Pazartesi, Aralık 31, 2007

NİCE MUTLU BİN YILLARA...

2007'nin son Pazartesi günü, "ne var-ne yok" merakımla, TV kanallarında dolaşırken TRT-1'in "İyi Sabahlar" programına takıldım.
Demek ki istenirse ve engellenmezse yapılabilinirmiş!
Azerbaycan İçtimaî Televizyonu ile ortak ve canlı bir yayındı. Tek kelimeyle harikaydı. Son on yıldır; soluk almadan, "aman bitmesin!" dileklerimle içercesine izlediğim sayılı programlardandı. Düşünenini, uygulayanını, sunucularını, konuklarını bütün yüreğimle tebrik eder, kutlarım.
"Bir millet, iki devlet" inancını; "Bir sînede iki ürek/ Azerbaycan, Türkiye" diye çok güzel bir müzik ve bir okadar samimi, lirik, heyecanlı sözlerle sunan Azeri Sanatçıları da ayakta alkışlıyorum.
Teknolojiden faydalanmak, uydudan sıcak istihbarat bu olsa gerek!...
"Bir sînede iki ürek/ Azerbaycan, Türkiye" diye güftelenen, bestelenen duyguları, yüreğim ağzımda atarak izledim. Coştum tek kelimeyle. Sağ olasın TRT. Sağ olasınız yapımcılar...
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden maaş alıp, Meclis'te bölünmez bütünlüğe yemin edip, sonra yeminine ters düşerek alçalıp Kürtçe konuşan ve gazetecilere "Tercüman tutun!" diyebilecek kadar edepsizleşen, çukurlaşan "Türkiyeli vatandaş"a inat; vatandaşımız ve Türkiyeli olmamalarına rağmen "Bir sînede iki ürek/ Azerbaycan, Türkiye" diye dünyaya seslenen Türk'e, Türk'ün azametini sergileyen yüreklere selâm olsun.
Vatanlaştırdığımız devlet sınırlarımız içinde "Tek dil" olgusunu ve "tek dil"in bütünleştiriciliğinin farkında olamayan ve yanlış değerlendiren "Türkiyeli Siyasiler"e inat; ayrı sınırlarda, ayrı devlet olarak "tek millet" inancıyla coşan, "tek dil" gerçeğinin muhteşem kaynaştırıcılığının coşkusuyla atan Türk Yürekler'e selâmlar olsun.
Küçük gibi görülen doğrular, doğru uygulama ve davranışlar; büyük ve millî doğrulara anahtar görevi yapar. Bütün özel televizyonlardan daha güçlü bir teknik donanıma ve teknik kadroya sahip TRT'nin; yanlı, yanlış ve siyasî davranışlar yüzünden özel televizyonlarla rekabet edemeyişini, oldum olası anlayamamışımdır!
Türkiye'nin en güçlü, dünyanın sayılı teknolojik telekomünikasyon donanımına sahip olacaksın; Türkçe'yi en iyi ve doğru kullanan sunucuları; Türk Halk Müziğini, Türk sanat Musikısini en doğru icra eden sanatçıları kadronda bulunduracaksın ve özel televizyonlarla rekabet edemeyeceksin!...
Suçlu sorulduğunda ve arandığında da "bay Bürokrasi" ve "bay Mevzuat"tan başka kimseyi bulamayacaksın! %47'den fazla oy almış olsan dahi, bu mevzuata ve bürokrasiye güç yetiremeyeceksin!
İnandırıcı değildi. İnandırıcı gelmiyordu. TRT'nin iktidar şakşakçılığı yapan, kraldan fazla kralcı yalakalarca işletilmediğini, çalıştırılmadığını biliyordu millet...
31. Aralık.2007 Pazartesi günü, TRT-1'in Azerbaycan'la ortak gerçekleştirdiği "İyi sabahlar" programı, TRT'de doğru bir şeylerin yapılmaya başlandığının habercisi gibi geldi bana.
Bütün gazetecilere, bütün habercilere, bütün köşe yazarlarına, bütün magazincilere yeterince malzeme vardı bu programda. Ama art niyetli olmayan, işbirlikçi olmayan, "tekdil, tek millet" gerçeğinden rahatsız olmayanların, olmayacakların ilgisini çekecek bir programdı.
TRT'nin yeni Genel Müdürü'nün adını bilmiyorum! Bilmediğimi de özellikle söylemek, belirtmek istedim!
Kısacık bir araştırma ile yeni TRT Genel Müdürünü; yarım yamalak, ön yargılı tanımaktansa, böylesine doğru ve başarılı programlarla tanımadan, anarak bilmek istedim.
"Tanınmak" ile "Bilinmek" arasındaki harika farkın farkında olamayanlar, harika ve başarılı işlere imza atamazlar biliyorum. Umarım; "Tek dil, tek millet" tarifinde ve Türk kimlikli milleti kabul ve tanımakta sıkıntısı olan siyasi erk, bu güzel çalışmalara mani olmazlar!... Allahınızı severseniz, siyasal çıkarlarınız uğruna, çok milli bir manzara sergilemeği başaran bu programla ve bu yapımcılarla uğraşmayın!
Hatta böylesi programları artırarak, sahte müttefiklere dünyada yalnız olmadığımızı hatırlatın!
Eğer 2008 senesine umutlarla gireceksem; Türk Silahlı Kuvvetlerimiz'in beni çok memnun eden operasyonları kadar, TRT-1'in bu yepyeni "İyi Sabahlar" programının da olumlu etkisiyle olacaktır. Sağ olsunlar...
2008 senesi, Türk Milleti'ne umutlar ve mutluluklar getirsin. Nice bin yıllara Milletim...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 30, 2007

DAHA CANIMIZ ÇOOOK SIKILIR !...

Canım sıkılıyor!
Kendim gibi davrandığım için yabancı sayılıyorum! Oysa yıllarca tek sermayem, kendim gibi davranmamdı. Kendim gibi davrandıkça hür; hür kaldıkça kimlikli, kimlikliliğimi fark ettikçe Türklüğümü hissettim ve Türklüğümle övündüm yıllarca.
Kal-u belâ'dan beri İslam yaratılıp, Türklük kimliğimle de yer yüzüne indirildiğim için kendimi hep özel yaratılmış hissettim. Hala kendimi özel yaratılmış Türk Milleti'nin mensubu olarak hissetmenin heyecanı var içimde.
Hem bu kadar özel yaratılmış bir millet mensubu olup, hem İslâm dini ile şereflenmiş bir kul olarak neden canım sıkılır değil mi?
Evet; "Canım sıkılıyor!"
Yıllar öncesine gittim böyle düşününce. Erzurum'da eksi bilmem kaç derece soğuğuna rağmen hiç üşümediğim, çok sıcak olan dost dünyamda, bir yerel gazetede günlük olarak "Meydan"ımı açmıştım. Gazetemizin dağıtıcısı Mahmut, her sabah hem gazetemi getirir, hem de yeni yazımı alır giderdi. Yazımı kalemle kâğıda yazardım. Yazımın güzel olduğunu söylerler ama yine de el yazımı gazetede Mehmet'im okurdu. Bir hızlı yazan kardeşimiz de bilgisayara yazardı. Bir kaç gün, peşpeşe "Canım Sıkılıyor" başlığı ile yazı yazmıştım.
Mahmut, yazımı gazeteye götürür. Mehmet, yazdırmak için okumak üzere kâğıdı açar. Başlığı görünce;
- Ey vah! Hoca'nın gene canı sıkılıyor!... Diye sesli düşünür. Yazıyı bilgisayara yazacak olan kardeşimiz, gayet ciddi olarak;
- Hoca'nın canı sıkılmasın ne etsin? Her gün, her gün bu kadar yazı!... Elbette canı sıkılır!...
Ve günlerce gazetede söylenip gülünecek bir can sıkıntısı icat edilir.
Yine canım sıkılıyor!...
Memleketin; sağcısı-solcusu, laiki-antilaiki, ümmetçisi-cumhuriyetçisi, ülkücüsü-devrimcisi, aydını-cahili birebir sohbetlerde AKP'den rahatsız! Birebir sohbetlerde AKP karşıtı ama sandıktan %47 AKP çıkıyor!...
Ya sayı saymak bilmiyoruz, ya da çok kolay kandırılıyoruz!...
Ben hala AKP'liyim diyen bir fanatik AKP'liyle karşılaşmadım. Ama fanatik AKP'lilik yapmamasına rağmen AKP'ye oy vermeyen AKP'liye de rastlamadım.
Bu tarif ve bakışı diğer kulvarlara çevirdiğimizde; fanatik MHP'lilerin, ömürlerini MHP'ye hasretmiş ülkücülerin, yüzde kaçının MHP'ye oy verdiğini tesbit edemeyiz!
Sosyal demokratların, yüzde kaçının CHP'ye; demokratik solcuların yüzde kaçının DSP'ye; milli görüşçülerin yüzde kaçının RP'ye, liberallerin yüzde kaçının ANAP'a, sağcıların yüzde kaçının DYP'ye oy verdiğini söyleyebilecek var mıdır?
Bu kulvarların en ateşli, taraftarlarının dahi AKP'ye oy vermiş olabileceğini, hatta AKP'den siyaset yaptığını göre göre, hala AKP'lilerle mi, yoksa kendi vehimlerimizle mi münakaşa ederiz anlayabilmiş değilim!...
Ülkücü AKP'ye saldırmaya niyetlendiğinde AKP'deki ülküdaşından dolayı; sosyal demokrat, AKP'deki yoldaşından dolayı; demokratik solcu, AKP'deki bakan arkadaşından dolayı; milli görüşçü, AKP'deki bakan fikirdaşından dolayı susmuyor mu?
Ve hala neden bu kadar çok oy aldı diye, veya neden bu kadar çok oy verdiler diye millete sitem ederken kendi vehimlerimizle kavgalı değil miyiz?
Ve benim canım sıkılmasın mı?
Herkes kendi partisinde olmazsa, herkes kendi kulvarından yürümezse, herkes kendi kulvarında ıslahata gitmezse; siyaset yapmaya hakkı mı vardır? Siyaseten başarılı kıldıkları adresi tenkit etmenin aklı ve insafı var mıdır?
Partileri işgal etmiş siyaset korsanları, durumun farkında değiller midir? Yoksa görevleri mi budur?!...
Başta kendime olmak kaydıyla çok öfkeliyim ve çok canım sıkılıyor!...
Bu gidişle de canım çok sıkılacak ve canımız çooook sıkılacak!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 29, 2007

KEŞKEEEE !...

"Keşke!" şeytan sözü bilirim. Vesvesenin başlangıcı, tevekkülü unutturan bir nafsanî davranış... Zamanın tersine dönmeyeceğini, keşkelerle hiçbirşeyin değişmeyeceğini bile bile keşkelerdeyim!...
Özlediklerim, özlediklerimiz sağ olsalardı keşke!
Onların varlıklarından kaynaklanan kendimizi emin hissedebildiğimiz günler, hiç bitmeseydi keşke!
Oysa; bu, kendimizi emin, huzurlu hissettiğimiz günlerde öylesine zorlara-zorluklara, zorlamalara, tazyîklere muhataptık ki!...
Gençtik. İşsizdik. İdeallerimiz vardı. Hem şahsî, hem toplumsal, hem millî hayallerimiz vardı. Şahsî-kişisel hayallerimizi gerçekleştirebilmek için kişisel mücadeleler gerekti ve yapıyorduk.
Millî-toplumsal hayallerimizi; bizim adımıza seslendiren, anlatan, anlatırken -ben de dahil- bize doyumsuz heyecanlar yaşatan, sadece varlığı ile bile bize sonsuz bir güven ortamı sağlayan Başbuğumuz vardı. Başbuğumuz'u temsil eden teşkilatlarımız vardı.
Başbuğum; bizim adımıza, millet adına baskılara kafa tutuyor; teşkilatlarım bizim adımıza Başbuğum'u temsilen mücadeleler sergiliyor ve -ben de dahil- teşkilat mensupları; karakollarda coplarla, adliyelerde yanlış ve ithâl yasalarla, cezaevlerinde hücrelerle ve sonsuz hürriyet(!)le muhataptık.
Ezâlara, cezâlara, baskılara, tehditlere muhataptık. Zordaydık ama dayanacak kadar güçlüydük. Vardık. Var olmaya devam edebilseydik keşke!...
Kimsenin aklına "ben" demek gelmezdi. "Biz"dik. Bir aradaydık. Birbirimizden uzaklaştırıldıkça yakınlaşır, kaynaşırdık. Cezaevlerinin hücrelerindeki 'tek başına'lık tarifini yaşayan ülküdaşlarımızın varlıkları bile, kendimize güvenimizi sağlayan etkenlerdendi. Devam etseydi özgüvenimiz, uzakken yakınlığımız keşke!...
Simitlerimizi paylaşacak kadar zengin, sigaralarımızı sırayla çekecek kadar ehl-i keyftik. Kuş sütünün eksik olmadığı sofralarımızda, yalnızlaşmasaydık keşke!...
Karakollardan, cezaevlerinden, işkencelerden, firarlardan dönen ülküdaşlarımızla hemen birlikte olur; onların anlattıklarını yaşamışçasına hissederdik. Onların çektikleri fizikî acıları aynen yaşamışçasına paylaşırdık. Acılarla pişer, azaplarda buluşur, bütünleşirdik. Baskılardan, ezâlardan-cezâlardan uzak ülküdaşlarımızı, Selami Türkmen'lerimizi, "Abık"larımızı hasta yataklarında yalnız bırakacak kadar yabancılaşmasaydık, uzaklaşmasaydık keşke!...
Muhataplarımız, muarızlarımız, hasımlarımız; "Çoluk-çocuk" derlerdi bize. Güya küçümserlerdi bizi. Ama bilirdik ki bizi görmezden gelemezlerdi. Bizden çekinir, bizi sayarlardı. Şimdi "çoluk-çocuklar"ın sokaklarımızdaki sergerdeliklerinden çekinip teslim olmasaydık keşke!...
"Çoluk-çocuk"a; "Nerede bu devlet?" diye art niyetli, bozguncu, işbirlikçi söylemleri söylete söylete kanıksatanlara inat; kapılarımızın önüne, arabalarımızı park ettiğimiz evimizin önüne, sokaklarımıza sahip olmak için nöbet tutsaydık ve "Devlet biziz. Biz devletiz. Çünkü aslî unsuruyuz." diyebilseydik keşke!...
Vergilerimizi veriyoruz. Çocuklarımızı kınalayarak askere gönderiyoruz. Her şehidimizi; "Şehitler ölmez, vatan bölünmez. Vatan sağ olsun." diye vatan toprağıyla beraber bağrımıza basabiliyoruz.
Taaaaa çocukluk yıllarımızdan beri; "Ordu-millet el ele..." diyerek geldiğimizi unutarak Genel Kurmay Başkanımız'ı istifaya çağıran bizden olmasaydı keşke!...
Millet biziz. Biz milletiz. Yaptıklarımız, yapacaklarımız milletçedir elbette. Ama millet adına, devleti temsilen hükûmet edenlerin; bir kere bile "Türk'üm." diyemeden, siyâseten başarılı görülmelerine yardım etmeseydik keşke!...
Hatalı devranarak, ülkücüleri teşkilatlardan dışlayarak, elimizdeki fırsatımızı layıkîyle kullanmayarak; sîne-i millet kavramını, sîne-i millete dönmeği uygulamış cesur siyasetçilere sahip olarak, milletin kendisi olarak kalmağa devam edebilseydik ve takıyyecilerin ağzından "alçakça!" tarifine muhatap olmasaydık keşke!...
Artık genç değiliz ama gençlerimiz var. Artık işsiz değiliz ama işsiz çocuklarımız var. Kişisel hayallerimizi çoğumuz gerçekleştirdik şükürler olsun ama millî-toplumsal hayallerimizi tutsak verdik!
Teşkilatlarımızdan vaz geçmeyerek, teşkilatlarımızı birilerine terk ederek, teşkilatımız içinde en silik, en başarısız diye tarif ettiklerimize yenilecek kadar başarısız olup teşkilatsız kalmasaydık keşke!...
Gençken şehit olup ölümsüzleşmek, büyümek varken; büyüyerek küçülmesedik keşke!...
Aaaah keşkeeeeeee!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 28, 2007

BURASI MECLİS...

Burası; Türkiye Büyük Millet Meclisi...
Muhteşem Türk Atatürk'ün, hakimiyeti kayıtsız-şartsız millete teslim edebilmek için, milletle elele vererek açtığı Meclis...
Sırtlarında yorganlarıyla gelerek, canhıraş bir mücadelenin verildiği yıllarda; geceler konaklayacak yerleri olmadığı için meclis bahçesine yorganlarına bürünerek uyuyan vekillerin temelini attığı Meclis...
30 yaşında, cebinde Ankara'ya dönecek yol parası olmadan, Atatürk'ün yüzüne karşı rahatsızlığını söyleyebilecek kadar heyecanlı, Atatürk'ün; "Soframdan kalkınız!" uyarısına, "Bu sofra bir padişah sofrası değil milletimin sofrasıdır. Milletin sofrasından da siz istiyorsunuz diye kalkmam." diye kafa tutabilecek kadar inkılaplara inanmış, bu tavır üzerine Atatürk ve arkadaşları sofradan kalkınca sabaha kadar odada bekleyip sabah Özel kalem Müdüründen 25 lira borç, yol parası alarak Ankara'ya dönmüş ve Atatürk tarafından; "Cebinde yol parası yok ama Atatürk'e kafa tutacak yüreği var." diye tarif edilerek bakanlıkla taltif edilmiş Dr. Reşit Galip'lerin görev yaptığı Meclis...
Burası; 75 milyon nüfuslu, dünyanın sayılı güçlü ekonomilerinden birine sahip, dünyanın en güçlü ordusuna sahip birkaç devletten biri olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Meclisi...
Burası; tarih yazılan, tarihler yapılan, dünya devlerinin hep birlikte dize getirildiği Meclis...
Bu Meclis'te; en kahramanların, en fedakârların, en komitecilerin, en kabadayıların, en sadık fedailerin, en güzel tarifli, en adam gibi adamların varlıklarını hep bilerek kanıksadık. Bu adam gibi adamların hangi etnik kökene dahil olurlarsa olsunlar 'Türk oğlu Türk' karakterleriyle varlıklarıyla hep övündük, gururlandık.
Çok partili dönemden sonra; beğenmediğimiz vekilleri çok acımasızca, çok insafsızca tenkit ettik yıllarca. Ama meclisimizden millet olarak asla vaz geçmedik. Meclisimizden vaz geçmeyi asla düşünmedik.
İktidar partileri olsun, muhalefet partileri olsun aynı titizlik ve hassasiyetle en karakterli, en yetişmiş, en sadık elemanlarını listelere koyarak meclise taşıdılar.
Her on yılda bir, ihtilâller yaşadık. Muhtıralar gördük. Ama; ne darbelerle yıkılanlar içinden, ne de darbecilerin destekledikleri ve darbecileri destekleyenler içinden hain çıktığını duymadık!...
Demokrasiye ters olmasına, demokrasimizi kesintiye uğratmalarına rağmen darbe taraftarları da, darbe karşıtları da kahraman fıtratlı adamlardı!...
Bu kahraman fıtratlılar sayesinde, millet yekvücûd kaldı. En solcusu Türkeş'e, en sağcısı-milliyetçisi Ecevit'e samimice rahmetler okudu. Rahmet okumayacak kadar kızgın olanlardan bile saygı görüldü.
Atatürk taraftarları İnönü'yü; İnönü taraftarları Atatürk'ü hiç reddetmedi. Ne Mareşal Fevzi çakmak, ne Kâzım Karabekir, ne Celal Bayar taraftarları Atatürk ve İnönü'yü; ne de Atatürk ve İnönü taraftarları diğerlerine saygıda kusur etmediler.
Çünkü idealleri tekti. İdeallerine varış için planladıkları programları farklı olsa da hedefleri tekti. Devletleri tek, milletleri tek, dilleri tek, bayrakları tek, vatanları tek, hayalleri tekti...
Hükûmet edenler de, muhalefet edenler de devlet-i ebed-müddet inancındaydılar. Vatanperverdiler. Milliyetperverdiler. Terakkiperverdiler...
Şimdiki meclisimiz galiba farklı görümde!
Demokrasinin, cumhuriyetin kendilerine bahşettiği haklarla meclise girenler; meclisi kurarak miras bırakanlara dil uzatır oldular!
Muhalefeti iktidara, iktidarı muhalefete çok ağır ithamlarda bulunmaya başladılar!... Muhalefet, iktidara "Hain!", iktidar, muhalefete "Alçak!" demeğe başladılar!...
Hükûmet eden partinin bir bakanının yeğeni, Mehmetçik şanıyla şehit olurken; bir başka bakanın yeğeni Mehmetçikler tarafından itlaf ediliyor!
Kocası terörist olan kadın vekil var! PKK'lı alçaklara ve İmralı Mahkûmuna terörist demeyen vekiller var! Millet vekilliği ünvanını, milletin verdiği vergilerden aldıkları maaşlara ve mecliste ettikleri yeminlerine rağmen kirletenler var!...
Millet olarak, milletvekillerimizin tamına; "TBMM'mize sahip çıkın. Meclisimizin Türk kimliğine sahip olun. Yoksa millet, Meclisine sahip çıkar ve sizlere de o çatı altında asla yer vermez." diye seslenmek isterim.
Milletin anasını ağlatanların, analarının ağlatıldığı bu keyifli günlerde; milletin sizi takipten vazgeçtiğini zannediyorsanız yanılıyorsunuz!...
Burası Meclis ve milletin bütün dikkati Meclis'in üzerinde...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 26, 2007

ARTIK OLUR...

"Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir." Ziya Paşa

Artık olur!...
Artık; pişmanlık yasasından faydalandırsak ta, eve dönüş yasasından faydalandırsak ta, suçluları cürümleri kadar cezalandırdıktan sonra evlerine göndersek te olur!
Bu saatten sonra gelenin adı, teslim olandır.
Teslim olan, korkandır. Korktuğu için aman dileyendir. Aman dileyene kılıç vurmamak ta Türk'ün muhteşem şanındandır.
"Yapmayın! Bize gücünüz yetmez, size yazıktır. Sizi bize karşı kullananlar, yarın Türk'ün kabaran öfkesi karşısında sizi yalnız bırakır, o zaman kaçıp saklanabilecek yer de bulamazsınız. Tarihte defalarca bu şekilde kullanıldınız ve defalarca cezalandırıldınız. Artık yeter, kullanılmayın." Dedik yıllarca.
"Etle tırnak arasına girip canımızı acıtan dikenlere uymayın." dedik.
Milletvekilliğinize, seçme-seçilme haklarınıza, başbakan veya cumhurbaşkanı olmanıza hiç itirazımız olmadı. Hatta İmralı Mahkûmu'nun direktifleriyle ve belirlemeleriyle bağımsız olarak seçimlere katılmanızı da görmezden, bilmezden geldik anlamadınız!...
Sizin yüzünüzden, sizin için, size destek verdiklerini söyleyerek sizleri ateşin ortasına iten yerli işbirlikçilerimizle, sahte aydıncılık oynayanlarımızla, sahte halkçılarımızla kavgalar ettik.
Sizinle tokalaşan basiretsiz milliyetçilere, İmralı Mahkûmû'nun "İlkesizlik!" diye öfkelenişini görmezden, duymazdan geldik.
Siz ise, bizim yaptığımız bu samimi ve vakur uyarılarımızdansa kendilerini sizlere yutturan, sizleri uyutarak ateş çemberine sokan sahte demokratlara, dönek solculara, değişen-gelişen takıyyecilere, toplumsal dayanışmanın siyasal izdüşümcülerine inandınız!...
Canımızı acıttınız! Kanımızı akıttınız! Emeklerimizi inkâr ederek Kürtlerimiz'e götürdüğümüz hizmet eserlerimizi yaktınız, yıktınız! Kürtlerimiz'e hizmet versinler diye gönderdiğimiz öğretmenlerimizi, hemşirelerimizi, doktorlarımızı, polislerimizi, mühendislerimizi, askerlerimizi şehit ettiniz! Yetmemiş gibi çoluk-çocuk demeden, bebek-ihtiyar demeden binlerce, onbinlerce Kürdümüz'ü katlettiniz.
Sabrımızı taşırdınız!...
Sabrımız taşınca da 200 noktaya kesin tespitle vuruşlar yaptık. Genel Kurmay Başkanlığımız, 150-175 kadar teröristin etkisiz hale getirildiğini açıkladı. Biliyorum ki; biz de, siz de sayı saymak biliyoruz. Bombaladığımız her yerde sadece iki kişi olsa 400 terörist eder, üç kişi olsa 600... Mağaralardaki, enkazlar altındaki ve son saldırılardaki ölümler, bu sayıların dışında... Türk'ün müthiş öfkesinin size neye mal olduğunu artık biliyorum ki anladınız!
Artık olur!
Artık gelerek teslim olanlar, Türk'ün müthiş öfkesinden, Türk'ün muhteşem merhametine kaçanlardır. Artık söz, kamu vicdanından yasalarımıza geçmiştir.
Şehit ailelerinin nereleri acıyorsa Allah(c.c.) şahidimdir ki benim de oralarım acıyor. Teslim olanlardan birini görecek olsam yüzüne tüküreceğim balgamımın kirlenmesinden korkarım ama teslim olmuştur.
Aman dilemiştir. Aman dileyene kılıç vurmamak ta atalarımızdan mirasımızdır. Bu muhteşem mirasa sahip çıkmamız ve dünyaya bir daha insanlık dersi vermeğe mecburuz.
Çünkü biz, Elhamdülillah Müslüman ve şükürler olsun ki Türk'üz...
Yüzbin kişilik Haçlı ordusuyla geçtiği yerleri yakıp yıkarak Sultan Alparslan'ın yirmibin kişilik ordusuna saldıran, zalim ve korkakların mukadder akıbetinden kaçamayan Romen Diyogen'i hatırladım. Diyogen'le birlikte Sultan Alparslan'ı hatırladım şükranla, minnetle, gururla. Zafer dönüşü karşılama töreni hazırlamak isteyen görevlilere; "Eğlence tertiplemeyin. yanımda yenik ve esir bir kral var. Onu incitmek zalimlik olur!" diyerek tarihe, 'İnsanlığın yüz akı' olarak yazılan ecdadımızı hatırladım.
Son yüzyılın dehasını, Muhteşem Türk Atatürk'ü hatırladım bir daha gururlanarak. Şımarık düşmanı denize döktükten sonra gönderden indirilen düşman bayrağını; "Bu, bir milletin onurudur." diyerek yerden kaldırttığını hatırladım.
Hem Sultan Alparslan'ın, hem de Başbuğ Atatürk'ün, yendikleri düşman kral ve komutanlarını affedişlerini hatırladım. Aman dileyene nasıl aman verdiğimizi hatırladım.
Devlet olmak kolay değil, biliriz. Devlet kalmak, daha zordur onu da biliriz. Devlet olmanın da, devlet kalmanın da tek bedelinin can olduğunu da biliriz. Hem bilir, hem de binlerce yıldır bu bedeli ödeyerek dünyaya öğretiriz.
Çünkü şükürler olsun Türk'üz, Elhamdülillah Müslümanız.
Müslüman Türklüğümüz neyi gerektiriyorsa onu yaparız, yapacağız biliriz.
Mademki varız, mademki Türkçe Öfkemiz'i dünyaya ve hakim güçlerin zavallı taşeronlarına gösterdik; mademki aptal taşeronlarımız öfkemizden kaçarak merhametimize sığınıyorlar, biz de Türkçe davranırız.
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." öğüdünü, "Hata yapanı affet kusurdur. Hatasını tekrarlarsa kellesini al çünkü hatayı tekrar suçtur. Suç, ceza gerektirir." öğretisini asla unutamayız.
Devletlik, devletlilik neyi gerektiriyorsa bizim devletimiz, onu yapar biliriz.
Artık olur!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 25, 2007

SİPERDEYİZ...

Temel'in kardeşi ölür. Cenaze namazında Temel'in saf tutmayarak bir köşede boynu bükük beklemesi Dursun'un dikkatini çeker. Saygıyla yaklaşır Temel'e;
- Ula Temel, başın sağ olsun uşağum. Niye cenaze namazı kılmayisun? Diye sorar.
- Tursun ula uşağum! Ben cenaze namazi kılmayi bilmeyrum. Cevabıyla Dursun, hak vererek safa geçer ve namazını kılar.
Aradan biraz zaman geçer. Bu sefer de Temel'in kayınvalidesi ölmüştür. Dursun'da en yakın arkadaşı olarak cemaattedir. Bu sefer Temel'i safın en önlerinde görünce şaşırır. Çaktırmadan Temel'e yaklaşarak hemen yanında saf tutar ve;
- Uşağum! Hani sen cenaze namazi kılmayi bilmeyidun?! Diye sorar merakla;
- Ula Tursun! Bu cenaze namazi değil, bayram namazidur da! cevabıyla donakalır...
Allah(c.c.); Müslüman Türk Milleti'ne hep böylesine güzel ve huzurlu bayramlar nasibetsin. Cenaze namazlarından nerdeyse bıkma derecesine gelmiş millet; hûşû ile, coşku içinde, keyifle bir bayram namazı eda etti şükrolsun.
Milletin morali düzeldi ya!
Millet ordusuna gösterdiği güven ve sevgisinde haklı çıktı ya!
Komplo teorisyenleri başladılar üretmeye!
Bu başarılı sınır ötesi operasyonlarında, Silahlı Kuvvetleri'nin AKP'ye karşı eli kuvvetlenmişmiş! Allah(c.c.), sizleri bildiği gibi etsin!
Bre! Sizler neye hizmet edersiniz? Sizlerin canınızı yakan şeyleri öğrenebilmek için; milletin canını yakanların canlarını yakmak mı gerek?
Bu kadar mı devlet-millet muhalifisiniz? Bu kadar mı doğruya terssiniz?
Şimdiye kadar yaptıklarınızdan, şimdiden sonra yapacaklarınızdan siz, milleti bî-haber mi zannediyorsunuz?
Bu kadar mı aptalsınız? Yoksa tipiniz mi böyle gösteriyor?
Sağcılar, AKP'ye oy vermiş! Solcular, AKP'ye oy vermiş! Milliyetçiler, AKP'ye oy vermiş! AB'ciler, AKP'ye oy vermiş! AB ve ABD karşıtları, AKP'ye oy vermiş! Kabinede sağcıdan da, solcudan da, milliyetçiden de, AB sancaktarlarından da, ABD temsilcilerinden hatta vatandaşlarından da bakanlar var!... yani kimi sorsanız AKP'li!...
Peki bu milletin Ülkücüleri, Devrimcileri, Ümmetçileri, Türkçüleri nerdeler?
Artık iki ideolojisi olan parti var diye terennüm edilmeğe başlandı!
Biri AKP, diğeri hain bölücülerin siyasal uzantıları diye tarifler yapılmaya başlandı!
Buyurun şimdi cenaze namazına!
Cenaze namazı bilseniz de, bilmeseniz de bu cenazeyi kaldırmak zorundayız!...
Savaşı da, barışı da, iç güvenliği de, istihbaratı da, siyaseti de ordumuz yapacaksa; milliyetçiler, devrimciler, orduyu istifaya çağırabilecek kadar cesur siyasetçiler, siz ne iş yaparsınız?
Hiç bir şey yapamıyorsanız, susamıyorsanız artık istifa edin bari!
İstifa ederek siyasette var olduğunuzu hatırlatın millete bari.
Yoksa size Vallahi ihtiyacımız yok!...
AKP'ye oy vermedik. AKP'ye oy vermeyeceğiz. Ama siyaseten sahipsiz kaldığımız, adressiz olduğumuzu bilmemize rağmen; Devletimizin, Cumhuriyetimizin, Laikliğimizin güvencesi olan Ordumuz'un varlığıyla yeterince rahatladık bilesiniz.
Beş sene sonraki seçimlere kadar da Allah büyüktür, oy verebileceğimiz bir parti ya olur, ya da bizler de aslanlar gibi Türk Milliyetçisi kimliğimizle bağımsız olarak seçimlere girer ve gerçek manada Türk Milliyetçisi vekillik nasıl yapılırmış göstermeğe hazırlanırız...
Bu toprakların vatan olması, vatan kalması için gözü kapalı ölebilen bizler, en az bölücüler kadar cesuruz! En az onlar kadar milletimizin bize sahipleneceğine inanırız.
Yeterki sizler, aradan çıkın!...
Genel Kurmay Başkanımız'ı, istifaya çağırabilecek kadar cesur olan siyasilerimizin; istifa edebilecek kadar da cesur olduklarını görmek istiyoruz...
Yoksa bir dahaki seçimlere kadar sadece susarak gün mü sayacaklar?
Bekleriz!...
Bekler sonucunu görürüz. Türk Milleti olarak bizler, kurt sabrıyla avımızı bekleyebilecek teamüllerin sahibiyiz hamdolsun.
Biraz üstü kapalı olduysa bağışlayın. Sesimize ses aldığımız anda altını-üstünü açarak naralar atmak üzere sipere çekiliyoruz.
Günü geldiğinde inşallah!...
Cenaze namazı da biliriz, bayram namazı da Elhamdülillah...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 24, 2007

GÜN BU GÜNDÜR...

Vurun arslanlarım! Namus günüdür!...
Vurun yiğitlerim! Mehmetçik analarını ağlatanların analarını ağlatma günüdür!...
Yetmeeeeez!
Son hain köpek te itlaf edilmeden yetmez!
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne, demokrasiyi alet ederek entrikalarla girip, dokunulmazlık arkasına saklanarak, Millet Meclisi'nin kahhar çoğunluğu ile Ordumuz'a verdiği yetkiye ve Ordumuz'un arslanlar gibi uygulamasına ancak kuyruklarını paçaları arasına saklayıp zağarca zığlayarak cevap verdiğini zannedenleri de susturmadan yetmez!...
Yasalarımız da, Cumhuriyet Savcılarımız da harekete geçerek; kucağımızda oturup sakalımızı yolmağa çalışanlara hadlerini bildirmeden yetmez!...
Ağrı'da yaptığı basın toplantısını Kürtçe yapıp, Türkçe olarak tekrarlamasını isteyen basın mensuplarına; "Türkçe açıklama yapmayacağım. Basın mensuplarından ricam şu: Ben söylediklerimi kendi dilimde söylüyorum. Sizler de Kürtçe bilen birer tercüman edinirseniz herhangi bir sorun yaşanmayacağını düşünüyorum.” diyecek kadar ukalalaşan ihanet temsilcilerine de haddini bildirmeden yetmez!...
Bu memlekette Kürt meselesi olmadığını; kürtçü ve PKK meselesi olduğunu aklımız kesti keseli söyleriz. Kangren olmuş parmak kesilmezse kolu sonra da yayılarak bedeni kangren edip ölüme sebebiyet verir biliyoruz. Bu kangrenleşmiş parmaklarımızı kesin artık! Başka türlü Vallahi yapılanlar yetmez!...
Bu memlekette milyonlarca ekmeğe muhtaç ama devlete-vatana sadık insan varken bu ihanet temsilcilerine milyarlarca lira maaş verilmesi, milleti incitmektedir.
Dağda PKK'lı alçakların Mehmetçiğimize sıktığı kurşun kadar, bu adamların sözleri de milleti incitmektedir.
Demokrasimizle, meclisimizle, devletliğimizle böylesine pervasızca alay edilmesine izin vermeyin artık...
Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Bunlar, sistemin zaafından yararlanarak bağımsız olarak seçime girdiklerinde ne yapacaklarını zaten söylemişlerdi. Meclise girdiklerinde onlarla tokalaşanlara artık bir şey söylemek istemiyorum. Onların mecliste bulunmalarını demokrasi adına şans olarak tarif edecek kadar safdillere de bir şey demeyeceğim artık.
Ama PKK ve siyasal uzantılarınca birinci dereceden düşman ilan edilen, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'a, siyasi erkin başında olduğu için söyleyecek sözümüz var. Sizinle aynı siyasi dokunulmazlık ve sizinle eşit maaş alan bu adamlara hadlerini bildirmezseniz yetmez!...
Aaaaaaah!
Genel Kurmay Başkanı'nı sadece söz söylemiş olmak için istifaya davet edenler, şu aralar; "Biz bu ihanet temsilcileriyle aynı çatı altında olamayız. Ya bunları meclisten atın ya da biz sine-i millete döneriz." diyerek istifayı bir düşünseler!...
"Kürtçe bilen tercüman tutun."sözlerinin sahibinin adını sadece reklamı olmasın ve klavyem kirlenmesin diye yazmadım, yazmayacağım. Ama; bu, hatırlanınca düşüncelerimizi kirletecek kadar murdarlarla tokalaşanlara, Genel Kurmay Başkanı'nı istifaya çağıranlara; "Hiç istifayı düşünüyor musunuz?" diye sormadan edemeyeceğim...
Yıllarca; "Akıllı olun! Türk'ün sabrıyla oynuyorsunuz. Bu milletin muhteşem öfkesine muhatap olduğunuzda kaçacak mağara da bulamazsınız." demiştik. Şimdi o muhteşem öfkeye muhataplar ve kaçacak delikleri yok elbette. Yapabilecekleri tek şey, bir an önce Türk'ün muhteşem merhametine ve yasalara sığınmalarıdır. Bunu da yapacaklar biliyoruz.
Genel Kurmay Başkanı'nı istifaya çağırırken kendileri hiç istifayı düşünmeyenler, Türk'ün muhteşem merhametine ve yasalarımıza sığınan hainler olduğunda ne yapacaklar diye şimdiden merak etmeğe başladım.
Herkes kendine yakışanı yapacaktır elbette. Şu anda da Ordumuz'un, kendine yakışanı yapmağa devam ettiği gibi...
Vurun arslanlarım! Vurun Allah aşkına!
Bu akılsızların olmayan akıllarını başlarından almadan Vallahi yetmez...
Gün, bu gündür Vurun haaaa!...
"TÜRK'ÜM. AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 21, 2007

ORDUM'A BAYRAM ZİYARETİM...

Bayramın ikinci günü...
Mübarek güne gücümüz ne kadar izin verdiyse o kadarıyla yani kurbansız girdik hamdolsun.
Dostlarla, aile yakınlarımızla ve tabi torunlarımla bir aradayım.
İzmir'de mahallemizin kasabı, kurban kesemeyenler için et satmaya devam ediyor şükür ki...
Kurban Bayramı'nda, mahalle kasabımızın bizler için kestiği etten alabildiğimiz kadarı tenceremizde, Eşim'in günlerdir özene bezene hazırladığı bayram yemekleri ve tatlıları soframızda ve şükürler olsun huzurumuz yerinde...
Bayramlaşıyoruz.
Sohbetler ediyoruz.
Bizi adamdan sayan dostlar, memleket ahvalinden sualler yöneltiyorlar. Dilimiz döndüğünce, inandıklarımızı bildiklerimizle süsleyerek cevaplamaya çalışıyoruz biz de.
Ordumuzun, millete çifte bayram yaşattığına inanıyor ve bu konu üzerinden cevaplar vermeğe çalışıyorum. Çakal inlerini tar-u mar eden mehmetçiğimin kar-kış demeden dağlarda kurduğu hakimiyetiyle gururlanıyorum.
Oğlumun ve dört yeğenimin de asker oluşu, daha fazla konuşma hakkımın olmasını sağlıyor şükrolsun.
Tam bu arada televizyonda haberler var. Bir şehitlik gösteriliyor. Şehit ailelerinin şehitlerini ziyaretlerini gösteriyorlar. Ellerde Kur'an, dillerde Ayet-i Celileler, gözlerde yaşlar ama dik başlar...
Ordumuzun çakal inlerine yaptığı saldırı ile keyifli şehit yakınları.
Bir ziyaretçi, habercilerin dikkatini çekiyor ve tabi benim ve bizim de... 30'lu yaşlarda bir delikanlı. Saçlarını asker traşı kestirmiş. Gözleri yaşlı. Elleri semaya açık, dilinde bildiği dualar...
- Hasan! Diyor...
- Hasan arkadaşım. Sana gelirken saçlarımı kestirdim. Seninle cephede beraberdik. Sen şehitleşerek cephede kaldın ben döndüm. Sana geldim Hasan. Saçlarımı asker traşı kestirerek...
Ağlıyor Hasan'ı ziyaret eden kısa saçlı, 30'lu yaşlardaki delikanlı. Ben de ağlamaya başlıyorum hemen. Zaten gözlerim, daha doğrusu gözyaşlarım son zamanlarda artık beni dinlemiyor mu ne? Akmak için bahane arıyor.
Oysa görenler ve inanın kendim de kendimi katı zannederdik!...
Saçlarını asker traşı kestirerek, silah arkadaşını, cephe arkadaşını ziyarete gelen bu vefalı Türk'ü seyrederken gururdan ağlıyordum. Sevgili Emin Alper Hoca'nın kulaklarını çınlatarak, onun aklımı başımdan alan dizelerinden "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle." dizesini hatırlayarak ağlıyordum.
Şehidime ağlıyordum.
Toprağı vatanlaştırabilmek için topraklaşanlarıma ağlıyordum.
"Ölümü öldüren bir ölüşle" dirilenlere ağlıyordum.
Dağlarda toprağı vatanlaştırabilmek, vatanlaştırılmış toprağın bütünlüğünü devam ettirebilmek için çarpışanlarıma ağlıyordum.
Yeğenlerimin, oğlumun askerde mehmetçikleştiklerini bilerek, gururla ağlıyordum.
Neden ben de saçlarımı asker traşı kestirerek bir şehitlikte değilim diye ağlıyordum!...
Hamâsetse hamâset, duyguysa duygu, hissiyâtsa hissiyât, ne sayarsanız sayın!
Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın!
Çürüğünü, hainini, asker kaçağını, vatan kaçkınlarını inadına unutarak; Allah(c.c.)'ıma beni Türk yarattığı için bir daha şükrederek; BOP Eş Başkanları'na rağmen, milliyetsiz milliyetçilere rağmen, demokratlık sayarak hainlerle tokalaşanlara rağmen, "Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olur" inancımla, Allah(c.c.)'ın Türk'e ve inananlara izin verdiği kısas hakkımızı kullandığımızın farkında olarak ve ordumla ziyadesiyle gururlanarak ağlıyordum...
Bu bayram, bayram gibi bayram Hamdolsun...
Dağların tozunu dumanını attırıyoruz. Şehit ailelerimize, Türk milletine kısas hakkının lezzetini tattırıyoruz. Hainin, ödleğin, çürüklerin, kaçakların, yerli işbirlikçilerin ödlerini patlatıyoruz.
Defalarca seslenerek; "Yapmayın! Akıllı olun! Türk'ün muhteşem öfkesine muhatap olduğunuzda kaçacak in bulamazsınız! Türk'ün muhteşem bağışlayıcılığına sığınmaya mecburen dönersiniz ama korkarım geç kalırsınız!" demiştik.
Bizi duymazdan gelenlerin, şimdi nasıl inlerinde inleştiklerini görünce keyfimden ağlıyorum.
Rabbimiz! Ordumuzu koru.
Ordumuzu koru ki onlar da bizim bu muhteşem gururumuzu, bu muhteşem çifte bayram neş'emizi korusun...
Bu satırlarım; Genel Kurmay Başkanım'ın şahsında Ordum'la bayramlaşmamdır. Asker oğluma, yeğenlerime, Mehmetçiklerime bayram ziyaretimdir. Bayram şekerim gönlümde...
Büyük milletim! Bayramın mübarek olsun...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 18, 2007

GÜLE GÜLE FAZIL SAY !...

Ey vaaah!
Ey vah, ey vah ki ey vaaaaah!
Fazıl Say, ülkemizi terk edecekmiş!...
Dostlar;
Gündem dışı kalmaya gönlüm razı olmadı!
Mehmetçiğim arslanlar gibi PKK'nın, müttefikimiz(!)in, AB'nin, Haçlı'nın desteklediği taşeronun "Kandil"ini söndürürken; taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamak üzere, bütün haşmetiyle sınırımızdan 100 km. ötedeki çakal inini tar-u mar etmeğe başlamışken, Fazıl Say ülkeyi terk edecekmiş!...
Sen ne zaman ülkeye gelmiştin ki Fazıl Say?!...
Sen, ülkede miydin? Mehmetçiğimin anası ağlarken ve ağlarken de "Vatan sağ olsun." diye Türkçe analaşırken; "Biz varken bu millete bir şey olmaz, yeni Mehmetçikler doğururuz." derken sen duyabiliyor muydun?
Bu cennet vatanı terk ederek kendi hayali ülkene mi gitmek istiyorsun? Durma Allah aşkına! Ne zaman gideceksin?
Senin rahatsız olduğunu söylediğin sebepleri, biz yok edeceğiz nasılsa!
Biz bu vatanı pazardan satın almadık. Biz bu toprakları, kolay vatanlaştırmadık. Her karışı için binlerce yıldır -binlerceyi çok bilerek yazıyorum- ölerek bedel ödediğimiz bu ülkeden öyle kolayca vaz geçemeyiz biz. Öyle kolayca terk edemeyiz.
Vatanlaştırmak için uğruna severek öldüğümüz bu topraklarda Türkçe nizamı da kuracağız bir daha elbette.
Bu Türkçe düzeni; her kes gibi sen de duyacak ve gelip göreceksin elbette. Düzenin sağlandığı güne, seni şimdiden davet ediyorum. Açılışımıza...
Gel ve bilmem hangi keferenin, bilmem ne konçertosunu çal bütün maharetinle! Sen ne konçertosu çalarsan çal, bilesin ki Türk Milleti olarak biz içimizden; "Çıktık açık alınla..." marşını haykıracağız bütün nezaketimizle...
Dostlar;
Bağışlarsanız, her kese erkekçe bir sohbet hatırlatarak meseleye bir de erkekçe bakalım diye düşündüm.
Hepimizin mutlaka var olan bir zampara arkadaşımızı hatırlayalım. Adı dillere düşmüş bir hayat kadınını anlatışını hatırlayalım lütfen. Zampara arkadaşımız, güya tenkit ediyormuşçasına; "Çoook güzel bir kadın haspam be!..." diye öylesine ballandıra ballandıra anlatır ki kadını, ister istemez dinleyen herkesin ağzı sulanır, nefsi uyanır...
Şimdi güya bu, vatan beğenmez "ağustos böceği"miz, AKP'yi tenkit ediyor!...
Öyle bir AKP' ki, vatanlaştırabilmek için uğrunda binlerce yıl ölerek bedel ödediğimiz bu toprakları satanların onlar olduğunu unutturmayı başarmış!
Öyle bir AKP' ki; milleti rahatsız eden dayatma yasakların tamamını lağvetmiş! Oratoryoları yasaklamış! Ordu evlerine alınmayan başörtülü şehit ailelerine inat, bütün bakanlarının başlarını örttürmüş!
Öyle bir AKP' ki; Türkiye'yi ortaçağ karanlıklarına götürürken oy yüzdeleri de %70'miş!...
Hadi oradan be!
Ortaçağ karanlıkları, bu toprakların değil, senin kaçmayı düşündüğün yerlerin gerçekleri. Oralarda bu senin korktuğun karanlıklar varken bu topraklarda medeniyetin zirvesi yaşanmaktaydı biliyorsun değil mi Fazıl Say?!...
Hadi güle güle, yokluğunu saymadan anlayamayacağım defolu Türk!...
Adres verirsen seni davet etmek için davetiyeni şimdiden hazırlarım...
Türkçe düzeni sağladığımız gün açılış yapacağız ya... Dünyaca ünlü piyanistimiz, o gün senden bağlama çalmanı isteyeceğiz bilesin. Senden davul eşliğinde zurna; köslerin muhteşem eşliğinde "Türk Konçertosu"nu kemanla çalmanı isteyeceğiz.
Umarım gelinceye kadar bu dediğim enstrümanlara da çalışırsın.
Güle güle Fazıl Say!...
Sakın çağrılmadan gelmeyesin.
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 17, 2007

RABBİMİZ

Rabbimiz!...
Çarelerin tükendiği yerde 'çaresizliği' çare kılan Rabbimiz!..
Çarenin de çaresizliğin de Sen'den olduğunu bilmenin huzur ve çaresizliğindeyiz...
Sıkıntıların geçici, refahın geçici olduğunu asıl önemlisi ömrün geçici ve kısa olduğunun farkındayız hamdolsun.
Bebekmişiz, büyümüşüz. Ne anamız ne de biz bu büyümenin farkında olamamışız ama sonradan bilmişiz ki Sen'in gözetimindeymişiz.
Çocukluğumuzu hatırlıyoruz, büyüdük... Büyümemize izin iradesi de Sen'dendi. Büyümemize yetecek kadar ömrü biz kullarına bahşettiğin için büyüdük ve şükrettik...
Olgunlaştık. Şimdi de yaşlanıyoruz Elhamdülillah... Bebekliğimizin dışındaki bütün ömrümüzü hatırlayacak hafıza ve geçmişten ders alabilecek aklı da Sen verdin şükrolsun...
Yokluklar içinde zenginlikler nasibettin bizlere. Varlık zannetikleri dünyalık içindeki fakirleri de ibret olarak izlettin ve yokluğa hazır olmamız için gereken teyakkuzu da nasibettin şükrolsun...
Bulup sevinmemeyi, kaybedip dövünmemeyi, buldurarak ve kaybettirerek öğrettin... Maldan, kazançtan, ikbâlden kayıplarımız olduğunu zannettik bazen. Bu kayıplarla sarsılacağımızı zannettiğimiz de oldu belki ama; "Derdi veren şükür sana/ Bir de teselli vermişsin" deyip şükredecek yüreği de bahşettin...
Meraklıydık. Araştırmacıydık. Şüpheciydik. Sorup sorgulayandık fıtratımızca.
İlk merakımızı, ilk aşkımızı Sen'le isimlendiren kalbi de Sen verdin Elhamdülillah...
Yoktuk, var ettin Rabbımız!...
Hz. Adem(a.s.)'dan insanoğluna miras kalan şeytana uyarak şaşırmamızı engellemek için Resuller, Nebiler gönderdin... Bizleri "İbrahim(a.s.) milletinden, Muhammed(s.a.v.) ümmetinden" yaratarak iki kere şereflenirdin şükrolsun.
Eşref-i mahlûkattandık ama bütün eşref-i mahlûkat, "İbrahim(a.s) milletinden, Muhammed(s.a.v .) ümmetinden değil ki!...
Bu milletliğimizi de, bu ümmetliğimizi de Sen bahşettin hamdolsun...
Rahman ve Rahim sıfatlarından merhametinin sınırsız olduğunu da bilenlerdeniz.
Merhameti sınırsız, güzel Rabbımız, "Ol" deyince olduran Halık'ımız, Bize önce; "Rabbimiz bize dünyada da ahirette de güzellikler ihsan eyle ve cehennem azabından koru." diye dua öğretip sonra da "Dua edin icabet edeyim." şeklinde söz veren Rabbimiz; Tek güvencemiz Sen, tek tesellimiz "Dua edin icabet edeyim." sözündür...
İlayı Kelimetullah'ı kendine nihai hedef edinen Türk Milleti'nin dualarını kabul eyle Rabbimiz...
Duada istenenleri Türk Milleti'nin istediği zamanda değil Sen'in Türk Milleti için uygun gördüğün zamanda kabul edeceğini de bilenlerdeniz.
Dualarımız, nesilden nesile Kıyamet'e kadar sürecek Rabbimiz.
Dualarımız sürdükçe Sen'de kabul buyuracaksın biliyoruz. Bize duaları makbul ve kabul edilen kullarının kulluğunu nasibet Rabbimiz...
Bizi kulluk bilincine kavuşturdukça, ilayı Kelimetullah'a hizmetimiz, kolaylaşacak malûm olduğu üzere...
Bu kolaylığı sağlayacak zorlukları aşabilecek iradeyi diliyoruz Sen'den nasibet Rabbimiz...
Sonunda kolaylığa erişeceğimiz zorluklar sürecinde şeytana direnebilecek imanı diliyoruz!...
Bunlar Sen dilersen olur Rabbimiz.
Kendilerini "Öteki"leştirmiş üç-beş çapulcuya -korkuları yüzünden-uymaya niyetlenen Kürt Kardeşlerimize de doğru yol nasib et Rabbimiz...
Onlara hidayet nasip et ki kardeş bildiklerimizi öldürüp üzülerek azap çekmeyelim Rabbimiz!...
Duamıza icabetinle kullaşarak şereflenebilmek için bir daha, bir daha, bir daha; "Rabbena atina fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve gina azaben nâr."
"Rabbimiz; bize bu dünyada da ahirette de güzellikler nasip eyle, cehennem azabından koru."
Bayramın mübarek olsun Büyük Türk Milleti...
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÖKSÜZ DÂVÂ'M AAH !...

AKP'nin ilk günlerinde, adına kitap ta yazılan "Arap Kürt Partisi"nin partileşme sürecinde Recep Tayyip Erdoğan ve "Yol Arkadaşları"na, 'Beraber yürüdük biz bu yollarda' şarkısıyla dolaştıkları günlerde "Deprem Çadırı"demiştik, "Korsan Tüp" demiştik, "Uzaktan Kumandalı Rüzgâr Gülü" demiştik...
Demiştik te ne olmuştu'dan önce, neden bu kadar öfkelendiğimizi hatırlamaya çalışalım. Takıyyeyi, ilm-i siyasetleştirdiklerine çok kızardık. Recep tayyip Erdoğan, Kasımpaşalılaşır, kabadayılaşır ve bir söz söylerdi. Söz tam ya hoşumuza gidecek, ya da milleti kızdıracakken "Yol Arkadaşları"nın uyarısıyla hemen sözden dönülürdü. Biz de öfkelenir ve feveran ederdik!...
Aynı günlerde, Meclis dışında olmasına rağmen ana muhalefetin adresi olarak tarif edilen ve milletin muhalefet görevi beklediği MHP Genel Başkanı, Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'a seslenerek; "Bu yol ihanet yoludur. İhanet yolcularının mukadder akıbetinden kaçamayacaksınız. Bu hesaplaşmayı da ahirete bırakmayacağız." diye kükrerdi milletin ve bizim de çok hoşumuza giderdi.
Sevgili Yavuz Selim Demirağ Kardeşim; "Liderler-komutanlar sadece yaptıklarından değil, yapamadıklarından da sorumludur." şeklinde harika bir tesbitin sahibidir. Bu tesbitinde zannedersem bahsettiğim söylemlerin de katkısı epeycedir.
Siyasetin ve gündemin hızla değişmesi sonucu, MHP Genel Başkanlığı'ndan "Bahçeli MHP'nin Bahçevanı" ünvanına terfi eden "Genel Müdür", son zamanlarda Recep Tayyip Erdoğan'a benzemeğe başladı herhalde!...
Artık takıyyeyi onlar da ilm-i siyasetten saymaya başladılar herhalde! AKP'de de bu gün söylenen yarın inkâr edilirdi. MHP'de de bu gün söylenen, yarın inkâr edilmeğe başladı. Ama çok büyük bir farkla -ki bu fark ta olmalıydı elbette- AKP'de Recep Tayyip Erdoğan söyler, "Yol Arkadaşları" inkâr ederdi. MHP'de "Yol Arkadaşları" söylüyor, Devlet Bahçeli, bilmezden geliyor veya inkâr ediyor!...
Birileri, birilerine bir şeyler yaptırtıyor ama ne olduğu henüz netleşmedi!...
Meclis dışında muhalefetken; PKK'lılara karşı susuldu. Bayrağımıza saldırılarda Ülkü Ocakları'na ev hapsi verildi. Ülkücüler asla sokaklarda olmayacak şeklinde ve bütün "Dolma Kalemler"den methiyeler alan bir uygulama yapıldı. Kendileri bekâr ve çocuksuz olmalarına rağmen çoluk-çocuk sahibi Ülkücülerin çocuklarına ana-babalarından fazla sahiplenildi ve gözetildi. Söğüt'te, Recep Tayyip Erdoğan'la kişisel münakaşada, sokaklardan saklanılan ülkücüler, meydandaydı!...
Sonra seçim süreci başladı.
Listelerde Ülkücülerden kat kat fazla yeni "Yol Arkadaşları"na yer verildi. Buna rağmen millet MHP'ye, AKP ve zihniyetine muhalefet görevi vererek bir şans daha tanıdı. Ama daha mazbatalar alınmadan AKP'ye verilecek destek deklare edilerek, Cumhurbaşkanı seçiminde AKP'nin önü açıldı.
PKK'nın bağımsız olarak seçime sokarak Meclis'e gönderdiği ve seçimlerden sonra partileştirdiği DTP adındaki siyasal ihanet odağının Meclis'te olmasını, demokrasi adına şans olarak tarif ettiler. Sonra tarihi tokalaşma sahnesini yaşattılar millete. Sonra Genel Kurmay Başkanı'nın, "PKK mecliste." sözlerine destek amaçlı; "Evet! Solumuzda oturuyorlar." diye adres vererek tarif edip bütçe görüşmelerinden sonra tekrar tokalaştılar!...
Sonra da DTP'lilerle aynı tavır ve ağız birlikteliği ile Genel Kurmay Başkanımız'ı istifaya çağırdılar!...
İlm-i siyasete bakın, takıyyenin ihtişamına bakın!
"Bahçeli MHP'nin Bahçevanı"nın bu söylemden haberi yoktu ve dahası ona göre Genel Kurmay Başkanı'nın istifasına da gerek yoktu!...
Bilemiyorum kaş mı yaptı, yoksa kaş yapayım derken göz mü çıkardı?
“Liderler-komutanlar sadece yaptıklarından değil, yapamadıklarından da sorumludur.” diye nara atan Yavuz Selim Demirağ, acaba "Söyledikleri kadar söylemediklerinden, söyleyemediklerinden de sorumludurlar." diye ekler mi?
Ben de; "Bu kadar sorumluluk duyan birileri var mı?" diye merak etsem, çok mu karamsar davranırım?
Aaah Milletim!
Aaaah Devlet'im!
Aaaah Üküdaşlarım!
Aaaaah öksüz Dava'm aah!...
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 16, 2007

VURUN ARSLANLARIM !...

İşte bu!...
Kolay gelsin Mehmedim.
Gâzânız mübarek olsun Mehmetçiklerim.
Davullu-zurnalı, jurnalli-jurnalsiz, istihbarat destekli-müttefik köstekli, nasıl olursa olsun Mehmetçiklerimin analarını ağlatan insanlıktan nasipsizlerin yurdunu-yuvasını tar-u mar ettiniz, ediyorsunuz ya!...
Kahpelere, bölücülere, müttefik taşeronlarına, Dolma Kalemler'in halklarına, yerli işbirlikçilerin gerillalarına, ihanetin siyasal uzantılarının kardeşlerine, milliyetsiz milliyetçilerin sollarında oturduklarını söyleyip tokalaştıklarına, başlarını sokacak delik bırakmıyorsunuz ya!
İşte bu!...
Devletim, teamülleri en güçlü olan, yaşı en fazla olan devlettir. Benim devletim, bütün ihtimalleri göz önünde bulundurduğu için ağır işler derken, bu günlerin geleceğini biliyordum. Mehmedimin anasını ağlatanların yurtlarının-yuvalarının-inlerinin darmadağın edileceğini biliyordum. İnanıyordum bunun yapılacağına...
Kim ne derse desin, ben çok mutluyum. Dağlardaki Mehmedimden fazla evimde üşüyerek dualardaydım, gazalarından muzaffer dönsünler diye...
Meclis'te PKK'lıların varlığını söyleyen Genel Kurmay Başkanımız'a dil uzatarak kahramanlaşabileceğini zannedenlerin ne olduğunu Sevgili Alişan Satılmış, "Gerzek" diye açıkladı sağolsun.
Yellendiği ile geğirdiğinin farkında olamayanlara, Anadolu'da "gerzek" te derler ama daha başka adlar da verirler, bilenlerin bildiğinden ve bilenlerin bilmeyenlere söyleyerek kahkahalar atacaklarını bilidiğimden ben söylemeyeceğim...
Genel Kurmay Başkanım,
Muhterem Paşam;
Mecli'teki "gerzek"in arkadaşlarından birisi de "Başbakan'la birlikte basın toplantısı yapsın." falan bir şeyler buyurdular. "Üzüm üzüme baka baka...." demişler. Ya da "Atı atın yanına bağla; ya huyundan, ya tuyundan..." demiş atalarımız. Hoş görün Paşam!...
Sizin yerinize onları, milletin hafıza not defterlerine kaydettiklerinden emin olun. Siz sadece, merhametle adaletin bir arada barınamayacağını unutmayın yeter. Tereciye tere satmaya niyetlenenler de pazarda müşteri beklesin dursunlar...
Taş üstünde taş koymayacağınızı, karşınıza çıkarlarsa omuz üstünde baş koymayacağınızı biliyoruz.
Onlar da biliyorlar. Bu yüzden diplerdeler. Belki de anlarının-babalarının yanındalar!
Siz, onların kar kalkar kalkmaz dönecekleri yuvalarını dağıtıverin öncelikle, dönecek yerleri kalmasın başka çareleri yok; ya teslim olacaklar cezalarını çekecekler, ya da itlaf edeceksiniz elleriniz titremeden.
Bir de "Sürünün selâmeti için alaca dananın katli vaciptir." fetvâsını ve bu fetvâ ile kardeşlerin boğulduğunu, hatırlarsanız Paşam!...
Dağa çıkıp, baş kaldırıp, silah sıkıp eve döndüğünde aşla-işle karşılanacakları söylenenleri, asla korkutamaz, asla dağdan vaz geçiremezsiniz Paşam!
Başbakan'ın; "Genel Kurmay'la birlikte çalışıyoruz." şeklindeki açıklamasına, yaptığınız mesaide benzer sözler söylediğinizi duyar gibiyiz emin olun...
Gâzânız mübarek ola...
Vurun arslanlarım namus günüdür!...
Taş üstünde taş, omuz üstünde baş koyulmayacak gündesiniz.
Vurun Mehmetlerim!
Yeterince can verdik, artık şan alma günüdür!...
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 15, 2007

SUSTULAR, SIRA ONLARA GELDİ!...

Temel doktora gider.
Dayanılmaz bir ağrısı vardır. Doktor, neyi olduğunu sorar.
- Doktor, nereme dokunsam canım yanayi!
Temeli tepeden tırnağa kontrol ederler. Muayene edilmemiş bir yeri kalmaz ama Temel'de bir rahatsızlık bir hastalık görülmemektedir.
- Bir şeyin yok! Maşallah turp gibisin Temel. Derler. Temel feveranla karışık isyan eder:
- Doktor, nereme dokunsam canım yanayi. Burnuma da dokunsam, yanağıma da dokunsam, karnıma da, bacağıma da dokunsam canım yanayi! Nasi bir şeyim yok?!
Temel'i tekrar muayeneye alırlar. Tekrar tepeden tırnağa kontrolden geçirirler. Yine Temel'de hastalık olarak bir şey bulunmaz. Doktorlar şaşırmışlardır Temel ise acı içinde kıvranmaktadır. Bu şikâyetlenmeler ve kontroller, bir kaç kere tekrarlanır.
En son olarak bir ortopedi uzmanı bakar Temel'e.
Temel'in işaret parmağı kırıktır. Ve kırık parmağı ile neresine dokunsa canı yanmaktadır!...
Dostlar;
Kafamız, bedenimiz, kollarımız, bacaklarımız sapasağlam. Kalbimizde, akciğerlerimizde, böbreklerimizde velhasıl hiç bir uzvumuzda hastalığımız yok şükrolsun. Ama işaret parmağımız kırık. İşaret parmağımızla neremize dokunsak canımız yanıyor.
Muhteşem Türk Atatürk'ten sonraki bütün siyasi doktorlarca kırık parmağımız tesbit edilemedi. Bu acemi doktorlar yüzünden de onlarca yıldır, neremize dokunursak canımız yanmakta.
Bir zamanlar sadece sol işaret parmağımız kırıktı. Teşhisin gecikmesi ve bizimde kontrolsüz kullanmamız yüzünden şimdi sağ işaret parmağımızı da kırdık. Acemi siyaset doktorlarımız da sayı olarak arttı da arttı.
İki kırık işaret parmağımızı tedavi ettirebilmek için artık bir ara hekimine ihtiyacımız var. Ara hekimlerin, milletin içinde olduğunu, avamdan olduğunu da yüzlerce yıldır biliriz.
Çaremiz millette Dostlar!...
Çarıklı erkân-ı harbe, millete müracaattan başka yolumuz yok!
Konuşulması gereken yerlerde susanlar, saldırmaları gerekenlerle tokalaşanlar, onların yerine kırık parmağı işaret eden Genel Kurmay Başkanı'na saldırdılar!...
Kırık parmağımızla, gözümüze dokunduk ve yine canımız yandı elbette!...
Milletim;
Ya sür'atle kırık parmaklarımızı bir sınıkçıya sardırarak kırıklarımızın tutmasını bekleyecek, ya da kangren olmaya niyetli işaret parmaklarımızı kesip atacağız. Elsiz, kolsuz kalmaktansa parmaksız kalmak daha mantıklı değil mi?
Ölünüp öldürülecek yerlerde olmayan, konuşulması gereken yerlerde susan, onlarla aynı çatı altında olmaktansa sine-i millete dönmeleri gerekirken tokalaşıp, şimdi de Genel Kurmay Başkanımız'a saldıranlara, söyleyecek sözümüz yok mu hala?
Ya susun, ya da susun Kardeşim!
Susarak, konuşmayarak dünyada emsali olmayan bir siyasetin mucidi sizler değil misiniz? Susulacak zamanda konuşarak kırık parmağımızı kalbimize vurup canımız iki kere acıtmayın artık!
Genel Kurmay Başkanımız'a da bir sözümüz var elbette.
Paşam; siz şikâyetlenemezsiniz! Siz şikâyetlenecek konumda değilsiniz! Siz şikâyetlenemez ve asla ağlayamazsınız. Siz şehitlerimizin peşpeşe dizilerek resmi geçit yaptığı günlerde, bir dostunuzun düğününde göstermelik te olsa oynayamazsınız!
Siz ağlayamazsınız da Paşam! Sizin aslî göreviniz Türk Analarını ağlatan hainlerin analarını ağlatmaktır vesselam...
Siz savaşın paşam!
Siz sınırlarımızı muhafaza edin. Biz millet olarak konuşmamaları gerekenleri, ilk fırsatta sandıkta, bir daha konuşmamak üzere sustururuz.
Konuşmalaraı gereken zamanlarda susmuşlara ve susanlara; "Sustun, sıra sana geldi!" demek, milletin işi Paşam!...
Milletin size güvendiği kadar, siz de millete güvenin yeter.
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 12, 2007

HEPSİ SUÇLU !...

Neşet Ertaş Usta'nın kulaklarını çınlatarak başlayalım mı?
"Evvelim sen oldun, ahirim Sen'sin."
Büyük Milletim;
Sıkıntının adı da sensin, çare de!...
Mağdur-mazlum olmuş-edilmiş birisi, eğer oturmuş ve adil bir yönetim varsa uğradığı haksızlığı, hukuka şikâyet eder. Yönetimin şekline göre de mer'i hukuk, gerekeni yapar.
Türk Milleti;
Bizim seçme hakkımız var, seçiyoruz. Seçilme hakkımız var seçiliyoruz. Bu işin normal olanı. Anormal olan ise; seçenimiz de seçilenimiz de ne hikmetse seçim alanlarında söylenenleri, vaatleri ya hiç duymayız, ya da seçimden hemen sonra unuturuz!...
Bu memlekette siyasilerimizin en soldakilerinin de, en sağdakilerinin de, en liberalinin, en ümmetçisinin, en milliyetçisinin de çok garip bir tecelli ile aynı işleri yaptıklarının, aynı yanlışı veya doğruyu yaptıklarının ne zaman farkında olacağız?
Kimi, kime ve niye şikâyet edeceğiz?
Artık Genel Kurmay Başkanımız da; "TBMM'de PKK var!" diyor!... Diyor da ne oluyor? Hemen bir gün öncesinde Başbakanımız; "Gelsin analarının babalarının yanına gitsinler." diye dağdaki PKK'lıyı da eve çağırıyor!
Canımız yanıyor elbette. Şehit Anaları; "Bizim evlâtlarımızı da yanımıza getirebilir misiniz?" diye feryad ediyor!...
Şehit Anaları, şehit aileleri, milliyetçi partiler, sosyal demokrat partiler bu karşılıklı söz düellosuna taraf oluyorlar.
Büyük Milletim, ne yapacaksın?
Bu memlekette çıkarılan 8 Eve Dönüş Yasası'nda; milliyetli-milliyetsiz, ümmetçi-laik-liberal veya bu sıfatlarla geçinen bütün siyasi partilerin imzalarının olduğunu, unutacak mısın?
Eve Dönüş Yasalarının, Pişmanlık Yasaları'nın, Afların altında imzası olmayan bir parti hatırlıyor musun?
Bu partilere avrupa'dan, amerikadan, aydan birileri mi gelip oy veriyorlar?
Şimdi kendileri yaparken doğru, ama başkası yaparken yanlış mantığıyla bir yerlere saldıranlar ne kadar haklılar?
Bu haksız saldırılara kanarak sen yeniden bir oylama yanlışı yaparsan kim suçlu?
Genel Kurmay Başkanımız; "TBMM'de PKK var." diyorlar. Aynı gün veya bir gün sonra Başbakan; "Ne yapıyorsak askerle birlikte yapıyoruz." diyor!...
Ya birileri yalan söylüyor, ya hep beraber milleti kandırmak üzere anlaşılmış, ya da -Allah korusun- işgal edilmişiz, haberimiz yok!...
Affedenlerin, eve döndürenlerin, pişmanlık yasacıların tamamı, ama tamamı millete karşı suçlu ve biz, -galiba- bile bile farkında değiliz!...
Şu anki yaşadıklarımızın adı, her neyse başlarım böyle yönetime!...
Başlarım böyle seçme-seçilme hakkıyla millete verildiği söylenen hakimiyete!...
Hala suçluların farkında değilsen, Milletim sen suçlusun...
Bu yaygın suçun işlenmesine müsamaha gösteren herkes te, her kurum da tarih huzurunda suçludur vesselam!...
Türk Milleti, Allah aşkına kendine döööön!
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 11, 2007

ARZ'IMDIR...

Büyük Türk Milleti,
Çok sevgili Dostlarım,
Muhteşem Ülküdaşlarım;
Önce yaklaşan mübarek Kurban bayramınızı tebrik ederek bayram havasında geçmesi için ne lâzımsa Rabbim'in nasip etmesi dualarımla hepinize muhabbetlerimi ve saygılarımı arz edeyim.
Yaklaşık 30 yıldır; adında Milli sıfatını taşıyan, ulaşabildiğim bütün yayın organlarında kalemimin gücü kadar sizlere sesleniyorum.
Her seslenişimde, sizlerden hep iltifat beklemedim tabi. Çok sert tenkitlerinize de muhatap olarak kendimi ya topladım, ya da tavrımda ısrarcı oldum.
Kendi kendilerine "Ulusal basın" adı koymalarına rağmen asla ulusal yani milli olmayan basın- yayın organlarında, defalarca davet edilmeme rağmen yer almadım. Teklif edilen ücretleri hakaret addederek, hakaretlerle mukabele ederek reddettim.
"Dolma kalem" sıfatından korktuğum kadar hiç bir sıfattan korkmadım. Çünkü yüreğimizde Allah(c.c.) korkusundan başka bir korkuya yer bırakmadık inşallah...
Düşündüklerimizi tesir altında düşünüp yazdıklarımızı da sipariş üzerine yazmadığımız için şükürler olsun ki siz Dostlarım'la, sizlerle aramızda, bendenizi çok bahtiyar eden bir bağ kuruldu. Bu bağı kuvvetlendirmek ve dost halkamızı becerebildiğimce genişletebilmek için de adının başında veya içinde "Milli" sıfatını taşıyan hiç bir yayın organından ve internet sitesinden yazılarımı esirgemedim, esirgemeyeceğim de...
Uğruna ömrümü gönüllü olarak hibe ettiğim "Davam" için, bu saatten sonra farklı neler yapabilirim diye beyin patlatıyorum. Patlatırcasına zorladığım beynimin ve tamamen hür aklımın ürettiklerini de sizlere arz etmekten tarifsiz bir haz duyuyorum.
"haberbu.com, milliocak.com, milliyetciler.com" siteleri ve son zamanlarda çok keyifle bulunduğum "sicakgundem.com", sesimi ve milletimin söylendiklerini söyleyebildiğim yerler olarak çok önemsediğim adreslerdir.
Normalde haftada bir gün -Perşembe günleri- buluştuğumuz ama gazetemizin saygın yöneticileri sayesinde son zamanlarda haftada 3-4 gün buluştuğumuz Yeniçağ Gazetesi, sesimizi duyurabileceğimiz en özel adresimizdir.
Yukarıda adlarını şerefle arz ettiğim sitelerden bilhassa birisinde, zannedersem yöneticilerin gizlerinden kaçan, seviyesiz ve tamamen iftiraya dayanan tenkit değil hakaretlere muhatabım!... Sizlerden başka şikâyet edecek yer bilmediğim için sizlere şikâyet hakkımı kullanıyorum. Aynı zamanda site yöneticilerinin de dikkatlerini çekmeğe gayret ediyorum tabi ki!...
BOP Eş Başkanı olmakla övünen bir Başbakanımız var maalesef !...
Bendenizi ve benim gibi düşünen milli kafa ve milli vicdanları rahatsız eden BOP Eş Başkanlığı'nı ve Eş Başkanı tasvip eden vatandaşlarımız da var, olmalı da...
Bu kişiler tarafından da adlarında milli sıfatını taşıyan sitelerde bendenize ağır ithamlarla saldırılar yapılıyor. Saldırılardan rahatsız değilim asla. Ama milli sıfatlı sitelerde böylesi kişilerin saldırılarının görülmemesine itiraz hakkımı kullanmak istedim.
Dostlar; bendeniz milli ruhlu, milli düşünceli, milli hayalli, milli idealleri olan ve ideallerinin nihai noktası Turan olan bir Türk'üm.
İdealim'e kavuşabilmek için de rehberim Kur'an'dır Elhamdülillah. Bu yapımı ve bu duruşumu, hiç bir ortamda hiç bir baskı karşısında saklamadım şükrolsun.
Körlerin fili, tuttukları ve hissettikleri yeri gibi tarif ettiklerine benzer bir davranışla bendenizi; kendilerini ve destekledikleri BOP Eş Başkanı'nı tenkit eden bir yazımla yargılayanlara tahammül ederim elbette. Ama tekraren sıfatlarında milli olan site yöneticilerinin, bendenizi böylesi eş güdümlü kişilikler karşısında desteksiz bırakmalarına da itiraz etmek isterim izninizle...
Ben Türk'üm, Türk ben'im...
Türk'ü, Türkiye'yi, Muhteşem Türk Atatürk'ü, üniter devletimi, ordumu, bayrağımı ve mukaddeslerimizi sevenleri seviyorum; sevmeyenleri ise otomotikman hasım ilan ettiğimi söyleyeli uzun yıllar oldu.
Türk kimliğim, İslâm'la da şereflenince "Müslüman Türk" gibi muhteşem bir kimlik sahibiyim.
Ne kimliğimle kimsenin oynamasına izin veririm, ne 'alt-üst kimlik' vehmedenlerin vehimleriyle ilgilenirim, ne de üç-beş kuruşluk günlük menfaatler için iktidar görünenlere yalakalık ederek iltifat beklerim...
Milletime, dostlarıma, ülküdaşlarıma arz ederim...
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 10, 2007

O ŞİMDİ ASKER...

O, şimdi Mehmet...
O, şimdi Mehmetçik...
En büyük asker, elbette benim askerim şimdi...
Doğduğunda çok sevinmiş, çok şükretmiş, kendimi çok baba hissetmiştim.
Sünnet ettirdiğimde babalık sevincini, babalık övüncünü bir daha yaşamıştım...
Evlendirdiğim günlerdeki babalığımı tarife imkân yok! gelinimi bana kız ettiğinde de muhteşem bir babaydım!...
İlk torunum Burkay'ı, ikinci torunum Okay'ı kucağıma verdiği günlerdeki dedeliğimi, dedeliğimin gururunu anlatmama imkân yok...
O, şimdi asker...
Oğlum, ilk göz ağrım, bana babalık keyfini ilk yaşatan Gökçe'm şimdi asker... İkinci askerim bu.
Annesi ağlıyordur her halde bizden gizli.
Ama en az benim ve oğlum kadar oğlumuzun askerliği ile gururlu olduğunu da biliyorum. Eğer Annem, Gökçe'min Babaannesi, peşinden ağlayan kimsenin olduğunu görürse kıyamet koparır biliyoruz. "Askerin peşinden ağlanmaaaaz! namus borcunu ödemeğe gidiyor o!..." diye askerini yolcularken ağlayan annelere kızarak verdiği öğütleri, her kes kadar elbette eşim de bilir.
Oğlum; "yan gelip yatmaya..." gidiyor. Oğlum, toprağın vatan kalması için gereken emeklere emeğini katmağa gidiyor.
Oğlum; toprak vatan kalsın diye, kendinden öncekilerden nöbeti devralsın diye, kendisiyle götüreceği ana-baba yüreklerimizi de sınırda kendileriyle birlikte atsın diye götürerek gidiyor...
Yolun açık olsun Oğlum...
Görevin kutlu, yarınların umutlu olsun. Senin umutlu yarınların vatanın yarınlarıdır...
Allah(c.c.); bütün silâh arkadaşlarını, komutanlarını, senden öncekileri ve senden sonra gelecekleri hıfzetsin oğlum. Silâh arkadaşlarının arasında seni de korusun Mehmedim, seni de gözetsin Gökçem...
Gururla, gülerek uğurladığım seni, gülerek gururla bekleyeceğim. Vatanın seni beklediği kadar senin de Vatan Borcu'nu ödemeği beklediğini biliyorum.
Kendileri çürük raporu alan vicdanen çürükleri, oğullarına çürük raporu alarak vicdanlarını çürütenleri, şimdi daha cesur tenkit edeceğim...
Çünkü; sen terhis oluncaya kadar gururla söyleyeceğim asker babası olduğumu...
Karla, kışla ve hain bölücülerle mücadele eden Vatan Evlâtları'nın arasında oğlumun da olmasının gururunu yaşayacağım...

O ŞİMDİ ASKER

Dedenin silahı duvarda hala
Yedi düvel ile vuruşmuştu O,
Dedenin nöbeti, sende bak Bala
Cumhuriyet için vuruşmuştu O...

Sen asker olmadan eksikti ordum
Sen nöbet tutarken selâma durdum
Senin nöbetinin farkında yurdum
İlk günden mehmetle buluşmuştu O...

Gördüğüm her asker sen olacaksın
Adın Mehmet, dağda çen olacaksın
Tarihli vatana ten olacaksın
Mehmedin tenine alışmıştı O...

Tokkalı'ca dur nöbette yiğidim
Okkalıca vur namerde yiğidim
Gazi Paşa bak ilerde yiğidim
Senin nöbetine çalışmıştı O...

O şimdi asker.
O, şimdi Mehmet.
O, şimdi Mehmetçik...
Türk askerdir, asker Türk. Adı Türk, şanı Türk, oğlum Türk, Türk oğlum...
Güle güle git Oğlum...
Vatanı sana, seni önce Allah(c.c.)'a sonra da Komutanlarına emanet ederim oğlum...
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 09, 2007

KUTLU SEVDAMIZ (Hep beraber, bir daha...)

Sevdamızı anlat demişlerdi, SEVDA ERLERİ !...
Sevdamızı anlat diye rica etmişlerdi!...
Çok kolay gibi gelen bu iş; yaklaşık bir hafta patlattı beynimi, zonklattı şakaklarımı... Sevdayı yaşamak kolaydı sevdalı için ama anlatması, ne mümkün!...
Sevdamızı paylaştığımız Sevda Erleri'ne söz vermiştik bir kere, anlatmalıydık SEVDAMIZ'ı... Zordu ama, Sevdamızı bize bahşeden Rabbimiz'e sığınarak başladık bir kere...
Sevdamızı tarife; Sevda Erleri'nin başlarından, Sultan Alparslan'ı hatırlayıp hatırlatarak başlamak istedik. Vasiyeti üzerine; "Gökyüzüne kadar yükselen Alparslan'ın büyüklüğünü görmüş olanlar, gelsinler şimdi onu Merv'de bir avuç toprak altında görsünler." şeklindeki mezar taşıyla madalyalı bir Sultan, bir Sevda Eri'yle...
15.000 kişilik mütevazi ama her biri bir Sevda Eri olan ordusuyla 200.000 kişilik Haçlı Ordusunu tar-u mar edip Rum İmparatoru Romen Diyogen'i esir alan kahraman kumandanla... Muzafferce dönüşünü kutlamaya hazırlanan milletine; "Karşılamayın!.. Yanımda yenilmiş bir hükümdar vardır, onu rahatsız etmek istemem!..." haberiyle tarihe şerh düşecek kadar güçlü bir mühürdarla...
Mezar taşına tarif olarak yazılan "Gökyüzüne kadar yükselen...." sıfatını, niye ve nasıl kazandığını, anlatmaktan zevk aldığımız bir Sevda Eri'yle...
Sağlığında dünyaya sığmayan, gökyüzüne yükselen; ölümünden sonra bir avuç toprağın altına sığan ama bu kere de tarihe sığmayan bir tariftir Sevdamız...
Diriliğinde iri, bitiş diye tariflenen ölümünde büyümesiyle tariflidir...
Öldükçe çoğalan, çoğaldıkça ölen erlerin sevdasıdır Sevdamız...
Bu Sevda; hiçkimsenin sahiplenemeyeceği kadar özel, bu sevda, kendini Türk hisseden her yürekle paylaşılacak kadar da büyük...
Bu büyük Sevda'nın sevdalıları da büyüktür...
Bu SEVDA ERLERİ'nden yoldaşları, razıdır. Şüheda razıdır bu ERLER'den. Ulema razıdır, ümera razıdır.
Bu ERLER'den evliya razıdır, Alperenler razıdır. Bu ERLER'den Peygamber(s.a.v.) "Aguşunu açıp bekleyecek kadar" razı, bu ERLER'den Allah(c.c.) razıdır...
Çünkü nizam-ı alemdir bu Erlerin sevdası. Bu Erlerin Sevdası İlayı Kelimetullah'tır...
"Nerde bir Türk varsa ora bizimdir." diyebilecek kadar alıcı, "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." emrini uygulayacak kadar vericidir bu Sevda Erleri...
"Hiç kimse kimsesiz değil herkesin var bir kimsesi/ Hiç kimsesiz kaldım medet Kimsesizler Kimsesi.." diye kendini tarifleyerek Fatih olan ve 600 yıldır Fatih kalabilen erlerdir...
Dünya malı tarifli zenginliğe, tenezzül etmeyecek kadar tok gözlü, şehadetinde cebinden 35 kuruş çıkacak kadar zengindir bu Sevda Erleri...
Bu Sevda Erleri'nden küsülmez ve küstürmek te mümkün değildir bu Sevda Erleri'ni!...
Açılışı 1071 yılında Sultan Alparslan'la yapılan ve yaklaşık bin yıl sonra -dünyaya inat- açık tutmaya çalışan Başbuğ Alparslan'la devam eden bu Sevda; Bayrağı indirmemecesine, Ezan'ı dindirmemecesine sürer ve sürecek...
Bir kara sevdadır bizim SEVDAMIZ.
Çekildikçe aklanır ve karatoprakla paklanır...
Elbette her yürek tutulamaz ve elbette Sevda Eri'nden başkasının yüreği, dayanamaz bu Sevda'ya!...
Bu Sevda, kutludur. Millet adına umutludur bu Sevda...
Bu Sevda Erleri'nde rehber Kur'an, hedef Turan'dır... En büyük ödülü Şehadet, madalyası gazilik'tir bu Sevda'nın.
Bu yüzden yürek gerektirir. Bu Sevda özeldir. Bu Sevdanın Erleri, özeldir. Özel sevdanın özel erleri ile yaşatılan bu Sevda, özelliği kadar güzeldir...
Bu Sevdanın Erleri, Sultan Alparslan'la esir aldığı imparatoru incitmemek için kutlama yaptırmayacak kadar nazik; Muhteşem Türk Başbuğ Atatürk'le yendiği ve kovduğu işgalci milletlerin bayrağını yerden kaldırtacak kadar incedir.
Bu nezaketleri, bu incelikleri ile kazandıkları Allah'ın Rızasıyla; 15.000 kişiyle 200.000 kişilik orduyu, yokluklar içinde yedi Düveli dize getirecek kadar da güçlüdür bu SEVDA ERLERİ...
Bu sevdanın mensupları erdir erkektir...
Erendir, Alperendir bu Sevdanın Erleri. Ölenlerinin şehit, kalanlarının Gazilik'le madalyalandığı; Türk'e göre, Türk için, Türk'e özel sevdadır SEVDAMIZ...
Bu Sevda, anlatılmaz erenler!...
Anlatılamaz!...
Bu sevda, Allah nasip etmişse yaşanır sadece... Bu Sevdanın Erleri'ni tanıyanlar şanslıdır, tanımayanlar bahtsız!...
"Haluk Kırcı" laşır bazen bu Erler!... Bir nesli temsilen bir devirle hesaplaşır "Kurt Duruşu"yla... Kapatıldığı hücresinden dünyaya sığmaz cesametiyle... Bazen Yusuf Ziya'laşır bu Erler. Arpacık'laşırlar gez-göz ararcasına!... "Baş Eğmediler" tarifini hak ederek yine sığmazlar sınırlara...
Bazen Mahir Damatlar'laşır bütün rind-i şeydalığıyla... Savaşlarıyla özelleşir, öğütleriyle güzelleşirler bu ERLER...
Bazen Yavuz Selim'leşirler, Demirağ'ları yırtmacasına...
Bu erler, Sevdamızın Erleri'dirler... Sevdamız'a sevda tarifini yakıştıran sıfatlardır bu Erler!...
Destanlar, bu sevda erleri için; bu sevda erleri destanlaşmak içindir...
Her devirde destandır sevdamız; her devirde destan devleridir Sevdamızın Erleri...
Zorlandım erenler!...
Sevdamızı yazmaya niyetlendim zorlandım!...
Bir Sevda Süvarisi olarak Sevda Erleri'nden arlandım!...
Bu Sevda Erleri'den uzak kalmaktansa bütün dünya ikballerinden uzaklaşmayı tercih ettim...
Allah(c.c.) Sevdamızı korusun. Sevda Erleri'nin sevdasını artırsın.
Dünya durdukça Türk dursun, Tanrı Türk'ü Korusun...
"TÜRK'ÜM.BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KİMSESİZLER KİMSESİ...

"Hiç kimse kimsesiz değil herkesin var bir kimsesi
Hiç kimsesiz kaldım medet Kimsesizler Kimsesi.." Fatih Sultan Mehmet

Yaklaşık on yıldır, aklımı başımdan alan bu beyitle yatıp kalkmaktayım...
Her kesin, hayatının bazı günlerinde, kendini kimsesiz ve yalnız hissedebileceğini biliriz. Aynı duygulara defalarca düşmüşüzdür muhakkak...
Kendini hiçkimsesiz hisseden herkesin yaptığı gibi bizler de "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınırız... Bu duygu ve düşünceler; sıradan biri için, avamdan biri için tabi ki, çok doğal duygular...
Ama yaşadığı çağda herkese kimselik etmekle mükellef birinin, kendini kimsesiz hissetmesi ve "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınması, aklımı başımdan alır hep!...
Peygamberimiz(s.a.v.)'den dua müjdeli biri olacaksın, çağ açıp çağ kapatan olarak tarih olacaksın, sadece devrinin değil günümüze kadar bütün zamanların Fatih'i olarak nam salacak, tarihleşecek efsâneleşeceksin ama bu arada da insan olduğunu, insanlığın en mükemmel rütbesi olan "Kulluk" tarifinin farkında olduğunu da tarihe şerh düşeceksin!...
Bu tarif ve tanımlarla elbette Fatih olacak, elbette Fatih Sultan Mehmet kalacaksın!...
Bu teslimiyetin, bu tevazunun sahibi Fatih olmazsa ne olurdu?!...
Devlet yöneticiliği oyunu oynayan parti liderlerimiz, siyasal genel başkanlarımız, Allah rızası için Koca Fatih'in kendini tarifini okusalar ne olur?...
Tevazunun ve kulluk bilincinin bir insanı nasıl büyüttüğünü, nasıl fatihleştirdiğini bir anlasalar!...
Ama tesadüfen, ama seçimle, ama atanarak bir yerlere, bazı makamlara gelenler, ne olurdu bir defa bile olsa yukarılara çıkıldıkça yalnızlığa mahkûm olduklarını, hiç kimsesiz kaldıklarını, kalacaklarını, "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınmaktan başka çarelerinin kalamayacağını Fatih'i okuyarak bir görseler...
Demek ki kolay Fatih olunmuyor!...
Demek ki yüzlerce yıl Fatih olarak, kolay kalınmıyor!...
En az ikiyüz yıllık planlar ve hayallerle donatılarak yetiştirilen Devlet Adamları'nın nasıl yetiştiğini, Devlet Adamlığının nasıl oluştuğunu, bir anlamaya çalışsalar ne olur?...
En soldayım diyen partinin de, en sağdayım diyen partinin de, hatta bütün partilerin de tüzükleri, birbirinin nerdeyse aynısı. Çünkü, ancak yasalarımızın izin verdiği şekilde parti olunabiliyor. Farklı söylemleri alenen söylemek, -bazen- yasalarımızı ihlâl gerektirir. Bu yüzden de bütün partilerimizin genel başkanları ve kanaat önderleri, fısıltıyla farklı konuşurlar. Bu farklı konuşmalarıyla da milletten itibar görür veya itibar kaybederler.
Çok gariptir farklı fısıltı söylemleriyle milletten itibar görerek göreve gelenler, hemen hem kendilerini göreve getiren milleti, hem de inançlarının gereğini, unuturlar!...
Milleti ve inançlarının gereğini unutmaları yüzünden de pervasızca yolsuzluklar yapar, pervasızca beyt-ül mal'ı talan ederler!... Çünkü seçilmişlerimizin büyük bir çoğunluğu; seçimleri süresince "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınırlarken seçildikten sonra tek kelimeyle insafsızlaşır, Firavunlaşırlar!...
Kazandıkları seçimi, asla sonu gelmez bir kazanım olarak görür, kazandıkları seçimle iş başına getirildiği görevinin de ilânihaye olduğunu zannederler!...
Bu zannettikleri ölümsüzlük, sonsuzluk vehimleriyle de millete fütursuzca hakaretler ederler. Seçilinceye, seçimler bitinceye kadar kesinlikle millet vekilliğine taliptirler ama seçildikten sonra ise genel başkanlarının vekilleri olurlar!... Bu kişiliksiz davranışları yüzünden de milletin nazarında irtifa kaybederler, siyasete irtifa kaybettirirler.
Gelecek seçim sath-ı mahallinde bir daha "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınacaklar!...
Bu sahtelerle mücadele de bizlere kalacak, bizlere düşecek nedense!...
Hangi mevki ve makamda olursa olsun, hangi gücün sahibi olurlarsa olsunlar; "Yüksekten düşenin, kaybı fazla olur." mantığıyla, bütün Devlet Ricalinin "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınabilecek yüzlerinin olması lazım. Biliriz ki yukarılara çıkıldıkça yalnızlık artar!...
Yalaka ve yalamaların soytarıca kendilerine varmış gibi yutturdukları hükmetme gücünü yanlış kullananlar, bulundukları yerden düşünce canları çok yanar!...
Kendilerini, herkesin herkesi gibi zannederek bu durumlarını, millete zulmetmek için kullananların, Fatih'in yukarıdaki muhteşem dizelerini günde en az 10 kez hatırlamaları gerekir diye düşünürüm...
Bu sözleri bilmeyenlerin, bilip kulak ardı edenlerin yarın düşecekleri düşmüşlük günlerinde neler çekeceklerini de görür gibiyim...
Fatih'lik elbette Allah(c.c.)'ın bir lütfudur. Ama Fatih'in makamına tesadüfen de olsa gelmişlerin, kendilerinde keramet vehmetmelerinden se "Kimsesizler Kimsesi" ne sığınmaları, daha akıllıca değil midir?...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 08, 2007

TÜRK'E KEFEN BİÇENİN ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR...

İşgale uğramış pay-i tahtın, yenilmiş ve parçalanmış, taksim edilmiş Osmanlı'nın başkenti İstanbul'un tek mermi patlatılmadan işgalden kurtarılmasını, herkes gibi elbette bizlerde merak ederdik. Bu nasıl bir başarı idi? 7 (yedi) Düvel, yani Haçlı bir daha ve son saldırısını gerçekleştirerek halifenin de bulunduğu, İstanbul'u işgal etmişken nasıl terk etti gitti diye hep merak edilmiş ve sorgulanmıştır.
"Hafızayı beşer nisyan ile malûldür." sözünü ispatlamak istercesine unutmaya niyetlendiğimiz ve nedense özellikle unutturulmak istenen dev romancımız Kemal Tahir bir romanında, roman kahramanının ağzından bu merakımızı; "Halifelikten vaz geçerek, hilâfeti vererek." şeklinde açıklayarak gidermişti. Demek ki gerektiğinde taviz verilerek te kazanmak mümkünmüş.
Milleti tebaalıktan, kulluktan vatandaşlığa ve şahsiyetliliğe yükselten Muhteşem Türk Atatürk, yönetimi kayıtsız şartsız millete teslim ettikten sonra hilâfet makamının yerine "Diyanet İşleri Başkanlığı"nı ihtas ederek bu boşluğa da izin vermemiştir.
Bu çok ciddi ve hayati gerçeği hatırlayıp hatırlattıktan sonra sür'atle günümüze dönmek gerek. Yirmi yıldan fazladır bir belaya muhatabız. 35.000 kişiye yaklaşan vatandaşımızın ölümüne, 5000'ni aşan mehmetçiğimizin, güvenlik görevlimizin, korucumuzun, devlet görevlilerimizin şehadetine mal olan bir belayla muhatabız. Bu belâ geçmişte de çok kereler tekrarlanmış ve çok sert mukabele görmüş bir baş kaldırının tekrarı.
İlk defa bu kadar uzun sürüyor. Çünkü bu kere, "bir kaç baldırı çıplak" diye tarif ederek bizi kandıranlar yüzünden PKK taşeronu önde olmak kaydıyla AB ile ABD ile, Haçlı ile savaşıyoruz!...
Terör ve teröristle böyle mücadele edilemeyeceğini artık bilmemiz lâzım. Karşımızda görünmeyen bir düşman var ve biz ona çok açık hareket eden, çok görünen bir ordu ile mukabele ediyoruz.
Mukabele etmeden önce de siyasilerimiz ve dolma kalemlerimiz sayesinde davul-zurnalar eşliğinde saldırıya geçeceğimiz haber verilince, milletin öfkesini kesecek nihai vuruşumuzu da yapamıyoruz!
Bir gün önce Meclisimizde, milletin temsilcilerinin gözlerinin içine baka baka; "PKK bu ülkenin gerçeği... Hayır mı diyelim?" diye tehditkâr bir eda ile nara atılıyor. Bu nara ve tehditin hemen peşine, bir gün sonra Başbakanımız; "......... ve dağda da bu kanlı teröre bulaşmamış, karışmamış olanları da 'Gel ananın, babanın yanına git.' diyoruz." diye açıklamada bulunuyor!
Sayın Başbakan! Fısıltıyla milletin söylendiği gibi bir şeyler varsa, PKK'ya karşı ABD'ye ve Haçlı'ya tavizler verildiyse, ne verdiğinizi ve ne söz verdiğinizi milletle paylaşmak gibi bir mecburiyetiniz var.
Yok eğer bir taviz ve söz konusu değilse; adamlar tercihlerini yapmışlar. Dağa çıkmışlar. PKK kamplarında eğitimlere başlamış ve devam ediyorlar. Mehmetçiklerimizi hayal ederek veya maketlerine ateş ederek talimler yapıyor ve yapmışlar. Türkiye'ye, Orduma, Korucularıma, Kürtlerime saldırmak için fırsat ve emir bekliyorlar. Böylesi kişilerin teröre bulaşmamışı nasıl olur?!!!
Veya bir insan PKK'lı olmak için başka ne yapabilir?!!!
PKK bir suç örgütü ise, PKK'yı suçlular oluşturuyorlarsa; PKK bölücü bir suç örgütü ise ve PKK'yı bölücüler teşkil ediyorlarsa; 23-24 yıldır bu lânet örgüt ve bu örgütün lânet mensupları devlete-millete karşı suç işliyorlarsa; bütün dünyada PKK suç örgütü olarak ilan edilmişse; PKK'lıyım deyip PKK adına dağlarda olan biri nasıl bu kanlı teröre bulaşmamış, karışmamış olabilir?!!!
PKK suç örgütüdür, suçludur.
PKK mensubu, suç örgütü mensubudur, suçludur.
PKK'lı kalleşler bebeklerimize kurşun sıkarak cinayetler, katliamlar yapmışlardır ve suçludurlar. Mehmetçiğime, devletimin hükmi şahsiyetine kurşunlar sıkacak kadar büyük fiiller işlemişlerdir ve katildirler, suçludurlar. Eyleme karışsa da, karışmak üzere kampta sırasını beklese de suçludur.
PKK ve PKK'lılar suçludurlar, suçlular da cezalandırılmalıdırlar.
Millete, devlete karşı affedilmez suçları işleyenleri kendi siyasal çıkarları uğruna affedenler, affetmeği düşünenler de en az onlar kadar kamu vicdanında suçlu olurlar.
DTP'li Sakık'ın söylediği ile Başbakan'ın söylediği arasında ne fark vardır? DTP'yi; PKK örgütünü dışlamadığı ve methedici söylemleri ve davranışları yüzünden kapatabilecek olan yasalar, benzer suçu işleyen AKP için de geçerli değil midir?
"PKK bu ülkenin gerçeği..." sözleriyle, " PKK'lı, gel ananın babanın yanına git." sözünü kıyasladığımızda hangisi daha bölücü, daha yürek verici ve daha suçtur?
Ben mi Türkçe bilmiyorum, yoksa asla "Türk'üm." diyememiş Başbakan mı Türkçe konuşmuyor? Neden gereksiz hoplamalarla bizim de yüreğimizi hoplatıyor?
Birileri bizi ölümle korkutup bayılmağa razı etmeğe çalışıyor gibi. Tekrar ayılmak mümkün olduğu için belki bayılmağa razı olabiliriz ama adamlar bizi bayıltmağa değil, öldürmeğe niyetliler. AB adıyla, ABD adıyla, müttefik sıfatıyla Türk Milleti'ni yok etmeğe, yok ettirmeğe çalışıyorlar.
Keferelerin, Haçlı'nın, AB'nin, ABD'nin yaptıklarını, yapmağa çalıştıklarını anlamamız mümkün ama yerli işbirlikçileri anlamakta sıkıntımız var ve öfkemiz gittikçe kontrolden çıkmak üzere!
Hatırlatalım ki; Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olur.
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 07, 2007

ARMUT DİBİNE...

Dünden beri; ama öfkeden, ama sinir boşalmasından veya -hiç sevmediğim bir söylem olmasına rağmen- korkudan bir şey yazamıyorum.
Yazmak gelmiyor içimden!...
Hamaset yapayım, kim uyacak diyorum!...
Gerçekleri söylediğimde kaale alınmıyor zannediyorum!...
Söylenen milletin söylendiklerini söylüyorum; milletten olduklarının farkında olmayan veya milletten oluşlarını inkâr eden "halktan" birileri tarafından itiraz ediliyor!...
Günü, gündemi takip edebilmek maalesef mümkün değil. Bizlere de gündem oluşturma hakkı yasaklanmış!...
Bizler de mecburen tarihe yüz karası olarak düşen anlarımızı hatırlayan, hatırlatan olaylarla iktifa etmek durumunda kalıyoruz.
Ankara Gazi Üniversitesi'nde Siyaset Bilimci, Yardımcı Doçent Doktor Kürşat Erdil'den bir şey dinledim. Öfke ile gururu bir arada yaşadım. Bu duyarlı, birikimli ve çok ehil bir aileden yetişmiş bilim adamımız, geçtiğimiz günlerde idarî bir soruşturma geçirmiş ve beraat etmiş tabi...
Soruşturmaya konu olay, enteresandan da öte! Nakletmeğe çalışacağım. Kendisinden izin almadan bahsettiğim için Kürşat Erdil Hoca'nın ne diyeceğini bilemiyorum ama soruşturmaya muhatap olmuş ve beraatla sonuçlanmış bir olayı, Türk Milleti ile paylaşmam gereğine inanıyorum.
PKK'lı alçakların 8(sekiz) askerimizi kaçırdığının söylendiği günler. Bütün memleket gibi Gazi Üniversitesi'nin de duyarlı öğretim görevlileri ve öğrencileri de kendilerini rencide edilmiş hissediyorlar. Siyaset bilimci Hocamız'ın dersinde de konu bu. Öğrencilerden biri;
- Hocam, üniversite anfisinde konuşuyorsunuz ama siz başbakan olsaydınız ne yapardınız? diye bir soru yöneltiyor.
- Irak'ın kuzeyine, Talabani'ye, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak direk telefon ederdim ve o çocukları hemen öldürttür derdim." diyor Hocamız!... Öğrenci bu dik ve çarpıcı cevap karşısında şaşırıyor elbette ve sormaya devam ediyor;
- Peki Hocam, o sekiz kişinin içinde sizin çocuğunuz da olsaydı ne yapardınız? El cevap;
- O zamanda Irak'ın kuzeyinde taş üstünde taş koymazdım.
Sonra, sohbetimizde devam ediyor adıyla müsemma Hocamız; "Her iki halde de Türkiye'nin prestiji korunurdu. Memleketin ve milletin gururu rencide edilmezdi."
Olay veya olaylar karşısındaki Türkçe duruş bu. Devletliliğinin farkındalıkla bir tepki bu. Çok ama çok Türkçe bir davranış bu.
Olay, idari makamlara aksettirilir, idari soruşturma açılır ve Hoca'nın, idari bir ceza almasına gerek görülmez.
Hem olay çok ilgimi çekti, hem de olayın kahramanı Kürşat Erdil Hoca. Demek ki kimlikli kişilerden kimlikli evlâtlar peyda oluyormuş. Yardımcı Doçent Doktor Kürşat Erdil Hoca, saf Türkmen bir ailenin çocuğu.
Bu bahse konu olay, Rahmetli Alparslan Türkeş'in; dilden dile, elden ele dolaşan tarihî mektubunda, "Abdulkadir Erdil'de temiz ve ihlaslı bir Anadolu Türkmenidir. Avşardır, benim aşiretimden boyumdandır. Denenmiş, fedakâr bir kimsedir." diye tarif edilen bir büyüğümüzü de hatırlamamıza vesile oldu.
Demek ki kurttan kurt, itten it törermiş. Demek ki armut dibine düşermiş.
Yardımcı Doçent Doktor Kürşat Erdil Hoca; Ülkücü Hareketin Kadir Hoca'sının, bendenizin de tanımakla müftehir olduğum; "Oba beğim, Ağabeyim, Kadir ağabeyim"in yani Abdulkadir Erdil'in oğludur. Öğüdü yuvada almışlardandır. Böyle bir babanın elleri, böyle bir evlâdın yüreği öpülmez mi?
Başkaca söze hacet var mı bilemem.
"TÜRK BUDUN, ÖKÜN!"
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

MÜSTEMLEKE MİYİM KARDEŞİİİİİM?...

Dağda PKK!...
Kırsalda PKK!...
Büyük şehirlerimizde PKK!...
Başkentimizde PKK!...
Yetmemiş, yetmediiii! Meclisimizde, PKK'nın açık desteği ile bağımsız olarak seçimlere girip, sonra partileşenlerden birisi; "Üniter yapıya saygılıyız, ancak tek millete asla, asla... Bizi kimsenin farklı alana itmeye hakkı yok. Cumhurbaşkanı'nın dediği farklılıklar, kravat veya elbise değil, kültür ve dildir. Başbakan, 75 Kürt milletvekili olduğunu söylüyor. Uçakta aklına Kürtler geliyor. Burada siz niye hatırlamıyorsunuz? Kürt milletvekilleri niye konuşmuyor? PKK, bu ülkenin bir gerçeği; hayır mı diyelim? diye nara atıyor! Yani PKK'lılığı asla asla ayıp saymayan, PKK'yı terör örgütü görmeyen, PKK'nın siyasallaşmışları mecliste!...
Onların tarif ettikleri şekilde saysak ve -haşa- hepsini PKK'lı saysak toplam nüfusları 6-7 milyon. Bu memleketin nüfusu 75 milyon beğleeer!...
Heeeyyyy!
Neler oluyor? diye sorasım geldi ama cevabım da hazır: Günaydın!...
Bu işlere; laik-antilaik münakaşalarının kutuplaşmaya gitmesine izin vererek geldik!
Muhteşem Türk Atatürk'ümüzü solculara, dinimizi siyasi malzeme olarak kullanan 'Milli Görüş'çülere; Cumhuriyet ve demokrasiyi onlarca yıl "halklar, halklara eşitlik, halklara özgürlük, halkların kardeşliği" teraneleriyle inkâra hazırlanan sinsi demokrasi havarilerine teslim ederek bu günlere geldik!...
Kimsenin cenabetlikten sonraki gusül suyunu, kimsenin üstüne serpmeğe hakkı yok!...
"Sen 'Ne mutlu Türk'üm diyene' dersen birileri de ne mutlu bilmem neyim der." dediler, sessizce seyrettik...
Kendilerine oy vermeyen samimi müslümanları "Patates dinliler" diye tarif ettiler, seyrettik...
Muhteşem Türk Atatürk'ü dinsizlikle itham ettiler, sustuk seyrettik!
Dünyanın en imanlı ordusunu nerdeyse "Allahsız!" tarifli ettiler seyrettik!...
Asker; devletin korunma refleksi olarak tepki verdi, "Cunta" dedik, "dikta" dedik. Şimdi demokrasi gereği olsa zoruma gitmeyecek ama AB'nin zorlama ve dayatmalarıyla ordumuz nerdeyse erk olma tarifini kaybetmek üzere ve birileri, "Ordu nerede?" diye feverana başladı!...
Onu bunu bilmem artık!
Birilerinin; inisiyatif kullanma zamanı, eğer bu gün değilse ne zaman? Demokrasi sekteye uğrarmış! Seçme seçilme hakkına saygısızlık olurmuş! Kürsü dokunulmazlığı muhafaza edilmeseymiş, meclisten DEP'li vekiller tevkif edilerek götürülürken Meclis Başkanı'nın istediği imzayı atsalarmış, şimdi Cumhurbaşkanı'da, Başbakan'da siyaset yapamıyor olacaklarmış!...
Gördünüz mü Meclisimizdeki PKK uzantılarının demokrasi kahramanlıklarını!...
Eğer dedikleri gibi idiyse, bahsettikleri kişiler siyaset yapmasalardı Bayrağım yarıya mı inerdi?
Bu kadar yıl kandırılmayı hak edecek ne günahımız var?
Bu kadar yıl, gözlerimizin içine baka baka kandırılmayı hak edecek kadar Aziz Nesin tarifli miyiz?
Devlete, millete, vatana sadakat, ne zamandan beri bu kadar affedilmez bir suç sayıldı?
Bize bu uygulamaları reva ve mubah görenler, bu milletin öfkesinden hiç korkmazlar mı?
Şimdi bu benim yazdıklarım, birilerini tahrik mi sayılacak?
Mecliste "Tek millet asla asla..." diye haykırış beni tahrik etmemeli mi?
"Tarihi ben mi yazdım tarih mi beni öven / Ben miyim böyle tevekküle baş eğen." diye feveran edersem, bu sessizliğe baş kaldırırsam suç mu işlerim?...
Üniter Devletimi, bölünmez vatanımı, tek milletliğimi ölümüne savunacağım. Savunuyorum. Bunu suç sayan, suç saydıran AB'nin de, ABD'nin de, yerli işbirlikçilerin de Allah belâlarını versin!...
Müstemleke miyim Kardeşiiiiiim?...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 06, 2007

NE KARDEŞİ, KARDEŞİM?!...

"Benim Kürt de kardesim, Türk te kardesim, Laz da kardesim, Bosnak da kardesim, Arnavut da, Laz da, hepsi kardesim benim." Recep tayyip Erdoğan-alıntı-

Dev bir ülkenin, 75 milyon nüfuslu bir devletin başbakanı, milletini böyle tarif ederse; daha önceden de bu sözü söylemesine zemin hazırlamak için "Alt kimlik" tarifini yaparsa, biraz daha önceden; "Kürt meselesi meselemdir. tarihimizle yüzleşmemiz gerek." derse; PKK'nın siyasal uzantısı, Meclisimizde gözümüzün içine bakarak; "Tek millet asla kabul edilemez." diye nara atar!...
PKK'nın siyasal uzantısı bu ucubenin söylediği bir doğruyu da atlayamayız tabi; ABD Başkanı, Başbakanımız'ın "Sayın Başkan"ı ile okyanus ötesinde, bu meseleler konuşulursa, bu yetmezmiş gibi ABD Büyük Elçisi ve Kongre Üyesi memleketimizde, Başkentimizde bölücü siyasilerle açık-gizli toplantılar yaparsa, siyasi erkimiz bunu seyrederse, adam da gözümüzün içine bakarak nara atar!...
75 milyonluk bir devletin başbakanı; "hepsi benim kardeşlerim." derken nesebini de açıklasa asla itiraz etmem, edemem. Kardeşlerin ve kardeşlik payesini ikram edenin baba adını merak ettim o günden beridir.
Millet olarak, söylenen milletin söylendiklerini söyleyen biri olarak bu vatandaşlarımıza biz bir kimlik layık görürsek "komşu" payesi vermek isteriz. Niye mi? Hz.Peygamberimiz(s.a.v), Miraç'tan sonra komşuluk haklarından bahsederken; "Komşunun komşuya varis tayin edileceğini zannettim." buyurmuşlardı. Komşu hakkının yedi yerde sorgulanacağına inanan bir inancın sahibiyiz Elhamdülillah.
Hoca yellenirse, cemaatin ne yapacağı, malumdur.
Bir memleketin başbakanı, milletine, ulusuna "Milletim" diye seslenmek dururken, alt kimliklere hak tanımak düşüncesiyle kardeşlik payesi verirse, millet te hemen o payeyi kabullenenlere komşuluk payesi verir, iltifat olsun diye!...
Peşpeşe yanlışlar yapıyoruz! Peşpeşe yanlış söylemlerle birbirimize komşulaşıyoruz. Bu tehlikeli gidişle korkarımki bir kaç sene içinde hemşerileşiriz! Hemşerilikteki bağın, komşuluk bağı ile mukayesesinin imkânsızlığını bilerek kendimize dönmemiz lazım.
Kim ne derse desin, kim ne nutuk irat ederse etsin, kim ne tarif yaparsa yapsın biz, Türk Milleti'yiz...
Kaderde, tasada, kıvançta ortağız. Dünümüzü, günümüzü ve yarınımızı birlikte yaşamış, yaşayan ve yaşayacaklarız... Millet olmak için binlerce yıl birlikte yaşamışız. Binlerce yıl birlikte yaşayıp, birlikte ölmüşüz. Toprağı birlikte vatanlaştırarak, istiklâlimizi birlikte sağlayarak, Yedi Düvel'i birlikte kovarak; hayda, vayda, toyda birlikte hareket ederek binlerce yıldır milletleşmişiz biz!...
Bizim aramıza, kimsenin kardeşlik gibi bir tarifi sokmaya gücü yetmez!...
Kız almışız, kız vermişiz. Kanımızı kanımıza katmışız. "Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürt, ben ne kadar Türksem onlar da o kadar Türk'tür." diye de yüzlerce yıl yaşaması gereken bir tarif yapılmışken, ne kardeşi Kardeşim?!...
Milletlik idrak ve şuuruyla; milletçe duranı taltif eder, baş kaldıranın başını alır, suç işleyeni cezalandırır, başarılı olanı ödüllendirerek tarihi seyrimize devam ederiz.
Genel Kurmay Başkanımız'ın buyurdukları gibi; "Şehidin rütbesi olmaz. Er, erbaş, astsubay, subay, general fark etmez. Hepsinin acısı aynıdır ve yüreğimizdedir. Onbinlerce PKK'lı ölse de keşke bir Mehmetçiğimiz şehit olmasa. Ama bu mücadelenin gereğidir." İnancımızla da acımızı kalbimize gömerek Türk gibi dururuz.
Binlerce yıldır başardığımız gibi günümüzde de "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle" inanç ve tarifi ile milletliğimize devam ederiz... Bir gül bahçesine girercesine gireriz vatan toprağının bağrına...
İsterlerse, Başbakanımızı da Atamızın adını Türk olarak ilan edip kardeşliğimize kabul ederiz!...
Ne kardeşi, Kardeşim?!...
"Türk Milleti, ökün."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

TÜRK BUDUN, ÖKÜN !...

"Türk Oğuz Begleri, budun eşiding. Üze Tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk Budun, ilingin törüngin kim artatı, udaçı erti? Türk Budun ertin, ökün! Küregüngün üçün igidmiş bilge kaganıng ertmiş barmış edgü ilinge kentü yangıldıg yablak kigürtüg."
"Türk Oğuz Beğleri, millet işitin: üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk Milleti, ilini töreni kim bozacak? Türk milleti, nadim ol, kendine dön! Disiplinsizliğinden dolayı, beslemiş olan bilgili kağanınla, hür ve bağımsız iyi ülkene karşı kendin hata ettin, kötü hale soktun."
Türk Milleti;
8. yüzyılda yani günümüzden 13 asır önce, 1300 sene önce Göktürk Atalarımız, bize böylesine bir tarihi öğüt bırakmışlar. Disiplinsizliğinden dolayı; seni kurtarmış, hürriyetini sağlamış, bilge Başbuğ Atatürk'ün eserine, hür ve bağımsız devletine-ülkene karşı kendin bir daha hata ediyorsun! Ve gittikçe daha kötü bir hale sokuyorsun! Allah aşına kendine dööön!...
Artık dayanamayacak kadar canım sıkılıyor!
Bu ülkede; bu kadar vatansever varken, bu kadar milliyetperver, bu kadar Atatürkçü ve Atatürk devrimlerine sadık olduğunu söyleyen sosyal demokrat-demokratik solcu varken; hür ve müstakil memleketimiz müstemlekeleşti sanki! ABD'nin Elçisi ve kogre üyesi, göbeğimize basa basa, gözümüzün içine baka baka bölücülerle toplantılar yapıyor. İktidar ve muhalefet vekilleriyle anayasa taslağımız üzerinde çalışmalar yapıyor!...
Sağcı da, solcu da, devrimci de, ümmetçi de, milli görüşçü de sıkıştığında Atatürkçü!...
Sağcının, solcunun, ümmetçinin, demokratik solcunun, devrimcinin, milli görüşçünün değişerek-gelişerek meydana getirdikleri AKP ve onun Genel Başkanı; ".....bazı yerlerdeki egemenlik haklarımızdan vaz geçebiliriz!..." dedi ve bu kadar vatanperver sessizce izledi!
Şimdiki Cumhurbaşkanı, Dışişleri bakanı iken Kerkük'teki kardeşlerimize, soydaşlarımıza; "Komşularımız, akrabalarımız..." dedi. Yine hiç bir milliyetperverden ses çıkmadı!
Bunlar; perşembenin gelişini haber veren çarşambalardı. canım sıkıldı. Feveranlar ettim ama sesimi duyan olmadı!
Sanayici kandırıldı. Üretici kandırıldı. İşçi-memur kandırıldı. Çiftçi kandırıldı. Kandırılmaktan öte yüzlerine karşı yapılan "Kasımpaşalı" hakaretleri de unutamadık. Ama yine ses yok, yine itiraz yok!
Devletin ve Cumhuriyetin doğal muhafızları Türk Silahlı Kuvvetlerimizle açık-kapalı mücadeleye girildi. Demokratlık adına Ordumuzu siyasiler karşısında desteksiz bıraktık! Tezkerenin üzerinden iki aydan fazla zaman geçirilerek Mehmetçiğimiz, düşmanın haricinde karla-kışla başbaşa bırakıldı!
Hala seyrediliyor! Ve benim de canım dayanılmaz derecede sıkılıyor!
Canı yanmayanın "Ooof!" demeyeceği, gözlerinden yaş çıkmayacağı kesinlikle belli oldu.
Demek ki ülkeseverliğin, devletperverliğin, Atatürk severliğin samimi olarak tecellisi sadece Türklükle sınırlı imiş...
Ülkücülerin de elleri, koları bağlı!...
Ekerken olmayan, biçerken olmayan ama harmanda kardeşliğe soyunmaya hazırlanan milliyetsiz milliyetçilerle ne yapacağımıza karar verdiğimiz gün, Milletin bahtı değişecek biliyorum artık.
Artık Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, milletin kürsüsünden PKK'nın bir ülke gerçeği olduğunu haykırabilecek kadar PKK'lılar var!...
Ve meclis masalarına vurarak onları protesto ettiğini zanneden veya masalara vurarak Türk Milleti'nin öfkesini yatıştırabileceklerini zannedenler var!...
Allahınızı severseniz kendinize dönün!...
Yasa koyucu konumundasınız, yasalarımızı çıkarın artık. Yasa uygulayıcılarımızın kollarına AB dayatmalarıyla vurduğunuz kelepçeleri çözün artık!
Bu sessizliğinizle çok kötü günlerin mimarlığına ortak oluyorsunuz. İnandırıcılığınız gittikçe bitiyor...
Türk Budun ertin, ökün!
"TÜRK'ÜM.BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 04, 2007

BOP İSTİKRARI-2-

"Can yanmazsa gözden yaş çıkmaz." diyen atalarımız Cennet mekân olsunlar.
Canımız yandı, canımızın yandığı kadar değil, edebimizden feryadımızı kısarak seslenelim dedik. "BOP İSTİKRARI" başlıklı yazımızla, sessizce nara attık!...
Anadolu'nun Türk Yurdu olmasında ve yüzlerce yıldır bütün tazyiklere rağmen Türk Yurdu olarak kalmasında direnen güçlerin başında gelen Alevi-Türk Dostlar'dan; fakîri altında ezecek ağırlıkta iltifatlara boğulduk.
Şükrederiz elbette...
Vatanlaşsın diye her karışı için binlece kere ölünerek uğrunda ölümsüzleşilmiş bu Vatan'ın; birileri tarafından birilerine peşkeş çekilmesine elbette seyirci kalınamazdı, kalınmıyordu. Bunu hissediyordum. Bunu görerek gururlanıyordum. Ve bu görüp gururlandığım saikler kadar da Türkçe feveranlar ediyordum.
Sesimize ses veren ve en az ben fakîr kadar müteyakkız olduklarını öğrenerek bir daha gururlanmama; bu Vatan'ın, bu Devlet'in, bu Cumhuriyet'in ve bize bu emanetleri bırakan Muhteşem Türk Atatürk'ün ve Şüheda Ecdadımızın asla terk edilmemiş olduğunu bilerek tarifsiz heyecanlanmama vesile olan Dostlara nasıl teşekkür edilir bilemem.
Allah'ım; bu edna kulunu, Kal-ü Belâ'dan beri İslâm yaratıp, Türklük adıyla da ödüllendirdiğin için sana sonsuz Hamd-ü senalarım var. Ne kadar şükretsem azdır bilirim. Ya Rabb'i, az şükrümü çok kabul et. Gönlümden muhabbetini, yüreğimden korkunu eksiltme. Yüreğim korkunla dolu kalsın ki başka bir korku yer bulamasın. Gönlüm muhabbetle dolu kalsın ki sana muhabbetli gönüllerle buluşmakta sıkıntı çekmeyeyim.
Ben fakîre güzel iltifatlarıyla, yarım asrı aşkın ömrümün en güzel günlerini yaşatan Gönül Dostlarım'a da sonsuz teşekkürler.
"BOP İSTİKRARI" yazımızdan sonra Gazetemiz ve özel ileti adresim vasıtasıyla bana ulaşan bazı sözleri, her kesle paylaşmak isterim eğer izniniz olursa:
"Alevi kökenli bir yurttaş olarak yazınızı ilgi ile okudum.TAM 4 DEFA.Samimi duygularınızdan dolayı sizi tebrik eder, saygılar sunarım. Ne mutlu TÜRKÜM diyene. GAZETEMİZİ SEVİYORUZ. İbrahim Bozkurt"
"Sayın Aslan yazınızın sonuna kadar okuyamadan bu mesajı size atmak istedim.Evet sonuçlara bakarak 2 kişiden biri Akp ye oy attı gibi görünsede, bana göre bu seçimler katılımın en az olduğu seçimdi. Her nekadar Sabatayist basın farklı göstersede. Bunun yanında milletin artık görmeyi istemediği Devlet Bahçeli, Deniz Baykal, Mehmet Ağar gibi isimlerin seçime katılmış olması zaten katılımın az olduğu bir seçimde ister istemez insanların Akp ye kaymasına neden oldu. Sayın Aslan emninim ki sizde biliyorsunuz ki seçimler Türkiye de hileli gerçekleştiriliyor ve sonuçlar medya tarafından yayınlanıyor onlara kim veriyor? Yüksek seçim kurulu. Sayın Aslan halkımıza haksızlık ediyoruz benim halkım bu satılmışları iktidar yapmaz. Saygılarımla... Tarık Güçlü"
"Biz Alevileri Asimile etmek yok etmek sonrada toz bezi gibi silip atmak isteyenlere değerli yazar asla izin vermeyeceğiz. Göstermiş olduğunuz hassasiyetten ötürü çok teşekkür ederiz!.. Ne Mutlu Türküm Diyene!.. Tunceliden Alevi Bir Ev Hanımı. Seher Gümüş"
"Sİvaslı alevi bir yurttaş olarak değerli Mustafa Aslan Hocamızı sonuna kadar destekliyoruz. Bilmelidirler ki Cumhuriyetimizin kurulmasında destek veren sahip çıkan biz aleviler, cumhuriyetimizin ve vatanımızın korunmasında da bütün var gücümüzle ortada olacağız. Emperyalistlerin oyununa gelmeden bir olup kenetleneceğiz. Bizlerin üzerinden oy avcılığı yapıp daha sonrada oyunu üç beş erzak parçasına verenlerden olmayıp kendimizi toz bezi gibi kullandırıp atanlardan olmayacağız. Türküz, Müslümanız, Aleviyiz. Bizler bu yoldan asla dönmeyeceğiz. Ulu Önder Atatürk'ün bırakmış olduğu emanete sonuna kadar yılmadan sahip çıkacağız. Selam ve saygıyla değerli hocam... Veli Tarık Yıldırım"
Yerimin darlığı yüzünden aralarından seçerek bir kaçını alabildiğim iletiler, yukarda...
Yeniçağ Gazetesi Ailesi olarak, emeklerimizin zayi olmadığını, olmayacağını görerek bir daha gururluyum Hamdolsun.
Duyarlı Türklerin sayıları, ben fakîri tatmin edinceye kadar Bilge Kaan ağzıyla seslenmeğe devam edeceğim.
Türk Milleti kendine dön!...
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN