Pazar, Temmuz 29, 2007

BİZ, BİZE BENZERİZ...

Bize bir şeyler oldu!
Vallahi bize bir şeyler hem de anormal bir şeyler oldu!
Bu bir şeyler olmuşlukta da birbirimize benziyoruz inatla!...
Kimse yoğurdum ekşi demez elbette. Ama bizde, yani ülkücülerde vefa denen, doğruyu alkışlayan, birbirine mecbur büyüyen bir nesil olarak, birbirimize muhabbet vardı.
Ne oldu bize? Ne yaptılar bize?
Şu kırka bölünmüş ve kırkı da birbirine benzemeyen tamamen yabancılaşmış kişilerden mi oluşmuştuk biz? Bu kadar bir birine yabancı, bu kadar olaylar karşısında farklı duruşlar sergileyenlerden mi oluşmuştuk biz?
Birbirimize bu kadar insafsız saldıranlar, biz miyiz?...
Önce Sevgili Mehmet Gül'ün, televizyonda söyledikleri; sonra da Sevgili İsrafil Kumbasar Kardeşimin yazdıklarıyla, tek kelimeyle şok yaşadım...
Satmak, satılmak, terk etmek, terk ettikten sonra insafsızca saldırmak bu kadar mı kolay?
Eğer tarif; partiyi bırakıp seçimlere girmekse -ki öyle olmadığını çok iyi biliyoruz- bu tarifi on kere hak etmişler varken neden Muhsin Yazıcıoğlu'na saldırılır?
ATP'de sadece Başbuğumuz'a ve onun oğluna sadakatten başka hiç bir kabahatleri olmayan ülküdaşlarımızın hakkını neden savunmak hiç bir ülkücünün aklına gelmez? Özgeçmişini yazarken, ATP'nin kurucu genel başkanlığını yazmaktan bile imtina eden "Oğul Beğ"den neden bahsedilmez?
Bunu burada bırakarak; içinde fiilen bulunduğum, toplantılarının epeyine karıştığım o malum birleşmelerden ben de bahsetmek isterim izninizle.
Devlet Bahçeli' ile yapıldığını sevgili İsrafil Kumbasar'ın söylediği toplantıyı ilk kez duyuyorum. Aksine benim bildiğim, görüşme davetlerinin yapılacağı telefonlara bile çıkmadığıdır Devlet Bahçeli'nin.
Ülkücülerin pejmürdeliğe itildiğini fark edince, olaylar karşısında verdiğimiz ülkücü tepkilerimizle ne yapabilirizi sorguladık günlerce. Kanaat önderliklerine inandığımız Ülküdaşlarımızla, Türkiye'nin neresinde olursa olsun irtibat kurmaya çalıştık ve kurduk. Kanaat önderi ülküdaşlarımızdan, tahminlerin fevkinde bir iltifat gördük.
Ne zamanki işe "Siyasetin Jokeyleri" karıştılar, işin de tadı kaçmaya başladı. Ekseriyetini; Başbuğumuz'dan maaş alarak eğitimcilik yapanların oluşturduğu, kendilerini dünyanın merkezi zanneden ağabey(!)lerimiz, bir araya gelmemek için ne lazımsa yaptılar.
Dikkatinizi çekerim; hiç "mış"lı yani rivayetli konuşmayacağım. Sadece bildiklerimi, yaşadıklarımı anlatmaya çalışacağım. Eğer Sayın Yazıcıoğlu "Olur." derlerse; birlikte mesai harcadığımız Ülküdaşlarımızla da kafa kafaya vererek o süreci, ufacık bir kitapçık şeklinde de olsa anlatmayı, tarihe şerh düşmeyi çok isterim.
Şimdi öfke ile, benzer bir tavırla kimseyi incitmek istemediğim için isimleri zikretmemeye çalışacağım. Ama BBP'ye baraj aştıracaklarını, MHP'yi baraja gömeceklerini söyleyen "Siyaset Devleri" gittikleri yeri de barajlarda bıraktılar. hani tek başlarına siyaset devleriydiler?!...
Muhsin Yazıcıoğlu'nun; seçimlere bağımsız katılma kararı aldığı gün ve an çok yakınında olan birisiyim. "PKK'lıların seçim yasağını delerek gireceği mecliste Türkler de olmalıdır. Bağımsız olarak seçime girip kazanabilecek kaç kişi var? Lütfen bağımsız olarak seçimlere katıl." diye ısrar edenlerden biriyim. "Arkadaşlarımdan ayıp olmaz mı? " diye nasıl direndiğini de yaşayarak bilenlerdenim.
Sevgili Mehmet Gül, Sevgili İsrafil Kumbasar Kardeşlerim, Muhteşem Ülküdaşlarım;
Yeminle söyleyebilirim ki, Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının bağımsız seçimlere katılmalarında, ne terk etmek ne de terk edilmek söz konusudur.
Birileri, meclisteki Türk Duruşu'nu Muhsin Yazıcıoğlu'nun göstereceğinin bilinç ve endişesiyle bırakın saldırsınlar. Ama sizler, böylesine kolay vaz geçmeyin, vaz geçememelisiniz 40 yıllık Ülküdaşınızdan, dostunuzdan.
Vaz geçenlerden, çok kolay vaz geçilir bilir misiniz?
Zor olanı tercih ederek, zor oyunu bozmuş Muhsin Yazıcıoğlu'nu, hadi hep beraber tebrik edelim. Ve Mecliste yemin etmeye veya meclisi karıştırmaya hazırlanan bölücü uzantılarının, hele cezaevinden çıkarılarak getirilenin yeminini engelleyebilmesi için yapacaklarında destek olalım.
Ha biz millet vekili olmuşuz, ha bir ülküdaşımız... Bu böyle değil mi yoksa?...
Bu konuda çok konuşur çok yazarım. Sevgili Mehmet Gül Dostum'da meselelerin ne kadar içinde olduğumu, bizzat bilendir.
Biz; bize benzeriz Dostlar ve biz; birbirimize mecburuz...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

TARİHİ ÇAĞRI...

Devlet Bahçeli'nin; genel başkan adaylık hakkını gayrı meşru olarak gasp ettiğine inandığım, 21.Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof.Dr. Ümit Özdağ'ın haber sitelerine düşen bir çağrısı ile sanki derin bir uykudan uyandım...
Her yaratığın olduğu gibi insanların ve milletlerin de olaylar karşısında vereceği tepkileri vardır. Bu tepkileri de yaratılış özelliklerinin gereğidir. yaratılış özelliklerini sergiler.
Seçim sathı mahallinde ve AKP'nin 4,5 yıllık tahribat döneminde hiç konuşmayan, susmanın da bir siyasi taktik olduğunu nerdeyse her kese kabul ettirecek bir hale gelen Devlet Bahçeli; seçimlerden sonra nedense hiç susmuyor!
4,5 yıl hizmet vermekten se bu günkü seçimlere hazırlanmak için hiç susmadan konuşan, propoganda yapan Recep tayyip Erdoğan ise seçimlerden sonra işini başardı ve sustu artık!...
Başta Devlet Bahçeli olmak şartıyla 70 MHP'li millet vekilinin; Türk Milleti'ne, ülkücülere ve dünyaya kendilerini fark ettirme mecburiyetleri olmalı diye düşünmekteyim. Türk Milleti adına, aldıkları vekaletin de gereği mecliste Türk Milleti gibi tepki vermeleri gerekir diye düşünmekteyim. Eğer konuşacaklarsa yeminden önce mecliste milletin huzurunda konuşmaları gerek diye düşünmekteyim.
MHP Genel Başkan Adayı Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ; çok ülkücü ve Türkçe bir duruşla, MHP Millet vekillerine seslenmekte ve onları bir tarihi göreve davet etmektedir.
Önce bu tarihi daveti, olduğu gibi almak istiyorum: "Terörist olarak suçlanan ve yargılanan bir kişinin TBMM üyesi olup olmaması, kimin Cumhurbaşkanı olacağından daha önemlidir. Türk milleti ve dünya MHP’nin Türkiye Büyük Millet Meclisine girdiğini anlamalıdır. MHP, bu kişinin milletvekilliğine şiddetle muhalefet ederek, TBMM’nin onuruna sahip çıkmalıdır. Atatürk ve Türkeş’in gölgeleri parlamentonun üzerine düşmelidir. MHP, bu konuda diğer partilere de öncülük etmelidir. Bu kişiye milletvekili yemini ettirilmemelidir. "MHP, bu kişinin milletvekili yemini etmesi durumunda TBMM’ne girmeyeceğini ve yemin etmeyeceğini vakit geçirmeden açıklamalı ve bunu halka anlatmalıdır." dedi. Özdağ, açıklamasını “Bu kişi eğer mahkeme tarafından aklanır ise daha sonra yemin ederek, TBMM’i üyesi olur. Eğer mahkum olur ise zaten milletvekili olması düşünülemez” şeklinde sürdürüyor...
Davetin ve bu Türkçe duruşun altına, hiç düşünmeden imzamı atarım.
Eğer Devlet Bahçeli ve MHP'li Millet vekilleri, bu daveti ciddiye alarak milletin kendilerinden bekledikleri refleksi gösterirlerse; hayatını MHP propogandisti olarak geçirmiş biri olarak, Devlet Bahçeli ve Yol Arkadaşları'na tepkimden, son seçimlerde oy vermemiş olmama rağmen, haksızlığımı kabullenip günde ük kere yazarak, en az on kere konuşarak özür dileyeceğimi; genel merkezin ve teşkilatlarımızın vereceği kapıcılık, çaycılık ta dahil bütün görevleri şerefle yapacağıma Allah(c.c.)'ımı şahit tutarak yemin ederim.
Yaratılışları gereği; kurt'un kurt gibi, itin it gibi davranmasının doğal olduğunu ama kurt köpeğinin ne zaman kurtluk, ne zaman köpeklik yapacağının bilinemeyeceğini bir kaç kere yazmıştım.
Şimdi MHP'li Millet vekillerinden Kurt Duruşu beklediğimizin bilinmesi lazım. Diğerleri zaten yaratılışları gereği, itliklerini yapmaktadırlar...
Hadi Allah aşkına!
Hadi vatan aşkına!
Hadi millet aşkına! Yapın size yakışanı, gösterin ihanet şebekelerine devletin asli unsuru olduğunuzu. Gösterin devletin-milletin aslı olduğunuzu...
Bize; sizlerle iftihar etme zevkini yaşatın Allah aşkına...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 27, 2007

MİLLETÇİLİK...

Milliyetçilik değil, Milletçilik adını koymaya çalıştığım bir düşünce ile dostlarımın huzurlarındayım.
Seçimler bitti.
Kiminin desteklediği kazandı, kimilerin destekledikleri kazanamadı.
Sevinenlerin de, üzülenlerin de belli olması gereken bir sonuca rağmen hala "Dolma Kalemler"ce bir kargaşa isteniyor gibime geliyor.
İki kişiden birinin AKLP'ye oy verdiği bir ülkede; seçim sonuçlarını yorumlamak neden bu kadar zorlaştı?!... Kim, nereye, ne için oy verdiğini ve verdirmeye çalıştığını bilmiyor mu?
Bu millet, bu kadar mı ferasetsiz zannediliyor?
Bir kere daha ve son kez, seçim sonuçlarıyla ilgili sohbet edelim isterim.
Bendenizin; ne AKP'nin kazanmasından, ne CHP'nin kazanamamasından, ne MHP'nin üçüncü partiliğinden şikayetlendiğim falan yok!... Küsurat partilerinin neden siyast mezarlığına atıldıklarını da zannedirim biliyorum ve içlerindeki saygı duyduğum kişileri incitmemek için bu sebebi, çok açık olarak söylemem edebim mani...
Karar, milletindir ve milletin kararına sadece saygılıyım.
Benim seslendiklerim ve tenkid ettiklerim; "Dolma Kalemler"dir, ısrarla Türk Silahlı Kuvvetlerini siyasetin ortasında göstermeye çalışarak milletle ordusu arasına soğukluk sokmaya çalışanlardır, tarafsız durmayı başaramamış Cumhurbaşkanıdır, milliyetçiliği korkulacak bir siyasi duruş olarak göstermeyi başaran milliyetsiz milliyetçilerdir. Yeniden yürüyüş öğrenmeye kalkıp, kendi yürüyüşünü de kaybederek serçe gibi zıplamaya mahkum olanlardır.
Bu memlekette Kürt Milliyetçilerinin yüzdesini, yıllardır bağırır dururum. Siyasilerimizin erk olamadıkları için yıllardır uyguladıkları yanlış, bölücü, ötekileştirici davranışları yüzünden ihanet hareketlerinin prim kazandığı kanaatindeyim.
1973-1974 yıllarında, yine bir seçim atmosferinde; siyasi bir silahlı çatışmadan dolayı cezaevinde idim. Tutuklu bulunduğum ilçe kendisini "Kürdistan" olarak adlandırırdı. Cezaevinde 70'ten fazla hükümlü ve tutuklu idik. Türk olarak üç kişi vardık. Gerisi tamamen Kürt Kardeşlerimizdi. O zamanlar hem Moskova'dan, hem Erivan'dan birer radyo Kürtçe yayınlar yapardı. Kürtçe müzikler çalınırdı. Bizler de hep beraber cezaevi bahçesinde halaylar çekerdik. Müzik aralarındaki söylenenleri, Kürt arkadaşlarıma sorduğumda; Kürtçe olarak bolşevizm-komünizm propogandası yapıldığını söylemişlerdi. Ben de cezaevinden o zaman mecliste tek başına olan Rahmetli Alparslan Türkeş ve TRT yetkililerine birer mektup yazmıştım.
Devlet olarak radyolarımızdan her hangi birinden; her gün hiç değilse sabah ve öğlenden sonra birer saatlik bir Kürtçe yayın yapabilir miyiz diye sormuştum. Müzikleri çaldıktan sonra aralarda da Moskova'dan yayın yapan "Bizim Radyo" gibi biz de sistemimizin, cumhuriyetimizin propogandasını yapabilir miyiz diye sormuştum. Verilen cevap, isteğimin tamamen tersi idi.
O günlerden, bu günlere geldik!...
Yapılması gereken, yapmamız gereken doğruları, -sanki- bize zorla yaptırdılar. Bu zorla yaptırım uygulaması da ; Güneydoğu'da %20'yi zor bulan, etnik milliyetçileri yüreklendirdi, yüreklendiriyor.
Aslında bizlerin, yani duyarlı insanların yeni bir sohbet; yeni bir akım başlatmamız lazım diye düşünmekteyim. Milliyetçilikten ziyade; "MİLLETÇİLİK" kavramını yeniden tarifleyerek, yeniden anlatarak yola çıkmamız lazım diye düşünmekteyim.
Milliyetçilik, bir kavmiyetçilik gerektirmektedir. Bir zilliyet gerektirmektedir."Asli unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlal mukadderdir." tesbitini asla unutmadan, MİLLETÇİLİK tarifini doğru yapabilirsek, milletçilik duruş ve tavrımızla bütün insanımızı kucaklayabilirsek; devletimizi de, milletimizi de gereksiz mücadelelerden uzak tutarız ve başarırız diye düşünmekteyim.
Bu yeniden tarif etmemiz gereken MİLLETÇİLİK kavramı; hem milliyetçiliği, hem ümmetçiliği, hem vatanperverliği, hem de devletperverliği kapsayacak şekilde olmalıdır.
Bunu başarabilir miyiz? Millet olarak kalmayı başararak, devlet olarak "Devlet-i Ebed Müddet" ideolojimizi, hayatta tutabilir miyiz?
Bunu başarabilmek için, neler yapabiliriz diye düşünmek gereğine inanmaktayım.
Duyarlı her Türk Milliyetçisini, duyarlı her Devrimci vatanperveri, duyarlı her Panislamist imanlıyı; bu konuda kafa yormaya, bu konuda birlik-beraberlik tarifine davete davet ediyorum.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 26, 2007

CUMHURA BAŞKAN...

Şu, hiç bir şey bilmedikleri halde her şeyi bilen edalarıyla dolaşanlar var ya, yani "Dolma Kalemler" var ya; kendilerine yeni iş buldular.
İçlerinden kaç tanesi, oylarının adresini CHP olarak açıklamıştı hatırlayamıyorum. İçlerinden kaç tanesi; Baykal'ın varlığını, siyasetimiz için şans olarak tarif etmişti... Şimdi aynı kalemler; oylarını artırmasına rağmen, başarısız saydıkları Baykal'ı, günah keçisi etmek hazırlığındalar. Ben, hiç CHP'li olmadım. CHP'li ama duyarlı, samimi bir çok dostum olmasına rağmen, onların gönülleri hoş olsun diye bazan "CHP'ye oy verebilirim." diyen yakınlarıma dahi müdahele etmemiş olmama rağmen; MHP Genel Başkanı'nın CHP'li bir aileden olmasına rağmen, hiç CHP'li olmadım...
Ama şimdi; CHP'ye uzanmak, Deniz Baykal'a elimden geldiğince sahiplenmek istiyorum!... Baykal'a muhalefet yapanların öne sürdüğü isim gibi görülen Mustafa Sarıgül'ün, ABD'ye gidip Jinsa'dan icazet aldıktan sonra gelip genel başkanlığa adaylığını açıkladığında da; "CHP'liler, CHP'deki ulusalcılar, Baykal'a sahip çıkın." diye seslenmiştim. Bu seslenişimi tekrarlamak istiyorum.
Önce basına ve internet sitelerine konu olan haberden bir bölüm almak istiyorum: "Parti içi muhalefetin birlikte hareket ettiği isimler ise, Hikmet Çetin, Celal Doğan, Onur Kumbaracıbaşı, Mehmet Moğoltay, Adnan Keskin. Bu isimlerin dışında özellikle CHP’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki teşkilatlarından da destek alacağı dile getiriliyor." Olmaması gerektiği halde haberin yorumlanarak verilen şekli bu, bir internet sitesinde...
En fazla ilgimi çeken isim, Hikmet Çetin. 1937 Lice doğumlu. Kürt kökenli bir siyaset adamımız. Dış işleri bakanlığı, meclis grup başkan vekilliği yapmış bir başarılı siyaset adamımız. En son olarak ta Nato'nun, açıkçası ABD'nin Afganistan'daki Kıdemli Sivil Temsilcisi olmayı başarmış bir ABD dostu.
Devlete-millete sadık Kürt kardeşlerimizin adına Kürtçülük yapan, uzaktan kumandalılara yıllarca seslenirken Hikmet Çetin'e de bir kaç kere seslenmiştim. "Siyaseten gelinebilecek her mevkiye gelmiş, Meclis başkanlığı'na vekalet edebilmiş bir siyaset adamı olarak neden Hikmet Çetin, çıkıp 'Kürt kökenli olmam, hiç bir mevkiye gelmeme mani değildir.Olmamıştır.' dememiştir, demiyor?!.." Hala, aynı düşüncemde ve aynı merakımdayım. Solun "Hikmet Abi"si daha Afganistan'dayken, adı cumhurbaşkanı adayı olarak fısıldanmıştı hatırlıyorum. Mesele, böyle kutuplaşılmışlığa gelmeden, getirilmeden ve Hikmet Çetin, bir kere bile olsa çıkıp birlik-beraberlik işareti vermiş olsaydı, Vallahi itiraz etmezdim.
Gerçi itiraz etsem veya etsek ne yazar da?!!!
Şimdi CHP'lilere, CHP'deki ulusalcılara bir daha seslenmek istiyorum: CHP'liler, Baykal'a sahip çıkın. Baykal; Muhteşem Türk Atatürk'ün kurduğu partinin altı okundan biri olan Türk Milliyetçiliğini öne çıkardığı, partiyi asli şekline döndürmeye çalıştığı için günah keçisi yapılmak istenmektedir. Muhaliflere dikkatle bakın lütfen. Türk denince, Türk Milliyetçiliği denince, hatta Kemalizm denince korkanlar, ürkenler Baykal muhalefetine soyunuyorlar.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de genel seçimlerde olduğu gibi devletin asli unsurunu, unutturmaya çalışanlar bir araya geldiler.
Ya bu tuzağı bozun. Ya da bu tuzağı bozun... Haberlere konu edilerek satır aralarında saklanılmaya çalışılan "doğu ve güneydoğu parti teşkilatlarının desteği"ni asla atmayın...
Bırakalım, bıraksınlar; cumhur, kendi başkanını kendi seçsin...
Türk Milliyetçiliğinden, kemalizden, Atatürk'ten rahatsız olan hiç kimseden, cumhura başkan olmaz. Olmamalı...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

CUMHUR, BAŞKANINI SEÇSİN...

Başta kendim olmak kayd-ı şartıyla; her şeyi bildiğini zanneden hiç bir şey bilmezleri, bu gün biraz irdelemek istiyorum.
Daha doğrusu kendimle, onlar kabul etmeseler de zoraki meslektaşlarımla, kıyasıya ve doyasıya bir kavga etmek istiyorum!...
Allah(c.c.) şahidim olsun ki; ne AKP'ye, ne CHP'ye, ne MHP'ye, ne de konu olarak ele aldığım hiç bir kurum ve kişiye iftira atmadım. Ama sayenizde doğrularımız da bir işe yaramadı!
Bildiklerimi, -eğer topluma bir faydası olacaksa- hiç sakınmadım. Birilerine yakın olmak için özel gayretlerim olmadı. Birilerine yakın olduğum için, mutlaka resim çektirerek ilerde kullanmak gibi ucuz eyyamcılıklara hiç tevessül ve tenezzül etmedim.
Oysa; o kadar kaliteli, kapasiteli, kendi dünyalarında ve herkesçe kabullenilmiş, popüler, otorite kabul edilen, siyasetin zirvesindekilerden o kadar tanıdığım, tanışık olduğum var ki...
Bu tanıdık ve tanışık olduğum kişilerin referanslarıyla; MHP'den de, AKP'den de, CHP'den de isteseydim herhalde bir liste yeri alabilirdim. İstemedim, almadım...
Büyük Birlik Partisi; bağımsız adaylarla seçime girmek yerine seçimlere katılsaydı, millet vekilliği aday adaylığına müracaat etmiştim. Kazanamayacağımı bile bile çok yüreklice ve fedakarca çalışacaktım. Ama PKK'nın uzantılarının, bağımsız olarak seçimlere girmeleri kesinleşince Sn. Muhsin Yazıcıoğlu'nun ve arkadaşlarının bağımsız olarak seçimlere katılmalarına ben de alkış vurdum.
Bölücülerin olduğu mecliste Türk Millet vekillerinin de olmaları gereğine inanıyordum. Doğru düşündüğüme hala inanıyorum. Bu arada Sn. Yazıcıoğlu'nu da tebrik edeyim izninizle...
Neyse! Söylemek istediğim bu değildi. Ama seçimlerde çok fazla hezimete uğramamış olduğumu anlatabilmek için söyledim.
Hiç bir şey bilmeyen ama her şeyi bilen edalarıyla ve mükemmel paralar karşılığı yazı yazan Dolma Kalemler'le ve kendimle kavgamı sürdüreyim.
Hiç birimizin bildiğimiz, doğru çıkmadı. Hiç birimizin desteklediğimize yeterince oy verilmedi. Hiç birimizin desteklediğimiz kazanamadı. Şimdi de suçlu arayışına soyunduk!...
Millet, mazurdur ve de haklıdır beyler!
Devletimizin hala diri kalmayı başarmış, hala en güvenilir kurumu olma niteliğini koruyan, Cumhuriyetimizin ve Devletimizin hala en güvenilir savunucusu Türk Silahlı Kuvvetlerimizi, bizler -daha doğrusu sizler- siyasetin ortasında gösterdik.
Bir yandan Cumhurbaşkanı, bir yandan Anayasa Mahkemesi, Bir yandan CHP, bir yandan MHP, bir yandan eski DYP yeni DP, bir yandan da Dolma Kalemler el ele vererek ve yanlış şekillerde AKP'ye saldırınca, millet Recep Tayyip Erdoğan'a sahip çıktı.
Bu millet; dünyada, çocuğuna "Paşa" adını koyan tek millettir. Ordusunu, askerini ölesiye sever bu millet. Ama ordunun siyasete karışmasından haz etmez. Muhteşem Türk Atatürk'te ordunun siyasete asla katılmaması gereğini defalarca vurgulamıştır. "Ordunun siyasete karışması, Balkanları kaybetmemize sebep olmuştur." şeklindeki muhteşem tesbiti de bilinmektedir.
Ama Dolma Kalemler; ısrarla ve belkide hiç öyle şeyler yokken ordu ile AKP'yi karşı karşıya gösterdiler. Orduyu siyasetle çok ilgileniyormuş gibi tarif ettiler. Emekli olmuş askerlerin söylediklerini, ordu söylüyormuş gibi lanse ettiler! Oysa Genel Kurmay Başkanlığı, emekli paşaların ordu adına konuşamayacaklarını da defalarca söylemişti.
Biri saat pazarlığına, gemi ebatları ölçmeye; bir diğeri ip atmaya, bir başkası iman yarıştırmaya soyununca; millet, yalnız bırakılan Recep Tayyip Erdoğan'a sahip çıktı.
Seçim zamanında da söylemiştim; eğer Recep Tayyip Erdoğan çok başarılı bir şekilde götürdüğü fısıltı propogandasına devam ederek meydanlarda hiç bir partiye bir şey söylemeseydi, sadece yaptıklarını ve yapacaklarını anlatsaydı %60 oy alabilirdi. Her halde onu da danışmanları tahrik ettiler.
İp münakaşaları yapılırken ipten kurtarılan İmralı Sakini'nin adamları seçim kazandılar!... Dağdakiler, sadece ovaya inmekle kalmayıp meclise taşındılar. Baş örtüsü unutuldu. Açlık akıllardan çıktı. "İmanlı Cumhurbaşkanı" tarifi, tahminlerden çok fazla tuttu. "Daha öncekiler imansızmıymış" gibi hiç gereği olmayan ve daha öncekileri de rencide eden bir söz düellosuna girişildi.
Hala aynı şekilde devam ediyoruz!
Hala hiç bir şey bilmediğimizi bile bile, biliyormuş edalarıyla çala kalem yazıp çiziyoruz!...
Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var beyler!
Yine emekli olmuş bir paşanın söylediklerini, ordu söylüyormuş gibi yazıp çizerek bir Cumhurbaşkanı adayı lanse etmeye başladınız!
Vallahi böyle devam edersek AKP; milletin en istemediği adamını, Cumhurbaşkanı eder...
Üzüldüğümüz, kendimize kahrettiğimiz, kendimize ettiğimiz küfürlerimizle başbaşa kalırız...
Bırakalım cumhur, kendi başkanını seçsin...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Temmuz 25, 2007

BU İŞLER ZORLAMAYLA OLMAZ !...

Seçim bitti tamam. İki kişiden biri AKP'ye oy verdi tamam.
Muhalefet yapayım derken, AKP'nin değirmenine su taşıyanlar yüzünden AKP zor görülen bir seçim başarısı sağladı, bu da tamam...
Ama; iki kişiden biri, AKP'ye oy verdi. Her kes vermedi. Yani ben, AKP'ye oy vermedim. Milletin kararına elbette saygılıyım. Elbette seçim kazanan veya kaybedenlerin yerine muazeret üretmeyeceğim. Bu benim işim değil. Çünkü siyaset adamı değilim. Siyaset adamı olmadığım için de ne ikbalimden, ne geleceğimden dolayı siyasi bir beklentim olmadığı için siyaseten rengimi saklamaya asla tenezzül etmedim.
İki kişiden biri de benim.
Ve AKP'li değilim. AKP'li olmamak için o kadar çok nedenim varki. Bu nedenlerimizi aylardır yazar dururum.
Belki muhalefet yapması gerekenler, yeterince muhalefet yapamadıkları için AKP karşısında akılda kalacak bir program sunamadıkları için AKP, hepsini ezdi geçti ama bizler yani ben, millet adına gücümün yettiğince muhalefet ettim, etmeye de devam edeceğim.
AKP'nin satışlarından; dış politikada ki kimliksizliğinden, AB'ye girebileceğimize kendileri de inanmamalarına rağmen AK kapısında nöbetten vaz geçmeyişlerinden, tek başlarına ve anayasayı değiştirebilecek çoğunluktayken değiştirilmesi gereken yasaları değiştirmeyip sonra o yasalardan şikayetlenmelerinden, popülist partizanlıklarından, istikrarsızlığı istikrar olarak millete yutturduklarından, açlığı ve fakirliği kadermiş gibi millete kabul ettirdiklerinden dolayı ben AKP'li değilim. Olamayacağım da kesin galiba...
Milletin seçimlerdeki kararını anlamakta ve yorumlamakta sıkıntı çektiğim için, "Şikayetleneni Şikayet Ederim" diye bir yazı yazdım. AKP'nin yetkilileri, seçim kazanmalarına rağmen yapıcılığa soyunurken, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimleri için anlaşma zeminleri ayarlamaya çalışırken; kraldan çok kralcı yalakalar, bana ve benim gibi muhalif kalemlere saldırmaya başladılar.
O bana saldırdıklarını ve bana saldırdıkları için AKP'den iltifat göreceklerini zanneden, belki de gören zevata bir şeyler söylemek istedim...
Taraftarları, fanatik partilileri, çıkarları için babalarını bile satabilecek siyaset şebeklerini bir tarafa bırakarak, o siyaset yalakalarını görmezden gelerek; çıplak olan krala bir iki sözüm olmalı...
Kutadgu Bilig'den bir hatırlatma yaparak söylemek isterim.
Sayın Başbakan;
Çıkardığınız veya çıkaracağınız yasalara uyarım. Ama adil olursa.
Verdiğim vergilerimi vermeye devam ederim. Ama paramızın değerini korursan.
Dostunu dost, düşmanını düşman bellerim. Ama can ve mal güvenliğimi sağlarsan.
Bu dediklerimi, daha doğrusu bin yıl öncesinden Yusuf Has Hacib'in dediklerini yapmazsanız; yasalarınıza uymam, vergi vermem, dostunuz dost, düşmanınızı düşman bellemem.
Ahbap-çavuş ilişkileri ile yürütmeye çalıştığınız ve satılmadık öz varlığını bırakmadığınız vatanımıza ve milletimize onları tatmin edici hizmet veremezseniz; ben, AKP'li olmam...
Başımıza geçirilen çuval olayının intikamını aldırmadığınız sürece; değiştirmediğiniz yasalar yüzünden sisteme kafa tutarak bağımsız maskesiyle seçimlerden galip çıkan, PKK uzantısı adamlara hadlerini bildirmediğiniz sürece; oğlunuzun gemisinin, bakanınızın oğlunun 600 dairesinin nasıl kazanıldığını millete inandırıcı şekilde anlatmadığınız sürece; kavgalı olduğunuz bütün birimlerle ve resmi kurumlarla barışmadığınız sürece size muhabbetli bakmam mümkün değil...
Evet! İki kişiden biri AKP'li ama ben de o iki kişiden biriyim ve AKP'li olmayanlardanım...
Duymak istediklerimizi, aylardır haykırıyoruz. Artık bizim duyacağımız şeyleri de söyleyin. Siz artrık AKP genel başkanlığının yanında, -yeniden- dört yıl başbakanımızsınız. AKP'li olmayan, nüfusun %50'sinden fazlasını rahatsız eden konulara artık açıklık getirmezseniz, bir sonraki seçimlerde %70'lerle iş başına gelirsiniz yeniden!...
"Ben yapacağım. Olacak." mantığıyla, mantığıyla milletle kutuplaşmayın...
Toplumla da, kurumlarla da barış imzalamadan; mecliste grup kuracak olan bölücülüğün siyasi kimlikleri olmaya aday millet vekili seçilmiş uzaktan kumandalılarla, aranızda kesin bir tavır koymadan, kimseyi zorla AKP'li yapamazsınız!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 24, 2007

ŞİKEYETLENENİ ŞİKAYET EDERİM!...

Hert halde bu saatten sonra, bir şeyler söylersek bu millet; "Sana ne kardeşim?" diyecektir, der veya demelidir!...
Çiftçi; yollara döküldü. Protestolar yaptı. Sesini duyan olmadı. Tesadüfen Tarım Bakanının olduğu bir yerde bulundu ve durumunu anlattı. Aldığı cevap, muhteşemdi: "Gözünüzü toprak doyursun." Çiftçi, hatasını anladı ve AKP'ye oy verdi, gözünü toprak doyursun diye!...

Sendikalar, toplantılar yaptı. Ücret konusunda anlaşabilmek için her yolu denedi. Sendikalı üyelerinin sayısını ve oyunu söyleyerek, siyaseten sandıkta hesap sorabileceklerini söyledi. Alınan cevap yine muhteşemdi: "Bu memlekette sizden başka insan mı yok?!" Sendikacı da dersini aldı. hatasından nadim oldu ve AKP'ye oy verdi!... Kendinden başkalarının da varlığını kabul ederek...

Analar; çocuklarını kınalayarak vatana kurban gönderdiler. Çocukları, Mehmetçik oldular. Devlet kalmanın, bölünmez vatan sahibi olabilmenin bedelini canlarıyla ödeyerek şehitleşen çocuklarına ağlamadılar düşman sevinmesin diye. Ama başbakanlarına hallerini arz etmek istediler. Alınan teselli öğüdü, fevkaladenin de fevkindeydi: "Askerlik, yan gelip yatma yeri değildir." Şehit anaları da hatalarını anladılar. Nadim oldular ve AKP'ye oy verdiler!...

"Sayın Öcalan, aldığı kellelerin hesabını veriyor." diyerek hain başını sayın diye nitelendirdiler, şehitlerimizi "kelle" diye tanımladılar. Aklı kesmeyen bizler, feveran ettik. Kaale almadılar. Şehitlerin sahibi millet, bizim itirazlarımıza kızdı ve AKP'ye oy verdiler!...

Esnaf; siftahsız dükkan kapadığını söyledi. Bizler de onlara tercümanlık yaptık. Anlattık ta anlattık. Sonra bir yerde Başbakan'la karşılaştılar. "Anamız ağladı efendim!" dediler ve alınan cevap yine muhteşemdi: "Ananı da al da git!..." Millet, anasını da aldı gitti ve AKP'ye oy verdi!...

Bir bakan; seçimler dolayısıyla memleketine gitti. Kendilerini ve icraatlarını beğenmeyen bir üniversiteli gencin ayağa kalkmaması ve kendisiyle tokalaşmaması üzerine olmadık hakaretleri yaptı. Delikanlıyı talimatla tutuklattı. Zorla saygı aldı ve o delikanlının ailesi, yakınları gitti AKP'ye oy verdi!...

"Ceketsiz Osman" lakabını basından ve hemşehrilerinden duyduğumuz bir bakanın; bakanlığı süresince oğlunun 600 daire sahibi olduğunu da basından ve hemşehrilerinden duyduk öğrendik. Millet, daha fazla daire sahibi olsunlar diye gitti, AKP'ye oy verdi!...

PKK'lıların, onların yardakçılarının, milletin huzurunu kaçırmak için ellerinden gelen her şeyi yapanların; 200 kişilik, açık hava toplantılarına 1500-2000 polisi görevlendiren iç işleri; şehit cenazelerine katılarak slogan atanların üzerine polisi gönderdi. Yüreği kan ağlayan polis te, üzerine saldırılan millet te, bu uygulamayı sevdi ve gitti AKP'ye oy verdi!...

CHP'li, solcu olmadığı için; MHP'li ülkücü olmadığı için; yurtseverler vatan topraklarını sattığı için; kapitalist sağcılar, kar eden KİT'leri kendilerine satmadığı için; basın patronları, kendilerine reklam vermedikleri için; asker, kendilerine yeterli siyasal destek vermedikleri için; polis, yetkilerini elinden aldığı için; memur, yeterince maaş alamadığı için; işçi, ücretlerine zam yapılmadığı için; esnaf siftahsız dükkan kapattığı için; dul ve yetimler, dilenci durumuna düşürüldükleri için; şehit aileleri, kendi çocuklarına çürük raporu alıp çocuklarını askere göndermediklerini öğrendikleri için; Milli Görüşçüler, milli görüş gömleğini çıkardıkları için; Türkler, asla Türk'üm demediği için;Kürtler, kimliklerini tanımadıkları için; milliyetçiler, 'alt-üst kimlik' safsatasını çıkardıkları için; velhasıl bütün millet, çok kızdığı için sandığa gitti ve AKP'ye oy verdi!...

Başka türlüsü vallahi olmaz!...
İki kişiden biri, sandıktan AKP'li olarak çıktı...
Millet, böyle istedi. Hayırlı olsun. "Durmak yok. Yola devam." diye rica bile etmediler. Hadi yolunuz açık olsun...
Nasılsa ne yaparsanız yapın, deve dikeni millet kendini inciteni seviyormuş! Sayenizde öğrenmiş olduk...
Seçim bitti, geçim başladı Dostlar...
Şikayetleneni vallahi Savcılığa şikayet ederim ona göre...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 23, 2007

CUMHURUN KARARI...

Seçimler; kazasız belasız, huzursuzlukların hissedilmeyeceği bir yumuşaklıkta tamamlandı şükrolsun...
Seçim adında bir dayatma da olsa, lidercilik oynayan genel başkanların despotluklarının tasdiklenmesi de olsa sandıklar görevlerini yaptı.
Cumhur, kararını verdi. Millet, tercihini yaptı. Söylenmesi gerekenler, söylendi. Söylemesi gerekenler, söyleyeceklerini fazlasıyla söyledi. Kim ne akadar anladıysa veya kim ne kadar anlatabildiyse, o kadar sonuç alındı.
Yasaklı olmasına rağmen Milli Görüşüne bütün cesametiyle sahiplenen Erbakan Hoca; yaptığı konuşmalarında; "İki parti var. Birisi Milli Görüş ve saadet, diğeri öbürleri..." diye tarifler yaptı. Seçim sonuçlandığında Erbakan Hoca'nın tarifi doğrulandı ama ufacık bir farkla ki; Türkiye'de gerçekten iki parti varmış: biri AKP, diğeri öbürleri... AKP; 4,5 yıllık iktidar aşındırmasına, yıpratmasına rağmen oylarını artırarak yeniden iktidara devam edecek. Ve öylesine bir oy artışı ki meclise giren girmeyen bütün partilerin aldığı oy kadar oy alarak!...
Artık; "Yanı yattı! Çamura battı!.." falan gibi geçmişe yönelik, pişmanlık dolu keşkelere gerek yok. Eğer çok bilmişlerin keşkelerini dinleyeceksek, bir keşke de benden o zaman!
Keşke Recep Tayyip Erdoğan; ağız birliği ile kendisine saldıran Deniz Baykal, Devlet Bahçeli, Mehmet Ağar ve diğerlerine hiç cevap vermeseydi. Onlar kavgaya davet ettikçe o, hep yaptığı gibi yaptıklarını ve yapacaklarını anlatmaya devam etseydi.
Zaten; Cumhurbaşkanı, Deniz Baykal, Devlet Bahçeli ve Mehmet Ağar birbirlerine destek vererek kendileriyle kavga ederlerken, millet nazarında AKP'yi mazlumlaştırmıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki tavırla da, uyuşmayı kendisi istememesine rağmen Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, hakları gasp edilenler tarfini almışlardı!...
Eğer zorla, tahrik ederek; ip savaşına ve saat-gemi-600 daire münakaşalarına girmeseydi belki de Cumhuriyet tarihinin en yüksek oyunu alan parti olabilirdi.
Vicdanen rahatım.
AKP'de dahil mevcut partilerin hiç birine oy vermedim. Oyumun adresini gününden evvel açıklamıştım. Bu yüzden, çok rahatım. Şimdiden sonra, millet adına bir daha Recep Tayyip Erdoğan ve AKP ile münakaşaya falan tevessül etmeyeceğim!...
Ekonomi, iç işleri, dış işleri iyiye giderse 75 milyona neyse bana da o; eğer bu saydıklarım kötüye giderse yine 75 milyona neyse bana da o!...
Seçime katılan yaklaşık 38 milyon seçmenin nerdeyse yarısının oyunu alan bir AKP ile, kimin ne işi olabilir? 38 milyon seçmenin nerdeyse yarısı yanılıyor da sadece biz mi yanılmıyoruz? Ama bu hakkını teslim etmeme rağmen yarın seçim olsa yine AKP'ye oy vermem!...
AKP, benim istediğim, benim onay vereceğim bir parti değil ama milletin ezici çoğunluğunun istediği parti. Demokrasilerde de azınlıklar çoğunluklara tabi edildi ya şükürler olsun! Ben de demokrat olmamama rağmen çoğunluğa uyacağım.
Ama sadece uyacak ve AKP ile kavga etmeyeceğim. Yoksa yarın, oy verenler AKP'den şikayetlenmeye başlarlarsa, gene çoğunluğa uyacağım. Yani millet ne yapmışsa, ne yapacaksa milletin yaptığına ve yapacağına itiraz etmeyeceğim...
Partilerini eskitip kendileri asla eskimeyen yeni siyasetçilerden kurtulmadan da AKP'ye veya bu zihniyete mecburiyetimiz devam edecek biliyorum.
Başarısız olduklarını kendileri söyleyerek önce görevlerinden ayrılıp,sonra delegeleri ayarlayarak yeniden taban istiyor deyip genel başkanlığa soyunan ve alan başarısız başarılılardan kurtulmadığımız sürece AKP'ye mecburiyetimiz devam edecek...
Seçim yasalarına ve genel başkanların sultasına baş kaldırarak Bağımsız Aday olma yürekliliğini göstermiş demokrasi aslanlarına, ısrarla sahip çıkmazsak ve onların kahramanlıklarını görmezden gelerek unutursak, AKP'ye mecburiyetimiz devam edecek...
Uzun sözün kısası; bir dönem daha istikrarsız istikrara, terör ve şehir eşkiyalığının kol gezdiği başarılı asayişe, yol geçti hanına dönen sınırlarımızdaki huzura, parasız ekonomik iyileşmeye, her gün şirketlerin kapanmasıyla ve başarılı KİT'lerin satılmasıyla iyice hareketsizleşen ticari hayata devam edeceğiz... Cumhurun kararı bu!...
Oy verenlere bir kere, oy vermeyenlere şimdiden defalarca geçmiş olsun.
Allah(c.c.), direncimizi artırsın!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Temmuz 22, 2007

DEVLET KUŞU...

Bu gün, farklı bir gün.
Kimi vatandaş heyecanla, kimi bütün taraftarlık duygularıyla, kimi bütün sağ duyusuyla, kimi de uzaktan aldıkları işaretlerin doğrultusunda sandık başına gidecek...
Hakkımızda hayırlısı olur inşallah.Seçim olduğunu untarak ve unutturarak bir pazar sohbeti edelim istedim. Bendenizi çok etkileyen bir kıssayı paylaşmak istedim.
Rahmetli Dedem'den ve Babam Rahmetli'den defaetle dinlemiştim. Kıssa bu ya;
Devrin birinde bir Bezirgan, yanına en sadık kölesini de alarak kervanıyla yola koyulur. Kervanı çok yüklüdür ve yükü çok kıymetlidir. Yükünü sattığında kazanacağı kar da o kadar fazladır. Yılların tecrübesi ile, en fazla müşterisinin olduğu bir şehre, akşam vakti vasıl olurlar. Her zamanki konakladıkları hana girerek istirahate çekilirler.
Henüz hava tam kararmamıştır. Bezirganın dikkatini handaki ve çevredeki hareketlilik çeker. Millette heyecanlı bir koşuşturmaca vardır. bezirgan merakla Hancı'ya sorar;
- Siz yabancısınız elbette haberiniz yoktur. Diye başlar söze Hancı. Bizim Padişahımız, kırk gün önce vefat etti. Yarın kırkı çıkıyor ve yeni padişahı tesbit için"Devlet Kuşu" uçurulacak.
- Devlet Kuşu da ne? diye sorar Bezirgan.
- Bizde gelenektir. Ve Devlet Kuşlarımız vardır. Her yeni padişahın tesbitini vezirler ve ekabir, Devlet Kuşu uçurarak yaparlar. Sabah namazından sonra, şehrin bütün erkekleri meydana toplanır ve vüzera, Devlet Kuşu'nu uçurur. Bu kuş özeldir. Havada uçarak milleti ölçer biçer ve bir kişinin başına konar. Kuş, kimin başına konarsa o yeni padişahımız olur. Diye açıklamasını tamamlar.
Bezirgan, bu uygulamaya şaşırsa da, o şehrin geleneği budur. Kölesiyle birlikte yatmak için odalarına çekilirler. Bezirgan, kölesiyle sohbete başlar.
- Bre Köle. Yarın biz de meydana gidelim. belli mi olur. Bakarsın Devlet Kuşu, ikimizden birinin başına konar. Der. Sonra da hayale dalarak kölesine tekrar sorar;
- Bre Köle! Allah korusun, Allah korusun! Devlet Kuşu, senin başına konarsa ne yaparsın? Diye sorar. Köle;
- Ağam! Allah korusun Devlet Kuşu ben acizin başına konarsa öyle adaletli bir yönetim uygularım ki tarihteki Nuşi Revan'ı adaletimle geçerim. Der. Sonra Köle sorar;
- Ağam; inşaallah-u teala, Devlet Kuşu sizin o mübarek başınıza konacak olursa siz ne yaparsınız?
- Öylesine zalim bir yönetim uygular, millete öylesine zulmederim ki benden iki yüz sene sonra bile zalimliğim anlatılır ve zalimlikte Hallac-ı Zalim'i geçerim. Der. Ve uyurlar.
Ertesi gün; herkes gibi Bezirgan ve Kölesi de kalabalığa katılarak kuşun uçurulacağı meydana gelir ve bir kayanın gölgesinde otururlar.
Devlet Kuşu, uçurulur. Köle arada sırada ayağa kalkarak kayanın gölgesinden çıkarak başını kuşa göstermeye çalışır. Kuş, havada dolaşır, dolaşııır ve gelerek bezirganın başına konar. Vüzera ve millet; "Yabancıdır! Ülkede kimseyi tanımaz!" diyerek itiraz ederler.
Yeni bir Devlet Kuşu uçurulur. O da gelerek Bezirganın başına konar. Millet ve vüzera yine itiraz eder ve üçüncü kez, üçüncü Devlet Kuşu'nu uçururlar. O da gelerek Bezirganın başına konunca, artık itirazlar biter. Milet, etek öperek yeni Padişaha biat eder.
Yeni padişah ve Köle; hana gelirler. Yeni padişah;
- Bre Köle! Der. Allah nasibetti ben bir bezirganken bir ülkeye padişah oldum. Sen de yıllarcabana çok sadık çalıştın. Al kervan ve bütün mallar senindir. Ananın aksütünden daha helaldir. Diyerek bütün malları kölesine verir.
Köle Yeni Padişahtan daha fazla sevinir ve hemen izin ister yola çıkmak ister. Ağanın cayması korkusunu yaşamaktadır. Yıllardır en seçkin müşterileri bu şehirse olmasına rağmen Köle şehri hemen terk eder ve yedi sen hiç o şehre gelmez.
Yedi sene sonra, artık Köle çok zengin bir bezirgan olmuştur. Ağasının verdiklerini geri alması halinde bile ziyadesiyle varlık sahibidir. Bu rahatlıkla aynı şehre bir daha gelir.
Yılların verdiği alışkanlıkla, her zamanki konakladıkları hana gelir. Bir gece istirahat edip sabah ta Padişahı ziyaret etmeyi düşünmektedir. Hancı ve bir kaç kişi eski köleyi tanır gibi olurlar ama kılık kıyafeti ve davranışları çok değişen köleyi tanımakta zorlanırlar. Sonunda hancı, cesaretini toplayarak gelir ve sorar. Evet yanılmamışlardır. Bu bezirgan, yedi yıl önce Devlet Kuşu'nun uçurulduğu gün, padişahın yanındaki adamdır.
Haber yıldırım hızıyla şehre yayılır. Şehrin bütün ileri gelenleri, sırayla eski köle, yeni bezirganı ziyarete gelerek ondan tavassut rica ederler. Padişahın, kendilerine çok zulmettiğini, söylenen ve şikayetlenenin de hemen kellesini aldığını anlatırlar. Eski yakını olması hasebiye bir ricada bulunması için bezirgana yalvarırlar. Bezirgan da ricaları ileteceğine söz verir.
Ertesi gün ancak öğlenden sonra saraya gidebilir.Padişah, eski kölesini çok büyük ihtiramlarla karşılar ve bir devlet misafiri gibi ağırlar. Yemeler içmelerden, çengiler sazendeler çekildikten sonra, yeni Bezirgan;
- Padişahım Devletlum! Şehre geldiğimde beni tanıyanlar çıktı ve size olan yakınlığımdan bahisle sizden bir ricada bulunmam için bana çok yalvardılar. Sizin haşa zulmünüzden çok bizarlar. Birazcık merhamet dilerler.
- Peki sen ne düşünüyorsun Köle? Diye sorar Padişah.
- Padişahım Devletlum, mümkünse biraz merhamet buyurun. Diye düşüncesini açıklar. padişah, hiddetlenir.
- Bre Köle! Devlet Kuşu'nun uçurulacağı günün akşamında, han odasında konuştuklarımız aklında mı? Diye sorar.
- Evet Padişahım!
- İkimizden başka kimse var mıydı orada?
- Hayır Padişahım.
- İyi düşün Köleee! Diye iyice hiddetlenir Padişah. Köle anlar.
- Evet vardı Padişahım. Allah(c.c.), bizi dinliyordu.
- İkimizi de duyan Allah(c.c.), bu millete adil birini layık görseydi, Devlet kuşu'nu senin başına kondurmaz mıydı?!...
Diye soru ile yapacağını ve cevabını verir...
Kıssa bu Dostlar...
Kıssadan alınacak ders, her kes için millet için...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 20, 2007

SEÇİMLER HAKKINDA SON KEZ...

Bir gün sonra millet, kendilerini dünyanın merkezi zanneden veya dünyanın merkezleri rollerine soyundurulmuş 5-6 kişinin iki dudağı marifetiyle tesbit edilmiş isimlerin, milletvekilliklerini onaylamak için sandık başına gidecek. Noterlik yapacak tek kelimeyle...
Seçim adıyla millete dayatılan bu zorbalık hakkındaki son yazım bu.
Pazartesinden itibaren; ah'lara, vah'lara, yalakalıklara, şak şakçılıklara şahitlik edeceğiz. "Şunlar şöyle etmeseydi, bunlar böyle etmeseydi farklı olacaktı." gibi keşkeleri dinleyeceğiz.
Pişman olacakların sayısı, epeyce olacak göreceğiz.
Adını büyük senaristin AKP koyduğu Recep Tayyip; noterlikle görevlendirdiğini zannettiği millet tarafından -umarım- gereğinden fazla uyarısını alacaktır. Gemiciğinin, 10.000 dolarcık fiyatlı sudan ucuz saatinin, 600 daireli bakan oğlunun, oğlunun şeyiyle kazandığı sayılamayan servetinin elbette mükafatını alacaktır.
Kendisi ve tesbit ettiği isimleri milletin noterliğine sunan Deniz Baykal'da seçime Cumhuriyet'in girdiğini ama cumhuriyeti temsile partisinin pek fazla yetkili olmadığını, görerek öğrenecek.
Kişinin yaptıklarının yapacaklarının teminatı olduğunu, yalakaları sayesinde hatırlayamayan Devlet Bahçeli'de; elinde imkan varken yapması gerekenleri yapmamasının, sonra sorulduğunda yıllarca ve ısrarla susmasının, konuşmaya başladığında da yanlış danışmanları sayesinde ipçilik oynamasının bedelini görecek elbette. Ülküdaşlarına işkence edenleri, ülküdaşlarının kan davalılarını listeye koyarak dayatmalarının bedelini görecek elbette...
Dağdakileri ovaya davet ederek çam deviren ve o çamı kaldırıncaya kadar akla karayı seçen Mehmet Ağar'da milletle nasıl konuşulacağını öğrenmiş olmanın buruk keyfini yaşayacak.
Erbakan Hoca, kendini görmezden gelenlerin istediği her yerlerine nasıl dikence battığını ispatlamanın keyfini görecek.
Cem Uzan; bu milletle alay etmenin mümkün olmadığını çok net bir şekilde öğrenecek.
Particilik oynayarak kendilerine siyasi liste ikbali sağlamaya çalışan küsurat particiler de artık evlerine çekilmeleri gerektiğini, asla dünyanın merkezi olmadıklarını biraz pahalıya mal olsa da anlayacaklar.
İşbirlikçilere, Karen Fogg çocuklarına, Dolma Kalemler'e, BOP Eş Başkanlarına, siyonizmin bütün gizli kollarına; onların dayatmalarıyla şekilden çıkarılmış, adaletten uzaklaştırılmış seçim sistemine kafa tutarak bağımsız seçimlere giren Muhsin Yazıcıoğlu, yaptığının doğruluğunun keyfini yaşarken, oluşacak yeni mecliste olmasının ne kadar önemli olduğunu fark edecek. Bölücü hainlerin devletimizi, milletimizi tehdit ederek ve zorla aldıkları oylarla girdikleri meclisimizde KURT DURUŞU ile Muhsin yazıcığlu'nu karşılarında gördüklerindeki süklüm püklümlüklerini hissedecek ve millete hissettirecek.
Sistemi savunmak adına, Atatürkçülük adına, ulusalcılık adına, yurtseverlik adına; yanlış seçim sistemine ve genel başkanlar sultasına baş kaldırarak seçime giren bağımsızlar da yaptıkları tarihi doğrularının keyfini sürecek elbette...
Meclisteki bu Türk Bağımsızların, nasıl denge oluşturacaklarını; düşünülen uzaktan kumandalı seneryoları nasıl bozduklarını da, millet olarak biz seyrederek keyifleneceğiz.
Hadi milletim sandığa...
Ve bizi temsil hakkını sadece bizim vereceğimiz Bağımsız Türk adaylarını meclise yollamaya...
Ankara'da da, kişisel hiç bir tanışıklığım olmayan ama izlediğim kadarıyla, okuyup takip ettiğim kadarıyla, radikalist tarifine tek kelimeyle uymayı başarmış bir Türk'e, Hulki Cevizoğlu'na oy vermek için hadi milletim, lütfen sandığa...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

KURBAĞA GÖLÜNE TAŞ.....

"İte bak, yattığı yere bak!"
"Hasso'yu hana koyan yok, o hançerimi nereden asayım der."
"Yürümesini bilmeyen it, ürümesine kurt çağırır."
Ve....
"İt, korktuğu yere ürür..."
Atalarımız; binlerce yıldır, dişine vurduğu yumurtasını dövüştürmüştür. Yüzlerce yıl, denediklerini kendilerinden sonrakilere tanıtabilmek için onların tariflerini yapmışlardır... Elbette görülen halimiz, yönetemeyenlerimizin devlet adına sergiledikleri zaafiyet! Elbette ukala fıtratlılara, Haçlı'nın da verdiği destekle yerli işbirlikçilerimiz de arka verince böyle sap yeyip saman çıkarıyorlar!...
Bre gafiller!
Bre aptallar!
Tarihimizde kaç kere baş kaldırdığınızı ve her baş kaldırı denemenizde nelerle muhatap olduğunuzu anlayamayacak kadar basit, anlayamayacak kadar aptal, anlayamayacak kadar hainseniz biz ne yapalım?!...
Son kez barış elini uzatıyormuş haspam!...
Yasalarımızı yonta yonta kuşa çeviren siyasi erk(!)imiz yüzünden, yerli işbirlikçiler yüzünden, BOP Eş başkanlarımız yüzünden; bize el de uzatırlar, kahpe kahpe sırıtarak dil de çıkarırlar!...
Yıllarca kızdığımız ama şimdi çok özlediğimiz siyasi renkleri hatırladım.
Siyasete yaklaşık kırk yıl renk veren, özel insanları aradım. Sağcının sağcı gibi, solcunun solcu gibi, milliyetçinin Türk gibi, ümmetçinin Müslüman gibi durduğu ve taraftarlarını kendileri gibi durdurduğu günleri aradım...
Başbuğ Alparslan Türkeş'i özledim delicesine. Rahmetlerle yad ederek...
Karaoğlan'ı aradım hasetle!
6 kere gidip 7 kere gelebilmeyi başarmış Demirel'i özledim.
Avanesi tarafından linç edilen Erbakan Hoca'yı aradım...
Hakkını teslim etmek kayd-ı şartıyla "Bacı"yı özledim...
Bu memlekette demokrasi havarileri varsa, onlarmış. Bu memlekete siyaset dersi vermeye çalışanlar varsa, yine onlarmış.
İçlerinden Süleyman Demirel; bir misyonun devamı olmakla siyaset yapmış ve bir misyonun takipçisi olarak yapılması gerekenleri bihakkın yapmıştı.
Diğer üç siyaset ustaları Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit; fikren ayrı olsalar da davranış olarak birbirine benzer taktikler uygulamışlar. Hepsi birer siyaset okulu etmiş partilerini ve geleceğe yönelik gençler yetiştirmeye çalışmışlar.
Sağlıklarında başarılı gibi görünseler de Hak dünyaya göçenlerden sonra, sağ kalanı da yetiştirdiği gençler mevkisinden alaşağı ettikten sonra bakıyoruz ki hesapları, çok ta tutmamış!...
Üçü de balık yetiştiricilerine benzemişler. Balık havuzları kurup büyük üreticilerden balık yumurtaları almışlar. Atmışlar havuzlarına. Yumurtalardan larvalar çıkmış ve havuzları balık larvalarıyla nerdeyse taşacak hale gelmiş.
Balık ve kurbağayı yakından tanıyan bütün köy çocukları, balık larvası ile kurbağa larvası arasındaki muhteşem benzerliği bilirler. Kurbağa larvalarının karınları şişip, başları büyüyüp iribaş adını alıncaya kadar balıkla kurbağayı ayırt etmek mümkün değildir.
Karnı şişen, kuyruğu zayıflayan kurbağa larvaları, şikin karınlarından bacakları çıkıp kuyruklarının düşmesiyle kurbağalaşırlar. Kurbağalaşır kurbağalaşmaz da bulundukları yerden zıplar giderler.
Üç siyaset okulu sahibinin de benzer kaderle, balık havuzlarında balıklarıyla birlikte ürettikleri kurbağaları zıplayarak havuzlarını terk ettiler.
Şu anda en sağcı bilinenin, sol partiden; en solcu bilinenin sağ patiden, en ümmetçi bilinenin her yerden aday olabilmeleri ve siyaseti renksizleştirmeleri bu balık havuzlarından zıplayarak kaçan kurbağalar yüzünden...
Buna ancak tevafuk diyebilirim.
Kurbağalar, yaz mevsiminde, bilhassa temmuz-Ağustos aylarında zıplayarak toplandıkları küçük kokuşmuş su göletlerinde ağız birliği ile vırraklarlar. Yapılacak tek şey, kurbağanın gölüne bir taş atmaktır.
Şu anda olan budur. Kurbağalar temmuz sıcağında kokuşmuş göletlerde ağız ağıza verip vırraklaşmaktadırlar.
Bir Türkmen Yiğidi, mutlaka bu kurbağanın gölüne taş atacaktır. Taş hazırdır, kurbağaların vırraklaştığı, kokuşmuş göl aşikardır.
22 Temmuz'da, olmazsa hemen akabinde bu kurbağa gölüne taşın nasıl atıldığını ve kurbağaların nasıl susturulduğunu hep birlikte göreceğiz...
Bakalım uzattıklarını zannettikleri ellerini nerelerine saklayacaklar?!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Temmuz 18, 2007

ZORAKİ TERCİHİMİZ !...

Artık saatler kaldı.
Seçim adıyla millete dayatılan demokrasi ayıbımıza, saatler kaldı. Genel başkanlarca "Tesbit Edilmişler"in, zorlamayla millete tasdik ettirilmesine saatler kaldı...
42 milyon olarak tesbit edilen; avrupadaki bir kaç ülkenin nüfus toplamından fazla sayıda olan seçmenlerin, ne kadarının sandığa gideceğini merak ediyorum.
Demokrasi tarihinde ve dünyanın ilk ve tek yerinde, ülkemizde seçim sandığından -maalesef- çare çıkmayacak!...
Ne kadarının sandığa gideceğini merak ettiğim seçmenlerden biri de benim. Sandığa gideceğim. Yüreğim kan ağlayarak gireceğim kapalı oy odasına. Odadan oyumu kullanarak çıktığımda; göz yaşlarımın, irademi yeneceğini şimdiden biliyorum.
Hayatımda ilk kez, ömrümü militan propogandisti olarak geçirdiğim MHP'ye oy vermeyeceğim. MHP'ye oy vermediğim için de öfkemden ağlayacağım!
Hayatımda -defalarca yaşamış olmamıza rağmen- doğruya benzetilen bir yanlışa müdahele edemediğimiz veya müdaheleye gücümüzün yetmediği bir yanlışa isyan ederek yüreğimi parçalayacağım!...
Mücadelede yenilginin de zafer kadar doğal olduğunu, yaşayarak öğrenmemize rağmen bu kere bir yanlışa yenilmemizin utancını yaşayacağım!
Anadolu'da; "Avazın iyi avaz da, okuduğun Kur'an olsa!" diye muhteşem bir darb-ı mesel var. Bu darb-ı meselin gözlerimizin içine baka baka bir kere daha gerçekleştirildiğini bile bile, seçim adındaki zoraki noterliği yaşayacağız. Önümüze seçim adıyla dayatılan bu ucube uygulamaya, bu endişelerle gideceğiz.
Birbirine benzer kişiler; hoş avazlarla meydan meydan dolaşıyorlar. Birbirine çok benzer söylemlerle, milleti sandığa çağırıyorlar.
Bütün millet; söylenen ve söyleyenlerin benzerliğinin farkında. Artık söyleyenlerin; boylarına, kilolarına, saatlerine, gemiciklerine, 600 olduğu söylenen dairelerine bakacaklar. Seçimlerini ve tercihlerini bu mal varlıklarına göre yapacaklar!...
Kimi uzun boyluyu tercih edecek, kimi kiloluyu. Kimi saatliyi tercih edecek, kimi daireli ve gemiliyi!...
Artık partiler ve görüşleri diye bir kavram yok. Zaten partilerin din olmadığını, parti fanatizminin ne kadar gereksiz olduğunu, 12 Eylül'de "Netekim Paşa", ispat ederek öğretmişti. Bütün partileri kapatmasına rağmen Türkiye, partisiz ve dinsiz kalmamıştı!...
"Netekim Paşa"ya ve onun sert yasaklarına rağmen; dönemin liderlerinin net duruşları sayesinde partiler ve amblemleri, siaysi markalar oldular.
4 Nisan 1997 adındaki kara güne rağmen, Üç Hilal ve MHP'nin, Türk Milliyetçiliğini temsil anlamındaki markalığı devam etti.
Türkeş'in sağlığında, "Türkeşsiz MHP" kumpasının bütün müdavimleri, MHP'yi işgal etmiş olsalar bile, MHP hala şuur altında Türk Milliyetçiliğinin adresi gibi duruyor.
Bu insafsız, bu zalim gerçek dayatmaya mani olunamadı!...
Ve bu yüzden artık partililer, parti tabanları değil ata erkil ailelerde bile parçalanmışlıklar görülmeye başladı. Bu parçalanma, bizde de, bizim ailemizde de var maalesef!
Hayatımda yine ilk kez; ilk teşkilat başkanım, ilk kamp komutanım, ilk reisim ve ağabeyimle farklı duruşlardayız! Bu yüzden de sandığa içim kan ağlayarak gidecek ve yüreğim parçalanarak çıkacağım!
MHP'yi işgal ettiklerini, kabul etmelerine rağmen; Ülkücüleri incitecek, kızdıracak sayısız uygulamalara rağmen, hala ülkücüler içinde fanatik Devlet Bahçeliciler var! Oysa Başbuğumuz, kimseye belli etmeden mükemmel bir siyasi deha uygulamasıyla, ülkücülerin Türkeşçi olmalarına da izin vermemişti. Siyaseten Türkeşçi çıkaramayan MHP'de, maalesef fanatik Devlet Bahçeliciler var.
Bunlardan biri de; ilk reisim, ilk teşkilat başkanım, delikanlılktaki tek yakın ülküdaşım ve kavgalarımda arkadaşım olan Ağabeyim!
Ülkücülüğüne, teşkilatçılığına, bürokrasideki başarısına kimsenin itiraz edemeyeceği; millet vekili aday adaylığına müracaat edip listelere koyulmamasına da tanıyan ülkücülerin itiraz ettiği Ağabeyim, her şeye rağmen Devlet Bahçelici!
Ömrümüzde ilk kez, siyaseten perakendeyiz. Birimizin evet dediği yere birimiz evet demeyeceğiz!
Bu seçime benzetilen dayatmadan, bu insafsız seçim adındaki despotizmden ne çıkacak, hep beraber göreceğiz...
Hadi Milletim, sandığa...
Ve hadi; bu genel başkanlar despotizmine kafa tutacak kadar yürekli "Bağımsız Türk Aday"lara desteğe...
Veya hadi despot tercihimizi yapmaya...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 16, 2007

BİNDİRİLMİŞ KITALAR...

Muhterem Milletim, muhteşem Ülküdaşlarım;
Taşınmaz bir yük olan ve altında kaldığımız 57. Hüküumet ortaklığımızda, birden bire ve nereden geldiği belli olmayan, ilahi bir işaret(!)le alınan erken seçim kararında, yani 2002 seçimlerinde; "Devlet olarak zorda, millet olarak dardayız. Bu zorluğu ve darlığı, başımıza biz musallat ettik ancak biz def ederiz." demiştim. belayı def ettik ama bu kere püsküllüsüne düçar olduk. Bunu da biz başardık!...
Üzerinden kocaman bir beş yıl geçti ve darlığımız arttı, zorluğumuz dayanılmaz bir hal aldı.
Rahmetli Necip Fazıl'dan aldığımız ve sıklıkla kullandığımız "Şerbakan", günümüzde nerdeyse evliya oldu!...
Yıllar öncesinden bir genel kurmay başkanımız, "Kötünün iyisine mecburuz!" demiş, bizler de kızmıştık ya! Şimdi o kızgınlığımıza kızıyorum!...
Yazık ki kendimizi "Kötünün iyisi"ne yani ehven-i şerre değil, "Kötünün en kötüsü"ne mecbur ettik! Sanırım biraz zorlansak ta, kurtulacağız.
Kurtulmak zorundayız!...
Millet olarak içine gönüllü girdiğimiz bu darlıktan çıkmak, devletimizi de siyasi erk(siz)lerden halas ederek zordan çıkarmak zorundayız...
Vallahi bir oy, çok şey!
Çok ama çok kuvvetli bir yaptırım gücü!...
Bir oy diyerek, oyumuzu küçümsersek billahi kendimizi harap ederiz. Zaten yeterince harabız!...
Rahmetli Başbuğumuz; "Solun ihanete varan uygulamaları yüzünden sağ ile mücadelemizi erteledim." demişlerdi. Şimdi hangi cenahın, veya hangi renksiz gürühun ihanete varan davranışlarda olduğunu tesbit edip, onun karşıtlarıyla mücadelemizi ertelememiz gerek. Başbuğumuz'dan sonra her şey gibi kavramların da, siyasi yelpazelerin de içleri boşaltıldı, davranışları değiştirildi.
En sağcıyı, solda; en solcuyu sağda görebiliyoruz Hamdolsun!...
Sanki "Netekim Paşa"nın "karıştır barıştır" şeklindeki tarihi yüz karamız, zoraki uygulaması tuttu!
"Karıştır,barıştır" zulmünde, zulme maşa olanlar, C-5'lerde Ülküdaşlarımıza işkence edenler veya ettirdiği söylenenler, en milliyetçi partiden milletvekili adayı!...
Erbakan Hoca'nın cürüm ve suç ortakları, dokunulmazlık zırhının arkasına saklanarak siyasete devam ederken, Hoca'ya siyaset yasağı koydurdular!
Yıllarca hakkında ve aleyhinde yazdığım Erbakan Hoca'nın bile siyasetini özlediğimi, son günlerde anladım ve hayıflandım! Siyasetin bu kadar renksizleşebileceğini; bir insanın millet vekilliği için bu kadar "çukur"laşabileceğini, rüyamda görseydim vallahi inanmazdım. Gerçek manada millet vekilliği olsa talep, belki gene itiraz etmeyeceğim de, Genel başkanlık oynayarak kendilerini lider diye tarifleyenlerin listesi için atılan güvercin taklalarından, midem bulandı ve siyasetin çareliğinden umudumu kestim.
Dört parti, şehir şehir geziyor. Dördü de korkunç para israf ediyor. Harcıyor demiyorum, -bilerek- israf diyorum. Hiç bir şeye yaramayan ve artık görenlerin sadece çevre kirliliğinden dolayı yüzlerini buruşturduğu kağıt ve naylon bayraklara korkunç paralar verildi, veriliyor.
Dört partinin de alanlardaki kalabalığı, "Bindirilmiş kıtalar". Dördü de mazot ve yakıt paralarını verdikleri araçlarla civar il ve ilçeleri alanlara taşıyorlar... Dördü de hazineden aldıkları trilyonları, israf ediyorlar!
Gazeteciler neden akıl etmediler bilemem. Veya akıl ettiler de patronları yayınlamalarına mı izin vermedi onu da bilemem. Bölgelerdeki toplantılardan kareler çekip, birbiriyle karşılaştırmayı neden akıl etmediler?
Mesela Karadeniz Bölgesindeki toplantılardan, kareler çekip bir kontrol etseler, aynı şahısları aynı grupları görür ve millete de gösterirler zannederim.
Aslında millet; ne yaptığını, nerelere nasıl götürüldüğünü ve gittiğini biliyor da; kendi "Bindirilmiş Kıtalar"ını kalabalık sayarak nutuk atan lidercilik oynayanların gözlerine sokmak lazım bu aynı insan topluluklarının resimlerini...
Nasip olursa bu "Bindirilmiş Kıtalar"ın bu acaip dörtlüyü nasıl indireceğini de 22 Temmuz'da hep beraber göreceğiz... galiba bu sandıktan ne çıkacağını, bu dörtlü de bilmiyor!
Hadi Milletim, sandığa...
Ve hadi Milletim, oylar Bağımsız Türk Adaylara...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Temmuz 14, 2007

BİR OY, BİR DEVLETİ...

"Bir mıh, bir nalı
Bir nal, bir atı
Bir at, bir yiğidi
Bir yiğit, bir orduyu
Bir ordu, bir savaşı
Bir savaş, bir milleti kurtarır." (Türk Halk tekerlemesi)

Kötünün iyisine mecbur bırakıldığımızı; yıllar önce bir genel kurmay başkanımız söylediğinde, itirazlar etmiştik. "Millet, kötünün iyisine mecbur bırakılırken siz ne yaparsınız kardeşim?!" diye feveranlar ettiğimizi zannetmiştik.
Maalesef bu bir tesbitmiş!
Maalesef bu millet olarak anlayamadığımız bir uyarı imiş. Anlamamakta ısrar etmişiz. Bıçak kemiğe dayanmaktan öte, kemiğe de saplanınca canımız fazla yanmış olmalı ki aklımızı başımıza toplayabilmek için panikteyiz!
Köy köy panikteyiz! İlçe ilçe, şehir şehir, bölge bölge panikteyiz! Ülke olarak panikteyiz, millet olarak panikteyiz!
Hiç yüzme bilmediğini bildiğimiz kişilerden, can kurtaran olarak görevlendirilenler görüyoruz. Millet vekilliğine aday gösterilen bu can kurtarıcılığa görevlendirilmişlerden birileriyle mutlaka karşılaşmışsınızdır. Siyasete neden girdiğini, neler yapmaya hazırlandığını, ekonomik olarak ne programı olduğunu, mutlaka sormuşsunuzdur.
Hangi partiden olursa olsun, listenin kaçıncı sırasında olursa olsun, boyu ve sıkleti ne olursa olsun verdikleri cevap, nerdeyse birbirinin aynı! "Sayın Genel başkanımız...." deyip başlıyorlar değil mi?
Genel başkan sıfatlı, yüzme bilmeyen can kurtaran başılığa soyunmuşları da TV'lerde bazan yakalayanlar oluyor. Aynı sorular, onlara yöneltildiğinde ise; "Ben bir orkestra şefiyim. Orkestradaki bir enstrümanı ancak çalarım. Diğer enstrümanlar hakkında, orkestrada bulunan virtüözlerden bilgi alın." gibi saçma, aciz, inançsız ve komik cevaplar alınıyor.
Veya bir başka yüzme bilmeden can kurtarıcılık başına soyunan; yanına virtüöz saydığı; siyasi fedailerini, adamlarını alarak ekranlarda arz-ı endam ediyor. Sorular benzer, cevaplar birbirinin nerdeyse aynı. Yani bizleri bir daha "Kötünün iyisi"ne mecbur zannediyorlar ve kötünün iyisi diye kendilerini yutturmaya çalışıyorlar!...
Yok kardeşim! Hayır kardeşim!
Artık dediğiniz gibi değil!
Artık sizlere mecburiyetimiz yok. Çaresizlikten çare üretmeye başladık bile. Madem başımız kel ve saçlarımızı yola yola mademki başımızı biz kelleştirdik, çaresi de bizden artık! Siz bildiğiniz merhemlerinizi, kendi kel başınıza süredurun!
Millet olarak artık hepinizi tanıyoruz! Ortada seçim havası, seçim heyecanı yokken; devlet hazinesinden aldığınız trilyonlarca lirayı; kağıt ve naylon bayrak ederek görüntü ve çevre kirliliğine kurban edişinizi ibret, hayret ve öfkeyle seyrediyoruz.
Milletin evinde çay içecek şekeri yokken; sizlerin hazineden aldığınız trilyonları; iplere dizerek görüntülerimizi bozduğunuzu, trilyonları ip edip direkler arasına gerdiğinizi ve ucundan artanla da ip atladığınızı görüyoruz artık!...
Sizler de 22 temmuz'da göreceksiniz gördüğümüzü!
Artık; Bir oy'un, bir bağımsız adayı; bir bağımsız adayın, -sırasıyla- bir köyü, ilçeyi, ili, bölgeyi; bir bölge, Millet Meclisini, Millet meclisi, hükumeti; hükumetin de ülkeyi kurtarabileceğini biliyoruz.
Artık biliyoruz ki; "Ne yapacaksınız?" sorusuna, "Sayın Muhterem Genel Başkanımız, Liderimiz..." diye başlayanlar, milletin adayları değil. Biliyoruz ki, emme basma tulumba misali mecliste genel başkanlarının işaretini bekleyerek, oturumlar dışında kendilerinin ve akrabalarının, arkadaşlarının işlerine vekilliğe, iş takipçiliğine hazırlanıyorlar.
Ve biliyoruz ki; "Bağımsız Türk Millet Vekili Adayları", "Varlığım Türk varlığına armağan olsun, Ne mutlu Türk'üm diyene" diyebilmek ve meclisi, bu inanca yöneltmek için bir oyumuzu beklemektedirler, istemektedirler.
Bir oyumuzun; devletin bekasına vesile olabilecek güçte bir kuvvet olduğunun farkında olarak, "Sayın Genel Başkanlar"ın adaylarına değil, milleti temsile yüreklerini ortaya koyarak soyunan "Bağımsız Türk adaylar"a gitmesi gereğini biliyoruz...
Bir oyumuzla, bize yıllardır hakaretler edenlerden nasıl hesap sorabileceğimizi biliyoruz.
Keser döndü. Sap döndü. Şükürler olsun ki 22 temmuz'da da hesap döndü!...
Oyumun bu kadar güzel olduğunu, ilk defa fark ettim. Sağ olsun hatırlatan "Bağımsız Türk Adaylar"...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 13, 2007

EL FAAAATİHA !...

Biraz amiyane yazacağım!
Peşinen özür diliyorum, bağışlayın!
Ama millete aptal muamelesi yaparak, millete salakça tavırlar sergileyerek kabadayılık yaptıklarını zanneden siyasi erk(siz)lere, başka türlü seslenirsem bir millet ferdi olarak kendime saygımı kaybedeceğim!...
Güzeller; sadece iki türdür.
Bir güzel, sadece namustur. Eştir. Ayaldir. Evinin kadını, çocuklarının annesi, eşinin namusudur.
Bir güzel daha vardır. Güzeldir. Ekranlarda veya yaygın basının sayfalarında; elden ele, hayalden hayale dolaşırlar ve her hayal sahibi tarafından istenildiği gibi kullanılırlar...
Ne yapıp yapıp hem güzel olmak hem de elden ele, hayalden hayale düşmemeyi becermek lazım.
Bunu becerenler; siyaseten de olsa, ticareten de olsa, hamaseten de olsa mukaddesleşirler nerdeyse.
Beceremeyenler ise; elden ele dolaşarak, hayal sahiplerinin hayal becerileri kadar becerilirler!
AKP'liler, fısıltıyla "Gülenciler, bize oy verecek." derken; MHP'liler, yazılı basınlarında Gülen'e saldırıp fısıltıyla "Gülen Hoca Efendi cemaati, bize oy verecek." diye fısıldarken; SP'si, CHP'si, DP'si aynı metod ve fısıltıyla Gülen cemaatini kendilerine destekçi olarak tariflerken aklıma başka şey gelmedi!...
Hem; görsel ve yaygın medyada, hem fısıltıyla elden ele, hayalden hayale ve hoyratça becerilen bir kesim, hem; sağdan da saysan, soldan da saysan kesin belli olmayan uç bir insan kitlesi...
Hiç bir yerde yok!
Bütün evlerde, yasak hayallerde kimseyle paylaşılmadan hayal güçleri kadar kullanılan; kullanıldıkça pespayeleşen bir hayali güzel...
Hangi taşı kaldırsan altından çıkacak kadar her yerde var!...
Heeeey! Siyasiler;
Heeeey! Aynaya bakıp kendini gördüğünü fark edemeyen feraset özürlüler;
Heeeey! Mevkilerinden aldıkları hareket kabiliyetini kendi cesaretleri zanneden korkaklar;
Bakansınız diye, Meclis başkanısınız diye, Başbakansınız diye 4-5 yılda bir vekaletle sizi görevlendiren asılla kavga etmeye hakkınız ve yetkiniz yok!
Ve yemin olsun bu akıllıca bir iş te değil!
Yaptığınız; çok ihtiyaçlı olduğunu bile bile ve haksız olduğunun farkında olarak patronuna kafa tutarak kabadayılık yaptığını zanneden müflis işçinin yaptığından başka bir şey değil!...
Size verilen görevi yapamadınız!...
Size verilen krediyi, hoyratça harcadınız!
Size verilen gücü, yakınlarınıza, ahbaplarınıza peşkeş çektiniz!
Köylümüze kızdınız!
Sendikacılarımıza kızdınız!
Şehit ailelerimize kızdınız!
Sizden olmadığını söyleyebilecek kadar samimi vatandaşlara "Şerefsiz" diyebildiniz!
Şehitlerimizi "Kelle" diye tarif ederken, şerefsiz başına "sayın" diyebildiniz!
Devletin bütün kurumlarıyla kavgalısınız!
Hala ve bütün bu yaptıklarınıza rağmen; elden ele, hayalden hayale pespayeleştirilmiş bir avuç bile olmayan bir cemaatcikten, onların size vereceğini zannettiğiniz hayali destekten, çare ve kurtuluş umuyorsunuz!...
Sanırım 22 Temmuz'da; onlara da sizlere de; El Faaaaatiha: ".....veleddallin." Amin..
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 12, 2007

ESKİMEYEN DOSTLAR...

Dostlar;
Duygusallığımın zirvesindeyim.
Kalbim, bir kutsal davaya delice sevdalı yüreğim, yerinden koptu bir daha. Uçuyorum dersem inanın. Ayaklarım yerden kesildi dersem ve yemin edersem, Allah aşkına inanın.
Birbirine benzer insanların; Rabbim'in hikmetiyle bir araya geldiklerini ve olaylar karşısında benzer hatta birbirinin kopyası tavırlar sergilediğini yaşayarak öğrendim. Hamasette benzer olduğumuzu, siyasette perakendeymiş gibi görünsekte lazım olduğumuzda bir araya çağrılmadan geldiğimizi de yıllarca yaşayarak öğrendim.
Dünyanın en pahalı tecrübesini kazanmış bir nesiliz. Düğünler görüp oynamışız, cenazeler kaldırıp ağlamışız yüreğimize.
Göz yaşlarını, düşmanlar görüp sevinmesin diye yüreğine hapsedebilen kaç nesil vardır tarihte. İkballerini feda ederek devleşen, devleştikçe saklanmaları güç olmasına rağmen evlerine kapanarak evlerini kendilerine dar getiren kaç nesil vardır.
Hayatlarında utanmalarını gerektirecek hiç bir şey yaşamamışlarken; sadece dostlardan ayıp olur tevazusuyla kendi yüreklerinde saklanan kaç nesil bilirsiniz?
Öylesine bir nesil ki; her birinin hayat hikayesi başlıbaşına bir destan. Öylesine bir nesil ki; fedakarlıkta belli etmeden yarışmış, yarıştıkça birbiriyle karışmış, aralarına serpiştirilen ayrık otlarını dahi saklamayı başarmış bir alalama nesli.
İçlerinden; siyaset devleri , bakanlar, etkili bürokratlar, başarılı iş adamları, sanatın zirvesini zorlayan sanatçılar çıkarmış. Hepsi kendi yağında kavrularak özellikle lezzetlenmiş, özellikle güzelleşmiş bir nesil.
Hepsi yaklaşık 30 yıldır tek yaşamayı seçmiş olmasına rağmen asla yalnız kalmamış. Hiç birinin, hiç bir yerden ve makamdan ricaları geri çevrilmemiş.
Hepsi tek başlarına kalabalık, hepsi kalabalıklarda tek başına!...
Hayatımda alabileceğim en güzel davetlerden birini aldım iki gün önce. "Eski dostlarımız arasındaki sosyal münasebetleri daha da geliştirmek maksadıyla www.eskimeyendostlar.net adlı bir web sayfası kurduk. Sizlerin de bu siteye üye olmanızı ve elinizdeki fotoğraf belge ve dökümanlarla destek vermenizi istiyoruz. Bu site hepimizindir. Salih DİLEK" şeklinde ve irtibat telefonunun da verildiği bir ileti.
İletiyi, dışardayken almıştım. Koşarak eve geldim. Hemen bilgisayarımı açtım ve ilk iş olarak açtığım web sayfasına üyeliğimi yaptım.
Bu davetin, bu çağrının, bu özlemin paylaşılması, duyurulması gereğine inandım. Bir yürekler sancağı açıldı işte. Eskimeyen, eskitilemeyen, dışlanamayan, görmezden gelinemeyen; korkanın da, sevenin de asla atlayamayacağı bir davet!...
"Gurbette yalan, hamamda türkü kolay şeydir." demiş atalarımız. Tek tek etraflarına topladıkları dinleyenlere destanlar anlatan, uydurukçu ve yalancı sahte kahramanların da böylece tanınması ve tanıtılması kolaylaşır diye düşündüm.
Heyecanlandım tabi.
Yüreğim yerinden fırladı bir kere daha. Hiç unutmadığımız, unutamadığımız dostlarımız da bizi unutmamıştı. Alabileceğim dünyevi madalyaların en güzeliyle ödüllendirilmiştim hiç ummadığım bir anda... Unutamadıklarım tarafından unutulmamıştım.
"Öfkeden gözlerin akı karardı
Öfke tüm dünyayı kavradı sardı
İhanet, her zaman her yerde vardı
Dostluğu yerlerde sürümek yoktu." diye yaptığım feveranımda haksızlığımı, bedbinliğimi tesbit ederek keyiflendim.
Eskimeyen Dostlarım; aynı vakarlarıyla, aynı yürekleriyle ve aynı adresleriyle sabitlerdi.
Bu memleket zenginliğini, bu Türk Milliyetçilerini, bu memleket sevdalılarının adreslerini, dilimin-kalemimin gücü kadar ben de duyurayım istedim...
Hadi; "www.eskimeyendostlar.net" adresinde hasret gidermeye...
Hoş geldiniz Dostlar...
Ve de Hoş bulduk Dostlar...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

KONUŞMA ZAMANI ( Maaşlı Jokeyler)

Her zaman her yerde bir memnuniyetsizler, şikayetçiler vardır.Bunları memnun etmek, bunların şikayetlerini sonlandırmak mümkün değildir.Bunlar; her dönemden ve herkesten şikayetçidirler!...
Bunların tenkitten başka yapabildikleri bir şey de yoktur!...Ve bunların hayatları boyunca "Benim..." diyebilecekleri ne bir işleri, ne de başarıları olmamıştır... Bunlar hep el atına binmişlerdir bu yüzden de sık sık attan inmek zorunda kalmışlardır... Bunlar; asla süvari olamamış, hayatlarını jokey olarak geçirmeye alışmış, kimin atına binerlerse onun düdüğünü çalan kısa mesafe binicileridir!...
Bunlar; şimdilerde 55-60 yaşlarında, yaşlandıkları ve eskidikleri için jokeylik bulamayan bitik ve yitik binicilerdir!... Bunlar; bizim -maalesef- yaşça ağabey(!)lerimizdir... Bunların hayatlarında fedakarlık yoktur!... Bunlarda fedakarlığın adı aptallıktır!.. Bunlar; dün de böyleydi, bu gün de böyleler, yarın da böyle olacaklar!...
Bunlar hakkında bildiklerimi söyleyeceğime; "Zamanı geldiğinde söyleyeceğim." diyerek söz vermiştim...
Şimdi konuşmaya başlıyorum...
Bunlar; 12 Eylül Kıyameti öncesinde de aynıydı!... Anadolunun ücra köşelerinde ülkücüler, can cerip can alırken bunlar, Genel merkezdeydi. Rahmetli Başbuğumuz, bunlara görevler vermişti!... Görev veren Başbuğ, bunların her şeyiydi!... Çünkü; ülkücüler vatan sathında, can pazarlarında simit parası bulamadan çarpışırken, İmamoğlu rahmetlinin cebinden 35 kuruş çıkarken; bunlar, MHP Genel Merkezi'nden yüzlerce lira maaş alırlardı!...Adları ve ünvanları "Eğitimciler"di. Bir kişi hariç tamamı da görevi, maaş için kabul etmişlerdi. Bunlardan biri daha sonra genel başkanlığa kadar yükselecekti!
Maaşlarını elbette Başbuğumuz verirdi... Maaş ve görev verdiği için Başbuğumuz, bunların velinimetiydi!...
Bunlar; Başbuğumuz'un maaşlı jokeyleriydi!... Maşları kesilir kesilmez, attan indirilir indirilmez; "Türkeş'siz Siyaset ve MHP" projelerinde görev almaktan da asla geri kalmadılar!
Bunlar; attan indirilince yeniden maaş ve binebilecekleri bir at bulma umuduyla yıllarca çalmadık siyasi kapı bırakmadılar!...
Ama 12 Eylül Kıyameti, at sahiplerinin tamamını tutuklayınca, bunlarda bir bocalama dönemi oldu... Bu sırada gerçek süvariler olan ülkücüler; kendi atlarıyla "Ferman padişahın, Dağlar bizimdir." düsturuyla ya kaçak düşmüş ya da cezaevlerinde sonsuzluk seferlerine devam ediyorlardı... Bunlara maaş veren, makam veren, milletvekili listesinde yer veren, bakanlık veren -kim olursa olsun- en başarılı liderdi!... Bunların altından atını alan ve maaşını kesen ise -yine kim olursa olsun- memlekete zararlıydı!...
Bunlar; sağlığında Başbuğumuz'a maaşları kesildiği, görevden alındıkları için saygısızlık hatta ihanet etmiş jokeylerdi!... Şimdilerde hepsi -4 Nisan'dan 4 Nisan'a- senede bir günlük Türkeşçi oldular! Şimdi Başbuğumuz'un adını kullanarak ülkücülere karşı hamaset yaparken; bizleri unutacak kadar da aptaldır bunlar!...
Biz bunları, Başbuğumuz'un atından indikten sonra ANAP'ın, DYP'nin hatta DSP'nin jokeyliklerini yaparken de izledik!...
Bunlar usta jokeyler olmadıkları için bindikleri bütün atları da diskalifiye ettirerek yarış dışı bıraktılar!...
Artık bir şeyleri gerçek olarak kabullenmek gerek.
Mesela Ülkücüler, Başbuğsuzluğa(!) alışmak zorundadır...Ülkücü Hareket ve ülkücüler; her yaratılanın ölümlü olduğu gerçeğinden hareketle Başbuğumuz'un öldüğünü, artık kabullenmelidir...
Ama bir fark ve şartla ki; her biri sonsuzluk süvarisi olan Ülkücüler, Başbuğumuz'un atlarına bir daha bu maaşlı jokeylerin binmesine asla izin vermeden seferlerine devam etmelidir...
Doğrudur; bunlar, Başbuğumuz'un ikbal atlarını tanırlar!...
O zaman bunların yapacağı veya bunlara yaptırılacak en doğru ve isabetli iş, maaşlı seyislikten ileri gitmemelidir. Verilecek başka görevlerde, bunların yapabilecekleri en iyi şey, kulis yapmak, ikilik çıkarmaktır...
Bu görev taksimatını yapacak erki, Ülkücü İrade iki kere seçmişti. Ülkücü İradenin Genel Başkan olarak seçtiği Dr.Devlet Bahçeli; bu maaşlı başarısız jokeylerle, sonsuzluk ve Turan Süvarileri Ülkücüler arasındaki seçimini, hiç doğru yapmadı. Bilerek Ülkücüleri incitecek seçimlerde ısrar etti... Ülküdaşlarımızı inciten işkenceci başına listesinde yer vererek ikballe ödüllendirdi!
Ülkücü Hareket; Dr.Devlet Bahçeli’ye genel başkanlık, Devlet Bahçeli de Başbuğumuz'un maaşlı jokeylerinden bazılarına -çok iyi tanımasına rağmen- bakanlık vererek Ülkücü Hareketin, bu jokeyleri tanımasına fırsat vermiştir. Bu, bihakkın teslim edilmesi gereken bir hizmettir.
Bakanlık koltuğundan ayrılır ayrılmaz bu jokeylerin neler yaptıkları da kamunun gözleri önündedir!...
Bunlar; alışkanlıklarına devam etmişlerdir, edeceklerdir... Bunlar bildiklerini yapınca da söz, şehadetinde cebinden 35 kuruş çıkan Yusuf İmamoğlu gibi sonsuzluk süvarilerine kalacaktır.
"Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına.."
Artık konuşmaya susmadan devam edeceğim. Çünkü önümüzde seçim adında bir dayatma var!...
TEVEKKELTÜ A'ALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 10, 2007

OYUM'UN ADRESİ...
Seçim diye dayatılan, sandık zorbalığının sonuçlanmasına bir kaç gün kaldı.
Yaygın Basın'ın "Dolma Kalemler"i, yavaş yavaş oylarının adresini belli etmeye başladılar. Bu da bir başka propoganda şekli olsa gerek. Oysa oyun gizli olduğunu zannederdim ben yıllardır. Bir dolma kalemden de olsa, açık sözlülüğü takdir ettiğimi, hatta alkışladığımı söylemeliyim. Yıllardır sol partilere, hatta ÖDP'ye oy verdiğini söylerken parti adı saklamayan bu Dolma Kalem, oyunu vereceği yeri sadece bir sağ parti olarak tarifleyip adını vermemiş. Burada pek adil davranmamış ama olsun. Ben dahil, her kes oyunu nereye vereceğini anlamıştır. Hayırlı olsun.
Ben de seçimlerdeki tavrımı, oyumun rengini belli etmeye karar verdim. Nereye oy vereceğimi açıklama gereği duydum. Hiç değilse kimse, 22 Temmuz'dan sonra beni kendilerinden miyim, değil miyim diye merak etmez.
Önce nerelere, daha doğrusu hangi partilere oy vermeyeceğimi ve nedenlerimi söyleyeceğim.
AKP'ye oy vermeyeceğim.
Çünkü milletimden olduğunu, Türk olduğunu bir kere olsun söyleyemediği gibi, seçim meydanlarında milletim ha milletim diya ahkam kesmekten vaz geçmediği için. Şehidime "kelle", katil terörist başına "sayın" dediği için. Köylüme, çiftçime, sendikacıma, ülküdaşlarıma, esnafıma yüz yüze geldiklerinde kasımpaşalıca hakaretler ettiği için. Dış politikada devletimizi kimliksizleştirdiği için. Ekonomik olarak, gözümüzün içine baka baka yalan söylediği için. Devletimin bütün kurumları ile kavgalı olduğu için. Atatürk'ün kurduğu sistemle düşman olduğu için...
CHP'ye oy vermeyeceğim.
Oyum ziyan olmasın diye bir sağ partiye oy vereceğim diyebilecek kadar renksizleşmeyi, hakaret saydığım için. Geçmişte; fikir liderlerime, ülküdaşlarıma yaptıkları saldırıları asla unutamadığım için. AB konusunda, IMF konusunda, Dünya bankası konusunda; dış politikalarımız konusunda AKP'den farklı bir şey söylemedikleri için. Muhteşem Türk Atatürk'ün kurduğu bir partinin isim ve ambleminin altında, Atatürk'ün Türk Kimlikli mert duruşunu, asla sergileyemedikleri için. Sosyal Enternesyola katılmasına rağmen; asla ne sosyal demokrat, ne de milliyetçi bir tavır sergileyemedikleri için. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini; AKP'nin istediği gibi oynayabileceği basit bir işlem haline getirdikleri için...
MHP'ye oy vermeyeceğim.
Sebebini aylardır bar bar bağırdığım için. Dış ve iç politikalarında AKP ve CHP'den farklı bir söylemleri olmadığı için. Hele tam öfkemin bittiğini sandığım bir dönemde ip alış verişine girerek komikleştiği için. Adı milliyetçi, temeli ülkücü olmasına rağmen; 12 Eylül'de Ülküdaşlarıma işkenceler edenlere listelerinde yer verdiği için. Önce babasının partisini terk edip yeni bir parti kuran, sonra bir başka partiden aday olarak birlikte yola çıktığı arkadaşlarını terk eden, sonra yeniden kapı kapı dolaşarak en sonunda MHP'ye dönen ve "Oğul Beğ" ünvanını benim verdiğim Tuğrul Türkeş'e listesinde yer verdiği için. Kendisini aday listesinde garantiye alırken ATP'nin yükünü omuzlayan sadakat timsali ülküdaşlarımızı ortalarda bırakan Tuğrul Türkeş'e listelerde yer verdiği için. Diğer sebepleri arz ettiğim gibi aylardır söyledik zaten...
DP'ye oy vermeyeceğim.
Önce "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer." diyenleri yanına alacağını söyleyip sonra dışlamasındaki sebebi açıklamadığı için. Dağdakileri, düz ovaya davet ettiği için. Dış ve iç politikalarda; AKP, CHP, MHP'den farklı hiç bir söylemleri olmadığı için. AB'ye hayır diyemediği için. Elindeki siyasi değerler olan kanaat önderlerine hakim ve sahip olamadığı için.
Diğer küçük partilere de oy vermeyeceğim.
Sadece siyaseten dolgu malzemeliğine soyunup, siyasetin develiğine gönüllü oldukları için. Köylü kurnazlığı ile parti kurarak kişisel vekil adaylıklarına pazarlık zemini hazırlayarak, kendilerinden başkalarına aptal tavrı takındıkları için.
BBP'ye de oy veremeyeceğim!
İçim kan ağlayarak, yüreğim parçalanarak BBP'ye oy veremeyeceğim. Seçimlere katılmadığı için. PKK'lıların seçim sistemini delmek amacıyla uyguladıkları bağımsız seçime girme taktiğini çok erken fark ederek, PKK'lının olduğu mecliste Türklerin de olması gereğini vurgulayarak seçimlere katılmadığı için. Bu duruşu, ayakta alkışlamama rağmen, kendinden başka bütün ülküdaşlarını düşündüğünü çok yakından ve net olarak bilmeme rağmen, seçimlere katılmadığı için BBP'ye, Muhsin Yazıcıoğlu'na oy veremeyeceğim.
Ama oy vereceğim.
Türkçe duruşlarıyla, İslam ahlakı ve imanını sergileyen duruşlarıyla, koyun sürüsüne dalan kurt duruşlarıyla seçimlere katılan Bağımsız Türk Adaylar'a oy vereceğim. 21 seçim bölgesinde seçimlere katılan Türk Adaylar'a oy verilmesine çalıştım, çalışacağım. Diğer yerlerdeki seçimlerle ilgilenmeyeceğim bile. Çünkü oralarda seçim adında bir dayatmanın var olduğunu biliyorum.
Benim oy kullanacağım bölgede BBP'nin bağımsız adayı olmadığı için; Türk olduğunu bildiğim, Türkçe duruşunu yıllardır izlediğim, televizyonlarda hakim güçlerce yıllardır susturulamadığını izleyerek gördüğüm ve seçim sistemine kafa tutarak bağımsız adaylığını açıklayan Hulki Cevizoğlu'na oy vereceğim.
Kazanırsa inşallah tebrik etmeyecek, kaybederse en çok ben üzüleceğim için geçmiş olsun demeyeceğim.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

ASALET Mİ? EĞİTİM Mİ?

"Asli unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlal mukadderdir." Atatürk

Rahmetli Dedem'den dinlemiştim.
Hikaye bu ya!
Padişah; yabancı birisine etkili bir görev verecektir. Vezir itiraz eder. Bu şahsın, kendi milletlerinden olmadığını ve geçmişte bu şahsın sülalesi ile çok sert savaşlar yaşayıp onları öldürdüklerini anlatır. Bu şahsın, dedelerinin intikamını almak isteyebileceğini söyler. Padişah ise şahsın çok zeki olduğunu ve eğitilerek çok yararlı bir hale getirilebvileceğini iddia eder.
Bunun üzerine Padişah ve veziri; asalet mi yoksa terbiye mi üstündür diye iddialaşırlar.
İddia sertleşir. Padişah, terbiyenin, vezir ise asaletin üstünlüğünü savunmaktadır. Padişah, sonunda vezire:
- Sana kırk gün mühlet. Kırk gün sonra ben sana terbiyenin nelere muktedir olduğunu ispatlayacağım. Sen de asaletin üstünlüğünü ispatlamak zorundasın. Aksi halde kelleni alırım. Diye komut verip, kuralları belirledikten sonra toplantıyı kapatır.
Vezir; Padişaha yakın adamlarından, padişahın neyle uğraştığını öğrenir ve evinde istirahate çekilir. Her kes padiaşahın da, vezirin de imtihan gününe kadar çalışacaklarını zanneder. Padişah, harıl harıl çalışır ama vezir evde yan gelip yatar. Karısı, eşinin bu aldırmazlığına isyan eder;
- Vezirim, evimin direği, çocuklarımın babası! Bu ne haldir padişah kelleni almaz mı? Neden çalışmıyorsun? Diye sitem etmeye başlar. Ama vezir eşinin dediklerine de aldırmaz. Aynı vurdum duymaz tavırlarıyla istirahate devam eder.
Sayılı gün, çabuk geçer. Kırkıncı gün; hakemlik yapacak komite sarayda toplanır. Padişah ta yarışma salonundaki yerini alır. vezirden başka herkez orada hazırda, divandadır. kalabalık, fısıltıyla;
- Her halde vezir kaybedeceğini bildiği için kaçtı. Diye söylenmeye başlamışken, vezir salona girer.
Selam, sabah, hoşbeşten sonra Padişah;
- Seyret vezir! Diye seslenerek ellerini şak şak diye birbirine vurur. Kapalı kapılar açılır ve içeriye, elinde fincan dolu bir tepsiyle, bir kedi girer. Kediye ceviz kabuklarından ayakkabılar yapılmıştır.
Kedi çok rahat edalarla, misafirleri tek tek dolaşarak kahve ikram etmektedir.
Padişahın keyfine diyecek yoktur. Gözlerini vezire dikerek bu terbiye karşısında ne yapacağını izlemektedir. Kedi herkesin kahvesini dağıtır ve ev sahibi olduğu için en sona saklanan Padişaha doğru yönelir...
Padişah, vezire dik dik bakarak;
- Gördün mü vezir? Terbiye ile bir kediye neler yaptırılabiliyormuş! der. Vezir;
- haklısınız Hünkarım. Bekleyelim hele. Diye cevaplar.
Kedi tam padişahın kahvesini ikram edecekken Vezir, elini cebine sokar. Küçük bir mücevher kutusu çıkarark kapağını açar. Kutudan bir fare atlayarak kalabalığın arasına kaçar.
tam padişaha kahve verecekken bir fare gören kedi, kahve tepsisini padişahın üstüne fırlatarak farenin peşinden fırlar.
Bütün hazirun, iddiayı vezirin kazandığını anlamıştır. Vezir, çok edeplice;
- Siz de aslın nelere muktedir olduğunu gördünüz mü Hünkarım? Diyerek salondakilere toplantının bittiğini ilan eder.
Her ne kadar iddiayı vezir kazanmışsa da geleneklerinde padişahın yenilmesi diye bir şey yoktur.
Hikaye bu. Şimdi bu hikayeden, bu kıssadan hissemize bakalım ne düşer?
Allah(c.c.), köpeği kurttan korkmak üzere programlayarak yaratmıştır. Yani köpek, kurttan korkar. Zamanın hayvancılık yapanları; kurttan korunabilmek için "kurtçul" köpek elde etmeye çalışmışlar ve ortaya değişik değişik köpek cinsleri çıkarmışlardır. Kurt Köpeği de bunlardandır. Kurt ile köpeğin karışımıdır.
Kurt'un kurtluğunu, köpeğin köpekliğini yapması çok doğaldır. İkisi de ırklarının genetik gereğini yaparlar.
Ama kurt köpeğinin, ne zaman kurtluk, ne zaman köpeklik yapacağı hiç belli olmaz...
Kapılarında korunmak amacıyla kurt köpeği besleyenlere bir hatırlatmamız olsun diye yazdık bunu da!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 03, 2007

HADİ MEHMEDİM SAFARİYE !...

Yıllar önce anlattığımız bir kıssanın, yine yeri geldi.
Önce kıssamız:
Karga, sabah günün ışımasıyla yuvasından kalkar ve en yakındaki güneş gören bir dala konar. Kendisine çok yabancı gelen bir ses, dikkatini çeker. Yakın bir yerlerden; "Çat! Çut!" diye bir ses gelmektedir. Karga merakla sese doğru kanat çırpar. Yakındaki ufak tepeyi aşar aşmaz da sesi bulur.
Tavşan, bir mağaranın girişinde önüne aldığı bir daktilo ile uğraşmaktadır. "Çat! Çut!" sesleri, tavşanın daktilosundan gelmektedir. Karga tam merakını gidermek için sormaya niyetlenmişken yamacın aşağılarından bir tilki görünür.
Tilki, sabah sabah çok sevdiği tavşanı görünce keyiflenir ve sessizce tavşana yaklaşmaya başlar. Kahvaltısını hayal ederek ağzı sulanır. Tavşan'a iyice yaklaşır. Tavşan, tilkiyi görmesine rağmen kaçmamıştır. Bu hale tilki de, ağaçtan seyreden karga da şaşırır. Tilki anormal bir halle karşı karşıya olduğunu anlayarak, tavşana sorar:
- Tavşan! Ne yapıyorsun?
Tavşanın umursamazlığı, aynen devam etmektedir. Göz ucu ile tilkiye bakarak:
- Tavşanların bir tilkiyi nasıl yiyeceğini, öğrensinler diye kitap yazıyorum. Çocuklara lazım olur. Duydukları karşısında tilki de, karga da hayretlerde kalır. Tilki:
- Bre salak hayvan! Hiç tavşanın tilki yediği duyulmuş, görülmüş şey midir? Diye bağırır. Tavşan, hala oralı değildir. Aynı eda ile:
- Erkeksen içeri gel!
Diyerek tilkiye mağara girişini gösterir. Tilki, hiç düşünmeden mağaraya dalar. Mağarada tavşanın kaçma şansı hiç kalmayacaktır. Peşinden de tavşan girer mağaraya. Karga meraktan çatlayacak gibidir. İçerden kısa bir boğuşma sesi gelir. Karga, tilkinin tavşanı hallettiğini düşünürken mağaranın ağzında tavşan görünür. Üzerinin tozlarını çırpar ve yine daktilosunun başına geçerek "Çat! Çut!" diye yazmaya devam eder.
Karga hayretler içindedir. Tam inip nasıl olduğunu sormaya niyetlenmişken, aşağıdan bu kere bir çakal görünür. Çakal da sevinç ve iştahla pusuya yatarak, sürünerek tavşana doğru yaklaşır. Tam saldıracakken tavşan çakalı görür ve yine hiç umursamaz. Bu sefer çakal şaşırmıştır.
- Tavşan ne yapıyorsun? Diye sorar merakla.
- Tavşanların bir çakalı nasıl yiyebileceğini anlatan bir kitap yazıyorum çocuklarıma.
Cevabıyla yine kargayı da, çakalı da hayretler kaplar.
- Tavşan! Salak mısın sen? Hiç tavşan, çakalı yiyebilir mi? diye sorar çakal.
- Erkeksen içeri gel.
Cevabı gelir yine tavşandan ve mağarayı göstermektedir. Çakal da sevinerek girer mağaraya. Yine içerden bir boğuşma sesi gelir. Bu seferki boğuşma biraz sürer. Ve mağaranın dışına kadar tozlar çıkar. Karga yine meraktadır.
Birazdan tozların içinden yine tavşan görünür. Üzerinin tozlarını çırparak, hiç bir şey olmamış gibi daktilosunun başına geçer.
Karga, artık dayanamaz. Sessizce mağaraya doğru süzülür. Tozların arasından mağaraya girer sessizce. Birazdan gözleri karanlığa alıştığında; bir yerde tilkinin deri ve kemiklerini, bir yerde de çakalın deri ve kemiklerini görür.
Hayretten donmuştur karga. Tavşanın bu işi nasıl yaptığını anlayabilmek için sormaya karar verir. Tam mağaradan çıkacakken bir homurtuyla irkilir. Dikkatle baktığında, aslanın bir köşede yan gelip yattığını ve dişlerini temizlediğini görür...
Kıssamız bu...
Yıllarca; yanlışlar yapmakta birbirleriyle yarışan basiretsiz siyasilerimiz yüzünden mağaramıza bir aslan yerleştirilmiş ve kapısına da Barzani adında bir tavşan oturtulmuş. Barzaniye göre Türkiye'nin sınır ötesi hareket yapması, çok sert karşılık görürmüş!
"İte bak, yattığı yere bak!" gel de söyleme...
İşte basına akseden haber:
"Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Lideri Mesut Barzani, Türkiye'nin sınır ötesi operasyon yapması halinde Irak'tan ve “bütün Kürdistan'dan” çok güçlü bir karşılık göreceğini söyledi." şeklinde haber yapılmış itin söyledikleri!...
Bu siyaset fahişesini; bizim basiretsiz siyasilerimiz, yıllarca yallamış-yemlemişlerdi. Yıllarca örtülü ödeneğimizden maaşlar aldığı söylendi. Şimdi ise mağarada aslanlık oynayan ABD'ye güvenerek bize; "Erkeksen içeri gel!" diyerek tahrik etmeye çalışıyor!...
Bre siyaset fahişesi!
Bizim tarih boyunca nasıl bir aslan avcısı, nasıl bir aslan terbiyecisi olduğumuzu bilmez misiniz?
Daha 80 yıl evvel, bu dünya jandarmasının da dahil olduğu yedi düveli; yalın ayak baş açık, denize dökmedik mi? Bunların topuna hadlerini bildirmedik mi?
Bre nabekar!
Tarihteki bütün huzuru, bizim tebaamız olarak yaşamadınız mı? Türkiye'de ki Kürt kardeşlerimizin, nelere sahip olduğunu sen bilmezsen kim bilir? Türkiye'de ki Kürt kardeşlerimiz; hala karnına bir tekme vursak ağzından bizim lokmalarımızın döküleceğini bilmezler mi?
Sabrımızın sonuna geldik bilesin!...
Artık kapısında bir tavşanın konuşlandırıldığı şu mağaraya girmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Bu mağaraya girdiğimizde; başımıza geçirilen çuvalın da hesabını sorma şansımız doğacak.
Epeydir de aslan postuna ihtiyacımız vardı. Etini de şu siyaset fahişesine yediririz belki. Çünkü onlar, ilaç niyetiyle tilki de yerler, aslan da, karga da...
Bakalım Saddam'ı ve şii kanaat önderlerini mağaraya çeken bu siyaset fahişelerini ve içerdeki aslancılık oynayan kimliği bozuğu Mehmetçiğimin postallarından kim kurtaracak!...
Hadi safariye, hadi ava.
Hadi Mehmedim, hadi Yiğidim aslan avına...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

İŞ BAŞA MI DÜŞTÜ?...

Abdulhak Hamid'in; "Türk milleti, söylemez. Söylenir." tarif ve tesbitini, yıllardır hatırlarda tutmaya çalışırım.
Bu tesbiti hatırlarda tutmaya çalışırken aynı zamanda "söylenen milletin" söylendiklerini, millet adına söylemeye çalışırım. Yerel Kalemlerin yani Milli basının görevi de bu olsa gerek.
Milletin söylendiklerini, millet adına söylemeye hep yerel kalemler soyunurlar. Bir kere daha kendimize çıkardığımız görevden hareketle, milletin söylendiklerini bir yerlere, etkili makamlara söylemeye çalışacağız.
Milletin artık siyasetten ve siyasetçiden ümidi kalmadı. Siyaset ve siyasetçiler; devletin ve milletin ağır meseleleri altında kaldılar. Zaten bu ağır meseleleri, milletin başına bela edenler de siyasetçiler!...
Artık son çare olarak; gerektiğinde -ki gerekiyor- inisiyatif kullanabilecek, sorumluluk üstlenebilecek, risk alabilecek liyakatli devlet adamlarına seslenmek durumundayız.
Bu liyakat sahibi devlet adamlarının, çoğunluğunun bulunduğu ve bu yüzden güvenimizi ve dolayısıyla da cesaretimizi kaybetmediğimiz Silahlı Kuvvetlerimize, seslenmek durumundayız!...
"Keçi can derdinde, kasap yağ peşinde!" darb-ı meseline konu mankeni olmayı,Türk Milleti olarak hak etmedik!
Teknolojinin gelişme sür'atini takip mümkün değil.
"Dolma Kalemler"imizin korkarak ve korkutmak gayesiyle anlattıklarına göre; ABD adındaki Haçlı Silahşörü, Dünya Jandarmalığına soyunmuş harami, uydudan hemen her kesin yatak odasında okuduğu kitabın sayfasını görüntüleyebiliyormuş!...
Hadi bu tarifin biz de doğruluğuna inanmış görünelim! İnandıktan sonra da ilgilenen her kişiye bir soru soralım: Teknolojik olarak donanım eksiğimiz mi var? ABD'nin her kesin yatak odasını dahi kontrolüne alabildiği teknoloji ile; her gün ikişer-üçer şehit verdiğimiz çocuklarımızı, neden koruyamayız?!
Bu lanet teknoloji ile biz de Bush'un yatak odasını dikizleyelim demiyorum ama çocuklarımızın şehadetine sebep olan mayınları, tesbit edemez miyiz?!...
Dünyanın sayılı ordularından olan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz; bu lanet mayını tesbit edebilecek bir teknolojik cihaz alamıyor mu? Irak'ın kuzeyine girmemize izin vermeyen ABD, bu teknolojk cihazları almamıza da, izin vermiyor mu yoksa?
Çocuklarımızın her gün ölmelerine sebep olan bu lanet tuzakları tesbit edebilecek teknolojik cihazları; neden almadığımızı, neden alamadığımızı ve her gün ikişer-üçer olmak kaydıyla vatan-millet evlatlarını toprağa vermemizin sebebini, birileri millete anlatma mecburiyetinde değil mi?
Bunu isteyen millet, demokrasiyi ihlal etmiş mi olur?!...
PKK alçağı, bu memlekette 4(dört) kişi ile yol kesebiliyor!...
Saatlerce örgütlerinin propogandasını yapabiliyor. PKK'nın propogandasına bizim siyasilerimiz de karşı propoganda ile cevap yetiştirmeye çalışıyorlar!... Bunların yaptıklarının adı, demokrasi mi?!...
Artık bu karşılıklı propogandalaşmaktan usandık millet olarak!
Ve propoganda yapmaması gereğine inandığımız Silahlı Kuvvetlerimize selenmek istiyoruz.
Sayın Genel Kurmay Başkanımız;
Sayın Büyükanıt Paşamız
; Lütfen siz, millete kulak verin.
Artık bu insafsız ve çok kolay can kayıplarımıza bir son verin. Bu siyasilerin hiç birinden millete hayır yok!...
Biz çocuklarımızı Peygamber Ocağı'na, kınalayarak gönderirken; önce Allah(c.c.)'a, sonrada sizlere emanet ediyoruz. Size emanet ettiğimiz yavrularımız, kahpe tuzaklarla şehit ediliyorlar. Artık bu kana son verin!
Yoksa vallahi millet son verecek.
Dört PKK'lının yol kesebilecek kadar cesaretlendiği bir memlekette, otorite varlığından söz edilebilir mi? Böyle devletlik mi olur?!...
Dört çapulcunun yol kesebilecek kadar cesur olduğu bir ülkede; iç güvenlikte sıkıntı varken, sınır ötesi harekat yapsanız ne olur?... Yapmazsanız ne yazar?...
Paşamız, Komutanımız;
Canımız yanıyor!

Siyaset cambazları, karşılıklı ip atlıyorlar! Bizimse ipsiz-ilmiksiz boğazımız sıkılıyor!...
Paşam;
Böyle devam edersek, milletliğimizi korkarım kaybediyoruz. Milletliğimizi muhafa edemezsek, devletliğimizi muhafaza edebilir miyiz?... -Allah korusun- Devlet olarak kalamazsak, seçilmiş veya seçilecek hükumetlerden bize ne? O hükumetler, Irak'ta ki hükumetçikle aynı olmaz mı?
Bu millet; üzerine düşeni yapmıştı, yapıyor ve yapmaya devam edecek. Bu millet; devlet olmanın, hür kalmanın bedelinden asla şikayetçi olmaz.
İşini kaybediyor, iflas ediyor, "Devlet varolsun." diyor bu millet. Doğusunda, batısında, kuzeyinde, güneyinde Türk milletinin değişmez duası; "Allah devlete zeval vermesin." dir.
Seçilmiş hükumetlerin yanlışları yüzünden vergiler, altından kalkılamayacak ağırlaşıyor. Millet, ödeyemediği vergisi yüzünden cezaevine koyulurken, diğer tarafta patır-patır çocukları şehit oluyor, "Devlet sağ olsun!" diyor bu millet.
Bu "Devlet var olsun." diyen millet, can çekişiyor Paşam!
Paşam; millet, isyan havasında!
Paşam; birileri, birilerine "Celali İsyanları"nı hatırlatmalı ve bu isyanların; Türk Milleti'nin, adil yönetimden uzaklaşmış Osmanlı'ya karşı yaptığı ve Osmanlı'yı dize getiren isyanlar olduğunu hatırlatmalı!...
Bu asil millet; içerdeki 1500, dışardaki 3000-4000 PKK'lı şerefsiz köpekten daha cesurdur. Daha savaşçıdır...
Bu millet; bu kahpeleri, tükürükle boğar! İzin verilse veya iş başa düşse sadece Şehit Anaları bunları itlaf etmeye yeter.
Bunu, bu gerçeği; dünya da biliyor, millet te biliyor, şerefsiz şakiler de biliyor, sizler de biliyorsunuz ama bilmemekte, anlamamakta ısrar eden siyasilerimize de -her halde- sizin anlatmanız gerekecek.
Eğer inisiyatif kullanarak bu gerçeği siz anlatmazsanız, milletin anlatması başka türlü olacak! Aslında bu işbirlikçi siyasilerin anlayacağı lisanla anlatılmasına mani de sizsiniz!... Çünkü bu milletin ordusuna güveni, tarihin en zor dönemlerinde bile değişmedi.
Paşam; bu devletin inisiyatif kullanacak bir evladı kalmadı mı?
Paşam; yoksa iş başa mı düştü?
"Ferman padişahın dağlar bizimdir." zamanına mı kaldık bir daha yoksa?!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN