Perşembe, Mayıs 31, 2007

BU SES, MİLLETİN SESİDİR !...

Millet, söylenmekten vaz geçip söylemeye başladı artık!...
Yakın geçmişte, 4,5- 5 yıl içinde yaptıklarınızı ve yaptıklarımızı hatırlatayım:
Papa'nın ölümüne Bayrağımızı yarıya indirdirttiniz, peki!...
Yeni seçilen Papa; terörist saldırıları, Hristiyanlığa karşı yapılan saldırılar olarak tarif edip, bütün İslam Alemini karşısına aldı sustunuz, peki!...
İngiltere'de teröre kurban giden kırk kişi için; bütün hristiyanlarla beraber saygı duruşu yaptınız, çünkü onlar ingiliz değil insandı, ona da pekiiii !...
Yıllardır AB'nin, haçlının verdiği desteklerle 40.000'den fazla insanımızı öldüren PKK'ya reuters ve BBC; milis kuvvetleri dedi, ses çıkarmadınız pekiii!...
Onların milis kuvvetleri(!)nce, Mehmetçiklerimiz şehit edildi. Ses çıkarmadılar, sizler de ses çıkarmadınız pekiii!...
Şehitlerimizi "kelle"; terörün şerefsiz başını "sayın" diye sıfatlandırdınız, o zaman da milleti sustu sandınız!...
Şimdi de serseri, hain, alçak, kalleş terör taşeronu PKK; Ankara'da, göbeğimizde bomba patlattı!..
İnsanlarımız öldü!...
Bunlar da, sadece Türk değildi. Bunlar da insandı!...
Suçsuz ve günahsızlardı. Evlilik alışverişine gitmekten, günlük telaşelerinden başka hiç bir suçları, günahları yoktu!...
Sayın Başbakan; şimdi seslenme sırası, şimdi saygı duruşuna çağırma sırası bizde!... Kırk İngiliz için saygı duruşunda bulunduğunuz kardeşleriniz hristiyanlardan herkesi, bizim terör kurbanlarımız için de saygı duruşuna davet edin!...
Eğer tavırları, insanlık adınaysa bizim kurbanlarımız için de saygı duruşunda durmaları lazım...
Eğer sadece avrupalılara sahiplenir ve bizimkileri insandan saymazlarsa; biz de bütün öfkemiz ve can yangınımızla, millet olarak haykırırız: İKİZ KULELERDE, LONDRA'DA ÖLENLERDEN BİZE NEEEEE?!...
Güvenlik Güçlerimiz, Silahlı Kuvvetlerimiz teröristlere karşı gerekeni yaptıkları için AB üyesi ve adayı bütün hristiyan ülkeler tarafından insanlık suçu işlemekle suçlandırılmadılar mı?...
Dost(!)umuz, müttefikimiz ABD; PKK'ya sınırlarımız içinde istediğimizi yapabileceğimizi ama sınır ötesi harekat yapamayacağımızı söylemedi mi, ne yaptık?...
Bizim semalarımızda tehdit uçuşları yaparlarken ne yaptık?...
Benim insanlarımı; Müslüman oldukları için ölüme layık görenlerin; Irak'ta ki Müslümanlara, Kerkük'teki Telafer'deki Türkmenlere, sadece dinlerinden dolayı ve petrol uğruna toplu katliamı reva görenlerin; ister terörde ister savaşta ister afette ölenlerinden BİZE NEEEE?!...
Adamlar bizimle alay ediyorlar farkında değilmisiniz?... Adamlar, bizi insandan saymıyorlar farkında değil misiniz?...
Papa'nın ağzından AB'ye alınmayacağımız açıklanmadı mı?...
Fransa, Hollanda referandum yaptı ve hayır çıktı!... Yarın öbür günde başka yerler bizim AB'ye alınıp alınmamamızı referanduma götürmeyecek mi?...
Avrupa'nın, AB'nin, ABD'nin, Hristiyan dünyasının önünde bu kadar küçülmemizi gerektirecek tarihi hangi hatamız var?!...
Yoksa nobel ödülü almak uğruna Devletine Milletine iftira ederek pamuklaşanların söylediklerine, hükümetimizde mi inanıyor?!...
Teröristten insani davranış rica etmenin mantığını, hangi akılla ve hangi üslupla bize açıklayabilirsiniz?!...
Yoksa AB ve haçlı dünyasıyla beraber sizde mi bizimle alay ederek vakit geçirmeye soyundunuz?...
Askerimizi kaçırıyorlar; yaygın basının 'Dolma Kalemler'i, uzaktan kumandalı Karen Fogg çocukları, bu olayı savaş halinde "alınma" diye yorumluyorlar!...
Onlara, yerli işbirlikçilere, 'Dolma Kalemler'e, bir yaptırımı olmayan -Hükümetimizin çıkardığı- yasalara, millet adına kafa tutuyoruz farkında değil misiniz?...
Teröristlerin insan haklarını savunanlara bir şey yapamayan yasaların, -artık bizi cezalandırarak maşeri vicdanda karalanıp bir daha affedilmemek üzere- tarihin derinliklerine atılmasını bekliyoruz!...
Yanlışın neresinden dönülürse kardır!...
Önünüzdeki sayılı günlerde, yanlış ve dayatmalarla yaptığınız yasalardan vaz geçin!... Bu yasalar, yasa değil ve asla yaptırım gücü, caydırıcılığı yok!
40 bin insanımızın katiline bir şey yapamayan -bu uyduruk- yasalarımızın; bu yazdıklarımdan dolayı bana hiç bir şey yapamayacağını çok iyi biliyorum!...
Apo'ya uygulanan yaptırımdan hareketle; yasaların caydırıcılığının olmadığını ispat için tutuklanmak istiyorum!...
Anayasa Mahkemesi'nin, Cumhurbaşkanı Seçimleri hakkında verdiği kararı, tenkit ettiğiniz üslupla hatta gerekirse daha avamca bir üslupla ben de sizin çıkardığınız yasalara itiraz ederim!...
Ceza evlerinin artık birer dinlenme kampı olduğuna inanıyorum!...
Ya alçakları, hainleri milleti rahatlatacak bir şekilde cezalandırın ya da bizleri de aynı tatil kampına gönderin!...
Cezaevlerinde hürriyetini sonsuz kullanarak örgütünü idare edene bir şey yapamayan yasaların, bize ne yapacağını artık bilmek istiyoruz!...
Sıralıyorum;Papa'nın ölümüne bayrağımızı yarıya indirmeyi kabul etmiyoruz!...
PKK'ya milis kuvveti tarifi apan AB'ye girmek istemiyoruz!...
İngilterede ölen kırk ingiliz için asla saygı duruşunda durmuyoruz!...
Irak'a yapacağı hareketin adını Haçlı Seferi olarak açıklayan ABD ile dostluk, müttefiklik adı altında da olsa yakın görünmek istemiyoruz!...
Kuzey Irak'ta Mehmetçiğimin başına çuval geçirip özür bile dilemeyen ABD'yi affetmiyoruz!...
Hava sahamızı ihlal edenlerin, hava sahalarını ihlal etmek istiyoruz!...
Bize Türk Dünyası yeter!...
Bize ilişkilerimize düzen verirsek Müslüman Dünyası yeter!...
Hadi becerebiliyorsak bizler de, bir Müslüman ve Türk Birliği kuralım ve hristiyanlardan girmek isteyenlere; AB'nin inadına elimizden gelen kolaylığı sağlayalım!...
Biz; yüz yıllarca haçlı seferlerini durduran tek gücüz!...
Yıllardır AB'de değildik ve ayaktaydık!...
Ne AB uğruna ne de başka bir hristiyan birliğine girmek için küçülmeyi kabul etmiyoruz!...
Ya aklınızı sür'atle başınıza toplayın, ya da aklınızı başınıza toplayın!... Ya da bilin ki bu seçimlerde, aklınızı; bir daha geri dönmemek üzere, size bir daha siyaset yaptırmamak üzere alacağız!...
Bu sese kulak verin!...
Bu ses artık bir AKP muhalifinin değil, tamamen milletin sesidir!...
İnanmıyorsanız; AB konusunu, saygı duruşu konusunu, Papa'ya gösterilen ihtiramı, hava sahamızın ihlalini, sür'atle bir halk oylamasına götürün!...
Götürün ki aklınızın başınıza gelip gelmeyeceği konusunda bir kanaat sahibi olalım!...
TEVEKKELTÜ A'ALALLAH...
Selam,sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BİZİ DUYUN ARTIIIK !...

Mutlaka bir şeyler yapmak lazım!...
Doğru zamanda doğru bir duruş sergilemek lazım!...Türkiye'de; kavramlar kargaşasından kaynaklanan bir fikir kirliliği mevcut!..
Çok iddialı ve büyük bir tarifle giriş yapmış olabilirim.
Bir yerlerin dikkatlerini çekebilmek ve beni rahatsız eden konularda; düşünen ve düşündüğünü söyleyebilen cesur yüreklerden destek almam lazım!...Bu desteğe çok ama çok ihtiyacımız var...
Kendimi yargılatmak istiyorum! Benim yargılanmam bittikten sonra, çıkacak karar ne olursa olsun; hep beraber diğer yargılanmaları gerekenleri de maşeri vicdanlarda yargılatmak istiyorum!...
Elhamdülillah, Kalu Bela'dan beri Müslümanım...Kelime-i şehadetimle bunu ikrardan da şeref duyar, huzur bulur, paklanırım...
Milletler olarak Cennet'ten kovularak yeryüzüne indirildiğimiz günden beridir de Türk'üm...
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsinki Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir.(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiç bir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur."( Maide 54) Ayeti'nde tarif edilen toplumun, Türk Milleti olduğuna inananlardanım... Ayet-i Celile bu...
İsteyenin anladığı gibi anlama hakkı var mıdır bilemem ama benim anladığımdan, tarihi de gözden geçirince bu tanıma uyan toplum olarak Milletim çıkıyor... Bu ayetten ve buna destek veren ayetlerden yola çıkarak milliyetçilik yapmama dinen bir sakınca olmadığına inananlardanım...
Milliyetçiliğin bir fikir akımı olmadığını, içgüdüsel bir duygu olduğunu; amca ile dayı münakaşasında amcadan yana tavır koyamayanın milliyetçi olamayacağına inancımı daha önce açıklamıştım...
Veya kapı komşusunun sıkıntısını görmezden gelenlerin; Bosna-Hersek'teki, Karabağ'daki,Filistin'deki, Irak'taki mazlum insanlara karşı duyarsızlıklarına öfkelenmenin gereksizliğini de tekrar hatırlatırım...
Duyarlı ve imanlı birinin Allah rızasından başka bir beklentisi olamayacağına, birileri tarafından övgüyle taltif edilmeye ihtiyacı olmaması gerektiğine göre; duyarsızların da sertçe kınanmamaları gereğine inanırım!... Çünkü genetik olarak içgüdüsünün gereğini yapmaktadır ve mazurdur... Kurt, kurtluğunu; köpek köpekliğini yapar ama kurt köpeğinin ne zaman köpeklik, ne zaman kurtluk yapacağını, kestirmek güçtür!...
Bir Almanın, bir fransızın genetik iç dürtüleri gereği yapacağı milliyetçiliğe elbette itiraz etmem. Ancaaak! Yapacağım milliyetçilikle, muassır medeniyetler seviyesini yakalamak ve herkesi medeniyette ve teknolojide geçmek arzuma da kimsenin karışmasına izin vermem... Kimsenin inancı ve imanıyla -haşa- uğraşmadığım için; imanımla, inancımla uğraşanları ve imanları ölçmeye kalkanları da tel'in ederim...
Günümüzde veya geçmişte; bir şeyhin arkasına takılmakla daha fazla müslüman olunacağına inanmadığım gibi, şeyh peşine takılmamakla imansız olunacağına da inanmam...
Birliğe, beraberliğe sonsuz ihtiyacımızın olduğu bu günlerde; Milliyetsiz Milliyetçiler'in yönetimindeki partilerin siyasetsizliğini de reddederim...
Namaz kılarken görülmezsen imansız; namaz kılarken görülürsen mürteci olarak suçlanabileceğimiz bir yönetim şekline de kafa tutarım!...
Aklım kesti keseli de, "devlet-i ebed-müddet" diyenlerdenim...
Tarihle akran olan devletim'in yanlış yönetildiği; Devletim'le milletimin arasına girmek isteyen günübirlik siyaset lümpenlerinin olduğunu, -isyan etsem de- kabul etmesem de, bilirim!...
Bu lümpenlerden birilerine taraftar olmayı, hazmedemiyorum...
Kendimi yaşamak, Ülkücülüğümü yaşamak ve kendimi ifade etmek istiyorum!...
Kendimi yaşarken, Ülkümü ifade ederken kimseyi incitmek gibi bir kastım asla olmaz. Ama ortaya söylediğim sözümü üzerine alınarak kırılanlardan da özür dilemem!...
12ylül 1980 kıyametinden sonra çok iyi anlaşabildiğim Devrimci arkadaşlar edindim. Neredeyse dostluk kurulacak kadar hem-hal olabildik...Yıllarca bu insanlarla kavga ediş sebebimizi ve birbirimize kapanmayacak yaralar açmış oluşumuzu, yorumlayamıyorum!...
Bu yorumlayamama bocalamalarımda da canım yanıyor!...
Bu yorumlayamadığım kavgaların yaraları kabuk tutmaya başlamışken; nerdeyse kan davalarımızdan vaz geçenlerimiz varken, bunlara itiraz etmeye hazırlanırken, ülkücüler arasında oluşturulmak istenen uzlaşmazlığın müsebbibini atlayıp, birbirimize saldırmayı hazmedemiyorum!...
AB'ye körü körüne evet diyenleri, yaklaşık 50 yıldır AB kapılarında bekleyenleri, anlama sıkıntısı çekiyorum!... Bu milli sıkıntımızı, "Onurlu Üyelik" maskesiyle saklayan milliyetsiz milliyetçilerin yanında durmayı, ülkücülük diye tarif etmeleri anlayamıyorum!...
Sadece din veya başka ve tek bir gözlükle bakarak çağ ve medeniyet dışı kalmayı savunanları da anlayamıyorum!...
Yeni bir Haçlı Birliği, bir hristiyan birliği olan AB'de; bizi alıp almamak üzerine yapılan- yapılacak referandumlara isyan ediyorum!...
Benim ülkemde AB'ye girip girmemek konusunda neden bir halk oylaması yapılmaz bunu da anlayamıyor ve yorumlayamıyorum!...
Neden bir siyaset aslanı; "AB meselesini, referanduma götüreceğim." demiyor, anlayamıyorum!...
Bizim irademize halk oylamasıyla baş vurmayan siyaset despotlarını da buğz ediyorum!...
Benim gibi düşünenlerin sayısının az olmadığını, biliyorum.
Ve bizim sesimizin yeterince duyulmamasına da isyan ediyorum!...
Artık birilerinin bizi duyması gerek!...
Bu duyanların da, yetkileri kadar etkilerini görmek istiyorum!...
Yavuz Sultan Selim'ce; liyakatlerine göre Türk Milliyetçilerine sorumluluklar tevdi etmelerini, görmek istiyorum!...
Türk Milliyetçilerine, Ülkücülere "Siyaset Devesi" muamelesi yapmaya niyetlenen ülkü kurnazlarına da küfrediyorum! Küfredeceğim!...
Siyasetin aslanı olmadığını bile bile, siyasetin develiğine soyunan, çaresizliği kabullenen, geçmişlerinin inkar edileceği yerlere giden, eskiden ülkücü olan kişilere de sadece ve sadece -Vallahi- acıyorum!...
Siyasetin aslanlığına çok yakışan Ülküdaşımız Muhsin Yazıcıoğlu'na da, bir daha seslenmek isterim: "Reis! Lütfen, Allah rızası için, kendilerini yalnızlığa mahkum eden, bu dünlerine şahit olduğumuz kardeşlerimizi bir daha arayarak, kardeş ocağında yerlerinin hazır olduğunu söyleyin!... Bilirsiniz ki; 'Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar.' "
Bir gerçek siyaset aslanının, bir Bozkurt'un, bir Türk oğlu Türk'ün; bu dağınıklığa, bu pejmürdeliğe son vermesini bekliyorum...
Yoksa canı yanan, kimliği incitilen, öz yurdunda paryalaştırılmak istenen Türk Milleti; sesini duyurabilmek için naralar atmaya başlayacaktır...
Bu milletin narası da Tekbir olduğuna göre; ürkek yürekleri, Milliyetsiz Milliyetçileri çooook korkutup çoooook incitecektir!...
Artık bizi duyun!...
Duyun bizi artııık!...
TEVEKKELTÜ A'ALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mayıs 29, 2007

KÖŞE HABERCİLERİ...

Gazeteci olmadığımı ama olmayı, olmak için ne gerekiyorsa yapmayı, yapabilmeyi ne kadar istediğimi defalarca yerel köşelerimden seslendirmiştim.
Edebim, adabım; adlarına her ne kadar "Dolma Kalemler" denilse de yıllardır çala kalem yazan çizen kişilerle yarışa girmeme, mani oldu!...
Ya biz yerel kalemler çok edepliyiz, ya da "Dolma Kalemler", çok edepsiz!...
Birilerinin lehinde veya aleyhinde yazmanın; "Reklamın iyisi kötüsü olmaz!." gibi çok ahlaki olmayan bir şekilde yorumlandığını bile bile, bir kalem-şör hakkında bir iki kelam etmeliyim.
"Çamur at. Tutmasa da izi kalır!..." şeklinde tarif edilen müfteriliğin; kalem-şörlükle, muharrirlikle, köşe yazarlığı ile alakası nedir?...
Zaten; muharrirlikten tamamen uzaklaşarak, köşe haberciliğine soyunulaberi milletin aydın arayışı iyice zorlaştı. Aydın geçinenlerimizin çoğunu, derin karanlıklarda kaybedince millet, yenide çarıklı erkan-ı harbin yorumlarına baş vurmaya başladı.
Şükür ki bu geri dönüşü başardı millet!...
Bu geri dönüşü yakalayarak; diplomalı cahillerin, "Dolma kalemler"in incitici tahakkümünden kurtuldu!...
Bir yaygın basında köşe haberciliğ yapan Şakir Süter, köşesinde dip not olarak; " MHP’li eski bakanlardan Ramazan Mirzaoğlu’nun parti yönetimiyle ters düştükten sonra istifa edip BBP’ye geçtiği biliniyordu. Çünkü bu “yatay geçiş” çok eski bir hikaye değildi; yeni yaşanmıştı. Fakat Mirzaoğlu, seçim bölgesi Kırşehir’de de bu kez şaşkınlıkla karşılanan bir siyasi tercihte bulunarak, BBP’den istifa etti. İstifa etmekle kalmayıp, Demokrat Parti’den milletvekili adayı oluverdi!.." şeklinde bir haber düştü...
Bu gün (dün), öğlen saatlerinde Ramazan Mirzaoğlu ile BBP Genel Merkezi'nde karşılaştım.
Konuyu hemen bu köşe haberine getirdim. Ramazan Mirzaoğlu, harıl harıl şakir Süter'e ulaşmaya çalışıyordu. Hem bu asılsız haberin kaynağını öğrenmek, hem de lisan-ı münasiple tekzip ettirmeyi düşünüyordu.
Beni de bu köşe habercilerinden saymış olmalı ki; "Hocam, asla BBP'den istifam veya bir yere gitmem söz konusu bile değil. Seçim çalışmaları için gittiğim vilayetimde, bir kaç partinin il yetkilileriyle de görüştüm. Bu çok doğal ve yapmam gereken görüşmelerdi. Türkiye'nin önündeki seçimlerle ilgili, fısltıyla söylenen bütün seneryolar hakkında da fikir alış verişinde bulunduk. Başkaca bir şey, asla söz konusu değildir. Bu haber, tamamen hayal ürünü ve iftiradır." dediler...
Hayretten hayrete düştüm!...
Acaba bizler mi yanlış yapıyoruz diye kendimi yargıladım. Bizim "vicdani namusumuza" güvenen ne siyaset adamlarıyla, neler neler konuşmuşluğumuz var!...
Birinden birini anlatmaya yeltensek, birilerinin vallahi dudakları uçuklar!... Ama birileri, bize inanarak vicdani namusumuza güvenerek bir şeylerini paylaşıyorlarsa, bunu yazmak bırakın yazmayı, yazmaya müsait birine anlatmak ne kadar namuslucadır?!...
Umarın Sn. Mirzaoğlu, benim gözlemlediğim öfkeleri geçmeden kalem-şör, köşe habercisi Şakir Süter'e ulaşabilmiştir. Keşke ben, yanlarındayken ulaşabilselerdi de ben de söyleyeceklerini dinleyerek yürekten bir "Oooooh!" çekebilseydim...
Şimdi "Yaygın Basın"ın neden tiraj yapamadığını anlayabiliyorum. İnandırıcılıklarını, kanaat önderliklerini yitirmiş ve asparagas haberlerle günden oluşturarak, suni tiraj peşinde koşan ve patronlarını da aldatan bu adamlar yüzünden, gazeteler itibar kaybediyorlar...
Bu gidişle daha da kaybederler...
Ve bu "Dolma Kalemler"in yaptıkları tahminlerin, asla ve kat'a tutması da mümkün değildir...
Çünkü bunların, tahminleri de asparagastır, anketleri de asparagastır. Bu yüzden de tutmaz da tuuuuut maaaaz!...
Ancak asparagas köşe haberciliği yapar ve habere konu insanlardan fellik fellik kaçabilirler!...
TEVEKEKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mayıs 28, 2007

SUSMAYACAĞIM !...

Yoksa bende mi sussam!...
Nasılsa; sükut ikrardan sayılıyor... Nasılsa susana bir şey olmuyor!... Nasılsa susana sıra falan gelmiyor!...
Oldu, tamam ! Ben de susayım !...
Nasıl olsa işsiz suskun.
Aşsız sessiz!
İşgaldeki memnun, işgalci yeni işgallerin hayallerinde!...
Alan memnun, satan sessiz !...
Bu kadar suskun sessizi atlayan sıra, sadece bana mı gelecek?!...
Galiba,"Susma sustukça sıra sana gelecek.." diye yıllardır halkın beynini götürenlerden davacı olmam gerek!...
"İnsanlar zalimi görüpte elinden tutarak mani olmazlarsa Allah'ın onlara kendi katından umumi bir azap göndermesi yakındır. Hz.Muhammed(s.a.v) " hadisini,Kur'an-ı Kerim Ve Açıklamalı Meali'ne koyduran Diyanetten davacı olmalıyız galiba !..." "De ki: pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir.Pis ve kötünün çokluğu tuhafına gitse (yahut hoşuna gitse) de (bu böyledir). Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah'tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz. -Maide 100-"
Ayet-i Celile'sinin altına; "Bu ayet İslam'ın kemiyetçi değil, keyfiyetçi olduğuna delalet etmektedir. Aranacak olan çok değil iyi, temiz ve helal olandır." şeklinde izahat koyduran dini otoritelerden de şikayetçi olmalıyız !...
Korkmayıııın !...
Korkmasınlar!...
Bu kadar olandan sonra, bu dünyada susmak üzereyim desem de, davacı olacaklarımla davamı, ahrete saklayacağım !...
Dün söylediklerini bu gün inkar ederek tam tersini söylediler, herkes sustu !... Alt-üst kimliklerle kimliğimizi, kişiliğimizi alt-üst ettiler, herkes sustu !... Atatürk'e saldırıldı, ses yok !... Bayrağa hakaretler edildi, ses çıkarmak yasak !...
Atatürkçü geçinenler; ölmüş Muhteşem Türk Atatürk'ün dahi itiraz etmekten öte kabullendiği ve kabullendirdiği "Peygamber Ocağı" tarifine karşı çıktılar, herkes sustu !...
Benim gibi milletin aslı, devletin asli unsurları olan birkaç kişi; kendi çöplüklerimizde, kendi ortamlarımızda, -hiç değilse- kendimiz çalıp kendimiz oynayalım mantığıyla, keleynaklığa soyunarak haykırmak istedik, sesimizi duyurmadılar !..
Parayla istihdam ederek yazdırmak isteyen Yaygın basın tekliflerini reddedip, rica ile, tavassut ile kendi meydanlarımızda seslenelim diye uğraştık, engellediler !...
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da DEHAP'lı 56 Belediye Başkanı, İmralı sakini, bölücübaşının talimatıyla kurulan DTP (Demokratik Toplum Partisi)'ne katıldı. Sessizce izledik!...
Elbette izleyecektik!...
Adamlar Demokratik Cumhuriyet haklarını, insan haklarını kullanıyorlar, diyen dolmakalemlerimiz vardı!...
Türk Milleti kimliğinden rahatsız olan ama Türk soyadını, dededen babadan miras alarak taşımaktan rahatsız olmayan Ahmet Türk, Irak'taki federasyon arayışlarından bahsederek; "Bu onların kendi talebidir.Türkiye'de de Kürtler elbette geleceği ile ilgili bir belirleme yapma, bir talepte bulunma hakkına sahiptir.Biz buna Demokratik Cumhuriyet Projesi diyoruz.Bu da kaderini belirleme talebidir." dedi, ses çıkarmaktan vazgeçtim, alkışlar vuran medyamız çıktı!...
Bu memlekette, bu Türk ülkesinde, bunlara susmak yasak! Bize ise konuşmak!...
Ben; böyle yasağı da, böyle yasayı da!...
Milli Egemenliğimi hedef alan -açık- düşmanlarımın, adı ABD'de olsa, AB'de olsa, çıkarlarına ters düşmeye başlayan siyasilerimizden vazgeçme davranışlarına baş kaldırırım!...
Onlar istiyor diye, onlar vaz geçtiler diye, onlara kötü olan herkesi baştacı ederim. Sonra kendi hukukum ve yasalarımla hesaplaşmak üzere!...
Şimdi herkese sesleniyorum. İnadına haykırıyorum!...
Milli refleks olan biz, yerel basından seslenen milli seslerin duyulmasına kim engel oluyorsa veya engel olduğunu zannediyorsa; bilmeliler ki biz "yerel kalemler" olarak, "Dolma Kalemler"den daha fazla ses çıkarıyoruz!...
Bizim sesimiz, seslendiğimiz kulaklardadır.
Sesimiz de millidir, duyan kulaklarımız da...
Atamızdan bize yadigar kalan sistemin, Cumhuriyetin, demokrasinin içinde Türk Milliyetçileri olarak, Ülkücüler olarak; meşru zeminlerde, "Herkesin inadına Büyük Türk Birliği" diye haykırıyoruz, haykırmaya devam edeceğiz !...
Susmadım, susmayacağım !...
Şimdiye kadar susturulamadım, susturulmayacağım!...
Susarsam namert olayım!...
Haksızlık karşısında susmanın küfre ortaklık olduğuna iman etmişim çünkü... Kim, nerede, ne zaman, nasıl yaparsa yapsın; sesimizi azaltmak için ne lazımsa yapsın, hiç bir şey yapamazsam da penceremden ayaklarımı sarkıtacak, Bozkurt işaretimi ısrarla çakacak ve "İnadına Büyük Birlik" diye haykıracağım...
Herkesten önce, deve kuşu misali kafalarını kuma sokup görülmediklerini zanneden Ülküdaşlarım duyuncaya kadar!...
Ömrü boyunca sadece terk edilmiş olmasına rağmen, terk eden tarifinden bir türlü kurtulmasına izin verilmeyen bir Yiğit Ülküdaşımı, benim tanıdığım kadar her ülküdaşıma tanıtıncaya kadar!...
Birilerine öfkelenip susacağımızı zannedenlere, bir daha haykırarak diyorum ki; "İnadına, inadına, inadına Büyük Birlik"...
Seçilen kim olursa olsun, meclise kim giderse gitsin, yeterki Ülküdaşım olsun.
Ne adının önemi var bende, ne de teşkilatlarımızdaki görevlerinin...
Önce onların, sonra herkesin, sonra hainlerin, sonra bölücülerin, sonra alt kimlik vehmedenlerin, sonra yılların ülküdaşlarına bir yerlerin döküntülerini tercih edenlerin, davanın aysberglerinin yerine ne idüğü bellisizleri monte edenlerin, tamamının inadına BÜYÜK TÜRK BİRLİĞİ ve tabii ki Büyük Birlik...
İsteyen AB'sini alsın, en münasip yerinde saklasın!...
"REHBERİMİZ KUR'AN HEDEFİMİZ TURAN"
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mayıs 26, 2007

DEMOKRASİ Mİ TÜKENDİ?!...

Denize düşen, yüzme bilmeyen insanın köpüğe sarılmasının mantığı varsa; günmüzde yaygın basın ve dolmakalemlerce sunulan siyasi önerilerin de mantığı vardır...
Tamamen denenmiş ve siyasetten sandıklarda dışlanmış eski siyasilerden oluşturulan yeni vitrinlerle, milletten oy istemek çare midir?
Yıllarca "Demokrasilerde çare tükenmez." diye bir söz dinleyerek ve asıl söyleyeni belli olmayan bu sözün hikmetli koruyuculuğuna güvenerek avunduk, durduk!...
Hani demokrasilerde çare tükenmezdi?!...
Ya demokratik çareler var uygulanmıyor ya da -artık- demokrasi tükendi!...
Erken seçim, vatana ihanet olarak açıklandı ve erken seçim kararı alındı!...
Tam erken seçim kararı alınmışken, demokrasinin önünü, demokrasiyle kesmek için cumhurbaşkanını, cumhur seçsin denildi!...
Oldu bittiye getirilmek istendi! Hemen feveran ettik. "Böyle şey olur mu?... Parti genel başkanlarının atayacağı cumhurbaşkanı adayları, milletin önüne çıkıp hangi seçim vaatlerinde bulunacak? En iyi YÖK başkanını ben atarım mı diyecek? En iyi danıştay, yargıtay üyesini ben atarım mı diyecek? Yılda şu kadar kanunu onaylar, şu kadarını da iade ederim mi diyecek? Ne diyecek cumhurbaşkanı adayları?" diye elimizin, dilimizin ulaştığı siyaset yetkililerine, endişelerimiz aktardık!...
Zaten zordayken, millet olarak bir de siyasi dara sokulduk!...
Yıllarca "Cumhurbaşkanını millet seçsin." diyen siyasi partileri; ön hazırlıksız yakalama düşüncesiyle; devletten, rejimden, cumhuriyetten, laiklikten intikam almak düşüncesiyle, partileri koz kullanmak kurnazlığıyla karşı karşıya bırakıldık!...
Hani demokrasilerde çare tükenmezdi?!...
Hani çare?
Yoksa gerçekten demokrasi mi tükendi?!...
Yalancılıkları, başarısızlıkları, takıyyecilikleri tesçillenmiş ve yıllanmış siyaset kurnazlarıyla vitrin yenilenmeleri başladı!...
Bu millet, şu anda vitrin mankeni olarak ve çare olarak sunulan eskimiş siyaset adamlarını, sandığa atmamış mıydı? baraj altında bırakarak siyasetten silmemiş miydi?...
Hani demokrasilerde çare tükenmezdi?...
Yoksa bu asla eskitilemeyen başarısız siyaset adamları, gerçekten çareleri de demokrasiyi de tükettiler mi?...
Asker kışlasına, imam camisine diye yırtındık durduk!...
Asker kışlasında olsa, bu takıyyecilere dur diyen mi olur?
İmam camisinde olsa bu Allah bezirganlarına, avamdan insanların gücü mü yeter?...
Kaçanın da, kovalayanın da "Allah!" dediği bu günümüzde; asker ve imamlar olmasa kaçan hangisi, kovalayan hangisi tefrik becerimiz mi kaldı?!...
Siyasete güven bitti!...
Siyasetçiden artık, mideler bulanıyor!...
Cemaatçiler ve cemaatler birbirlerini zındıklıkla itham ediyor!...
Cemaatlerden gelen, cemaatlerden oluşan bir grup; burada İslam arasındaki ihtilafları atlayarak hristiyan dünyasıyla, yahudi dünyasıyla "dinler arası diyalog" safsatasıyla, ittifaklara soyunuyor!...
Haçlı ile Hilalli birlikte Arap Dünyasına saldırıyor!
Dışişleri bakanımız Abdullah Gül; “Dünya barışı için son 50 senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir.” diyebiliyor!...
Başbakanımız; "Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum." diyebiliyor!...
Bu duadan nasiplenen Haçlı ABD ise gözümüzün önünde müslümanlara zulüm yapıyor!...
Hani demokrasilerde çare tükenmezdi?!...
Yoksa bu demokrasi ve insanlık düşmanlarınca demokrasi mi tükendi?!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mayıs 25, 2007

GÜNÜMÜZ AZ KALDI !...

Şükür günler azaldı ve kurtuluşumuza az kaldı!
Bize kimse bir şey yapamaz!..
Ne yaptıysak bize, biz yaptık; ne yapıyorsak bize, biz yapıyoruz!...
"İnadına Tayyip!" sloganıyla başımıza bela ettiğimiz Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptıklarını, görmezden geldik!...
Çünkü O'nu, biz seçmiştik!...
Bizim seçtiğimizdi, bizim güvendiğimizdi, asla yanlış yapmazdı!...
Müslümanlığına kefil olduğumuz için seçtiğimiz Recep Tayyip Erdoğan, BOP Eş Başkanı oldu!.. Haçlı ile ittifak yaptı!...
O'nu biz seçmiştik, ona kızamazdık!...
O'na eşbaşkanlık veren haçlı'ya kızdık!... Kızdık ta ne yaptık?!...
........................
Her gün iş yerleri kapandı. Her gün işsiz olmalarına rağmen işleyen korkunç faiz yüzünden, ekmeğe muhtaç ama onlarca milyarlık vergi borçları olduğu söylenen, işsiz iş adamları türetildi!...
Biz se; "Büyüme rekorları kırdık!..." diyen yalancıyı alkışladık!...
Her gün açlar ordusuna yüzlerce kişi katıldı. Çöpleri seçmek için mafyalar oluştu. Çöplüklerde kanlı çöp kavgaları seyrettik!...
Ama; "Kişi başına düşen geliri, şuradan şuraya yükselttik!..." diye gözümüzün içine baka baka yalan söyleyen yalancıyı alkışladık!...
Sokaklarda kap-kaç çeteleri oluştu!
Emniyet güçlerinin girmeyeceği özel suçlu cennetleri oluştu!
Kap-kaççılar, kendilerini yakalayan güvenlik görevlisini, basının gözü önünde ölümle tehdit ettiler ve serbest kaldıktan sonra gelerek yakalandıkları yerde güvenlik görevlisini öldürdüler!
Emniyet müdürlerimizin evlerine hırsızlar girdiler!
Vatandaş; açlıktan da vaz geçti, can derdine düştü!
Ama biz; "İstikrarı yakaladık! memlekete huzur getirdik!.." diyen yalancıyı alkışladık!...
Geçmiş hükumetlerimizin palazlandırdığı Iraklı siyaset fahişeleri, devletimizi tehdit ettiler!
Müttefik(!)imiz, başımıza çuval geçirdi!
Ama biz; "Dünyada saygın bir ülkeyiz." diyen yalancıyı alkışladık!... Adamlar; demokrasiyi araç kullanarak T.B.M.M.'ni işgal ettiler!
Muhteşem Türk Atatürk'ün üniformalı resimlerini meclis duvarlarından indirmeye kalktılar!
Alt-üst kimlik zırvalamalarıyla, milletlik bağlarımızı kemirgen dişleriyle sinsice kemirmeye başaldılar!
Cumhuriyete, laikliğe dinsizlik diyerek saldırdılar!
Türk-İslam düşmalığı tescilli bir papazın heykeli önünde millet aleyhine imzalar attılar!
Sam Amca tarafından foseptiğe süpürülmekten son anda, yalvar yakar kurtuldular!
Ama biz; "Yapacaklarımıza engel olunuyor!.." diye sızlanarak yeniden mazlum rolüne soyunan yalancıyı alkışladık!
Bölücüler, müttefik(!)imizin desteği ile her gün mehmetçiklerimizi şehit etmeye devam etti!
Biz; "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir!.." diye erkeklenen takıyyeci yalancıyı alkışladık!...
Bölücüler, yine müttefik(!)imizin desteği ile başkanentimize, Ankara'nın göbeği Ulus'a saldırdılar! Altı suçsuz günahsız insanımız rahmetli oldu. Yüzelli kişiye yakın insanımız yaralı!
Alçakların; neye, niye saldırdıkları belli!
Ama biz; geberen alçağın kimliğini tesbit etmeyi başarı olarak açıklayan yalancıyı alkışlamaya devam ediyoruz!...
Yeter Allah aşkına!...
Aştan, işten vaz geçtik!...
Irak veya başka işgaldeki yerler gibi demokrasi de istemiyoruz, öyle zilletle doymak ta istemiyoruz!...
Artık, bu günden sonra;
"Bu alçaklardan hesap soracağım. Kap-kaçı bitireceğim. gerekirse müttefik(!)le ilişkileri yeniden gözden geçireceğim. Apo alçağını ve vatana ihanet eden alçakları asacağım. Barzani'yi getirip yargılayacağım. Sokaklarda korkusuz gezilmesini sağlayacağım. Herkesin evinde huzurlu uyumasını sağlayacağım." demeyen, diyemeyen hiç bir siyasiyi, artık ciddiye almayacağız!...
Bize ne sizin sahte demokrasi havariliğinizden?!...
Bize ne sizin sahte takıyyeci mazlum rollerinizden?!...
Günümüz de az kaldı şükür...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mayıs 23, 2007

ÜLKÜ DEVLERİ AĞABEYLERİMİZ...

Bunlar; bir nesiller, birlikte büyümüşler.
Bunlar; bir nesiller, birlikte nesiller büyütmüşler.Büyütmüşler, büyütmüşler büyüttükleri tarafından öğütülmüşler!...
Büyüttükleri nesillere, bunlar; küsmeyi unutturup, küsmeyi lügatlerinden sildirmişler ama ne hikmetse bu nesilden, yetiştirdikleri nesiller hep küsmüşler!...
Bunların omuzlarında ayak izleri, hep vardır ve hiç eksik olmaz!... Bunlar, arkadaşlarına veya yetiştirdikleri nesillere omuz vererek yükseltmişler ve hiç yüksünmemişler!...Bunlardan şikayetlenmeyi duyan yoktur.
Bunların kendi aralarındaki olayların, -camiaya fayda sağlayacak keyiflileri hariç- başkaları tarafından duyulması da mümkün olmamıştır...
Emsalim Ülkücüler arasında, bunların sayıları birbirine eşittir.Sağdan da saysan, soldan da saysan bunların sayısı, iki elin parmaklarını biraz geçer... Lazım olduklarında çağrılmalarına, davet edilmelerine gerek yoktur bu neslin!... Nereye, ne zaman lazım olurlarsa, lazım oldukları şekilde orada hazır olurlar...
Hesap adamı değillerdir!...
Kapalı kapılar ardında pazarlık adamları değillerdir... Herhalde bu adamlar; sadece arkadaşlarını ve yetiştirdikleri halde kendilerini öğüten nesilleri düşünmek için yaratılmışlardır...
Yıllardır "Ülkü Devleri" diye seslenmeye çalıştıklarım, bu istisna adamlardır...
Aklımda kaldığı kadarıyla; Yılma Durak, Ahmet Ali Garipkafkaslı, İlhami Kafkas, Cazim Gürbüz, Tırt Osman Yapıcı, Degol Ergin, Pala Hüsnü, Deli Necmi, Deli Halit, Deli Tahir, Nihat Çetinkaya, Komando Mustafa, Ayıboğan Ahmet, Nail Orhun,Adnan Demircioğlu, Yusuf Dizdaroğlu,Hüseyin Tuncer, İpsiz kemal, Memet Bozkurt, Mustafa Gökdoğan, Mustafa Uygur, Kürşat karanis, Pala Fikret.... isimlerinden oluşur bu istisna nesil...
Bu isimler, benim bildiklerim. Bilmediklerimin de sayıları -sanırım- bu kadar olur veya olmaz...
Ülküdaşlık kavramını; bizim kuşak, bu nesilden öğrendik.Vefayı, dostluğa sadakati, dostluğun kan bağının önüne geçişini ve bu güzel duyguların bir tek isimle, ülkücülükle isimlendirilmesini de bu nesilden öğrendik...
Bu isimler; Türkiye'nin her yerinde ve zamanların en zaliminde bile bizim "ağabeylerimiz" olarak kalabildiler. Kalan ömrümüzce de "ağabeylerimiz" olarak kalacaklar elbet...
Bunların her birini, tek tek konuşturup yazmak, tek tek destanlaştırmak aslında görevimiz olmalı ama bilirim ki izin vermezler!... Ayrıca rahmetli olanlara da ulaşma şansımız kalmadı. Allah(c.c.), taksiratlarını affetsin.
Burada zikrettiğim, zikretmekten de ayrıca şeref duyduğum "ağabeylerimiz"den biri ile kan bağımın olması da ayrıca şükür nedenlerimdendir. Ahmet Ali Garipkafkaslı; hem "ağabeylerimiz"dendir, hem de özbe öz amcam oğludur.
Cazim Gürbüz Ağabeyimiz'le aynı gazetede refiklik etme şerefini de ayrıca yaşarım.
Ahmet Abim; şiirlerini, duygularını benim sütunuma taşımama, kan bağımızdan dolayı asla izin vermedi.
Abim'in şiir ve duygularını; Cazim Ağabeyim'in sütunundan okurken iki kere coştum. İki kere özel gururlandım. Ağabeylerimiz, hala birlikteydiler. Hala birbirleriyle hem-haldiler!...
Biraz önce arz ettiğim gibi; bizler bu nesilden, kan bağının önüne geçen bir gönül bağını öğrenerek devraldık. Ülküdaşlığın kan bağının önünde olmasını, bizler bu nesilden öğrendik...
Bu neslin arasındaki iç çekişmelerden, birbirleriyle olan çekişmeli münasebetlerinden, kimsenin haberi olmadı şimdiye kadar...
Bu şimdiye kadar diye tarif ederken çok kolay gelen zaman, tam tamına 40 yıldır. Hatta 42 yıldır...1965 yılından beri, birlikte telaffuz edilen, birlikte zikredilen bu Ülkü Devleri; kendi aralarında muhteşem bir bütündür. Bütünlüklerini korudukları kadar da muhteşemliklerini koruduklarının da farkındadırlar...
Önce cazim Gürbüz Ağabeyim'den, sonrada Ahmet Ali Garipkafkaslı Ağabeyimden, yani Ahmet Abim'den özür dileyerek; asıl söylemek istediğimi söylememe, onlardan öğrendiğim edebimin engel olduğunu açıklamak zorundayım!...
Her ikisini de, hem de isimlerini yukarda saydığım, diğer "ağabeylerimiz"i de; şimdiye kadar hep sevdik, şimdiden sonra da hep seveceğiz... Kendi adıma, hepsini öz ağabeyimmişçesine sevdiğimi açıklamaktan şeref duyarım...
Fikri yapımı, fikir karakterimi onlardan aldım ben!... Susarak nara atmayı, yalnızken kalabalıklaşmayı, onlardan öğrendim... Kalabalıktayken etrafımı kollamak için sakinleşmeyi, yalnızken kendimden başkasına zararım dokunmayacağını bildiğimdem saldırmayı, onlardan öğrendim... Korkularımı, tam kırk yıl önce "ağabeylerimiz"e emanet ederek cesaretin adının saygı olduğunu da onlardan öğrendim!...
Cesaretimizi de onlardan öğrendik, dik duruşumuzu da, saygımızı da...
Hepsinin tek tek ellerinden öperek, varlıklarıyla müftehir olduğumuzu bilvesile tekraren ilan etmek isterim."Ağabeylerimiz", iyi ki varsınız. Sizin varlığınız, birilerinin susmalarının tek sebebidir.
Kabul ederseniz bu seslenişim, sizlerin Tanrı Dağları'ndan yankılanan kendi sesinizdir!..
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Mayıs 20, 2007

SİYASETİN DEVELERİ...-2-

Muhterem Dostlar;
Bir Pazar sohbeti yapalım istedim.
"Siyasetin Develeri"ni izninizle bir daha anlatmak ve yine izninizle birilerini de uyarmak istiyorum...
Daha önce yazdığımda -sanırım- zamansız olmuştu!...
Şimdi aday adaylarının partilerin genel merkezlerinde kuyruklar oluşturduğu bu günlerde, "Siyasetin develeri"nin tam zamanıdır her halde...
Hikaye bu ya;
Aslan, eski ve yaşlı aslanın hükümranlığına son vererek kendi krallığını ilan eder. Çok gençtir ve çok güçlüdür. Uzun yıllar krallığı kimseye kaptırmayacak gibidir. Yanına ve yakınına dört kişilik bir kurmay heyeti kurar. Tilki, karga, çakal ve deve artık aslanın birinci dereceden yakın mesai arkadaşlarıdırlar.
Yakın mesai arkadaşlarından tilki ve çakal, etoburdur. Karga da aç kaldığında et yemektedir. Ama deve otoburdur ve bu et yiyenlerin içinde pek rahat değildir.
Aslan avlandığında bir problem olmamaktadır. Aslan avlanıp karnını doyurduktan sonra avdan artanla tilki, çakal ve karga karınlarını doyurmaktadırlar.
Devenin zaten ava ve av etine ihtiyacı yoktur.
Her gün av olsa yine bir problem olmayacaktır. Ama bazan aslan, 2-3 gün avlanamamakta ve tilki ile çakal aç kalmaktadırlar. Karga uçup giderek başının çaresine bakabilmekte ve devede otlayarak aç kalmamaktadır.
Ama çakal ve tilki aç kalmakta ve aç kaldıklarında deveye sulanarak bakmaktadırlar. Deve de bu bakışlardan çok rahatsızdır.
Bir gün bütün saygı ve nezaketiyle aslanın huzuruna çıkar:
- Kralım! Allah size sağlık ve uzun ömürler versin. Sayende rahatım ama izin verirsen ben sulak ve otu bol bir yer buldum. Oraya giderek başımın çaresine bakayım. Der.
Aslan sebeini sorunca;
- Saygıdeğer kralım, siz avlandığınız sürece bir sıkıntım yok. Ama siz bir kaç gün avlanamadınızmı çakal ve tilki geceler bana çok kötü bakıyorlar! Ben de korkudan uyuyamıyorum ve rahatsız oluyorum. Der... Aslan;
- Ortaya aslanlık şerefimi ve krallık onurumu koyuyorum. Ben hayatta olduğum sürece kimseden sana bir zarar gelemez. Sen keyfine bak ve bana yakın yaşamana devam et. Der.
Deve; aslandan aldığı bu teminatla rahatlar ve gerçekten çok rahat bir hayat sürmeye başlar.
Günlerden bir gün, aslan bir gergedan avında, ciddi şekilde yaralanarak döner. Yarası epeyce ağırdır. Yan üstü düşerek yatar...
Bir kaç gün bir şey olmaz. Ama bir gün çakal artık açlığa dayanamayarak tilkiye;
- Ben bu deveyi gece boğazlayacağım. Der. Tilki;
- Akıllı ol! Aslan yaralı ama hala kralımız. Ve deve de onun himayesinde.
Çakal;
- Aslandan izin alırım der ve aslana gider;
- Kralımız, sen yaralısın ve bakıma ihtiyacın var. Biz de avlanarak sana yiyecek getiremiyoruz. İzin verirsen, gece uykuda ben deveyi boğazlayayım. Der.
Aslan çok hiddetlenir. Çakala yaralı da olsa bir pençe vurarak devenin kendi himayesinde olduğunu haykırır.
Çakal, dayağı da yemiş ve morali bozuk bir halde tilkinin yanına gelir ve olanları anlatır.
Tilki;
- Aslandan izin öyle alınmazdı. Hadi şimdi hep beraber deveyi yiyelim. Der ve bir plan yapar. Aslanın dört yakını, tilkinin planı üzerine aslanın huzuruna çıkarlar. Plan gereği önce çakal;
- Kralımız! Senin bakıma ve gıdaya ihtiyacın var. Biz de avlanamıyoruz. Düşündük taşındık ve bir karara vardık. Ben sizin sağlığınız ve arkadaşlarımın da huzuru için kendimi size kurban ediyorum. Beni yiyin. Kalan olursa onu da arkadaşlarım yesin. Der.
Aslan çok duygulanır. Daha bir şey söyleyemeden tilki atılır;
- Hadi oradan! Sen hep leş yersin. Ben sadece kralımın taze avlarından artanı, arada bir de tavuk, hindi falan yerim. Benim etim daha çok yakışır kralımızın midesine. Kralımız beni yesin!.. Der
Bu sefer de karga atılır;
- İkiniz de çekilin! Benim etim azdır, belki size bir şey kalmaz ama aynı zamanda benim etim ilaçtır. Kralımız beni yesin. Der...
Aslan, kendine yakın olarak seçtiği arkadaşlarıyla gururlu ve çok duygulanmıştır. Tam bu sırada deve atılır;
- Hepiniz kenara çekilin!... Hiç birinizin eti, benimki kadar leziz ve çok değildir. İçinizde tek otobur benim. Kralımın ağzına en layık et benimkidir. Kralımız beni yesin. Der...
Aslan;
- Deve kardeş teşekkür ederim ama teklifinde samimi misin? diye sorar.
- Evet kralımız! Sana ve arkadaşlarıma bu canım fedadır. Der.
Ve aslanın emriyle, devenin kendi rızasıyla, çakalla tilki oracıkta deveyi boğazlarlar...
Dedik ya hikaye bu ya!...
Günümüz siyasi partilerinin genel başkanlarının tamamına yakını, krallıklarını ilan etmişler. Tamaına yakını da birer aslanı yenerek krallıklarını açıklamışlar!...
Ama tamamı da bir önceki seçimlerde yani gergedan avında ağır yaralar almışlar. Yeniden ava çıkacak takatları yok. Hepsinin yakınında da hem çakal ve tilki gibi etoburlar, hem karga gibi uçup gitmeye çok müsait leş yiyiciler, hem de otobur, saf siyaset develeri var!...
Bakalım bu yaralı aslanların, kaç tanesi yakınlarındaki siyaset develerine hayat hakkı tanıyacaklar?...
Dedik ya hikaye bu ya!...
Her kese iyi pazarlar. İyi istirahatlar...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mayıs 19, 2007

GÜNÜMÜZ İMPARATORLUKLARI

Sanki hakim güçler; -artık sadece ülkelere ve coğrafyalara değil- fert fert insanların kafalarına da hükmediyorlar!...
Hepimiz kendimizi; "Artık imparatorluklar devri kapandı. Çağımız imparatorluklar çağı değil." fantazisine kaptırdık!...
Dikkatle bakmaya da gerek yok!.. Sadece bakmakla dünyada üç imparatorluğun varlığını hemen görürüz...
İngiltere, ABD ve Yahudiler!...
İlk iki imparatorluğun, dilleri ve dinleri de benzer!...
Bu dilleri ve dinleri müşterek olan iki imparatorluk hakkında biraz bilgilenmeye niyetlendim ve çocukluktan gençliğe geçtiğimiz yıllara, geri döndüm...
Gençlik yıllarımızın en gözde buluşma adresleri olan sinemaların önlerini, sinemaların önünde açılan okunmuş kitap sergilerini hatırladım... Bu okunmuş kitap sergilerinde -arada bir A.Ziya Kozanoğlu ve Oğuz Gündeş'in romanlarına da rastlamak mümkünse de- genellikle resimli romanlar satılır veya takas edilirdi...
En gözde ve tutulan resimli romanlarsa Teksas ve Tommiks'ti...
Tommiks'te; şimdiki ABD'nin temellerinin atılışının, iç mücadeleleri anlatılırdı...
Teksas'ta ise bağımsızlık için mücadele veren Çelik Blek, Profesör Oklitus ve Rodi'nin birlikte yönlendirmeleriyle Avcıların maceralarını okurduk...
Kötü adamların adı, Kırmızı Ceketliler'di. İngilizlerdi bu kitaplarda!...
Fazla ansiklopedik araştırmalara gerek duymadan, gençlik yıllarımızda okuduğumuz bu resimli romanların anlattığına göre; İngilizler, Amerika'yı işgale uğraşır Çelik Blek ve arkadaşları da İngilizlere karşı bağımsızlık savaşları verirlerdi!...
Arada bir, Amerika'da Fransız askerleri de olurdu ama hatırlanmayacak kadar az...
Bu kitaplardan hatırladığıma göre Amerikalılarla İngilizler arasındaki savaş her halde yüz yıla yakın sürmüştür!...
Bu savaşların galibini bulmaya, hatırlamaya çalışıyorum. Her halde galip Amerilakılardır diye düşünüyorum. Çünkü yüzyılımızın imparatorluklarından birinin adı Amerika Birleşik Devletleri...
Ama Amerika'nın ne dili var ne de kendine has bir dini!...
İngilizler; savaşı kaybetmiş, Amerikadan çekilmişler ama Amerikaya dil olarak İngilizceyi öğretmişler!...
İngilizlerin işgal etmeye çalıştığı Amerika'nın yerlileri de yok artık... Amerika'da ne yerliler kalmış ne de yerlilerin Yerli Tanrıları!... İngilizler; dinlerini de öğretmişler Amerikalılara !...
Amerikalılar; kendi aralarında "Soluk Benizliler'le Yerliler-Kızılderililer" savaşlarını da yapmışlar...
Ve geçtiğimiz yüzyılların en katı soykırımını gerçekleştirerek yerlileri-kızılderilileri yok etmeyi başarmışlar!... Bu yok oluşta yerlilerin Yerli Tanrıları ve yerli inançları da kaybolarak yerini Hristiyanlığa bırakmış!...
Yani nasıl olmuşsa olmuş, İngiltere; dilini dil olarak, dinini de din olarak bırakmayı başardığı Amerika'dan -yenilerek- çekilmiş!...
Ve iki büyük müttefik olmuşlar!...Yüzyılımızın bu iki imparatorluğu; dil ve din birlikteliği ile dünyanın her yerinde birlikte görünmeğe başlamışlar. En son Irak örneğinde olduğu gibi...
Üçüncü bir imparatorluk daha var: Yahudi İmparatorluğu...
Yüzyılımızın ingilizce konuşan ve ikisi de hristiyan olan iki imparatorluğunun destekleriyle, işgal edilen Filistin topraklarında -yaşı elli olmamış- bir İsrail Devleti var... Ama yahudiler, dünyanın her yerinde ve her ülkesinde etkin olarak varlar!...
Coğrafyasız, vatansız gibi görünen bu "Gizli Güç", sanki dünyanın tek sahibi!...
20. yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru, -Hitlerin uyguladığı soy kırımdan sonra- dünyanın her yerine dağılarak, dünyaya saklanan yahudiler, dünyaya hakim olmuşlar nerdeyse... Üstelik bunları ne Hristiyanlar, nede Müslümanlar sevmezler güya!...
Bulundukları, saklandıkları yerlerde aciz, mazlum numarası yaparak yerleşen bu yahudiler; 20 bilemedin 30 yıl sonra saklandıkları yerlerin hakimleri olmuşlar!...
Aciz gibi görünürler ama bulundukları yerlerin en kudretlilerine hükmederler!... Mazlum gibi dururlar ama uygulamada onlardan zalimini göremeyiz!... Sarmaşık gibiler sanki... Köksüz, dal-budaksız ve mevsimlik ama çok hızlı yayılmacı!... Mevsiminde -kısa ömürlüde olsa- açtığı ve çok güzel olan çiçekleri yüzünden kimse koparamaz da bu sarmaşıkları !...
Dünyaya saklanan bu aciz ve zavallı güçlüler; bulundukları yerlerin kudretlilerine hükmederek, birbirlerinin üzerine salarlar...
Yapılan daha doğrusu yahudilerce yaptırılan bu savaşlardan kazanan hep bu saklı güçler, yahudiler olur!...
Dünya Devi Amerika'ya bakarsınız; yönetimde onlar vardır!.. Diğer Hristiyan imparatorluk İngiltere'ye bakarsınız; yine etkili görevler ve ekonominin başında onları görürsünüz!...
İmparatorlukların bitirilerek demokrasilerin ve ulus devletlerin yüzyılı olarak adlandırılan çağımızda; Müslüman ülkelerde de yahudilerin hakimiyetleri, hissedilir!...
Çin henüz dünyaya yeterince açılmadığı için bilemiyorum ama; orada da etkilerinin olduğundan eminim...
Çarlık Rusyası'nın da, Sovyetler'in de, şimdiki Rusya'nın da yönetiminde yahudiler çok baskındır!...
Vatansız, coğrafyasız, aciz ve mazlum yahudiler; aslında -sanki- dünyanın tamamını istemektedir!...
Bunu da yönettikleri Hristiyan ve Müslüman kudretlilerin birbiriyle savaşları neticesinde gerçekleştirmek üzereler sanki!...
Sonuç olarak; bana öyle geliyorki, aciz-mazlum-zayıf tarifiyle işgal ettikleri güçlü devletler arasında ittifaklar sağlayarak dünyaya saldırtan en büyük imparatorluk, Yahudi İmparatorluğu'dur!...
Diğer dil ve din ortağı iki Hristiyan İmparatorluk ta; bu "Gizli İmparatorluğun" öncü kuvvetleridir!...
Bu "Gizli İmparatorluğun" bizde de kollarının olduğu çok belli!...
Kimi "Ilımlı İslam" söylemleriyle; kimi, "Dinler Arası Diyalog" teraneleriyle; kimi "Kitab-ı Mukaddes" ve "Yahova Şahitleri" safsatalarıyla, bu "Gizli İmparatorluğun" kendilerine verdikleri görevleri yapmaktalar!...
Teksas ve Tommiks'ten yola çıkıp nerelere geldim!...
Ben de komplo teorisyenlerinden mi oldum ne?!...
Hemen; hala okuduğunu ve ciddi bir teksas-tommiks serüvenleri takipçisi olduğunu bildiğim, kardeşimden bir-iki cilt Teksas isteyeceğim...
Çelik Blek'le beraber biraz daha İngilizlere saldıralım bakalım neler yapabiliriz?!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mayıs 18, 2007

VİCDANİ MUHASEBEMİ PAYLAŞIMIM -1-

2005'in 31 Aralık gününden beri yani yaklaşık birbuçuk senedir; kendimle, kendimden daha ziyade nefs adındaki kendi şeytanımla mücadeledeyim...
"Çiçek bahçesi" ve "farklılıkların farkında olarak ülkeyi yönetmek" şeklindeki milliyetçiliği, hazmetmeye, anlamaya çalıştım!...
24 Nisan 2006 tarihli basındaki haberlerden; ABD Büyük Elçisi Wilson'un, hiç ABD'ye gitmemekle övünen bir Milliyetçi Lider(!)le, 1 saat 20 dakika süren görüşmesini hazmetmeye çalıştım. MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı ve Genel başkan yardımcısı Oktay Vuralın'da hazır bulunduğu bu görüşmeyi, anlamaya çalıştım. O görüşmeden basına akseden; "Sayın Genel başkan, sizinle daha uzun yıllar birlikte çalışacağız." şeklindeki Wilson'un sözlerini anlamaya ve hazmetmeye çalıştım!...
"...sizinle daha uzun yıllar..." anlatımını, anlamaya uğraştım. Adam, "daha uzun yıllar" diyor. Demek ki anladığım kadarıyla daha geçmişi de var!... Ve var olan geçmişin üzerine "daha uzun yıllar" hazırlığı inşa ediliyor!...
Bunları, bir buçuk yıldır hazmetmeye, kırk yıldır fanatik taraftarlığını yaptığım ve kırk yıldır birlikte olduğum arkadaşlarımın bulunduğu bir camiayı terk etmemek için kendimle didiştim durdum!...
Devletimin Başbakanı'nın bir danışmanı tarafından ABD'ce foseptiğe süpürülmesinin, rica-minnet engellenmesini; ABD'nin diktesiyle konuşan ağızların, hain Apo ile aynı sözleri söylemelerinin esbab-ı mucibesini çözmeye çalıştım!...
Aklım karıştı!...
Vicdanım sızladı!...
Öfkem kabardı!...
Naralar atmak, bildiğim bütün küfürlerle saldırmak istedim. Beceremedim!...
Yenmeye çalıştığım nefs şeytanıma kafa tutan vicdanımve aklım, MHP'de kalmayı hala sadakat zanneden dostlarımı incitmeme izin vermedi!...
Şerefsiz Apo, 13 mayıs 1999 tarihinde, yani 28 şubat sürecinin en aktif olduğu bir dönemde, avukatlarıyla yaptığı bir görüşmede; "En büyük tehlike irticadır. İrticacı kesim, bizim için çok büyük bir tehlikedir. MHP kesinlikle onlar kadar tehlikeli değildir. Hatta MHP, kendi içindeki şahinleri tasfiye ediyor. MHP idamı da onaylamayacak. Hep birlikte göreceğiz, iddia ediyorum MHP'de sertlik yanlıları dışlanacak. MHP ve MHP'lilere kimse karışmasın. MHP kesinlikle idamı kaldıracak." diyordu!...
1999'dan itibaren geçen sürece bakıyorum ve şerefsiz Apo'nun dedikleri doğrulanıyor!...
Bu memlekette, Türk Milleti'nin refleksi olarak bilinen MHP, Apo tarafından -kendileri için- irtica kadar tehlikeli görülmüyor. Ve "MHP ve MHP'lilere kimse karışmasın." diye, bahşedercesine bağışlanıyor!...
Ülküdaşlarım!...

Vicdanları, akılları hür insanlar!
Allahınızı severseniz bunları bir daha dikkatle okuyun!...
MHP ve MHP'lileri bağışlar edalarında söylemler kullanabilen bu şerefsizin, F Tipi Cezaevine gitmek istemesiyle aynı günlerde, "Bahçeli MHP'nin Bahçevanı"nın; "Apo'yu F Tipi'ne göndereceğiz." şeklindeki vaadini hatırlayın ve vicdanlarınızda yargılayın!...
"Bahçeli MHP'nin Bahçevanı"na bayrak açan Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın dediği gibi; "Türkeş'ten; Türk birlikçi, düzen karşıtı, AB'ye karşı tavırlı, 'Ne mozaiği laaan!' ve Türk çizgisinde devraldığı MHP'yi; AB'ci, statükocu, düzene eklemlenmiş, Türk birliğine karşı, mozaikçi ve Türkiyeci yapan..." bu adam ve avanesini, yol arkadaşlarını vicdanlarınızda bir daha yargılayın!...
Hür vicdanım ve hür aklımla, artık asla ve asla bu düşüncelerin yanında olamayacağım için 40 yıllık "Baba Ocağım"ı terk ettim...
Terk ettiğim, terk edebildiğim gün epeyce rahatlamıştım.
Ama şimdi sizlerle bildiklerimi paylaşmaya karar verince daha da rahatladım... İnşaallah hem daha çok rahatlayacak hem de sizleri de rahatlatmaya çalışacağım...
Duyarlı Türk insanları!

Bu fakır kardeşinizi, bu ülküdaşınızı izlemeye devam edin!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

BU DA BENİM ANKETİM !...

Demokrasi arkasına saklanarak demokrasiyi arkadan hançerleyenler, yeniden mazlum rolüne soyundular!...
Hani memlekete istikrar gelmiş miş te!...
Hani memlekette hortumculardan ilk defa hesap sorulmuş muş ta!...
Hani demokrasi adına ilk defa "Genel Kurmay Başkanı, başbakana bağlıdır." diyerek kabadayılık yapılmış mış ta!...
Her şeyi; "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir." şeklindeki Atatürk buyruğuna uyduklarını söyleyerek, mecliste seçtiremedikleri "ABdullah" Gül'ü -millete değil- halka seçtirerek halledeceklermiş miş te!...
Ama birileri önlerini keserek bırakmıyormuş muşta!...
Erken seçim istemek vatana ihanettir deyip, sonra köşeye sıkışınca çaresizlikten erken seçime gitmek ise mazlumlukmuş ta!... Vesaire, vesaire...
Bu demokrasi arkasına saklanan demokrasi takıyyecileri; aylar önceden Genel Başkanları ve -maalesef- Başbakan'ın ağzından; "Ellerine bir çelik çomak verdik oynuyorlar." diye Cumhurbaşkanlığı seçimini çelik-çomak diye tarifleyerek hem milleti, hem de Devletimizin en üst makamını alay konusu ederken, başına gelecekleri bilmiyor muydu?...
Bu milletin; devletine, cumhuriyetine, ordusuna sahip çıkacağını bilmiyor muydu?...
Bu adamlar, millete bu kadar mı yabancıydılar?...
Sadece bunlar mı?!. Bunlara öfke oylarının toplanmasına zemin hazırlayan, bir önceki mecliste bulunan iktidar ve muhalefet partileri de, aynı tariflere uymazlar mı?...
Yaz mevsimine girmemizle beraber, Ay-Yıldızlı tabutlarda gene şehitler taşımaya başladık!...
Son şehitlerimizden birinin cenaze töreninde canı yanan bir komutanın feryadını, bu particilik oynayanlaın tamamı duymayacak mı?...
Şimdi hep beraber bu şehit cenazesi haberini, inceleyelim...
Tank teğmen Halil Demirörs'ün memleketi Burdur'daki cenaze töreninde, Burdur Jandarma Alay Komutanı Kıd. Alb. Aydın BACIK, nara-feveran arası bir sesle haykırıyordu.
Kıd.Alb. Aydın BACIK; "Ödettirilecek hesaplara Halilimin hesabı da eklenmiştir. Teğmen Halile mayın pususu kuracak cesareti, önünde, ardında, yanında kim ve hangi güç olursa olsun bulamamalıydılar.
Fark ettirmeliydik Halilimin yaşama hakkı olduğunu; şeyhinin talimatı ile sözde hukuk adına iş yapanlara, yolları Diyarbakırdan geçirenlere, realiteleri tanıyanlara, katillere ovalarda siyaset yaptıranlara. Gelin görün bir Türkoğlu, Türk çocuğunun ocağının nasıl yandığını. Vatan sağ olsun demedi diye garip şehit anasını alkışlayanlar; bakın, duyun ve iyi anlayın"
Bu feryattan ilgililer nasiplerine düşeni almayacaklar mı?..
Dünün başarısızlıklarıyla ödüllendirilen siyasilerinden birinin; "Dün dündür, bu gün bu gündür." tarihi vecize(!)sini, kendilerine şiar edinerek millete balık hafızalı muamelesi takınanlar, bu uyarıdan, bu feryattan bir şey anlamayacaklar mı?...
Gözünü toprak doyuranlar, anasını alıp gidenler, asker ocağında yan gelip yatanlar ve bağırlarına ateş düşmüş şehit aileleri, bunların hesabını yarın sandıkta sormayacak mı?...
Yaygın medya patronlarının, dev vergi borçlarını kuşa çevirerek hortumculardan hesap soran(!) bu delikanlı AKP'liler, milletin bu anlaşmalardan habersiz olduğunu mu zannediyorlar?...
Geçenlerde bir TV kanalında yedi siyasi partinin temsilcileriyle ilk kez bir seçim sohbeti yapıldı.
Katılan bütün siyasi parti temsilcileri; BBP Genel başkan Yardımcısı Mustafa Çalık karşısında sus-pus kaldılar. Bu başarılı sohbette Sayın Çalık'ın kişisel başarısının payı elbette yüzde seksendi. Yüzde doksandı. Ama diğer partililerin tamamının sohbette dahi başarısız oluşlarının sebebi, milletçe de bilinen ayıpları değil miydi?...
Hangi parti mensubu ağzını açtıysa Sn. Çalık tarafından bilinen bütün ayıpları sıralandı. Sonunda geçen hükumetin koalisyon ortaklarından birinin temsilcisi; "Bir Mustafa Çalık gösterisi izledik!.." diye siteme sığınmaya mecbur kaldı...
Benim de, bütün partiler bir araya gelse Büyük Birlik Partisine cevap veremeyeceklermiş gibi bir kanaatim uyandı.
Çünkü geçmişi temiz tek parti. Ve millete sunulabilecek en Anadolulu bir genel başkanları var...
Gerçek manada mazlum ama sızlanmayı ayıp bilen, dik duruşlu bir genel başkanları var.
Büyük Birlik Partisi'nin kadrolarından ve bu başarılı hatiplerinden korkarak artık programlara çağırmazlarsa şaşırmam!...
Veya bu programın benzeri bir-iki programdan sonra veya seçim kürsüleri kurulduktan sonra siyaset fotoğrafında ciddi değişimler olabileceğini zannediyorum...
Bu milleti, sadece öfkeleri yüzünden başlarına bela ettikleri AKP afetinden kurtarmanın tek yolu Muhsin YAZICIOĞLU imiş gibime geldi...
Bu da benim anketim !...
Hadi milletim seçime...
Allah ferasetinizi ve basiretinizi açık eylesin.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mayıs 16, 2007

YİNE TARAFIM...

Taraf olduğumuzu defaetle söylemiştik...
Unutulmasın, unutturulmasın diye bir daha ve yeri ve sırası geldikçe defalarca tekrarlayacağım...
Evet ben tarafım...
"Bi-taraf ber-taraf olur." doğrusundan hareketle tarafım!...
Hür akıllı olduğum için, aklımı asla kiraya vermediğim için tarafım!...
Aklım hür olduğu için hür bir vicdan sahibi olduğum için tarafım...
Ama sahtekarlığı, takıyyeyi, dönekliği, kalleşliği, kurnazlığı, ilm-i siyaset diye bilen ve belletenler gibi; kuvvetliden taraf değilim!...
Milletimden yanayım. Tarafım...
Aklım kesti keseli; "halklar, halkların hakları, halkların kardeşliği, halkların eşitliği" gibi teraneleri duya duya kocadım!... Sıkıştıklarında Muhteşem Türk Atatürk'ün paçalarına sarılan iman tacirlerindden de duydum bu teraneleri; sıkıştıklarında demokrasi havarisi kesilen demokrasi düşmanı, Kur'an tacirlerinden de!...
Komünistinden de duydum bu art niyetli söylemleri; sosyalistinden de, devrimcisinden de, liberalinden de yani gayr-ı milli bütün fikir mensuplarının tamamından duyarak kocadım bu "halklar" teranesini!...
"dar-ül harp" olarak tarif edilen bu cennet vatanda; kahramanlarımıza, geçmişimize, tarihimize, mukaddeslerimize mukaddes ağız taklitleri yapılarak saldırıldı!... Vatanın bölünmez bütünlüğü ve üniter devlet savunucusu kahraman Mehmetçiklerimiz; canlarını feda ederek, kanlarıyla toprağı sulayıp vatanlaştırarak şehit düşerken; bu mukaddes ağız taklitçileri; o Şühedaya "Bunlar şehitten sayılmaz!" diyebildiler!...
Dünyanın en imanlı ordusu olarak tarih yapmış, tarih yapmaktan yazmaya zamanı olmamış bir orduya; yine bu, mukaddes ağız taklitçileri dil uzatmak cür'etinde bulundular!...
Ben bu imanlı ordudan yanayım. Tarafım...
Karnına vursak ağzından bizim lokmalarımızın döküleceği, kalleş ve hain fıtratlı siyaset fahişeleri; Irak'ın kuzeyinden Devletimi tehdit ettiler!... Ve bunlar, daha dün "halkların hakları" diye sokaklarımda bağıran zağarlarımdı!...
Tarihimiz boyu bu zağarlara alışkındık oysa!... Bunlar isyan çıkarmış ve biz de günün geçerli yasalarıyla cezalandırmıştık defalarca bu zağarları!... Bizler; onların bize yakın akrabaları vatandaşlarımızı üzmemek için onlara sabrettikçe; onlar, mutlaka kefereye arkalarını dayayarak baş kaldırmışlar ve biz de bunları defalarca itlaf etmiştik!...
Şimdilerde bir daha bu "halklar, halkların hakları, halkların kardeşliği" teranesi maskesiyle sokaklarımızda yürüyenlerin cesaretlendirilmeleriyle karşı karşıyayız!...
Onlarca yıldır bunlara sokaklarda, meydanlarda, mitinglerde arka verenlerin şimdilerde siyaseten onlara yakınlaşma çabalarını izliyorduk!...
Irak'ın kuzeyinden Devletim'i tehdit aptallığını, ukalalığını, hainliğini gösteren siyaset fahişelerine kızmaya niyetlenirken; onların sokaklara inen uzantılarının dağdaki temsilcilerinden kişilere yönelik tehditlerin geldiğini duymaya başladım ve kahkahalarla güldüm!...
"Genelkurmay bana bağlı bir kurumdur." diye tekrarlayan ve kabadayılık rolüne soyunan başbakan ve BOP eşbaşkanının siyasi hatasından dolayı cesaretlendi bu başıboşlar!...
Oysa Genel Kurmay başkanımız; "16 Mart'ta Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmada, hiç kimsenin TSK'yı “kapıkulu” olarak görmemesi gerektiğine dikkat çekerek şöyle konuşmuştu." şeklinde basında zapt u rapta alınmış söylemler vardı.
Bu konuda , Türkiye'de konuşma hakkı olan iki kişiden biriyim. Çünkü demokrat olmadığını, yazan iki kişiden biriyim!... Ve Hakancı olduğunu yazan tek kişiyim!...
Bizim devlet kuruluşumuzun da dünyanın hiç bir milletiyle benzeşmediğini bilen bir kaç kişiden biriyim!...
Diğer milletler; yüzlerce yıl birbirini boğazlayarak, oluk oluk kardeş kanı akıtarak devlet olup sonra kurumlarını kurmuşlarken; biz de askerimiz, gittiği fethettiği yerde devlet kurup, yasalarını işler hale getirmiştir.
Son devletlerimiz olan Türkiye Cumhuriyetini de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini de silahlı kuvvetlerimiz kazandıkları savaşlar sonucu kurmuşlardır!...
Ve ben bu mantık ve inancımla Genel Kurmay başkanından yanayım. Tarafım...
Belki diğer dünya devletlerinde silahlı kuvvetler, başbakanın emrinde olabilir ama bizde böyle bir emir-komuta ilişkisi bildiğim kadarıyla yoktur. Çünkü başbakan, genel kurmay başkanının ita ve sicil amiri değildir... Sorumluluk ilişkilerine bir şey demem.
Ama günü bitmiş ve sandığa gidecek ve oraya gömülecek bir meclis çoğunluğuna güvenerek demokrasi mazlumu rolüne soyunmanın da artık komedyenlik olduğunun millet olarak farkındayım!...
İsterseniz AKP'nin meclis çoğunluğunu şu anonim halk tekerlemesiyle bir de ben tarif edeyim:
"Yerden göğe küp dizseler
Birbirine bend etseler
Alttan birini çekseler
Seyreyle sen gümbürtüyü."
Başka söze hacet var mı?
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Mayıs 15, 2007

ÇOK SUSTUK !...

Biz, çok sustuk !...
Bizim suskunluğumuz, yanlış anlaşıldı!...Veya -birileri- bizim suskunluğumuzu, işlerine geldiği gibi yorumlar oldu!...
Onlar ısrarla taşkınlık yaptıkça, bizler de ısrarla susunca; "Sükut ikrardandır." şeklinde yorumlama gafletine düşenler oldu!...
Bayrağımızı yaktılar, sustuk !...
Atatürk büstlerini kırdılar, sustuk !...
Kogre yapıyoruz diye, Başkentimizde salonları doldurdular Bayrağımızı -göstere göstere- atıp çiğnediler, yerine paçavralar salladılar, sustuk !...
Kongre sonrası sokaklara dağılıp çevreyi als-üst ettiler, sustuk !...
İstiklal Marşımızı okumadılar; uyduruk parçalar okudular, zılgıtlar çektiler, sustuk !...
AB'nin yolunu; siyasi destekçilerinin de desteğiyle Diyarbakır'dan geçirmeye soyundular, sustuk !...
Yol kestiler, sustuk !...
Baş kestiler, sustuk !... Baş kaldırdılar, sustuk !...
İstanbul'un, Mersin'in altını üstüne getirdiler, sustuk !...
Güneydoğu'dan hareket ederek İmralı Tatil Köyü'ne hürriyet götürmeğe kalktılar, sustuk!...
PKK'ya destek amaçlı olduğu kesinleşen kap-kaç çeteleri oluşturdular, sustuk !...Türkiye'yi dünya kaçakçılık cennetine dönüştürdüler, sustuk !...
Bütün bu yukarda saydıklarımızı, hem yaptı hem de göz altından bizi izlediler!...
Bizim ne yapacağımızı, bizim nasıl bir tepki vereceğimizi merakla beklediler!... Baktılar ki; biz hep susuyoruz, artık gizli saklı davranmamak gereğine inandılar!...Şimdi de PKK bildiri ile millet vekili adaylarını tehdit ediyormuş!... DTP'li adaylar lehine adaylıktan vaz geçmeyenleri, ölümle cezalandıracaklarmış!
Hooooooooşşşt!...
Yeter artık be !...
Yeter edepsizlik ettiniz be !...
Sustuysak, suskun kaldıysak, yaptıklarınızı bıyık altı gülerek izlediysek; yaptıklarınızı, art niyetli komşunun, BOP Eş Başkanı'nın müttefiklerinin şımarttığı çocuğumuzun yaptığı şımarıklıklar saydığımız içindir !...
Sizden korkan, sizin gibi olur !...
Yedi düvel bir olup benim üzerime geldiğinde korkmadım ki şimdi üç-beş baldırı çıplağın bildirisinden, zılgıtından korkayım !...
Haçlı olup yüzlerce yıl üzerime geldiklerinde geri adım atmadım ki; şimdi bu Avrupalı Birliği dayatmalarıyla başkaldırmaya niyetlenen tebaalarımdan korkayım !...
Israrla, ısrarla söyleyeceğim; Devlet olmanın kuralları vardır. Atalarımız, bu kuralları uygulayarak Devlet oldular... Devlet Kalmanın da kuralları vardır!...
Devlet kalmak istiyorsak -ki Türk Milleti asla devletsiz olmaz- bu kuralları uygulamak ta yaşayanlar olarak bize düşer !...
Nedir bu kurallar?...
1- Kimsenin uymakta endişe edemeyeceği, adil yasalarımız olacak... Kırk bin insanımızın katiline özel beslenme kürleri uygulayıp, töre cinayeti veya kazara suç işlemiş bir kader kurbanını şiddetle cezalandırırsak, bu yasalara uyulmaz!... Bölücü terör örgütünün Hakkari deki irtibat adresi olan, kanlı Şemdinli baskınına fiilen karıştığı için yıllarca cezalandırılmış olan, hatta PKK'nın kurucu 20 kişisinin arasında olan birini takip eden Güvenlik Güçlerimizi; PKK'nın senaryosu olduğu her yerinden belli olan bir oyuna kurban verirsek; Kahramanlarımızı, -AB ve iç bağlantıları istiyor diye- hainlerle bir tutmak, onlarla bir görmek gafletine düşersek, yeni kahramanlarımız olmaz !...
2- Paramızın değerini kazandırıp, yeniden piyasada kendi paramızın gücünü sağlayamazsak, vergi toplayamayız. Dolarla, euroyla yapılan alış verişleri, kayıt altına alamayız. Böyle olunca ekonomimiz olmaz...
3- Kırsalda da şehirlerde de vatandaşımızı; terörist ve çapulcularla başbaşa bırakırsak, can ve mal güvenliklerini sağlayamazsak Mili Ordu oluşturmakta ve güvenlik gücü oluşturmakta sıkıntı yaşarız !...
Yani Devlet kalmayı, tehlikeye atarız !...
Kutadgu Bilig'den sunduğum bir paragrafı, bir daha hatırlatayım; "Ülkeyi elde tutabilmek için orduya ihtiyaç vardır. Orduyu besleyip donatmak için de çok mal ve servet gerekir. Orduyu besleyip donatacak akçayı bulabilmek için de halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de yöneticiler doğru yasalar koymalıdır. Bunlardan biri ihmal edilecek olursa dördü de işe yaramaz. Dördü de işe yaramaz olunca devlet yönetimi çözülür, ülke yönetimi bozulur."
Demokrasi arkasına saklanarak, demokrasiye ve sisteme kafa tutan eş başkanlar yüzünden günümüzde devlet yönetimi çözülmek tehlikasiyle karşı karşıyadır. Ülke yönetimi bozulmak üzeredir!...
Ve hala susmaktayız !...
Biz susunca da veya meydanları kırmızı-beyaz bayrağımızla doldururken ulusalcılık adıyla, onlara cesaret verince; CHP kendi desteklediği yasaya; "Bağımsız oy pusulasına neden mantıklı yaklaşmıyorsun?" diye AKP'ye karşı çıkarcasına bunlara destek verince, bu şerefsizler de kendilerini bir halt zannederek tehdide kalkarlar!...
Biz susmaya devam ettiğimiz sürece; alt kimlikler de olacaktır, alt kimlikleri kaşıyanlar da !...
Korkarım sıra, kendilerine ve bize geldiğinde aklımız başımıza gelecektir ama -yine korkarım- geç kalmış olacağız !...
Tarihi, hep biz yaptık başkaları yazdılar.
Mütevekkil olalım ama böyle de tevekküle baş eyemeyiz ki !...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mayıs 13, 2007

HAYDİ MİLLET SEÇİME... -2-

Saygı; karşılığını saygı olarak alırsa, sAygı olarak hayat bulur. Aksi olur, saygı saygısızlıkla mukabele görürse oradan kavga çıkar!...
Sevdiklerimizi, sevmenin ötesinde bir de saygımızla karşılayarak büyüdük, olgunlaştık, yaşlanıyoruz...
12 yaşında torun sahibi bir dede olarak hayatımız boyunca "Abi"leştirdiğimiz şahıslara, abi saygımızı göstermekte asla eksiğimiz olmadı. Bu kimlikli kişilikleri "Abi"leştirerek bizler, kanaat önderi olarak tarifledik.
Şimdi bizim kuşağın ağabeyleştirdiği kanaat önderi kişiliklerin sorumluluklarının kat be kat arttığı, artması gereken bir dönemdeyiz...
Devletimizin darda, milletimizin zorda olduğu talihsiz bir süreçteyiz.
Birbirine benzeyen kişiler ve kuruluşların, birlikte hareket etmeye karar verdiği bir dönemdeyiz. Kendilerine sağ veya sol adını koyan ama millilikle, ulusallıkla uzaktan yakından alakası olmayan partiler; ya bir araya geldi bütünleştiler, ya da seçim ittifakı konusunda hemen hemen anlaştılar...
Bu memlekette 5,5-6 milyon hatta daha fazla da ülkücü oy var. Ve bu oylar, en perakende duruşta görünüyorlar!... Bundan 25 sene önce birbirlerinden canlarını, kanlarını esirgemeyen bir kuşak; bu gün oylarını birbirinden esirger duruma getirildiler!...
Nerede ağabeylerimiz?...
Nerede kanaat önderi Ülkü Devlerimiz?...
Nerede bu kutlu davanın aysbergleri?...
Neden nefs yapanlara veya bir diğerini nefs yapmakla suçlayanlara müdahil olmazlar?...
Yoksa sözleri mi dinlenmez?
Yoksa bir koltuğu ele geçiren genel başkanlar; artık işim bitti mantığıyla Ülküdaşlarımıza itibar mı etmezler?...
Siyaseten tarafımı açıklamamış olsaydım, bu soruların cevabı bende vardı!...
Ama taraf olduğum için, tarafsız davranma şansımı kendim bitirdiğim için Ağabeylerimiz'e müracaattan başka çarem kalmadı!...
Birileri, hemen müdahil olarak; Servet Kabaklı Kardeşimiz'in samimiyetle yaptığı "Vatanım Türkiye, partim MHP" açıklamasına, seviyesizce saldıran kaleme ve o kalemin patronuna bu mantığı sormalılar!...
Adam; "İçim kan ağlayarak ta olsa sandığa gidecek ve oyumu MHP'ye vereceğim.Bütün ülküdaşlarımı da MHP'ye oy vermeye çağırıyorum." diye bütün okurlarına açıklama yapıyor ve patronundan izinsiz geğiremeyen bir "Dolma Kalem" tarafından MHP'yi parçalamakla suçlanıyor!...
Parçalanmışlık, bölünmüşlük böyle mi yok edilir?...
Allah aşkına birileri, bana bu mantığı anlatma zahmetine katlansınlar?...
Ve Allah aşkına birileri bana, kimin AKP'nin çanağına su taşıdığını söylesinler!...
Hem birlik diye Anadolu'ya mesaj vereceksin, hem de birliğe gelenleri partiyi parçalamakla suçlayarak reddedeceksin!...
Bu mantığın adını, birileri Allah aşkına ülkücülere anlatmalı değil mi?...
Kimin bölen olduğunun, kimin bütünleşmeye mani olduğunun artık bütün Ülkücülerce bilinmesi zamanı değil mi?...
Ben fakıre internet sitelerinden ; "Ne Başbuğ çizgisi kardeşim? Başbuğ öldü!... Hareketin lideri Devlet Bahçeli, artık Bahçeli çizgisi var." diye yazılar yazanlar; şimdi de MHP'ye oy vereceğini açıklayan Bahçeli muhalifi bir ülküdaşımızı partiyi bölmekle suçluyorlar!...
Artık Ülkücü Ağabeylerin, hiç gün geçirmeden kamu oyu önünde bu ötekileştirmenin ve yabancılaştırmanın sebebini sormaları gerekmez mi?...
Yarının çok geç olacağını sağır sultan da duymuşken, bu Ağabeylerimiz neyi ve kimin harekete geçmesini beklerler?...
Zordayız dostlar!...
Dardayız dostlar!...
Taraftarlık yapayım derken bulundukları yere zarar verenler yüzünden açmazdayız dostlar!...
Allah aşkına müdahil olun!...
Yoksa atı alan, bir daha üsküdarı geçecek!...
Haydi millet seçime !...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mayıs 12, 2007

HADİ SEÇİME MİLLET !...

Ya Rabbi! Aklıma ve aklımıza mukayyet ol!...
Bir kaç gündür kızgınlığımdan ne yapacağımı bilemediğim bir Dostum'un "Attığı taş, ürküttüğü kurbağaya değmeyince" aklım bir daha ve acaip bir şekilde karıştı!...
"Bahçeli MHP'nin Bahçevanı" ile, aylar önceden; "Örülü duvardan tuğla istenmezmiş! Duvar benim değilse, duvar bizim değilse başlarım duvar sahibinden ve ben tuğlamı isterim." diyerek ve tuğlamı alıp Bahçeli MHP ile hesabımı kapatmıştım...
"Örülü duvardan tuğlasını alan Ülküdaşlarımı tebrik edecek, almayanlara ise sitem bile etmeyeceğim." diye duruşumu da açıklamıştım...
Bu konuda son sözümü de, tarafımı ve safımı açıklayarak söylemiştim.
Her şeye rağmen Ülküdaşlarım olmalarıyla övündüğüm, varlıklarıyla müftehir olduğum, MHP'deki dostlarımın hatırına "Bahçeli MHP'nin Bahçevanı" ve "Yol Arkadaşları" hakkında bir şey yazmamaya, bir şey söylememeye karar vermiştim!...
Kararıma uyacağım. Ama iki kalemin birer gün arayla yazdığı yazılardan birer paragraf alacağım.
Birincisi:
"......Peki dostlarım, Türkiye çok kötü yönetiliyor diye; “Burası artık benim vatanım değil” deme hakkına sahip miyim?.. O halde kimse “MHP artık benim partim değil” dememi beklemesin. Kendimi bildim bileli ülkücüyüm ve elbette MHP’liyim. Rahmetli Başbuğum’un ve şehitlerimin emaneti olan bu partinin üyeliğine bile değil, sadece ve sadece seçmenliğine talip olduğumu da çok önceden ilan etmişim.Allah nasib ederse, seçmen kulübesine girdiğimde “evet” mührünü, bağrıma taş basarak; “Birleşemediniz, utanın” diye sitem ederek, yine “MHP’nin Üç Hilaline” basacağım. "
İkincisi:
"Bu bahsettiğim yazarlardan birisi de köşesinde yazdığı MHP'ye yönelik seviyesiz yazılarından dolayı, ağır ifadeli yazılarımın muhatabı olmuş kişidir.
Bu malum yazarı biliyorsunuz, BOP Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "onun misyonunu" sürdürüyorum dediği Turgut Özal'ı "Turgut Özal, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra, en Türkçü ve en milliyetçi Cumhurbaşkanıdır." Şeklinde tarif eden birisidir. Hergün MHP'ye saldırma ve zarar verme misyonunu uygulamaya çalışan ve birleşilmesini istediği partinin de MHP'den ayrılırken, Turgut Özal'ın hangi etkilerinde kaldığı kamuoyunun bilgisi dâhilindedir.Turgut Özal'ı bu şekilde gören bu yazar, MHP'ye yönelik seviyesiz yazılar yazma aşamasından, şimdi de akıl verme aşamasına gelmiştir.
Bu aşamada bile, yaratmaya çalıştığı atmosfer MHP'yi töhmet altında bırakıp, tartışılmasını sağlamak olan bu yazar ve benzerleri, bozan ve bölenin gerçek adresini bilerek yorumlarda bulunmaları daha ahlaki olacaktır."
Aynı kalemden, bir paragraf daha:
"Bu yuvanın adresi olan MHP'nin her değerine, ölçülerine saldırıp, onlara zarar vermeye çalışanların 'birlik ve beraberlik' mesajları vermesini, kim, nasıl samimi görebilir?.........Birlik, beraberlik ancak bu düşünceyi taşıyanlarla gerçekleşir. Bu konuda sicili bozuk olanlar, artık MHP üzerindeki oyunlarını bırakmalıdır."
Alıntı yaptığım ikinci kişi; Bahçeli MHP'nin Bahçevanı'nın haberi olmadan, kendi başına şarkı bile mırıldanamaz. Yani yazdıklarının tamamına yakını, patronunun söyledikleri -hatta duyduğuma göre- dikte ettirdikleridir. Ve ona göre, yani genel başkanına göre; MHP üzerinde oyun oynayan kişinin yaptığı, her şeye rağmen MHP'ye oy vereceğini açıklaması ve bütün yazdıklarını reddederek MHP'ye oy istemesidir!...
Bu yaklaşıma; tenkit ederek, saldırarak, hakaret ederek karşı çıkmanın Allah aşkına bir mantığı var mıdır?... Kendine oy vereceğini, bütün millete açıklayan birine saldırarak, oy alıp seçim kazanmak mümkün müdür?...
Şimdi ilk paragrafın sahibi ve dostum Sevgili Servet Kabaklı'ya bir çift sözüm olacak;
Sevgili Servet Kardeşim, Bahçeli MHP'nin Bahçevanı'nın seçim kazanmak gibi bir düşüncesi asla yoktur. O'nun düşüncelerini aylar önceden sen de açık yüreklilikle söylemiştin. Bu düşüncenin sahibinin ve yol arkadaşlarının; asla senin gibi "Ülkücüyüm" derken tüyleri dikenlenenlerin oylarına ihtiyacı yoktur!...
Seni tanır ve bilirim. Bilirim ki sözünün erisin. Ve bütün bu yazılanlara rağmen sadece açıkladığın için MHP'ye oy vereceksin!...
Allah aşkına şunu açıklamanı bekleyeceğim. Oyunu vermeden önce yaşayacağın sıkıntılarını, çekeceğin azabı açıklar mısın? Zaten açıklamışsın ama bir daha lütfen!...
Senin vereceğin o mukaddes oyunu ise ben, senin adına şimdiden helal etmiyorum...
Sen biliyorum ki, benim açıkladığım safıma itiraz ettin!... Ben de şimdiden, gününden aylar önceden senin oyunu helal etmeyerek itiraz hakkımı kullanmak istiyorum...
Sen oyunu için kan ağlayarak ver ve senin oyunu beğenmeyenler sevinsinler!...
Hadi seçime millet!...
Ya Rabbi! Aklıma ve aklımıza mukayyet ol!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

KARAR ANI...

Artık karar zamanı...
Artık kimin kime ne diyeceği; kimin kimden niye küseceği;kimin kimden ne beklediği belli oldu...
Kimlerin ülkücü, kimlerin ülkücü geçinen, kimlerin ülkücülükten geçinenler olduğu; hala belli değil diyen çıkarsa ya aklına şaşrım, ya da şüphe ile bakarım!...
Artık herkesin, kendine net sorular sorma zamanı geldi. Kendi kendimize yönelteceğimiz sorunun cevabında saklı herşey!...
Artık herkes sormalı; "Türkiye'nin, Türk Dünyası'nın,İslam Alemi'nin meseleleri beni ilgilendiriyor mu?"
Herkes sormalı; "AB adıyla hristiyan dünyasının, haçlının Türk Devletine uyguladığı ablukaya tepki veriyor muyum? Tepki veriyorsam ne yapıyorum?..
"Herkes sormalı; "Devletimin bağımsızlığı uğruna ne yaptım veya birşeyler yapabilir miyim?..."
Herkes sormalı;"Milletin teşkil olmuş hali olan devletin neresindeyim?...
"Herkes sormalı; "Seçimlerde kullandığım oyumla yetki verdiğim siyasiyi ne kadar denetleyebiliyorum?...
"Herkes sormalı; "Milyon dolarlarla satınalınabilen Dolma Kalemler'in yazdıklarını,söylediklerini ne kadar ciddiye alıyorum?..."
Herkes sormalı; "Okuyor muyum? Araştırıyor muyum? Devletim-Milletim için bir şeyler üretmeyi hayal ediyor muyum?..."
Herkes sormalı; "Artık asayişi sağlamakta sıkıntı yaşayan; kör tuttuğunu... misali yasalara uyanlardan vergi tahsil eden; kırkbin insanımızın katiline yardımcı olsunlar diye Zana ve zağarlarına diplomatik haklar tanıyan; vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlayamayan; devletler arasında dostluğun olamayacağını, çıkar ilişkilerinin de pazarlığa tabi olduğunu kavrayamayan; AB'nin kendini kandırdığını anlayamadan vatandaşını hala AB hayalleriyle kandırmaya uğraşan; siyaseten çaresizleştiğinde arkasına saklanarak yok etmeye çalıştığı demokrasiye katleden AKP Hükümeti hakkında ne yapabilirim?..."
Bu soruları, azaltmak veya çoğaltmak mümkün...
Bu soruların cevapları da sorular kadar net olursa millet, meseleye el koydu demektir. Devletimizin zorda, milletimizin darda olduğu bu günleri, biz hazırladık!... Şimdi yanlışlarımızdan, hatalarımızdan dönme zamanı... Yoksa yemin olsun yarın çok geç olacak!... Kerkük, gitti gider!... Kıbrıs; gitti gidiyor!... Anayasamız'ı gitmek üzere yola çıkardılar!... Atatürkümüz nerdeyse hain ilan edilecek!...
Dünün devrimcileri, solcuları, komünistleri, imansızları; yapılan siyasi yanlışları Ordu'nun düzeltmesini isteyecekler!...
İsteyecekler diyorum çünkü Avrupa basını; KIbrıs meselesindeki atılan ek protokol imzasına Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşı koyabileceğini, yazmış ve söylemişlerdi!...
Bunlar; daha dün Ordumuzu faşistlikle, cuntacılıkla, amerikancılıkla suçlayan insanlarımız!... Bunların; bu, ilk döneklikleri değil ve olmayacak ta!... Bunlar; kişisel rahatlıklarını akıllılık sayabilecek kadar namustan, iffetten, onurdan mahrum kişiler!... Bunlar; kırk bin insanımızın katili bir caninin İnsan Haklarını savunmaya soyunabilecek kadar insanlık hainleri!...Ve bunların sayıları; iki elin parmakları kadar!...
Bunları ne milliyetçilik, ne devlet, ne bağımsızlık, ne din, ne iman, ne ırz, ne de namus ilgilendirmez!... Bunlarda kahramanlık'ın adı aptallıktır!... Bunlar; yaşadıkları zamanın en kuvvetlisine kuyruk sallayabilecek kadar kancıktırlar!...
Bunlarda hamaset olmaz!... Bunların tarifi egoisttir, çıkarcıdır!... Bunların tarifi, haindir!... Artık bu memleketin hainleri, bellidir... Hainlerin, şer odaklarının, milli-dini duyguların hasımlarının söylediklerinin tersini yapmak ta akıl gereğidir...
AB, ABD, Haçlı; yeni oyunlar tezgahlanaktadır...
Kendimize attırdığı imzalarla, elimizi-kolumuzu bağlıyorlar!...Veee biz; olanları aymazlıkla izliyoruz sadece!...
Aklımızı başımıza toplamamız lazım...Bu halimizde devam edersek; kayıplarımızın telefisi, oldukça zorlaşır diye endişeliyim!...
Bu hariciye ile, bu ekonomi ile, bu iç siyaset ile korkarım bağımsız devlet tarifimizi kaybetmek üzereyiz!...
Uzaktan kumandalı yaygın basının yönlendirmesiyle, siyaseten yapılan hataların telafisini, Ordudan bekleyemeyiz!...
AKP'li Vekiller'in tamamının dikkatini mecliste görüşülecek olan seçim kararlarına çekmek isterim. Artık isteseler de istemeseler de sandıklar yola çıktı. Bu millet, kendine yapılanların hesabını soracak.
Şimdi millet vekillerine mecburi bir fedakarlık düşüyor. AKP'li vekillerin çoğu, yeni listelerde olamayacaklar. Bunun kendileri de farkında ama yine de bazı acabalara sığınmaktan vaz geçemiyorlar. Vaz geçin o acabalardan! O acabalardan size fayda yok! Çünkü sizler, teslimiyetinizle beş yılda Recep Tayyip Erdoğan ve ekibine vereceğiniz hizmeti verdiniz. Artık sizinle işleri kalmadı. Yerinize yenilerini monteye başladılar bile...
Bari sizler, gider ayak son kez bir silkinin ve kendinize gelin.
Sizleri son kez kullanarak yaptıracakları tarihi hatalara imza koymayın. Zaten imza da atmıyorsunuz sadece; "Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir." şeklinde anlık gösterilere ortak sayılıyorsunuz!...
Son bir kaç gün, kendiniz ve vicdanınız adına bağımsızlığı deneyin. Artık bu sistemle ve devletle dövüşmeyi; devletle dövüşürken de demokrasiyi silah olarak kullanmayı maharet sayanları, biraz kendi hallerine bırakın...
Çünkü artık karar anı...
TEVEKKELTÜ A'ALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mayıs 08, 2007

BÖYLE OLDUĞUMUZ İÇİN...

Muhteşem Ülküdaşlarım;
Bizler; Ülkücü olduğumuz için böyle, veya böyle olduğumuz için Ülkücüyüz...
Elbette söylediğimiz illaki doğrudur mantığıyla, fanatizm sergilemek gibi bir cahilane kastımız olamaz!... Ama ömrümüzün tamamına yakınını aynı fikri havayı teneffüs ederek geçirmiş; Rabbimiz'in nasip ettiği çile ve ikballeri, aynı tevekkülle kabullenmiş bir neslin temsilcileri olarak, inandıklarımızı savunmaktan da asla geri duramamışız!...
Hamasetin işe girdiği yerde aklı tatile çıkaranlardanız!...
Bana değmeyen yılan bin yaşasın mantığına hep kafa tutan bir tavrın temsilcileriyiz!... Her doğru, her ortamda söylenmez şeklindeki; ürkekçe, korkakça tavırlara da en sert tavrımızla kafa tutanlardanız!...
Bizler; hürriyeti savunan, hürriyet için,istiklal için ne gerekirse emir almadan uygulamayı refleks olarak sergilemiş; bir fikrin, bir neslin devamıyız hatta kendileriyiz...Tavrımızda, edamızda elbette tevazu görülemeyecektir!...
Kavga ve savaş; -yetişme tarzımız ve deneyimlerimizle sabit- en iyibildiğimiz iştir!...
Bu yüzden de kavga ve savaşa hevesli, ölmekle bayılmayı ayırt edemeyen amatör heyecanlıların her davetinde de kavgaya tenezzül etmeyiz!...
Dünyanın neresinde bir Türk'ün, bir Müslüman'ın, bir mazlumun ayağına diken batarsa bizim yüreklerimiz sancır ve naramız yüreği sancıyan savaşçıların narası şeklinde tezahür eder...
Kenarda gezip ortada görünenler; Ekerken yok, biçerken yok harmandaki Kardeşler; Bizler sizin dediklerinizi kabullenmediğimiz gibi, elbette sizin de bizlerin her dediğimize katılma mecburiyetiniz yoktur!...
Hatta sizler; değişmeyi, gelişmeyi, terketmeyi maharet sayarak, Başbuğumuz'a dil bile uzatabilrsiniz!...
Bize katılmama mecburiyetiniz, artık, sanki bir yerlerin direktifiyle yapıyormuşsunuz hissi uyandıran tavırlarınızın da sebebi olmamalıdır... Elbette eskiden sizler de başınızdaki Başbuğ gibi bir deha-reisin emirleriyle, doğru bir şeyler yapmışsınızdır...
Elbette; bu mukaddes Dava'nın bir yerlerinde sizler de bulunmuşsunuzdur... Sizden, bilgilerinizden istifade etmekten elbette keyif almaktayız...
Ama her söze katılan, sorulan her soruya cevap veren,bildiğini her ortamda gereksiz de olsa anlatan kişilere Ataullah Efendi'nin "cahil" dediğini, mutlaka biliyorsunuzdur... Haşa size böyle seslenmek gibi bir edepsizlik etmeyiz!... Ama müsaade edin, bazı seslenişlerimiz ve sözlerimiz, adreslerine ulaşsın!...
Siz, bizim kavga etmek istediklerimizden önce meseleye saldırınca; asıl fikri hedeflerimiz, kenardan keyifle, kurnazca, bıyık altından gülerek başlattığınız gereksiz münakaşaları izliyorlar!...
Yaygın Basın'ın, uzaktan kumandalı ve dalga seçici sörfçülerin, patronların, AB'nin, ABD'nin direktiflerine uyan gönüllü konu mankenliğinize lütfen ara verin artık!... Bu tavrınızda ısrarcı olursanız; sizin hakkınızdaki "Eski Ülkücü" tarifim korkarım dumura uğrar...
Teşkilatlarımıza ve Partilerimize asla uğramazsınız ve genel başkanlık hayalleriyle dolaşırsınız... Bu tavrınızla da bizleri anlatamayacağımız kadar incitir ve öfkelendirirsiniz!..
Bizler yedi kardeşiz, yedimiz de birbirimiz çok iyi biliriz...
Dostlarımın,Ülküdaşlarımın bazan; ben fakır hakkındaki çok abartılı bulduğum tarifnamelerinin -edebim ve adabım gereği- altında kaldığımı, bütün Ülküdaşlarımın bilmesinde fayda var... Ülküdaşlarımın,Dostlarımın yüreğini, sadece ve sadece öperim... Sadece sayarım... Sadece; Ülküdaşlarımın ve dostlarımın varlıklarına şükrederim...
Ülküdaşlarımın ve dostlarımın kavgalarında; asla ve asla haklı-haksız ayırmakgibi bir zaman kaybına girmem. Kavgaya hemen müdahil olur; ellerin-başkalarının, haklı-haksız tefriki yapmasını beklemem bile...
Bizler; Allah Rızası için nerede, ne zaman, neler yapılabileceğini, hamdolsun defaatle ispatlamış bir nesiliz.
Sizin yaş grubunuz; bir Ağabeyimizin muhteşem ifadesiyle; bizleri ya alkışlamış ya da ağlamış bir nesilsiniz...
Artık sizlerden sadece alkış istediğimizin farkında değil misiniz? Sizler;-Ülkü Devlerini özellikle tenzih ederim- gölge etmeyin başka ihsanınıza ihtiyacımız yok!... Allah aşkına, köşelerinizde büyük edalarınızla, bizim yapacaklarımızı alkışlamak üzere antrenmanlar yapınız!...
Bizim edalarımıza, bizim tavırlarımıza Allah Aşkına dikkatle bakın...
Bizim yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır... Bizim yüreklerimizde Allah Korkusu'ndan başka korkulara, asla yer yoktur...
Bizlerin imanlarımız padişah ve bizler de padişahlarımızın vezirleriyiz!... Doğru bildiğimizi, her ortamda söyledik, söylüyoruz, söyleyeceğiz...
Bu yazdıklarım; aynı zamanda birleşme uğraşılarımıza menfi tavır koyan Ülküdaşlarıma da cevap sayılsın lütfen...
Hayatımızda kimseyi tehdit etmek gibi bir boş meşguliyetimiz olmadı... Bizim tavrımızı, tehdit olarak algılayanların da çok hazırlıklı olmalarını tavsiye ederim... Çünkü bizler; net tavırlı bir neslin net tavırlı temsilcileriyiz...
12 Eylül öncesinin 5000'i aşkın şehidinin, bire-bir arkadaşları, ülküdaşlarıyız!...O ölümüne kavgalardan Rabbim'in izniyle sağ çıkanlardanız... Bizler öldükçe çoğalan, çoğaldıkça Allah Rızası için ölmeye talip bir nesiliz...
Bizimle dostluğu, her kese ama her kese tavsiye ederiz...
Devletimizi, Milletimizi, Bayrağımızı, Mukaddeslerimizi seven herkesi severiz. Bunlardan birinden birini sevmeyen ise, otomatikman hasmımızdır.
Dünyayı ve ülkemizi dikkatle izleriz...
Doğru yapan kim olursa olsun alkışlarız... Yanlışı yapan da kim olursa olsun; aklını başına getirmek veya bir daha gelmemek üzere almak için nöbette bekleriz!... Bizler; Hz.İbrahimin ateşini söndürmeye koşan karınca misali"Tarafız..."
Tarafgirliğimizi de hiç bir gücün karşısında saklamak gibi bir ilm-isiyasete(!) tenezzül etmeyiz... Şahsımıza yapılacak saldırıları belki edebimiz gereği kabulleniriz ama fikrimize ve dostumuza yapılan bir saldırıya,Teşkilatlarımıza yapılacak bir saygısızlığa, bigane kalacağımız asla düşünülmemelidir bile.
Bu saldırıyı yapan, tesadüfen genel başkan seçilmiş olsa bile...
Yorulmayasınız Ülküdaşlarım!... Yorulmayasınız Allah Rızası'nın yorulmaz savaşçıları!... Kendi atlarıyla sonsuzluk seferine çıkmış, Sonsuzluk Süvarileri ile takışmaya kalkanların da akıllarına hayretler ederim...
Kısa mesafeli koşulara, maaşlı jokeyler olarak katılanların da Sonsuzluk Süvarileri'ne rehberliğe, Genel Başkanlığa soyunmalarını da sadece megalomanlık ve hastalık olarak görürüz...
Ben fakıri lütfen bağışlayın!...
Bizler; ömrümüz yettiğince kendi gönlümüzün türküsünü söylemeye devam edeceğiz...
Böyle olduğumuz için Ülkücü veya Ülkücü olduğumuz için böyleyiz...
TEVEKKELTÜ A'ALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mayıs 06, 2007

SAĞ DUYU !...

Her başımız sıkıştığında, yaşadığımız; daha doğrusu önceden senaryosu yazılarak oynattırıldığımız her kargaşada, bir iki ekabir(!)imiz; ekranlara, manşetlere çıkarak milleti sağ duyuya davet eder!...
Hz.Peygamberimiz(s.a.v.); "Bir toplumda iki zümre bozulmuşsa o toplum iflah olmaz, iki zümre düzgünse o toplum felaha erer. Bu iki zümre amirler ve alimlerdir." buyurmuşlardır...
Her kargaşada -ki biz her on senede bir bir kargaşa yaşamazsak canımız sıkılır- ortaya bir iki amirimiz ve bir iki alimimiz çıkar ve nereden öğrenmişlerse ve ne anlama geliyorsa milleti, sağ duyuya davet eder!...
Oysa biz yıllardır, aklımız kesti keseli, amirlerimizle kavgalıyız!...
Çok gariptir kavgalı olduğumuz amirlerimizi de hep kendimiz seçeriz!...
Önce seçer; sonra boyunu, posunu; soyunu,sopunu; yaptıklarını ve yapacaklarını incelemeye alırız!...
Yanılan da biz oluruz, yanıltan da!...
Bundan 20 yıl önce de "netekim paşa"ya tepkimizden; ne ne yapacağını, ne aslını, ne neslini araştırmadan şimdi darmadağın olan bir Deprem Çadırı daha kurdurmuştuk!...
Deprem Çadırımızın direğinin adı Özal'dı... Allah(c.c.) rahmet eylesin...
Döviz adıyla piyasamızın dolarlarla kaynamasıydı, ekonomimizin İMF'ye teslim olmasıydı, işini bilen memurlarımızın ceplerini değil kasalarını doldurmasıydı, papatyaların-prenslerin devlet kasalarını hortumlamasıydı, AB sevdasının kara sevdaya dönmesiydi, ABD Başkanıyla enseye tokat samimiyetlerin kurulmasıydı, jaguarların kızlarımıza hediye edilmesiydi, davulcu damatlara cennet misali koyların peşkeş çekilmesiydi, PKK illetinin üç beş baldırı çıplak çapulcu olarak tarif edilerek milletin kandırılmasıydı, Türk kimliğimizden rahatsız olunarak mozaik tariflerinin yapılmasıydı v.s. o tepkiyle kurdurduğumuz Deprem Çadırı'nın icatları olarak günümüze miras kaldı!...
Deprem Çadırı Direğinden sonra da amirlerimizi yine biz seçtik!...
Seçtiğimiz hiç bir amirimiz; bizden olmayı, bizim gibi davranmayı denemedi bile!...
Aile fotoğraflarıyla, "Verdiysem ben verdim." lerle zamanımız törpülendi gitti...
Bacılarla, Hacılarla, AB sancaktarlığını vatanperverlik sayanlarla, zamanımızı hoyratça harcamaya, amirlerimizi seçerken ki yanlışlarımızda ısrara, devam ettik!...
Biz hatalar yaparken; amirlerimizin bozulmuşluklarını görmezden gelmeye devam ederken, müttefiklerimiz hatta dost(!)larımız PKK'yı beslediler de beslediler!...
Amirlerimizin bozulmuşluğuna bir de alimlerimizin daha Kimlik Birliğimizi sağlamlaştırmadan, daha memleketimizdeki din kardeşlerimiz arasındaki mezhep, tarikat, cemaat birlikteliğini sağlayamamışken Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü teraneleri ekleninceeee...
"Sen ne mutlu Türk'üm diyene dersen, birileri de ne mutlu bilmem neyim diyene derler.." diyen siyasi renksizlerimiz çıktı!...
Bu siyasi renksizlerimizin siyasi gömleklerinin adı da vardı; Milli Görüş!...
Zaman içinde bozulmuş amirlerimiz ve bozulmuş alimlerimiz sayesinde bu Milli Görüş Gömleği de giyinenleri sıktı ve çıkarıp attılar!...
Hacılardan, bacılardan, netekimcilerden, vatanı sevenle dinamitleyene ayrı tavrı sergileyenlerden, mozaikçilerden, AB'cilerden, mandacılardan, avrupa garsonlarından bıkan bizler; direğinin adını Recep tayyip Erdoğan koyduğumuz bir deprem çadırı daha kurduk!...
Tek sermayemiz ve sloganımız da; " İnadına Tayyip!..."ti...
Adamın; ne ne dediğine, ne ne yapacağına, ne siyasi gömleğine, ne ekonomik görüşüne, ne de adaylarının kimliklerine bile bakmadan seçerek yetkiyi verdik!...
Her gün değiştiler, her gün takıyye yaptılar, bu gün dediklerini yarın inkar ettiler; ama ısrarla devletimizi zaafa düşürecek yasaları da çıkardılar!...
Öylesi bir hale getirildik ki bir Genel Kurmay Başkanımız;" Kısıtlanmış yetkilerimizle terörle mücadeleye devam ediyoruz!..." diyerek bu Deprem Çadırı'nı bize, millete şikayete mecbur oldu!...
AB kara sevdamız, sonunda bizi Mecnuna çevirdi!...
Başımıza yahudi kimlikli, misyoner kimlikli, ekümenik kimlikli göçmen leylekler yuva kurdular ama biz; Leyla saydığımız AB olmazsa hiç bir şeyin önemi yok dedik!...
Şimdiyse Leyla ile vuslat tarihi olarak, ucu açık bir zaman kaldı!...
Leyla; yeniden bir başkasıyla nikahlanmak üzere!... Yani bize vuslat, yine yok!...
AB adındaki Leylamız; bizden yüz çevirmek için bahanelere muhtaç!...
Gün geçtikçe ve yerli işbirlikçileri dediklerini yaptıkça bu bahanelerin sayısını artıracaklar!...
Korkarım ülkemizin her yerinde şımartılmış AB uzantıları, karen Fogg çocuklarının da destekleriyle, PKK'lılar bölücülüklerine devam edecekler!...
Artık şimdiden sonra yaptıkları, yapacakları her izinsiz nümayişte ayranı kabarmış Türk Milleti'nden tokatlar yiyecekler ama; Leylamız yaptığımız AB'ye insan haklarını ihlal tarifli epeyce de done vermiş olacağız!...
Hesap bu kadar basit!..
Oyun bu kadar açık!...
Bu provakasyonlar değil bu provalar seçim sabahına kadar sürecek!...
Bu sahnelenen oyunlarda zararın büyüğünü biliyorumki Kürt Kardeşlerimiz görecekler!...
Tarihin hiç bir döneminde, hiç bir isyanlarında Türk Milleti'ne güçleri yetmemiş olan bu bir kaç millet haininin yine bir şeye gücü yetmeyecektir...
Ama korkarım kurunun oduna yaş ta yanacaktır...
Bilecik'te olduğu gibi ekmeğini kazanmak için inşaat işçiliğine gelmiş kardeşlerimiz; sadece fiziken benzediği, dili benzediği için hainlerden zannedilerek tecrit edilecek hatta ezilecektir!...
İş artık çığırından çıkmıştır!...
Seçim öncesi, duyarlı kanaat önderlerinin dikkatlerini çok hayati bir konuya çekmeye çalışıyorum. Demokrasi arkasına saklanarak, demokrasiyi araç olarak kullanarak demokrasiyi yok etmeğe çalışanlar, Kürt kardeşlerimizi ciddi bir yalnmızlığa itmek üzereler... Bunlarda saf değiştirmek ve gömlek değiştirmek asla ar değildir!... Aksine takıyyenin adını ilm-i siyaset koydular... Millet olarak artık bunların farkındayız.
HER GÜN SİYASİ GÖMLEK DEĞİŞTİREREK GELİŞENLERDEN- DEĞİŞENLERDEN BİR UMUDUMUZ KALMAMIŞTIR!...
Umudumuz; hala amirlerimizdedir, alimlerimizdedir...
Ama seçemediğimiz; dirsek çürüterek, göz nuru dökerek, cepheden cepheye kısıtlanmış yetkileriyle atılarak Paşalaşmış amirlerimizde;
Allah'ın buyruklarını, şahsi veya cemaatinin çıkarları uğruna çarpıtmayan Alimlerimiz'dedir...
Bu amirlerimizin de, bu alimlerimizin de var olduğunu biliyoruz...
Kontrolde zorlandığımız öfkemizi, sağ duyumuzu, birliğimizi-dirliğimizi bu amir ve alimlerimize teslim etmeye hazırız... ve böyle olmasını; vallahi de, billahi de biz asla istemedik...
Biz; ne AB'ci, ne ABD'ci, ne dinci,ne cemaatçi değiliz!...
Bizler; bu Devletin asli unsurlarıyız!...
Alimlerimizle, Amirlerimizle doğruda sonsuza dek beraberiz...
Varsa sağ duy denilen şeyi biz, böyle algılıyoruz...
TEVEKKELTÜ A'ALALLAH...
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

BEN OLSAM...

Tanıyabildiğim kişiler arasında parti taraftarlarını,incelemeye çalışıyorum.
Sohpet aralarında sorular yönelterek, mesela; "Neden x partilisiniz?" sorusunu sorduğumda bana enteresan gelmeyen cevaplar alıyorum!...
DYP ve CHP'lilerin en geçleri, 40 ve üzeri yaştan insanlardan oluşuyor. Gençlik genellikle ya partilerle ilgilenmiyor veya ilgilenenler de; BBP, MHP, ATP, BTP ve FP gibi sağ cenahta veya DEHAP gibi, İP gibi solculukla maskeledikleri marjinal söylemleri olan partilerde boy gösteriyor!...
DYP'lilere; "Niye DYP?" diye sorduğumda tamamına yakını; "Demokrat Partinin devamı olduğu ve Süleyman Demirel için." diyorlar. Son yıllarda; "Çiller için." diyen de vardı...
CHP'lilere aynı soruyu sorduğumda; "Atatürk'ün kurduğu parti olduğu ve İsmet İnönü için.." diyorlar. "Ecevit için." diyenler de vardı...
Saadet partililer; " Erbakan Hoca için.." ;
MHP'liler aynı soruma; "Rahmetli Başbuğ için. Dünya Türklüğü ile ilgilendiği için ve Ülkü Ocakları için.." şeklinde cevap veriyorlar.
BBP'liler; Muhsin Yazıcıoğlu için;
ATP'liler; Başbuğun Oğlu'nun partisi olduğu için;
BTP'liler; Pof.Dr.Haydar Baş için..
HYP'liler; Yaşar Nuri Öztük için;
Bu soruyu hangi partiliye yöneltirseniz yöneltin; partili olmalarının birinci etkeni, kurucu genel başkanlar oluyor...
HADEP'lilere sorulduğunda; yasaklar yüzünden Apo diyemediklerinden " Kürtlerin hakkını aramak için..." cevabını alıyorsunuz...
ANAP'lıları unuttum!.. Onlar da " Özal için.." diyorlardı.
Daha AKP'liyim diyene rastlamadım!... Adamlar, beş yıl hükumet ettiler ma henüz partileşemediler. Ciddi bir koalisyon görüntüsündeler!...
AKP'ye oy verdiklerini bildiklerime aynı soruyu sorduğumda onlar da; "Recep Tayyip Erdoğan için" diyorlar..
Bu kez partililere, birinci derecede hasım gördükleri partiyi soruyorum. Aldığım cevaplar, -tek kelimeyle- beni şaşırtıyor!...
HADEP'lilerin, Zana ve yandaşlarının Ülkücü hasımlığını bırakın Ülkücü düşmanlıklarını, anlayabiliyorum.
Ama ANAP'lının, DYP'linin,FP'linin,CHP'linin hatta Recep Tayyip'çilerin, Ülkücü hasımlıklarını, BBP düşmanlıklarını anlamakta zorlanıyorum.
Hani Ülkücülerin ısrarla adresleri MHP olarak söylenirdi!...
ANAP'lılar, bu hale gelmelerinde tek sebep olarak MHP'yi biliyorlar. Aldığı erken seçim kararından dolayı MHP'ye çok kızgınlar.
DYP'liler; Tansu Çiller zamanında da, Mehmet Ağar döneminde de MHP tabanından ne koparabiliriz hesaplarında oldular...
CHP'nin klasik solcuları, klasik solculukları gereği, MHP'ye hasım olmaları gerekirken Bahçeli'ye methiyeler diziyorlar!...
BBP'deki, ATP'deki eski ülkücülerin, MHP hasımlıkları yok. Onlar mevcut MHP yönetimine karşılar ve MHP yöneticiliğini işgal edenlere hasımlar...
En enteresan kızgınlık, FP'lilerde!... Fazilet Partililer, AKP'nin böylesine bir çoğunluk sağlamasında tek suçlu olarak MHP'yi görüyorlar ve gösteriyorlar. Haksız da değiller!...
Sonuçta; hiç kimse 3 Kasım 2002 seçimlerindeki yenilgide, kendilerini ve onun için partili oldukları genel başkanlarını suçlu bulmuyorlar.
Sadece Devlet Bahçeli, seçim yenilgisinin suçunu üstlenerek genel başkanlığı bırakacağını söylemiş ve taraftarları tarafından bırakılmamıştı!... Devlet Bahçeli'nin, seçimler daha netleşmeden yaptığı açıklama yüzünden, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz'ın siyaseti bıraktıkları da unutulmuyor...
Yani suç samur olsa, kimse giyinmiyor!...
Benim de aklıma; Madem bütün partilerin seçim kaybetmesinin tek suçlusu MHP, peki "MHP'nin kaybının hesabını kimler verecek?" sorusu takılıyor... Türk milliyetçiliğini böylesine siyasetin dışına ittirmişliğin hesabını, kim verecek?...
Türkiye'de hala seçmen, tepkileriyle oy kullanacak görüntüsünde!...
Geçmişte, Milli Şef'e gösterilen tepkiyle DP'yi; aynı tepkiye devamla AP'yi; AP'ye olan tepkiyle Karaoğlanlı CHP'yi; ve sonunda da bütün partilere tepki olarak R.Tayyip Erdoğan'ı seçen seçmen, bu kez de AKP'ye tepki vererek bir yana yıkılacak gibi!...
Onlarca yıldır hiç bir araştırmacıyı dinlemeden, tek ulusal basın olan yerel basının hiç bir anketine kulak vermeden sadece tepki vererek birilerini cezalandırmayı düşünen seçmene, aslında kendini cezalandırdığını mutlaka anlatmak gerek!...
Milletin otuz yıldan fazladır dinlediği veya hep dinler gibi göründüğü tek siyasi oluşum MHP idi... Sağcı, milliyetçi ailelerin tamamında bir anket yapılabilse her evde en az bir-iki ülkücünün olduğu görülür. Bu 1970'li yıllardan beri böyledir...MHP, bu yüzden milletin hep ilgi alanında kalmayı başarabilmişti. Şimdi Bahçeli MHP'nin Bahçevanı sayesinde MHP'de yok!...
Bütün bunların yanında sağcısı olsun, solcusu olsun partililerin tamamında, partilerinden bir memnuniyetsizlik var!. her kes, her an bir yerlere gidebilecek şekilde duruyor!...
AKP'nin görünümü daha bir başka!...
AKP'ye oy verenler, son yapılanlar yüzünden AKP'ye kızgınlar!... 3 yıl öncesi, bir yerleri, birilerine kızdıkları için terkederek Recep Tayyip Erdoğan'ın yanına koşanlar, bu kez kızgınlıklarıyla gitmek için eski adreslerine de dönemiyorlar. Çünkü hiç bir adres, bırakıldığı gibi değil.
Her şeye rağmen hala "İnadına Tayyip!" diyenler de yok değil!... AKP, ezici bir çoğunlukla hükümet olmasına rağmen hala partileşmeyi başaramadı!. Bu yüzden de AKP'li diyebileceğimiz taraftarları, hala yok!...
Açıkçası; AKP'deki FP'liler de, DYP'liler de, MHP'liler de en kısa sürede AKP'yi terkedecek gibi duruyorlar...
AKP'ye seçmen kaptıran FP'nin de, DYP'nin de, ANAP'ında eski seçmenlerini, geri alabilme şansları zayıf!... Çünkü AB teslimiyetçiliği ile suçladıkları AKP'nin önüne teslimiyetçilik; anılan partilerin, hükümet ettikleri dönemlerden miras olarak kaldı...
Ne ANAP'ın, ne DYP'nin ne de FP'nin AB karşıtı söylemleri, artık millete inandırıcı gelmiyor!..
Eski söyleminden en kolay dönüşü MHP yaptığını zannediyor. " Onurlu Üyelik" söylemiyle, o da inandırı değil!...
Şimdi siyaseten atağa kalkma zamanı.
ANAP ve DYP; AB'nin yolunu Diyarbakır'dan geçirerek ve dağdakileri ovaya, siyasete davet ederek aynı çayı altında birleştiler. Cumbhurbaşkanlığı seçimlerinde 4 milletvekiline sahip olmayı başaramayan Ağar'la, düne kadarAKP bakanlıklarında arz-ı endam eden Mumcu'nun ne kadar inandırıcı olduklarını, millete sorun...
CHP ve DSP'de tabanın arzu ettiği birleşim; hırçın Baykal olduğu sürece mümkün değil.
Siyasetin başına iki "DB", aşılmaz bela oldular!... Bir DB, soldaki birleşmeye engel; diğer DB, Ülkücü tabanın birleşme çağrısını engelledi de engelledi!...
Şimdi BBP'nin kurmaylarının yapacağı tek iş; ısrarla, Türkiye'nin her yerindeki bilinen kanaat önderi ülküdaşlarının kapılarını çalarak siyasete çağırmak olmalıdır...
Türk Milliyetçiliğini siyaset sahnesinde tek başına taşımaya soyunan BBP'yi hiç bir ülkücünün desteksiz bırakmak lüksü olmamalıdır...
Bu da ne kadarsamimiyetle ifade edilirse o kadar mesafe alınır...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN