Çarşamba, Nisan 30, 2008

YİĞİTLERİMİZ ADINA DİLEKÇEM...

Sayın Başbakan;
Sayın Millî Savunma Bakanı;
Yıllardır devletten bir talebim olmadığı için dilekçe âdâbını unutmuş olabilirim. Sürçi lisânım olursa peşînen affınıza tâlibim.
"Kendim için bir şey istersem namertim." sözünden cesâretle bir elçiliğe soyundum. Sizi alkışlamayanlardan, hatta günde en az on kere buğz edenlerden olduğum için beni ne kadar dinler, ne kadar duyarsınız bilemem! Yine de meşrû seçimlerle iş başına getirilmiş meşrû hükümetimiz olduğunuz ve her ne kadar buğz etsem de tek hâcet kapımız olduğunuz için Devletim'in kapısındayım.
Daha dün Bingöl'de şehit verdiğimiz Uzman Çavuş Mustafa UĞURELLİ'nin silâh arkadaşlarının, meslektaşlarının "Yan gelip yatma"dıkları yerden, mermilerin, bombaların, mayınların arasından bir seslenişleri var! İletmekle mükellefim.
Sıkıntıdasınız biliyorum! İşiniz başınızdan aşkın onu da biliyorum! İşlerinizin yoğunluğundan vatandaşın perîşanlığının farkında olamayışınıza da hak veririm! Ama bu kahramanları, duymak zorundasınız! Adı bende saklı bir Uzman Çavuşumuz, dertlerini iletmek gibi bir görev yükledi bana. Şahsıma yaptıkları iltifatlara teşekkür ederek geçeceğim! Yazdıkları şikâyetlerini ileteceğim sadece. Bu kahramanlarımız derler ki:
**"Profesyonel orduya geçiş döneminde uzman erbaşların özlük haklarında iyileştirme yapılması gerekirken kanunda yapılan son değişiklikle uzman erbaşların özlük haklarının daha da kötüleştiği görülmüştür. Bu durum biz uzman erbaşları moral açısından da etkiledi. Zaten derece-kademe olarak mesleğe yeni başlayanlar ile aramızda bir fark bulunmuyor. Haklarımız düzelecek derken,verilen haklarımız da elimizden alınıyor! Örneğin 12 sene görev yapan ve maaşı bin YTL olan bir uzman erbaş, eski yönetmeliğe göre 20 bin YTL tazminat alırken, yeni yönetmeliğe göre ise 17 bin YTL almaya başladı. Çünkü ilk 5 sene için yıl başına çift maaş, kalan seneler için ise yıl başına tek maaş uygulamasına geçildi. Ayrıca yasaya göre uzman erbaşlar kaç sene çalışırlarsa çalışsınlar alacakları tazminatın miktarı asla net maaşın 20 katını da geçemiyor.
**Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da terörle mücadele eden uzman erbaşlar, var olan lojmanlar astsubaylara bile yetmiyor. Oysa uzman erbaş ve uzman jandarmaların lojmanlarda yüzde 15 hakları var, yani yüzde 7,5 uzman erbaş kontenjanı bulunuyor demek. Fakat bir türlü biz uzman erbaşlara sıra gelmiyor. Uzman erbaşların kendi canlarından korkuları yok. Onların tüm endişesi eşleri ve çocuklarıdır.
**Uzman erbaşların mazeret izinlerinin olmadığını da hatırlatalım. Örneğin bir uzman jandarma, Astsubay, Subay yılda 15 gün mazeret izni kullanırken aynı şartlarda ,hatta daha zor şartlarda görev yapan uzman erbaşlar mazeret izni kullanmamaktadır.
**Nöbetini tutuğumuz Ordu evleri ve tesislerden de faydalanamıyoruz. Nöbeti tutuğumuz yerlere ailemizle giremiyoruz.
**Her kurum çalışanına hak olarak verilen ek gösterge, sadece uzman erbaşlara verilmemektedir.
**Hangi kamu kurum ve kuruluşuna giderseniz gidin mutlaka bir sosyal güvenlik yasası şemsiyesi altında sosyal güvenceleri bulunmaktadır. 1986 yılında çıkan 3269 sayılı uzman erbaş kanunu gereği göreve başladığı tarih itibariyle 5434 sayılı Emekli Sandığı kanunu ile ilişkilendirilirler ve 45 yaşına gelinceye kadar sözleşmeleri 1(bir) ile 5(beş) yıl arasında değişen sürelerde yenilenir. Ancak Uzman Erbaşlar yasa gereği, 45 yaşına kadar sözleşmelerini yenileyebilmektedir. Hal böyle olunca, bir uzman erbaş 45 yaşından 60 yaşına kadar yani 15 yıl maaş almadan, hayatını idame ettirmek zorunda kalmaktadır. Yıllarca terörle mücadele etmiş bu insanlar okul çağında olan çocuklarıyla birlikte sokağa atılmaktadır."
Çarpıcı ve feryâd eden cümlelerle vatan sevgilerini ifâde eden bu yiğitlerimiz, cümlelerini bağlarken de;
"**Onlar(uzman erbaşlar) bu ülkenin en fakir ailelerinin çocuklarıdır. Elleri kınalı anaların, elleri nasırlı babaların çocuklarıdır onlar. Onun için tercih etme şansları olmamıştır hiçbir zaman.Vatan millet sevgisi ile büyütmüştür anne ve babaları onları. Bunun için aylarca dağda, taşta en tehlikeli operasyonlarda öncü kuvveti olmuşlar, Şehit vermişler, gazi olmuşlar, kol-bacak -göz vermişler ama asla bu vatana yan bakılmasına müsaade etmemişlerdir. Çünkü onlar, Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleridir. Çünkü onlar bu vatanı karşılıksız sevenlerdir. Çünkü onlar Uzman Erbaşlar'dır. Saygılar."
Sayın Başbakan;
Sayın Millî Savunma Bakanı; Göz bebeklerimiz gibi bakmakla mükellef olduğumuz bu yiğitlerimize ne yaparsanız, ne kadar verirseniz verin millet olarak memnun oluruz. Harikalar yarattığını söylediğiniz mükemmel ekonomimize rağmen bu çocuklarımızdan birşeyleri esirgerseniz de çok rahatsız oluruz.
Yiğitlerimizin halleri bu! Ve onlar Vallahi "Yan gelip yatmıyorlar." Nedense bizi duyacağınızdan ve bu konuyla ilgileneceğinizden çok eminim. Arada bir de hatırlatırım istemeseniz de! Yan gelip yatmayan Yiğitlerimiz adına dilekçemdir...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 29, 2008

SUSMAYACAĞIM !...

Galiba çaresizlik, çaremiz oldu!
Akıllarımıza kendimizin vurduğumuz prangaları çözmedikçe, aklımızı esir ettiğimiz için tutsak olmuş vicdânımıza hürriyetini geri vermedikçe, kendimizi benzettiğimiz çoğunluğu kalabalık sayarak arkasına saklandığımız "cesûr" maskemizi çıkarmadıkça, bizden bir şey olmaz!
Bizden bir şey olmayınca da gelen vurur, giden vurur!
Zinânın neden suç olmaktan çıkarıldığını, artık anlayabiliyorum: Hem demokrat rolü yapıp, hem insan hakları savunuculuğu yapıp, hem halkların eşitliği Don Kişotluğuna yatıp, hem AB'nin yolunu Ilımlı İslâm sapağından tam dinin göbeğinden geçirerek Haçlı'ya çekilen beyaz bayrakla bağımsızlık rolüne yatıp, "Batıdan ahlâksızlık aldık."diye iftira ederek çok eşlilik keyfini sürdürmek veee, Müslümân kalmak için!...
Çetelerle mücâdelenin sebebini de anlıyorum anlıyorum artık: "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir." sözünü kalkan edip millete zulmederek; halkçı rolüne yatıp, millî -nasıl milliyse- adıyla piyasaya çıktıktan sonra kefereden temin edilen uzun vâdeli-büyük faizli yeşil renkli dolarlarla faizsiz kazanç maskesini takmak; liramızdan sıfırları kaldırıp paramıza değer kazandırma yalanını çok şatafatlı kelimelerle söyledikten sonra tedâvülden kaldırıp, dünyanın sekiz dolar milyarderinin arasına girebilmek veeee, helâl kazanç diyebilmek için!
Askerle, Ordumuzla neden kavga edildiğini anlayabiliyorum artık: Asker, aslî görevi olan Vatanın ve Devletin güvenliğini sağlamak amacıyla sûni olarak yaratılmış düşmanla, müttefik(!)imizin de yardımıyla savaşırken; demokrat maskemizle, tedâvülden kaldırılmış paramızın gölgesindeki bağımsızlık terânemizle, fâizsiz kazanç maskemizle IMF ve Dünya Bankası'na teslîm edilmiş ekonomimizle; vakıflar yasasından önce başlayıp şimdi tescillendirilmiş tapularla kefereye satılmış vatan toprağını ve kurumlarımızı özelleştirme diye yutturarak; elimizin altından, gözümüzün içine baka baka, göbeğimize basa basa okyanus ötesine taşınan Ortadoğu Petrolü'nün sevkiyâtının kamûfle edidiğini, saklayabilmek için veeee, hâlâ vatanperverim diyebilmek için!
Niye bu hallerde olduğumuzu da biliyorum artık: dinimizi dinsizlere, vatanımızı uğruna ölerek alıp dolar ve euroyla vatansızlara, Türklüğümüzü Türk olmayanlara, milliyetimizi milliyetsizlere, örfümüzü-ananelerimizi batı taklitçileri Müslüman geçinenlere, aklımızı kurnazlara,vicdânımızı zâlimlere, hamâsetimizi entellere, emânetimizi ehîl olmayanlara, cesâretimizi korkaklara, sâdıklarımızı hainlere, kahramanlarımızı işbirlikçilere, Bayrağımız'ı her dönemin puştları, Ermenistan'dan başka dünyanın her yerine serpilerek saklanmış toplam sayıları üç milyon bile olmayan Ermeniler'e, kimliğimizi alt-üst kimlik vehmindeki aşağılık komplekslilere yendirdiğimiz için!
Suçluyu da biliyorum: sadece BİZ!...
Yeniden Türkleşmezsek, yeniden açlığı esârete tercîh etmezsek, yeniden Haçlı'nın tek korkusu Müslüman-Türk kimliğimizi gösteremezsek, yeniden kahramanlarımızı lâyık oldukları hamâsî tahtlarına çıkarmazsak, her gün şehît olan mehmetçiklerimizi yeniden kahramanlaştırmazsak, her birine ayrı ayrı destânlar yazmazsak, camiye gittiğimizi gösterme yarışımızdan vaz geçmezsek, Allah'ı kandıramayacağımızı kendimize ısrarla söylemezsek, Bayrağımız'a selâm vermeden uçan kuşun yuvasını hemen bozmazsak, vatanımıza yan bakan gözü hemen parmaklarımızla oymazsak; namusumuzun hür bir ülkede, inancımızın bağımsız bir devlette yaşanabileceğini hatırlamazsak, bu cennet vatanı dar'ül harp(!) tarifinden kurtaramazsak; entelleşme uğruna halkımıza, batılılaşma hayali uğruna milletimize ihânetten vaz geçmezsek; bu günler, güzel günler!...
Korkarım bu aymazlıkla; Filistinliler bize acır, Iraklılar bize ağıt yakar, müttefik(!)imizin de yardımlarıyla önce peşmergeler peşine PKK'lılar yöneticilerimiz olur, Türk'ün bu coğrafyadaki 1500 yıllık direnci, 2000 yıllık mührü kırılır!...
Korkuyorsam nâmertim! Korkarsam hainim!
Tek başıma kalsam da ölüp dirilip bir daha ölmezsem de nâmertim!
Balıkçı değilim ki balığı tutup salıvereyim. Balık bilmezse Halık bilir diye teselli olayım!
Türk'üm. Türk MİLLETÇİSİ' yim. Türk Milleti'nin milliyetçisiyim. Ben öleceğim ki milletim yaşasın! Milletim yaşasın ki Haçlı'nın ödü kopsun! Milletim yaşasın ki müttefik(!)imizin desteğiyle şımaran bölücünün, korkudan ödü patlasın!
"Tarihi ben mi yazdım tarih mi beni öğen/ Ben miyim böyle tevekküle baş eğen!"
Susarsam nâmertim, susmayacağım!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 28, 2008

"DERTLİ SÖYLEGEN OLUR." !...

Ülküdaşlarım;
Tek hücreli amip misâli önce bölünüp sonra birbirimizi yemeğe başladık!
Türk Milleti'nin halklara ayrıştırılmasına, ayrıştırılan halkların haklarının savunulmasına, en milliyetçi görünümlülerin 'farklılıkların farkında olarak' ülke bütünlüğünü tehlikeye sokmalarına, hain bölücülerin Meclis'teki uzantılarını önce demokrasi adına kazanım olarak görüp, sonra tokalaşıp, sonra da "Gel Hasip! Meclis'in renklerini tamamlayalım!" diyerek alt-üst kimlik vehmedenlere meşrûiyet kazandıranlara, ısrarla susanlar, ben fakîre şiddetle saldırıyorlar!
Hayatımda ilk kez kendimi savunduğumu söyleyerek; "ÜLKÜDAŞLARIMA SAVUNMAM" başlığı ile uzun uzadıya bir yazı yazdım. Hem http://maslan.blogspot.com adresli kendi sitemde, hem www.haberbu.com sitesinde bu savunmamı yayınladım. Yetmemiş olmalı ki veya benim ve benim gibi düşünen ülkücülerin, ülküdaşlarımıza verdiğimiz kıymeti, onlara karşı olan muhabbetimizi birileri yanlış yorumlamış olmalılar ki, tazyik giderek arttı!
Beni ısrarla inciten, bir elektronik iletiyi de sizlerle paylaşarak bu konudaki düşüncelerimi çıplak olarak arz etmek istiyorum.
"Sayın Mustafa Aslan. Sizleri bir ağabey olarak gördüğümüz için gazeteyi de takip ediyorduk. Ama artık etmemeye karar verdik. Bu gazete artık T.Ö. isimli eski komünistin mitinglerine manşetten adam toplamaya çalışan bir gazete. Benim merakım şudur: Sizin gibi kalemine, inancına ve ülkücülüğüne güvenmemiz gereken insanlar buna nasıl tahammül ediyorlar? Bunlar adeta sizin gibileri Truva atı olarak kullanıp ülkücülerin evlerine girmeye çalışıyorlar? Lütfen şu yazıyı bir okuyun da tavrınızı bizim de duyacağımız, okuyacağımız şekilde ortaya koyun. Saygılarımla. Kadir Soygazi"
Kadir Soygazi adlı Ülküdaşım'a; "ÜLKÜDAŞLARIMA SAVUNMAM" başlıklı yazımda da cevap vermiştim. Bir daha onun şahsında gençlerimize cevap vermeliyim.
Yiğit Bozkurtlar;
"...kalemine, inancına ve ülkücülüğüne güvenmemiz gereken..." tarifinden başlayıp "...truva atı gibi..." ithâmından çıkmak istiyorum! Bize inanıp inanmayacağınızı, ülkücü olup olmadığımıza kararı, kim verecek ki sizler de inanıp güvenesiniz veya güvenmeyesiniz?!
Yapmayın Allah aşkına!
Lütfen en yakınınıza bir bakar mısınız? "Ülkücüyüm." dediğinizde size yöneltilen istihzâlı bakışları, fark edemiyor musunuz? Gazetemizi okumamakla tehdit ediyorsunuz, sağ olun! Elbette amacım gazetemizin tirajına bir kişi de olsa ekleyerek vicdâni görevimi de yapmaktır. Çok sert bir üslûpla itham ettiğiniz refîkimi savunmak, herhalde iş başa düşerse görevim olur. Şu anda onu yapmayacağım. Ama her ne kadar "Yanlıştan örnek olmaz." öğretisi varsa da, ben de size; "Ülkücülükle yakından uzaktan alakası olmayanların bizim partimizde ne işi var? C5'lerde ülküdaşlarımıza işkence eden Dürüst Oktay Ve Zeki Kaman'ın müdürünün, milletvekili olarak benim partimde ne işi var? PKK'lılara karşı susmaktan da vaz geçtik onların siyâsal uzantılarıyla tokalaşmayı, kucaklaşmayı "renkleri tamamlamak" şeklinde ısrarla millete dayatan zihniyetle bizim ne alâkamız olabilir? Okyanus ötesine kaçsa bile getirip yargılamakla tehdit ettikleri kişinin Köşk'e çıkmasını acayip kolaylaştıran zihniyetle bizim ne alakamız olabilir? Bahsettiğiniz ve suçlamak için bahane aradığınız kişi, Muhteşem Türk Atatürk'ün yakın mesai arkadaşlarından Kılıç Ali Paşa'nın oğlu. Asla bir PKK'lı ile, bir vatan haini ile, bir yerli işbirlikçi ile zannederim tokalaşmaz! O'nunla refikliğime itiraz eden sizin, Devlet Bahçeli ve Yol Arkadaşlarına karşı suskunluğunuzu nasıl yorumlamamızı istiyorsunuz?" diye sorarım!...
Taraftar olarak ve yaşınızdan dolayı, bende sonsuz mâzursunuz. Sizlerin "Ülkücüyüm." demeniz bile benim sizi ölümüne sevme nedenimdir. Sizlere kırılamam ama sizlerin de bize kırılmadan önce, vicdânınıza mutlaka müracaat etmenizi rica etmek hakkımdır sanırım!
"Ben MHP'yim, onlar MHP'li." inancımdan asla tâviz vermeyeceğim!
Taraftarlara rağmen, Bahçeli'ye rağmen, Yol Arkadaşları'na rağmen inâdına ve ölümüne Ülkücüyüm!
Partimi ve teşkilâtlarımı işgâlden kurtarıncaya kadar da, tavrımdan vazgeçmeyeceğim!
"Türk'ün herşeyi güzeldir ve herşeyden güzeldir." inancımla; 'Çiçek Bahçesi'ne, 'farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi'ne, 'toplumsal dayanışmanın siyâsal izdüşümü'ne, 'Meclis'in renklerinin tamamlanması'na, sonuna kadar muhalefet edeceğim!
İki Başbuğumuz'u; onların ilkelerinden tâviz vermeden kim severse ve savunursa, onu sevmekte-savunmakta inâdına ısrarcı olacağım!
Yine kendi sitemde sansürsüzünü yayınladığım, Başbuğum'un el yazısı ile görevi ve kimliği târif edilen Bahçeli'ye güvenmemekte ısrarcı olacağım!
PKK'lılara karşı oda hapsi verilen Genç Ülküdaşlarımız'ın; Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanları'nın, Avrupa'da sürgünde olan Ülkü Devleri'nden R. KÜÇÜKİZSİZ'in, Genel Başkanlığa aday olmaya çalışan Prof.Dr.Ümit ÖZDAĞ'ın, son dairesini satarak Başbuğumuz'un isteği ile O, cezaevindeyken partinin kurulmasını sağlayan ve hâlâ kirada olmasına rağmen söylemeyen A.Kadir ERDİL'in (Kadir Hoca'nın) ve daha nice Ülkü Devleri'nin üzerine saldırtan zihniyete ben de güvenmemekte ve ısrarla karşı koymakta devam edeceğim!
Hayatımda ilk kez MHP'ye oy vermemiştim! Yine, Bahçeli Genel Başkan olduğu sürece vermeyecek ve gücüm yettiğince de verdirtmeyeceğim!
Ne benim, ne de hiçbir ülkücünün asla MHP ve Ülküdaşlarımızla bir meselemiz yoktur- olmayacaktır! Bahçeli ve ekibi ile mücâdelemiz de iki taraftan biri bitinceye, en azından ben ölünceye kadar devâm edecektir vesselâm...
Yine yerim dar ve "dertli söylegen olur"!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
"ÜLKÜCÜLÜK, TÜRK YARATILMANIN ŞÜKRÜDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÖFKEMİZ KABARIYOR. HABERİNİZ OLA !...

"ADAPAZARI - Adapazarı'nda, Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP), ''Barış ve Kardeşlik'' gecesi düzenlendiği salona girmeleri güvenlik güçlerince engellenen grup, partililerin salondan çıkışını 5 saat boyunca engelledi. Grubun dağılmasının ardından partililer tahliye edildi. Protesto eylemi sırasında salonda kalp krizi geçiren bir kişi kaldırıldığı hastanede öldü. AA."
Anadolu Ajansı'nın sabah saat 07.10'da geçtiği haber bu.
Şimdi kuvvetli zannettiğinden yana durmayı akıllılık sayan eyyamcıların görevleri başlayacak! Demokrasi'nin kullanılabilirliğinden istifade eden, demokrasiyi ve cumhuriyeti amaç değil araç görenlerin görevleri başlayacak! %46.5 kadar AKP'ye oy verirken çok demokrat olan ama PKK'nın siyasal uzantılarına tepki verirken insan haklarını ihlâl eden Türk Milleti'ne hakaretler etmek üzere; aldığı oy oranı bir partinin, Anayasa tanımamasını, suç işlemesini bile serbest kılar demeğe getirecek kadar demokrat olanların görevleri başlayacak!
Daha -sınır ötesinde de değil- sınırlarımız içinde şehit edilmiş Mehmetçiklerimiz'in kanları kurumamış na'şları soğumamışken, milletle alay edercesine "Barış ve Kardeşlik Gecesi" tertipleyenlere tepki veren milleti cezâlandırmak üzere, BOP Eş Başkanımız'ın kabinesinden bir bakanımızın tâlimatıyla, DTP'lileri salonda mahsur bırakan kalabalığın tesbitine başlanacak!
Korkudan ödü patlayarak ölen bir PKK yandaşının katili diye bakalım kimlerin yakasına yapışılacak?
Şehit olan oğlunun haberini aldığında, takım elbise giyip traş olduktan sonra "Dost ve Düşman"ın görüşüne çıkan Türk Baba'nın daha içine akıttığı gözyaşları soğumadan, milletle alay edilmesine tepki veren Türkler, çekilen resimlerden tek tek tesbit edilecek!
Kesinlikle hepsi "Ergenekoncu"dur! Kesinlikle hepsi "Devlet Yanlısı Çete"dendir!
Kendimizi yırtmıştık yıllarca! "Akıllı olun!" demiştik! "Bu milletin ayranı kabarırsa, size destek verdiklerini söyleyenler sizi, milletin öfkesiyle başbaşa bırakarak çekilirler! O zaman kuyruğunuzu paçanıza saklamanız da sizi kurtaramaz!" demiştik!
Milletçilik ve milliyetçilik zor iştir! Yürek ister, bedel ister!
Kendini millet mensûbu hissetmeyenin milliyetçilik yapabilmesi mümkün değildir! Dolmuşa gelerek, tahrik olarak, kalabalığa kanarak, kendini bir şey başarmış zannedenler; asıl kalabalığı ve asıl kalabalığın öfkesini gördüğünde ancak korkudan ölerek kurtulabilir!
Cepheden yaralı olarak getirilmiş gencecik Mehmetçiğin; "Bir an önce iyileşerek arkadaşlarımın yanına gitmek istiyorum!" diye doktoruna yalvardığı sahneyi hatırladık mı? Hain saldırıda gözlerini, el parmaklarını kaybeden Gazimiz'in; "Lazımsa ellerimi, kollarımı, bacaklarımı hatta canımı da seve seve veririm!" dediğini hatırladık mı?
"Oğlumun terhisine 15 gün kalmıştı! Beni askere alın oğlumun görevini tamamlayayım. Devlete borçlu kalmasın!" diyen Şehit babası'nın sesini ve gözlerini hatırladık mı? O çakmak çakmak çakan Türk gözlerdeki delici bakışı hatırladık mı?
Bunları göremeyen, bunları duyamayana insan mı derim? Eğer insansa insanın aptalının önde gideni değilse nedir bunlar?
Ölmekle bayılmanın farkının farkında olamayan bu salakları, milletin öfkesinden kim kurtaracak? Renkleri tamamlayanlarla, farklılıkların farkında olanlarla, alt-üst kimlik kompleksi sahipleriyle mi durdurulacak bu millet öfkesi? Gençliğe sokağa inme yasağı koyabildiğini zannedip, görkemli binadaki özel ofisinde oturarak mı?...
Milletin sabrıyla oynandı!
Milletin ferâseti ve sağ duyusuyla alay edildi! Milletin bırakın söylenmeği haykırışları duymazdan gelindi! Millet görmezden gelinerek tahrik edildi! Hem de %46,5 oy aldığını söyleyerek demokrasi ve cumhuriyete kafa tutabileceklerini zannedenler tarafından!
Şimdi Sakarya'da kabaran Türk öfkesi; AB'ye karşı yapılmış ayıp sayılacak! PKK'lılara yıllarca her türlü desteği veren müttefik(!)miz ABD'ye karşı ayıp sayılacak! Yerli işbirlikçilere, Karen Fogg çocuklarına göre, hainlere, bölücülere göre İnsan Hakları'nı ihlâl sayılacak!
Hadi oradan be!
Başlarım sizin ayıbınıza da, başlarım sizin demokratlığınıza da, başlarım sizin insan hakları havariliğinize de!
Millet olarak artık "farklılıkların" değil, farkın biz de farkındayız! Ya "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyerek milletle beraber olanlar, ya da korkudan ödleri patlayarak ölecek kadar bizden olmayanlar var! Bizden olmayanları da bizdenmiş gibi davrandırana kadar sessiz öfkemizle ıslâh etmeğe devam edeceğiz!
Bize ürüyen, komşuyu ısıran kapı köpeklerimizi tedâvi etmek üzere baytarlarımız görevde! Kudurmuşları da elbette itlâf edecekler!
Heeey! Öfkemiz kabarıyor haberiniz ola!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Nisan 27, 2008

ZOR AMA YAPILMASI LÂZIM!...

İnsanın kendisini tanıması, sonrasında da kendini aşması...
Söylemesi kolay ama her kesin kendisiyle yapacağı sohbette, münakaşada, çekişmede pek te kolay olmadığını göreceği, çok zor bir iş!
Birileriyle sohbetler de konuşmak ta kolay değil ama pek zor da değil. Herkesin bu sohbetlerde, herkese söyleyeceği sözleri vardır ve söyler. Asıl söylemeye çalıştığım, herkesin kendisiyle başbaşa kaldığında kendine itiraf edeceği gerçekleridir.
Zordur bu iş dostlar! Düşünüldüğünden de zordur!
Herkes, herkese her şeyi söylemeye niyetlenirken aklından geçirdiği örnekleri, örnek aldığı kişileri, örnek verdiği kişileri, sevdiği-öfkelendiği kişileri, söylemekte zorlanır! İyiyi, güzeli, doğruyu yapmayı her kes ister. Ama herkesin, kendine göre bir iyi, kendine göre bir doğru, kendine göre bir güzeli var! Yani hepimizin, insanların tamamına yakınının şuur altlarımızda; kirlenmiş, iğfal edilmiş olduğunu bildiğimiz ama temiz-güzel tarifli, şeyler saklı!...
Kirleten de, iğfal eden de, kirlenen de ve -kendimizden bile- saklayan da biziz!...
Böyle olunca da, kimseyle anlaşamadığımızı saklar, birilerinin bizimle anlaşmak istemediğini söyleriz!...
Aslında anlaşmayan da, anlaşamayan da kendimiziz!...
Eskitmeyi çok sever olduk nedense farkında mıyız? Eskilere itibar etmemeyi, -açıkça söylemesek te- çok tercih eder olduk!...
Bu yüzden de, insafsızca eskittiğimizi sanarken, hep beraber eskidiğimizin farkına varamaz olduk! Hani, her şeyin yenisi, dostun eskisi makbûldü?
Duygularımızın eskiyerek, kişiliklerimizin kendi şuur altımızın çöplüklerinde kaybolmasına nasıl izin veririz? Kaybolan, kaybeden biziz, farkında değil miyiz?!...
Eskittiğimizi zannederken eskiyen biziz, farkında değil miyiz?!... Artık bu gereksiz ve çok zararlı davranışlara, bir son vermek zamanı gelmedi mi?
Devlet düşmanlarının, millet düşmanlarının, mukaddeslerimizin düşmanlarının, güç birliği yaparak saldırıya geçtiği günümüzde; hiç bir kıymetimizi, hiç bir dostumuzu, hiç bir ülküdaşımızı "eski" sıfatıyla eskitme lüksümüzün olmadığını anlamayacak mıyız?!...
Birilerinin, yâni millî duygularımızın hasımlarının düşünürken bile korktuğu gerçekleri, kendi kendimize revâ görmekten vaz geçmeliyiz artık!
Kendi elimizle kendi gözümüzü çıkarmaktan vaz geçmeliyiz! Kafamızı, kendi taş duvarlarımıza vurmaktan vaz geçmeliyiz!...
Perakendelikten, bencillikten, 'Ben yoksam kıyamet' çilikten, sür'atle vaz geçmeliyiz!
Bizim teşkilatçılığımıza ne oldu?...
Bizim teşkilatlaşabilmek için şart olan birbirimize güvenimize, bağlılığımıza , birbirimize el atma alışkanlığımıza, duygularımıza ne oldu? Bizim inancımıza ne oldu?...
Türkiye genelinde hepimiz, hepimizin sayısını bilirdik! Türkiye genelinde hepimiz, hepimizin derdini bilirdik! Türkiye genelinde hepimiz; "Birimiz hepimiz,hepimiz birimiz için..." inancıyla yaşardık!...
Bu yüzden güçlüydük! Bu yüzden yenilmezdik!
Bu yüzden ölür çoğalır, çoğalır ölürdük!
Sakın kimse; "Bize ne oldu?" gibi, yine şuur altına saklanarak, kendine kaçarak cevaplayamayacağı gereksiz bir soru sormasın!...
Her kes, sadece ama sadece kendine ve yüksek sesle; "Bana ne oldu?" sorusunu sorsun!...
Her kes, kendine ne olduğunu, bildiği anda, merak ettiklerine ne olduğunu da -kesinlikle- anlamış ve bilmiş olacaktır!
Soru da kendimizde, cevap ta!
Çünkü teknolojinin çıldırdığı; AB'cilik, ABD'cilik, medenîlik, Ilımlı İslâm, BOP Eş Başkanlığı adıyla emperyalistlerin yönlendirdiği; şer güçlerinin ittifak halinde olduğu günümüzde, Ülkücü Hareket'ten başka fedakârlık temelli bir hareket yok!
"68 Kuşağı" adıyla arz-ı endâm eden "Hatırla Sevgili" dizisi kahraman(!)larının, milyon dolarlarla transferlerini hep izliyoruz! En ulusalcısı, inandığı partinin reklâmını yapmak için 4 trilyon alıyor! Ülkücü Hareket'ten başka gerçekten fedakâr insanlardan oluşmuş ikinci bir topluluk yok!...
Hadi hep beraber, kendimizle yapacağımız bu kavgadan galip çıkalım!...
Hep beraber, kendimizle başbaşayken ve tek söylemle; "Benden başka hatalı yok!Ülküdaşlarımdan en hatalı gördüğüme kurban olayım!.." diye haykıralım. Dünyaya bir daha gelemeyeceğiz! Kendi üzerimize kurulu bir dünya hayaliyle, bizden sonrakilerin haklarını ziyan edemeyiz!
Allah'ın tanımayı ve tanışmayı nasip ettiği Ülküdaşlarımızla beraber, ne yaparsak şimdi hayattayken yapacağız!...
Başarmak zorundayız!...
Başarmak için, barışmak zorundayız!...
Barışmak için sür'atle bir arada durmak, karışmak zorundayız!...
Adresi birleştirmek, güçlerimizi birleştirmek, söylemlerimizi karıştırarak birleştirmek, akıllarımızı birleştirmek zorundayız! Bu birliktelikle bizi tek tek yutanları yenebiliriz! Buna mecburuz!...
Bu milletin Ülkücülerden başka, bir şey talep etmeden "Karşılıksız Seven"leri yok! Atalarımız, "Devlet Olmayı" başarmışlar. Biz de "Devlet kalmayı" başarmak zorundayız!
Millet bizim, biz milletiniz... Devlet bizim, biz devletiniz... Bu içiçelikten sıyrılamayız!...
Bu esvâbımızı, ters yüz etmelerine izin veremeyiz!
Bizden korkmak üzere yaratılmışlardan; hainlerden, bölücülerden, uzaktan kumandalılardan, siyasi topaçlardan, rüzgâr güllerinden, çekiniyormuş gibi duramayız!...
Bu, eşyanın tabiatına zıt!...
Gün batmadan yeni gündeki seferimize hazırlanmak zorundayız. Çünkü biz, Dâvâ Adamları'yız. Çünkü biz; Kutlu Seferin Süvarileri'yiz...
Çünkü biz; koca bir imparatorluğu batıran yeni işbirlikçiler olamayız!
Biz, bizden başka davranamayız! Biz gibi durmak, biz gibi tavır sergilemek, millete biz gibi sahip çıkmak zorundayız. Muhteşem Türk Atatürk'ün emânetlerine hıyânet edemeyiz! Bizden başka biz yok! Bizden başka Ülkücü yok!
Ülkücü gibi duramaz, ülkücü gibi davranamazsak ülkücü de kalmaz! Hadi hep beraber; "Haydi yiğit haydi yeni akına/Ülkümüzün cihan varsın farkına..." diye haykıralım...
Hem; şühedamızın ruhunu şad edelim, hem de milletimizin gönlündeki sevgi saraylarımızda yerlerimizi yeniden alalım!
Hayal bile olsa güzel değil mi? Ama zor iş te değil, değil mi?!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Nisan 26, 2008

ÜLKÜDAŞLARIMA SAVUNMAMDIR !...

Ülküdaşlarım!
Güzel yürekli yiğit Türkler!
Başbuğum'un Bozkurtları!
Göz yaşlarını içlerine mızrak edebilmiş müthiş savaşçılar! Hafta sonu olması hasebiyle, ve Gazetemizdeki köşemde bendenize lûtfedilen yerimi hiç aklıma getirmeden, kendime sınırlama koymadan, sizlerle doyasıya bir sohbete niyetliyim...
Tanrı'm şahidimdir ki, sizleri üzmek gibi bir kastım asla olmamıştır! Olamaz da! Sizleri ve sizlerin üzüntünüzle bizleri üzeni üzmek için, elimden ne geliyorsa onu yapıyorum!
Teşkilatlarım işgâlde ve ben teşkilatsızım!
"Dolma Kalemler"in, karen Fogg çocuklarının, yerli işbirlikçilerin ağız birliği ile methettiği ve bu methiyeleri hak ettiğini gösterebilmek için olmadık zamanlarda, olmayacak işlere imza atan bir "birim mensubu" nu deşifre edebilmek için tarifsiz bir gayret sarfediyorum!
Ne kadar üzüldüğümü anlatamam! Ne kadar bedbîn olduğumu, benim gibi bir mücâdele adamını bu kadar bedbînleştirmeyi başaran "birim mensûbu" na ne kadar öfkeli olduğumu da anlatamam!
Hayatım boyunca hiç bir mahkemede bile kendimi savunmadım ben!
Yani asla yalana tevessül etmedim! Yaptığımı "Yaptım ve iyi ettim!" diyerek ikrar ettim hep! Samimi ikrârımın da en sert mahkemelerde dahi lehime işlediğine şahit oldum!
Hayatımda ilk olarak kendimi savunacağım! Siz ülküdaşlarımın vicdânî mahkemelerinize karşı vicdânımı sorgulamanıza izin vererek kendimi savunacağım! Ama Tanrı aşkına sizler de benim sunacağım savunma delillerimi, tarafsız olarak inceleyin olur mu?
Sondan başlayayım isterseniz.
Yıllardır internet sitelerine, zamanlı-zamansız servis edilen ve isimlerin üzerleri karalanmış olarak verilen bir "Türkeş Mektubu" söz konusu! Bu mâlûm mektup her servis edildiğinde, ateşli taraftarlar tarafından reddedildi ve mektubun düzmece olduğundan, mektubu servis edenlerin hainliğinden tutun da akla gelebilecek her türlü hakaretlerle saldırıldığına şahit olduk!
Ben de her seferinde; "Mektubun aslından alınmış ve sansürsüz bir fotokopisine sahibim. Vicdânî namusum yayınlamama mani, ama isteyen herkese bir sûretini gönderebilirim!" dedim durdum. Meraklı ve vicdânî namuslarına kefil olabileceğim bir kaç "Ülkü Devi"nin haricinde benim sözlerimi duyan olmadı!
Hem kendi sitemde, hem de iki internet sitesinde ( haberbu.com, diplomathaber.com) ; "MEKTUP BU, KARAR SİZİN!" başlığı ile mektubun sansürsüz hâlini yayınladım. Önce Gazetemiz'e gönderdiğim mektup, yine bütüne zarar vermemek düşüncesiyle olsa gerek yayınlanmadı!
Üzerinden on günden fazla geçmiş olmasına rağmen, ateşli taraftarlardan, tık yok!... Çünkü mektup ve gerçek ortada!...
Bir konuya da açıklık getirmek lâzım: Devletimin olmazsa olmazlığına inandığım ve adında "millî" sıfatını taşıyan üç kurumundan biri olan MİT (Millî İstihbarat Teşkilâtı) mensûbu olmak, her sâdık Türk için elbette şereftir. Devletimin hayâtî sırlarına vâkıf olmasına izin verilecek kadar güvenilir bir Türktür MİT mensûbu. Yâni, aslâ ve kat'a utanılacak bir görev değildir! Ama nâmus gibi ölümüne saklanması gereken ulvî bir görevdir aynı zamanda. Deşifre olduğunda etkisini kaybedeceği için, inzivâya çekilmeyi gerektirir diye düşünürüm. Bir MİT mensûbunun görevinin de, ancak öldüğünde biteceğine inanırım.
Alparslan Türkeş gibi bir siyâset dehâsının, sağlığında dünya ansiklopedilerine "Komiteci" sıfatıyla girmeyi başarmış üç kişiden biri olan bir zâtın; kendi el yazısıyla, darbecilerin kontrolündeyken, teşkilatlarında baş gösteren paniği engellemek için yazdığı ve kime, nasıl tavır takınılmasını tavsiye eden mektubu, tarihî bir belgedir aynı zamanda. "Devlet Bahçeli MİT'tendir." bilgisini vererek ona karşı tedbirli olunmasını tavsiye eden, Türk Dünyası'nın Başbuğu ve 27 Mayıs'ın "Kudretli Albayı", Alparslan Türkeş'tir. 1960 ihtilâlinde MİT'in nasıl CIA'ya teslim edilmiş olduğunu gözlemleyen ve tedbir almak istediği için de sürgün edilen biridir.
Mektupta adları geçen ve A. Kadir ERDİL haricinde tamamının, "Türkeş'siz MHP" kumpasının içinde olacağını, sonradan gözlemleyeceğimiz şahısların hepsi tarafından bilinen bu mektûba, ve mektuptaki târife rağmen; "Ülkücü irâde tecellî etmiştir!" denilerek, Devlet Bahçeli'nin kollarının havaya kaldırıldığı sahneyi, her kese bir daha hatırlatırım!
Mektûbun sansürsüz hâlini yayınlayıp, yayınladığımı bildirdikten sonra bu güne kadar kimsenin ilgilenmeyişini, anlayamadığımı da hatırlatırım!...
Bu konuda, yıllarca, yakın dostlarım ve ülküdaşlarımla yaptığımız sohbetlerde kanaatimi söylemiş durmuştum. Alparslan Türkeş gibi bir siyâset dehâsı, böyle bir görevliyi yakınında tutar, tutabilir. Hatta MİT'i millîleştirme operasyonuna cesâret edebilen tek kişi olarak, adlarını ve MİT görevlileri olduğunu bildiğimiz bazı kişileri, MİT'e millîleştirmek amacıyla Türkeş'in monte ettiğini bile düşünebilirim. Bu uygulamayı ve cesâreti de delicesine alkışlayarak kabullenirim.
Ama "Türkeş'siz MHP" kumpası mensuplarının, Türkeş'in dünyasını değişmesinden sonra şirketleşerek partimizi ve teşkilatlarımızı işgâllerine itiraz ettim, ederim! Bu gerçeği öğrendiğim günden itibâren de Bahçeli muhalifiyim! Fısıltıyla, samîmi sohbetlerimde bildiğim bu gerçeği, bazen mektubu da göstererek paylaştım ülküdaşlarımla. Şaşıran şaşıranaydı ama, "Bütüne zarar vermemek" düşüncemizle mektubu deşifre etmedim. Bir ara öfkelenip yazmaya niyetlendiğimde de, kişisel hayatımda özelliği olan bir "Ülkü Devi" Ağabeyim'in ricâsı üzerine erteledim.
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ' ın genel başkan aday adaylığına çalıştığımız günlerde, engelleneceğimizi gördüğümüzde mektubu çoğaltarak kongre salonundaki ve çevresindeki herkese dağıtmayı teklif ettim. O zaman da Ümit ÖZDAĞ Hoca, mükemmel bir ülkücü edâ ile; "Hocam! Arkadan vurmak gibi benzer bir davranış olur ve bize yakışmaz!" diyerek izin vermedi!
Beni inciten, -tekrarlıyorum- Devlet bahçeli'nin MİT mensûbu olması değil asla! Beni inciten; Devletim'in olmazsa olmaz kurumlarından olan MİT'in, hâlâ Türk Milliyetçiliğinin siyâseten tek adresi olan MHP'yi yakın izlemeğe tabi tutuşu! Devletinin bekası için, ülkesinin bölünmez bütünlüğü için ölmeyi şeref sayan ülkücüleri, tehlike gören bir MİT'in, görevli birisini Genel Başkan ederek ülkücüleri pasifize etmesindeki mantık!... Bu mantık bana aslâ millî gelmiyor!Ülküdaşlarım; bunları yazmazdım!
Kendimi bu kadar savunmaya lüzum hissetmezdim! Hatta kendimi savunmaya tenezzül etmezdim! Ama bir ara; "Bana çok hakaretler geliyor! "PuKaKa"lıların havlamalarını ciddiye almıyorum ama ülküdaşlarımdan gelenler, beni incitiyor!" diye şikâyetlenmiştim!
Madem ki şikâyetlendim, şikâyetlendiğim merciye, yani sizlere kendimi savunmak durumundaydım! Hele bir ülküdaşımın bir iletisi var ki, üç gündür uyumama mani! "Sayın Mustafa Aslan abi, bizler Gazi Üniversitesi'nde öğrenim gören bir grup ülkücüyüz. Bu mesajı size atmamızın sebebi 23 Nisan tarihli yazınızla ilgili. Doğrusunu söylemek gerekirse bu yazı bizleri rahatsız etti. Kimi arkadaşlarımız sitem etti, kimi arkadaşlarımız ise iyi niyetle yorumlamaya çalıştıysa da içleri burkuldu. Şayet ben sizi iyi tanımasam, '.............' adlı sitedeki yazılarınızı takip etmemiş olsam emin olun ben bile kırılacaktım." diye başlayan ve; " Sizin darılacak biri olmadığınızı biliyoruz, ama inanın üzülen arkadaşlarımız da üzülmeyi hakketmeyecek arkadaşlar. Üniversitelerin PKK işgaline uğradığı bu dönemde bulundukları yerlerde, bayrağı yüksekte tutmaya çalışan arkadaşlarımızın morale ihtiyacı var. Onlar sizin kardeşiniz. Biz bir aileyiz.
Selamlar, saygılar."
cümleleriyle biten, "Kadir SOYGAZİ" imzalı ülküdaşımın iletisinden sonra, kendimi savunmak durumundaydım...
"Üniversitelerin PKK işgâline uğradığı bu dönemde, bulundukları yerlerde bayrağı yüksekte tutmaya çalışan arkadaşlarımızın morale ihtiyâcı var." cümlesinde daralmıştım! Şu anda da aynı duygularımla yazıyorum!
Bu yiğitlerin morallerini bozmak için ne lâzımsa yapan Devlet Bahçeli'nin, neden böyle davranmış olabileceğini anlayabildiğim kadarıyla ülküdaşlarıma anlatmalıydım.
Türk Milliyetçiliğinin nerdeyse suç sayılarak yeniden 1944'lerin "tabutluklar"ına döndürülmek istenen Türkiye'nin, halini ve siyâseten birinin, bilerek yaptığı tarihi hataların, ülküdaşlarım tarafından bilinmesine inadığım için yazıyorum.
Başta; "Yazı ve imza Babamındır." diye mektubu onaylayan "Oğul Beğ"in, Tuğrul Türkeş'in ve mektuptan hatta Bahçeli'nin görevinden haberdar olan, mektupta adları geçen veya geçmeyen "ağabey"lerin suskunluğunu, anlayamadığımı; bu suskunluğun samimiyetinden şüpheli olduğumu, ülküdaşlarımla paylaşmak istedim!
Yarın; bana da "provakatör", "Ergenekoncu" derlerse şaşırmam! Aslında, neden geç kaldılar diye şaşırmaktayım!
Yıllar öncesinden, kanaat ve yorumlarına çok inandığım ama siyaseten duruşunu hiç tasvip etmediğim, kadim dostlarımdan, ETSO (Erzurum Ticaret ve Sanayi Odaları) Başkanı Sevgili Muammer CINDILLI'nın; "Kardeşim! Erbakan Hoca'yı İsrail'le masaya oturtmayı başaran güç, korkarım ki Federasyonlara ve Irak'ın Kuzeyin'de bir Kürt Devleti'ne 'evet'i MHP'ye, ülkücüyüm diyenlere imzalattırır!" diyen sesini, yeniden hatırladım!
Başka türlü olsaydı, PKK'lılarla aynı havayı teneffüs etmekten rahatsız olan, olması gereken ülkücülerin siyâseten en başlarının, onlarla tokalaşmalarını nasıl anlayabilir ve anlatabiliriz? Olmadık yerlerde AKP'ye bağırıp çağıran ama hayatî meselelerde AKP'ye verilen destekleri, peşine süt dökmüş kedi misâli susmaları, nasıl anlayabilir ve anlatabilirdik?
Hâlâ; Devlet Bahçeli'nin işgâl ettiği Genel Başkanlık Makamına yalakalığın adını, taraftarlık bile değil ülkücülük olarak tarif ederek ülkücülere saldıranları atlayıp, bize sitem etmeye devâm edecek ülküdaşımın samimiyetine, itirâz hakkım olmasın mı?
Allah aşkına susmayın Ülküdaşlarım!
"Sokağa inelim." derken, tv'lerde boy gösteren alnı dövmeli gibi olalım demiyorum! Sosyal Demokratların, defalarca kullandıkları meydanları doldurarak miting yapmayı neden sokaklara inmek olarak algılamayız? Bu mitingleri yapmamıza mani mi var? MHP siyâsi bir parti değil mi? Yetmiş milletvekili yok mu? İstese iki günde milyonları Tandoğan'a yığmaz mı? "Biz Kaç Kişiyiz?" diye bir ad alarak defalarca yüzbinleri, sokağa, meydanlara indirmeyi başaran bir kişi kadar etkinliğimiz kalmadı mı?
"Yoksa biz bu ülkeyi karşılıksız sevdik." sloganımız, sadece seçim sloganı mıydı? Ülkücüler olarak, biz de mi milleti kandırmayı tercih ettik?
Vakıflar Yasası'na, 301. madde'nin değiştirilmesine, SSK yasalarına tepkili olan İşçi Sendikalarına destek vererek sokaklarda kükreseydik, kim bize mâni olurdu? Bizi memleketin ve demokrasinin haklarını kullanarak gören PuKaKa'lılar, inlerine saklanmazlar mıydı?
PuKaKa'nın defalarca, Doğu ve Güneydoğu'da yaptığı mitingler meşrû da, Türk Milliyetçilerinin yapacağı mitingler mi gayr-ı meşrû?
Bu kadar işgâldeysek neyi bekliyoruz ki? ABD'nin gelerek Irak gibi bizi de kurtarmasını mı yoksa?
Çok oldu biliyorum!
Okumakta belki sıkılacaksınız onu da biliyorum! Ama kısa da analtılmıyor ki? Ve hâla söylemek istediğim o kadar çok şey var ki!...
Bana vereceğiniz tepkilere göre devam edeceğim söz!...
"Kalk Yiğidim!
Yine dağ başını duman aldı.
Parçalandı bir kıt'anın toprakları,
Arslan payını arslan olmayan aldı!
Kalk Yiğidim!
Yine dağ başını duman aldı."
Güzelliklere gebe bir haftaya başlangıç olmasını niyâz ederek, iyi bir hafta sonu diliyorum bütün ülküdaşlarıma...
"TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR."
"ÜLKÜCÜLÜK, TÜRK YARATILMANIN ŞÜKRÜDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Nisan 25, 2008

BAYRAĞIM...

Üzerinden kaç sene geçti bilemiyorum. Ama hafızamdaki tazeliği ve bana verdiği heyecanıyla dipdiri duran bir sahne var. Hayatımda beni heyecanlandıran olayların, birinci sırasını hep koruyacak olan bir sahne! Söylediğimde hepinizin hatırlayacağını, hatırlayamayacak yaşta olanların hatırlayanlara heyecanla soracaklarını biliyorum. Kıbrıs'ta bir Rum, gönderden Türk Bayrağı'nı indirmek için direğe tırmanmıştı! Öldüğünün farkında olamadan ve ağzındaki sigarası bile düşmeden gönderden aşağı, cansız kayışını hatırladım bir daha!
Bir daha keyiflendim, bir daha heyecanlandım tabi...
O tarihlerde fiilen öğretmendim. İzmir Şirinyer Lisesi'nde, lise son sınıflara olan dersime girdim. Hemen hemen bütün çocuklar, beni heyecanlandıran ve nerdeyse sabaha kadar uyutmayan sahnenin etkisindeydiler. Sordular tabi. Dersimim özelliği gereği anlatmıştım. Milletler arasında kültür alış-verişinin olduğunu söylemiştim. Bu kültür alış-verişlerinde, taşıma görevini hikâyelerin, romanların, filmlerin, resim ve şiirlerin olduğunu söylemiştim. Bayrağımızı indirmek üzere göndere tırmanmaya çalışan Rum'un, Türk Edebiyatından habersiz olduğunu, bu yüzden de öğretmenlerinin suçlu olduğunu söylemiştim. Eğer o Rum'un edebiyat öğretmenleri, ona Türklerin bayrağını çok kutsadığını, Arif Nihat Asya adındaki bir şairinin ağzından; "Sana selam vermeden uçan kuşun/ Yuvasını bozacağım." dediğini söylemiş olsalardı, asla direğe çıkmaya cesâret edemezdi demiştim. O Rum'un katilleri, ona Türk'ün bayrağına verdiği kıymeti öğretmeyen öğretmenleriydi...
Şimdi yine, bir daha, Erivan'da Bayrağımız'a hakaret ettiklerini zannederek doluyu tarlalarına çağıran Ermenilere sesleneceğim; Akıllı olun! Sizin ağa-babalarınızın bayrağını İzmir'de indirip yerine Al Bayrağımızı astığımızda; yerde kaldığını gören Atatürk'ümüz, "O, bir ulusun şerefidir. yerden kaldırın." demişti. Şimdi sizin yere attığınız o Al bayrak, Türk Milleti'nin şerefidir. Hesabını vermeğe hazır olmalısınız! Biz; Bayrağımıza selam vermeden uçan kuşun yuvasını bozarız!
Sonra da ülkemdeki yerli işbirlikçilere, alt-üst kimlik kompleksindeki aşağılıklara, "Dolma kalemler"e sesleneceğim: Hâla hepiniz Ermeni misiniz? Çıkıp bir daha bağırmayı dener misiniz? Nasılsa BOP Eş Başkanı 301. maddeyi de değiştirdi! Türk'e ve Türk Bayrağı'na siz de hakareti dener misiniz? Nasılsa hepiniz Ermeni değil miydiniz?
Hepinizi, aynı coşkuyla Ermenistan'ı tel'in için sokaklarda görmek istiyoruz. Ya sokaklara çıkarak hepiniz her ne haltsanız bir ağızdan bağırarak Ermenistan'ı protesto etmeli, ya da hep beraber Ermenistan'a göçmelisiniz! Yüzlerce yıl kucağımızda oturup sakalımızı yolduğunuz yeter!
Şimdi benim Türk Cumhurbaşkanım, Türk Başbakanım, Türk Dışişleri Bakanım, Türk Genelkurmay Başkanım, sizlere Türkçe bir şeyler söyleyeceklerdir!
Bakın biz, hâlâ size hakaret etmiyoruz, Ermeni oğlu Ermeniler...
Yüzlerce yıl, hatta binlerce yıl halkları toplayarak milletleştirmeyi başarmış bir ırkın ahfâdı olarak, hâlâ size yaramaz çocuklarımız gözüyle bakmaktayız! Bu son yaramazlığınız dolayısıyla mutlaka kulağınızı çekeceğiz haberiniz ola!
Kaçma, saklanma hakkınız var! Öfkemiz geçinceye kadar kaçıp saklanmanız da akıl gereğidir!
Her köşesini 'çiçek bahçesi'ne değil, "Bağı- İrem"e yani Cennet Bahçesi'ne benzettiğimiz bu cennet Vatanı, kolay vatanlaştırmadık, kolayına da kimselere vermeyiz!
Geçen bin yılda Türkiye Türklerindi, önümüzdeki bin yılda da Türkiye Türklerin kalacaktır.
Türkiye, kıyamete kadar Türk'ün Anavatanı olarak, Türk'ün olarak kalacaktır.
Ne yenilmez orduları yenmişizdir bu vatan uğrunda biliyor musunuz?
Ne gururlu milletleri, geldikleri yere kadar kovmuşuz biliyor musunuz?
Vatanımız hür kalsın, hür vatanımızda Al bayrağımız dalgalansın diye kaç yüz bin kere topraklaşmışız biliyor musunuz? Nüfusunuzdan kat kat fazla şehit vererek millet olarak kalmayı başarmışız bilmez misiniz?
Soykırım yapmayız çünkü biz zâlim değiliz! Çoluğunuza-çocuğunuza muhabbet elimizi uzatırız çünkü biz sizin gibi sapık değiliz! Ama size; ayaklarınız altına alarak bir anlık psikopatlığınızı, Ermeniliğinizi tatmin ettiğiniz Bayrağımızı yerden kaldırttırarak yerine, gönderine astırırız, astıracağız bilesiniz!
Nasıl da kendinize yakışanı yapıyorsunuz biliyor musunuz Ermeni oğlu Ermeniler!...
Bizim Bayrağımız, mavi dünya gökyüzünün, Kırmızı-Beyaz süsüdür. Kırmızı Beyaz Bayrağımın dalgalanmadığı dünya gökyüzü; eksiktir, çirkindir, bayraksızdır...
"Tarihi ben mi yazdım, tarih mi beni öven/ Ben miyim böyle tevekküle baş eğen!"
"TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SİTEMİME YERİM KALMADI !...

Aylardır ülküdaşlarımın sitemlerine muhatabım. Elbette tebrikler ve alkışlar da alıyorum hem de övünmek gibi olmasın epeyce! Alkışlayan dostlarımıza gücümüzün yettiğince anında cevapla teşekkür ediyor, sitemkâr ülküdaşlarımızın söylediklerini bir değil, on değil, onlarca kere okuyorum.
Okuyorum, dönüp bir daha okuyorum. Sitemlerinde haklı olsunlar diye, sitemlerini hak ettiğim bir yer bulayım diye Vallahi kelime kelime inceleyerek defalarca bıkmadan okuyorum.
Ben yasakladıkça, sanal ortamda, karakterleriyle çok örtüşen kahpeliklerini sergileyerek her gün başka isimlerle güya bana küfreden kahpeler de çıkıyor! Onların en ağa-babalarının işinin, başkalarının kapısında yal yiyerek; İngiliz-Fransız-kefere yalıyla Kürtçe havlayan, komşuya ürüyen itlik olduğunu bildiğimden ciddiye almıyorum!
Ama, bâzen; "Ülkücüyüm" diyen ve bu ikrarlarından dolayı kendilerini sevmekle mükellef olduğum kişilerden de küfürnâmeler alıyorum! O zaman inciniyorum! Bir yanda PuKaKa'lı, el kapısında yal yemiş bir itim, diğer tarafta benden bildiğim birilerinin küfürleri birleşince, incinmiyorum dersem yalan!
Israrla, ama ısrarla "Taraftarlıkla Ülküdaşlık arasındaki farkın farkında olmalıyız." diye yalvarır dururum.
Keşke bu kadar haklı çıkmasaydım! Keşke, "Toplumsal dayanışmanın siyâsal iz düşümü"nü seçim sloganı eden; keşke," Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi"ne talip olduğunu söyleyen kişi, bir defa da olsa beni yanıltsaydı!
Bu gün dünyasını değişmesinin 40.(kırkıncı) günü olan, Rabbim'in katından bizleri yine o istihzâlı gülüşüyle izlediğine emin olduğum Sevgili Mehmet GÜL'ümüze, hastalığında kendisini telefonla aradığı için teşekkür ziyâreti yapmak isteğinde randevu vermeyecek kadar katı olan; iki sefer hasta, hasta Ankara otellerinde günlerce bekleterek kabul etmeyen; her hangi bir ülkücü ile tokalaştığında ellerini defalarca yıkayıp sonra kolonyalı mendille silecek kadar titiz olan ama PuKaKa'lılarla pardon DTP'lilerle tokalaşıp 10,5 (onbuçuk) saat hiç yerinden kalkmadan oturabilen kişi, bir daha yapacağını yaptı!
"Çiçek Bahçesi" gibi bir sıfatla adlandırdığı Şüheda Yatağı Anadolumuz'un gûya Meclis'teki renklerini tamamlamak düşüncesiyle Apo alçağının avukatı, bölücü örgütün resmî(!) kuryesi ile bir daha tokalaştı! Sarmaş dolaş oldu! Yeni şehit edilmiş dört Mehmetçiğimiz'in cenâzeleri daha defnedilmeden! PKK'lıların hain pusularında Anadolu'nun vatan kalmasının bedeli olarak canlarını fedâ eden şehitlerimizin daha naaşları soğumadan! "Gel Hasip! Meclis'in renklerini tamamlayalım!" diyebilerek!...
Adam, işini yapıyor!...
Aslında benim artık onunla bir meselem kalmaması lâzım! Çünkü sâyesinde artık MHP'li değilim! Çünkü sâyesinde ülkücülüğümü ona hibe ettim! Çünkü ne ben, ne sülâlemden hiç kimse, ne de hiç bir ülküdaşım, bir PKK'lı temsilcisiyle tokalaşmayız! Bırakın tokalaşmayı, aynı havayı teneffüs etmeyiz.
"Farklılıkların farkında" olduğunu ispatlamak için, AKP'ye karşı AB'nin ve ABD'nin daha fazla desteğini alabilmek düşüncesiyle, iki de bir bölücülerle tokalaşana "Niye?" sorusunu sorduğumuz için bize sitem eden ülküdaşlarım'a şimdi ben sitem etmeyeyim mi?
Ama Vallahi etmeyeceğim!
Ben ülkücüyüm. Ülküdaşımı sevmekten başka bir yol bilmiyorum. Ülküdaşımın duygularına saygıdan başka yol bilmiyorum. Ülküdaşlarımı incitmektense elli kere ölmeği tercih ederim.
Ülküdaşlarımdan bir rica hakkım da herhalde vardır!...
Muhteşem Ülküdaşlarım;
Türk Milleti'nin 21.yüzyıldaki refleksinin adı olan Yiğitler;
Başbuğum'un; "Her ülkücü bir bayraktır. Bayrağı yere düşürmeyin, lekelemeyin." tarifiyle bayraklaşan Yiğitler;
"Gök girsin kızıl çıksın" diye yıllarca nara atan, ant içen Yiğitler;
Tamam! Bize siteme devam edin vallahi incinmiyorum! Ama artık bize siteminize sebep olan kişinin yaptıklarını da görün! Milletvekili olsanız, listeye koyduğu için kendinizi borçlu sayıyorsunuz diyebilirim. Her hangi bir teşkilat görevinde olsanız, görev verene sadakat teşkilatçılık gereğidir diyebilirim. Her hangi bir meselenizde size sahiplik ettiyse sadakat gerektirir diyebilirim!
Ama her gün, ısrarla; Türk Milleti'ni, Şehit Ailelerini, Ülküdaşlarınızı, Ülkü Devleri'ni, Devlet'in olmazsa olmaz kurumlarını incitmek için özel gayrette olduğu aşikâr olan Devlet Bahçeli'ye muhalefetimden dolayı bana ve muhalefet eden Ülküdaşlarınıza artık sitemden vaz geçin!
Bir kere de yüksek sesle olmasa da bari fısıltıyla, bu adama yaptıklarının hiç değilse nedenini sorun Allah aşkına!
Bizi, birbirimizi arayamayacak hale getirmeyi başarmasına izin vermeyin! Sizleri, ömrünü dâvâsına hasretmiş, ipten dönmüş, yıllarca ceza yatmış, yıllardır vatanından cüda kalmış bir ülkücü ağabeyinizin üzerine göndermesine artık izin vermeyin! Bilmediğiniz, tanımadığınız için saldırtıldığınız Ülkü Devleri'ne yaptığınız her harekette, bizim size olan muhabbetimizin zedelendiğinin farkına varın artık!
Izdırap çeker inlemeyiz, ses çıkarmadan aşınırız tamam! Tek damla da olsa gözyaşımızı aczimiz sayarız tamam! Bizleri yarı yolda bırakan yoldaşımıza geçmişin hatırına ses çıkarmayız tamam! Ama bizim de etten kemikten olduğumuzu, bizde de nefsin olduğunu, bizde de kırılmaya çok müsait birer gönül olduğunu hatırlayınız!
Bir kere de sizler hesap sorun, sonra gelin sabahlara kadar muhabbet edelim olmaz mı?
Bana yazılan sitemleri köşeme taşıyacaktım güya! Yerim kalmadı!
Söylenecek o kadar da çok sözüm var ki!...
Bir dahaki sefere inşallah...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Nisan 23, 2008

"ÇİÇEK BAHÇESİ"NDEN MANZARALAR!...

Bağbansız çiçekler, kontrolsüz olarak bahçeyi kapladılar!...
Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi'ne talip olan, "AB'lilerce ıslah edilmiş çiçek"le; bahçenin, AB ve ABD tarafından gübrelenen "Köksüz zehirli sarmaşıkları", sarmaş dolaş oldular bir daha!
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı dolayısıyla, Meclisimizin kuruluşunun 88. yıldönümünde, millet vekilleri meclisteydiler. Soyadı kendine yük, "Türk'üm" demeyen biri, bir gün evvel; “Birinci meclis, şimdiki Meclis’ten daha renkliydi.” diyerek gûya, Kurucu Meclisteki farklı kökenli millet vekillerinden bahsetmişti.
Meclisin, Türk Milliyetçiliği'ni yazılı metinlere hapseden ve güzel okuma(!)sıyla takdir toplayan Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ve grubundan bir hareket olmamıştı!
Ertesi gün, beklenenin tam tersi gerçekleşti Eski meclis'te!
"Önce Anıtkabir’de Türk ile tokalaşan ve sohbet eden Bahçeli, daha sonra birinci Meclis binasında DTP’li Hasip Kaplan’ı gördü. Kaplan, Bahçeli’nin arkasındaki ikinci sıraya oturdu. Ancak Bahçeli dönüp, Kaplan ile tokalaştı ve “Gel Hasip , yanıma otur. Burada seninle Meclis’in renklerini tamamlayalım” dedi. Kaplan da ön sıraya geçerek, Bahçeli’nin yanına oturdu ve bir süre sohbet ettiler. " (Alıntı-İnternethaber)
Benim de aklıma aylar öncesinden yaptığım bir seslenişim geldi sadece!
Azerbaycanlı Şair Azaplı Mikail rahmetli, bir şiirinde;
"Gümânım galmadı göy Allahı'na
Deyirem ölürem, demirem olmur!" diye sitemlenmişti.
Şimdi aynı durumdayım! Söylesem öleceğim, söylemesem olmuyor!... Fikren, zikren birbirine benzeyen, hatta Rahmetli Başbuğumuzca birbirine benzetilen "Ülkü Devleri" perakendeleştirildi. Perakendeleşen Ülkü Devleri'ni; birileri, bir yerler kandırarak dağıtmış olsa gidenlere, terk edenlere ağız birliği ile saldıracağız. Ama böyle bir şey yok!...
Ülkücülerin tamamının, tek adresleri ve siyaseten tek çatıları olan MHP'den dışlandığını, tard edildiğini, üyeliklerinin silindiğini, genel başkanlık adaylıklarının gayr-ı meşrû yollarla engellenildiğini seyrederek perakendeleştik!...
Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı!
Susanların, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerin sayısı arttıkça; bu dışlayanlar, bu feshedenler pervasızlaştılar! Yaz mevsiminin kızgın güneş sıcağında, birlikte vırraklaşan kurbağalar misali bağırmaya başladılar!...
Kurbağaların en kalabalık bağırdıkları zamanda yapılacak tek şey, kurbağanın gölüne bir taş atmaktır. Âcizane kurbağanın gölüne bir taş atmaya niyetlendim. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kurbağaya değer...
Halîfe-i Râşidin'den, sahâbeden ve İslam aleminin gönül birliğiyle sevdiği müslümanlardan olan Hz. Ömer'den bahsetmeye çalışacağım. Mezhep-meşrep taassubu olmayan bir Müslüman olarak, Hz. Ömeri çok dikkatle izleyen biriyim .
Ömer ibn-i Hattab; yiyen, içen, nâra atan, aslan avlayan, kızlarını diri diri kuma gömen, puta tapan, tapmayanı zorla taptıran, gazaplandığında Kureyş'i evlerine tıkabilecek kadar hükümran bir Ömer...
Bu Ömerler, iki tane...
Biri Ömer ibn-i Hattab, diğeri Ebu Cehil... Bu ömerler, hükümranlığın ve zorbalığın öylesine zirvesindeler ki Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), Allah(c.c.)'tan bu iki Ömer'den birini niyâz eder...
Menfi anlamda tarifin zirvesindeki bu Ömerlerden birisi, Ömer ibn-i Hattab, ne zaman ki Kelime-i şehâdet getirerek doğru safa girer, bir anda Ömer-ül Faruk ünvanını kazanır. Mü'min-müşrik, inanan-inanmayan, müslim-gayr-ı müslim her kes tarafından "Adaletin Timsali" sıfatıyla anılmaya başlar.
O zaman da Müslüman-Türk bendenizin, Hz. Ömer'den alacağım, aldığım ders başlar. Demek ki, Ömer ibn-i Hattab kadar güçlü dahi olsa bir insan, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır!...
Demek ki, akl-ı selîm sahibi her kese düşen görev; doğru zamanda, doğru zeminde, doğru duruşla, doğru safta saf alarak 'Yanlış!' tarifinden kurtulmak olmalıdır.
Bu iki Ömer'den diğerinin yani Ebu Cehil'in safında kalarak yanlışlıkta ısrar da elbette aklın ve cüz'i iradenin gereğidir. Bu tercihe itiraz edebiliriz ama tercih, tercih sahibinindir.
Yıllardır, Yurdu- Anadolu'yu dolaşıyoruz. Dostlarımızla, Ülküdaşlarımızla hem-hâl oluyoruz. Rahatsızlıklarımızda, şikayetlerimizde müştereğiz hamdolsun. İnşallah önümüzdeki süreçte sür'atle; doğru zamanda, doğru safta birlikte saf tutarak yanlış tarifinden de kurtuluruz...
Siyasetin, hatır-gönül işi olmadığının çok bilincindeyiz. Kimseye safını tarif etmek gibi bir ukalalığa da soyunmayız.
Yapacağımız sadece gönlümüzü, dostlarımızın ayakları altına atmaktır. İsteyen ezip geçecektir gönlümüzü ve biz -inşallah- "ooof!" bile demeyeceğiz. Ya da ayakları altına attığımız gönlümüzü alarak gönüllerine katacak ve bizlerin sessizce bahtiyarlığımıza vesile olacaklardır.
Bi-tarafın ber-taraf olduğunu, yıllarımızın verdiği tecrübeyle hepimiz biliriz. Ve bu tecrübeleri, çok pahalı edindiğimizin de farkındayız.
Bu yüzden ziyâdesiyle seçici, bu yüzden ziyâdesiyle temkinliyiz. Herkesin artık aklındaki en ufak veya en büyük sorusunu açıkça sorması ve yine bu sorulara muhatap kişilerin en açık bir ifadeyle bu soruları, bu endişeleri cevaplaması zamanıdır...
Artık geçen zaman, bizim kendi hayatımızla birlikte Türk Milleti'nin istikbâlidir, hayatıdır.
Allahçı(!)ların Allah'ı, dinci(!)lerin dini, Atatürkçü(!)lerin Muhteşem Türk Atatürk'ü, Türkçü(!)lerin Türk'ü bitirmek için gayret ettiği günümüzde, serbest ve hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri zamanıdır...
Atı alanın Üsküdar'ı geçmesinden sonra hayıflanmanın, dövünmenin hiç bir getirisi ve mantığı yoktur. Biz oturursak, gelen bizi geçer. Ama biz yürümeğe değil koşmaya başlarsak, bize yabancı hiç kimsenin bizim yakınlarımızda bile olma şanslarının olmadığını en iyi yine biz biliriz...
Hadi Ülküdaşlarım!
Hadi duyarlı serdengeçtiler!
"Haydi, yiğit haydi yeni akına/Ülkümüzün cihan varsın farkına."
Yoksa "Çiçek Bahçesi"nde manzara kötü Vallahi!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 22, 2008

TÜRKEŞ'İ DİNLİYORDUM, GÖZLERİM KAPALI...

Tuğrul Türkeş'in basın toplantısını izlerken kopuverdim dünyadan!
Oğul Türkeş'in gittikçe Babası'na benzeyen fiziğini fark edince, hayallere dalıverdim! "Oğul Beğ" dediğim Tuğrul Türkeş'i dinledim, gözlerimi kapatarak! Türkeş'i dinledim sıkı sıkı kapattığım göz kapaklarımdan sızan-taşan göz yaşlarıma söz dinletemeden!
Türkeş'i seyrediyordum, gözlerim kapalı!
Ve Türkeş'i dinliyordum kulaklarım kapalı!
Canımın acımayan bir zerresi, ruhumun öfkelenmeyen bir köşesi, gönlümün acımayan bir hülyası, aklımın isyan etmeyen bir mâzisi kalmadan!
Türkeş'i seyrediyordum, dinliyordum gözlerim ve kulaklarım kapalı!...
"İtalyan Komünist Partisi Genel Sekreteri Berlinguer bir konuşmasında 'Ben önce İtalyanım sonra Komünistim demişti. Yani Avrupa'da düne kadar komünizmi savunan liderler dahi mevcut siyasi iktidardan çok daha vatansever, çok daha şerefli, haysiyetli ve sorumluluk sahibiydiler." şeklinde haber sitelerine geçen cümleyi, sesinden dinlerken tam Türkeşçe; "komonist" deyişinde yüreğim sızlayarak!
Türkeş'i dinliyordum gözlerim kapalı, göz pınarlarım yaşlı, yüreğim bir daha özlemle yanarak!
Hayallerimizle, hedeflerimizle, mücadelelerimizle birilerinin oynamasına; bizler, nasıl, bu kadar aymazlıkla izin verdik diye öfkeden kalbim yerinden fırlarcasına!...
İzmir'in dayanılmaz sıcağında, Açık Hava Tiyatrosu'nda, yakıcı güneş altında 'Oğul Türkeş'in gelmesini bekleyen binlerce kişiyi sıkılmadan bekletmek için mikrofondan yaptığım anonsları hatırlayarak;
"Türkeş geliyor! Türkeş geliyor! Başbuğumuz'a peş geliyor! Karanlıkları yırtacak, Türklüğe güneş geliyor!" diye hamâsetimin zirvesinde, inançlılığımın zirvesinde, heyecanımın doruğunda gırtlağımı acıtırcasına binlerce kişiyle gök kubbeyi patlatırcasına haykırışlarımızı hatırlayarak;
Taraftarlar; "Devlet Bahçeli mi, Recep Tayyip Erdoğan mı daha güzel okuyor?" mukayesesi ve yarışı başlatmışken; "Komonistler dahi mevcut siyâsi iktidardan çok daha vatansever, çok daha şerefli, haysiyetli, sorumluluk sahibiydiler." diyen sesin hatırlatmasıyla hukuk bilen ve bilmeyen iki belediye başkanını mukayese ederek, Türkeş'i dinliyordum gözlerim kapalı!...
'Komonist'likle suçlanan; ekmeği en ucuz, suyu bedâva, ulaşımı bedâva, hastaneyi 1 (bir) liraya hizmete sunduğu için tenkit edilen, şikâyet edilen SHP'li Dikili Belediye Başkanı ile çalıp-çırpmakta emsalsizliği söylenen Melih Gökçek'in hukuk tanıyıp tanımamazlıklarını ve nerdeyse hayatımda ilk defa "iman metre"mi ben de kullanmak isteyerek Türkeş'i dinliyordum, gözlerim kapalı!...
"Tarım Kentleri" projemizi, bizden esinlenilerek hazırlanmış "Köy Kent" projesini ve Toprak mahsülleri Ofisi'nin satış mağazası kuyruğuna giren köylüyü mukayese ediyordum! Gözlerim yaşlı, kulaklarım paslı, yüreğim yaslı olarak Türkeş'i dinliyordum, kulaklarım kapalı!...
"Yanlış yapıyorsunuz! Yanlış yoldasınız! Gerekirse kan da dökeriz, can da veririz! Ne mozaiği ulaaan!" diye kükreyen sesi hatırlayarak, televizyonun sesini kısıp Babası Türkeş'e fiziken gittikçe çok benzemeğe başlayan ve "komonist" diyen üslûp şekliyle de çok Türkeşleşen Türkeş'i dinliyordum, gözlerim kapalı!...
Millî Egemenlik Haftası dolayısıyla ülkemize gelen çocuklardan Filistin'li çocuğun, içinden gelen bir davranışla, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın kucağına, yaralı bir kuş gibi sığınan davranışındaki Türklük özlemiyle; "Türk Milleti'nden olmak, Türk Milleti'ni sevmek ve Türk Devleti'ne sadakatle hizmet aşkı taşımak, vatana bağlılık duygusu içinde bulunmak ve Türk Milleti'nin yükselmesi için elinden gelen fedakârlığı yapmak ve çalışmak duygusu ve şuurudur. Bu duygu ve şuuru taşıyan herkes Türk'tür. Kalbinde yabancı başka bir milletin özlemini, özentisini taşımayan, kendisini Türk hisseden, Türklüğü benimseyen ve Türk Milleti'ne, Türk Devleti'ne hizmet aşkı taşıyan herkes Türk'tür." şeklinde Türklük ve Türk Milliyetçiliğini tarif eden Türkeş'i özlüyorum, gözlerim kapalı, Türkeş'i dinleyerek!...
Türkeş'i izliyordum.
Türkeş'i dinliyordum.
Türkeş'i seviyorum, özlüyorum.
Heyecanlanıyorum, öfkeleniyorum, coşmaya niyetleniyorum ve "Kim daha iyi okuyor?" yarışını hatırlayarak bir daha içime kapanıyorum!
Türkeş'i dinliyordum, gözlerim kapalı...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 21, 2008

KARAMEHMET, BENİ DUYAR MI ?...

Türkiye'de talan var!
Özelleştirme adıyla, kefereye satılmayan bir şeyimiz kalmadı şükür! Bizler de yani Türk Milliyetçileri Türkler olarak devletin aslî unsurları olan bizler de, ancak özelleştirilen kurumlar ve kuruluşlar içinden Türk asıllı ve Türk sermâyeli olanları seçmek gibi bir tercihe soyunduk. Bu tercihimden asla dönmeyeceğim.
Ama bir pişmanlığım var!
Mehmet Emin Karamehmet'e ulaşabilmek için telefonla ne kadar mesai sarf ettiğimi, deneyenler bilirler! Ulaşmak için uğraştım, uğraştıkça öfkelendim! Personellerine; " Karamehmet'in bir Türk sermâyedarı olduğunu; bir Amerikan markası olan CAT'in elli yıldan fazla Türkiye temsilciliğini yaptığını, sonra neden Liber'in temsilciliğine döndüğünün hikâyesini de bildiğimi ve bu yüzden Karamehmet'e özel bir muhabbetimin olduğunu" falan da anlattım!
Olmadı da olmadı!
Bir şikâyetimi iletebilmek için ulaşmam mümkün olmadı. Karamehmet'ten önce kurumlaşmış şirketinin yetkililerine ulaşmayı denedim tabi! Genel Müdür veya yardımcılarına ulaşamayınca, kendilerine ulaşmak daha kolay olur düşünce ve cesâretimle saldırdım ama ne mümkün!
Şimdi şikâyetimi, tercihlerini Türk sermâye olduğu için Karamehmet'ten yana kullanan Türk Milliyetçileri'ne yapmak durumundayım!
Bir başka operatörden olan ve yıllardır kullandığım cep telefonumdan, bir kaç kere ısrarla "turkcell" abonesi edilmek için davet telefonları aldım. Karamehmet'in şahsına olan muhabbetimle de kabullendim tabi. Ev adresime, özel bir kurye ile telefon kartım geldi. Bir kaç gün sonra da telefonum görüşmeye açıldı. Buraya kadar çok güzel ve çok güzel bir hizmet tebrik ederim.
Sadece kız kardeşime, turkcell'li olduğumu ve numaramı kaydettirmek için telefon ettim. En fazla 2 dakikalık bir görüşmeydi. Hattımın açıldığının üçüncü veya dördüncü günü, bana bir fatura iletisi geldi. 31.60 YTL!... İki dakikalık bir konuşma ve bu ücret olunca, müşteri hizmetlerini arayarak müdahele etmek istedim. Uzun uğraşılardan sonra, müşteri temsilcisi Sema Hanfendi'ye ulaşabildim. Şikâyetimi anlattım. Baktı kızcağız ve; "Yeni abonelerimize kurulan yeni tesisin ücreti." cevabıyla neye uğradığımı şaşırdım! Israrla yetkili birini veya en azından kendisinin soyadını vermesini rica ettiğimde; "Kendimin ve yetkili birinin adını vermeyi, iş ahlâkıma uygun bulmuyorum!" dediler! Ben de deveden büyük fil var mantığıyla, 0 212 3131000 no.lu telefondan yetkili bir müşteri temsilcisine ulaşmaya çalıştım. Ulaşabilene aşk olsun! İnat ettim ve ulaştım. Orada da soyadını söylemesi iş ahlakına uymayan Hayriye Hanfendi'den aynı benzer cevâbı aldım!
İş ahlâkınızı seveyim sizin!
Hem ısrarla, başka operatörden olan numaramdan bana ulaşacak, nerdeyse zorla beni abone edecek ve sonra da "Niye bizim selâmımızı aldın?" diye, 31.60 YTL'lik bir akıl parası isteyeceksiniz! Israrla bu işin mantıksızlığını söyleyince de; "Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın talimatıyla yapıyoruz bu vergilendirmeyi." diyeceksiniz!
Küçük dilimi yuttum!
Tamam Kemal Unakıtan'ın adıyla söylenmesinde bir istihza vardı! Kabûl de beni Unakıtan kandırmadı ki! Adamcağız belkide hayatında bana karşı, ilk defa mazur! Ben millî duygularımla bir Türk İşadamı'nın müşterisi olmak isteğimle, Karamehmet tarafından kandırıldım!
Ve bu kandırılma beni çok incitti!
10 YTL'ye bütün büfelerde kontörlü turkcell hatları satılırken, hatta bazı yerlerde bedava verilirken, benden niye 31.60 YTL haraç alınıyor anlayamadım! Anlayamayacağım da!
Bu parayı ödememek için ne lâzımsa yapacağım elbette! Ve bu arada hattımı da iptal ettireceğim.
O da ayrı bir işkence haberiniz ola!
Kendileri arayıp ısrarla kabul ettirdikten, eve kadar gelip teslim ederek hattı konuşmaya açtırdıktan sonra, iptalini evden yapamıyorsunuz! Kimlik cüzdanınızın aslı ile bir turkcell abone merkezine bizzatihi gitmeniz gerekiyormuş!
Ne güzel!
Abone edinceye kadar bin türlü iltifat ve vaat, abone ettikten sonra "Unakıtan işkencesi" yok yaaa!... İş ahlâkınızı bir daha seveyim sizin!
Hala millî hislerim, milliyetçi duygularım, bir Türk sermâye olan Karamehmet'in, sür'atle bu işe müdahele edeceğine inanıyor!
Allah'ını seversen beni yanıltma Karamehmet!...
Acaba beni duyar mısın? Ölsem de seni Unakıtan'a şikâyet etmem!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

HADİ MİLLETİM; GÖREVE...

Onlarca yıldır yetersiz, uzaktan kumandalı siyâsilerimiz yüzünden kimse kendi işine bakamıyor!...
Terzinin elinde çekiç, önünde örs; demircinin elinde makas, önünde kumaş olunca, iki sanatkâr da yetersiz!... Biz de kumaştan da oluyoruz demirden de!...
Demokrasiyi, cumhûriyeti birilerinin kavrayamadığını veya çok iyi anlayıp haince kullandıklarını düşünmeye başladım!...
Bazı kavramların anlamlarını bilmek için -entelleşmek uğruna- ille de ansiklopediye bakmak gerekmiyor. İlk ve ortaokulda kitaplarımız da, öğretmenlerimiz de Cumhuriyet'i; "Milletin kendi kendini yönetmesi " olarak belletti bize... Yani cumhuriyet; cumhurun yani milletin, yöneticilerini kendinin seçme sistemi... Düz mantıkla ve okuduğumuzu anladığımız haliyle de harika bir sistem!...
Bu kadar harika bir sistemle biz neden iyi yönetilemiyoruz?
Ya biz iyi yönetilmeyi istemiyoruz, ya da yöneticimizi iyi seçecek kadar iyi değiliz... Neresinden bakarsak bakalım çuvaldızın ucu cumhurun canında!...
Padişahlıktan Cumhûriyete geçilirken; Atatürk'ü "Reis-i Cumhur" seçen cumhur, O'na ve arkadaşlarına devleti kurma yasalar hazırlama yetkisi vermiş... Allah, hepsinden râzı olsun iyi de yapmışlar.
Aldıkları yetkiyle Atatürk ve arkadaşları da, yeni devletin olmazsa olmaz kurallarını koymuşlar... Kurumları kurmuş, yetkilerini belirlemiş, silsileten birbirine bağlanış şekillerini belirlemişler. Sonuç olarak bütün kurumları da TBMM'ne bağlamışlar.
Yasa koyucular ve yasa uygulayıcılar net olarak tarif edilmiş... Bu arada Silahlı Kuvvetlerimiz'e de Devleti ve Cumhûriyeti koruma-kollama görevi verilmiş...
Buraya kadar tamam!...
Ama 600 yıllık bir padişahlık geleneğinden gelmiş cahil(!)lerimiz ve son 200 yıldır da Hristiyan Avrupanın içimizdeki uzantıları, bu anayasadan asla memnun olamamışlar!... Bu yüzden de art niyetli siyâset tüccarlarının becerisiyle; hainle-demokrat, sadıkla-gerici eş anlamlara getirilmiş!...
Hristiyan Avrupa birlik olmuş, bir araya gelmiş. AB diye örgütlenmişler. Bizim İslâm aleminden koparılmamız da, ihmâl edilmemiş tabi... Biz de geleneklerimizi, teamüllerimizi, mukaddeslerimizi batılılaşma sevdâsıyla ihmâl ederek hristiyan dünyanın dümenine, uymuşuz da uymuşuz!...
Hristiyan batı, aklını kullanarak teknolojik alanlarda yüksek atlama rekorları kırarken, onların aksine biz aklımızı tatile çıkararak 50 yıldır baş örtüsüyle, minietekle, cami-mescid çekişmeleriyle, mezhep-cemaat çekişmeleriyle, etnik üstünlük iddialarıyla hep kendi gözümüzü kendimiz oymuşuz!...
İstiklalsiz-hürriyetsiz iffetimizin olamayacağını nasıl yapmışlarsa becermiş ve bize unutturmuşlar! Almayacakları, almaları mümkün olmayan AB'lilik sanal yemiyle Kurucu Meclis'in koyduğu yasaları, onlarca yılda kendimize değiştirtmişler...
Biz, birlik demişiz, onlar dağılım demiş!...
Biz, üniter bölünmez devlet demişiz, onlar federasyon demişler!...
Biz, millet demişiz; onlar, halklar demişler, mozaik demişler, çiçek bahçesi demişler!...
Biz başörtüsü, yemeni demişiz; onlar türban demiş, tesettür demiş, "velev ki üniforma" demişler!...
Biz tekke-zaviyeye hayır demişiz, onlar fener rum patriğine ekümeniklik demişler!...
Biz toprağı vatanlaştırmışız, onlar bu vatanlaştırdığımız toprakları parayla satmışlar...
Biz apo çukuruna; alçak, hain, bölücü, katil, zâlim demişiz; onlar, insandır insan hakları vardır demişler!...
Biz şehitlerimizi, gazilerimiz kutsamışız; onlar "kelle" demiş, şehit analarını incitmiş!...
Biz baş örtüsüyle türban ayrı şeylerdir demişiz onlar, türbanı baş örtüsüyle kamufle etmeye çalışlamışlar!...
Biz devletin korunması hususunda Ordumuza güvenmişiz, onlar ise orduya saldırmış durmuşlar!Demokrasinin Cumhûriyetin gereğini yapmaktansa AB ve ABD'nin dayatmalarıyla kendi kendimizle kavgalı bir hale gelmişiz!...
Bu milletin devletiyle, ordusuyla asla dargınlığı, asla kırgınlığı olmamıştır, olmaz... Ordunun da asla millî ve manevî değerlere karşıtlığı yoktur. Yıllarca İHL ve türban üzerine siyâset yapanların samimiyetsizlikleri, Ordunun net tavrıyla aşikâr olmuştur sadece! Bu açık görüntü karşısında da Hukuk, üzerine düşeni yapmak üzere harekete geçmiştir.
Şapka düştü kel göründü!...
Şimdi keli şaplaklamak veya kel başa şimşir tarak uygulamak bize yani millete düşmüştür.
Hadi milletim, göreve...
Allah, sonumuzu hayretsin...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Nisan 19, 2008

ALLAH İSTİKRÂRIMIZI KORUSUN !...

Neyse, ne demekse, neye yararsa bu istikrâr, varlığı da başa belâ, yokluğu da!...
Çektiklerimizin, çekeceklerimizin hepsi istikrâr!...
Sokaklar kapkaççılarla doldu, esrar ve hap satıcılarının nerdeyse tamamı PKK'lı, asâyiş artık "berkemâl" değil ama istikrâr var!
Gayr-ı sâfi milli hâsılamızda acayip artış oldu! Nerdeyse 10.000 (on bin) doları buldu kişi başına gelirimiz, ama ceplerde para yok! Kredi kartı borçlanmaları yüzünden boşanan boşanana, intihar eden edene ama istikrâr var!
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nu protesto eden edene, işçi-memur emekliliğe değil ölüme mahkûm edildik diye feryatta, yeni düzenlemeye göre emeklilik maaşları yarı yarıyadan daha aza indirilmekte ve istikrâr var!...
Kahraman, fedâkâr Ordumuz; karakışta başladığı sıcak çatışmaya hâlâ devam ediyor! Sınır ötesinde ve sınırlarımız içinde PKK'lı avında. Gebertiliyorlar gebertilmesine ama şehitler de veriyoruz!
Aman haaaa! Sakın sesinizi çıkarmayın! İstikrâr bozuluuur!
Hükümet ve hükümet edenler, devletin bütün kurumlarını işgâle başladılar. İşgâl edemedikleri kurumlarla ölümüne kavgalılar! Atatürk'le, Cumhuriyetle hesaplaşmaya oturdular! İşlerine gelen uygulama demokratik, işlerine gelmeyen aslâ demokratik değil ve sakın ha itiraz olmasın! İstikrâr bozuluuur!
Neye yaradığını bilemediğim ve henüz bileni de görmediğim "Borsa" sermâyesinin %70'i yabancıların. Satılmadık, yabancılaştırılmadık gûya özelleştirilmemiş KİT kalmadı! Bir "Pirinçten Vurgun" var ortada, fâili belli değil! Vatandaş , soyuluyor ya da TMO satış mağazaları önünde kuyruklarda, istikrâr var!...
Demokratik ve 10.Yıl Marşı'nı toplantılarında çalıp söyleyebilecek kadar Atatürkçü(!) ve Cumhuriyetçi AKP; Anayasa değişikliği konusunda uzlaşma sağlayamazsa erken baskın seçim hazırlığında ve istikrâr var!...
23 Nisan'da, Meclis Başkanı'nın vereceği eşli resepsiyon'a Komutanların katılmayacağı dedikoduları ayyukta, istikrâr var!
Anayasa mahkemesi başkanı Hâşim Kılıç; kapatma davasındaki zanlılardan birisiyle yanyana, aynı masada kebap yiyor! Yargı, yansız! Yargı bağımsız! Yargının taraflı olduğundan şikâyetlenenler de AKP'liler ve istikrâr var!
Şikâyetlenmede de, şikâyet edilmede de iktikrârlılar!...
Artık sokaklardaki ve üniversitelerimizdeki kavgalar kesmiyor istikrârımızı! Meclis'te demokrat AKP'liler, elli kişi olarak tek başına muhalefet yapan Kamer GENÇ'i linçe teşebbüs ediyorlar! İstikrâr var!...
Başbakan; bölücübaşına "sayın", şehitlerimize "kelle" dediğinde demokrat; ama Kamer GENÇ, haine sayın diyene sayın demedi diye demokrat değil, linç edilmeli ve istikrâr var!...
301. madde de geçti geçiyor!
Türk'e, Türklüğe hakâretin artık cezâsı olmayacak! Ne zaman uygulandığını, uygulandığında ne yapıldığını bilemediğimiz bu kaldırılan cezâya rağmen olmadık hakaretleri eden PKK'nın siyâsal uzantıları ve yerli işbirlikçiler, şimdiden sonra neler söyleyecekler merâkımız ve endişemiz ama istikrâr var!...
Doğru! İstikrarı yakaladık!
Suskunlukta istikrarlıyız! Sadece susmakla ve hata yapmamak için okumakla politika yapan sert siyâset adamlarımız da var!
Yoklukta, yoksullukta, yolsuzlukta istikrârlıyız!
Mantar gibi hükümete yakınlardan zengin üretmekte istikrârlıyız!
Muhalefetken de, hükümetken de Devletimizi Avrupalılara şikâyette istikrârlıyız!
Hak etmeyenleri, hak etmedikleri yerlere taşımakta istikrarlıyız!
Askerimizle, işçimizle, memurumuzla, köylümüzle, hastanelerde hastalarımızla kavga etmekte; PKK'lılara acımakta, PKK'lı leşlerini resmî araçlarla taşımakta, Askerimizle, Hukukumuzla, Yasalarımızla kavgada istikrârlıyız!
Kuvvetlinin yanında durarak, kuvvete yalakalık yaparak, Haçlı ile işbirliğinde; komşularımıza ve 400 yıllık tebaalarımıza işkencelerin, zulümlerin, soy kırımların yapılmasını seyretmekte istikrârlıyız!...
Kandırılmakta, bile bile lades demekle akıllılık yaptığımız zannetmekte çok istikrârlıyız!
Bir zamanlar 10 yılda bir demokrasinin kesintiye uğraması gibi bir istikrârımız vardı! Bu istikrârımızı kaybettik! Yerine gelen istikrârın da neye yaradığını hâlâ anlayan çıkmadı!
Hem memnûn olan yok, hem de istikrâr var!...
Allah, istikrârımızı korusun!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Nisan 18, 2008

KİMSESİZLER KİMSESİ (Bir daha)

Hiç kimse kimsesiz değil herkesin var bir kimsesi
Hiç kimsesiz kaldım medet Kimsesizler Kimsesi... Fatih Sultan Mehmet

Yine günlerdir, aklımı başımdan alan bu beyitle yatıp kalkmaktayım...
Her kesin, hayatının bazı günlerinde, kendini kimsesiz ve yalnız hissedebileceğini biliriz. Aynı duygulara defalarca düşmüşüzdür muhakkak...
Kendini kimsesiz hisseden herkesin yaptığı gibi bizler de "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınırız... Bu duygu ve düşünceler; sıradan biri için, âvamdan biri için tabi ki, çok doğal duygular... Ama yaşadığı çağda herkese kimselik etmekle mükellef birinin, kendini kimsesiz hissetmesi ve "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınması, aklımı başımdan alır hep!...
Peygamberimiz(s.a.v.)' den dua müjdeli biri olacaksın, çağ açıp çağ kapatan olarak târih olacaksın, sâdece devrinin değil günümüze kadar bütün zamanların Fâtih'i olarak nam salacak, tarihleşecek efsâneleşeceksin ama; bu arada da insan olduğunu, insanlığın en mükemmel rütbesi olan "Kulluk" târifinin farkında olduğunu da tarihe şerh düşeceksin!...
Bu târif ve tanımlarla elbette Fâtih olacak, elbette Fâtih Sultan Mehmet kalacaksın!...
Bu teslîmiyetin, bu tevâzu'nun sahibi Fâtih olmazsa ne olurdu?!...
Devlet yöneticiliği oyunu oynayanlarımız, parti liderlerimiz, siyâsal genel başkanlarımız, Allah rızası için Koca Fâtih'in kendini târifini, -bir kerecik te olsa- okusalar, hatırlasalar ne olur?...
Tevâzu'nun ve kulluk bilincinin bir insânı nasıl büyüttüğünü, nasıl Fâtih'leştirdiğini bir anlasalar ne olur?!...
Ama tesâdüfen, ama seçimle, ama atanarak, sonuçta Tanrı'nın dileğiyle bir yerlere, bâzı mâkamlara gelenler, ne olurdu bir defa bile olsa yukarılara çıkıldıkça yalnızlığa mahkûm olduklarını, kimsesiz kaldıklarını, kalacaklarını, "Kimsesizler Kimsesi" ne sığınmaktan başka çârelerinin kalamayacağını Fâtih'i okuyarak, hatırlayarak bir görseler...
Demek ki kolay Fâtih olunmuyor!...
Demek ki yüzlerce yıl Fâtih olarak, kolay kalınmıyor!...
En az ikiyüz yıllık plânlar ve hayâllerle donatılarak yetiştirilen Devlet Adamları'nın nasıl yetiştiğini, Devlet Adamlığının nasıl oluştuğunu, bir anlamaya çalışsalar ne olur?...
En soldayım diyen partinin de, en sağdayım diyen partinin de, hatta bütün partilerin de tüzükleri, birbirinin nerdeyse aynısı. Çünkü, ancak yasalarımızın izin verdiği şekilde parti olunabiliyor. Farklı söylemleri âlenen söylemek, -bâzen- yasalarımızı ihlâl gerektirir. Bu yüzden de bütün partilerimizin genel başkanları ve önderleri, fısıltıyla farklı konuşurlar. Bu farklı konuşmalarıyla da milletten i'tibâr görür veya i'tibâr kaybederler.
Çok gariptir farklı fısıltı söylemleriyle milletten i'tibâr görerek göreve gelenler, hemen hem kendilerini göreve getiren milleti, hem de inançlarının gereğini-emirlerini, unuturlar!...
Milleti ve inançlarının gereğini unutmaları yüzünden de pervâsızca yolsuzluklar yapar, pervâsızca beyt-ül mâl'ı talan ederler!...
Çünkü seçilmişlerimizin büyük bir çoğunluğu; seçimleri süresince "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınırlarken seçildikten sonra tek kelimeyle insafsızlaşır, Firâvun'laşırlar!...
Kazandıkları seçimi, asla sonu gelmez bir kazanım olarak görür, kazandıkları seçimle iş başına getirildikleri görevin de ilânihaye olduğunu zannederler!...
Bu zannettikleri ölümsüzlük, sonsuzluk vehimleriyle de millete fütûrsuzca hakâretler ederler! Seçilinceye, seçimler bitinceye kadar kesinlikle millet vekilliğine taliptirler ama seçildikten sonra ise genel başkanlarının vekilleri olurlar!...
Bu kimliksiz-kişiliksiz davranışları yüzünden de milletin nazarında irtifâ kaybederler, siyâsete irtifâ kaybettirirler.
Gelecek seçim sath-ı mailinde bir daha "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınacaklar!...
Bu sahtelerle mücâdele de bizlere kalacak, bizlere düşecek yine!...
Hangi mevkî ve mâkamda olursa olsun, hangi gücün sahibi olurlarsa olsunlar; "Yüksekten düşenin, kaybı fazla olur." mantığıyla, bütün devlet ricâlinin "Kimsesizler Kimsesi" ne sığınabilecek yüzlerinin olması lâzım. Biliriz ki yukarılara çıkıldıkça yalnızlık artar!...
Yalaka ve yalamaların soytarıca kendilerine varmış gibi yutturdukları hükmetme gücünü yanlış kullananlar, bulundukları yerden düşünce canları çok yanar!...
Kendilerini; herkesin herkesi gibi zannederek, kimseye kimselik edemeyip bu durumlarını, millete zûlmetmek için kullananların, Fâtih'in yukarıdaki muhteşem dizelerini günde en az on kere hatırlamaları gerekmez mi?...
Bu sözleri bilmeyenlerin, bilip kulak ardı edenlerin yarın düşecekleri düşmüşlük günlerinde neler çekeceklerini de görür gibiyim...
Fâtih'lik elbette Allah'ın bir lûtfudur. Ama Fâtih'in mâkamına tesâdüfen de olsa gelmişlerin, kendilerinde kerâmet vehmetmelerindense "Kimsesizler Kimsesi" ne sığınmaları, daha akıllıca değil midir?... Hayırlı Cumalar...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Nisan 17, 2008

BANA SİTEMİM !...

Bu; benim, bana sitemim! Yasaklar ülkesindeyiz ve bu yasakları, kimse kimseye uygulamıyor!
Her kesin davranışının adı korkaklık değil, kendine koyduğu yasak! Bırakın düşünce söyleme yasağını, düşünmek yasak!...
Düşünmenin yasak olduğu bir yerde okunur mu?
Okuyanın yok olduğu, okunanın veya okunacağın yok olduğu bir yerde düşünülür mü?
Düşünenlerin yok olduğu bir yerde, tezle antitez olur mu? Tezle antitezin olmadığı bir yerde, doğru bulunur mu?
Beş milyon seçmeninin kayıp olduğu, demek ki en az on milyon nüfusunun kayıt dışı olduğu resmî ağızlardan söylenen bir memleketin adı Patagonya olsa, okuyanın olduğu bir yerde şaşılmaz mı?
Ama yok!
Şaşıran yok!
Bu memleketin beş milyon seçmeni kayıtlarda yok!Kayıt altında olan nüfustan da okuyan yok! Ve bu memlekette demokrasi var!
Bu memlekette; milyonlarca can pahasına, yüzlerce yıllık geçmişi silmek pahasına, bütün 'satılmış-işgâle uğramış değerler' i inkâr pahasına bir sistem, Cumhûriyet ilan edilmiş!
Ama, -maalesef- taassup bitirilememiş ki cumhuriyet olsun! Cumhûriyetin ilanıyla berâber, cumhûriyetle mücâdele başlamış!
Teslîmiyetten beyinler, esâretten vicdanlar kurtarılamamış ki Cumhûriyet gelsin, demokrasi olsun!
Kendine güven, öz güven sağlanamamış daha doğrusu öğretilememiş ki bağımsızlık olsun!
Beyinler işgâlde, duygular işgâlde, hisler işgalde, vicdanlar tutsak, cesaretler hapsedilmiş, hamâset yasak ve gûya hür bir devlet var!...
"Devletlû Padişah" varmış, devlet yokmuş! Pây-ı tatht varmış, işgâldeymiş!
Hilâfet bizdeymiş yani halifemiz varmış! yani Dünya İslâm âlemi'nin yeryüzündeki başı, komutanı, yönlendiricisi bizdeymiş ama cami yokmuş! Cami görüntülü görkemli binalarda dansöz oynatılıyormuş!
Seferberlik îlan edilmiş ama işgalci müttefik(!)ler tarafından ordu lağvedilmiş!
Şimdiki "Türkiyeli"liğin veya o zamanki "Osmanlı"lığın adı, yani kimliksizliğin adı, yani vatansızlığın adı, yani teslîmiyetin adı, yani çiçek bahçesinin adı, yani mozaiğin adı, yani işbirlikçiliğin adı daha koyulmamışmış ama "devletlû" padişahımız çok yaşarmış!
Bir düşünen çıkmış!
Düşündüğü için var olan, düşündüklerini uygulayabilecek kadar îmanlı, bir adam çıkmış! Bir "Sarı Paşa" çıkmış!
Milletlik özelliğini, insanlık özelliğini, düşünme özelliğini, bağımsızlık karakterini kaybetmeğe yüz tutmuş ve hiç bir şeyi olmayan bir toplumda, îmanı cana getirmiş! Ölünecekten fazla ölmüşler! Öldürülecekten fazlasını öldürmüşler! Mağlûb edilmesi mümkün olmayan Yedi Düveli, "Düvel-i Muazzama" adındaki mevtâdan çıkardığı son gayretle, yenmişler!
Hiç bir şeye yaramayan, "Devletlû Padişah"tan aldığı İngiliz altınlarıyla fetvâ veren Şeyh'ül İslâm'lığın yerine "Diyânet İşleri Başkanlığı'nı; işgâlcilerce lağvedilmiş Serasker'liğin yerine "Genel Kurmay Başkanlığı"nı; Hasta Adam tarifli Düvel-i Muazzama'nın yerine "Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş!
Saltanata da son vermiş, Hilâfete de! "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." diyerek te millete yetki vermiş, erk vermiş! Kendini ifâdeden yoksun, hakkını araması yasak edilmiş, sadece müttefik(!)lerin istediği yerlerde ölmekten başka işe yaramayan "Asâkir-i Muhammediye" adındaki ve Başkumandanı "kefere Alman" olan bir asker görünümündeki garâbete "Ordu" ünvânı vermiş!
Serbestçe kendini yaşayamamış! Kendine koyduğu yasakları yüzünden evlenememiş, evliliğini sürdürememiş! Bırakın üç taneyi bir çocuk sahibi bile olamamış! Çocuk sevgisini mânevi evlâtlarla gidermeğe çalışmış! Silah arkadaşının çocuklarının eğitimini devlet güvencesi altına alarak teselli olmuş, bir fedâkâr adamın emeklerinin inkârıyla karşı karşıyayız!
On milyon nüfusunun, beş milyon seçmeninin kaybolduğu söylenen, yetmiş bilmem kaç milyon nüfuslu ama bir milyon gazetenin satılmadığı, yüzbin basan kitabın olmadığı; cep telefonu tüketiminde ABD'den önde olan, internet müşterisi sayısında rekorlar kıran bir câhil memlekette yeniden işgâl yaşıyoruz!...
Kahramanlarının tamamını Çanakkale'de ve cephelerde şehît vermiş milletten; söyleyen de yok, söyleyenleri dinleyen de!
Sarı Paşam, Gâzi Paşam, Muhteşem Türk'üm, Atatürk'üm; Allahını seversen hakkını bize helâl etme!
Dünyanın ve târihin en nankör topluluğuna hayatını ve emeklerini fedâ etmişsin!...
Yazık olmuş sana Paşam! Yazık olmuş emeklerine!...
Hele bana, hele bana sakın helâl etmeyesin hakkını! Söylemek istediklerimi sadece yasa diye dayatılan yasaklardan korkarak söyleyemeyen ve cesur yürek edâlarıyla dolaşan bana, aslâ helâl etme hakkını Ulu Gâzi'm!
Ama; Mazeretim var abi! Asabiyim!
Dinleyin mazeretimi; Sarı Gazimiz'i biz yaşayamadık! O dönemde yaşamadığımız için mazuruz!
Yaşarken kıymetini bilemediğimiz, dünyasını değiştikten sonrada emânetlerine sahip çıkamadığımız Başbuğumuz! Sen, sen; bize, ülkücülere hakkını helâl etmeyesin!...
Ben de; bana yasa diye dayatılan yasaklardan korkarak yazdığımı yazmayanlara, duyurmak istediklerimi duyurmayanlara; beni, benimle yapmaya mecbûr olduğum korkunç savaşta tek bırakanlara, bunalımlara sokanlara hakkımı helâl etmeyeyim!
Başlarım böyle devrimciliğe de, ülkücülüğe de, milliyetçiliğe de, ümmetçiliğe de, bağımsızlığa da!... Hele böylesine kimliksiz-kişiliksiz Atatürkçülüğe, başlamaktan da öteye giderim!...
Kalan tek çâreme sığınacağım çâresiz! İnadına "TÜRK'ÜM" diyeceğim; bu yasayı, bu yasakları ihlâlin keyfiyle yetinerek!...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, sitem!...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Nisan 16, 2008

BEN ÜLKÜCÜYÜM, TÜRK'ÜM...

Ülkücüyüm ben...
Türklük gurur ve şuurunu, İslâm ahlak ve faziletini ram eden bir fikri, yaşama şekli kabul etmiş bir Türk'üm...
"Küfr'ün karşısında susmak, dilsiz şeytanlıktır." öğretisini yürekten kabullenmiş ve aslâ susmaya tenezzül etmemiş bir Türk'üm...
"Yüksel Türk! Senin için yükselmenin hududu yoktur." diyecek kadar kendisine ve Türklüğüne güvenen Atatürkçe düşünen bir Türk'üm...
"Ben Türk Milleti'ni; sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet-hile ile çiğnenen çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlâktan mahrûm hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük gurur ve şuuruna, İslâm ahlâk ve fazîletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe-kardeşliğe, kısaca Hak yolu, Hakikat yolu, Allah Yolu'na çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça îlan ediyorum: YENİDEN MÂNEVİYATA DÖNÜŞ..." dâvetine yürekten katılmış bir Türk'üm...
Ülkücüyüm ben...
Muhteşem Türk Atatürk'le ülküdaşlığın şerefini taşıyan bir Türk'üm.
"Muhtâc olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda mevcuttur." tarifine îman etmiş bir Türk'üm...
Adamcılığı, kişi taraftarlığını yok ederek, kimseye belli etmeden bütün taraftarlarını ülkücüleştiren Başbuğ'un târifine göre ülkücü bir Türk'üm...
"Her türlü emperyalizme, her türlü kültür emperyalizmine hayır." diyen bir fikrin mensûbiyetiyle gururlu bir Türk'üm...
İşbirlikçiye kızarım. Türklüğün gurûrundan nasipsizleri bağışlarım. Çünkü onlar, yaşayamadıkları gururun sahiplerinden korkarlar! Korkana, aman dileyene kılıç çalmayacak kadar kendinden emîn bir Türk'üm...
Köpeğim beni ısırdığında baytara götürür aşısını-tedavisini yaptırır, yeniden kapımda yerine bağlayarak yalını-yemini veririm.
Kudurmuş köpeğimi, itlâf ederken eli titremeyecek kadar adâletli bir Türk'üm...
Ne kimsenin kapısında bekler, ne de kimseyi kapımda bekletirim...
Kendimin olan şahsî varlıklarımdan gözüm kapalı vaz geçmeyi ama milletin olan çorak bir karış toprak için savaşın namus olduğunu, Mete Han'dan öğrenmiş bir Türk'üm...
Tarihim kadar yaşlı, yaşım kadar tecrübeli, tecrübem kadar hatasız, hata yapmamak için ağır işler görülen, santranççının her hamlesine, karşı hamleyi yapabilecek kadar savaş ustası, yendiğime hakaret etmeyecek kadar asîl, yenildiğimden savaşın meşrû alanlarında intikama yemin edecek kadar onurlu bir Türk'üm...
Ceddimin yaptıklarını unutmayarak bizden intikama soyunmuş Haçlı'nın; bize yaptıklarını, bizim onlara yaptıklarımızı unutmayacak kadar, unutturmayacak kadar akıllı Türk'üm...
Ben Ülkücüyüm...
Türklüğümü hedef alanın ırkını, milletliğimi hedef alanın sosyoloik-etnik yapısını hedef alabilecek kadar tecrübeli bir Türk'üm...
Maide Suresi'nde târif edilecek kadar Tanrı katında özel, Hz. Muhammed(s.a.v)'den dualar ve övgüler alabilecek kadar güzel milletin mensubu bir Türk'üm...
"Benim yegâne fahrim ve servetim; Türklüğümden başka bir şey değildir." diyebilecek kadar Atatürk'çe Türk; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenleri baş tacım edecek kadar "Milletçi" bir Türk'üm...
Ülkücüyüm ben. "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" inanç ve îmanımla, cansız bedenim toprağa düşmeden hürriyetimden vaz geçmeyecek kadar bağımsızlık karakterli bir Türk'üm...
Fransız şairi La martine'in; "Türkler bir ırk ve millet olma haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asîl ve pek yücedir. Asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır. Onların yurdu efendiler diyârıdır, kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insânîyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak, insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun." târifini unutan Fransızlar ve AB'ye; onlardan önce geçmişini inkârı entellik sayan kiralık beyinlere, "dolma kalemler"e hatırlatmayı, görev sayabilecek kadar üşenmez bir Türk'üm...
"Deme bana Kayı, Oğuz, İlhanlı
Türk'üm. Bu ad, her ünvandan üstündür,
Yoktur Azer, Kırgız, Özbek, Kazanlı
Türk Milleti, bölünmez bir bütündür."
Atatürk, Türk; Türk ulu ve ben, Türk'üm şükürler olsun...
Ben, üstelik Ülkücüyüm de...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

YASAK YASAK ÜSTÜNE !...

73 milyon nüfuslu, 40 milyondan fazla seçmenli dev bir ülkede, sadece iki kişinin bitmeyen söz düellosu ve bir değişmez seyircinin sessiz seyirciliği, bazen de taraftarlığı söz konusu!...
...cılık, ...cilik, ...culuk, ...cülük yeniden yarışa sokuldu!
Adamcılık, taraftarlık, yalakalık yarışına yeniden start verildi! "Start"ı bilerek seçtim ve kullandım. Batılılaşmayı sadece Haçlı'yı taklît zanneden, Haçlı'ya benzeme yarışını ilericilik zanneden zavallılara ancak start verilir!... Startın neyle verileceği de hakeme bağlı. Ya ABD'liler ve İsrail gibi terörist devletlerce silâh sıkılarak, ya da mızıka, bando, düdük veya benzer bir batılı çalgıyla verildi start!...
Şimdi taraftar tıynetli, start verilen yarışçılara ve nelere, kimlere taraftarlıklarına bakalım:
Tayyipçilik; %46,5'un içinde olmanın ispâtı sayılarak, çökertilen ekonomiye rağmen, dünyalık kazanabilme garantisi! Balıkesir Eski Milletvekili Turhan Çömez'in, "Kemal Abi" Unakıtan'ın oğlu hakkındaki iddiaları, bu taraftarlığı çok makûlleştiriyor! "Kemal Abi" veya kabinenin Eski Millî Görüşçü'lerinden herhangi bir bakana veya yakınına taraftarlık, insanı pastadan pay sahibi edebilir! Gömlek değiştirmekten daha kolay hale getirilen ve adı "gelişme" koyulan değişmecilerden birine taraftarlık ise insanı, ihyâ edeebilir! Yağlamacı taraftarların arasına girilebilinirse "Gel keyfim gel!"... Bu ucuz ama makûl sebeplerden dolayı "Tayyipçilik" epeyce rağbette...
Baykalcılık; %46,5 oy almış olmasına rağmen; laiklikle, Atatürk'le, Cumhuriyet'le, devleti temsil yetkisindeki kurumlarla yapılan kavgalar sonucu olabilecek herhangi bir gelişmede, ortada kalmamanın garantisi!
R.T.Erdoğan'ın siyâsi yasağını kaldırmış olmasına rağmen, yanlış söylemli ve yanlış zamanlı politikaları yüzünden millete "İnadına Tayyip!" dedirten sebeplerden olmasına rağmen, iki kutuplu hâle getirilmiş memlekette bîtarafın bertaraf olacağı gerçeğine mâni bir taraftarlık!...
Aralarındaki kavganın bitmesi mümkün görünmeyen bu iki kişiye taraftarlığın, bütün taraftarlarca izâhı mümkün. Çünkü kendilerince makûl olan sebepleri var! Her ikisi de birbirine saldırır da saldırır! Her ikisi de birbirinin eski genel başkanları da dahil, dil uzatmadıkları hiçbir şeylerini bırakmazlar. Birbirlerine rüşvetçi de derler, 'mel'un'da! Ama; ya kavgalarının neye yaradığının ikisi de farkında olmaz, ya da sonucu bilinen bu kavgayı bilerek yaparlar!
Bahçelicilik; her şeye rağmen, bütün sessizliği ve sessizlik üzerine inşa edilmiş yanlışlarına rağmen Bahçeli taraftarlığı, ülkücülüğün "dolma kalemler"ce tescîli gibi! Bahçeli taraftarı olmayan hiç kimseye "dolma kalemler" ülkücü demezler!
Hayatın başarısızları, dışlanmışları, başarısızlıklarının ve dışlanmışlıklarının adını ülkücülük koyarak Bahçeli taraftarlığı yaparlar. Bunlar; ölünürken, öldürülürken yoklardı! 12 Eylül Kıyâmeti öncesinin ve sonrasının, en sert "Türkeş'siz MHP" kumpasının baş aktörlerinin şimdi partiyi işgâl etmiş olduklarını bilmezler veya bilmezden gelirler! Bunlar; îdam cezâsı ve sehpalarını sadece MHP'den dışlanmış ve taraftar olmadıkları için "hain!" ilân edilmiş savaşçı ülkücülerden, sohbetlerde duyarlar! Bunlar; korkaklıklarını saklamaya mükemmel yarayan Bahçeli'nin suskunluğunu ve sessizliğini; "Devlet adamlığı" diye yorumlarken, bıyık altından da gülerler!
Her şeye rağmen, dediğim gibi her hâl ü kârda Bahçelicilik eşittir ülkücülük diye târif edilir "dolma kalemler" ce! Bu yüzden bu da geçerli bir taraftarlık mazereti!...
Ortalık toz-duman!
Camel Vakası'nda, mızrak uçlarına takılan Kur'an sahifelerini hatırlatırcasına, mızrak uçlarında sahifeler var! Çekilmiş kılıçlar bileniyor! Her kesimin, her kesin mızrağının ucunda "Nutuk"tan sahife var! Mızrağının ucunda Nutuk'tan sahife olan her kesin dilinde de "Atatürkçülük" naraları var savaşçı coşkusuyla!
CHP, Atatürkçü.
MHP'nin iki Başbuğu var; Atatürk ve Türkeş.
AKP; artık salonlarında "10.Yıl Marşı" çaldırıyor, söyletiyor. Laiklikle kavgalar ederek geldikleri uzun yılların inadına, AKP laikliğin garantisi...
"Şerbakan"a göre; "Atatürk sağ olsaydı, Milli Görüşçü olurdu."
Ulusalcıların olmazsa olmazı Atatürk ve Atatürkçülük ama Atatürk'ün kurduğu sistemle de açık savaştalar!
Milliyetçiliği kavmiyetçilik diye suçlayıp reddederek; "Üstünlük takvâdadır." doğrusunu suistimâl edenler, bir "Milletim!" diyorlar ki akıllara zarar!
Milliyetçiliği şövenizmle karıştıranlar,milliyetçiliği alt-üst kimlik tarifiyle sulandıranlar; bir "Millet" diyorlar ki, hayret etmemek mümkün değil!
Avla avcı belli değil artık! Çünkü av da bizim değil, artık avlak ta!
"Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda" târifli Anadolu'da; "Hepimiz Hrantız! hepimiz Ermeniyiz! hepimiz bilmem neyiz!" demek serbest! Erkeksen "Türk'üm " de!...
Türkiye'de; Nutuk'ta da yazılmasına, Atatürk tarafından sürgün edildikleri bilinmesine rağmen, mızraklarına "Nutuk"tan sahife takanlar tarafından Vahidettin'e ve aile efrâdına kahraman demek, serbest! Erkeksen "Türk'üm" de!...
Vatana ihânetten yargılanıp îdam edilmiş Şeyh Said'in, gözde siyâsetçi torunu tarafından; "Dedelerimiz, bu vatan uğruna şehit oldular!" şeklinde yalan söylemek serbest! Erkeksen "Türk'üm" de!...
Allah'tan "Türk'üm" denildiğinde dahil edilinecek çetenin adı güzel! Ergenekon!
Ergenekon'la Türk, Türk'le Ergenekon;binlerce yıldır birlikte telâffuz edildiği için çok yakışıyorlar birbirlerine...
Dünya da savaşlar var!
Kim, kimle savaşıyor belli değil ama savaşanlardan müslüman olanlar da, hristiyan olanlar da, yahudi olanlar da Türk'ten, Türk Milliyetçisinden rahatsız!
AB istiyor diye demokratlık adına yasak üstüne yasaklar getiriliyor, "Yasakları kaldırıyoruz!" denilerek!
301. Madde de hayırlı olsun şimdiden!
Yasak, yasak üstüne ama yasağa da rağbet olur değil mi?
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 14, 2008

ALLAH(c.c.), LÂYIKIMIZI VERSİN !...

Haftaya, sabah haberleri ile başlamak istedim korka-korka! Ne kadar korkakmışım!
Bu, güllük-gülistanlık memlekette, güne nasıl başlayacağımı merak etmek gibi bir korkuyla günle selâmlaşmak kadar "Ergenekonculuk" olabilir miymiş?!...
Memleketimin olmazsa olmaz değerdeki üç temel taşı insanı, düğün yapmışlar! Yerler, yerlerinden oynamış! Her birinin, bilmem kaçar tâne nikâh şâhidi varmış! Allah(c.c.), üçünü de bahtiyar etsin.
Yetmişiki milyon nüfuslu, dünya ile çok barışık, Avrupa ve AB'nin; "Aman! N'olur? Sakın bizden başka bir topluluğa gitmeyin!" diye elli yıldır kapısını aşındırdığı bir memlekette, bir insanlığın yüz karası çıkmış; savaşa, hem de İsrail ve ABD'nin savaşlarına hayır demek için tura çıkmış olan bir "Barış Gelini"ne tecâvüz ederek katletmiş!
Önemli değil! Boş verin! Müteveffâ'nın kardeşi, Türk Milleti'ni suçlamadı nasılsa!
Arabistan'da, bir vatandaşımız; komşusunun şikâyeti üzerine yargılanarak îdama mahkûm edilmişmiş! Amaaaan sende! O da Allah(c.c.)'a küfretmeseymiş! Bilmiyor mu ki orası Adana değil! Bilmiyor mu ki, adamlar Allah'larına küfredeni idam ediyorlar!... Zâten Cumhurbaşkanımız, eski patronuna ricada bulunmuş! Başbakanımız da bütün samîmiyetini ortaya koyarak meseleye müdahele etmiş! Boş veeer!
Pirince, bulgura korkunç zam yapılmış!
Bak bak bak! Bak hele! Kardeşim işiniz mi yok? Pazarda kaça satılırsa satılsın, bir kaç gün sonra paket-paket ve bedâva olarak kapılarımız çalınarak bize verilmeyecek mi o pahalılanan pirinç ve bulgurlar! Asıl haberiniz var mı; "Başbakan, mel'un" muş!...
Askerimiz aylardır Güneydoğu'ya sınırlarımıza yığınak yapıyor! İlker Başbuğ Paşa, bu kere internetten değil, dünyanın gözlerinin içine baka-baka, Kıbrıs'tan bir şeyler söylüyor! Ciddî ciddî uyarılar yapıyor! AB'nin en yetkilisi, Türkiye'ye geliyor, Meclis'te alkışlar arasında hukukumuza tavsiyelerde bulunuyor!
Allah! Allaaah! Bu memlekette ne kadar boşboğaz insan varmış! Kardeşim size ne? Haberiniz yok mu ki, bu memlekette Atatürk resimlerini paralardan ve resmi kurumlardan CHP kaldırtmış!... AKP'lilerden bazıları, Meclis'teki üniformalı resmini, demokrasiye yakışmıyor diye kaldırmak istemiş ama, kaldırmışlar mıymış?!
Haberiniz yok mu? Otuz sene evvel, Baykal bakanken, şimdiki Başbakanımız, rüşvet vererek motorin alabiliyormuş! Otuz sene önceden rüşvet alıp-vermeye talimli Başbakanımızın "mel'un!" olduğundan haberiniz yok mu?
Haberiniz yok mu? Milli Eğitim bakanımız; "İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar tokuşa, tokuşa anlaşır!" diye, kinâyeli bir şekilde bir yerlere sataşmış! Sataştığı yer ise, yayınladığı kanun hükmünde karaname ile konuşmaya kesinlikle yasak koymuş! Konuşmak yasak, tokuşmak serbest!
"Milletler, lâyık oldukları şekilde yönetilirler." buyuran Peygamberimiz(s.a.v.)'in haklılığını, görüyor musunuz?
Safların bu kadar çabuk değiştirildiği, takîyyenin bu kadar çabuk değişim ve gelişim diye kabûl gördüğü, ikinci bir meleket duydunuz mu?
Dîni ve dînî kavramları Baykal, Atatürk'ü, laikliği, cumhûriyeti Recep Tayyip Erdoğan savunuyor! Ve Atatürk'ü, laikliği, cumhuriyeti savunan adamın partisi; "Laikliğe karşı odak olmak" suçlamasıyla muhatap hem de demokrasi sayesinde, %46,5 oy almış olmasına rağmen!... Önümüzdeki yerel seçimlerin seçim afişleri de görülmeğe başlamış. CHP'nin; üzerinde kıyametler kopardığı türbanı, samimi müslüman kadınlara giydirerek çektirdiği afişler, çok şık!
Ağzından bir kere bile "Türk'üm." sözü çıkmamış Başbakanımız; bir "Milletim!" diyor ki, kırkı da peşpeşe dökülüyor! Kırmızı-beyaz atkılarla da milliyetçiliklerini sergiliyorlarmış!
Bütün partiler; Genel Kurmay'la fikir beraberliklerini belli etme yarışına girecek kadar demokratmış! Üniter Bölünmez Bütünlükte; MHP, CHP Genel Kurmay'la aynı düşünüyor! Ama siyâseten askerle kavga ediyormuş!
Adını "Kürt realitesi" olarak açıklamış olmalarına rağmen, şimdilerde "Doğu ve Güneydoğu meselesi" adını koydukları meselede, AKP Genel Kurmay'la aynı görüşte! Ve muhalefete karşı, askeri AKP savunuyor!
DTP adındaki bölücülerin siyâsal uzantıları; laiklik konusunda Genel Kurmay'la aynı düşündüklerini söylüyorlar! İmralı hükümlüsü de hem laikliğe, hem de Kur'an'a sarılma talimatı göndermiş!
Bu saydıklarımın, sıraladıklarımın içinde yalan olan varsa; bu söylemeğe çalıştıklarımın en az on katı daha, çok önemli meselelerimiz yoksa, Baykal ve Recep Tayyip Erdoğan'ın ağız dalaşından başka, dikkat çekebilen bir şey varsa söyleyin!...
Hep beraber, el-ele, dil dile, bir şeylerin üzeri örtülüyor Beğler!
Konuşması gereken de yine susmayı tercih ediyor!
Ve "Milletler, lâyık oldukları şekilde yönetilirler." sözünün mûcizevî gerçekliği, gözler önünde! Allah(c.c.), lâyıkımızı versin...
"Gönlündeki yaraların kanını dindir
Yüzde yüz Türk olduğun gün, cihan senindir."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Nisan 12, 2008

MEKTUP, BU!... KARAR SİZİN...

Aylardır, hatta yıllardır internet sitelerinde sansürlü olarak elden ele dolaştırılan bir mektup var. Merhum Alparslan Türkeş'in, tutukluyken gönderdiği ve birileri hakkındaki kesin kanaatini belirttiği mektup. Mektuptan birinci dereceden haberdar olanlar, nedense hep yalanladı durdular! Ama mektup var ve ortada! Mektup her konu edildiğinde; "Aslından alınmış, sansürsüz bir fotokopisi ben de mevcût." dedim durdum! Ya sözüm ciddîye alınmadı, ya da herşeye rağmen bütüne zarar vermeyeceğimi bilenler, benim vicdânımı rahatsız etmelerine rağmen susacağımı bilerek yanılmadılar!



Şimdi, konuşmak zamanı! İşte o mektup!
Komplo senaristlerinin yıllardır ürettiği; "PKK'yı MİT kurdurdu! Amerika'nın istemediği hiç bir şey yapılamaz! Amerika, istediği zaman istediği senaryoları harekete geçirir! Metâl Fırtına'lar v.s.,v.s...." senaryolarından tam gına gelmişken; Akdeniz Üniversitesi'nde düğmeye basıldı!
"Biz bu filmi seyrettik!" diyen diyene!
Biz bu filmi seyretmedik Beğler!
Bu memlekette, hiç üniter bütünlüğümüzü hedeflemiş bir tehlike ile karşılaşmadık ve bu memlekette, hiçbir zaman sınırlarımızı hedefleyen bölücülüklerle muhatap olmadık! 25 yıldır dağda olmakla övünen, her sıkıştıklarında devleti ve hükümetleri dağa çıkmakla tehdit edenler, arkalarında; düz ovada, ana-babalarının kucağında, hatta -Özal tarafından- Ankara'da siyâset yapmaya çağıranları da görünce, şehirlere indiler! dağda Mehmetçiğimiz'e kurşun sıkarlarken, şehirlerde de bombalar patlatarak Türk-Kürt ayırımı yapmadan sivillere kastettiler!
Meclisimiz'de, üniter bütünlüğümüzü savunan milletvekillerine saldıracak kadar, Diyarbakır'da ve diğer güneydoğu illerimizde polisimize saldıracak kadar, Başbakan'a makamında kafa tutarak toplantıyı terk edecek kadar, Akdeniz Üniversitesi'nde yurtlara bölücübaşının resimlerini, PKK paçavralarını günlerce asacak kadar pervâsızlaştılar!
Bu dönem hazırlanılıncaya kadar da milleti; İkiz Yasalarla, Uyum yasalarıyla, kemal Derviş adındaki bir müstemleke valisiyle, türbanla, Anayasa değişiklikleriyle, Vakıflar yasalarıyla, BOP Eş Başkanlığı vaatleriyle, AB birliğine girebilme vaatleriyle, sûni kriz gösterileriyle oyaladılar da oyaladılar!
Okyanus ötesine gitse dahi getirilip yargılanacağı vaat edilenlerin, Çankaya'ya çıkışını acayip kolaylaştırdılar! PKK'nın siyasal uzantılarını demokrasi adına kazanım sayarak tokalaştılar, koklaştılar! Muhteşem Türk Atatürk ve Cumhuriyet'in Türk kadınlarına sağladığı haklarını, türban adındaki bir üniformayla zayıflatmak projelerine destek oldular!
MHP'de; ülke ve devlet aleyhine hareketleri, miting alanlarında demokratik olarak protesto edelim diyebilecek yapıdaki ülkücüleri; "Ülkücüler aslâ sokakta olmayacak!" şeklindeki bir ajitasyonla yok ettiler!
Bu memleketin cesur Ülkücüleri ve Devrimcileri siyâsette etkili olmazsa olabilecek olan da günümüz acziyetidir!
Kimlerin, niye, böyle davrandıklarını merak edenlere cevap olur düşüncesiyle işte bahse konu mektup.
Başbuğ Alparslan Türkeş gibi bir siyâset dehâsı'nın böyle bir mektubu tesadüfen yazabileceğine asla inanmam.
Artık benden bu kadar!
Şimdiden sonra karar, Türk Milleti'nin ve Türk Milleti'nin siyâsal refleksi olmuş Ülkücü Hareket'in...
"Gönlündeki yaraların kanını dindir/ Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN