gömen, puta tapan, tapmayanı zorla taptıran, gazaplandığında Kureyş'i evlerine tıkabilecek kadar hükümran bir Ömer...
Bu Ömerler, iki tane...
Biri Ömer ibn-i Hattab, diğeri Ebu Cehil... Bu ömerler öylesine hükümranlığın zirvesindeler ki Hz. Peygamberimiz(s.a.v.); Allah(c.c.)'tan bu iki Ömer'den birini niyaz eder...
Menfi anlamda tarifin zirvesindeki bu Ömerlerden birisi, Ömer ibn-i Hattab; ne zaman ki şehadet getirerek doğru safa girer, bir anda Ömer-ül Faruk ünvanını kazanır. Mü'min-müşrik, inanan-inanmayan, müslim-gayr-ı müslim her kes tarafından "Adaletin Timsali" sıfatıyla anılmaya başlar.
O zaman da Müslüman-Türk bendenizin; Hz. Ömer'den alacağım, aldığım ders başlar. Demek ki, Ömer ibn-i Hattab kadar güçlü dahi olsa bir insan, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır...
Demek ki; aklı selim sahibi her kese düşen görev; doğru zamanda, doğru zeminde, doğru duruşla, doğru safta saf alarak 'Yanlış!' tarifinden kurtulmak olmalıdır.
Bu iki Ömer'den diğerinin yani Ebu Cehil'in safında kalarak yanlışlıkta ısrar da elbette aklın ve cüz'i iradenin gereğidir. Bu tercihe itiraz edebiliriz ama tercih, tercih sahibinindir.
Yaklaşık bir haftadır; Anadolu'yu dolaşıyoruz. Dostlarımızla, Ülküdaşlarımızla hem-hal oluyoruz. Rahatsızlıklarımızda, şikayetlerimizde müştereğiz hamdolsun. İnşallah önümüzdeki günlerde sür'atle; doğru zamanda, doğru safta birlikte saf tutarak yanlış tarifinden de kurtuluruz...
Siyasetin; hatır-gönül işi olmadığının çok bilincindeyiz. Kimseye safını tarif etmek gibi bir ukalalığa da soyunmayız.
Yapacağımız sadece gönlümüzü, dostlarımızın ayakları altına atmaktır. İsteyen ezip geçecektir gönlümüzü ve biz -inşallah- "ooof" bile demeyeceğiz. Ya da ayakları altına attığımız gönlümüzü alarak gönüllerine katacak ve bizlerin sessizce bahtiyarlığımıza vesile olacaklardır.
Bi-tarafın ber-taraf olduğunu, yıllarımızın verdiği tecrübeyle hepimiz biliriz. Ve bu tecrübeleri, çok pahalı edindiğimizin de farkındayız. Bu yüzden ziyadesiyle seçici, bu yüzden ziyadesiyle temkinliyiz.
Herkesin artık aklındaki en ufak veya en büyük sorusunu; açıkça sorması ve yine bu sorulara muhatap kişilerin en açık bir ifadeyle bu soruları, bu endişeleri cevaplaması zamanıdır...
Artık geçen zaman; bizim kendi hayatımızla birlikte Türk Milleti'nin istikbalidir, hayatıdır.
Allahçı(!)ların Allah(c.c.)'ı; dinci(!)lerin dini, Atatürkçü(!)lerin Muhteşem Türk Atatürk'ü, Türkçü(!)lerin Türk'ü bitirmek için gayret ettiği günümüzde; serbest ve hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri zamanıdır...
Atı alanın Üsküdar'ı geçmesinden sonra hayıflanmanın, dövünmenin hiç bir getirisi ve mantığı yoktur. Biz oturursak; gelen bizi geçer ve gider. Ama biz yürümeğe değil koşmaya başlarsak, bize yabancı hiç kimsenin bizim yakınlarımızda bile olma şanslarının olmadığını en iyi yine biz biliriz...
Hadi Ülküdaşlarım! Hadi duyarlı serdengeçtiler!
"Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 10, 2007

ALLI MORLU TÜRKMEN KERVANI...

Örülü duvardan tuğla istenmezmiş!...
Büyük Birlik Partisi'nin; Antalya'da yaptığı toplantının sonunda, Muhsin Yazıcıoğlu'nun yaptığı konuşmayı dinleyip tuğlasını istemeyenin; aklından, ferasetinden ve en sonunda da -üzülerek- cesaretinden endişe duyulur.
Üç gün süren Antalya seminerlerini; heves, heyecan, merak ve iştiyakla izledim. Aslında meramımı anlatabilenlerden olduğumu sanırdım ama buradaki üç günü, anlatmaya yeltenmekten korktum!
Ya hamaset yaparak tamamen kendi ruh dünyamı sizlere aktarmalıyım ya da asla buradaki muhteşem atmosferi anlatmaya niyetlenerek sihrine dokunmamalıyım. Ben ikinci yolu seçeceğim. Buradaki Müslüman-Türk Atmosferini yaşayanları şanslı sayarak; burada olamayanların üzülmelerine üzülmekle iktifa edeceğim...
Bu muhteşem atmosferi yaşamama vesile olan Sayın Muhsin Yazıcıoğlu Beyfendi'ye teşekkürler sunmasam da kendimi eksik sayarım. Sağolsun Muhsin Başkan. Yorulmasın, darılmasın ve asla kırılmasın. Zaten O'nu yoracak, O'nu darıltacak, O'nu kırabilecek meselelerin çoktaaaaan bittiğinin; O da, O'nun davetine icabet ederek bahtiyar olan devler de ve bütün katılımcalar da farkındalar... Başka türlü bu muhteşem atmosfer oluşamazdı.
Meselenin muhteşemliği; toplantının bitişinde bütün Türkiyeye duyurulan basın bildirisiyle de mühürlendi.
Bildiri, 9 (dokuz) madde...
Birinci maddesiyle; Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının, neye kararlı olduğu net olarak vurgulandı. İşte bildiri maddelerinden başlıklar:
"1- Türkiye için çıkar yol, Türk Milliyetçiliğidir. Türk Milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel harcıdır.
2- Son günlerde Türk Milliyetçiliğine, Devletimize ve partimize yapılan saldırılar, kötü niyetli bir planın uygulamalarıdır. Başbakan'ın da bu bu çirkin saldırı planınakatılması tehlikeli ve düşündürücüdür.
3- -özetle- AB dayatmalarıyla çıkarılan uyum v.s. yasalarıyla Güvenlik Güçlerimizin eli-kolu bağlanmıştır. Ülkemiz asayişsizdir. Dış politikamız perişandır. Bu yüzden AB'ye giriş süreci, derhal durdurulmalıdır.
4- Daha fazla beklemeden ve gecikmeden TÜRK DEVLETLER BİRLİĞİ için gereken çalışmalar, başlamalıdır.
5- IMF ve Dünya Bankasıyla daha fazla gec,kmeden hesaplar kapatılmalıdır.
6- Yoksulluk, işsizlik ve yolsuzluğa sür'atle dur denilerek bütün yurttaşlarımız, sosyal güvenlik sistemine kavuşturulmalıdır.
7- Cumhurbaşkanını cumhur seçmeli ve başkanlık sistemine geçmelidir.
8- Demokrasi bütün kurallarıyla işler duruma getirilmeli ve Genel Baaşkanlık Diktatörlüğü haline gelen sapmadan sür'atle vaz geçilmelidir.
9- Büyük Birlik Partisi; son katılımlarla daha da güçlenerek hemen yapılacak seçime hazırdır.
Ve bağlayıcı son slogan cümleler:
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti
Yaşasın Türk Dünyası
Ne mutlu Türk'üm diyene..."
Bildirinin okunmasından sonra kürsü alan Muhsin Yazıcıoğlu'nun konuşmalarından, vücut dilinden ve bakışlarından söylediklerine inandığı çok belli oluyordu ve bu inanan davranışlarıyla da dinleyenleri, inandırıyordu.
Hele kırk yıllık eski Ülküdaşlarının gözlerine bakarak; "Firari ülküdaşlarımıza deyin ki Muhsin Yazıcıoğlu seferberlik ilan etti ve hepinizi sefere çağırıyor." davetiyle ağlamayan Ülkücü yoktu...
Yine Muhsin Yazıcıoğlu'nun deyimiyle; " Allı morlu Türkmen kervanı, bütün engellemelere rağmen seferdedir." sözleriyle de sanki gök kubbe yırtıldı tezahüratlarla...
Davet edene, çağrı; davete gelenlere icabet çok yakışmıştı. Çünkü sözle söyleyen muhteşem bir uyumdaydı...
Bu güzel davete, bu Türkçe ve erkekçe duruşa bütün Ülküdaşlarının katılacağına da ben inandım.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 06, 2007

"KADİR HOCA" DA...

Türk Siyasetinde olumlu bir şeyler oluyor.
Ve bu olanlardan, bu gelişmelerden duyarlı her Türk gibi ben de mutlu oluyorum.
"Siyaseti, tutarlı yalan söyleme sanatı şeklindeki tariften kurtarmamız lazım." diye siyaset hakkındaki düşüncelerini açıklayan, BBP Genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun "Büyük Birlik" davetine icabetlerin olduğunu ve hemen her gün kanaat önderi kişiliklerin BBP'ye katıldıklarını duyuyorum.
Daha katılacakların da adları, artık saklanmadan söyleniyor.
BBP'ye katılacağını duyduğum bir kanaat önderinin, ben de yaşattığı heyecanı herkesle paylaşmak istedim. Bu katılım; çok doğru, çok zamanında ve çok Türkçe bir davranış olduğu için bendenizi heyecanlandırdı.
Rahmetli Alparslan Türkeş'in 26.7.1983 tarihli, kendi el yazısıyla, cezaevinden gönderdiği ve sanırım sağır sultanın da duyduğu bir mektubunda; "Abdulkadir Erdil de temiz ve ihlaslı bir anadolu Türkmenidir. Avşardır, benim aşiretimden, boyumdandır. Denenmiş, fedakar bir kimsedir." şeklinde sitayişle tarif ettiği bir kanaat önderinin de Büyük Birlik davetine icabet edeceğini duydum.
Kendilerine sorduğumda yalanlanmadı.
Ve çok ama çok heyecanlandım. Alparslan Türkeş gibi sağlığında dünya ansiklopedilerine 'komiteci' tarifiyle girmeyi başarmış bir kişinin; el yazısıyla tarihi bir vesika niteliğinde bir şeyler bırakmasını, asla tesadüf diye yorumlamayacaklardanım...
Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş tarafından böylesine denenmiş ve güvenilir diye tarif edilen bir Türkeş Dostu'nun, Büyük Birlik Çağrısı'na katılmasını da iki tarafından da okuyorum.
Bir Alparslan Türkeş Dostu'nun, bu davete katılmasının, Ülkücüler ve Türkler arasında ziyadesiyle bir müspet dalgalanma yaratacağından asla şüphem yok...
Bu daveti yapan, yapma feraset ve sadakatini ve vefasını gösteren Musin Yazıcıoğlu'na da; bu daveti reddetmeyerek heyecan ve iştiyakla kabul eden "Kadir Hoca"ya da heyecanlı Türk Milliyetçileri olarak, teşekkürler ederiz.
Geçmişte siyaset yapmış, sonra BBP'ye gelmiş kişiler hakkında; terk ettikleri cenahtan bir şeyler söyleniyor daha söylenecektir de!... Bu söylenenler; eldeki kıymetlere iltifat edemedikleri için kaçtıktan sonra dövünen acemi avcı hezeyanlarındandır!...
Yine de siyasetin tarifini hatırlayarak bu saldırıları mazur görmek istiyorum! Ama önce bu 'terk eden' dediklerine, "siyasi" diye saldıranların da siyasi olduklarını hatırlatmak isterim. Sonra da Ülkücü hareket'in "Kadir Hoca"sı diye bilinen bu 70 yaşındaki Türkmen Beyi'nin katılımını nasıl yorumlayacaklar diye merak bile etmem!...
Doğru zamanda, doğru zeminde, doğru safta, doğruca yer almak kadar heyecan verici bir şey olabilir mi? Millet olarak zorda, devlet olarak darda olduğumuz bu günlerde, millete heyecan verecek bir harekete elbette iltifat edilecektir. "Kadir Hoca" gibi kaliteli ve kalifiye bir Türkmen Beyi'nin, BBP'ye katılmasıyla da herkes, -sanırım- duvardaki tuğlasını istemeye başlayacaktır.
Mesela bendeniz, hayatının tamamını MHP propogandisti olarak geçirmiş ve son bir yılında elinden en sevdiği oyuncağı alınmış yaramaz çocuk gibi dolaşan ben, duvardaki tuğlamı istemeye başladım bile!...
Örülü duvardan tuğla istenmezmiş!.. Duvar benim değilse, bizim değilse duvardan bana ne, duvar sahibinden bana ne? Ben artık tuğlamı istiyorum!... Vermem derlerse de söke sökeeee alırım.
Bana bu cesareti; siyasette hiç lekelenmemiş, seven-sevmeyen herkesin "Kadir Hocası" olan Abdulkadir Erdil'in, BBP'ye katılımı verdi...
Başbuğ'un övgüsüne mazhar olmuş bir Türkmen Beyi olarak, MHP Genel Başkanlığı'na adaylığını açıkladığı, canlı televizyon programının basılmasıyla incitilmek istenen bir Ülkücü Yürek'in, duvardaki tuğlasını istemesinden doğal ne olabilir ki? Ve ben artık niye tuğlamı istemeyeyim ki?...
Önümüzdeki günlerde olduğunu duyduğum; "Kadir Hoca" ve arkadaşlarının katılım törenlerini, heyecan ve iştiyakla beklemekteyim...
Duyan her duyarlı Türkün de aynı heryecanla bekleyeceğinden de eminim...
Ülke genelindeki kanaat önderi Ülkücülere, Dava'nın Aysbergleri'ne yönelen ve yoğunlaşan Muhsin Yazıcıoğlu'nun da çok doğru bir hareket yapmakta olduğunu görmek te, ayrıca heyecan veriyor herkese...
Hiç bir Ülküdaşını, hiç bir yer ve ortamda unutmamış, vefalı Muhsin Yazıcıoğlu'nu; hiç bir Ülküdaşının da yalnız bırakmayacağını, davete koşarak geleceklerini, hep beraber izleyeceğiz...
Hareket; güzel bir hareket ve zamanı da çok doğru. Gerisi Rabbim'in himmetine ve Yüce Türk Milleti'nin ferasetine kalmıştır.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 04, 2007

HRANT OLAYI !...

Günlerdir daha doğrusu Hrant Dink'in katledildiği günden beri; hemen her kes bir işgüzarlıkla, bir bilmişlikle -başka şeylerle uğraşmaları gerekirken- Milliyetçiliği tanımlamaya daha doğrusu yargılamaya başladılar!...
Bu yargılamayı yaparken de farkında olarak veya olmayarak Ermeni Milliyetçiliği'ne tetikçilik yaptılar, yapıyorlar sanırım daha yapacaklar da!...
Artık bu konuyla ilgili hezeyanları okumuyorum.
Ama çaresizlikten veya birebir tanıdığım Dostlarım'ın katılımlarıyla zenginleşen ve güzelleşen TV Programlarını izliyorum.
BBP Genel Başkanı Sn. Muhsin Yazıcıoğlu'nun, BBP Genel Başkan Danışmanı Sn. Namık Kemal Zeybek'in katılımcı olduğu programlar da izlediklerimden bazıları...
"Dolma Kalemler" ağırlıklı katılımcıların arasına bu iki Millet Evladını, -aslında- fikren linç edebilmek amacıyla çıkardıkları hemen belli oluyordu. Yalnız bu iki Millet Evladı'nın ehliyetlerinin, müktesebatlarının farkında olsalar çağırmayacaklarını da, program sunucularının vücut dilleriyle verdikleri tepkilerinden okudum...
Neyse; konumuza, Milliyetçiliğin Yargılanmasına dönmek istiyorum...
"Tanımlar, kavramları tam olarak tarif edemez ama anlaşılmasını kolaylaştırabilir." şeklindeki veya buna çok yakın söylemlerdeki Namık Kemal Zeybek ifadesine, aynen katılırım...
Bütün "...izm"lerin; herkese göre farklı tanımları olabileceği ve hiç bir tanımın da bahsekonu "...izm"i tam anlatamayacağında sanırım anlaşmamız lazım...
Buradan hareketle yani bütün "...izm"lerin tanımlarını; kendimize veya başkalarına göre hatırlarsak görürüz ki Milliyetçilik, bir "...izm" değildir.
Milliyetçilik ne bir fikir akımı ne de felsefik bir kavram değildir. Dahası TV Programlarında, "Dolma kalemler"ce -ve çok cahilce- söylendiği gibi çok genç, Fransız İhtilaliyle doğmuş bir akım, hiç değildir. Belki Fransız Milliyetçiliği'nin miladı olarak Fransız İhtilalini başlangıç sayanlara hak verebilirim ama asla bizim meselemiz olmadığını da söyleyerek..
8. Yüzyıldan kalan Orhun Yazıtları'ndaki, ondan iki yüz yıl evvel yazılmış Yenisey Yazıtları'nda tarif edilerek tarhe bırakılan Türk Milliyetçiliği'nin yaşından haberi olanların, bu cehaleti göstermelerine sadece gülerim.
Eğer bilerek söylediklerinde ısrar ederlerse; hangi milletten olurlarsa olsunlar önce gerçeğe sonra da Türk Milliyetçiliğine ihanet ettiklerini söylerim...
Bitmediiii !...
Yusuf Has Hacip'in 1010'larda yazdığı Kutadgu Bilig; Kaşgarlı Mahmut'un 1073-74'lerde yazdığı Divan-ı Lügat-it Türk adlı eserlerinden ve bu eserlerdeki anlatılan, tarif edilen Türk Milliyetçiliği'nden de habersizlerse; bu zevata sadece "Cahil Aydın Geçinenler" derim...
Bu coğrafyada, Haçlılar'ı defaatle yenilgiye uğratıp geldikleri gibi gönderdiğimiz yıllardan beridir Türk Milliyetçiliği, sorgulanır, yargılanır!...
Batının, AB'nin, ABD'nin Türk Milliyetçiliğini yargılamasını, Türk Milliyetçiliğinden korkmasını anlarım. Dahası anlamakla da kalmaz mazur görebilirim. Çünkü yüzlerce yıldır Haçlı, mağlubiyetlerin; Türk Milleti ise defalarca galibiyetlerin psikolojisi içindeler...
İçimizdeki hain fıtratlı "Dolma Kalemleri" anlamakta önceleri sıkıntı çekerdim ama milyon dolarlarla, birbirinin mesai arkadaşı gazeteler arasında yaşadıkları transferlerden sonra, artık onları, -yine anlayamamakla beraber- tanıyorum...
Yıllardır milliyetçiliğin bir fikir akımı, bir öğreti olmadığını; ancak içgüdüsel bir davranış olduğunu, bir yaratılış özelliği olduğunu bağırır dururum. Ama bizim "Dolma Kalemler"imiz(!)e verilen görev, Haçlı silahşörlüğü olduğu için bu yaratılış özelliğine saldırır dururlar!...
Hep bir ağızdan "Milliyetçilik katildir." hükmünü vererek deklere ederlerken; bu memlekette beşbinden fazla Milliyetçi Türk gencinin, sosyalist geçinen katillerce katledildiklerini unutmak ve unutturmak isterler!...
"Adam adama yamuk yapmış! Adamın da ..... , adamın da ...." şeklindeki avamca tekerlemeyi; hem siz kıymetli Dostlarım'a, hem de "Dolma kalemler"e aktarmış olmama ve olaya aynen millet gibi baktığımı söylememe rağmen; bu şerefsizce cinayetin asla milletin tasvibini görmediğini söylemiş olmamıza rağmen "Dolma Kalemler" görevlerine, Türk Milliyetçiliği ve milliyetçilere zehir kusmaya devam ediyorlar!...
Allah'tan bu millet; hain yılan zehirlerine karşı şerbetli de istediklerine ulaşamıyorlar!...
Bakın "Dolma Kalemler";
Belki tarihin dolgu malzemesi azınlıklar, sizin dolduruşunuzla bir şeyler yapmaya yeltenebilirler ama bilesiniz ki bu Yüce Millet, size sadece bıyık altından gülmekte ve sizi asla kaale almamaktadır...
Bendeniz; milliyetçilik tanımımdaki "Amcası ile dayısı kavga ederken amcasından yana duramayan biri, milliyetçi olamaz." örneğimde ısrarcıyım. Bunun bir iç güdüsel duygu olduğunu ve yaratılış özelliği olduğunu da ısrarla söylerim.
Buradan hareketle de milliyetsizim diyen ve dikkatle araştırılırsa dayılarının -büyük bir ihtimalle Türk olmadığını zannettiğim kişilerin- milliyetsizliklerini anlarım...
Akrabasının kıymetini bilemeyenin, kardeşinin, babasının, amcasının kıymetini bilemeyen ve hiç bir ortamda onlara arka vermeyenlerin; Türk Milletine arka vermelerini, kendilerini milletine karşı sorumlu hissedebilmelerini, bekleyebilir miyim?...
Hrant Dink adındaki hem kendi milleti Ermeniler'le, hem de Türk Milleti ile kavgalı birinin; bir başka kendisiyle kavgalı, kişilik bozukluğu duruşundan belli olan bir çocuk tarafından katledilmesinden dolayı; birilerinin hele Ermeniler'in rahatsız olmalarını anlayabilirim. Ama cinayetle asla ilgisi olmayan ve olmasının da akılla alakası olmadığı kesin olan Sn. Muhsin Yazıcıoğlu'nun akrabası olduğunu programcının söylediği biri tarafından savunulmasını, anlayamam!... Hem de kendi akrabasını, -nerdeyse- bu cinayetten sorumlu göstermek gayretlerinin arkasında, emperyalist eller ve millete ihanet ararım!...
Olaylara at gözlükleriyle veya köpekçe işaret edildiği yerinden bakmanın; milletçe sadece bir tek tarifi vardır oda; ihanettir, hainliktir!... Hrant; Ermeni olduğu için değil, korunamadığı için katledilmiştir.
Bu Yüce Millet; yüzlerce, hatta binlerce yıldır kahramanlarına, gazilerine kutsiyet verirken, hainlerine de hep cezai müeyyideler uygulamıştır, uygulayacaktır...
Hainlerin korkak olduklarını, biliriz. Bu korkaklıklarını bildiğimiz için de düşünmelerini, korkmalarını ve artık bu Millete ihanetten vaz geçmelerini, öneririz.
Çocukluğumuzda mahalle kavgaları yaşardık. Büyüdük bitti.
Genliğimizde lokal hemşehricilikler yapardık. Olgunlaştık bitti...
Tarih ve tarihimiz de milletler mücadeleleri ve devletler kavgalarıyla, savaşlarıyla dolu.Üzerimize gelinmesin bitsin!...
En iyi müdafaanın taarruz olduğunu; tarihte defalarca Haçlı'ya ve düşmanlarımıza öğreterek yaşamışız. Hala öğrenemeyenler veya dünü unutanlar varsa, bu onların eksiği ve meseleleridir...
Hrant'ı sevmiyordum. Hrant'a öfkeliydim ama onu koruyamayan Hükümete çok daha öfkeliyim!...
40.000 insanımızın katili olarak ölümü 40.000 kere hak etmiş bir alçağa gösterilen koruma hassasiyeti; Hrant'a gösterilememişse bu Hükumetin aczi ve ayıbıdır.
Keşke istifa ederek hem kendilerini rahatlatsalar, hem de Milletimizi "Ermeni katilliği Töhmeti" nden kurtarsalar...
Bir daha tekrarlayayım ve hatırlatayım ki, Millet; "Adam adama yamuk yapmış! Adamın da ....., adamın da ....." diye geçiştirmiştir Hrant Olayı'nı...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 02, 2007

BEN DE "YAZMAYACAKTIM YAZACAĞIM"

Bir "Yazmayacaktım Yazacağım" da bendenizden olsun.
Bir başka safta dururken, kendi safıyla alakası olmayan bir yerleri tenkidin, akılla ilgisi olamayacağını bilenlerdenim. Dahası Anadolu'da; "Boşadığı karıya o...u diyen, peşinen pezevenktir." şeklinde bir söz olduğunu ve bunu hazmetmiş kişiler olduğumuzu defaatle söyledik yazdık...
Terk ettiğimiz, boşadığımız dünümüzün değerini, kötülemek gibi bir gailemiz elbette olamaz, olmamalı...
Ama; demokrat söylemlerle meydana çıkıp anti demokrat uygulamalarla meydan işgal edenlerin; kendilerini terk edenler hakkında da konuşmamaları, ahlak gereğidir. Aylarca hatta yıllarca Anadoluyu hallaç pamuğu gibi atarak MHP Genel Başkanlığı'na hazırlanan ve adaylığını yine bir dağ başında, bir Ülküdaşının Kabri başında açıklayan bir gönül ehlini; asla demokrat olmayan ve çok korkakça uygulamalarla diskalifiye eden bir düşüncenin ve uygulattırıcısının, birilerine bir şey söyleme hakkının da bitmesi gerekir.
Gününden çok evvel; "Devlet Bahçeli'nin yeniden genel başkan olacağı bir partiyle ilgi ve alakamı keseceğim." şeklinde açıklamam olmasına ve hak etmeyenlerin, zorla genel başkanlığa oturmasıyla da son terk edenlerden oldum. Elinden oyuncağı alınmış yaramaz çocuk misali kaldığımı da defalarca anlattım.
Dine kafa tutabilen tek olgunun töre olduğunda sanırım herkes hemfikirdir. Dinimizin yasaklamasına rağmen kin denen, kan davası denen bir töresel olgu vardır. Hatta Orhun Yazıtları'nın son cümlesinin; "Kinim, dinimdir." şeklinde olduğu da bilinir. Her halde buradan hareketle de Yüce Rabbımız "Kısas" uygulamasına izin vermiştir. "Size yapılan kötülüğe misliyle mukabele ediniz." izni İlahidir. Elbette bir sonraki Ayette; "Ama affederseniz sizin için daha hayırlıdır." uyarısını da biliriz.
Bunları bilerek Kısas haklarını uygulayarak, haklarındaki daha hayırlı uygulamadan vaz geçme iradelerini kullanıyorlar.
Meşru zamanda, meşru zeminde, meşru yollarla yapacakları uygulamalarını; gayr-ı meşru yollarla engelleyenden elbette hesap sormak gibi bir Kısas hakları var...
Ülkücüler de bunu yapıyorlar. Bu kere de "Vay efendim, MHP'yi parçalamak için seçimlere yedi ay kala BBP'de birleşme davetleri var." diyorlar!...
Ya ne olacaktı?...
Bütün haramiliğinize rağmen, bütün gayr-ı meşruluğunuza rağmen; "Size gücümüz yetmedi bizi bağışlayın ve kapıda bekleyelim." mi diyeceklerdi!?...
Madem ki; " Sağdan da saysan, soldan da saysan bu memlekette 250.00 ülkücü var. Diğer tarafta 2,5-3 milyon bakir oy var. Biz o bakir oyları hedefledik." buyrulmuştu!... Mademki küçümsenen sayıda Ülkücü kaale alınmıyordu. Ülkücüler de şimdi kendilerini kaale almayanları, kaale almama haklarını kullanıyorlar!... Tavırları meşrudur. Duruşları doğrudur.
Bana göre doğruyu da yapıyorlar. Bu yanlış ve baskıcı uygulamaya karşı bigane kalsalardı vicdanları incinirdi...
Despotça, hoyratça rind gönüllü Ülkücüleri incitenler; elbette incitilmeye de hazır olmalılar...
İnternetle saldırılan PKK'lılardan, Ülke satıcılardan, Solcu Ulusalcılardan belki oy alabilirler ama baltalarla, sopalarla, silahlarla saldırılan Ülkücülerden biraz zor oy alacaklardır.
İlk ve son kez "Yazmayacaktım Yazacağım" sözünü, başlığını -izinsizce- paylaşarak ve bu kanaatin başlığını paylaştığımız Gönül Ehli ile hiç bir alakasının da olmadığını açıklayarak...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN