Cumartesi, Haziran 30, 2007

KENDİME FİRARDAYIM...

Yine bir hafta sonu.
Neyin sonu veya neyin başı belli değil! Birileri son derken, birileri de yeninin başlangıcına hazırlık diyorlar!
Hangisi doğru? Hangisi yanlış?
İkiside mi doğru? İkiside mi yanlış? Bana ne veya kime ne?!...
Ben, yeni bir güne yeni başlıyorum. Dün eskidi. Bu gün taze, yarın ise hayalim!
Dünü yaşadım, unutmayacağım. Güzellikleriyle, eksiklikleriyle benim dünüm. Bu günü doyasıya yaşamak istiyorum. Ne sığdırabilirsem içine.Yarına da hazırım, vade yetmişse yarınsızlığa da...
Elimi dağarcığıma atıyorum hemen yarınsızlığı aklıma getirince. Dünümde, evvelsi günümde, kısacası geçmişimdeki kazanımlarımı, kayıplarımı kontrol ediyorum acele ile. Kazançlı mıyım? Zararda mıyım? Vallahi bilemiyorum. Çünkü gönül muhasebemi, iman muhasebemi kendim yapamadım hiç! Ne yaptıklarımın çetelesini tuttum, ne de yapacaklarımın listesini hazırlayabildim!
Sert kavgalarım var aklımda...
En sert kavgalarımı da kendimle yaptığımı fark ettim bu gün. Adına ne derseniz deyin. Ama ben, anlatılması zor, hatta mümkün olmayan savaşlar yaşadım kendimle, kendi içimde!...
Biat etmek.
Teşkilat adamı olmak.
Edepli, adaplı olmak.
Toplumdan tecrit edilmemek.
Toplumu tecrit edebilecek kadar ukalalaşmamak.
Dostluk.
Yol arkadaşlığı.
Ülküdaşlık.
Kalabalıkları yalnızlığa mahkum etmek.
Türk dünyası.
İman coğrafyası.
Allah'ın askerliği.
Ölerek kahramanlaşmak, kahramanlaşarak ölmek.
ve "Dirilmek ölümü öldüren bir ölüşle." Kavgalarımın ana başlıkları.
Bunlar, daha sayısı artırılabilecek iç fırtınaların koyulabilmiş adları!...
Hepsini sevdim. Hepsinden korktum!...
Tanıyanlar, bilenler cesurdan sayarlar oysa beni!
Kendinden, düşündüklerinden, düşündüklerini söylemekten veya söyleyememekten; söylediklerinin anlaşılamamasından, anlayanın karşı çıkacağı endişesinden; adamın adamı olmaktan, adamı bilindiğin adamcılık oynayan tarafından dışlanmaktan; kavgadan, savaştan, galibiyetten, mağlubiyetten;
Kazanırken kaybetmekten, kaybederken kazanmaktan; kazandıklarının, kaybettiklerinin muhasebesini düzgün yapamamaktan korktum Dostlar!...
Ne kadar korktuysam; korkumu belli etmemek, korkumu yenmek veya korktuğumu saklamak için, bir o kadar saldırdım!...
İster cesur desinler bana, isterlerse korkak...
Şu kadarını bilirim. Bildiğim için şükrederim. Bu karakteri ben aciz kuluna lutfeden Yaradanım'a hamd ederim. Yenilmedim. Yenildiğimi zannettiğim anlarda çabucak yanıldığımı anladım. Beni yendiğini zanneden kalabalıklar içindeki yalnız korkaklara; hallerini çıplakça hatırlattım.
Çünkü kimseye benzemeye, birine benzeyebilmek için rol yapmaya asla tenezzül etmedim. Beni, ben olarak yaratan Halıkim'in, benden istediği tek şeyin "Kulluk" olduğunu, asla unutmadım hamdolsun.
Günah gemilerinde seferde iken, şeytanımla kavgada idim. Sevap kervanında yolculuğa çıktığımda şeytanım, en samimi arkadaşımdı...
Ne sizi, ne de kendimi sıkmayayım isterseniz.
Şimdi yaptığım gibi hayatım, kalabalıklarda yabancılaştığımda kendime kaçarak geçti.
Yine kendimdeyim Dostlar. Yine kendime firarlardayım.
"Ferman padişahın dağlar bizimdir" ya!...
Ve ben, şükrolsun ki "Ülkücüyüm." ya...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 29, 2007

BENİM BANA YALANIM!...

Yalanı kendilerine meslek edinmişlerin dışında yalan, zor şeydir.
Hele benim gibi insanın kendi kendine yalan söylemesi, duyulmuş veya söylenmiş bir şey değildir.
Hayatımda bir kere ben de takıyyecilik yapayım dedim. Bir kerede olsa; kocaman kocaman siyaset adamlarının yaptığı gibi milleti değil de kendimi kandırmaya niyetlendim!
Demokrat olmadığımı, bu memlekette demokrasi olmadığını; kocaman kocaman antidemokratik adamların, demokrasi arkasına saklanarak despotluklarını garantiye aldıklarını gördüm. Gördüğümle yetinmeyip; "Kral çıplak!." diye bağıran tarihi batılı gariban gibi, bağırdım durdum.
Demokrat olmayışımın sebebini de kendimce açıkladım defalarca.
Ben Devlet-i Ebed Müddet diye yırtınırken, üniter devletimizi bölmeye parçalamaya çalışan şerefsiz eşkiya başının kardeşlerinin, bacısının oyu ile benim mukaddes oyum aynı güçte! Cumhurbaşkanım'ın, Başbakanım'ın, Genel Kurmay Başkanım'ın, Gazilerim'in, Şehit Ailelerim'in mukaddes oyları ile PKK'lıların oyları aynı yaptırım gücünde. Ve bunun adı, demokrasi! Başka tarifi yok. Söylediklerimde asla hissiyat ve tevil etme yok!
Bu böyle...
Böyle olunca da, ben; "Başlarım böyle demokrasiden! Ben demokrat memokrat değilim." deyip çıktım işin içinden yıllardır...
Dedim ya, hayatımda bir takıyye de ben yapayım istedim!
İnanmadığım demokrasiden bir çare bekleyerek kendime bir yalan söyledim! Ve inandım kendime söylediğim yalanıma!
Seçimler yapılacaktı. Seçimler, milletin kurtuluşu olacaktı. Bütün Türk Milleti sandıklara giderek, istediği partinin istediği millet vekili adayına oy vererek baştaki beladan kurtulacaktı.
Seçimler, benim için çaresizliğim yüzünden çare olmuştu.
Ama bırakmadılar!...
En az benim kadar demokrat olmayan ama benim kadar durumlarını açıklayacak yüreğe sahip olmayan takıyyeci, kocaman-kocaman siyasetçiler önüme çıktılar!
Yetmişbeş milyon nüfuslu, kırkiki milyon seçmenli, dev bir ülkenin demokratik haklarını; dört-beş tane, antidemokratik demokrasi havarisi gasp ettiler!...
Solcu antidemokratik kocaman siyaset adamları, sağın en ucundaki bilinen "Ülkücülükten Geçinenler"i alarak listelerinin başlarına koydular.
Milliyetçi, antidemokratik kocaman siyaset adamları; solun en ucunda bilinen "Devrimcilikten Geçinenler"i alıp liste başlarına yazdılar.
Siyaseti renksizleştirdiler!
Sağcı geçinen, antidemokrat kocaman adamlar da; solcu geçinen, antidemokrat kocaman adamlar da; hatta dinci geçinen, takıyyeci, antidemokrat, kocaman adamlarda ağız birliği ile "merkez"cileştiler!
Her kes siyasetin merkezinde olduğunu söylemeye başladı. Oysa aklımda kaldığı kadarıyla siyasi literatürde merkez diye bir kavram yoktu. Merkez, sıfırdı. Merkezin ya sağında, ya da solunda olunurdu. Ama bizim kocaman kocaman, antidemokrat siyaset adamlarımız, despotluklarını demokrasiyle garantileyerek hep merkezci kesildiler!...
Olan bana oldu!
Kendime karşı yapacağım takıyyeme izin vermediler. İnanmadığım demokrasiden bulacağımı sandığım, seçim gibi çarenin bittiği yerde çare üretebilinen bir çaremi elimden aldılar!
Adım seçmen, adımız seçmen ama; bize, millete noterlik görevi yüklediler!... Ve bizim noterliğimiz için de bir devlet bütçesi ayırdılar.
Dev seçim pusulalarını, dev paralara yaptırarak; dev harcamalarla, bize dayatılan despotların adaylarını, millete tasdik ettirecekler. Ve buna demokrasi diyecekler!
Hayatımda bir kere kendimi kandırayım dedim, izin vermediler! Allah sorsun!...
Bu kocaman kocaman adamlar, bu kadar demokratlar işte.
Sağcı geçineni de, solcu geçineni de, iman bezirganı geçineni de ağız birliği ile teslimiyetçi. En mili geçineni, ABD'ci değilse AB'ci!...
Allah'ım! Beni kandırmaya niyetlendiğim için, ben beni affettim! Sen de bağışla beni büyüklüğün hürmetine!...
Bu necip milleti, bu inançlı milleti, bu antidemokrat despotların tahakkümünden kurtar Ya Rabbi!...
Adına seçim dedikleri bir dayatmayla, demokratlık oynuyorlar. Al sağcısını vur solcusuna. Al en ümmetçi geçinen ABD'cisini vur sağcısına-solcusuna!...
Doğrusu hiç sandığa gitmeden bu despotlara hadlerini bildirmek ama; bu kere de karşımızda, bu despotlara kafa tutma yürekliliğini gösteren Bağımsız Türk Adaylar var. Onların hatırına ben de biraz demokratlık oynayacağım!...
Bu da benim, bana yalanım!...
Samimiyetimi bilen Güzel Rabb'im, bu takıyyemi affeder inşallah...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 28, 2007

BARİ GÜLMEKTEN UTAN...

"Heeyy! Sıkılmaz ağlamazsan, bari gülmekten utan!.."
Çok aramama rağmen sahibini bulamadığım muhteşem bir mısra. Erzurum'daki yerel yüreklerden bir kardeşimizin yazısından almıştım.
Ağlanacak halimize gülmeyi, bize maharetmiş gibi dayattılar.
Bizler de itiraz etmedik!...
Dayatanlar mı, yoksa itiraz etmeyen bizler mi suçluyuz, tarih gösterecek.
Akıllılıkla kurnazlığa yer değiştirdiler, seyrettik.
Liramız tarih oldu. Yerini önce dolar, sonra euro aldı, bunu başarı diye bizlere dayatanlar oldu itiraz etmedik. Hatta alkışladık!
Dünyanın en zalimleri olmalarına rağmen, mazlum rolüne yatarak dünyaya zulmeden yahudilerin, benzerlerini ülkemizde yaşıyoruz!...
Kendilerinden başkalarını; "Patates dinli" diye tarif ederek, Allah'lı-Lillah'lı söylemlerle oy toplayıp "BOP Eş başkanlığı"nı aldılar. Haçlı ile iş birliğine girdiler. Haçlı'nın 21.yy. akıncısı ABD'nin ordularına dualar ettiler. ABD ile iş birliğine girmeyenleri, akılsızlıkla itham ettiler. Baş örtüsüne; "namus meselemiz" dediler, zinayı suç olmaktan çıkardılar.
Türk'ün toplu katliamlarının planlarının ve lojistik desteğinin verildiği kiliseyi tarihi diye dünyanın parasını harcayarak restore ettiler, 50 yıllık Kur'an Kursu'nu dozerlerle yıktılar.
Cumhurbaşkanı ile, Anayasa Mahkemesi ile, Yargıtay ile, Danıştay ile,YÖK ile, Genel Kurmay ile, Cumhuriyet savcısı ile özetle devletimizin kurumlarının nerdeyse tamamı ile kavgalar ettiler, AB ve ABD ile barışık kalmak için olmadık taklalar attılar.
Cumhurbaşkanı seçebilmek için muhalefet partilerimizle diyalogu kesip attılar. Dinler Arası Diyalog diye bir safsatayı, kurtuluş gördüler, gösterdiler.
Kendilerinden başkasını, Allah(c.c.) yarattı demeyecek kadar kibirlendiler, gururlandılar sonra da "Asker önümüzü kesiyor. Eşlerimizin başı örtülü diye Cumhurbaşkanı adayımızı seçtirmediler." diye cami avlularında seçim propogandası yaparak mazlum rolüne yattılar.
Hala bilmedikleri için mazur olan bazı kesimlerce alkışlanmaktadırlar ama bu kere bizlerden alkış falan alamazlar!
Bre mazlum rolüne soyunmuş zalimler!
Çocuğunuzu çürük raporuyla askere göndermez, düğününde takılan hediye altınlarla dünya zenginleri arasına sokarsınız.
Şeker pancarına kota koyup kendi çocuklarınıza verdiğiniz özel yetkilerle ABD'den mısır ithal ettirip şeker yaptırırsınız.
Kuş Gribi diye bir sanal hastalık icat eder, bütün tavuklarımızı itlaf ettirip, çocuklarınıza yumurta sattırarak trilyonlar kazandırırsınız.
İç Anadolu'da, Anadolu'nun bağrında açlık had safhada olmasına rağmen devlete sadık kalan Türk şehirlilerine asla beş kuruş vermez; bölücülerin kendilerine başkent diye seçtikleri yere, ve kendilerince kurtarılmış sayılan yerlere teşvikler vererek devlet hazinesini peşkeş çekersiniz.
Şimdi de basında, Kuzey Irak'a girmemeniz için milyar dolarlar aldığınız söyleniyor, yazılıyor.
Bütün bunları, milletten saklayabileceğinizi zannederek mazlum rolüne yatarsınız!
Bre zalimler!
Şehide "kelle"; bölücü eşkiya başına "sayın" dersiniz.
"Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." diye yüreği yanan şehit ailelerine hakaretler edersiniz.
Çiftçiye; "Gözünüzü toprak doyursun." dersiniz.
Sendikacıya; "Ülkeyi size mi teslim edelim." diye hor görerek kızarsınız.
Vatandaşa, "Anamız ağladı." dedi diye; "Ananı da al giiit!" diye hakaret edersiniz.
Sonra da "Asker önümüzü kesiyor." diye zavallılık rolüne yatarsınız...
Bu yüzden de adını bulamadığım şair size; "Heeey! Sıkılmaz ağlamazsan, bari gülmekten utan." diye öğüt verir.
.............................
Bir vakit namazı sonrası, cami bahçesinde yaklaşık 30 kişi ile bir sohbete koyulduk. Kime sorduysam seçim sonuçlarından AKP'nin eskisinden daha kuvvetle geleceğini söylediler. Bu kere de her kese tek tek; "AKP'ye oy verecek misin?" diye sordum. Cevap; "Hayır." dı. Yaklaşık 30 kişiden hiç biri AKP'ye oy vereceğini söylemiyordu ama ağız birliği ile AKP'nin daha kuvvetlice seçim kazanacağını söylüyorlardı!...
Benim yaptığım kişisel anketten de, böyle bir sonuç çıktı.
Bir acaip seçim vesselam!
Sandıklar açılmadan da, ne çıkacağını, hiç kimse bi le meeeez!
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 27, 2007

HELE BİR YAĞMUR YAĞSIN...

Bize bir şeyler oldu!...
Birbirine can pahasına, kan pahasına, kardeşlikten daha ileri Ülküdaşlık bağı pahasına bağlı olan bizlere, bir şeyler oldu!.
Birbirimizi dinlemiyoruz!..
Birbirimizi dinler görünüp, hepimiz aklımızdakini söylüyoruz!
Biz, birbirimize bu kadar mı güvensizdik?...
MÇP-MHP tabela kavgalarında; Başbuğumuz Alparslan Türkeş'e rağmen bir araya gelenler, şimdi "Bahçeli MHP'nin Bahçevanı'na karşı bir araya gelemediler!
Yapmayın Allah aşkına!
Yapmayalım Allah aşkına!
Bahçeli MHP'nin Bahçevanı'nı iktidara taşırsak, vallahi farklı bir şey olmayacak!
Bunu aklı kesen-kesmeyen her kes biliyor!
Hani; "Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; her şey Türk'e göre, Türk tarafından, Türk için." di!...
Hani; "Rehberimiz Kur'an, hedefimiz Turan." dı!...
Başımıza çuval geçiren, gözümüzün önünde camiye kaçıp sığınan Müslümanın kafasına camide kurşun sıkan, okyanus ötesinden bize komşu gelen, işgalci ABD ile işbirliğine soyunan, bütün partiler, bütün kişiler millete ve devlete ihanet içindedirler!
Bir zamanlar; "Benim katilim, senin katilin" dedirttiler bize!
Daha sonra; "Benim hırsızım, senin hırsızın." dedik, hemde acayip savunmalarla!
Siyasette; "Benim adamım, seni adamın." oynattılar bir süre! Bu oyun oynanırken kimse, birilerinin adamı olduğunu fark edemedi bile!
Şimdi en korkuncuna gidiyoruz!
Şimdi; "Senin hainin, benim hainim!" yarışına girmek üzereyiz!
Bu memlekette ABD'ye kafa tutamayan siyasetçi, Türk Milliyetçisi değildir. Atatürk'e sadık değildir. başbuğ'a sadık değildir. Samimi değildir.
Bu memlekette; adlarını AB koyan Haçlı ile birliğe soyunarak geçmişlerini inkar edenlerden, millete sadakat olmaz!...
Bu memlekette; yalancıdan, talancıdan, hortumcudan, askerinin başına çuval geçirttiği söylenenlerden, memleketin en aktif gençliğini eve hapsedenlerden, 12 Eylül'de Ülküdaşlarımıza işkence edenlere liste birinciliği verenlerden, bize vallahi hayır gelmez!...
Millet vekili adayı falan değilim.
Her hangi bir partinin genel başkanlığına da aday değilim. Kimsenin mevkisinde ve makamında da gözüm yok hamdolsun.
Ve ben fakıri tanıyanlar bilirler, Allah(c.c.)ım'a yeminler ederimki, hayatım boyunca kimseden davacı olmadım ve hayatım boyunca şahsi kavgam olmadı.
Hiç bir ülküdaşımı terk ettiğim veya hiç bir ülküdaşıma zerre kadar zararımın dokunduğu olmadı.
Devlet bahçeli ile olmaz dedim! Israrla olmaz diyeceğim!
Olmadığını, her kes söyledi. Ama ben sadece olmaz derken, küfredenler şimdi onun yanında ve ateşli taraftarlar!
Şimdi Devlet bahçeli'nin yanındakiler ülkücü, diğerleri hainler!
Allah sorsun!...
Ülkücülüğü sohbet götüren birileri için, kırk yıllık ülküdaşlarından vaz geçebilenlere, Allah(c.c.); akıl, izan ve vicdan versin.
Bir daha söyleyeceğim: Vallahi de, Billahi de, Tallahi de Devlet Bahçeli'nin hiç bir ülküdaşımız üzerinde zerre kadar hakkı yoktur. Ama bütün ülküdaşlarımızın onun üzerinde hakları vardır ve bütün ülküdaşlarımızın birbirlerine kırk yıllık vefa borçları vardır.
Kırk yılı, kırk yılın hatırını bir kalemde silebileceklerle elbette işimiz olamaz. Ama vefalı, cefalı Ülküdaşlarımız için susukunluğumuzu başka yorumlayanları da; önce o kırk yıllık ülküdaşlarımızın vicdanlarına sonra da kendi akıllarına ve varsa vicdanlarına havale ederim.
Allah(c.c.) nasip ederse, seçimlerden sonra; nadim olanlar ve öfkeden kuduranlarla bir daha sohbetler edeceğiz!...
Umarım kimse, bendeniz de dahil gününden önce konuşmakla, yaptıklarımızdan utanmayız!
Allah(c.c.), utanır yüzleri korur bilirim.
Biz sustukça üzerimize gelerek bizi tahrik ettiklerini zanneden yağdanlıkların, utanır yüzleri olmadığını biliyoruz. Şimdi bizi tahrike soyunanlar; bir zamanlar bizi incitmek için Devlet Bahçeli'ye küfrederlerdi!...
Yağmur yağdıktan sonra yarıkların kapanmasına bu kere Vallahi izin vermeyeceğiz!
Hele bir yağmur yağsın...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 25, 2007

ÇARESİZLİĞİN ÇARELİĞİ !...

Önümüzde seçim var. Veya seçim olduğu söyleniyor ama, seçim heyecanı -asla- yok!
İşin doğrusu, seçim diye dayatılan bir seçimsizlik var.
Kurulu sayılan bütün partileri söz konusu yapsak, 60 kişi; etkili gösterilmeye çalışılan partileri söz konusu yapsak, 5-6 kişi yetmiş beş milyon nüfuslu dev bir ülkenin, demokratik hakkını gasp ediyor. Ve gasp edilen hakkın karşılığında da; "Benim tesbit ettiğim bu 'Yol Arkadaşlarıma', sandık başına giderek göstermelik bir 'Evet' deyin." diye dayatma var.
Bunun adının demokrasi olmadığını; bu dayatmayı yapanlar da, dayatılanlar da biliyorlar ama millet olarak tepkisizleştirildik ya, "Patronlardır, ne yapsalar yeridir!.." mantığıyla demokratçılık oynuyoruz ya!...
Mevcut iktidarın, ana muhalefetin, iktidar ve ana muhalefete muhalif olduğunu söyleyen MHP'nin ve DP'nin seçim beyannamelerine bi zahmet dikkatlice bakalım. Aslında dikkate de gerek yok. Sadece baksak ta yeter.
AB ve ABD konusunda, hepsi farklı cümlelerle aynı şeyi söylüyor!..
Ekonomi kosunda, IMF ve Dünya Bankası uygulamalarında ve özelleştirmede hepsi yine aynı şeyi söylüyor!..
ABD ile müttefiklik konusunda, hepsi müttefik!..
Hepsine göre milliyetçilik tehlikeli!.. Sıkıştıklarında hepsinin can kurtaran simidi, Muhteşem Türk Atatürk!..
Hepsine göre "Üniter Devlet" korunmalı ama hepsinin uygulama ve seçim toplantılarında, üç beş oy daha alabilmek uğruna verilmedik taviz yok!..
Türban maskesiyle saklanılan baş örtüsü, hiç birinin meselesi değil!..
Okullardaki ahlak çöküşlerini atlayarak, -benim öğretmenliğimden hatırlarım- uygulamalı Din Kültürü ve Ahlak Dersleri için ayrılmış yere, irtica kaynağı diye saldırmakta hepsi müşterek!.. Ve hepsi de, hele iktidardaki de "Dindar Cumhurbaşkanı" isteyebilecek kadar dindar!..
Hiç birinin din diye bir meselesi yok ama hepsi Allah(c.c.) adıyla milleti kandırmakta mahir!..
Milletin bağrını yakan, göz pınarlarını kurutan Şehitlerimizin cenaze törenleri; hepsi için siyaset meydanı!..
1971 yılında, malazgirt Zaferi'nin 900. yıl dönümünde, Malazgirt'te, şairi tarafından ilk kez canlı okunan ve topluca okutulan Malazgirt Marşı'nın nakaratı olan "Ya Allah, Bismillah, Allahü Ekber" sözleri; -AB rahatsız olmasın diye- siyaseten yasaklanmasına rağmen, şehit cenazelerinde getirilen bu tekbirleri, bu sloganları, bu partilerin hiç biri paylaşamaz!..
Hepsinin değişmez sloganı; "Aman Parçalanmayalım." !..
Hepsinin, kandırmada birinci sırada kullandığı vaat, "Hesap Soracağım." !..
Hepsinin hayalindeki tek şey, dokunulmazlık zırhına bürünmek!..
Be mübarekler!
Bu milleti parçalayan, sizsiniz.
Bre mübarekler!
Bu milletin mukaddeslerini siyaset malzemesi ederek, milleti incitenler sizsiniz.
Be mübarekler!
Şu anda en gerçek anket sonucu; bütün milletin, siyasilerin tamamına yani hepinize olan güveninin bittiğidir.
Bre mübarekler!
Millet, artık sizden yüz çevirdi.
Yok aslında birbirinizden farkınız. Ve tamamınız; millete aptal muamelesi yapmakta yarıştasınız. Ve vallahi millet sizin tavrınızın da, kendisinin size koyacağı tavırda da kararlı. Kimin veya kimlerin aptal olduğu, sandıktan çıkacak ve belli olacak...
Çaresizlikten sandığa gideceğiz.
Bağımsız adaylarına oy verenler ve verecekler çok rahatlar. Ama diğer vatandaşların bastığı her "Evet"te sayısız beddua, sayısız küfür de parafları olacaktır bilesiniz..
Çaresizliği, millete çare diye dayatanların akıllarını da -Allah nasip ederse- ilk yerel seçimlerde başlarına getireceğiz...
Çünkü o seçimlerde, hiç bir adayın; genel başkan adındaki despotlardan icazet almalarına gerek kalmayacaktır.
Bu vaadim de, bu tenkidim de, bu tehdidim de; çaresizliği çare diye dayatan çaresizlik tacirlerinin tamamınadır.
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 23, 2007

DOĞRU ZAMAN, DOĞRU SAF...

Aylar öncesinden, içimiz kan ağlayarak seslendiğimiz bir yazımızı yeniden hatırlamak ve hatırlatmak istedim. hatamız için peşinen özürlerimle....

Azerbaycanlı Şair Azaplı Mikail rahmetli, bir şiirinde;
"Gümanım kalmadı göy Allahı'na
Deyirem ölürem, demirem olmur!.." diye sitemlenmişti.
Şimdi aynı durumdayız! Söylesek öleceğiz, söylemesek olmuyor!...
Fikren, zikren birbirine benzeyen, hatta Rahmetli Başbuğumuzca birbirine benzetilen "Ülkü Devleri" perakendeleştirildi. Perakendeleşen Ülkü Devleri'ni; birileri, bir yerler kandırarak dağıtsa; gidenlere, terk edenlere ağız birliği ile saldıracağız. Ama böyle bir şey yok!...

Ülkücülerin tamamının; tek adresleri ve siyaseten tek çatıları olan MHP'den dışlandığını, tard edildiğini, üyeliklerinin silindiğini, genel başkanlık adaylıklarının gayr-ı meşru yollarla engellenildiğini seyrederek perakendeleştik!...
Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı!...
Susanların, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerin sayısı arttıkça; bu dışlayanlar, bu feshedenler pervasızlaştılar!...

Yaz mevsiminin kızgın güneş sıcağında, birlikte vırraklaşan kurbağalar misali bağırmaya başladılar!... Kurbağaların en kalabalık bağırdıkları zamanda yapılacak tek şey, kurbağanın gölüne bir taş atmaktır. Âcizane kurbağanın gölüne bir taş atmaya niyetlendim. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kurbağaya değer...
Halife-i Raşidin'den, sahabilerden ve İslam aleminin gönül birliğiyle sevdiği müslümanlardan olan Hz. Ömer'den bahsetmeye çalışacağım. Mezhep-meşrep tassubu olmayan bir Müslüman olarak; Hz. Ömeri çok dikkatle izleyen biriyim .
Ömer ibn-i Hattab; yiyen, içen, nara atan, aslan avlayan, kızlarını diri diri kuma gömen, puta tapan, tapmayanı zorla taptıran, gazaplandığında Kureyş'i evlerine tıkabilecek kadar hükümran bir Ömer... Bu Ömerler, iki tane...
Biri Ömer ibn-i Hattab, diğeri Ebu Cehil... Bu ömerler öylesine hükümranlığın zirvesindeler ki Hz. Peygamberimiz(s.a.v.); Allah(c.c.)'tan bu iki Ömer'den birini niyaz eder...
Menfi anlamda tarifin zirvesindeki bu Ömerlerden birisi, Ömer ibn-i Hattab, ne zaman ki şehadet getirerek doğru safa girer, bir anda Ömer-ül Faruk ünvanını kazanır.
Mü'min-müşrik, inanan-inanmayan, müslim-gayr-ı müslim her kes tarafından "Adaletin Timsali" sıfatıyla anılmaya başlar.
O zaman da Müslüman-Türk bendenizin; Hz. Ömer'den alacağım, aldığım ders başlar. Demek ki, Ömer ibn-i Hattab kadar güçlü dahi olsa bir insan, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır...

Demek ki; aklı selim sahibi her kese düşen görev; doğru zamanda, doğru zeminde, doğru duruşla, doğru safta saf alarak 'Yanlış!' tarifinden kurtulmak olmalıdır. Bu iki Ömer'den diğerinin yani Ebu Cehil'in safında kalarak yanlışlıkta ısrar da elbette aklın ve cüz'i iradenin gereğidir. Bu tercihe itiraz edebiliriz ama tercih, tercih sahibinindir.
Yaklaşık bir haftadır; Anadolu'yu dolaşıyoruz. Dostlarımızla, Ülküdaşlarımızla hem-hal oluyoruz. Rahatsızlıklarımızda, şikayetlerimizde müştereğiz hamdolsun. İnşallah önümüzdeki günlerde sür'atle; doğru zamanda, doğru safta birlikte saf tutarak yanlış tarifinden de kurtuluruz...
Siyasetin; hatır-gönül işi olmadığının çok bilincindeyiz. Kimseye safını tarif etmek gibi bir ukalalığa da soyunmayız.
Yapacağımız sadece gönlümüzü, dostlarımızın ayakları altına atmaktır. İsteyen ezip geçecektir gönlümüzü ve biz -inşallah- "ooof" bile demeyeceğiz. Ya da ayakları altına attığımız gönlümüzü alarak gönüllerine katacak ve bizlerin sessizce bahtiyarlığımıza vesile olacaklardır.
Bi-tarafın ber-taraf olduğunu, yıllarımızın verdiği tecrübeyle hepimiz biliriz. Ve bu tecrübeleri, çok pahalı edindiğimizin de farkındayız. Bu yüzden ziyadesiyle seçici, bu yüzden ziyadesiyle temkinliyiz.Herkesin artık aklındaki en ufak veya en büyük sorusunu; açıkça sorması ve yine bu sorulara muhatap kişilerin en açık bir ifadeyle bu soruları, bu endişeleri cevaplaması zamanıdır... Artık geçen zaman; bizim kendi hayatımızla birlikte Türk Milleti'nin istikbalidir, hayatıdır.
Allahçı(!)ların Allah(c.c.)'ı, dinci(!)lerin dini, Atatürkçü(!)lerin Muhteşem Türk Atatürk'ü, Türkçü(!)lerin Türk'ü bitirmek için gayret ettiği günümüzde, serbest ve hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri zamanıdır...
Atı alanın Üsküdar'ı geçmesinden sonra hayıflanmanın, dövünmenin hiç bir getirisi ve mantığı yoktur.
Biz oturursak; gelen bizi geçer ve gider. Ama biz yürümeğe değil koşmaya başlarsak, bize yabancı hiç kimsenin bizim yakınlarımızda bile olma şanslarının olmadığını en iyi yine biz biliriz... Hadi Ülküdaşlarım! Hadi duyarlı serdengeçtiler!
"Haydi, yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına."

TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 22, 2007

İNSAN HAKLARI DA VARMIŞ!...

"ANKARA(ANKA)- Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'nda yapılan değişikliklerin gündeme gelmesinden sonra keyfi gözaltı, işkence ve kötü muamele iddialarında artış yaşandığını bildirdi."
Basına ve internet gruplarına düşen haberi, olduğu gibi aldım...
Yasalarımızda AB ve ABD istiyor diye yapılan değişiklerle, "Taşları bağlayıp köpekleri başıboş bıraktınız." diye feveranlar etmiştim.
Gözümüzün önünde olan kavgalara, polisin yetkisizlik nedeniyle müdahele edemediğini yazmış, bağırmıştım.
Polisin yakaladığı kapkaççının; polisi ölümle tehdit ettiğini, aradan geçen bir kaç ay sonra serbest bırakılan kapkaççının, kendisini yakalatan özel güvenlik görevlisini öldürdüğünü anlatmıştım, naralar atmıştım...
Bu söylediklerim, Ankara'da olanlardı. İstanbul'da, İzmir'de, metropollerde işlenen suçları ve polisin -mecbur bırakıldığı- acziyetini de hepimiz hatırlarız.
O zamanlar bu TİHV (Türkiye İnsan Hakları Vakfı), neredeydi?...
Yaşlı insanlarımızın bir kaç liralık birikimleri yüzünden öldürülmelerinde, sokaklardaki tacizlerde, sokaklarımızdaki kapkaç cinayetlerinde, evlerine giren hırsızlar tarafından katledilen masum ve kanunlara saygılı insanlarımızın katledilmelerinde neredeydiler?...
Tamam!
Kantarın topuzunu kaçırmasınlar! Ama hırsızın, uğursuzun, şerefsizin, babacılık oynayan kanunsuzların önünde de süklüm-püklüm kalmasınlar!...
Karakolda veya cezaevinde intihar edenlere, Allah(c.c.) rahmet eylesin. Allah(c.c.), taksiratlarını affetsin de bu adamları polis neden aldı acaba
Bir zamanlar; "Camiden mi getirdik?" diye sorarlardı. O zamanlar, camilerin ve cami cemaatlerinin belli bir saygınlıkları vardı. -Dincilik, İslamcılık, Allahçılık oynayan takıyyeciler sayesinde- artık camilerden de alabilirler, şaşırmam!...
Şimdi o intihar ettiği söylenenleri, acaba polis evlerinden mi aldı. Ve akıllarına; "Şu ışığı yanan eve girelim ve uyanık kimse varsa alalım ve öldürelim." gibi bir psikopatlık mı geldi?!...
TİHV'misiniz nesiniz?
Ya susun! Ya da susun!
Polise karşı, mehmetçiğime karşı, güvenlik güçlerimize karşı; suçluyu, adiyi, bölücüyü, şerefsizi savunmaktan vaz geçin!
Ve susun!
Yoksa bilesiniz ki milletin de sabrının bir haddi var ve sizler bu sınırı artık zorluyorsunuz! Susmazsanız bu millet sizi bir daha konuşamayacak şekilde susturur.
Suç makinelerinin, şerefsizlerin, ırza tasallutçuların, vatan hainlerinin, PKK'lıların insan hakları var, ama bu psikopatlarca katledilen, huzursuz edilen, gasp edilen, soyulan, taciz edilen, tasallut edilen kanuna saygılı insanların, insan hakları yok değil mi?
Sizin gibi ucubelerin savunduğu suçlular, insan sayılacak, hakları aranacak ama devletin himayesinde olan vatandaşlarımıza kim ne yaparsa yapsın öyle mi?...
Yeter artık! Yetsin artık!
Sevgili Güvenlik Güçlerimiz;
Güzel Polis kardeşlerimiz, evlatlarımız;
Kendinize biraz mukayyet olun lütfen!
Bu ağızlarının şirazesi bozuklara, bu uzaktan kumandalı yerli iş birlikçilere fazla malzeme vermeyin!
Ve Allah aşkına, o huzurlu ve keyifle dolaşabildiğimiz sokaklarımızı, caddelerimizi bize geri getirin...
Bu suç makineliğini maharet sayan, çoğunluğu da bölücü örgütün uzantıları olan şerefsizlere, bu cennet vatanı cehennem edin!...
Sizden istediğimiz bu!
Sizden beklediğimiz bu!
Hakkaniyetle, adaletle davranırsanız millet olarak sizi, hiç kimsenin, hiç bir siyasal kuvvetin karşısında yalnız bırakmayız!...
Sizin görevlerinize müdaheleye yeltenen siyasilerin işlerine de Allah şahidimiz olsun ki ilk sandıkta son veririz...
Huzuru özledik ve sizlerin sağlayacağınız huzurumuzu sizden istiyoruz...
"İt ürür, kervan yürür."
Sizler işinize bakın ve işinizi hakkaniyetle yapın.
Bu uzaktan kumandalılar, sizlerden şikayetlendikçe bilesiniz ki milletin size sevgi ve muhabbeti artacaktır...
İnsan hakları da varmış öyle miiiiii?!... Sevsinler insanlığınızı ve haklarını!
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

HEDEFSİZ SEÇİM !...

Ülkücüler hakkında herkes bir şeyler yazdı, herkes birşeyler söyledi...Ülkücülerden herkes kafasına göre bir şeyler bekledi, bir şeyler istedi...
Ben de; Türk Milliyetçiliğini, siyasi hayata kazandıran ve sancağı altına topladığı Türk Milliyetçilerini -kimseye fark ettirmeden ve kimseyi incitmeden- Ülkücüleştiren otoritenin, Son Başbuğ'un ağzından nakledeceğim özdeyişlerle Ülkücülere seslenmeye niyetlendim.
"Ülkücü kimdir?'Ben'i aşarak 'Biz'i hisseden, 'Biz' diyerek nefsini kör kuyulara çıkmamak üzere atandır.Dağlarıyla, taşlarıyla, ırmaklarıyla, yollarıyla bir kara parçasını vatan yapandır.Haksızlık karşısında susmayan, davasından taviz vermeyen; korkaklığı, pısırıklığı, nemelazımcılığı lügatinden atıp çıkarandır.Hürriyet kavgasında kırk yiğitin başında Kürşad; il derleyip vatan kuran İlteriş; bilgelikte Tonyukuk, Akşemseddin; Malazgirt Ovası'nda ak kefen içinde Alparslan'dır.Bir Bozkurt silkinişiyle esaret zincirini kırandır.Ülkücü budur,Ülkücü budur,Bunun dışındakiler külli yalandır." Alparslan Türkeş
Bu tarifi, Ülküdaşlarımla, gönüldaşlarımla, dostlarımla paylaşmıştım. Bir daha hatırlatarak paylaşmak istedim...
Yine Son Başbuğ'un tarifiyle Ülkücünün Bayrak olarak görüldüğünü, hatırladım... Son Başbuğ'un "Ülkücü bir bayraktır.Bayrağı yere düşürmeyin. Lekelemeyin.." şeklindeki tarif ve öğüdünü hatırladım...
Başbuğumuzun; "Milliyetçilik; reaksiyon değil aksiyondur.Dinamiktir."
"Dalından kopan yaprağın akıbetini rüzgar tayin eder." Öğütlerini de hatırladım. Bunları hatırlayıp hatırlattıktan sonra daha ne söylenebilir bilemiyorum!...
Devlet olarak darda; millet olarak zorda olduğumuz talihsiz bir süreç yaşıyoruz...
Bu talihsizliğin müsebbibi de biz'iz!...
Seçilenlerin tamamını biz seçtik ve beğenmeyen de biziz! Şimdi mecburen -ne demekse- seçip, yarın küfredeceğimizi bilen de biz'iz!
Sevgimizi paylaşamıyoruz!...
'Lailaheillallah.' diyoruz ve Allah(c.c.)'a öylesine sahipleniyoruz ki; -haşa- sanki kimseye Allah bırakmıyoruz!.
Kur'an'ı da, Peygamberimiz (s.a.v.)'i de öylesine sahipleniyoruz ki; bizden başkalarına kalması mümkün değil!
Hadi bunlara olabilir diyelim ama siyaseten öylesine adamcı, öylesine taraftar oluyoruz ki, bizden başkasına asla O'nun yanında yer yok!
Yanlış yapıyoruz!
İmanımızdan başka kendimizin olan hiç bir şeyimiz yok!... Diğer ne varsa hepsi Allah(c.c.)'ın lütfü inayetiyle eşref'ül mahlukat olarak yaratılmış olan Biz'im. Hepimizin...
İnanç ta,
Bayrak ta,
Vatan da,
Devlet te,
Cumhuriyet te Biz'im!...
Ama sadece "Benim!" deme bencilliğine de hakkımız var!
Bu bizim olan değerler uğruna verdiğimiz canlar da, akıttığımız kanlar da bizim. Bu verdiğimiz canlara, akıttığımız kanlara akıttığımız göz yaşları da bizim.
Amerika'da oturup, CİA'nın özel korumasında ve özel yönlendirmesiyle, nalına da mıhına da vuran, sahte dini otoriteye karşı duran tavır da bizim!
Kimseyi, kimseye şikayet etmeyeceğim artık! Sadece beni, bana şikayet ediyorum!
Susmam, susturulamam zannediyordum, sustum!
Beni susturanlar, sadece gönlümle susturdular, onu da biliyorum!
Susan gönlüm; hem isyankar, hem de suçlu!
Konuşmaya, nara atmaya kendim karar verdiğim gibi, susmaya da kendim karar verdim zannediyordum. Ama öyle değilmiş!
İnsanı incitmeden de, tazyik yapmadan da susturabilirlermiş!
Bizi çok iyi tanıyan senaristler, yerli işbirlikçiler bu yolu da biliyorlarmış!
Şimdi; onların da, benim de bildiğim ve iki tarafın da bildiğini bildiğimiz sebeplerden dolayı susmaya devam edecek, suskunluğumla vermem gereken işaretimi vereceğim...
Siyaseti bilmediğimi biliyorum ve bu siyaset diye tariflenen çirkefi de öğrenmeye asla niyetim yok.
Allah(c.c.); ne milletimin, ne de benim kandırılmama ve incitilmemize izin vermez inşallah...
Bu millet, incinirse incitir! Vallahi incinirsem ben de incitirim...
Yakında refikimiz olacak olan bir gönül dostumun da, böylece ne demek istediğini ve halet-i ruhiyesini çok iyi anlayabiliyorum...
Kanayan yara bizim, yaraya basacağımız tuz bizim!...
Karşıda canan olmamasına rağmen, canan sayarak uğrunda vermeye hazır olduğumuz can da bizim!...
Siyasetin develiğine gönüllüyüz, biliyorum!
Heyecansız ve hedefsiz bir seçim...
Bakalım sandığımızdan keklik mi çıkacaaak, kuş mu çıkacak?!
Hadi milletim, seçime...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa Aslan

Pazartesi, Haziran 18, 2007

DOLMUŞ KUYRUKLARINDAN ANKET...

Hiç kimse, öfkesini benim kadar zaptedip, benim kadar içine hapsetmemiştir...
Hiç kimse, benim kadar diline kadar gelen küfürlerini yüreğinin çöplüğüne atmamıştır...
Oysa Neyzen Tevfik; "Küfür, en etkili müsekkindir." der!...
Kulakları çınlasın Erzurum'dan bir kadim Dostum da; "Küfür delikanlının yüreğinin yelpazesidir." der ve Allah için de kendine has küfürlerinin hakkını verir!...
Özel tüketimim sigaramın haricinde tek lüksüm; işten eve, evden işe taksiyle gitmemdi. Şükürler olsun büyüme rekorları kıran ekonomimizle, gayrı safi milli hasılamızdaki muhteşem artışla, artık Rabbim'in; "Yürü ya kulum!" dediklerinden olduk.
Herhalde Türkiye'nin bütün büyümeleri, benim cebimden yapıldı! Çünkü her yerdeki, her şeydeki büyüme ve iyileşmeye inat, benim cebim ha bire boşalıyor!...
Barım yoook, pavyonum yok!
İşim-işretim de yok!
Sigaramdan gayrı keyfi bir harcamam da yok! Yani sıfır masraflı bir adamım!...
Büyüme rekorları kıran Türkiye'de sıfır masrafıma yetecek param da yok!
Şükür taksiye ayıracak param da kalmadı ve dolmuşa talime başladım uzun yıllardan sonra...
Uzun dolmuş kuyruklarına takılıyorum her akşam eve dönmek için...
Özellikle siyasiler; "Bana ne kardeşim?" diyeceklerdir biliyorum. Ama yine de durumu onlara anlatmak ve birde benim anketime kulak vermelerini önermek için yazdım bunları...
Dolmuş duraklarını, siyasilerimiz bilmezler.
Mesela Ankara'da, Kızılay'ın tam göbeğinde Güven Park diye bir yer var...
Ankara'nın epeyce yerinin dolmuşları oradan kalkar. Ve her akşam; en az 2-3 saat yüzbinlerce Ankaralı, orada dolmuş kuyruğuna girer...
Heyyy! Siyasiler! kendilerini yukarda ve elit zannedenler!...
Oyun ağırlığı ve çoğunluğu, bu kuyruklarda bekleyenler biliyor musunuz?
Ama nerden bileceksiniz siz? Etrafınızdaki yağlamalardan, yağcılardan başka taraftar mı görür gözünüz sizin?
Kendileriniz gelemezsiniz ama; özel kalemlerinizi, danışmanlarınızı birer günlüğüne de olsa bu dolmuş kuyruklarına gönderin ve kuyruğa sokun.
Sokun ki; en AKP'li bilinen yerlerin sakinlerinin Recep Tayyip Erdoğan'a ve avanesine; en CHP'li bilinen Çankaya'lıların CHP ve deniz Baykal'a; en ülkücü bilinen Balgatlıların Devlet Bahçeli'ye, velhasıl mevcut demokrat geçinen ve listeleri iki dudakları arasına mahkum eden, demokrat(!) genel başkanların tamamına, yapılan küfürleri duysunlar!...
Danışmanlar veya özel kalemler, oralarda duyduklarını size aktarırlar mı bilmem ama; yeminler olsun, bir haftadır kuyruklarda, her genel başkana duymadığım iltifatları duymaktayım!...
Bir de kendimi küfürbaz zannederdim!...
Bu kuyruklardaki asık suratlı çoğunluğu ve kuyrukta beklerken yaptıkları sohbetleri dinleyerek, sandıktan keklik mi, yoksa kuş mu çıkacağını vallahi çok merak ediyorum!...
Milletin Tandoğan ve Çağlayan mitinglerine sahiplenenler de yanılabilirler, o mitingleri solcu diye tarif ederek katılmayan milliyetçi partiler de, o kalabalığı "Bindirilmiş kıtalar" diye tarifleyenler de yanılabilirler, millete "ananı da al git!" diyen AKP'liler de yanılabilirler...
İşiniz kolay gelsin Bağımsız Adaylar...
Milletin içine inmeyi, birebir neden siyasete girdiğinizi anlatmayı başarırsanız vallahi bütün partilerden çok oy alacak gibisiniz...
Milletle alay eden, milli iradeyi görmezden gelen, kendilerinden başkasını Allah yarattı demeyen; ben merkezli, kendilerinden başka akıllı olduğunun farkında olmayan, parti teşkilatlarını babalarının dükkanı zanneden, demokrasi lümpenleri, genel başkanların ve avanelerinin millet nazarında itibarları, kredileri pek yok gibi!...
Hadi genel başkanlar; danışman veya özel kalemlerinizi bir ara bu kuyruklara gönderin!...
Hadi milletim, kolay gelsin. Allah(c.c.), ferasetimizi keskin kılsın...
Bu da, bendenizin bir dolmuş kuyruğu anketim olsun...
Hadi seçime!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 16, 2007

MEHMETÇİĞİM DAĞLARIMIZI CANLI TUTUYOR...

Köroğlu;
"Ferman padişahın dağlar bizimdir." demişti.
Dadaloğlu; "Ölen ölsün kalan sağlar bizimdir." demişti.
Mehmet Akif;
"Ne kadar büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi
Bedr'in arslanları ancak bu kadar şanlı idi." demişti.
Bir başka şairimiz;
"Biz biliriz bizim işlerimizi.
İşimiz kimseden sorulmamıştır.

Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle,
Başımız bir kere eğilmemiştir." diye, naralanmıştı.
Bir başkası;
"Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister
Büyük devlet kurmak için büyük kan ister." diye tarif etmişti.
"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak." diyede en kötü halimizi yine Akif tarif etmişti.
Zaman döndü!
Artık ferman padişahın değil, dağlar da bizim! Çünkü padişah yok...
Artık biz, bizim işlerimizi bilemiyoruz çünkü, ABD'den ve AB'den yani haçlıdan sorulmadık işimiz yok!...
Artık büyük devlete de ihtiyacımız yok herhalde, büyük devlet kurmak için büyük kana da!... Askerlik yangelip yatma yeri, şehit kelle, düşman sayın!
Sadece "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak." inancım kaldı. Bana kızanlar kızsınlar, küsenler küssünler çünkü "inancım" dedim, "inancımız" değil!... Kendimi çok yalnız ve "son ocak" olarak görmeye başladım!...
Televizyonlarda, internet sitelerinde bir haber var ki, kanımı dondurdu. Aklımı başımdan aldı ve sadece; "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak." inancımla başbaşa kaldım!...
Haberi bir internet sitesinden aynen alıyorum:
"ABD'de çarşamba günü, Türkiye'den askeri yetkililerin de katılımıyla muhafazakâr Hudson Enstitüsü'nde yapılan bir toplantıda, Anayasa Mahkemesi'nin emekliye ayrılan başkanı Tülay Tuğcu'ya suikast, PKK'nın Beyoğlu'nda 50 kişiyi öldürmesi, ardından da Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini içeren bir senaryonun konuşulduğu iddia ediliyor.
Toplantı Çarşamba günü, Türkiye'den ve Washington'dan Türk askeri yetkililerin katılımıyla yapılıyor.
Türkiye'den, Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki Stratejik Araştırma ve Etüd Merkezi'nin Başkanı ve bazı yetkilileri katılıyor toplantıya. Ayrıca Türkiye'nin Washington'daki Savunma Ataşesi Tuğgeneral Bertan Logarlaroğlu'nun da katıldığını öğrendik."
Buyurun!...
Hadi, vatanın bölünmez bütünlüğü hakkında hamasetler yapalım!...
Buyurun; şehitlerimize sahip çıkmaya niyetlenirken, polisimizce engellettirilelim, engellenelim!...
Buyurun; "Vatan sağ olsun!" diye çocuğuna ağlamayan yeni ana-babalar arayalım bakalım ne kadar kaldı?
Şehit cenazelerine katılmak isteyen vatandaşlarını, camiye sokmayan kaç devlet vardır acaba?
Demokratlığın, demokrasinin arkasına saklanarak; bölücülerin, teröristlerin leşlerine törenlerin yapılmasına, resmi belediye araçlarıyla leşlerinin taşınmasına, cenaze törenleri yapılmasına ve bu törenlerde; "Katil Devlet! Katil TC!" diye bağıranlara ses çıkarmayanların; şehit cenazelerinde iktidarı suçlayanlara soruşturma açılacağını söylemelerine sessiz kalın!...
Türk Milleti olarak; herşeye rağmen, aleyhteki bütün karalamalara rağmen en güvendiğimiz kurumumuzun, bunlara sessiz kalması kadar bizi hiç bir şey incitemez!...
"Darbe yapın!" diye çığırtkanlık yapmıyoruz. Hatta; "Size ne siyasetten? Siz devletimize yönelik dış saldırılara karşı tedbirlerinizi alın. -Allah korusun- ölürseniz şehidimiz, kalırsanız gazilerimiz, kahramanlarımız olun. Siyaseti bize, millete bırakın. Biz deneme yanılma yoluyla mutlaka bir gün doğruyu buluruz." diye seslenenlerdeniz...
Ama ABD'de, yapılan toplantının aslı varsa ve hala ABD'den müttefiklik adına kazık üstüne kazık yiyorsak ve yiyeceksek; şu ABD ile ilişkilerimizi sür'atle masaya yatırttıralım. O alçakça, kalleşçe toplantıda kim varsa, cezasını verdirttirin!
Bu konuda yapabileceğiniz ne varsa yapın Allah aşkına!...
Genel Kurmay Başkanımız'ın şehit cenazesinde duygulanarak ağlaması, belki çok insani bir davranıştır ama; biz Genel Kurmay başkanımız'ın ağlamasına razı değiliz!
Paşamız'dan; Türk analarını ağlatan şerefsizlerin analarını ağlatmasını bekliyoruz, istiyoruz...
Canımızın dayanılmaz derecede yandığını, başka hangi dille ve kime anlatmalıyız?...
Ya bize yol gösterin, yaralarımıza merhem olun, ya da fermansız dağlara mı çıkalım?...
Padişahlı da, padişahsız da bu dağlar bizim.
Ve bizim çocuklarımız; bu dağlar bizim kalsın diye dağlarda can vererek dağları canlı tutuyorlar...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 12, 2007

NE YAZIK DÜŞMANI DIŞTA BİLİRDİK...

Öfkeden gözüm karardı ve mantığım, 37 yıl öncesine mecburi bir hafıza yolculuğu yaptı!
8 Haziran 1970 günü Edebiyat fakültesi'nde Yusuf İmamoğlu, komunistlerce kurşunlanarak şehit edilmişti. Cebinden 35 kuruş ve kendi yazdığı bir şiiri çıkmıştı. Yapılan otopsisinde üç gündür yemek yemediği de tarihe bir yüz karası olarak nakşedilmişti.
Ülkücüyüm diyen her kesin nakaratını bildiği bu şiiri, hatırlatarak paylaşmak ve yeniden öfkeme dönmek istiyorum...

HAYDİ YİĞİT

Unutturacaklarmış benliğimizi
Kundaklayacaklarmış kimliğimizi
Yeniden göstermek için varlığımızı...
Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına...

Kur'an'a rehber diye sarıldık
Eğilmedik! Düştük, öldük, kırıldık
Ne yazık düşmanı dışta bilirdik...
Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına...

Elimizi Hak'tan yana açarak
Zafer ışığını coşup saçarak
Maziden atiye bir yol açarak,
Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına...

İmamoğlu getir bu aşkı dile
Atıver kendini şu coşkun sele
Kim bilir kaç yürek çarpar seninle...
Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına...
Yusuf İMAMOĞLU
"Kundaklayacaklarmış kimliğimizi... Ne yazık düşmanı dışta bilirdik." dizelerine ciğerlerim yanarak takıldım...
Bana bu kahraman Şehidimizi ve muhteşem ibretlik dizelerini, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın: "İçerdeki beş bin terörist bittimi ki, dışardaki beş yüzle uğraşalım?" sözleri hatırlattı!...
İmamoğlu rahömetli de "Ne yazık düşmanı, dışta bilirdik." diye dert yanmış tam 37 yıl öncesinden. Dert yandığı, şikayetlendiği ve bu şikayetlenmeye baş kaldırmaya niyetlendiği günde de kurşunlanmış!...
Şimdi öfkeden gözlerimi karartan sözlere dönmek isterim.
Bre Başbakan!
Sen kimi kime şikayet ediyorsun?
Sen, ağlanacak mevkide misin? Yoksa şikayetlere çare üretecek yerde misin?
Millet seni, çareler üretesin diye seçmişken; sen askerini millete şikayet etme cür'etini, kimden alıyorsun?
Millete şikayetlenirken, kendini nasıl ele verdiğinin de farkında olamayacak kadar ferasetinin bağlandığını bilesin!...
İçerdeki "beş binle" sen ve sana bağlı İçişleri Bakanı uğraşmayacak mı? İçerdeki beş bini içişlerine bağlı güvenlik güçlerimiz yok etmeyecek mi?
İçerdekine de TSK bakacaksa, siyaseti de TSK yönlendirecekse sen ne iş yaparsın? O icra makamını neden işgal edersin?
Habur Kapısı'nı, sen kapatmayacak mısın?
Barzani alçağına nerdeyse bedava verilen elektriği, sen kesmeyecek misin?
Barzani alçağının Mersin'deki ve Türkiye'de var olduğu söylenen yüzlerce şirketine sen el koydurmayacak mısın?
Irak'ta iş yapan ve işlerinin parasını ABD'den alan yüzlerce Türk iş adamını, geri sen çağırmayacak mısın?
İncirlik Üssü'nü kapatacak siyasi iradenin adı hükümet değil mi? Bu üssü kapatırsan silahlı kuvvetlerimizin başına geçirilen çuvalın da intikamını alarak kahramanlaşabileceğinin farkında değil misin?
Bir başka öfke sebebim daha!
Şehit cenazelerinde, "katil İktidar!" diye bağıranlar hakkında İç İşleri Bakanlığı'nca soruşturma açılacakmış!...
Açın! Tamam! Hatta isterseniz önce benden başlayın! İsterseniz kendimi şimdiden ihbar edeyim. -Allah korusun- İlk şehidimizin cenazesinde "Kahrolsun iktidar!" diye bağıracağım söz!...
Çünkü; Hrant Dink'in katledilmesinde bir kaç dakikada sokakları doldurup hep bir ağızdan; "Hepimiz Hrant'ız, hepimiz ermeniyiz! Katil devlet!" diye bağıranlara neden soruşturma açmadınız?
Yoksa Devlet başka, iktidar başka mı?
Yoksa Devlet başka, siz başka mısınız?
Onlara soruşturma açmadan; bana da, "katil iktidar!" diye bağıranlara da soruşturma açtıramazsınız?...
Açarsanız da, milletin sizin başınıza açacaklarını görürsünüz...
Yoksa; "Ne yazık düşmanı dışta bilirdik." diye 37 sene önceden, tarif edileni, hala tanıyamadınız mı?...
Benden söylemesi...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa Aslan

Pazar, Haziran 10, 2007

DESPOT DEMOKRAT(!)LAR...

Günlerdir; şu seçim denen illet, seçim diye dayatılan bela, seçim diye dayatılan seçimsizlik, gündeme geldi geleli takıldım demokrasiye!...
Nedir bu demokrasi?
Nasıl bir şeydir ki bu, herkes darlandığında demokrat oluyor!... nasıl bir güçtür ki bu, en güçlü güçsüzler, onun arkasına saklanır!
Günlerdir, kulakları çınlasın bir refikimin -Yavuz Selim Demirağ'ın- tarifiyle kırmızı ışıkta yazı yazabileceğimi zanneden ben, tek kelime yazamadım!
Natıkam ve düşünce melekelerim, öfkeme yenik düşerek teslim oldular!...
Çaresizlikten Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğüne baş vurdum. Aynen alarak konuşmaya çalışacağım.
demokrasi: Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlık
demokrat: Demokrasi yanlısı
Sondan, demokrattan başlamak istiyorum. Demokrat, demokrasi yanlısı. Yani, halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçiminden yana olan demek...
Ve bütün parti genel başkanlarımız da demokratlar tabi! Tamamı, halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçiminden yanalar!
Sıkıldım artık!
Karakterimden şüpheye düşmeye başladım!
75 milyonluk dev bir ülkenin insanlarının kaderinin, 5-6 kişinin iki dudağı arasındaki mahkumiyetine millet itiraz etmiyorsa ben baş kaldırıyorum. İSYAN EDİYORUM!
Başlarım böyle demokratlık diye yutturulmaya çalışılan sahtekarlığa ve başlarım böyle demokrasi diye dayatılan despotluğa!...
Benim tanımadığım, benim tasvip etmediğim, benim asla oy vermeyeceğim birilerini bana seç diye dayatmaya hangi despotizmin, hangi despotun hakkı var?
Ve bu despotizmi de; "Sakın ha! Bölünmeyelim. Memleketi solculara, bölücülere teslim etmeyelim!" şeklinde kamufle ederek, bana solun lillahlarını seçmeyi demokrasi diye dayatmaya hangi faşizmin hakkı var?...
Bana aptal muamelesi yapmaya, hangi güçlü aptalın hakkı var?
Her gün üçer beşer toprağa düşerek, toprağın vatan kalması bedelini ödeyen Mehmetçiklerimin önünde duran hangi gücün, hangi işbirlikçinin, hangi uzaktan kumandalının bana demokrat olduğunu kim söyletebilir?
Vatan elden gitmesin diye bu çocuklarımız, dağlara can veriyorlar demokratlaaaar!
Bu demokratım diyen sahtekarlardan birilerinin, lal olası dillerinden; "her gün mehmetçik şehit olurken subaylar nerede?" gibisinden haince, puştça, şerefsizce sözler çıkmıştı!...
Bu şerefsizlere inat komutanlarımız da şüheda kervanına katıldılar. Allah hepsini cennet mekan eylesin.
Bu kahramanlar, bu yiğitler, başımızı dik tutmak için bağrımıza ateş düşürürlerken; bu lanet demokratlar, bu sahte demokratların çocukları, neredeeee?!!
Biri, çocuğuna çürük raporu alarak askerden kaçırır. Biri, daha önce sahte evraklarla askerlikten kaçmaya çalışırken bile bakanlık yapan bir milli görev kaçkınını yeniden listelerine alarak vitrin yeniler ve demokrat rolüne soyunur. Biri, yıllarca çarpıştığı dağdakileri düz ovaya, siyasete davet eder. Birinin, çoluğu, çocuğu yoktur zaten. Ne askerlikten anlar, ne de asker yolu beklemekten.
Ve bunların hepsi, demokrat! Yani hepsi halkın egemenliği ilkesine dayanan yönetimden yanalar!...
Hadi ordan!
Hadi ordan!
Hadi ordaaan!
İçimden; şu kahpe bölücülerin baraj sistemini delmek bahanesiyle, meclise girip meclisimizde yapacakları rezaletlere seyirci kalacaklarını bildiğim bu sahte demokratlara oy vermemek için, sandıklara gitmeyelim demek geçiyor ama, aynı yolla bu despotlara baş kaldıran bağımsız adaylar da var. Onlara kıyamıyorum...
Ama, demokrasi arkasına saklanan bu despotların tamamını milletime şikayet etmesem de çatlarım...
Haaaa! Bu arada, demokrat olmadığımı, bu despotların demokratlığından Allah'a sığındığımı, bir daha hatırlatayım.
Bu demokrat olmayan ve olamayan demokratlarımız; alsın demokrasi diye dayattıkları, bu hiç bir şeye benzemeyen sistemi başlarına çalsınlar!...
Hadi milletim seçimsizliğe, sandığa!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 06, 2007

SİZİN BİZİM PAYLAŞIMI !...

"Mahkeme kadıya mülk değildir." bilinci ile, bürokrat olarak görev yaptığım yıllardan aklımda kalan bir anımla başlamak istiyorum.
Etkin görevimi yapabilmem için, devletin tahsis ettiği makamımda, misafirlerimle sohbet halindeydik. Konuklarım; devletle çok içiçe sandığım oysa devletin gerçek sahipleri olduklarını, yıllar sonra öğreneceğim sermaye patronlarının etkili isimleriydi.
Bürokrat konuklarım da vardı ve tabiiki siyaset konuşuluyordu gene. Bendenizin varlığımdan kaynaklı bir de açıkça hamaset vardı elbette. Hamasetin, vatan-millet söylemlerinin boyları aştığı bir anda, sermaye sahiplerinden birinin yetkilisi; "Ne diyorsunuz kardeşim?! Vatan sizin, toprak bizim. Gidin savaşın!..." demiş ve yıllarca aklımı başımdan almıştı!...
Hamasetimiz, yıllar öncesinden sermayaye yenik düşmüştü.
Ama inatla ve yıllarca hamasetimize devam etmeye çalıştık. Hamaseti söz konusu ederek aklımızı, tatile gönderdik ve bizim akıllarımız tatildeyken, sermaye ve hakim güçler yeniden bir savaşı daha kazandılar!..
Artık hiç bir şeyi saklamaya da gerek görmüyorlar!...
Hiç kimseden pervaları da yok!
Onların pervasızlığı; onların güdümündeki siyasilerimize de sirayat etti ve hem paranın hem de siyasetin gücünü kontrollerine alan hakim güçler ve onların yerli işbirlikçileri, saklamadan kanaat ve kararlarını deklere ediyorlar!...
"Vatan sizin, toprak bizim! Gidin savaşın!" diye yıllar öncesinden söylemişlerdi.
Şimdi de:
Bayrak sizin, devlet bizim!
Mehmetçik sizin, ordu bizim!
Maliye sizin, para bizim!
Şehit sizin, zafer bizim!
Savaş sizin, kazanç bizim!
Din sizin, cemaat bizim!
Hamaset sizin, kurnazlık bizim!
Seçim sizin, adaylar bizim!
Sandık sizin, sistem bizim!
Emek sizin, kazanım bizim!
Sahne sizin, senaryo bizim! diyorlar ve;
Biz de bizim, siz de bizim! diye de son sözlerini söylüyorlar!...
Demokratik, laik, sosyal, hukuk devletiyiz ya!...
Demokrasi de, laiklik te, sosyal adalet te, hukuk ta hakim güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin kontrolünde ve bize sadece dayatılan adayları seçmek düşüyor!...
Bize ne yapılsa, bize ne yapsalar yeridir! Çünkü biz, bütün bu olanları ve olacakları, fazlasıyla hak ediyoruz!...
Seçtiklerimizi; birilerinin seçerek önümüze getirdiklerini asla görmeden, görmeye teşebbüs bile etmeden seçtiğimizi zannederek kendimizle oynuyor ve oynatıyoruz ya!...
Biz; dünyanın en zeki, en cesur, en kahraman, en demokrat milletiyiz ya!... Aziz Nesin, kulakların çınlasın!...
Aklımız da,vicdanımız da taraftarlık fanatizmi ile birilerine, bir yerlere bağlı ya!...
Biz hata mı yaparız?!...
Biz; liderler sultasına baş kaldıran bağımsız Türk adaylara oy verecek kadar akıldan noksan mıyız?!...
Hadi milletim!
Hadi sandığa!
Hadi seçime!
Bu seçimden ve bu sandıktan keklik te çıkabilir, kuş ta!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

HARİSLERİN DEMOKRASİ HIRSI !...

Bu nasıl bir hırstır Ya rabbi?!...
Bu nasıl bir nefse yenik düşmedir ki hepsi demokrat olduğunu söyleye söyleye demokrasiye katlederler ve demokrasilerin olmazsa olmazı siyasi partileri, seçimlere sokmamak için ellerinden gelen despotluğu uygularlar!...
Demokrat olmadıkları besbelli! Keşke demokrat değilim diyebilme yürekliliğini gösterebilseler. Vallahi milletin de, bizim de zorumuza gitmez.
Şimdinin demokratlarıyla, şimdinin demokrasi fedaisi geçinen demokrasi takıyyecileriyle, 1980 öncesinin anti demokrat diye tarif edilen siyasilerini mukayese ediyorum.
Parti içi demokrasi; il ve ilçe teşkilatlarının tesbit edeceği, delege seçimleriyle hissedilirdi. 1980 öncesinin, bütün partilerinin delegelerinde siyasi bir renk vardı.
Sağcı sağcıydı, solcu solcuydu. Ülkücü ülkücüydü, devrimci devrimciydi...
Şimdi kimin eli, kimin cebinde belli değil!
En sağcı, sol partide; en solcu sağ partide!
Sağcı bilinen partiler solcu, solcu bilinen partiler sağcı ve hepsi merkez! Ne demekse bu merkez? Siyasi literatürde merkez sıfırdır benim bildiğim oysa! Bir parti, merkezin ya sağındadır, ya da solunda. Ama bu sağcı solcuların da, bu solcu sağcıların da kendilerini tanımları "Merkez" !...
12 Eylül 1980 kıyametinin C-5 diye tarihe kara bir leke olarak düşen işkencehanelerinin mucidi ve kurucularından birisi -ki bu C-5'ler ülkücülere işkence etmek için kurgulanmış ve kurulmuştu; ki bu C-5'lerde hala kulaklarda çınlayan ülkücü feryatları var- buu C-5'lerin mucidi ve kurucularından birisi, ülkücülüğün hala ısrarla adresi olarak gösterilen bir partiden millet vekili adayı...
Kimin eli, kimin cebinde vallahi belli değil!
Kim, kime, niye oy versin?
Kim, hangi partiye, hangi adayı için oy versin?
Hangi partinin; baraj korkusu veya barajdan dolayı kendine gelecek haram oylar üzerine hayalleri yok?!...
Bu siyasilerin, vicdani namusları nerede?
Ve bu, demokrasi öyle mi?
İyi ki gününden -yıllar- öncesinden demokrat olmadığımı söylemişim.
Demokrasinin hükmü olan bir ülkede olsam; namusum, şerefim kadar kıymetlim olan oyum, bu kadar mı kıymetsiz ve bu kadar mı çaresiz olurdu?
Memleketimi bölmeye çalışanlarla, devletime kurşun sıkan ve sıktıranlarla, Başkentimin göbeğinde bomba patlatanlar ve onların yakınlarının oylarıyla benim -şerefim, namusum olan- oyum, aynı çaresizlikte, aynı güçsüzlükte mi olurdu?
Millet, çaresizleştiğinde çareyi siyasette aramalı değil mi demokrasilerde? Siyasetin çaresizleştiği, siyasetin siyasilerce çaresizleştirildiği bu isimsiz sistemde, çareyi nerede arayacağız?
Önümüzde seçim var!
"Seçin!" diye dayatılan, parti genel merkezlerinin bütün koridorlarını, duvarlarındaki lekelere kada ezberleyen, parti genel başkanları adındaki despotların, çoraplarının günlük renk ve desenlerini ezberleyen ucubelere mi oy vereceğiz, demokrat olabilmek için?!
Ben; bunlara, bu partilere, bu parti genel başkanlarının adaylarına oy vermeyi, zül addediyorum!...
20'ye yakın partinin seçime katıldığı bir seçimde, 300'e yakın bağımsız aday var!
Bunların bir kısmının, barajı delmek ve üniter yapımıza saldırıyı mecliste yapmak veya dünyanın gözü önünde sansasyon yapmaya hazırlananlar olduklarını biliyoruz. Ve bunların sayılarının 50 civarında olduğunu biliyoruz. Hatta hepsini isim isim biliyoruz.
Ya diğerleri?...
Ya 200'e yakın diğer bağımsız adaylar?
Bunların, parti genel başkanlığı adındaki despotlara kafa tuttuklarını, görmezden mi gelelim demokratik görünebilmek için?
Bu ne hırstır ya Rabbi?!
Millet vekili seçilebilmek hırsıyla, dünyaya gözlerini kulaklarını kapatanlardan mı bize çare çıkacak?
Tamamı, millete çare üretmek için siyasette olduklarını söylerler ama tamamına yakını milletten kopuk!
Birilerinin, çocukları çürük raporu alarak askere gitmez! Askerlik yan gelip yetma yeri değildir bu yüzden! Birilerinin çoluk çocuğu yoktur bu yüzden askerliği de bilmez, asker yolu gözlemeyi de!
Bu sebeptendir ki; adayların belli edileceği, daha doğrusu atanacağı günde Tunceli'de 8 (sekiz) mehmetçiğimizin şehadetinden haberleri bile olmaz!
Veya tv'lerde adaylıklarının anonsunu beklerlerken, heberlerde söylenen bu çarpıcı şehadet haberiyle ilgilenmezler bile!
Başbakan başta olmak kaydıyla, başa güreştiklerini söyleyen; tamamı demokrat, tamamı milliyetçi bu duyarsızlardan; 8 Mehmetçiğimizin şehadetiyle ilgili, millete ve ana-babalara bir teselli mesajı bile çıkmaz!
Bu ne hırstır Ya Rabbi?!
Bu ne aymazlık, bu ne milletten kopukluktur!
Bu harislerin demokrasi hırslarıyla, biz nasıl baş edeceğiz?
Bize bu harislerden kurtulabilmenin yolunu, ancak sen gösterebilirsin, bizlere sağ duyu ve akıl nasibeyle Ya Rabbi...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 04, 2007

LİDERLER SULTASINA BAŞ KALDIRI !...

Büyüksün Milletim!...
Ferasetlisin Milletim!...
Siyasetin; çarenin bittiği yerde çare üretme sanatı olduğunu, dünyaya öğretiyorsun!...
Aday adayları, parti genel merkezlerinin kapılarında ve koridorlarında genel başkan adındaki despotların peşinde koşarken; bölücüler, 8 vatan evladını daha şehit ettiler! Sekiz Türk evine daha şivan düştü!...
Ama ne genel başkan adındaki despotların, ne de onlara görünebilmek için olmadık taklalar atan aday adaylarının umurunda değil!...
Bütün Türk Milleti'nin ve mehmetçiklerimizin ana-babalarının başları sağ olsun. Allah(c.c.) o civanlarımıza cennet nasip etsin...
Şimdi sıra sende Milletim!...
Sana mensup bir millet evladı olduğum için, Rabbim'e binler-binlerce şükür!...
Liderler demeyeceğim çünkü lider tanımlı, lider davranışlı hiç kimse bu despotların yaptığını yapmadı, yapmaz da!...
15 kişiyi bir araya getirerek bir parti kuran, kendisini Lider diye tayin etti!...
Yıllarca emrinde çalıştığı liderine ihanet ederek onu arkadan vuranlar da kendilerini Lider tayin ettiler!...
İnsan babasının gözünü oydurmakla "Köroğlu" olamıyor, ancak körün oğlu olabiliyor!..Bilmelerine rağmen, millete aptal muamelesi yaparak atladılar bu gerçeği!...
Büyük Milletim;
Bu genelbaşkanlar sultasına baş kaldırışını, ayakta alkışlıyorum!...
Resmi olmayan listelere göre şu ana kadar Türkiye genelinden 227 Bağımsız Aday müracaatı var.
PKK'nın desteğindeki, demokrasi arkasına saklanan bölücüleri, aşağı yukarı tahmin yürüterek ve fazla fazla sayarak düştüğümüzde, geriye 170 bağımsız aday kalıyor...
Büyük milletim; bu muhteşem baş kaldırına, Allahını seversen sahip çık!...
Milleti kendilerine mecbur zanneden, kendilerinden başkasını Allah yarattı demeyecek kadar bencil, kendilerinden başkasında aklın varlığını kabul etmeyen bu zeka özürlü genel başkanlara; Allahını seversen hadlerini bildir.
Türkiye'nin, demokrasinin, cumhuriyetin geleceği; tarihimizin hiç bir döneminde bu kadar ipotek altına alınmaya çalışılmadı!...
Geçmişteki en despot bildiğimiz Liderler de, genel başkanlar da günümüzün despotlarından demokrattılar...
YSK'ya listelerin verilmiş olmasına rağmen hala listeleri belli olmayan partiler var!...
Hala aday olup olamadığını bilemeyen ve öğrenmek için genel merkez koridorlarında dolaşan, genel merkez kapılarında pusu nöbetine yatan karakter fukaraları var!...
Ne bu saate kadar bekleyenlerden millet vekili, ne de onları ve milleti bu saate kadar habersiz bekletenlerden lider olur!...
Pazar günü; "Fırtına Öncesi Sessizliği" diye yorumlamış ve konuşmaya pazartesinden itibaren başlayacağımızı söylemiştim..
Artık benim ve bizlerin konuşmamıza gerek yok Milletim!...
Artık söz sende!...
Artık seninle alay eden, sana aptal muamelesi yapan, sana maraba tavrı takınan, bu genel başkanlıkla liderliği birbirine karıştıran nefs esirlerine, hadlerini bildirme sırası sende!...
Ülkemizin bölünmez bütünlüğünü, sistemimizi, devletimizi kendilerine rakip görenler hakkında konuşmayacağım. Çünkü onlar; biz ne dersek diyelim arkalarında zannettikleri dış mihrakların emri doğrultusunda hareket ediyorlar!...
Ama sağ gösterip sol vuranlardan, sol gösterip sağ vuranlardan hesap sorma günün geldi!... Siyaseten senin sandığa gömerek hafıza çöplüğüne attığın eskiler; yeni ünvanıyla sana dayatılmaya çalışıldı! Buna baş kaldıran siyaset kahramanları da, bağımsız olarak müracaatlarını yaptılar!...
Büyük Milletim;
Bağımsız aday olarak gerçekten milletin vekilliğine soyunan bu cesur insanlara bağrını aç...
Senin adına genel başkanlık tiranlığına baş kaldıran bu siyaset yiğitlerine, Allahını seversen sahip çık!...
Senin evlatların olan bu cesur yüreklere sahip çık ki, bu yiğitlerde önce seçim meydanlarında, sonra da mecliste senin hakkını savunabilsinler ve sen de bir daha öfkene yenilerek dizlerini dövme!...
Çünkü bu kadar bağımsız aday, liderler sultasına bir baş kaldırıdır...
Umarım sen de bu başkaldırıyı, bizim gibi okursun...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 02, 2007

FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİĞİ...

Sevgili Dostlarım;
Cumartesi ve pazar günlerini kendime ayırmaya, yıllardır uğraşmama rağmen bir türlü bitirmenin nasibolmadığı kitabımı tamamlamaya çalışırım.
Ama olmuyor!...
Vefa'nın artık bir semt adı olma özelliğini bile kaybettiği günümüzde; taraftarlıkla ülküdaşlık arasındaki farkın -asla- farkında olamayacak olan, kiralık akıllılar yüzünden hem sizlerin hem de kendimin hafta sonum da güme gitti!...
Sizlerle hemhal olmanın zevkini, keyfini anlatabilmeme imkan yok.
Bizler, yerel kalemler, parayla yazı yazmayız. Yani "Dolma Kalem" değiliz. Patronumuza cebimizden, nafakamızdan bağlı değiliz. Bu yüzden de hür kalemleriz, hür vicdanlarız.
Günlerdir yaygın basında ve internet sitelerinde Mehmet GÜL ülküdaşım ve bazı ülküdaşlarımız hakkında haberler cirit atıyor. Verilen haberlerin az da olsa gerçekle alakası olsa vallahi ilgilenmem. Ama tamamen asılsız bir gazete haberi yüzünden yürekleri incinen taraftarların, galiz hakaretlerle yüklü sözlerini görünce yazmaya karar verdim.
Bir kaç gün önce asparagas bir haberi köşesinden veren bir "Dolma Kalem"e seslenirken; "Eğer bizim bildiklerimizi bilseler, bu adamlar neler yapmazlar ki?" diye bir şeyler söylemiş ve "Vicdani Namus"tan bahsetmiştim.
Vicdani namus, yazmak üzere sorulmayan sohbetlerin, olduğu yerde bırakılmasını emreder...
Mehmet Gül, yaklaşık 35 yıllık ülküdaşım ve dostumdur. Varlığı ile müftehir olduğum çok ta özellerimdendir.
Kendisiyle ilgili yorumlara, gerek görürse cevap verir ve verebilecek kapasitesi de vardır biliriz.
Keşke kendisinden izin alarak yazsaydım!... Ama dayanamadım. Birebir görüşmem sonucu edindiğim bilgi; Mehmet Gül'ün bu dönem, ne MHP'den ne de her hangi bir partiden adaylığını koymayacağıdır...
Kendi ağzından duyduğumda nasıl sevindiğimi bilemezsiniz... Bir o kadar da üzüldüm elbet!...
40 yıllık baba ocağımız bizlere, bizler de ocağımıza yabancılaştırıldık.
Şahsen ben, MHP'ye oy vermeyeceğimi açıklamıştım. Sonra da oyumu vereceğim yerin adresini de açıkladım. Ama içinde Mehmet Gül'ün de olduğu yaklaşık kırk yıllık ülküdaşlarımdan bazılarının, aday edilmeyeceklerini bile bile MHP'den müracaatları yüzünden söylem ve tenkitlerime ara verdim.
Bu ara veriş ve susuşum, Pazartesine kadardır.
Pazartesinden sonra listeler belli olduktan sonra; hangi partinin aday listelerinde kimlerin olduğunu, hep beraber göreceğiz.
Listeleri gördükten sonra elbette bütün ülküdaşlarım, ellerini vicdanlarına koyacaklardır.
Birileri, birilerini "Türkeş'e ihanet"le suçlarlarken; Başbuğumuz'un özel iltifatlarına muhatap olmuş Ülkü devlerini dışlayan ve "Ne Türkeş çizgisi kardeşim? Türkeş öldü. Artık Bahçeli çizgisi var. Hareketin lideri Devlet Bahçeli." diye sloganlar geliştiren yol arkadaşlarına oy vermenin ne anlama geleceğini, her kes yargılayacaktır.
Yine Başbuğumuz'un kendi el yazısı ile oğluna, "Oğul Bey"e gönderdiği mektubunda; "Devlet Bahçeli MİT'tendir. Arkadaşlarımız MİT'ten uzak durmalı." uyarısını görmezden gelenleri de vicdani mahkemelerde yargılayacaklardır.
"Oğul Bey" ünvanını benim verdiğim ve babasından aldığı kesin bilgilere rağmen 'Bahçeli MHP'den aday adaylığını açıklayan, kendine vefadan başka hiç bir suçu olmayan Oktay Öztürk ve arkadaşlarını siyaseten ortada bırakan Tuğrul Türkeş'le ilgili de pazartesinden sonra konuşacağım...
Millet vekili olmak, bu kadar mı önemlidir? Millet vekili olabilmek için arkadaşların terk edilmesi, ahlaki midir?
Sadece bir arkadaşının listede olmasına itiraz edildiği için seçim ittifakını bozabilecek kadar vefalı ve fedakar olan Muhsin Yazıcıoğlu, yoksa aptal mıdır?
Türkiye'de kaç kişinin Muhsin Yazıcıoğlu kadar, bağımsız seçilme şansı vardır?...
Bu haklı mukayeselerimi de sonraya bırakacağım.
Bu gün sadece "Yanlış safta duran, yanlış tarifi alır." kararımı hatırlatmakla iktifa edeceğim...
Mehmet Gül ve onun gibi sayısız kaliteli, kalifiye, ülkücü siyaset adamını siyaseten dışlayanlarla gücümüzün yettiğince mücadele edeceğiz elbet...
AKP'nin değirmenine suyu; "Bahçeli MHP'nin Bahçevanı" ve "Yol Arkadaşları"na, taraftarlık fanatizmi ile destek verenler taşımaktadır bilinmeli artık!...
Türkiyeli'den daha yumuşak söylemlerle, Çiçek Bahçesi tarifiyle "Ne mozaiği ulaaan!" vecizesini de unutturmaya çalışan; "farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi"ne talip olan; "Toplumsal dayanışmanın siyasal iz düşümü" şeklindeki tarihi, sel'li sal'lı vecize ile geçmişini inkar eden; tek dil, tek vatan, tek bayrak şuurunu inkar ederek il başkanına kürtçe oy isteme izni verebilen, Haçlı'nın yeni adı AB ile asla ters düşmemek için her türlü tavizi veren milliyetsiz milliyetçileri, elbette anlatacağız...
Ama, pazartesinden sonra!...
Hiç bir ülkücüde Bahçeli MHP'nin Bahçevanı'nın, zerre kadar hakkı yoktur.
Ama hala listeye girebilme ümidiyle bekleyen 40 yıllık ülküdaşlarımızın, birbirlerinde hayat kadar kıymetli hakları, hatırları, gönül tahakkümleri vardır.
Ve bu gönül tahakkümü yüzünden ve asla böyle bir destek istenmemesine rağmen, pazartesine kadar susacağız...
Bu, bir geçici susuştur. Bu bir fırtına öncesi sessizliğidir...
Görelim Mevlam n'eyler
Neylerse güzel eyler...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ZOR İŞ DEĞİL Mİ?...

"Kristal bir evde yaşıyorsan başkasının camına taş atmayacaksın."
Zor iş!
Kendini aşmak, insanın kendisini tanıması, zor iş!...
Söylerken çok kolay ama; her kesin kendisiyle yapacağı sohbette, münakaşada, çekişmede pek te kolay olmadığının anlaşılacağı zor bir iş!... İkili, üçlü, beşli sohbetler de konuşmak elbette kolay değil ama pek zor da değil!... Herkesin bu sohbetlerde herkese söyleyeceği sözleri vardır...
Asıl söylemek istediğim; herkesin kendisiyle başbaşa kaldığında kendine itiraf edeceği bir gerçektir. Herkes, herkese her şeyi söylemeye niyetlenirken aklından geçirdiği isimleri, örnek aldığı kişileri, örnek verdiği kişileri söylemekte zorlanır.
İyiyi, güzeli, doğruyu yapmayı her kes ister. Ama herkesin içinde kendine göre bir iyi, kendine göre bir doğru, kendine göre bir güzel saklı!...Yani hepimizin, insanların tamamına yakınının şuur altlarımızda; kirlenmiş, iğfal edilmiş,kirletilmiş güzel tarifli,iyi tarifli, doğru tarifli şeyler saklı!...
Kirleten de, iğfal eden de ve -kendimizden bile- saklayan da biz!...
Böyle olunca da kendimiz kimseyle anlaşamadığımızı saklar, birilerinin bizimle anlaşmak istemediğini söyleriz. Aslında anlaşmayan da, anlaşamayan da kendimiziz.
Eskitmeyi çok sever olduk nedense!...
Eskilere itibar etmemeyi, -açıkça söylemesek te- çok tercih eder olduk. Bu yüzden de; insafsızca eskittiğimizi sanarken, hep beraber eskidiğimizin farkına varamaz olduk. Hani, "Her şeyin yenisi, dostun eskisi makbuldür.." diye bir sözümüz vardı!...
Duygularımızın eskiyerek, kişiliklerimizin kendi şuur altımızın çöplüklerinde kaybolmasına nasıl izin veririz? Kaybeden biziz, farkında değimiyiz?!
Eskittiğimizi zannederken -yeniyken- eskiyen biziz, farkında değil miyiz?!
Artık bu gereksiz ve çok zararlı davranışlara, bir son vermek zamanı geldi diye düşünüyorum...
Devlet düşmanlarının, millet düşmanlarının, mukaddeslerimizin -gizli-açık- düşmanlarının güç birliği yaparak saldırıya geçtiği günümüzde; hiç bir kıymetimizi, hiç bir dostumuzu, hiç bir ülküdaşımızı "eski" sıfatıyla eskitme lüksümüz olmamalı!...
Birilerinin yani hasımlarımızın düşünürken bile korktuğu gerçekleri, kendi kendimize reva görmekten vaz geçmeliyiz!... Kendi elimizle kendi gözümüzü çıkarmaktan vaz geçmeliyiz!... Kafamızı, kendi taş duvarlarımıza vurmaktan vaz geçmeliyiz!...
Perakendelikten, bencillikten, 'Ben yoksam kıyamet' çilikten, sür'atle vaz geçmeliyiz!...
Bizim Teşkilatçılığımıza ne oldu?... Bizim teşkilatlarımıza bağlılığımıza, Teşkilat Yöneticilerimize biat etme duygularımıza; bizim inancımıza ne oldu?...
Türkiye genelinde hepimiz, hepimizin sayısını bilirdik!... Türkiye genelinde hepimiz, hepimizin derdini bilirdik!... Türkiye genelinde hepimiz; "Birimiz hepimiz,hepimiz birimiz için..." düsturuyla yaşardık!... Bu yüzden güçlüydük!... Bu yüzden yenilmezdik!... Bu yüzden ölür çoğalır, çoğalır ölürdük!...
Sakın kimse; "Bize ne oldu?" gibi, yine şuur altına saklanarak gereksiz bir soru sormasın!...
Her kes, sadece ama sadece kendine ve yüksek sesle; "Bana ne oldu?" sorusunu sorsun... Her kes, kendine ne olduğunu, bildiği anda; merak ettiklerine ne olduğunu da -kesinlikle- anlamış ve bilmiş olacaktır.
Soru da kendimizde, cevap ta!...
Çünkü; teknolojinin çıldırdığı, medenilik adıyla zalimlerin kudurduğu, şer güçlerinin ittifak halinde olduğu günümüzde, Ülkücü Hareket'ten başka özveriye dayalı bir hareket yok.
Hadi hep beraber, kendimizle yaptığımız kavgadan galip çıkalım!... Hep beraber ve bir ağızdan; " Benden başka hatalı yok!...Ülküdaşlarımdan en hatalı gördüğüme kurban olayım!.." diye haykıralım...
Dünyaya bir daha gelmeyeceğiz!... Allah(c.c.)'ın tanımayı ve tanışmayı nasip ettiği Ülküdaşlarımızla beraber ne yaparsak şimdi, hayattayken yapacağız!... Başarmak zorundayız!... Başarmak için, barışmak zorundayız!... Barışmak için sür'atle bir arada durmak zorundayız!... Adresi birleştirmek, güçlerimizi birleştirmek, söylemlerimizi karıştırarak birleştirmek, akıllarımızı birleştirmek zorundayız!...
Buna mecburuz!...
Bu milletin Ülkücülerden başka, bir şey talep etmeden "Karşılıksız Seven"leri yok!... Atalarımız, "Devlet Olmayı" başarmışlar...Biz de "Devlet kalmayı" başarmak zorundayız!...
Millet bizim; biz milletiniz...
Devlet bizim, biz devletiniz...
Bu içiçelikten sıyrılamayız!... Bu esvabımızı, ters yüz etmelerine izin veremeyiz!... Bizden korkmak üzere yaratılmışlardan; hainlerden, bölücülerden, uzaktan kumandalılardan, siyasi topaçlardan, rüzgar güllerinden, çekiniyormuşuz gibi duramayız!... Bu, eşyanın tabiatına ters!... Gün batmadan yeni gündeki seferimize hazırlanmak zorundayız...
Çünkü biz; Dava Adamlarıyız...
Çünkü biz; Mukaddes Seferin Süvarileri’yiz...
Çünkü biz; koca bir imparatorluğu batıran ittihat ve terakkiciler olamayız!... Biz, bizden başka davranamayız!...
Biz gibi durmak, biz gibi tavır sergilemek, millete biz gibi sahip çıkmak zorundayız...
Bizden başka biz yok!...
Hadi hep beraber;
"Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına..." diye haykıralım...
Hem; şühedamızın ruhunu şad edelim, hem de milletimizin gönlündeki sevgi saraylarımızda yerlerimizi yeniden alalım...
Zor iş değil, değil mi?
40 yıllık markamızın, sembollerimizin arkasına saklanarak şer güçlerinin işini kolaylaştıranla, kolaya hiç bakmadan zora gönüllü bir ülküdaşımızın yanında durmak, nefsimize çok zor gelir değil mi?
Ya şer güçleri, bize -bir daha- "Aptal" derse!...
Başkasının camına taş attıktan sonra, kristal bir evde yaşamak zor iş değil mi?
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN