Pazartesi, Nisan 30, 2007

BİR ÇAĞLAYAN NARASI DA BİZDEN OLSUN!...

Herkes, yine bir yerlerde, birilerine bir şeyler söylemeye başladı...
Demokrasinin gereği bu! Demokratik haklarımızı kullanıyoruz! "Susma sustukça sıra sana gelecek." diye demokratlık yarışlarına girdiler...
Girsinler, itiraz etmem!.. Hatta memnun bile olurum ama bizim de, bu memleketi karşılıksız seven, canları-kanları pahasına seven Ülkücülerin de demokratik haklarının olabileceğini de unutmasınlar lütfen!...
Tandoğan'da yüzbinlerin arasında, bütün Ülkücülüğümle ben de vardım!...
Hançeremi yırtarak okudum İstiklal Marşımı... Sosyal demokrat şarkılara karışmama hakkımı ve "Aldırma Gönül" türküsünü ise kendimce değiştirerek okuma hakkımı kullanarak!...
Tandoğan'a yüreklerini getiren Anadolu Türkü ile yüreğimi katark oradaydım...
Çağlayan'da olamadığım için de çok üzgünüm hala...
Ama yüreğim ve dualarım, oradaydı...
Çağlayan'da ki yüzbinler; iki grup partinin birleşmesi için sloganlar attılar. Bu dileğe katılmıyorum diyemem. Ama sadece CHP-DSP ile DYP-ANAP birlikteliğinin sağlanmasıyla, memleketteki demokratlık görev ve gösterisi bitecek mi?...
Bu memlekette; "Solun ihanete varan davranışları yüzünden sağla hesaplaşmamızı erteledim." diyen ve sağla hesaplaşamadan Hakk'ka yürüyen bir siyaset devi daha yok mu? Devletle millet arasında muhteşem bir köprülük yaptığı, ölümüyle anlaşılan Başbuğ Alparslan Türkeş'in emekleri ve bu emekler sonucu buluşmuş milyonlarca oyun perakendeliği de demokratların ilgisini çekmez mi?..
Tandoğan mitinginden hemen sonra; Başbuğ'un sözünü günümüze uyarlayarak; "Sağın ihanete varan davranışları yüzünden sol'la olan mücadelemi erteledim." diye kişisel tavrımı ve demokratlık hakkımı deklere etmiştim...
Bendenizin; solu, sosyal demokratları, demokratik solcuları ciddiye aldığımın yüzde biri kadar da ben ciddiye alınmayı beklediysem, çok mu demokratlık dışına çıktım acaba?!...
Alparslan Türkeş rahmetli'nin kişisel çabalarıyla oluşmuş ve sayıları 3,5-4 milyonu aşmış bir ülkücü oy potansiyeli de var bu memlekette...
Tandoğan ve Çağlayan'da unutulduğunu zannettiğim bu potansiyele de ben seslenmek istiyorum izninizle ve bu seslenişime destek istiyorum!...
MHP- BBP- ATP adındaki üç partiyi ve Yaşar OKUYAN adındaki eski ülkücüyü de ben bir arada görmek istiyorum...
Bu üç partinin birleşebilmeleri için yapılan görüşmelerin ve sonuçlarının tamamından haberdarım...
Birileri, birilerini nefs yapmakla itham edip durdular ve itham edenlerden başka nefs ve şahsi çıkar hırsı yapan olmadı!...
Ve uzatmadan, birleşme sağlanamadı!...
Şimdi başka bir şey teklif etsem, Çağlayan'da ben de bunu haykırmış sayılsam diyorum...
Bu üç Ülkücü parti ve Prof.Dr.Ümit Özdağ, Yaşar Okuyan, Sadi Somuncuoğlu, Ramiz Ongun, Ali Güngör, Muharrem Şemsek, Nevzat Kösoğlu, Yılma Durak, Mehmet Gül ve adlarını saymakla bitiremeyeceğim ülkücü kanat önderleri; sür'atle bir araya gelerek bir seçim ittifaskı yapsınlar diye haykırıyorum!...
Bu memleketin yurtsever solcuları ve ülkücü vatanperverleri siyasete gerçekten sahiplenerek yerli işbirlikçilerin işlerine son verseler diye haykırıyorum...
AB ve ABD adındaki Haçlı; memleketimizdeki bu duyarlı milliyetçilikten ve ulusalcılıktan elbette ciddi manda rahatsız oldular, olmalılar!...
Yerli işbirlikçilerin işlerine son verebilmek için bir seçim ittifakı -ki kalıcı bir ittifak en akılcısıdır-yapsalar ve milleti perakende görüntüden kurtararak tarihe altın harflerle yazılsalar diye haykırıyorum!...
Bu 56 yaşında, 12 yaşında torun sahibi bir ülkücünün; bu yaşına rağmen vaz geçemediği ağabeylerinden son isteğidir!...
Ve bu istek; sanırım milyonlarca Ülkücünün de ilk ve son istekleridir!...
Bu birlikteliği sağlayabilecek olan ağabeyler, gönüllerdeki tahtlarda terfi ederken; aksine davrananlardan sonsuza kadar "Ağabey"lik ünvanı geri alınacaktır!...
Bu son cümlemin de ağabeylerime karşı son uyarım ve tek tehdidim olarak kabul edilmesini, herkesten özür dileyerek beyan ediyorum!...
Biz bölündükçe, biz perakende durdukça; yerli işbirlikçilerin ekmeğine yağ sürmeye devam edeceğiz!...
Allah aşkına feryadımı duyun ve feryadımı ciddiye alın. Yoksa vallahi sizler ciddiyetlerinizi kaybedeksiniz!... Hiç kimse dünyanın merkezi değil ama perakendelikte herkes eşit derecede veballi!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustaf ASLAN

Salı, Nisan 24, 2007

MİLLETİN İNADINA !...

Sadece "İnadına Tayyip!" sloganıyla, güç yetmez şekilde güçlendirilen Recep Tayyip Erdoğan, şimdi kendine güç veren erke, millete rağmen, milletin inadına bir şeyler yapıyor!...
Ve bütün 'millet inadına' yaptıklarını demokrasi adıyla kamufle etmek istiyor!...
Bu demokrasiyi araç gibi kullanma zihniyetine kafa tutmadan önce geç kalmış bir görevimi, muhataplarından özür dileyerek yerine getirmek istiyorum. Aslında bu görevimi, bilerek geciktirdim.
Demokrasi arkasına saklanarak millete kafa tutanların, Cumhurbaşkanı adayını açıklamasından sonra bu görevimi yapmayı planlamıştım. Yazık ki demokrasiyi araç kullanan demokratlar yüzünden çok demokrat bir görevimi geciktirdim. Çünkü adayın açıklanması, çok geciktirildi!...
Sosyal demokrat bir siyaset adamına, geç kalmış rahmet dileklerimle ve ülkemin vatanperver sosyal demokratlarına baş sağlığı dileyerek başlamak istiyorum.
Ali Dinçer'e rahmetle; yaklaşık kırk yıldır tanıdığım, sağ-sol çatışmalarının en sert dönemlerinde dahi, değil kavga münakaşa bile edemediğim; 12 Eylül Kıyameti sonrası da dostlar haneme kattığım Sevgili Osman GENÇ'e ve onun şahsında gerçek demokrat duruşlu bütün vatanperverlere baş sağlığı dileyerek başlamak istiyorum.
Ali Dinçer; fikren karşıt olduğu insanlardan bile hak ettiği saygıyı, alabilmiş gerçek bir demokrattı. Parti içi demokrasiyi hakkıyla kullanıp kullandırarak, Vedat Dalokay gibi bir siyaset devine ve parti içi başkanlık sultasına 30'lu yaşlarda demokratik duruşuyla galip gelebilmeyi başarmış bir demokrattı. Bir daha rahmetler olsun...
Bu rahmetli gerçek demokrattan, günümüzde demokrasiyi araç olarak kullanabileceklerini zanneden, demokrat geçinenlere dönmek istiyorum!...
Parti içi, liderler sultasına son vermedikleri için bütün partileri sandığa gömen millet; sağlığında Erbakan Hoca'ya kafa tutarak lider sultasına hayır dediğini sandığı Recep Tayyip Erdoğan'ı; "İnadına Tayyip!" sloganıyla zirveye taşıdı...
Anayasa'yı değiştirecek gücü verdi ona. Hadi anayasayı değiştiremedi diyelim lider sultasına son versin diye güç ve yetki verdi. Devletle milleti barıştırsın diye yetki verdi. Yıllarca avrupa ve AB'ye kafa tutuşlarından dolayı Haçlı'ya teslimiyete son versinler diye yetki verdi!...
Şimdi bir "İnadına!" haliyle daha karşı karşıyayız!...
Atatürk'ün inadına, Türk Milletinin inadına, Cumhuriyetin inadına; sosyal demokratın, demokratik solcunun inadına; ülkücünün,devrimcinin, ulusalcının, gerçek cami cemaatlerinin inadına, "İnadına!" diyorlar!...
İktidarı muhalefetiyle genel oyların ancak %55'ini temsil eden meclisin %70'ine hükmeden bir inatçı yüzünden milletin inadına bir şeyler dayatılıyor!...
1,5 milyonu aşan yurtsever Tandoğan'da toplanınca geri çark eder gibi görünsede en sessiz ve başarılı emanetçiyi, Köşk'e aday gösteriyor!...
Yasalarımızca kamu alanı ilan edilen Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nü türbana işgal ettirmek için "İnadına!" diyor...
Türbandan dolayı AİHM'sine giden eşinden dolayı Dışişleri bakanı ettikleri, arkadaşlarının intikamını aldırmak için "İnadına!" diyor!...
Mevcut Cumhurbaşkanına rağmen, Anayasa mahkemesi'ne, Yargıtay'a, Danıştay'a rağmen; devletin kurumlarına rağmen, mecliste temsil edilmeyen yarıdan fazla millete rağmen "İnadına!" diyor!...
Devletimize kafa tutan, Irak'ta mukim ABD köpekleri, siyaset fahişeleriyle barışık; Tandoğan'da toplanan 1,5 milyon milletle kavgalı olarak "İnadına!" diyor!...
3 Kasım 2002'de milletin yaptığı siyasi deprem sonucu oluşturdukları "Deprem Çadırı"nın dağılmasını engellemek için "İnadına!" diyor!...
Recep Tayyip Erdoğan; bu milletle inatlaşılmaz!...
Bu milletin devletiyle inatlaşılmaz!... Bu milletle, bu devletle inatlaşarak; muhteşem kazanımımız Cumhuriyeti ve demokrasiyi araç kullanarak demokratçılık oynanmaz!... Yemezleeeeeer!...
Yeter artık!..
Millete sorun! Milletin hakemliğine baş vurun. Yoksa millet sizin başlarınızı sandık taşlarına bir vurur, pir vurur!...
Bu millet; dünyaya seyrettirerek öğrettiği demokratlığı, size de meşru yöntemlerle ve uzun yıllar yutkunarak seyretmeğe mahkum ederek öğretir!...
Millet adına bizden bir hatırlatma daha olsun!..
TEVEKEKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 23, 2007

İNADINA OLUNCA...

Milletin de, benim de artık zorumuza gitmeye başladı!...
"Ben yaptım oldu!" mantığının; mantıkla, hiç bir sistemle, demokrasiyle hiç mi hiç alakası yok!...
Sayın Recep Tayyip Erdoğan;
Sizin; görünüşte parti, ama içine girildiğinde bir deprem çadırı görüntüsündeki toplama kampınızın istikbalinden bize ne?...
Sizin şahsınıza inanarak, güvenerek gelmiş olan 'Deprem Çadırı Sakinleri'nin; siz köşke çıkarsanız bir arada kalamayacakları ve AKP adındaki toplama kampının dağılması endişenizden bize ne?...
Yaklaşık 75 milyonluk dev bir ülkenin ve demokrasiyle idare edildiğini zanneden dev bir ülkenin; sizden daha büyük bir yanılgısı olabilir mi?...
Hiç mi çevrenize bakmazsınız?
Hiç mi dünyaya, dünyada demoktaikiz diyen ülkelere bakmazsınız? Fransa'da seçimlere aylar varken adaylar belliydi. Biz "Günü geldiğinde açıklayacağım." şeklindeki tekil bir emrivaki ile karşıkarşıyaydık.
Fransa'da 4 aday adayı seçimlere girdi. Propogandalarını yaptı. Seçmenler sandığa giderek oylarını kullandı. Biz, hala tek kişilik demokratın iki dudağı arasına hapsolmuş bir cumhurbaşkanı adayını bekliyoruz!...
Artık çevrenizdekilere güvenemez hale gelmiş olabilirsiniz. Bu sizin deprem çadırlarında vaki olan bir iç meseleniz.
Ama bilesiniz ki çadırlardaki en mahrem konuları, yanında oturanlar duyabiliyor!... Yani AKP adındaki deprem çadırında olup bitenleri; çadırınıza çok yakın depremzedeler olarak vallahi duyuyoruz!... Milletten saklı hiç bir şeyiniz yok!.. Bu yüzden deprem çadırınızda söylemeye cesaret edemeyebilirsiniz!...
Ama 75 milyonluk Türk Milleti ile böylesine alay etme hakkınız da yok!...
Mesela ben; asla ne sizin, ne de sizin işaret edeceğiniz bir AKP'li depremzedenin Cumhurbaşkanlığına razı değilim!...
Mecliste olsam sine-i millete dönerdim. Bürokrat olsam istifa ederdim. Şimdi ne yapabileceğimi düşünüyor ve öfkeden kahroluyorum!...
Ben; bir Türk'üm şükrolsun. İslam'la teşerrüf erderek te ayrıca önemliyim elhamdülillah. Nizam-ı alemle kendini görevlendirmiş; idealleri, iddiaları olan bir Türk'üm üstelik. Toprağa karışarak vatanlaştıran şühedanın da ahfadıyım hamdolsun. Yani Türkiyeli falan değilim!... Yani çiçek bahçesinin mevsimlik renkli nebatlarından değilim!... Bu topraklarda doğdum, bu topraklarda öleceğim inşallah... Yani ne size, ne de bir başkalarına kızarak vatanımı terk etmeyi düşünemem bile...
Sadece sizi, sizin önereceğiniz, sizin dayatacağınız bir cumhurbaşkanını asla kabul etmeyeceğimi gününden önce bilesiniz isterim.
Meclisteki sayısal çoğunluğunuzla ve zorlamayla, millete dayatmayla birini cumhurbaşkanı edebilir veya cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Meclise itiraz etmemek için bu yapılanın meşru olduğunu kabullenebilirim!...
Ama bilesiniz ki Allah(c.c.) ömür verirse; sizin dayatacağınız biri veya sizin cumhurbaşkanlığınız süresince memleketimi cumhurbaşkansız addedeceğim!... Memleketimi yedi yıllık bir tiran rejiminde hissedeceğim!...
Bizimle yani milletle böylesine alay etiğiniz için de günü geldiğinde meşru yollarla bu milletin sizinle nasıl hesaplaşacağını da hep beraber yaşayacağız!...
Sayın Başbakan;
Sayın Recep Tayyip Erdoğan; millet "İnadına Tayyip" slogan ve inadıyla nasıl bir hata yaptığının, aylardır farkında!... Sakın ha! Siz de milletin inadına "İnadına Tayyip!" demeyesiniz!...
Bu millet; geçmişteki duruşunuz, söylemleriniz yüzünden size inanarak şu anki indiremediği mevkiye getirdi. Şimdi siz; milletin, o inandığı, duruşunu sevdiği Kasımpaşalı değilsiniz!... Duruşunuz, AB'ye teslimiyetiniz, BOP'a eşbaşkan oluşunuzla; millet nazarında ziyadesiyle irtifa kaybındasınız.
Sizin de bildiğiniz bu kadar kayba ve millete rağmen "İnadına Tayyip" derseniz, vallahi kaybeden siz olursunuz... İnadına olunca, karşılık olarak ta inadına olur...
"Ben yaptım, oldu." mantığı, vallahi mantıksızlıktır...
Benden, bizden söylemesi...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Nisan 21, 2007

İKİ ÖLÜDEN BİR DİRİ...

Beklediğim oldu sonunda!...
Böyle konuşmaları, böylesine yazıları sevmez hatta tenkit te ederdim. Ama haklıymış demekki kalem sahipleri!...
Atalar; "Hacı hacıyı Meke'de, derviş dervişi tekkede bulur." demişler. Yani birbirine benzeyen insanlar, bir türlü bir yerde buluşurlar demek istemişler.
Bu atalar sözü, gerçekleşiyor günümüzde...
"AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer." diyen ANAP genel başkanını hatırlıyorum. Millet; bu söyleminden dolayı cezalandırdı cezalandırmasına ama dünyada bizden başka kaybedeni başarılı sayan bir ülke olmadığı için, eski başbakanımız yeniden Türkiye'yi kurtarmak üzere aktif siyasete döndü!...
Demokrat Parti'nin ve Menderes'in varisleri olarak uzun yıllar siyaset yapan DYP'lileri ve onların siyasetten çekilmesi ile aynı adreste siyaset yapmaya başlayanları hatırlıyorum. Ve "dağdakileri ovaya siyaset yapmaya" çağırdıklarını hatırlıyorum...
Niye hatırladım? Ve niye hatırlattım?
Dağdakileri ovaya siyaset yapmaya çağıran bir genel Başkanla, AB'nin yolunu Diyarbakır'dan geçiren partinin mevcut yöneticileri önce cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birlikte hareket etmeye ve sonrasında da genel seçimlerde birleşerek milletin huzuruna çıkmaya hazırlanıyorlar...
Derviş, dervişi tekkede... Anlayacağınız!...
Bu tavırlara o kadar kanıksadık ki, milleti aptal yerine koyanlara kızmamaya o kadar alıştık ki; nerdeyse bu beraberlik duyurusuna daha başlamadan alkışlar çalınacağını zannedenler var!...
İki tane, siyaseten kendini kurtaramamış siyaset mağlubu; bir araya gelerek, galip edalarıyla seçim kazanmak ve milleti kurtarmaya soyunmak hazırlığındalar!...
Ya Rabbi! Aklımıza mukayyet ol!...
Bu adamlara; "İki ölüden bir sağ çıkmaz." sözünü, birileri hala hatırlatmayacak mı? "Hamsi kavağa çıkar mı?" diye sorarak, şimdi vatan kurtarıcılığına soyunmuş birini, hemen Rize'de miting yaptırarak "Hadi hamsiyi kavağa çıkaralım." dedirtecek kadar tahrik etmeyi başarıp, hafızamda ayrı bir yer tutan Sayın Demirel; şimdi bu hamsiyi kavağa tırmandırmaya soyunacak kadar akıllı siyaset adamına, "Kardeşim, vatan sizden kurtulduğu gün kurtulmuştu!" demez mi?...
Yüce Divan'daki duruşmalarından zaman aşımı nedeniyle kurtulduğu söylenen bir vatan kurtarıcıya, artık ihtiyacımızın olmadığını birileri artık söylemeyecek mi?...
Yoksa bu milletin; "Hafızayı beşer nisyan ile maluldür." sözünü, artık sıfat olarak kabullenmekten vaz geçtiğinin, artık hiç bir şeyi unutturmanın mümkün olmadığının farkına varmaları içinde mi bir Tandoğan Mitingi düzenlemek gerek?!...
"Körler, topallar, sağırlar; birbirini ağırlar." mantığıyla bir araya gelinerek, Vallahi iki ölüden bir diri çıkarmanın imkanı yoktur.
Artık milletin kafasını karıştırmaya da kimsenin gücü yetmez. Lütfen kendi aklınızı karıştırmayın ve oturun oturduğunuz yerde.
Milletin; dağdakileri ovaya, siyasete çağıranlarla, AB'nin yolunu Diyarbakır'dan geçiren yerli işbirlikçilere tahammülünün olabileceğini, sanmıyoruz.
Sayın Demirel;
Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın büyüğüm; sizin; "Millete kulak verin ama sakın kulağınızı vermeyin." sözünüzü, önce size hatırlatarak; sizi çok dinlediklerine emin olduğumuz bu iki siyasi mevtaya lütfen evlerinde oturmalarını salık verir misiniz?... Diye ricacıyız...
Gerisini, elbette kendileri bilirler...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Nisan 20, 2007

MİLLETİME ARZ-I HALİM -2-

Büyük Türk Milleti;
Şanlı Milletim;
Seni, Allah(c.c.)'a şikayet edemem çünkü beddua olur ve sana kıyamam.
Seni, yasalara şikayet edemem çünkü hem yasalarımız adil değil, hem de yasalara göre mazursun...
Demokrasi ile yönetiliyorsun. Muhteşem Türk Atatürk ve sen böyle istemişsin.
Seni inciten ve incitmekte ısrarcı olanları, sen seçmişsin!... Yani kendi ellerinle kendi gözünü çıkaran sensin!...
Kendine azabı, işkenceyi, horlanmayı, ciddiye alınmamayı, sen reva görmüşsün ve şimdi canhıraş feryat eden de sensin!...
Rize'li olduğunu söyleyen, Kasımpaşa'da külhanlaştığını basından okuduğumuz, Siirt millet vekili ve asla "Türk'üm" diyememiş olan delikanlıyı; "İnadına Tayyip" diyerek güç yetmez yerlere, mevkilere getiren de sensin!...
Hani senden olmayana, sana benzemeyene, seni sevmeyene itibar etmeyecektin?!...
Hani sen, dünyanın en ferasetli milletiydin?!...
Delikanlı Tayyip; "Kubbeler miğferimiz, minareler süngümüz" diyen imanlı bir şairimizin şiirini okudu diye ona inandın; kurduğu partisinin amblemini ampül olarak seçince, seninle dalga geçildiğini anlamadın!...
Düğmesine basılmadıkça yanmayacak olan ampülle sana ışık verilemeyeceğini; düğmeye mutlaka bir basanın olması gerektiğini, -saklamadan, söylemeden- söyledi Tayyib'in ama sen anlamamakta direndin!...
"Değiştim, geliştim, milli görüş gömleğini çıkardım." dedi. Bu sözlere kandın koştun!... Yaptırdığı ilk teşkilat yoklamasında senin sıraladığın, seçtiğin insanların tamamını silerek yerine kendi adamlarını koyup sana hakaret etti; anlamamakta ısrarcı oldun, uyanmadın!...
Ilımlı İslamcıların, diyalogcuların, "Dolma Kalemler"in, yerli işbirlikçilerin ısrarla vitrine çıkarılmasına; ne kadar Türkiyeli, Türk olmayan varsa yanına almasına, danışmanlık vermesine ses çıkarmadın, görmezden geldin!...
İnadına birilerini cezalandırmak için sadece "İnadına..." dedin!...
Büyük Milletim;
Seni, sana şikayet ediyorum. Karakterlerinde mevsimlik nebat, çiçeklerini; sadece kimlikten taviz vererek "Beraber yaşamayı öğrenmeliyiz." cileri saklayanları, görevlere getirdin!...
Bu, delikanlı rolünü çok iyi oynayan Kasımpaşalı Türkiyeli'yi; başımıza başbakan ve bela ettin!...
Haçlı'ya helal(!) olan bütün özkaynaklarımız, bize haram edildi!... "Kubbeler miğfer, minareler süngü" diyen bu Delikanlının Başbakanlığında, Türkiye yol geçen hanı oldu!...
Güya teskere geçirilmeyerek ABD adındaki haçlı silahşörüne destek verilmedi!... Ama haçlının silahşörü, göbeğimize basa basa Irak'a tecavüz etti... Dört yüz yıl tebaamız olmuş; dindaşımız, komşumuz Iraklılar'a soy kırım uyguladı!...
Senin delikanlı Başbakanın; haçlının işgalci zulmünü, Müslüman Zalim Saddam'la mukayese ederek, "Demokrasi getirecekler!.." diyerek mazur göstermeye çalıştı!...
Kaçıp camiye sığınan müslümanın kafasına, camide kurşun sıkıldı. Müslüman arap kadınlarının ırzı, pay-i mal edildi!...
Kırmızı çizgilerimiz, yok edildi. başımıza çuvallar geçirildi. Senin Delikanlı Başbakanından tık çıkmadı!...
"Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda" diye tarif edilen vatan toprakları; haçlıya para ile satıldı! Delikanlı Başbakan'dan ses çıkmadığı gibi; ses çıkaran vatanperverler, huzur bozmayla suçlandı!...
Irak'ı işgal eden haçlıyla BOP adındaki projeye ortak olunarak "Eşbaşkan" ünvanıyla işbirliği yapıldı!...
Büyük Milletim;
"Ananı al git. Askerlik yan gelip yatma yeri değildir. Gözünüzü toprak doyursun." şeklindeki söylediklerini; kimlere 'kelle', kimlere 'sayın' dediklerini, unutacak mısın?...
ABD'ye rağmen kanlarımız, canlarımız pahasına Yunana teslim etmediğimiz, Yavru Vatan Kıbrıs'tan vaz geçildiğini, görmeyecek misin?...
Musul'da, Kerkük'te, Telafer'de soydaşlarımıza, kandaşlarımıza, dindaşlarımıza, kardeşlerimize reva görülen yalnızlığa, itiraz etmeyecek misin?
Parti ve ideolojik fanatizmi unutarak Tandoğan'da toplanan bir buçuk milyon Türk'ü görmezden gelen Delikanlı Tayyib'in; sana kafa tuttuğunu görmezden mi geleceksin?...
Van'da binlerce Türk'ün katledilmesi planlarının yapıldığı, tarihin yüz karası bir kiliseyi senin paralarınla tamir ettirerek AB adındaki haçlıdan aferin almayı düşünürken, İstanbul'da elli yıldır hizmet veren bir Kur'an Kursu'nu senin kolluk güçlerinin nezaretinde, zorla yıkan delikanlıya haddini, hala bildirmeyecek misin?..
Büyük Türk Milleti;
Tarih yapan, çağ kapatıp çağ açan, dünya insanlığını kucaklayan, dünya nizamından sorumlu kimliğine dönmeyecek misin?
"Ey Türk titre ve kendine dön!" diye taşlara yazarak, tarihe şerh düşen atalarının vasiyetine uymayacak mısın?...
Yoksa kendine reva gördüğün bu demokratik işkenceye, bu demokratik zulme teslim mi olacaksın?...
Elbette sen bilirsin ve son söz milletindir...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Nisan 18, 2007

MİLLETİME ARZ-I HALİMDİR...

Çok değerli Dostlarım;
Bu memleketteki iki kişiyi huzurlarınızda yarıştırmak; iki kişiyi sizlerin yargılarınıza havale etmek istiyorum. Lütfen el atın. Çünkü çaresizim!
Bu iki kişiden biri, bendenizim. Diğeri de Başbakanımız!...
İkimizden biri, yalan söylüyor. İkimizden biri milletle yabancı. İkimizden biri, bu memleketin gerçeklerinden kor-ku-yooooor!...
Ben; "Açıııım!" diye haykırıyorum. Başbakanım; "Büyüme rekorları kırıyoruz!" diyor...
Ben; " Ne mutlu Türk'üm diyene. Varlığım Türk varlığına armağan olsun." diyorum. Başbakanım; "Birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz. Türkiyeliyim." diyor...
Ben; "Başbakanım, yokluktan anam ağladı." diyorum. Başbakanım; "Ananı da al giiit!" diyor...
Ben; "Başbakanım çiftçi olarak kotalar yüzünden, mazot fiyatları, gübre fiyatları yüzünden perişanım!" diyorum. Başbakanım; "Gözünüzü toprak doyursun." diyor...
Ben; "Başbakanım, sendikacıyım.Üyelerimiz işçiler perişanlar!" diyorum. Başbakanım; "Bu memlekette sadece siz mi varsınız? Siyaseti size mi danışacağım?" diyor...
Ben; "Başbakanım, devletimin bekası, vatanımın bütünlüğü için verilecek bedelin can olduğunu biliyorum.Bin yıldır bu bedeli ödeyerek geldim. Yine de oğullarımı vatan sağ olsun diye göreve ve şehadete gönderirim!" diyorum. Başbakanım; "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." diyor...
Ben; "Başbakanım; sana ve arkadaşlarına yıllarca Avrupaya, batı'ya, haçlıya söylediğiniz sözler ve gösterdiğiniz tavırlar yüzünden size oy verdik. Bizi AB kapılarında beklemekten artık kurtarın." diyorum. Başbakanım; "Yabancı sermayenin girişiyle cebimiz para gördü. Büyüme rekorları kırıyoruz. AB bize 50 senecik bir ucu açık süre tanıdı. AB yolunu kapamayalım!" diyor...
Ben; "Başbakanım, milletle devlet; orduyla din nerdeyse karşı karşıya gelecekler. Buna müdahele edin." diyorum. Başbakanım; "Bende, bu meclis çoğunluğu varken ne milleti, ne de hiç bir kurumu dinlemem. Her kes bize uyacak!" diyor...
Ben; bir buçuk milyon sayı ile, millet olarak Tandoğan'a koşuyor ve "Başbakanım, senden başbakan olarak ta hiç razı değilim. Lütfen Çankaya hayallerinden vaz geç." diyorum. Başbakanım; önce İstanbul sokaklarına bir gecede, parasını kimin verdiği, kimlerin astığı belli olmayan pankartlarla millete kafa tutuyor ve "Çankaya'ya imanlı bir Cumhurbaşkanı çıkacak!" dedirttiriyor...
Ben; "Şimdi sizin seçeceğiniz Cumhurbaşkanı'ndan önceki cumhurbaşkanları imansız mıydı?" diyorum. "Sizi veya sizin seçeceğiniz birini cumhurbaşkanı olarak görmek istemiyorum." diyorum. Başbakanım; "Ben, sizin başbakanınızım, ben ne dersem o oluuuur!.." diyor...
Ben de şimdi Başbakanımla söz yarıştırmaktan vaz geçerek sizlere sormak istiyorum: "Allah aşkına siz söyleyin! Bu iki kişiden hangisi, bu memlekete ve millete yabancı?
Bu iki kişiden hangisi yalancı?
Eğer Başbakan yalancıysa, yalancıdan Cumhurbaşkanı olur mu?"
Milletime arz-ı halimdir...
Ya Rabbi!.. Senin her şeye gücün yeter. Aklımıza mukayyet ol Ya Rabbi...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 17, 2007

ZORLA ÖTEKİLEŞEN SİVİL DARBECİLER !...

Ötekileştirdiklerini zannederken, ötekileştiler...
Bir insanın, hem de 75 milyonluk bir dev ülkeye başbakanlık yapabilecek bir yere çıkmayı başarmış bir insanın; bu kadar ötekileşmeye hevesli olabileceğini asla zannetmezdim!...
Yaklaşık elli yıldır, siyaset; milletin dertlerine çözüm üretilen değil, kişisel ikbal kapısı olarak tariflendirildi ve bu yanlış, maalesef teamülleştirildi...
Bu memleketin, -ısrarla söyleyeceğim sür'atle- bir değil bir kaç siyaset okuluna ihtiyacı var!...
Ne bu millet bu uygulamalarla demokratlaşır, ne de siyasi ikbal kapısı gördükleri siyaseti istedikleri gibi kullanabileceklerine iman eden siyasiler!...
Bu memlekette her şey varsa bile demokrasi asla yok!...
Son söz; milletin olmadan, nasıl millet vekillerinin toplandığı meclisin olabilir? Bu dayatmaya, bu ben istedim oldu mantığına, nasıl demokrasi derler?...
Tamamen meşru yollarla izin alınıp bir milyondan fazla insanın toplandığı meydandan, bir şeyler söylenir, bir şeyler dillendirilir ve millete rağmen birileri, bir şey olmaya karar verirler ve buna demokratik hak derler!...
Başlarım böyle demokrasiye!...
Nerdeyse bir buçuk milyon insanın, meydanlara toplanarak; tek taşı yerinden oynatmadan, bütün medeni ölçüleri kıskandıracak bir düzenle haykırdıkları isteklerine nasıl kulak kapatılır?
Veya bu vurdumduymazlığa, bu ötekileşmeye nasıl demokrasi denir?
Başlarım böyle demokrasiye!...
Millet; particilik yapmadan; sağcılık, solculuk yapmadan, bölücülük ve bölücülüğe asla izin vermeden isteklerini haykıracak ve bu haykırışların muhatabı, "demokratik hakkımı kullanacağım" mantığıyla; yanlış olduğunu yıllardır söyledikleri ve düzeltmedikleri uygulamayla demokratiklikten bahsedecekler. Bu nasıl demokratlık ve bu nasıl demokrasi?
Başlarım böyle demokrasiye!...
Seni ve senin zihniyetindeki hiç kimseyi cumhurbaşkanı istemiyoruz Sayın Başbakan!...
Devletin bütçesinden- belki de örtülü ödenekten- paralarını vererek yaptırdığınız ve sahip çıkmadığınız, sizi metheden, sizi cumhurbaşkanı görmek isteyen pankartlarla; 14 Nisan'daki millet mitingine nazire yapılmaz!...
Millete böyle cevap verilmez!...
Yapacağınız; bütün delikanlılığınızla, bütün demokratlığınızla ve bütün siyasi özgüveninizle erken seçime gidip önce milletten vize almanız olmalıydı...
Ne siz, ne de size benzer birinin çıkacağı köşk, size de millete de huzur getirmez!...
Zaten sayenizde huzursuzuz hamdolsun!...
Sayenizde dünyada kişiliksiz ve dilenciyiz!...
Sayenizde AB adındaki haçlının kapı nöbetçisiyiz!...
Sayenizde işsiziz, sayenizde açız!...
Size verilen oylardan, millet büyük çoğunlukla pişmaaaan!... Millet size emaneten verdiği ve bilinen yanlışları değiştirme görevinizi yapasınız diye verdiği oylarını, geri alacaaaak!...
Bu siz, köşke çıksanız da, çıkmasanız da böyle olacak...
Yani millet; sizin kaçak olarak yazdırıp astığınız ve sahip çıkma yüreğini gösteremediğiniz pankartlardaki hayallerinize rağmen, sizden razı değil!...
Millet; anasını alıp gitmeyi, gözünüzü toprak doyursun'u, sizden başka insan mı yok? Siyaseti sadece siz yönlendiremezsiniz'i, askerlik yan gelip yatmak yeri değildir'i, kelle diye tanımladığınız şehidi, sayın dediğiniz alçağı asla unutmadııııı, unutmayacaaaak!...
Çıkın artık milletin aklından ve hayatından!...
Belki de siz haklısınız!
Belki de gerçekten Tandoğan'da toplanan kalabalığın sesi, milletin sesi değildir!...
Bunu denemek cesaretini, sizin tabirinizle delikanlılığını neden göstermezsiniz?...
Yoksa siz de mi demokrat değilsiniz? Demokrasiyi; devletin kurumlarını ele geçirmek ve sistemi çökertmek için yoksa malzeme olarak mı kullandınız?...
Bu millet; demokrasisini, laikliğini, cumhuriyetini size teslim eder mi zannediyorsunuz?...
Ele geçirmek istediğiniz devlet kurumları yüzünden, kurumlar arasındaki insicamı bozduğunuzun farkında mı değilsiniz yoksa istediğiniz bu insicamın bozulması mı?...
Bir insan, bu kadar haris olabilir mi? Bir insan hem siyasetçi olup hem de millete rağmen dediğim dedik diyebilir mi?...
Tavrınızın siyaseten intihar olduğunun, ne zaman farkına varacaksınız?...
Yoksa yıllardır fısıltıyla söylenen sivil darbeyi mi gerçekleştiriyorsunuz sisteme karşı?!...
Sizin siyasi intiharınızdan milletle beraber ben de memnunum ama korkumuz, devletin zaafa düşmesidir ve buna izin verileceğini de sanmıyoruz vesselaaaaam...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 16, 2007

KENDİME AF !...

Nedense çok söyleyip az dinlenenlerden olduk!...
Kendimi çok sigaya çektiğim, çok yargıladığım oldu!..
Defalarca kendimi, çok insafsızca yargıladım!... Suçlayan ben oldum, suçlanan ben ve yargılayan da ben oldum defalarca!...
Söylerken ne kadar da kolay geliyor bu mahkeme ve muhakeme!... Ama Vallahi kolay değil Dostlar! İnanın hiç te kolay değil!...
Aklımı, kiraya vermemeğe gayret ettim hayatım boyunca. Kavga edecek kimse bulamadıysam
-ki bu memleketimde hiç mümkün değil- kendimle kavgaya, kendimi yargılamaya oturdum!...
Çocukluktan gençliğe, gençlikten olgunluğa; ne zaman, nasıl vardım bilinmez diyeceğim ama çok fark ederek, çok yaşayarak geldim yaşıma... Hayatımın en zevkli dönemi; babamın oğlu olmaktan gurur duyduğum çocukluğum oldu. Bütün zor meselelerimi halleden babamın varlığıyla hayat, yaşanması çok güzel ve her saniyesi yaşanmaya değer bir dönem oldu şükrolsun...
"Erkeğin erkekliği, babasının ölümüyle başlar." şeklinde aklımda kalan bir Rus yazarın sözü; ben de iki kere gerçekleşti!...
Babam'ın ölümüyle kıyamet koptu sanmıştım!... - Allah(c.c.), cümlenin geçmişine de rahmetler eylesin- Babam'ın ölümüne zor da olsa alıştım. Sadece alışmakla kalmayıp üstüne üstlük bir de erkekleşmek, babalaşmak zorunda kaldım.
Erkekleştiğim, babalaştığım dönemlerde ülkücüydüm. Türk milliyetçisi, Turancı idim.
Bu meselelerde de zorluğum yoktu çünkü Başbuğ Alparslan Türkeş gibi sağlığında dünya ansiklopedilerine komiteci olarak girmeyi başarmış bir liderin peşinden gidiyordum.
Siyaseten zor yoktu ve siyaseten hata yapmak lüksümüz vardı!... Başbuğumuz Alparslan Türkeş, yapılan bütün hataları göyüsleyip Başbuğca yok ediyordu...
Başbuğun Hakk'ka yürümesiyle bir başsızlık daha yaşadım!... Sadece ben değil bu kere bütün ülkücüler, bir başsızlık yaşadık.
Başbuğsuzluğa alışmadan, ülkücünün ülkücülüğü Alparslan Türkeş'ten sonra başlamalı diye bir formül geliştirmeye başladık. Ama galiba beceremedik!...
O kadar Başbuğ'a kızgın ama korkudan söyleyemeyen riyakarlar varmış ki; Başbuğ ölür ölmez kendilerine zorla "lider, başbuğ" dedirtmeye çalışanlarımız oldu!...
Babasının gözünü kör etmekle Köroğlu olunamayacağı gibi, kendine lider dedirtmekle de lider olunmadı tabi... Olan ülkücünün, olan milletin heba edilen zamanına oldu!... Başsız kalan bütün ülkücüler; kendilerince başbuğluğa heveslenince piyasada biiiir sürü taklitte başarılı olamayan sahteler türedi!...
Dediğim gibi olan ülkücünün ve milletin heba edilen zamanına oldu...
Bu heba edilen zaman sürecinde kendimce bir şey daha keşfettim. İnsanların iki türlü olduğuna inandım:
Biri milleti peşinden yürütenler, diğerleri birilerinin peşine gitmekle kendini bir şey zannedenler!...
Milleti peşinden sürüklemek, her babayiğidin işi değil elbette. Ve şu anda milletin en büyük sıkıntısı da bu olsa gerek. Ama birilerinin peşine giderek kendilerini bir şey zannedenlerin, bu kadar çok olacağına asla ihtimal veremezdim!
Ne kadar birilerinin peşine gidince bir şey olduğunu zanneden zavallı varmış!...
Birilerinin peşine giderek bir şey olduklarını zanneden zavallıların, peşlerine takıldıkları da bir şey olmayınca, ortada böyle hiç bir şeye yaramayan bir şeylerin, öbek öbek toplanmaları çıkıyor!...
Türkiye de birilerinin peşine giderek bir şey olduğunu zannedenlerden daha fazla insan da varmış!...
Bunu görünce heveslendim yeniden ve kendimi yargılamaya oturdum.
14 Nisan günü ben de Tandoğan'daydım. Bazı grupların attığı ideolojik sloganları görmezden gelerek kalabalıkla birlikte Muhteşem Türk Atatürk'ü ziyaret ettim ve Fatihamı ikram ederek, şikayetimi Allah(c.c.)'a yaptım. Duamı Allah(c.c.)'ıma yaptım.
Ya Rabbi! Bu kimselerin peşinde olmayan ve her biri bir şey olan, Türk olan, Türklüğünün farkında olan, emanet ehli olduklarının farkında olan bu Millete izan ver, feraset ver diye niyazlar ettim.
Birileri; bir yerleri suçlamaya, bir yerlere kendi üsluplarınca saldırmaya devam etsinler, önemli değil!... 14 Nisan 2007 Cumartesi günü; millet, kendine kulak vermeyenlerin akıllarını başlarından aldı biliyorum...
Cumartesi günü bütün ülkücülüğümle, bütün Müslüman Türklüğümle, bütün milletliğimle ve Muhteşem Türk Atatürk'ün varisi olmam duygularımla, iyi ki Tandoğan'daydım...
Yoksa kendimi asla affedemeyecektim!...
Kendimi yargılamamın sonunda, kendi mahkememden, ilk kez kendime af çıktı Dostlar!...
Yargıladığım kendimi, ilk kez affettim...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Nisan 13, 2007

BEN DE TARAFIM !...

Son günlerde gazeteler ve gazeteciler de dahil olmak üzere bir "Yandaşlık Yarışı" başlatıldı!...
Dikkat edilirse "başladı" değil, "başlatıldı" diyorum!.. Basında çarşaf-çarşaf; TSK yanlısı veya TSK karşıtı gazeteciler diye listeler yayınlandı! İncindim! Utandım!...
Gazeteci olmadığımı kesinlikle biliyorum. Çünkü; ne gazetenin basıldığı bir matbaanın sahibiyim, ne de ücretle habercilik yapan muhabirim. Ama gazete ve gazeteciliğin olmazsa olmaz üç argümanından biriyim. Muharririm yani köşe yazarıyım. Ekmeklerini gazete ve gazetecilikten çıkaran gazetecilik savaşçılarının tamamına sonsuz saygılıyım ama henüz yazdıklarımdan dolayı kursağıma bir lokma girmiş te değil!...
Malum olduğu üzre gazeteler; patron, muhabir ve muharrir üçlüsünden oluşur. Bu üçlüden patron yani gazete sahibinin ve muhabirin taraf olma hakkı -asla- yoktur. Muharrir ise tam tersi olarak asla tarafsız olamaz.
Patron, gazetenin finansörüdür. Gazetesinin kazancından yanadır. Bu da çok doğaldır.
Muhabir; koşar, kovalar, haber yakalar ve haber yapar. Yakaladığı haberin yanında veya karşısında olma hakkına -asla- sahip değildir. Sadece haberini verir ve yorum yapamaz, yapmamalıdır.
Muharrir yani köşe yazarları ise muhabirlerin yakaladığı, yazı kurulu ve patronun yayınlanmasına karar verdiği haberin ya yanında, ya da karşısındadır...
Son iki günün gündem haberi; Genel Kurmay Başkanımız'ın basını bilgilendirme adıyla yaptığı tesbitlere gelmek istiyorum:
Aklı olan olmayan, ağzı olan, eline kalem alan herkes; haberin değil haber olan Genel Kurmay Başkanımız'ın ya yanında, ya da karşısında! İncindim! Utandım!...
Çaresizliğimden ve gazeteciyim demekten utanarak(!) bendeniz de tarafımı açıklamak zorundayım!... Çünkü bi-taraf, ber-taraf oluyormuşşşş!...
Evet! Ben de TARAFIM...
Haklıdan yanayım. Milletimden yanayım. Devletimden yanayım. Siyasi erk olmayı yanlış anlayıp yorumlayarak devletin kurumları arasındaki insicamı bozan AKP'ye karşıyım. TARAFIM...
Asker, siyasete karışmasın tamam! Asker demokrasiye müdahele etmesin tamam! Asker; sınırlarımızı korusun, devletimizin bekası için gerekirse şehit olsun tamam!...
Pekiiiii, Irak'ın kuzeyinden Türk Milletine, Türk Devleti'ne havlayan zağarlara kim "Hoooşşşt!" desin?...
Bize havlayan, bizi tehdit etme ukalalığını ve terbiyesizliğini gösteren, yediği ekmekleri inkar eden nankörleri ABD'ye şikayet etme aczine düşen hariciyemize kim ne desin?..
Kırmızı çizgilerimizin teker teker yok edilmesine sade seyircilik yapan, muktedir olamayan iktidarın dış politikadaki aczi karşısında kim, ne yapsın?..
Siyaseten çare arıyoruz. Çare arıyorum.
Rahmetli Alparslan Türkeş'in; " Sol'un ihanete varan davranışları karşısında sağ'la mücadelemizi erteledik." şeklindeki sözlerini hatırlıyorum bu arayışlarımda...
Günümüze uyarlamaya çalıştığımda, bu sözün; "Sağ'ın ihanete varan uygulamaları yüzünden, Sol'la yapacağım mücadeleyi erteledim." şekline girmesi gereğini görüyorum!...
"Bağımsız Türkiye" diyen sol'la; ısrarla AB veya ABD mandacılığına hevesli sağ'ı kıyaslıyor ve bütün milliyetçiliğimle sol'la mücadelemi erteliyorum...
Israrla "Türk Milleti" diyen sol'la; inadına "halklar ve Türk Halkı" diyen ve millet kavramının içini boşaltmaya çalışan sağ'ı kıyaslayınca, sol'la mücadelemi erteliyorum...
"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran vatandaşların adı Türk'tür. Ne mutlu Türk'üm diyene." tarifine sahiplenerek üniter devlet savunan sol'la; "farklılıkların farkında olmak" diyen sağ'ı, hatta milliyetçiyi kıyaslayınca sol'la mücadelemi erteliyorum...
14 Nisan'da Tandoğan Meydanı'nda toplanarak; Türk'e, Atatürk'e, Cumhuriyet'e sahiplenme mitingine hazırlanan sol'la; bu sahiplenmeye karşı çıkan sağı ve milliyetçileri kıyaslayınca sol'la mücadelemi erteliyorum...
Artık sol'la mücadelemi erteledim. Çünkü TARAFIM...
Çünkü Sayın Yaşar Büyükanıt'la birlikte devletimden, cumhuriyetimden, Atatürk'üm'den yanayım. TARAFIM...
Muhteşem Türk Atatürk'ün Babam'a emanet ettiği Cumhuriyet'e; aynen Babam'ın sadakatiyle sahiplendiğimi belli etmekten yanayım. TARAFIM...
14 Nisan'da Tandoğan Meydanında toplanacak halklardan değil, Türk Milleti'nden yanayım. TARAFIM...
Doğruyu; Türkçe, erkekçe, Atatürkçe söyleyen; "Son karar Meclisindir." diyen Genel Kurmay Başkanım'dan yanayım. Demokrasiye müdaheleyi düşünen her kim olursa karşısındayım. TARAFIM...
Millete kulak vermeyen, milletle ters düşen siyasi erk olduklarını zanneden acizlerin karşısındayım. Sesini duyuramadığı kulaklardan tutarak onları sandığa gömme hazırlığında olan milletimden yanayım. TARAFIM...
"Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk'üm diyene." diye hançeresini yırtarcasına naralar atan Muhsin Yazıcıoğlu'ndan yanayım. "Farklılıkların farkında olarak...", "Birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz." diyerek; alt-üst kimlik vehimlerine itiraz edemeden, AB ve ABD korkusundan işgallere ses çıkaramayan sahte milliyetçilere karşıyım. TARAFIM...
"AB'ye hayır. Büyük Türk Birliği'ne evet." "İslam alemiyle ticari birlikteliklere evet." diyen Muhsin Yazıcıoğlu'ndan yanayım. TARAFIM...
Başta TSK olmak kaydıyla milli duran, milli kalan bütün devlet kurumlarımın yanındayım. Kurumlar arasındaki insicamı bozan ve bozmaya çalışan güçsüz siyasi erk(!)e , AKP'ye karşıyım. TARAFIM...
Türk Milleti'nden yanayım. Haklara karşıyım.
Türk'ten, Türkiye Cumhuriyeti'nden, Atatürk'ten; diniyle barışık devletten, ordusuyla barışık dinden yanayım. Milletle devletin, orduyla dinin arasını açmaya çalışan milliyetçi(!)ye- dinciye karşıyım.TARAFIM...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Nisan 12, 2007

AÇIK MEKTUP...

Sayın Genelkurmay Başkanım,
Sayın Paşam, Sayın Komutanım;
Son günlerde size, sizin şahsınızda Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yapılan müracaatları da, saldırıları da dikkatle ve ibretle izleyen bir Türküm...
Size, sizin şahsınızda Silahlı Kuvvetlerimiz'e herkes kendince bakarak, kendince müracaat ettiler...
Bendeniz de Size ve şahsınızda Türk Silahlı kuvvetleri'ne Türkçe müracaat etmek isteyenlerdenim.Arz ederim:
"Ülkemizde halen gerçek anlamda bir ırkçı terör örgütü varken, ki PKK, Türk toplumunun toplumsal değerlerine sahip çıkacak şekilde gösterilen en ufak bir tepkisine bile Türkiye’de ‘milliyetçilik yükseliyor’ şeklinde yorumlar ve açıklamalar yapılması ulusal güvenliğimize çok ciddi zarar vermektedir. Türkiye’de milliyetçilik yükseliyor endişeleri Atatürk’ü tanımamanın, Atatürkçülüğü anlamamanın bir itirafıdır. Bizim milliyetçiliğimiz Atatürk milliyetçiliğidir” sözlerinizi; hazmederek gururla kabul ediyor ve izniniz olursa altına Büyük Türk Milleti'nin bir ferdi olarak imzamı atıyorum.
Artık Millet; gururuyla oynanmasına tepki veriyor.
Artık Millet, mukaddesleriyle alay edilmesine tepki veriyor.
Artık Millet, silahlı kuvvetlerine yetki verilmemesine itiraz ediyor.
Artık Millet; siyaset fahişelerinin, Devletimiz'e dil uzatmasına rağmen cezalandırılmamasına itiraz ediyor!...
Bendeniz de izninizle sizi, size şikayet etmek üzere kalemimi aldım:
Hergün çocuklarımızın şehadetinden şikayetçi falan değiliz asla!... Devletimizin devam etmesi, bekası için bedelin can olduğunun, kan olduğunun binlerce yıldır farkında olan bir Milletin ahfadıyız hamdolsun...
Sizin gözlerinizi yaşartan sahnede; çocuğunu şehit veren Türk Baba, "Diğer oğlumu da şehit veririm. Vatan sağ olsun." diye nara atıyordu. Şehidimizin diğer asker kardeşi; "Baba, kardeşimin intikamını alacağıma şerefim üzerine söz veriyorum." diye naralanıyordu.
Anlı-şanlı Paşalarımız'ın dahi gözlerini yaşartan bu sahneleri, size şikayet etmeden önce; gözlerinizdeki hakim olamadığınız göz yaşlarınızı size şikayet edeceğim!...
Sayın Genelkurmay Başkanım;
Elbette evladınız bildiğiniz bir Mehmetçiğin şehadeti, sizi de en az ana-babası kadar kedere gark edecektir. Elbette kaybettiğiniz, şehadet mertebesiyle Peygamberimiz(s.a.v)'in aguşuna uğurladığınız Mehmetçiğimiz için siz de üzüleceksiniz ama -kurbanı olacağımız- gözyaşlarınızı içinize hapsetmelisiniz!...
Siz, Türkiye Cumhuriyeti'nin Genel Kurmay Başkanı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin en büyük Komutanı, ağlamayacaksınız!...
Şehit analarını-babalarını ağlatanların analarını ağlatarak Milleti sevinçten coşkuyla ağlatacaksınız!... Size yakışan budur. Türk Milleti'nin sizden beklediği budur...
Yaklaşık kırk yıldır; "halklar, hakların hakları, halkların kardeşliği" uyutmalarıyla şuuraltımızdan milletlik anlayış ve inancını boşaltmayı başaran art niyetlilerle farklı söylemler kullanmak durumundasınız.
Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünden bakıldığında; halkın "Aynı sınırlarda yaşayan farklı etnik gruplar"ın adı olduğunu; milletin ise" aynı sınırlarda yaşayan tarih, ülkü, dil, din ve gelenekleri ortak olan" topluluk olduğu görülür.
Devletin kurumları arasındaki insicamın, uyumun bozulmaya uğraşıldığı günümüzde; hiç bir yetkilinin "Türk Halkı" deyimini kullanarak "Türk Milleti" tanımının içini boşaltmaya hakkı olmamalıdır.
Devlet kalmak istiyorsak, millet kalmak mecburiyetimiz vardır.
“Siyasal amaçlı etnik milliyetçilik üzerine belli bir amacı şiddete ve silaha dayalı bir yolla gerçekleştirmek isterseniz, etnik milliyetçiliğe dayalı bölücü bir hareket ortaya çıkar. Başka bir ifadeyle ırkçı bir terör örgütü ortaya çıkar. Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorun budur. Etnik milliyetçiliğe dayalı, şiddete dayalı bir terör olayı. Irkçı bir hareket.” sözlerinizi de noktası virgülüne itiraz etmeden kabul ederiz.
Sayın Genel Kurmay Başkanım;
Milletlik tarifimizle kimsenin oynamasına izin vermeyin artık. Milletimizin gururunu temsil ettiğiniz ve çok yakıştığınız makamınızla, milletimize karşı hadlerini aşanların hadlerini bildiriniz.
Devletin ve sistemin koruyuculuğu; Anayasamızca size tevdi edilmemiş midir?..
Artık, bir daha ve asla ağlamayın Sayın Komutanım!...
Bu milletin sizden beklediği;Türk anaları ağlatanların analarını ağlatmaktır.
Saygılarım ve şer güçlerinin tamamının inadına size güvenimizin tam olduğunu bir daha haykırarak açıklayarak...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, saygı, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 03, 2007

5 NİSANLARA...

Gelmesini asla istemesem de, asla bahardan saymasam da bir 4 Nisan daha geldi!...
....ciler, ....cılar, ....cular, ....cüler, yine piyasayı dolduracaklar!...
Aklımız kesti keseli Allahçı(!)lar Allah(c.c.)'ımızı, Peygamberci(!)ler Peygamber(s.a.v.) imizi, Atatürkçü(!)ler Atatürkümüz'ü, milliyetçi(!)ler milletimizi, Türkçü(!)ler Türk'ü, toplumcu(!)lar toplumu sahiplenmiş rolü yaparak sahipsiz bırakıp milleti zora soktular, devleti dara soktular!...
Bu; ...cı,....ci,....cu,....cüler'den gına geldi!...
Her 23 Nisan'da, 19 Mayıs'ta, 30 Ağustos'ta, 29 Ekim'de, 10 Kasım'da nasıl piyasada Atatürkçü(!)den geçilmiyorsa; her dini bayram ve mübarek günde nasıl piyasada Allahçı(!)dan-dinci(!)den geçilmiyorsa; artık her 4 Nisan'da da Türkeşçi(!)'den geçilmeyecek!..
Muhteşem Türk Atatürk'e -sadece- çaresiz kalınca- çare bilip "Atatürkçüyüm." söylemiyle sahiplenmeye çalışan acuzeler; "Bağımsızlık karakterimdir." diye kendini ve milleti tarif eden Atatürk'e inat AB kapılarında "Haçlı Uşaklığı" na talip olurlar!...
AB veya ABD adındaki Haçlı'nın "Kemalizm mikroptur." tanım ve dayatmasına itiraz etmeden Atatürkçü(!)lük yaparlar!...
Her dini bayramda, mukaddes günde Allahçı(!) lık yapan iman bezirganları; Haçlı'nın Peygamberimiz(s.a.v.)'e yaptığı saldırılara sessiz kalır ve Haçlı dayatmasıyla "Ilımlı İslam" teranesini proje diye kabullenerek Allah(c.c.)'a, dine hakaret ettirirler!...
Artık benzer şekilde her 4 Nisan'da bu; ...cılar'dan bazılarına da alışmamız gerekecek!... Biliyoruz ki Allah(c.c.)'a, dine, Atatürk'e sahip çıkmakta AB veya ABD'den korkanlar; Türkeş'e de sahip çıkar rolü yaparak Türkeş'i sahipsizliğe itmeye çalışacaklar!...
Türk Milliyetçilerini, Turancıları, Türkeşçileri; "Onurlu Üyelik" aldatmasına kafa tuttukları için MHP'den dışlayanlar; "Ne mozaiği ulaaan!" narasını "Çiçek bahçesi" ile değiştirenler, şimdi de -bir günlük- Türkeşçi(!)lik oynayacaklar!...
Anadolu'yu karış karış dolaşarak; "Partiyi yeniden Türkeş Çizgisi'ne getireceğim." diyerek genel başkanlığa aday olmak isteyen bir ülkücüye "Ne Türkeş çizgisi Kardeşim?!... Türkeş öldü. Artık Bahçeli çizgisi var!..." diye saldıran ve saldırtanlar, şimdi -bir günlük- Türkeşçi(!)lik yapacaklar!...
Başbuğlarını ölesiye sevenleri, -eski Ocak Genel başkanı dahi olsa- Başbuğ'un Kabri başında tartaklayacaklar!... Ve Türkeşçilere saldırarak Türkeşçi(!) lik yapacaklar!...
Töresizliği töre, saygısızlığı saygı, vefasızlığı vefa, kurnazlığı akıllılık, ülküdaşlığı arkadaşlık, dostluğu yoldaşlık diye anlayan ve tanımlayanlar -bir günlüğüne- Türkeşçi(!) lik yapacaklar!...
Bizler de; ömürlerini "Türkeşli MHP"ye hibe ederek "Helal olsun! Helal olsun! Helal olsun!..." diye naralar atarak Türkeşçiliğimizden asla vaz geçmeyenler ise; 4 Nisan'da içimize ağlayarak, uzaktan fatihalar ikram ederek Türkeşçiliğimize, ülkücülüğümüze, milliyetçiliğimize ve Turancılığımıza devam edeceğiz...
Rol yapanın işinin, yaşayandan zor olduğunu biliriz!...
Hakkını helal et başbuğum bize!... Yaşayanın da, rol yapanın da işi zor!...
Her kese kolay gelsin!...
Nice 5 Nisan'laraaaa....
REHBERİMİZ KUR'AN, HEDEFİMİZ TURAN
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 02, 2007

BAŞ BÜYÜDÜKÇE...

Kutadgu Bilig'i bir daha ve hazmederek okuyorum.
Duyarlı bütün Türk Milliyetçilerinin başucu kitabı olması gereğine inandığım bu kitabı, bir daha hatırlatarak söze girmek isterim.
"Baş büyüdükçe ağrısı artar." diyor Yusuf Hashacip, Kutadgu Bilig'inde...
İsteyen, istediği ortama, istediği işe uygulayabilir bu öğüdü...
Ben de elbette son dört-beş aydır mesaimin çoğunu sarfettiğim ortama uygulamaya ve becerebilirsem uygulatmaya gayret edeceğim.
Milliyetçiliğimi rahat yaşayabileceğim, Türk Milliyetçiliğinin açıkça siyaset sahnesine sokulabileceği tek adres gördüğüm için bir adresteyim. Bendenizin oluşum veya olamayışım o adres için ne ifade eder bilemem!... Merakım da değil. Hz. İbrahim'i yakacağını duyuran Nemrut'a karşı koyarak yangına su götürmeye çalışan karınca misali; "Safımı belli ederim ya!.." iman ve inancımla gittim o adrese ve orada kalacağım. Gerisi, merak edenlerin istedikleri gibi yorumlamalarına izin verdiğim bir teferruattır....
Siyaset; günümüzün ve devletimizin tek çaresidir. Demokrasilerin de olmazsa olmazıdır siyaset ve siyasi partiler. Siyasetle ilgilenen-ilgilenmeyen her kesin en azından 4-5 yılda bir uğrayacağı bir duraktır siyaset...
Yani siyaset, herkese lazım ve her kes siyasetin bir yerinde. Tabi ki bendeniz de...
Saflarına girmekle mutlu olduğum, kendimi rahat hissettiğim ve -inanın veya inanmayın- geldiğim günden beri güzel rüyalar görmeye başladığım bir siyasi adresteyim. Dilimin ve gücümün yettiği kadar da davet işiyle meşgulüm...
Birbirine benzeyen insanların, mutlaka bir sebeple bir araya geleceklerinden asla endişem yok. Benzer insanların bir araya gelmelerini ne kadar çabuklaştırabilirsek mesafeleri de o kadar kısa sürede alacağımıza da inanırım...
Gönüldaşlarıma, ülküdaşlarıma "Sen yoksan bir eksik." diye seslenerek devam ediyorum ve edeceğim.
Yıllarımı hatta ömrümü verdiğim ve asla -kısa bir dönemi hariç- nedamet duymadığım "Baba Ocağı"ndan koptum. Şimdi "Kardeş Ocağı"ndayım. Birbirinin fotokopisi denecek kadar birbirine benzeyen ve ortak tavırlı insanlarla bir aradayım. Dolayısıyla da ziyadesiyle huzurluyum.
"Varlığım Türk varlığına armağan olsun." diye hançeresini patlatırcasına kükreyen bir Anadolu Çocuğu'na destek vermeye çalışıyorum. Bu tavrımı; tenkit edenlere de, tasvip edenlere de müteşekkirim. Çünkü tenkit edenlerle de, tasvip edenlerle de yıllarımızı paylaşarak geldik ömür yolculuğunda...
Son terk edenlerden olduğum için daha önce terk edenlere ettiğim sitemlerimi de asla unutmadım. Bu yüzden de beni tenkit edenlere asla bir şey söylemeyeceğim. Biliyorum ki günü geldiğinde, beni ve ülküdaşlarımı rahatsız eden meseleleri onlar da fark ettiklerinde, hiç düşünmeden terk edecekler!...
Meselemiz elbette terk ettiğimiz adres değil. Örülü duvardan tuğlamı alarak terk ettiğim yerle meselemi kapattım. Şimdi meselem; tuğlasını benden önce ve sonra alan kardeşlerimle bir an önce buluşarak tuğlalarımızla yeni bir bina inşa etmek...
Arsamız, inşaata müsait.
"Varlığım Türk varlığına armağan olsun." diye kükreyen genel başkan Muhsin yazıcıoğlu'nu millete anlatmakta bir sıkıntımız yok. Müsbet tariflerle zaten yeterince tanınıyor Genel başkan. İşimiz sadece bu tanınan, bilinen ve tenkit edilecek bir şeyi olmayan bu insanın varlığından hareketle sevenlerinin sayılarını artırmak ve bu sevgileri oya tevil etmek...Anlatırken zorlanmadığıma göre demek ki bu işi yapmak ta pek zor olmasa gerek...
İnsan inanmadığı bir şeyi anlatmakta çok zorlanır. %18,5'tan %8,4' düşülen başarılı(!) seçim sürecinde bu inanmadığını anlatmanın zorluğunu, yaşayarak öğrendim.
Şimdi inanarak anlatıyorum. İnanarak anlattığım için anlattıklarımı iknada zorlanmıyorum. Benim yaptığımı yapmayı deneyen her kes, benim yakaladığım kolaylığı yakalayacaktır eminim...
Bunu da sadece her kese hatırlatmak, birilerine moral vermeye çalışırken kendimi toparlamak amacıyla yaptım.
Çünkü kimseye danışmadan, hayatımın 40 yılını verdiğim adresi terk ettim. Yine kimseye danışmadan şu an yer aldığım safta yer tuttum. Dolayısıyla ne kimseye küsmeye, ne kimseye sitem etmeye hakkımın olmadığının farkındayım...
Sadece siyaseten partimizin başı büyüdü şükürler olsun. tabii ki "Baş büyüdükçe ağrısı artar." öğüdü de tecelli ediyor sanki...
Umarım bizim başımız daha fazla büyümeğe ve büyüdükçe artacak ağrılara tahammüllüdür...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Nisan 01, 2007

İYİCE AZDILAR !...

Artık iyice azdılar!...
Artık iyice sabrımızla oynamaya başladılar!...
Devletimizi temsil makamlarında bulunanların; aymazlıkları, umursamazlıkları, "gafletleri, dalaletleri ve hatta hıyanetleri" yüzünden asayişimiz bitirilmek üzere!...
Güneydoğu'daki başkaldırı denemeleri, -kendilerine göre- başarılı olunca şimdi de metropollerimizde arz-ı endam etmeye başladılar!...
Onlarca yıldır bunlara müsamaha göstere göstere, bu günleri kendimiz hazırladık!...
Kendileri, babaları, dedeleri hatta babalarının dedeleri İstanbullu, İzmirli, Bursalı olmasına rağmen; taş üstünde taşları olmayan, dikili bir ağaçları bulunmayan sayısız insanımız varken; -bu günlere hazırlanmak için- doğudan, güneydoğudan göçerek gelenlerin tamamına yakınının gecekondu adıyla işgal ettiği yerlere, -bir kaç oy daha hesabıyla- tapu vere vere; dünyanın en güzel yerlerinden olan bu cennet köşelerimizi de yaşanmaz hale getirdik!...
Yaşanmaz hale getirmemiz yetmedi; Şemdinli'de ki olayları protesto adıyla İstanbul'da da isyan provaları başladı!...
Bunların hepsi; yönetenlerimizin, devlet olmanın, devlet kalmanın yollarını bilmediklerinden, günümüzden bin sene önce yazılı olarak bırakılmış olan devlet yönetme düsturlarımızı okumamış olmalarından kaynaklandı!...
Bir kaç sefer yazarak hatırlatmaya çalışmıştım...
Bir daha yazacağım...
Milletimin; yetkililerin dikkatlerini, Yusuf Has Hacib'in 'Kutadgu Bilig' adlı eserine çekinceye kadar devam edeceğim!...
Tarihe şerh düşülmüş ve Türk'ün Devlet etme yollarını anlatan bu muhteşem eserden, bir paragraf daha hatırlayalım:
"Ülkeyi elde tutabilmek için orduya ihtiyaç vardır. Orduyu besleyip donatmak için de çok mal ve servet gerekir. Orduyu besleyip donatacak akçayı bulabilmek için de halkın zengin olması gerekir.
Halkın zengin olması için de yöneticiler, doğru yasalar koymalıdır.
Bunlardan biri ihmal edilecek olursa dördü de işe yaramaz.
Dördü de işe yaramaz olunca devlet yönetimi çözülür, ülke yönetimi bozulur."
Dikkat etiyseniz, yaklaşık bin yıl önce yazılmış olmasına rağmen sanki günümüzü tarif etmiyor mu?...
Bütün dünya milletleri arasında en eski geçmişe, en şanlı tarihe sahip olmasına rağmen Türk Milleti'nin en son sistemlerle yönetilen Cumhuriyetinin yöneticileri; " Birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor." şeklinde bir gaf yapabiliyorlar!...
"Birlikte yaşamak" doğrudur ama bunu öğrenmek yanlıştır!...
Biz; en köklü gelenekleri ve devlet teamülleri olan bir millet olarak "Birlikte yaşamayı" öğretmekle mükellefiz...
Eğer öğretmekte; öğretmence gerektiğinde ödüllendirerek, gerektiğinde cezalandırarak eğitmekte geç kalırsak, yaşadıklarımızı yaşarız!...
Yüzlerce yıl gittiğimiz her yere, birlikte yaşamayı öğretmiş olan bizim; kendi topraklarımızda da birlikte yaşamayı öğretmek gibi bir mecburiyetimiz vardır!...
Yüzlerce yıldır kendi vatanımızda birlikte yaşamayı öğretmediğimizdendir ki, yaşadıklarımızı yaşamak talihsizliğindeyiz!...
Kutadgu Bilig'den bir bölümü daha hatırlayalım:
Hakan, tebaasından isteklerini duyurur.
İstekleri, kısa ve özdür.
1- Yasalarıma uyun.
2- Verginizi ödeyin.
3- Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin.
İstekler, mantıklıdır.
Tebaanın yani halkın cevabı da aynı özelliklerdedir:
1- Yasalarına uyarız ama adil olursa.
2- Vergimiz öderiz ama gümüşün ayarını düşürmezsen.
3- Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan.
Bu karşılıklı ve üçer maddeden oluşan istekleri de günümüze uyarlayarak bir daha düşünelim...
Hem biz düşünelim hem de yöneticilerimizin düşünmelerini, sağlayalım!...
Birilerinin, hem de artık geç olmadan, geç kalmadan birilerine devlet olmanın ve devlet olarak kalmanın yollarını, mutlaka hatırlatması zamanıdır!...
Ekonomiden, işsizlikten vaz geçtik!...
Devletimizin bekası, söz konusu!...
Aşayişsizlik nerdeyse yönetim şekli oldu!...
Emniyet güçlerimiz, -yasalarla ellerini-kollarını bağladığımız için-basın yoluyla vatandaşlarımıza kap-kaçtan korunma yolları öğretmeye başladı!...
Güneydoğu'da güvenlik gücü mensuplarımız kaçırılarak işkence edilip bırakılmaya başladı!...
Başıboş bırakılan bazı vatandaşlarımız, -PKK adındaki bölücü, terör örgütünün baskısıyla- "Dağa çıkarız, hesap sorarız." şeklinde sloganlar atmaya başladı!...
Yasalarımız, adil değil!...
Paramızın değeri yok!...
Can ve mal güvenliğimizi kendimiz sağlamaya çalışıyoruz!...
Şehirlerde de kırsalda da "dağ kanunları" geçerli!...
Her yerde gücü yeten yetene!...
Hemen hergün üçerli beşerli şehidimiz var!...
Şehitlerimize tören -sanki- yasak!...
Ama başkaldırı provalarının olduğu yerlerde; gebertilen teröristler için, yasalarımıza aykırı, törelerimize ters düşen törenler yapılmakta!...
Devletimizin bekası için gebertilenlerin "İnsan hakları" adıyla hakkını savunmaya çalışan hainler var!...
Ama şühedamızın hakkını ağzına bile alan yok!...
Canımız yanıyor artık!...
Bu gözümüzün önünde olanlar, kanımıza dokunuyor artık!...
Hiç bir şeyimiz yokken yedi düvele kafa tutan ve yedi düveli denize dökmeyi başaran bizim; bu üç beş baldırı çıplak karşısındaki -her şeyimiz olmasına rağmen- aczimiz, gururumuzu incitiyor!...
Bunlar, iyice azdılar!...
Bunlar, iyice çizgiden çıktılar!...
Bunlar, açıkça başkaldırıyorlar, isyan ediyorlar!...
Ya isyanı bastırın ya da olacaklardan herkes nasibine, payına düşeni alacaktır bilmiş olun!...
Biz, bu devleti yok ettirmeyiz!...
Biz, bu vatanı böldürmeyiz!...
Biz,üç beş çapulcuya pabuç bırakmayız!...
Bu denemeler; dün de yapılmıştı, bu gün de yapılıyor.
Sür'atle ve köklü olarak tedbir alınmazsa, -lokal uygulamalarla belki yangın söndürülebilir ama- yarın da yapılacaktır!...
Bu millet kadar tecrübeli, ikinci bir millet yoktur...
Milletin tecrübelerini, kalasiklerimizden okuyarak uygulayın artık Allah aşkına!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KİMLİKLİ DOSTUM'A...

Bir medya kurumunda, "Aykırı Sorular" programında iki kişiyi bir arada izledim.
Hayret ettiğimi söyleyemem. Ama şaırmadım dersem de yalan olur...
İki aykırı kişilik gibi sunuluyordu program katılımcıları. İki ayrı kişiliktiler doğru. Ama aykırı değillerdi!...
Mehmet GÜL; varlığıyla müftehir olduğum, özel Dostlarım'dan ve Ülküdaşlarımdan biri. Diğer kişi yani Doğu DERİNCEK (perinçek değil) ise yıllardır kendimi görmemeye, duymamaya programladığım, olsa da olmasa da fark etmeyeceğim, silik kişiliklerden biri...
Derinçek'in; daha bir kaç yıl evvel Bekaa Vadisi'nde Apo alçağına verdfiği güllleri, verdiği selamlarını asla unutamayanlardanım...
Doğu Derincek; kendine verilen görevleri bihakkın yerine getirebilen ehil bir görev adamı intibaı uyandırdı hep bende. Bu yüzden de varlığını da, yokluğunu da pek önemseyemeyenlerdenim...
Mehmet GÜL ise asla yokluğuna tahammül edemeyeceğim "Dava Adamları"ndan biri... Doğrusunu, doğrularını; her ortamda, her platformda söyleyebilecek yürek ve kapasitede bir Ülküdaşım...
Neden o silik kişilikle bir arada görünerek O2nun seviyesine inerek kendine kıydı anlayabilmiş değilim!... Anlayabilmem de mümkün değil!...
Doğu Derinçek; yaklaşık 30 yıldır particilik oynar. Allah aşkına hangi dönemde, hangi siyasi varlıkla kendini ve partisini hissettirebildi?
Yoksa bu Derinçek hep vardı da, çok derinlerde olduğu için ben mi fark edemedim?...
Mehmet GÜL gibi, rüştünü ispatlamış bir Türk Aydınının yeri, bana göre asla o silik kişiliğin yanı değil!...
Uç art niyetlilerle televizyonlarda izledik Mehmet GÜL'ü. Ve varlığıyla soluklandık, varlığıyla iftihar ettik. "Susar mısın? Susturayım mı?" diye milyonların önünde hainlere kükrediğinde; kimsenin kimseyi sevemeyeceği kadar sevmiştik Mehmet GÜL'ü...
Ne söylemeliyim? Nasıl söylemeliyim? Bilemiyorum!...
Oysa açık sözlü bir adamım...
Mehmet GÜL'e daha bir kaç gün önce bir telefon görüşmemeizde; "Allahını seversen Mehmet Gül olarak kal. Sen bu millete çok lazımsın." diye yalvarmıştım... O ısrarımda hala aynen duracağım...
Omuzunu omuzumda hissettiğimde çok fazla rahatlayabileceğim kişiliklerden biri Mehmet GÜL...
Bu kadar net kimliği ve kişiliğine rağmen böylesi silik bir kişilikle "Aykırı" tanımına girebilmesini, ben hazmedemedim...
Buradan ve son kere ve bir daha Mehmet GÜL Dostum'a seslenmek istiyorum: "Allah aşkına kendinle oynama ve kendinle oynatma Dostum. Senin gibi net duruşlu siyaset adamlarına, Türk Milleti'nin çok ihtiyacı var. Türk Milliyetçiliğinin siyaseten sahipsizleştirildiği bu günlerde, Allah aşkına sana olan ihtiyacın farkında ol..."
Zaman, her şeyin ilacı olduğu gibi çok insafsız bir yıpratıcıdırda...
Bunu Mehmet GÜL Dostum kadar kaç kişi bilebilir?...
Lazımsın Mehmet GÜL. Türk Milletine, Ülküdaşlarına lazımsın.Lütfen kendini en az bizim sevdiğimiz kadar tanı ve sev.
Bırak sana narsist desinler, megaloman desinler ama kişiliksiz adamlarla bir rada durarak kendine ve sana değer verenlerine irtifa kaybettirme...
Karar elbette senin ama, bilesin ki senden kolayına da vaz geçmeyiz...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN