Cumartesi, Mayıs 31, 2008

MED CEZİRİMİN DALGALARI ...

Ülküdaşlarım, Dostlarım;
Sizlerle buluştuğumuz ilk günden beri, sayısız iltifat, tenkit ve tehdit iletileri aldım almaktayım. Gücüm yettiğince, zamanımı komaya sokarak bendenizi ciddiye alan bütün dostlarıma cevap vermeye çalıştım. Yürekli, duyarlı, siz dostlarımdan bazen öyle iletiler alıyorum ki cevap verip vermemek konusunda, vereceğim cevapla dostumu tatmin edip edemeyeceğim konusunda ikilemlere düşüyorum!...
Aynı dilden konuşan kişilerin, kolay anlaşmaları gerekir değil mi? Bazen, maalesef içine düşürüldüğümüz tarifi çok zor açmazdan dolayı, aynı dilden konuşanların bile anlaşamadıklarını görerek hayretlere düşüyorum! Böylesi bir hayretimi, sizlerle paylaşarak içinde bulunduğum sıkıntımı anlatmayı deneyeceğim.
Adı bende saklı bir ülküdaşım, günlerdir aklımı başımdan aldı! Adını, sadece o Ülküdaşım'ı sakınmak, ve onun teşkilat içinde olduğunu bilmemin verdiği huzurdan yoksun kalmamak için saklı tutuyorum! Yoksa öylesine büyük ve tanınması gereken bir yürek ki!...
Bu Ülküdaşım, selam sabahtan sonra diyor ki; "Birilerinin yanlışlarını engelleyelim derken içinden çıkılmaz bölünmüşlüklere düşmeyelim. Bir tarafta Ülkü ocakları,diğer tarafta Nizam-ı alem ocakları... Yıllardır iki ocağı bir kucakta,bir gönülde birleştiremedik........... söyler misin sebebleri yok edelim derken, içinden çıkılmaz sonuçlar doğurmak doğru olur mu? Yapılanların ve söylenenlerin yada yapılmayanların ve söylenmeyenlerin, ne kadar çok olduğu konusunda sizinle aynı kanaatteyim. ....... sebep ve sonuç ne olursa olsun taht kavgasına yol açabilecek had bildirmelerinin doğru olacağı kanaatinde değilim. Doğru yerde kalmak, olabildiğince doğruları söylemek, doğru ve dik durmaktan yanayım. ............ bizim camiamızın çok çabuk eleştirdiğini, herşeyi eleştirdiğini iyi biliyorum. Zira her birimiz dinamik bir teşkilat yapısının içinde ve bilge insanların elinde yetiştik. Bunun sıkıntılarını dünde yaşamıştık.Unutulmaz büyük lider, Başbuğumuz'un da; "Artık yeter çekilsin" denilerek eleştirildiği, yanında üç beş kişilerin olduğu, Ankara Kurtuluş Parkı'ndaki kongreyi ve Cebeci pazar yerinde 300-500-kişiyle yapılan (1987 yılıydı sanıyorum) mitingi unutmadım sevgili dostum. ......... Yanlışlar olabilir. Göç yolda düzülür bazen. Gemiyi terketmek yok. Çünkü bu gemi en zor şartlarda içinde bulunduğumuz bizim gemimiz. Kaptan rotayı şaşırıyorsa, hem rotayı hemde kaptanı düzeltemiyorsak bu çok kötü aziz dostum! ......... Büyük iddiaların sahibi olanlar küçük tehditler karşısında dimdik durabilenlerdir. Evet yanlışları eleştirin. Başımız üstüne. Her vicdan sahibi ülkücü bu eleştirilerden nasibini alacak ve gerektiği gün, kimseyi üzmeden gemiyi rotasına oturtacak efsâne kaptana benzeyen bir kaptanı bulacaktır. Bu sular derin ve mavidir."
Bir ülkücünün, parti ve teşkilâtını terk ediş sebebini bilmediği, dışarda sayılan ülküdaşına yapabileceği, mükemmel uyarılardan biri... Küsmek-kızmak yok ve küstürmemek için bütün ülkücü nezâket kullanılarak!...
Sağ olasın yiğit Ülküdaşım! Sağ olasınız bu ülküdaşımın uyarı ve mücadelesinde olan Ülküdaşlarım!
Derin ve mavi sulardaki gemimizin; acemi, rotayı yanılarak değiştiren kaptanı hakkında yazmamaya karar veriş nedenim de, bu saygı duyulası duygular işte!
Keşke bu güzel ve muhteşem duyguların sahibi ülküdaşım, adını açıklamama izin veren bir ileti daha gönderme zahmetine girse!...
Öylesine rahat, daha doğrusu kendimi öylesine yorgunluk rehâvetine teslim olmuş hissediyorum ki! Savaştaydım! Ateşkes ilan edildi sanki!
Med-cezîrlerde, gel-gitlerdeyim diyordum ya! İşte bu dalgalar yüzünden... Dalgalar, tsunamiye dönüşmesin Ya Rabbi!...
"TÜRK, ULU TANRI'NIN SOYLU GÖZDESİ"
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mayıs 30, 2008

ARTIK CANIMIZA YETTİ!...

Bu yapılanlar, korkakların panikleme ile hamilerine sığınmaları değilse cahil cesâretidir ve her iki halde de millî yapımıza, bağımsızlık karakterimize, devletlilik teamüllerimize, törelerimize, türelerimize, milletimize ve devletimize ihânet boyutunda zarar verici işlerdir!
Ve artık Vallahi canımıza yetti!
İki insandan, iki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşından, "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür." anayasal tarifli, iki Türk'ten daha doğrusu bir Türk ve bir "Türkiyeli"den alıntılar yaparak millî vicdanlarınızda, Allah rızası için mukayeselerinizi rica edecek ve hangisinin daha çok bizden yani Türk Milleti'nden olduğunu soracağım.
Türkiyeli olan; "Türkiye'de sadece gayr-i müslim azınlıklar değil, Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorunlar yaşıyor." diyor! Hem de Avrupa Parlamentosu (AP) Dış İlişkiler Komitesi üyelerine, Avrupa'da söylüyor! Haçlı'nın 21.yy. versiyonuna ülkesini, devletini şikâyet ederken!...
Türk Devleti'nin kurucularından, aslî unsurlarından olan Türk; "Bilir misiniz? Bu ülkede doğup büyümüş olup da, ezan sesiyle duygulanmayan bir tek Hıristiyan bile yoktur! Hıristiyansanız bilirsiniz tabi, ama Müslümansanız bunu tahmin etmeniz mümkün değil." Diyor!... Hem de Türkiyeli'nin şikâyet ettiği Türkiye'de, bir Hristiyan olarak yaşarken yazıyor bunu! Ve devam ediyor: "Çocukluğumda, ezan sesini her duyduğumda haçımı çıkarıp, “Tanrım beni de koru” diye fısıldardım. Anneannem öğretmişti… Ve eğer yakınındaysam caminin, kısıp gözlerimi, dikkatle izlerdim şerefesinden elini yanağına dayayarak, yanık yanık okuyan o zamanlar genelde nur yüzlü olan, müezzini… “Benim için de dua et” diye seslenirdim kafamın içinden."
Ve devam ediyor bu Haçlı'ya şikâyet edilen Türkiye'nin, Hristiyan vatandaşı Türk; "Sevilen bir insanın cenazesindeyken, cenaze duasına bir ezan sesi karışırsa bazen, tesadüfen, garip bir teselli verir bu bana, çifte duayla uğurlanıyor diye o sevilen… Böyle hisseden bir tek ben değilim hem… Sorun, Müslümansanız ve Hıristiyan dostlarınız varsa şayet…"
Mukayesenizi rica ettiğim bu iki kişiden birincisi, Devletimizin yurt dışında onurunu temsille görevli Dışişleri Bakanımız! İslamcı söylemlerle milletten mazlûma yatarak çok kuvvetli oy almayı başarmış demokrat(!)lardan biri! Demokrasiyi asıl gayelerine ulaşmak için araç olarak görebilecek kadar demokrat(!)lardan oluşan kadrodan biri! Ve şu anda da güncel olarak Cumhuriyet-Atatürk ve kazanımlarına karşı açık savaşanlardan biri!
Diğer Türk ise, bir Hristiyan Türk Vatandaşı! Gözümüzün bebeği kadar sakınmakla ve sevmekle mükellef olduğumuz bir kardeşimiz. Stefo SEYİSOĞLU...Yiğit bir kalem...
Dışişleri Bakanımız olan kişinin devletimizi, Müslümanlığın rahat yaşanmadığı şeklindeki şikâyetiyle utanırken, Stefo SEYİSOĞLU adındaki Hristiyan azınlık diye zorla ötekileştirilmeğe çalışılan kardeşimizin, arkadaşını askere yollarken; "Kardeş olmak aynı anadan aynı babadan olmak mı derdim hep. Değilmiş!... Daha iyi anlıyorum şimdi. Hele bu sabah uyandığım anki ruh halimi sizlere anlatamam. Zaten damarımdan fışkıracak acım 15 şehit ve daha niceleri için. Bir son söz gerekir şimdi yazacak... Hep asil milletimiz okuyacak değil ya bu mektubu... Hainlerden de okuyacaklar olacaktır! Hedefse hedefin en kallavisiyim ben!... Çünkü bir dakika bile düşünmeyeceğim sizi yok etmek için!... Hem tüfeğimle savaşacağım... Hem kalemimle... " diye seslenebilecek kadar cesur ve milletçi tavrıyla gururlanıyorum...
Bu iki kişiyi mukayese, çok insafsızlık olacak biliyorum ama neden "Canımıza yetti!" dediğimizin anlaşılmasını kolaylaştırır düşüncesindeyim.
Ve bütün meraklı ve sevgi yürekli dostlarıma, Stefo SEYİSOĞLU adındaki yiğit sevgi adamını, www.diplomathaber.com adresinden okuyarak tanımalarını şiddetle rica ediyorum.
Bu yiğit yüreklerle bir arada olarak biz, bu korkak demokrat maskelilere ilk seçimlerde hadlerini bildiririz eminim...
Çünkü artık canımıza yetti!
-Rahmetli Necip Fazıl'ın deyimiyle "Şerbakan"- Mücahid Erbakan ve bu demokrat maskelilerin onunla ilişkileri hakkında daha sonra söyleyeceklerim olacak inşallah!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mayıs 28, 2008

MED CEZİRİN TÜRKÇESİ...

Yine med-cezirde, yine gel-gitlerdeyim!
Canımın canını, "Can" dediklerim incitmekte ısrarcılar! "Can" dediklerimin canını asla incitmedim ve incitemem de! Ama o "Can"lara da, bu canı incittirmem!
Ülkücülüğümü; önce Babam'dan, Türk Milliyetçiliğini, Bayrağın namus kadar pak olduğunu ve korunması gereken bir kutsal olduğunu, Vatan'ın, vatan üstünde hürriyetin olmadığı yerlerde namusun rencîde edileceğini öğrendikten sonra, Garipkafkaslı Ağabeyim'den, Doğunun Başbuğu Yılma Durak Ağabeyim'den ve "Ülkü Devleri"nden öğrendim.
"Ben"liği yok ederek "Biz" olup cem olmanın, teşkilatlanıp iri ve diri olmanın insanlığa hizmette tek yol olduğunu öğrendim. Milletine hizmet etmenin aynı zamanda insanlığa hizmet olduğunu da Başbuğum'dan öğrendim. Çarelerin tükendiği yerde çare üretmenin, liderliğin olmazsa olmazı olduğunu öğrendim ve bütün ülküdaşlarımla birlikte uzun zannedilen ama maalesef çok kısa olan bir Başbuğ'lu özel süre yaşadım.
Hayatımın çok büyük bir kısmını, bu dolulukla yaşadığım için de kendimi hep şanslı saydım, şanslı bildim ve şanslıyım.
"Türkiye'nin, Cumhurbaşkanından genelev kadınına kadar insanının meselesi, meselemizdir." diye kükreyen Türk ve Bumin Kağanca, Atatürkçe erkek sesin verdiği heyecanla Ülkücülüğümü iftiharla beyan ederek yaşadım. Ülkücülüğümün hissedilmediği yerlerde ve anlarda kendimi hep eksik kalmış saydım.
Şükürler olsun ki; Ülkücülük sıfatım, artık kimliğimin önünde anılır oldu...
Yani bendeniz artık Ülkücülükten başka bir duruşta duramam, ülkücü söyleyişten başka bir şey söyleyemem, ülkücü tavırdan başka bir tavır sergileyemem. Bana, öğrendiklerimin ve teşkilat edebimin uyguladığı tek yaptırım bu!
Ülkücüydüm, Ülkücüyüm ve Tanrım'ın izniyle Ülkücü kalacak ve Ülkücü olarak ta öleceğim.
Son on yılımın, son iki yılında; Ülküdaşlarıma Lider ile Genel Başkan arasındaki farkı hatırlatarak, bir ülkücü olarak görev yaptığıma inandım. Mevcut Genel Başkan'a meşrû zeminlerde, meşrû adaylara destek vererek muhalif oldum. Meşrû her kongre sonrasında da "Ülkücü irade tecelli etmiştir." diyerek biyatımı açıkladım.
"Ülkü Devleri", "Oğul Beğ", "Dava Aysbergleri" haklı muazeret ve şikâyetlerle partiyi terk ettiklerinde, onlara sert ama lisan-ı münasiple Ülkücülüklerini ve teşkilatçılığı hatırlatıp yırtındım!
Yetmedi gücüm! Sözümün hükmü olmadı Ülküdaşlarım!
Ülküdaşlarımı ülküdaşlarımdan başkasına şikâyet etmenin yanlış olduğuna imanımla, doğru bildiğimi yaptım! Ya şikâyetlerimi yeterince anlaşılır bir dille anlatamadım, ya da teşkilatçılık refleksiyle anlaşılmam engellendi!
Gel-gitlerdeyim Ülküdaşlarım!
Hainler, bölücüler, Karen Fogg çocukları, yerli işbirlikçiler ve "68 Kuşağı" adıyla yeniden arz-ı endam eden, milyon-milyon dolar ederli, satılık "Dolma Kalemler", yeniden güç birliğine soyundular!
Devlete, Cumhuriyete, Atatürk ve Silah Arkadaşları'nın kazanımlarına-emânetlerine ihânet eden üç tane teröristi kahramanlaştırarak, onların arkadaşları olmanın verdiği yapay kahramanlık tarifleriyle milletimin aklını karıştırmaya başladılar!
Bu ülkede; Deniz ve arkadaşlarına ilk rahmet yazan ülkücü kalem olduğumu, bir daha hatırlatayım. Ama onlara rahmet okurken saklamadıkları düşmanlıklarını özlediğim için rahmet yazmıştım! Onların erkekçe düşmanlıklarını, hasımlıklarını özleyerek ve öfkeli bir tepkiyle yazmıştım! Onların cesur insanlar olduklarını teslîm ederim. Ama onlardan asla kahraman olamaz da derim!
"Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen toplumlar millet olamaz." diye biz feverân ederken, bizim ve milletimizin kahramanları, Devletin bekâsı, vatanın bölünmezliği ve üniter devlet yapımızın korunması uğrunda toprağa düşerek yeniden vatanlaştırıyorlar; ısrarla, toprağın vatanlaşması mührünü vuruyorlardı!
Dilinde Şehâdetiyle sehpaya çıkan Ülküdaşım Kahramanlarım var benim! Sehpaya; "Yaşasın marksizm! Yaşasın Leninizm! Yaşasın halkların kardeşliği ve halkların bağımsızlık savaşı!" naralarıyla çıkan, dini görevini yapmak için orada olan İmam Efendi'yi kabul etmeyen birisinin neresi kahraman?
Tekrâren; cesurlardı ama asla millî değillerdi ve kahramansa asla!...
Gel-gitlerim, yerime sığmadı yine! Med-ceziri ülkücüleştireceğiz galiba!...
Bu konuya sıcağı sıcağına devam edeceğim Ülküdaşlarım....
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mayıs 26, 2008

DEMİRCİ EFE'LER HAZIRLAR...

Kim, neresinden, nasıl bakar ve nasıl yorumlarsa yorumlasın!
Bu işler artık tahammül sınırlarını aştı! "Ürümesini bilmeyen it, yürümesine kurt çağırır." diye bir ata sözümüz var! Demek ki bu ürümesini bilmeyen itler, bu ata sözünden de habersizler ki böyle pervasızlaştılar!
"Eyüp'te asker uğurlamak için şehirlerarası otobüs terminaline gitmeye çalışan konvoya bir grup, taş ve sopalarla saldırdı. Konvoyda bulunan 1'i çocuk 3 kişi, sıçrayan cam kırıkları ve atılan taşlarla yaralandı./.........ellerinde sopa ve taşlar olan yaklaşık 40 kişilik bir grup PKK terör örgütü sempatizanı konvoyun yolunu kesti."(haberturk)
İtin ölümü geldiğinde cami duvarına siğermiş! Bunlar bu fiili yapıyorlar! Bunların, daha doğrusu bunları metropollerde askere gönderilen aday Mehmetçikler'e "kıs-kıs"layanların amaçları belli! Bu, -konu mankeni de değil- figûran salaklar, kendilerini bekleyen sondan habersizler!
Hadi bunları, bizi ısıran kapı köpeklerimiz sayarak veterinerleri devreye soktuğumuzu ve işin doğrusunun da bu olduğunu kabullenip ve tahrik eden olmamak için bu konuda susma hakkımı kullanayım!
Pekiiiiii! Anayasa Mahkemesi Başkan Vekilini veya karısını adım adım takip ederek dinledikleri söylenen Emniyet Genel Müdürlüğümüz'ün ilgili birimleri, neden orada yoklar! Devletin ve Cumhuriyetin bütün temel kurumlarıyla, yetmedi sayarak en sonunda da yasalarla, yargı kurumlarıyla kavgaya tutuşmayı siyasî başarı sayan Hükümet'in, başarıyla kamufle olabilen, lâzım olduğu yerlerde asla görülmemeyi başaran İç İşleri Bakanı nerdeler?
Beyler! Artık bu hainler, dağa falan çıkmaya bile tenezzül etmiyorlar farkında mısınız? Yoksa "Acaba gündemi değiştirebilirler mi?" diye bu salakça hainliklerden mi medet umuluyor? Fiziki kimlik travmalı bir sanatçımız; "Ben doğurmuş olsam çocuğumu bu şartlarda askere göndermem!" demişti diye seslerini ayyuka çıkaranlar, eeeey milliyetsiz milliyetçiler neredesiniiiiz?
Başları sıkışınca; "Tek Bayrak, tek Vatan, tek Millet" diye nutuklar atan ama asla "tek dil" demeyen, diyemeyen; millet derken neyi kastettiklerini dahi takıyye maskeleriyle kamufle eden siyasilerimiz, neredesiniiiiiz?
Bu coğrafyada Devlet yok mu? Eğer varsa bu devletin kolluk güçleri, asayiş görevlileri, istihbarat birimleri yok mu? Var olan istihbarat kurumlarının görevi, sadece hükümete muhalif olan birimleri ve kişileri takip etmek midir? Gerçi onların da, kimi, niye takip ettikleri ve dinledikleri de kesinleşmedi ya! Fotoğraf kareleri, netleşeceğine gittikçe flulaşıyor!
İki aydır Erhan Göksel diye birisi, bangır bangır bağırarak bir şeyler söylüyor! Ve "25 yıldır asla tekzip edilmedim!" diye de övünerek bir şeyler söylüyor!
Düne kadar olanları ve bir de şimdi askere gönderilen aday Mehmetçiklerimize büyük şehirlerimizde PKK'lıların saldırabilecek kadar pervasızlaştıklarını da görünce;
Heeeeeeey! Neler oluyor?
Bu memleketi sahipsiz, bu milleti de bu kadar duyarsız mı zannediyorsunuz? En hasta tarifli zamanında yedi düveli dize getiren bu millet, şimdi öfkelenirse sizlerin kıyametiniz olmaz mı? "Aklınızla mı hareket ediyorsunuz yoksa sizlere bu aptal rolü mü verildi?" diye sormaktan bizi kim mani edebilir?
İktidarın, kendi başının çaresine bakmakla meşgul olarak seyirci kaldığı; muhalefetin seyirci olabilmek için bilet kuyruğuna girdiği bir kalabalıktan siyâset beklemediğimizi nasıl anlatmalıyız?
Sağır kulaklarınızın duyması, görmeyen gözlerinizin duyması için kaç kişinin toplumsal öfkeye kurban verilmesi gerek?
Beyler! Millet gerildi!
Milletin sabrı bitmek üzere! Sizin partinizin kapatılıp kapatılmamasıyla ilgilenmiyor millet farkında değil misiniz? Yoksa bu kadar farkında olamamanız yüzünden mi yargı sizi mercek altına aldı?
Hadi siyâsilerimiz de bilet kuyruğunda oldukları için çok meşguller diyelim!
Cumhuriyet Savcılarımız, sizler neredesiniz? Bu askere uğurlanan Mehmetçik adaylarımıza yapılan saldırıyı, görmezden mi geleceksiniz? Bizim de görmezden gelmemizi mi bekliyorsunuz? Evimizin önünde koruyamadığımız çocuklarımızı, dağda bu şerefsizlere karşı nasıl koruyacağız?
Haaaa! Ürkmüş, korkmuş falan değiliz! Çok öfkeliyiz çoook!
Millî öfkemizi haber vermeğe çalışıyorum sadece! Bu milletin bağrında sayısız "Demirci Efe" nin olduğunu hatırlatırım! Ve Demirci Efe'ler sanki filintalarını ellerine almak üzereler!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mayıs 23, 2008

HESAP GÜNÜNE KADAR !...

"Aylardır yerel seçim çalışmalarını sürdüren MHP, haziran ayında düğmeye basıyor. MHP, belediye başkan adaylarında öncelikle “Halkın tanıması” şartını arayacak. Bu kişilerin MHP ile birlikte çalışabileceğine kanaat getirilirse “Ülkücü geçmiş” ya da “Ülkü ocaklarından yetişmiş olma” şartı aranmayacak. MHP’nin fikirlerine uygunluk ve milliyetçi olma şartı mutlaka aranacak. Adayların temiz bir sicile ve iyi bir geçmişe sahip olması da etkin kriterler arasında olacak." (Akşam)
Bu yazım; Devlet Bahçeli hakkında, dolayısıyla mevcut MHP hakkında yazacağım son yazım!... Bizler ülkücülük tavrımız ve Başbuğ Alparslan Türkeş'ten öğrendiklerimizle Türk Milletçiliği yapmaya çalışıp elimizden geldiğince uyarılarımızı yapmaya çalışırken; "Çiçek Bahçeli MHP"de farklı işler yapılmaya devam ediyor!
Adlarına -ülkücülük nezâketim dolayısıyla- asla taraftar diyemeyeceğim, Başbuğumuz'un; "Her ülkücü otomatikman MHP'lidir." şeklindeki muhteşem öğreti ve vasiyetine uydukları için hâlâ MHP'de olan ve dolayısıyla "Çiçek Bahçeli MHP"nin genel başkanına destek vermeyi ülkücülük zanneden Ülküdaşlarımın hatırına, artık bir şey söylemeyeceğim!
Yerel seçimlerde başkan adaylarında aranacak özellikleri, bir daha tek tek hatırlayarak ve hatırlatarak şahsımın ne kadar bu kuruluşa yabancı olduğumu arzetmeye çalışacağım son kere...
*"...öncelikle “Halkın tanıması” şartını arayacak." Öncelik verilen özelliğe bakınca, hiç bir ülküdaşımın sansasyonal davranışları olmayacağı için popüleriteleri de olmayacak! Yani Milletin değil -halk(!)ın- bu ülküdaşlarımızı tanımaları mümkün değil! Bizim ülkücü hayallerimizdeki adayların tarifinde ise; "Dâvânın Aysbergleri" olmaları, her birinin ayrı ayrı "Ülkü Devleri" olmaları, Her birinin ayrı ayrı bulundukları bölgelerin Türk Milliyetçiliği anlamında "Kanaat Önderleri" olmaları ve "Çilehânelerde, C5'lerde pişmiş olmaları" özellikleri olmalı diye düşünürüz.
* "Ülkü ocaklarından yetişmiş olma şartı aranmayacak." Oysa bizim Ülkücü hayallerimizde, olmazsa olmaz şartların birincisidir Ülkü Ocakları Tedrisli olmak...
Mevcût; geçmişini inkâr eden, kırk yıllık ideal gömleklerini soyunarak geliş(!)en, düne kadar küfrettiği AB'nin kapılarında el-pençe beklemeyi ilericilik-gelişme olarak tarif eden, AKP'nin aday kriterlerinden farkı ne ola ki bu adayların?
Yani bana göre, mevcût AKP'den farklı olmayan bir "Çiçek Bahçeli MHP" var. Ve asla benim ilgi alanımda değil!
Tekrâren; hâlâ, mevcut partiyi Ülkücülüğün tek adresi, Türk Milliyetçiliğinin tek siyâsi çatısı olarak görmekte ısrar eden ve bu yüzden MHP'de olan Ülküdaşlarımın hatırına artık Bahçeli'ye bir şey söylemeyeceğim!
İslâm Tarihi'nde "Camel Vakası- Deve Olayı" diye yaşanmış olayın, günümüzde tekrarını yaşıyoruz Müslüman Türk Milleti olarak. "Camel Vakası"nda her iki grubun elinde de, dilinde de Kur'an var! Ama bir farkla ki gruplardan biri Kur'an sahifelerini mızraklarının ucuna takarak diğer grubun saldırısını engeller ve tarihi bir kıyımı, zulmü gerçekleştirir.
Artık günümüz siyâsetinde, asla AB'yi ve ABD'yi yani bin yıldan fazla mazisi olan düşmanımız Haçlı'yı rahatsız etmeyecek milliyetçilikler var! AKP Milliyetçiliği, CHP Milliyetçiliği, DSP Milliyetçiliği, DP-ANAP milliyetçiliği ve sonunda da "farklılıkların farkında olan", "Meclisimiz'de Kurucu Meclis'in renklerini tamamlayabilen" bir "Çiçek Bahçeli MHP Milliyetçiliği" var!
Ve bu milliyetsiz olduğu için hiç bir mensubuna bir zilliyet yüklemeyen renksiz renkli milliyetçilikle, bendenizin yakından uzaktan bir alâkam olamaz!
Artık; "Çiçek Bahçeli MHP" nin tenkit ederek te olsa reklamını yapmamak için ve en önemlisi de hâlâ MHP'de kalmayı 'Ülkücülük' sayan Ülküdaşlarımı incitmemek için bir daha yazmayacağım!
Ülkücünün yakın hedefinin "Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye", uzak ve nihai hedefinin de "Turan" olduğunu asla unutmadan haykırıp durmaya devam edeceğim.
Günü birlik siyâset yapmayı ilm-i siyâset sayan bütün takıyyecilerin işleri kolay gelsin hesap gününe kadar!...
"NE AMERİKA, NE RUSYA, NE ÇİN; HER ŞEY TÜRK'E GÖRE, TÜRK TARAFINDAN, TÜRK İÇİN."
Allah, sana rahmetler etsin Başbuğum...
Biliyorum ki; hâlâ sana, taraftarlığına, Türk Milleti'ne lâyık ülkücüler vardır...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mayıs 21, 2008

YENİÇAĞ'IN FARKI VE BAŞARISI...

Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan; "Belki de Aydın Doğan’ın, gazetelerini basılmadan önce görmesinde büyük yarar vardır çünkü grubun amiral gemisi hızla ’Yeniçağ’laşma yolunda ilerlerken...” demiş ve devâm etmiş. Kimden, kimlerden, nereden aldığı belli olmayan talimatla!...
Sayısız "Dolma Kalemler"den biri olan Babahan'ın; görevini yaptığını, yerine getirdiği bu son göreviyle de talimatı veren yerden aferinini ve aferini somutlaştıracak ikrâmiyesini alacaktır. Alsın! Yesin! Afiyet olsun!
Elbet bir gün; "Tatlı tatlı yemenin acı acı çıkarması vardır." gerçeğini hep berâber yaşayacağız! O güzel günleri beklerken, "Dolma Kalemler"e; YENİÇAĞ'a saldırın talimatı veren 'Uzaktaki Yakınlarımız' ın, artık kendilerini saklamaya bile gerek görmemeğe başladıklarını hissederek şaşırdım!
Kendilerine "ulusal" adını verip asla ulusallıkla, millilikle alakaları olmayan, uzaktan kumandalı rüzgâr güllerinin, siyasi topaçların, 'Dolma Kalemler'in bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş Yaygın Basın'dan para vererek gazete aldığımı hatırlamıyorum!
Çünkü gazete olmadıklarını, maaşlı ve yüksek dolar maaşlı 'Dolma Kalemler'in gazeteci olmadıklarını, olamayacaklarını da biliyorum!
Uzaktaki veya yakındaki patronlarının talimatlarıyla, patronları arasındaki ticari rekabetlerin üzerini örtebilmek için, özel kamuflaj malzemeleri olduklarını, yine kendileri yazıp-çiziyorlar! Milyon milyon dolarlarla transfer adıyla alınıp satılıyorlar!
Bu yüzden de yatlar-katlar karşılığı kucaktan kucağa gezen kadın müsveddelerinin adına "sosyete" diyorlar! Çünkü kendilerinin de bu "sosyete güzelleri"nin erkek versiyonları olduklarının bilincindeler!
Sevgili Hayri Köklü Kardeşim'in; çok ustaca, çok gazetecice ve milli bir tavırla verdiği karşılığı keyifle okudum. Ama keşke, bu "Dolma Kalem"i muhatap almaya tenezzül etmeseydi! Şimdi O'na "Cevap ver ve şöyle şöyle söyle!" denmezse cevap veremeyecektir! Keşke, Yeniçağ Gazetesi ve bu milli gazetenin Türkçe düşünen, Türkçe konuşan, Türkçe yazan ekibinden korkan işbirlikçilerin patronlarına saldırmaya devam etseydi!
Herkesin ana diliyle düşündüğünü bildiğimiz için, Türkçe düşünemeden aldıkları talimatları konuşma diliyle aktarmaya çalışan biçârelerin bundan başka yapabilecekleri bir şey yok! "Bir kurdun peşinden yüz köpek ürümezse, o kurt kurt değildir." Türk atasözünün yaşandığını fark ederek, keyiflenmeğe devam edeceğiz demek ki!...
Demek ki fincancıların katırlarını ürkütmeyi başarmışız! Demek ki; milli duruşumuz ve Türkçe tavrımızla yerli işbirlikçilerin, ödlerini patlatmayı başarmışız! Demek ki; -bura çok önemli- Yerli İşbirlikçilerden bazılarınca taklit edilmeğe başlanmışız!
Hayırlı olsun!
Demek ki; millî formalı, gayrıı millî ve yabancılardan oluşmuş kalem erbabı kişilerden, milliyetçi söylemler duymaya başlayacağız! Bu Osmanlı'nın son zamanlarında da böyle olmuştu. Türk olmayanların Türkçülük, Kürt olmayanların Kürtçülük, bilmem ne olmayanların bilmem necilik oynadıkları zamanları, çok fazla geride bırakmadık!
Biz, ne "Dolma Kalemler" gördük!
Mürekkepleri bittiği ve mürekkep koyacak patronlarını da denize döktüğümüz için, bir işe yaramaz ne "Dolma Kalemler"i, kalem kolleksiyonumuzun içinde duvara astık!
Tebrikler YENİÇAĞ!
Ve tabi ki tebrikler bu kadar yaygın basının içinden inatla, Türkçe yazan ve "Dünyayı Türkçe Okutan" YENİÇAĞ'ı alarak okuyan muhteşem Türkler...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ADRESE AÇIK MEKTUP...

Sayın MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli ve
Sayın Ülkü Ocakları Genel Başkanı Harun Öztürk Beyfendilere...
Sayın Genel Başkan; Milliyetçi Hareket Partisi, adının içinde milliyetçiliği barındıran, yaklaşık kırkbeş yıldır Türk Milliyetçiliğini siyaset meydanına çıkaran ve tavizsiz yaşayan tek kuruluştur. Tereciye tere satmak gibi bir kastım Allah şahidimdir ki yok! Saygısızlık etmek kastında da değilim. Ama hür akıllı, dolayısıyla da hür vicdanlı birinin ve konuşmaya hakkı olan birinin, birilerinin bazı gerçekleri Ülkücü Edebi ve Teşkilatçılık adabıyla söylemesi gerek.
"Ülkücüyüm." diyen her kesin çok özlediği, Başbuğlu MHP dönemlerini çok aradığımızı ve bu özlemin tek sebebi olduğunuzu söyleyerek başlamak isterim.
67 vilayetli Türkiye'nin her bölgesinde ve her vilâyetinde hem teşkilatlar hem de ülküdaşlar olarak var olan bir harekettik biz. Partimizin tarihinde hiç bir zaman Kürt kardeşlerimizle bir meselemiz olmamıştır. Hatta Diyarbakır'da o tarihlerde var olan kürtçülerin Başbuğumuz'a saldırısında Ülküdaşımız Kürt Kardeşlerimizin verdikleri cansiperane kavga gözlerimin önündedir. Maalesef sayenizde o tarihlerde canları pahasına kavgayı göze alan Kürt asıllı Ülküdaşlarımızdan da kimseyi bırakmadınız teşkilatlarda!
Kürt asıllı olduklarını bildiğim ve bizzat tanıdığım, tanımakla da müftehir olduğum Ülküdaşlarımı isim isim saymaya kalksam sahife yetmez sanırım. Hatta şu anda Genel Merkezlerimizde görevli, Kürt asıllı Ülküdaşlarımızı da tanıyor ve varlıklarıyla iftihar ediyoruz. Ve biliyoruz ki o Kürt asıllı Ülküdaşlarımız da en az bizim kadar PKK'lılara ve yandaşlarına karşıdırlar ve öfkelidirler! Sizin "Çiçek Bahçesi" tanımınıza da "Renkli mermerin farklı renkleriyiz." diyerek tepki verdiklerini size defalarca duyurmaya çalışmıştım!
Bütün bu öfkeleri görmezden gelerek PKK yandaşı siyasilerle tokalaşmalarınızla, onları bizzat çağırarak "renk tamamlamak(!)" kastıyla yanınıza oturtmanızla, Kürt Kardeşlerimizin ve bütün milletin vicdanlarında tarifsiz tahrîbatlar yapıyorsunuz!
Elbette her yiğidin bir yoğurt yemesi olacaktır! Bu da sizin siyâset tavrınız olabilir. Buna itirazın mantığı yoktur ama bu siyasetin çatısı, Milliyetçi Hareket partisi değildir. AB'nin yolunu Diyarbakır'dan geçirenlerin, dağdakileri düz ovada siyâsete çağıranların, ümmetçilik adıyla kürtçülerden daha fazla bölücülük yapanların, hacıların, bacıların, bu siyâseti yapmalarına millet alışkındır! Ve yine Millet, Milliyetçi Hareket Partisi'nin ve mensûbu Ülkücülerin milletin refleksi olmasına da alışkındır!
Türk Milleti'ni milliyetçi söylemlerle ama asla milli olmayan davranışlarla kandırmaya, oyalamaya hiç kimsenin hatta sizin bile hakkınız yoktur! "Doğusuyla-Batısıyla, Kuzeyiyle-Güneyiyle, sünnisiyle-alevisiyle Türkiye bölünmez bir bütündür." diyerek milletle yıllardır beraber olmuş bir hareketin siyasi çatısı altında sizin yaptıklarınıza, milletin rızası yoktur!
Lütfen bir araştırma yaptırın! Son seçimlerde; "CHP'ye olmazsa MHP'ye" sloganı yüzünden emaneten gelen sosyal demokrat oylarda da müthiş bir nedâmetin olduğunu göreceksiniz! Hatta bana göre mutlaka bu rahatsızlıklardan haberdarsınız!
Ülkü Ocakları'nın ve ülkücü gençliğin birinci dereceden kaynağı olan üniversitelerimizde PKK'nın kurdurmak istediği hakimiyet ve bu yüzden de ülkücü gençliğe yaptığı baskı ve saldırılardan millet rahatsızdır! Cemiyetlerin, derneklerin bile mensuplarının meselelerini dile getirmek için mitingler düzenleyebildiği Türkiye'de Ülkücü Üniversiteli Gençliğin mahkûm edildiği teşkilâtsızlık ve sahipsizliği kime şikâyet edelim?
Size karşı muhalefetimizden ve bu muhalefetimizi dillendirdiğimiz gazetemiz Yeniçağ'ı okumalarından dolayı, PKK'lılardan ve yandaş örgütlerden daha fazla Ülkü Ocakları mensuplarınca tâciz edilen Ülkücü Gençliğin sahipliğini kimden talep edelim? Sakarya'da başlayan ve diğer illerde de başlamasından ciddi manada endişeli olduğumuz kardeş kavgalarından korkumuzu, ülkücü babalar olarak kime aktaralım? Bu memelekette bütün ülkücüler, Başbuğumuz'un vasiyet buyruğu yüzünden bütün sahipsizliğine, bütün dışlanmışlığına rağmen hala MHP'ye ağlayarak oy veriyorlar farkında değil misiniz?
DTP'ilere, hatta Diyarbakır ve Güneydoğu İllerimizde PKK'lılara meşrû sayılan meydan mitingleri, MHP'ye ve Ülkü Ocakları'na yasak mıdır? Sadece "Biz kaç kişiyiz?" sloganı ile meydanlara milyonu aşan kalabalıkları toplayabilen sosyal demokratlar kadar demokrat değil miyiz yoksa? Demokrat değilsek, demokrasinin haklarından faydalanamadığımız için baskılara muhatap olacaksak size ve partiye gerek var mıdır?
Sayın Harun Öztürk Başkanım;
"Ülkücüyüm." diyen her ülkücünün, yaşı kaç olursa olsun tevilsiz, itirazsız Başkanımızsınız. Partilerin oy kaygısı, Ülkü Ocakları'nın "Ehil Türk yetiştirmek gâyesi" olmalıdır. Öyle olduğunu, öyle kaldığını ümit ve hayal etmekteyiz. Ülkü Ocakları, asla MHP'nin veya bir başka partinin yan kuruluşu değildir. Böyle bir bağ hissedilirse hukûken Ocağa çok zarar verir. Hatta söylemekten imtina ettiğim yaptırımlar gerektirir.
Ülkücünün, Ülkü Ocakları'ndan başka ne sığınabileceği bir yeri ve ne de Ocak'tan başka bir sahibi olmamalıdır. Fakültelerde "Gerekirse dönem kaybedin!" tavsiyesinde bulunulan ülkücü gençler, Türkiye sevdalısı ve çok zor geçinen ailelerin çocuklarıdır. Onlar için bir dönemin maddi külfeti çok ciddi bir yüktür. Madem ki meydanlarda mitingler yaparak demokrasinin her vatandaşa hatta PKK'lılara tanıdığı meşrû davranışı, "Sokağa inmek." diye doğru kelimelerle ama yanlış tonlamayla anlıyor ve anlatıyorsunuz; bari hukûken ülkücüleri sahipsiz bırakmayın! Rektörlere, dekanlara, Cumhuriyet Savcıları'na haber vererek bu Ülkücülerin okuma hürriyetlerinin engellenmesine mani olun. Başka illerden gelen ve Üniversitelerde PKK'ya direndiği için teşkilatlardan dışlandıkları söylenen ülkücülere saldıran veya saldırtılanlara mani olun! Bu sizlerin Ülkü Ocakları olarak görevlerinizdendir.
Kardeşliği bitirerek, bitirdiğinizi söyleyerek teşkilatçılık yapamazsınız! Ülkücü, ülkücünün öz kardeşidir. Kardeşlik te, cephede ölümde bile kardeşi yalnız bırakmamayı gerektirmez mi?
Biz mi ülkücülüğü yanlış öğrendik, yanlış anladık ve yanlış yaşadık, yoksa sizler mi başka bir harekete ülkücülük adını vererek bize yabancılaştınız? Allah aşkına kendinize dönün!
"Üze Tengri Basmasar asra yir telinmeser, Türk Budun ilingin töringin kim artadu, udaçi erti? Türk Budun, ökün!"
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mayıs 19, 2008

KORUNAN KORKAKLARA !...

"Asli unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlâl mukadderdir." Atatürk
Rahmetli Dedem'den dinlemiştim. Hikâye bu ya;
Padişah, yabancı birisine etkili bir görev vermek ister. Vezir itiraz eder. Bu şahsın, kendi milletlerinden olmadığını ve geçmişte bu kişinin milleti ile çok sert savaşlar yaşayıp onları öldürdüklerini anlatır. Bu şahsın, dedelerinin intikamını almak isteyebileceğini söyler. Padişah ise şahsın çok zeki ve cesur olduğunu, eğitilerek çok yararlı bir hale getirilebileceğini iddia eder.
Bunun üzerine Padişah ve veziri; asalet mi yoksa terbiye mi üstündür diye iddialaşırlar.İddia sertleşir. Padişah, terbiyenin, vezir ise asaletin üstünlüğünü savunmaktadır. Padişah, sonunda vezire:
- Sana kırk gün mühlet. Kırk gün sonra ben sana terbiyenin nelere muktedir olduğunu ispatlayacağım. Sen de asâletin üstünlüğünü ispatlamak zorundasın. Aksi halde kelleni alırım! Diye şartları ve kuralları belirledikten sonra toplantıyı kapatır.
Vezir; Padişaha yakın adamlarından, padişahın neyle uğraştığını öğrenir ve evinde istirahata çekilir. Her kes padişahın da, vezirin de imtihan gününe kadar çalışacaklarını zanneder. Padişah, harıl harıl çalışır ama vezir evde yan gelip yatar.
Karısı, eşinin bu aldırmazlığına isyan eder;
- Evimin direği, çocuklarımın babası! Bu ne haldir padişah kelleni almaz mı? Neden çalışmıyorsun? Diye sitem etmeye başlar. Ama vezir eşinin dediklerine de aldırmaz. Aynı vurdum duymaz tavırlarıyla yatmaya devam eder. Sayılı gün, çabuk geçer.
Kırkıncı gün; hakemlik yapacak komite toplanır. Padişah ta yarışma salonundaki yerini alır. Vezirden başka herkes orada, divandadır. Kalabalık;
- Her halde vezir kaybedeceğini bildiği için kaçtı! Diye söylenmeye başlamışken, vezir salona girer. Selam, sabah, hoş-beşten sonra Padişah;
- Seyret vezir! Diye seslenerek ellerini şak şak diye birbirine vurur. Kapalı kapılar açılır ve içeriye, arka ayakları üzerinde yürüyen ve ön patilerinde fincan dolu tepsiyle, bir kedi girer! Kediye çok özel ve güzel kıyafetler giydirilmiştir.
Kedi çok rahat edalarla, misafirleri tek tek dolaşarak kahve ikram etmeye başlar. Padişah, keyiflidir. Gözlerini vezire dikerek bu manzara karşısında ne yapacağını izlemektedir. Kedi herkesin kahvesini dağıtır ve ev sahibi olduğu için en sona kalan Padişaha doğru yönelir...
Kedi tam padişahın kahvesini ikram edecekken Vezir, elini cebine sokar. Küçük bir mücevher kutusu çıkararak kapağını açar. Kutudan fırlayan bir fare, kalabalığın arasında kaçmaya başlar. Tam padişaha kahve verecekken fareyi gören kedi, kahve tepsisini padişahın üstüne fırlatarak farenin peşinden fırlar.
Bütün hâzirun, iddiayı vezirin kazandığını anlamıştır.
Vezir, çok edeplice;
- Hünkârım; aslın-asaletin nelere muktedir olduğunu gördünüz mü ? Diyerek salondakilere toplantının bittiğini ilan eder.
Hikâye bu. Şimdi bu kıssadan hissemize bakalım!
Allah; köpeği, kurttan korkmak üzere programlayarak yaratmıştır. Yani köpek, kurttan korkar. İnsanoğlu, yüzlerce yıl, kurttan korunabilmek için "kurtçul" bir köpek cinsi elde etmeye çalışmış ve ortaya değişik değişik köpek cinsleri çıkarmışlardır. Kurt Köpeği de bunlardandır. Kurt ile köpeğin karışımıdır.
Kurt'un kurtluğunu, köpeğin köpekliğini yapması çok doğaldır. İkisi de ırklarının genetik gereğini yaparlar.
Ama kurt köpeğinin, ne zaman kurtluk, ne zaman köpeklik yapacağı hiç belli olmaz... Kurda karşı it, ite karşı kurt tavrı gösterir!
Kapılarında, -kurttan korunmak amacıyla- kurt köpeği besleyenlere bir hatırlatmamız olsun !... Korunmanın korkuya bir faydası olmaz!
TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR.
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

GÖZÜMÜZ AYDIN

Gözün aydın Türkiye! Galiba bütün meselelerimiz halloldu!
"Hamdolsun istediklerimizi aldık!..." demişlerdi Oval Ofisten çıkar çıkmaz! Şükürler olsun, Sayın Başbakan "Sayın Başkan"ından istediklerini almanın huzuruyla daha yurda dönmeden Türkiye'yi de kurtarmıştık!...
Sigara içme yasağı çıktı şükürler olsun!...
301. Madde değiştirildi şükürler olsun!... Bu memlekette Türk'üm demek yasaklandı ya, memleket tam müstemleke edilinceye kadar daha ne yasaklar gelmeli?!
Sigara gibi bir suç aleti yasaklanmasa olur muydu? Yoksa Sam Amca ve AB kızmaz mıydı?! Ilımlı Dinciler, Diyalogcular küsmez miydi?!
Bu memlekete demokrasi geldi şükürler olsun!
Başbakan, Oval Ofis'ten çıktığında ayağının tozuyla; "Demokrasiyi teröre, ekonomiyi de bir krize kurban etmeyiz." buyurmuşlardı. Demek ki kriz vardı ama bu muhteşem ekonomiyi krize kurban etmeyecek kadar istikrarlı ve güçlü de bir hükûmetimiz vardı!... Ve "deliğe süpürülmeyecek, kullanılacak" kadar ehîldi!...
Demokrasi sayesinde PKK'nın -artık açıkça telaffuz edilen- siyasi uzantısı, Meclis'e girdi. Yasak değiiiil!...
Kongre adını verdikleri gövde gösterilerinde bir konuşmacıları, -adını anarsam kalemim kirlenir, murdarlanır diye anmıyorum- ağzından takma dişleri fırlayarak; "Yaşar Büyükanıt'ın ne kadar insan hakları varsa, İmralı'daki Öcalanın'da o kadar insan hakkı olmalıdır." dedi. Çünkü yasak değiiil!...
İmralı mahkûmuna "sayın" demek, "Türkiye yirmibeşe bölünmeli!" demek yasak değil!
Ama şükürler olsun sigara yasaklandı!
Demokrasi sayesinde, demokratlaş/ıl/arak Meclis'te sağlanan ezici çoğunlukla, yıllarca Meclis yöneticiliği yapmış Kamer Genç gibi deneyimli bir siyasetçiyi tartaklamak, konuşmasını yasaklamak için herşeyi yapmak, usulsüzce Meclis'ten atma girişimi, yasak değiiil!
Sigara içmek yasak şükürler olsun!...
Oğluna çürük raporu alarak askerden kaçırmak, bir sene sonra çürük raporlu oğluna dünyayı sallayan düğün yapmak, sonra ufacık bir gemicikle okyanus ötesine göndermek yasak değiiil!...
Sigara içmek yasak!...
Ekonomik olarak çok zorda olduğu söylenen bir şirketler grubuna, Başbakan'ın Damadının 29 yaşında, gencecikken genel müdür olmasıyla Samsun-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı işinin ihalesiz verilerek şirketin kurtarılması, yasak değiiiiil!
Sigara, yasak!...
Yine Başbakan'ın Damadı'nın genel müdürlük yaptığı şirketler grubunun; Irak'ın kuzeyinde Kürdistan Yurtseverler Birliği Karargâhı binalarını yapması, yasak değiiiil!
Sigara içmek yasak!...
Artık demokrasi sayesinde; "Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek dil bizi karşı karşıya getiriyor." demek suç değiiiil!
Bölücü örgüt kurup, 40.000 kişiyi öldürmek suç değiiiil!...
"Türk Bayrağı'nın asılması, birilerini tahrik ediyor." demek suç değiiiil!...
Devletin bekası için gerekli olan, vatanın bütünlüğünü korumak için gereken hiç bir şey serbest değil yasak!
Sigara içmek yasak!...
19 Mayıs Şöleni'ne; bir yerlerde, din tâcirleri tarafından "Allahsızlık bayramı" diye saldırılırken, uyduruk bir bahaneyle katılmamak yasak değiiil! Sigara yasak!
Anayasa Mahkemesi'de; bu muhteşem yasakların koyucusu demokrat(!)a yasak koymak istiyor!...
Yasana da kurban olayım, yasağına da!.. Demokrasine de kurban olayım, demokratlığına da!...
Cumhuriyete de kurban olayım, cumhuriyete sahip çıkmayanlarına da!...
Gözün aydın Türkiye!
Artık bütün meselelerin çözüldü. Çünkü artık sigara içmek yasak!...
Vay ben böyle yasaya ve yasağa uyarsam ......!
Kutadgu Bilig öğretisi'ne sığınacağım gene: "Yasalara uyarım, ama adil olursa. Vergimi öderim ama gümüşün ayarı düşürülmezse. Dostunu dost, düşmanını düşman bellerim ama can ve mal güvenliğimi sağlarsan."
Gözün aydın Türkiyem!...
Sigara içmek ve Türk'üm demek yasak!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Mayıs 18, 2008

"TÜRK BUDUN; ÖKÜN!"

"Sakarya Üniversitesi Kampüsü'nde Alperen ve Ülkü Ocakları Mensupları Arasında Kavga Çıktı!"(milliocak.com)
Ülkücü kimlikli bir siteden aldım haberi! Haberin detayında iyice hayrete düştüm! İyice üzüldüm ve canımın her zerresi acıdı!
Tarafsız kaldığı belli olan yani ne Ülkü Ocaklı, ne de Alperen Ocaklı olmayan bir ülkücü görgü tanığının anlatımında ise ağlamamak için zor tuttum kendimi! "Ülkü Ocaklarına mensup öğrenciler, uzun zamandır Alperen Ocaklarına mensup öğrencileri; zaman zaman el-kol hareketleriyle, bazen de sözlü olarak tahrik ediyor ve meydan okuyorlardı! Bu tür bir kavga, uzun zamandır bekleniyordu! Özellikle DTP'lilerin şehrimizde düzenlediği ihanet toplantısında, Alperen Ocakları'nın ön plana çıkması ve Ülkü Ocakları yöneticilerinin basın önünde bu tür olaylara karışmayacaklarını açıklamaları, hem okulda, hem de Sakarya Halkı'nda Ülkü Ocaklarına karşı bir antipati oluşturdu! Bu tepki ise Ülkü Ocakları mensuplarının Alperen Ocakları'na karşı tepkili yaklaşmalarına sebep oldu!" Diye anlatmış görgü tanığı ülkücü!
İzmir'de Yunanlılara karşı tek başına dikilerek ilk kurşunu sıkan ve sonra bir ordunun sayısız silahlarından çıkan mermilerle Hakk'ka kavuşan Hasan Tahsin'e; "Neden düşmana mermi sıkarak tahrik ediyorsun?" mantığıyla saldırmaya benzer bir tutarsızlık bu!
Ülkü Ocaklı, Alperen Ocaklı ve hiçbirinden olmayan ülkücü! Yukarıda; parti abmleminin üçe ayrıştırılması, tabana da aynen sirâyet etmiş diye gördüm ve korktum! Öfkem, kat-kat arttı! Ülkücülüğe ve Türk Milliyetçiliğine ters düşmeye başlayan bir MHP, Ülkücü-Milliyetçi ama Başbuğ'la nizalı bir BBP, Başbuğ'la ve ülkücülükle birebir örtüşen ama nedense markalaşmış MHP'den başka yer göremeyen fanatikler tarafından yalnızlığa terk edilmiş bir ATP ve asıl bunların tamamından daha incitici bir durum sergileyen ve kendileri de kahrolan bu üç partiden de olmayan Ülkücüler!...
Bizi bu hallere düşürenden Allah sorsun!
Şimdi de üniversitelerde ve gençlikte Alperen Ocaklı, Ülkü Ocaklı ve bunların hiçbirinden olmayan serbest Ülkücüler icat ettiler! Allah bir daha sorsun!
Yiğit Ülkü Ocaklılar;
Gazi Alperenler; Sütten ağzı yanmış olmasına rağmen üflememek için yoğurda asla tenezzül etmeyen bir ağabeyiniz olarak, Allah rızası için sizlerden yalvararak bir ricam var! Lütfen bizi birbirimize düşürmek isteyen işbirlikçilerin oyunlarına düşmeyin! Yoldaşını terk edip gidenleri bir sokak kaltağına değişen zihniyetin mensupları, yerli işbirlikçilerin, milliyetsiz milliyetçilerin oyunları yüzünden, onlara taraftarlık yapmanın süper ayıbıyla birbirine saldıramaz! Saldırmamalı!...
Ülkü Ocakları genel merkezi'ne de bir hatırlatma yapmalıyım. Ülkü Ocakları asla bir partinin, yani MHP'nin fedailiğini yapacak bir kuruluş değildir! Bu amaçla kurulmamıştır! Ülkü Ocakları, ehil Türkler yetiştirmekle mükellef bir ocaktır. Partinin gençliğinin adı "MHP Gençlik Kolları"dır. Korkarım ki; Ülkü Ocakları'nı MHP'nin bir yan kuruluşu gibi gösterme gayretleri, Ülkü Ocakları'nı kapatmak isteyenlerin çok kurnazca bir oyunlarıdır!
PKK'lılara karşı susturulan ve susan; Kerkük Mitingleri'ne önce katılmayıp sonra provoke etmek için katılan ve çıkarmak istedikleri kavga akîl aksakal ülkücüler vasıtasıyla engellenen; millî meselelerde miting yapmaktan bile men edilen ve "Ülkücüler sokakta olmayacak!" ajitasyonu arkasına saklananları; ne millet, ne tarih, ne kamu vicdanı asla affetmeyecektir!
Azaplı Mikâil'in bir şiirini Türkiye Türkçesi ile bir daha arz edeyim:

Beni belâlara gark eden bilsen
Demek ki öz dostum, kardeşim imiş!
Gözlerimi tutup, başımı kesen
Yabancı değilmiş, sırdaşım imiş!...

Azaplı; o zalim zulme "nûr" diyor!
Denizler üstüne saray kur diyor!
Bir tuhaf ses bana, "Durma vur!" diyor!
Aslında dövdüğüm, öz başım imiş!

Alperenler, Ülkü Ocaklılar, Ülkücüler, gazi dervişler; Allah aşkına müteyakkız olun! Particiliği; ağzına gözüne bulaştırmış bizim kuşağımıza terk ederek Allah aşkına sizler, birer ehil ve başarılı Türk olarak yetişmek için gayret edin!
"TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR."
"TÜRK BUDUN; ÖKÜN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

68 KUŞAĞI'NIN ÇAKARALMAZLARI !...

Şu, "68 Kuşağı" adıyla ortalığı toz-dumana boğan "Çakaralmazlar"a, mutlaka bulaşmak ve artık yeter demek istiyorum!
Sunarken, söylerken, program yaparken -gûya- bilmeyenlere "68 kuşağı"nın tanıtılacağı hatırlatılan ama üç tane şakinin, üç tane teröristin kahramanlaştırılmasını amaçlayan programlara da itiraz etmeliyim!
Bu memlekette Deniz ve arkadaşlarına, ilk rahmet yazan ülkücü kalem, zannederim benim! Denizlerin asılmayı hak edip etmediklerine de; günün kravatlı banka soyguncularının, hortumcularının, kravatlı mafyalarının, aile fotoğrafı mensuplarının, prenslerin ve papatyaların yaptıklarının yanlarına kâr kaldığını gördüğümde itiraz eden ilk ülkücü kalem de yine zannederim bendim!
Yalnız bu kıyaslamamın sadece Deniz ve arkadaşlarını kapsadığını, çok açıkça söylemeliyim. Yoksa o dönem; ne ölünecek yerden samanlar Arasından sağ çıkanları; ne bir Bekaa Vadisi'nde PKK' lılarla, bir Türkiye'de Ulusalcılık adıyla en şövenist Türkçü söylemleri yaparken meydanlarda görünen Derinçek'leri; ne iki günde bir adres değiştiren ve her adres değişikliklerinde milyon dolarlarla transferler yaşayan Dolma Kalemleri, ne değişip-gelişerek saf değiştiren siyasileri, bu kıyaslamaya tabi tutmam!
Deniz ve arkadaşlarının da çok cesur üç eşkiya olduğunu bilerek rahmet yazdım! Onlar; banka soymuşlar, askerle-polisle çatışmışlar, adam kaçırmışlar, ev basmışlar, sistemi ve rejimi silah yoluyla değiştirmeye soyunmuşlar, eşkiyalıklarını kendileri itiraf etmiş üç cesur terörist! "Yaşasın Marsizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşlikleri! Yaşasın halkların bağımsızlık mücadeleleri!" diye nara atarak ve din adamı kabul etmeyerek asılacak kadar da cesur komünistler! Asla milli ve millici değiller! Cesurlar! Ama asla kahraman da değiller!
Bu milletin kahramanları; Çanakkale'de, Yemen'de, Galiçya'da, dünyanın her yerinde Devletin bekası için, Vatanın bölünmezliği için can vermişlerdir. Bu milletin kahramanları; Denizlerin zamanında ve şimdi günümüzde devletin bekası, vatanın bölünmez bütünlüğü için aslanlar gibi çarpışarak topraklaşan ve toprağı vatanlaştıranlardır.
68 Kuşağı adıyla arz-ı endam edenler; bu üç cesur eşkiyayı kahraman olarak yutturmak ve kendilerini de bu yarattıkları kahramanların arkadaşları olarak tarif etmek uğraşısındadırlar! Deniz ve arkadaşlarını, kesinlikle bu 68 Kuşağ'ndan farklı tutarım ben! Onlar, inandıkları idealleri uğrunda ölebilecek kadar cesurlar çünkü!
Hayattaki "68 Kuşağı" adındaki "Çakaralmazlar"ın tamamı, kendilerini pazarlamaya soyundular son günlerde!
Bu 68 Kuşağı değil midir kendilerinden sonraki kuşakları, 81 Anayasası'na mecbûr edenler?... Türkiye'nin en demokratik Anayasası olarak herkesin tarif ettiği 61 Anayasası'nın üniversitelere ve gençliğe tanıdığı bütün demokratik hakları hoyratça kullanarak devletle çatışmamışlar mıdır? Polisin giremeyeceği kadar özerklik kazanmış üniversiteleri, asker postallarıyla muhatap eden zemini, bu hoyrat ve müsrif hak savurucular hazırlamamışlar mıdır?
Onların demokratik hakları araç olarak kullanmaları yüzünden 12 Eylül Kıyameti'ne zemin hazırlanmamış mıdır? Bu yüzden bir gecede yaşı büyütülerek asılan ve sonra beraat eden ülkücüler olmamış mıdır?
Bu kadar demokratik bir anayasayı lağvettiren adamların neresi demokrasi kahramanıdır?
81 Anayasası'na mecbûr edilen ve bu yüzden kıyıma uğrayan Ülkücü ve Devrimcilerin veballeri, bu 68 Kuşağı adındaki demokrasi katillerinin değil midir?
68 Kuşağı; ne demokratiktir, ne ulusalcıdır, ne milliyetçidir, ne de bağımsızlıkçıdır! Bir kısmı Rusyacı, bir kısmı Çinci, bir kısmı Küba'cı, bir kısmı bilmem nerecidir!
İçlerinden çıkan cesur teröristler olmuştur! Cesurca çarpışmış ve öldürülmüşlerdir! Hasım ilan ettikleri devlet, Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Günün geçerli yasalarıyla yargılanmış ve suçlarının cezasını almışlardır. Cezaları ağır olmuştur, kabul ama asla suçsuz değillerdir ve kahramansa asla!...
Kendilerinden sonraki neslin, bütün demokratik haklarının yok edilmesine de zemin hazırlamışlardır! Büyük vebaldedirler büyük!...
Onlara rahmet yazarken, onların hasımlıklarını özleyerek yazmıştım! Hasımlıkları belliydi ve asla takıyye yapmazlardı! Şimdiki renksizlerle onları mukayese tek kelimeyle insafsızlık olur ama onların kahramanlaştırılmalarına itiraz etmemek te biraz safdillik olur!
Kendilerine; "68 Kuşağı ve Eski Tüfekler" adını koymaya çalışan ve devletle çarpışmış eşkiyaları kahramanlaştırmaya çalışan "Çakaralmazlar", artık yeter! Susun artık olmaz mı?
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mayıs 17, 2008

DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ'NDEN FERYAT!...

Bu sefer attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmedi galiba!
Bizden yakın ilgilerini, tenkit ve tebriklerini esirgemeyen vefâlı ve kadirşinas okurlarımıza bilvesile bir daha teşekkürler. Bazen de; bizi kendilerinden sayan, bizi kendilerine ses sayan ülküdaşlarımız, gönüldaşlarımız, dostlarımız, duyarlı insanlarımız, sıkıntılarını ve bilgilerini bizlerle paylaşırlar. Bizler de onlara vekâleten seslerini duyurmaya gayret ederiz.
Geçtiğimiz günlerde; Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi' nde, PKK'lılar ve onlara destek verenler tarafından derslerine sokulmayan ve darp edilen Ülkücülerin şikâyetlerini duyurmaya çalışmıştık.
Sesimiz duyulmuş! Duyulan sesimizle birlikte ilgili yerler, gerekli ve kendilerine yakışan ilgiyi göstermişler! İşte o ilgili yerlerin, ilgilenişlerinin anlatımı!
Bir önceki şikâyeti dile getiren Ülkücüler adına bir Ülküdaşımız anlatıyor gene. Adı ben de saklı tabi;
" Değerli Ağabeyim,;
Feryâdımıza kulak verdiğiniz için çok teşekkür ederiz. Allah sizden razı olsun. Lakin size gönderdiğim el-mek'den sonra, bugüne kadar bazı şeyler değişti. Öyleki biz onbeş gönüldaş ülkücüye;
* Artık sahip çıkılmayacak!
* Kavga edilmeyecek (ki buna da hevesli değiliz ama sonuçta biz Türk-İslam Davamız uğruna gözlerini kırpmadan beşbin Şehit veren gönül erlerinin devamlarıyız.)
* Kavga eden, yakın bir arkadaşımız dahi olsa görmezden gelinecek!
* Slogan atılmayacak!
* Bozkurt işareti yapılmayacak!
* Kavga eden olursa; " Bu şahsi meselesidir." diye yorumlanacak!
* Kavga etmemek için gerekirse derslerden fedakârlık edilecek ve dönem uzatılması gerekiyorsa uzatılacak!
Ve asıl büyük bombalarını patlattılar Değerli Ağabeyim.
*"Artık kardeşlik bitmiştir! Bundan sonra teşkilatçılık yapacağız, mantığımızla hareket edeceğiz!" dediler!...
Mantığımızla hareket ettik ve de tüm bunları sonuna kadar saçma bulduk! Madem ülkümüzü yaşamayı yasaklayabileceklerini sanıyorlar, biz de kendimiz yaşatalım deyip onlarla olan bağımızı kopardık.!
Bu bağı keserken üzülmedik dersek olmaz! Ama bizi davamızı yaşama zevkinden, şerefinden mahrum ediyorlar! Sonuçta biz, bütün çektiklerimize ve yaşadıklarımıza, davamızı yaşamak ve yaşatmak için tahammül ediyoruz.
Bu bağı keserken çok üzüldük! Yüreğimiz kan ağladı! Çünkü biz, bir devre mührünü vurmuş koca "ÜLKÜCÜ HAREKET"in mensupları ve devamıydık. Neden bu hale düştük?
Şu anda biz, PKK'lı ve işbirlikçileri istemiyorlar diye derslerimize giriyor, okulumuzu onlara teslim etmiyorsak Ülkücü değil miyiz?
Bu çok haklı hareketimiz bizi davamızdan mı edecek? Davamızdan mı kopacağız?
Aksine diyoruz ki; "Gelsinler de Ülkücü görsünler!" Görsünler de "DAVA" nasıl yaşanılırmış öğrensinler! Öğrensinler de biraz "DAVA" için icraat yapsın ve hiç değilse sesimizi meşru zeminlerde duyursunlar!
Bizi dinleyip derdimize ortak olmaya çalıştığınız için tekrardan ALLAH (cc) sizden razı olsun. Dua ile kalın... DTCF ÜLKÜCÜLERİ"
Ses bu! Sesleniş ve serzeniş bu! Başta Rektör olmak kaydıyla ilgililere; görmeyen gözlere, duymayan kulaklara önemle duyurulur!
Farklılıkların farkında olanların, Meclisimiz'de renk tamamlayanların, Çiçek Bahçesi mensuplarının Ülkücü öğrencilerin meselelerine bakışları da bu!
Bir şey söylemesem daha etkili olur her halde!
Vallahi susuşum ikrârımdan değil!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mayıs 16, 2008

ALTERNATİF ORDU MU?

Memlekette bir şeyler oluyor!
Korkağı korkutacak, ürkeği ürkütecek, cesuru öfkelendirecek, hür akıllıların dolayısıyla vicdanlıların midesini bulandıracak işler oluyor!
Peşpeşe şehit haberleri ile nerdeyse ilgilenilmiyor artık! Vatanın bütünlüğünden, devletin bekasından daha önemli bir hale getirildi AKP'nin kapatılma davası!
30 Ağustos'ta Genel Kurmay Başkanımız'ın görevi bitiyor, yeni Genel Kurmay Başkanımız ısınma turlarında ama önemli değil "Dolma Kalemler"ce! Haberin ve haberciliğin merkezi de, konusu da, olmazsa olmazı da Recep Tayyip Erdoğan!
Geçtiğimiz günlerde, 68 Kuşağı'nın Milliyetçi Toplumcu kesimini temsilen, kanaat önderlerinden Nihat Çetinkaya, bir televizyon oturumunda, 1 Mayıs olayları ile ilgili konuşurken; "İktidar, polis kanalıyla alternatif bir ordu kurmak düşüncesinde ve 1 Mayıs'ta da bunun provasını yaptı!" mealinde çok ciddiye alınması gereken bir tesbitte bulundu!
Bu düşüncede haklılık payı var sanki!... Çünkü AKP iktidarı süresince; her türlü bölücülüğü temsil eden miting provalarında demokrasi adına "koruma-kollama" görevi yapan polis, 1 Mayıs'ta kendileri gibi emekçi olan işçiye karşı çok insafsız olma talimatı almış ve çok acımasızca kullanmıştı bu emri!
Geçtiğimiz günlerde adı bende saklı bir okurumuzun feryâdını sütunuma taşırken hatırlatmaya çalışmıştım. Emniyette ki kutuplaşmanın tehlikesine ve cemaatleşmenin boyutuna dikkat çekmeğe çalışmıştım. Bir polis memuru okurumuz; "Mustafa bey, yedi yıllık polis memuruyum, şu an ............'da görev yapıyorum. Sizden isteğim, emniyet içersindeki Fetullahçı kadrolaşmayı yazılarınızla vatandaşa anlatmanız. Her karakolun içersinde en az iki tane Fetullahçı polis var ve herşeyi rapor olarak cemaate sunuyorlar. Eğer bunlarla iyi geçinmezseniz, istediğiniz birimde çalışmak yada istediğiniz yere tayin olmanız hayal. Hele hele istihbarat ve teknik takip kadrolarına, belli bi cemaat geçmişiniz yoksa, asla giremez, oralarda çalışamazsınız. Polis memuru yada emniyet müdürü farketmiyor, hangi rütbede olursanız olun, emniyette Fetullahçı değilseniz, sürgün yemeniz an meselesidir. Araştırdığınız taktirde konunun ne kadar vahim olduğunu göreceğinize inanıyorum." şeklinde feryâd ediyordu!
"Hele hele istihbarat ve teknik takip kadrolarına bir cemaat geçmişiniz yoksa asla giremezsiniz." cümlesine, bir daha ve çok dikkatle bakmak gerek diye düşünüyorum.
Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt, 2 aydır takip edildiğini söylüyor. Kendisini takip eden aracı ihbar ederek yakalatıyor ama araç emniyet aracı olduğu için arama yapıl-a-mıyor! Ve işin en korkunç tarafı AKP'nin kapatılma davası iki aydır açılmış ve bu dava, Anayasa Mahkemesi'nde görülüyor!
Buna tesadüf diyenin samimiyetinden şüphelenmek şöyle dursun, o da aynı ekipten değilse açıkça deli derim de başka birşey demem!
Aynı cemaatleşme, cemaatleştirme takip ve operasyonları Milli Eğitim Bakanlığı'nda da uygulanıyor! Yine bana gelen mektuplarda ve bizzatihi yapılan şikayetlenmelerde; resmi şikâyet yok ama sözlü takiple öğretmenler hakkında belli odaklara ihbarlar yapılıyormuş! Resmen bir şey yapılamadığı için olmadık bir zamanda, olmadık sudan bir bahane ile öğretmenlerin başında kıyametler koparılıyormuş!
Bunları gördükçe, duydukça sadece öfkelenmiyor, Nihat Çetinkaya'nın; "polis çatısı altında oluşturulmaya çalışılan alternatif ordu" tarifini, çok ciddiye alarak düşünüyorum!
Endişeliyim! Öfkeliyim!
Ama bu hazırlıklara, bu yıldırma politikalarına karşı çareyi de biliyorum. Osman Paksüt'ün eşleri Hanfendi'nin dedikleri gibi, ben de; "Devlete güvenimiz sonsuzdur." diyorum.
Arap Yarımadası'nda olduğu gibi, coğrafyası atlas üzerinde cetvelle çizilerek oluşturulan kabile devletçikleri ile 10.000 yıllık töresi ve türesi olan, gelişmiş teamülleri olan Devletimiz'i karıştıranların akıllarının acziyetine hayret ediyorum...
Hayretle, öfkeyle, midem bulanarak ve sabırsızlıkla olacakları hissederek bekliyorum tabi!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mayıs 14, 2008

"IZDIRAP ÇEK İNLEME..."

İltifatlar, bazen zamanında yapılmadı mı kıymeti kalmıyor!
İsteyen istediği yorumu yapmakta serbest. Ben bu gün, mutlaka yapılması gereken bir iltifâtı yapmak durumundayım. Şimdi yapmazsam geç kalmaktan korkarım!
Şu Fetullahçı sermayeye satılan televizyondan bahsedeyim önce! Bizim Yeniçağ Televizyonu'muz, susma kararı aldığında çok zoruma gitmişti! Şimdi bu televizyonun satılışına, öfkeden kudurdum! Silahını, ihtiyâcını bahâne ederek düşmanına para -hem de dolar- karşılığı satan ve sonra da silahsızım diye düşmana yalvaran "ulusalcı bir mantıksızlık" oldu bu, ne kadar mantıklıysa!...
Ve aklıma Yeniçağ Televizyonu'nun patronu Sevgili Ahmet ÇELİK geldi. Sevdim bir daha. Aslanlar gibi direndi, reklam pastasından birşey düşmeyince aslanlar gibi bölgesine, siperine çekildi!Günü geldiğinde de aslanlar gibi ortaya çıkacağına inancım iyice arttı...
Bir resimli romanda okumuştum ve aklıma kazınarak yazılmış bir söz öğrenmiştim; "Kavgada mühim olan kuvvetli vurmak değil, kuvvetli darbeye dayanmaktır." Ki bu kızgın savaşın ortasında silahını satana; kim ne zaman, ne kuvvette vurdu bilemiyorum,inanamıyorum!
Sadece CHP'den aldığı bile ciddi manada bir sermaye iken, ağzıyla istediği için bir kaç kere benim de kontörle desteklediğim ve ciddi manada kontör desteği alan ve almaya devam edeceğini zanneden birinin, silahını satıp, "Hala savaş meydanındayım!" demesine hayret ettim!
Çâresizliğin çâre olarak dayatıldığı bu milletin duyarlı yürekleriyle, böylesine alay etme yetkisini kim verdi bu zâta?!
Söylemesen patlarım: Bu aynı zamanda kendilerini çok metheden "68 Kuşağı" adındaki "Çakaralmazlar" la, Türkçe-Bozkurtça bir vakarla sessizce direnen "ÜLKÜCÜ" farkı!... Adamlar; 61 Anayasası gibi demokratik bir Anayasa'nın verdiği demokratik hakları hoyratça kullanarak bir sonraki nesli, 81 Anayasası'na mecbûr etmişler ve hâlâ kahraman muamelesi bekliyorlar! Aynaya bakarak gördüklerine benzetiyorlar herkesi!
61 Anayasası'nı lağvettirmek için sarfettikleri gayretleri; Türk'e, Atatürk'e, demokrasiye, millete, devlete, cumhûriyete, cumhûra, halka, halklara, üniversite gençliğine ihânet değilse nedir Allah aşkına?
Ve 61 Anayasası'nın yok edilmesine zemin hazırlayan bu kahraman(!) 68 kuşağından, alınıp-satılmayanı hatırlayanınız var mı? Hepsi nerdeyse sırayla milyon dolarlarla taransferler yaşarken; memleketin asıl sahipleri, "ızdırap çekip ses çıkarmadan aşınmaya" devam ediyorlar farkında mısınız?
Allah'ım'a; bizi ülkücü yarattığı için bir daha şükrettim böylece.
Demek ki sadece sosyalistlik, sadece komünistlik, sadece devrimcilikle olmuyormuş! Demek ki sadece vakitsiz, yersiz bağırıp çağırmalarla da olmuyormuş! Demek ki doluyu tarlaya çağırıp sonra da "ben yağmur duasına çıkmıştım!" diye pişmanlıkla da olmuyormuş!
Dâvâ Adamlığı, mücadele adamlığı, cengâverlik başka bir şeymiş ve bu özellikleri kendinde râm edebilene de; "ÜLKÜCÜ" deniliyormuş şükürler olsun.
Almadık, satmadık! Alınmadık, satılmadık! Asıldık dik durduk! Öldük çoğaldık, çoğaldık öldük ama her şeye, herkese rağmen Ülkücüydük Ülkücü kaldık!
Şimdiden sonra; kendini, varlığını hissettiren ülkücülerin sayısı kadar nâ-merdler korkacaktır. Hissedilen ve ülkücü duruşunu sergileyen milliyetçilerin varlığı kadar hainler korkacaktır ve de doğru yapacaklardır!
Hainden, yerli işbirlikçiden, BOP Eş Başkanı ve yandaşlarından korkanlar; onların korkulu rüyaları olan Ülkücülerden iki kere korkmak zorundadırlar! Bu, aynı zamanda akıl gereğidir!
Bir de; şu önümüzdeki günlerde Yeniçağ Televizyonu'nun yürekli Türk Patronu, sadece Millî Sesin kesilmemesi için bir daha şartele bassa mı diye, öylesine bir heyecanla beklemeğe başladım ki!
O kadar çok bekleyen de var ki! Bekleyenlerin tamamının çölde susuz kalmış yolcu gibi Yeniçağ Televizyonu'nu ve programlarını içeceğini biliyorum...
Bu da cümlelerimi bağlamaya çalışırken ki hayalim olsun! Hayale güç mü yeter!
"İçim yine sevinçlerle dolup yanıyor
Ruhum sanki deniz olmuş dalgalanıyor.
Uzak uzak ülkelere döndüm seferden,
Yaralarım ağır, fakat mestim zaferden.
Zafer, ümit kaynağının bir çeşmesidir
Zafer, bir çok gönüllerin birleşmesidir.
Gönülleri birleşenler selâm sizlere!
Uzaklarda dertleşenler selâm sizlere!" H. Nihâl ATSIZ
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mayıs 13, 2008

MEĞER DÖVDÜĞÜM, ÖZ BAŞIM İMİŞ!...

SEN DEME*

Meni belâlara garğeden** bilsen
Sen deme öz dostum, gardaşımıymış!
Gözlerimi tutup başımı kesen,
Sen deme eloğlum*** sırdaşımıymış!

Bir âfet düz yolda gaytarır**** meni,
Ele bil, dünyadan goparır meni
Gördüm bir taşkın sel aparır***** meni
Sen deme, özümün göz yaşımıymış!

Azaplı; o zâlim, zulme nûr deyir
Deryalar üsdüne saray gur deyir,
Bir özge ses mene "Durma vur!" deyir,
Sen deme, döğdüğüm öz başımıymış! Azaplı Mikâil

Kelimeler: *meğer, **düşüren, ***hemşerim, yakın komşum, ****geri çeviriyor, *****götürüyor

Sözlükler milleti; "Benzer özellikleri olan topluluk." diye tarif ediyor. Dil birliği varsa, tarih birliği varsa, kültür ve örf birliği varsa, vatan birliği varsa, din birliği varsa ve olaylar karşısında benzer tavır koyuluyorsa demek ki o kişiler aynı millet mensûbudurlar.
Hay'da, vay'da, toy'da benzer tavırlar sergileniyorsa; hay edende hay ediliyor, vay'da ve toy'da baş köşede oturuluyorsa; hay'ın, vay'ın, toy'un sahibinin yakınları vardır, milleti vardır!
Hay'da yok, vay'da yok, toy'da yok! Lâzım olmadığı zamanlarda ise baş köşelerde olan kişinin yakınlığı mı olurmuş?
Başbakan; Silâhlı Kuvvetlerimiz'in başarılarını övdü, tebrik etti. Teröristlerin sonu getiriliyor dedi. Aynı gün, Başbakanı yalanlarcasına yine bir karakolumuza saldırı yapıldı. 19-20 terörist gebertildi gebertilmesine ama 6 Mehmetçiğimiz şehit oldu!
Altı Türk evinde şivan koptu! Altı ailenin, yakınlarının, komşularının, kendilerini onlardan sayanların ciğerleri parçalandı! Altı Türk evinde "vay" vardı! Kendini Türk hiseden herkesin de bu vay'a ortak olması gerekirdi! İnsanlık ta, komşuluk ta, millet ferdi olmak ta, dindaşlık ta bunu gerektirirdi!
Ama maalesef öyle olmadı!
Ateş düştüğü yeri yaktı yine sadece!
Altı şehidimizin; vatan bütün kalsın diye, devlet devam etsin diye şehit olduğu günde, Galatasaray şampiyon oldu! Her yer sarı-kırmızı! Gökler, klakson sesinden yırtılacak gibi! Askere gitmemek için çürük raporu alabilecek kadar rüşvet paraları olan fanatik magandalar ateş üstüne ateş ettiler havalara!
Aynı saatlerde; klakson çalınarak önünden geçilen altı Türk evinde "vay" vardı! Şivan kopmuştu! Anneler Günü adı verilen bir günde, altı annenin ciğerleri sökülmüştü!
Başka hangi devlette olursa olsun, hangi millette olursa olsun, çatışmada altı askerini kaybeden millet yas tutar! Devlet, kazanılmış sportif bir yarıştan dolayı yapılan abartılı kutlamalara müdahele eder!
Bizde ise yok böyle bir şey! İnsanca davranmak, komşuca davranmak, hemşerice davranmak, milletçe davranmak, bize yasak sanki!
Altı şehidimiz varken Galatasaray'ın şampiyonluğunu abartılı bir şekilde kutlamak, entellik bizde!
Ve bu aymazlıktan, bu saygısızlıktan, bu töresizlikten korktum!
Demek ki dövdüğüm öz başım imiş!
Yoksa; aşağıdan yukarıdan yolun sonu mu görünüyor? Devletler; parasızlıktan, fakirlikten, silahsızlıktan yıkılmazlar. Ahlaksızlıktan yıkılırlar! Altı şehidin olduğu gün, şampiyonluk kutlayanlar ne kadar ahlaklılar?
Şehitlerimize rahmet, ailelerine sabırlar, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz'e metanet ve zaferler dilerim. Başımız sağ olsun.
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi,dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mayıs 11, 2008

"SÖYLESEM TESİRİ YOK, SUSSAM GÖNÜL RAZI DEĞİL."

Yine "Gel-git"lerdeyim!
Ruhumdan, hamasi gönlümden aklıma yapılan tazyiklerle med-cezir yaşamaktayım gene!
Yıllardır; "Yerli işbirlikçilerin, Karen Fogg çocuklarının, Dolma Kalemler'in; "Halkların kardeşliği ve halklar" söylemiyle alt-üst kimlik vehmeden kiralık kalemlerin methettiği kişide bir anormallik olmalı!" diye haykırdım durdum!
Yıllardır; "Artık teamülleşmiş 3 Mayıs Türkçüler Günü'nün adını değiştiren, 'Ne mozaiği ulaaan!' diye naralayan zihniyeti 'Çiçek Bahçesi' ile değiştiren, 'Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi' diye bize çok yabancı söylemlerle yüreklerimizi inciten, 'Toplumsal dayanışmanın siyasal iz düşümü' gibi hem muhteva, hem de söylem olarak bize yabancı sloganlarla siyaset sahnesine çıkan kişi ile olmaaaz!" diye bağırdım durdum!
"Demokrasi'nin bizlere tanıdığı demokratik haklarımızı kullanarak neden meydanlarda, miting alanlarında yokuz? Bu memlekette DTP'ye tanınan demokratik miting hakları, ülkücülere yasak mıdır? Sadece susarak ne yapılmak isteniyor?" diye yırtınırcasına sordum durdum!
"Ülkücüleri kimse sokaklarda göremeyecek! Ülkücülerin elinde silah değil kitap ve bilgisayar olacak!" şeklindeki bir ajitasyonla; hem söylediklerimiz saptırıldı, hem de ülkücü harekete oda hapsi verildi!
Şimdi Apo alçağının, örgütlerine; "Kent konseylerine mutlaka bir MHP'li alın!" talimatı geldi! Renkler tamamlanmak üzere! Diyarbakır'da "Kürtçe oy topla! Kürtçe toplantılar yap!" talimatını uygulayan İl Başkanı'nın önünde hiç bir engel kalmadı!
Ve tam da bu günlerde, yine bir Karakolumuza yapılan hain saldırı sonucu, 6 şehidimiz var! Askerimiz sınır ötesine operasyona gittiğinde yapılanı, anti-demokratik bulan yerli işbirlikçiler sustular!
Tarihinde ilk defa Ordu mensuplarıyla kavga eden MHP yöneticileri de sustular! Alt-üst kimlik kompleksinde olanlarınsa ekmeklerine yağ sürüldü elbette!
Başka bir şeyler daha yapılmaya başlandı bu günlerde! "Sivas'ta Yazıcıoğlu mu? Şener mi?" mukayesesi servis edilerek yapılmaya başlandı! Bu art niyetli, sapla samanı karıştırmak için özellikle yapıldığı belli olan uygulamaya, taraf olanlar incitmeye başladı yüreğimi!
Muhsin Yazıcıoğlu'nu sevip sevmemek elbette serbest! Bahçeli'nin bin-bir Türkeş'e muhalif hareketindense, Muhsin Yazıcıoğlu'nun sağlığındayken Başbuğ'la tersleşerek istifa etmesini mukayese etmeden Yazıcıoğlu'nu yargılamak ta serbest!
Kimsenin sevgilerine ve düşüncelerine müdahele gibi bir kastımız ve ukalalığımız olamaz. Ama Muhsin Yazıcıoğlu gibi bir çile adamıyla, vefa adamıyla, dost yürekli ile Abdullatif Şener gibi bir renksizi mukayese de olmaz!
Böyle insafsızlık, böyle aymazlık, böyle bir gaflet te olamaz!
Aynı kuşaktan olmamız, aynı kulvarlarda koşmamız ve aynı pınarlardan beslenmiş olarak seyreden hayatı yaşamamız elbette benim için bir şans! Kırk yıllık tanışıklığımızda beni şahsen bir kere (MHP'den istifa ederek) inciten Muhsin Yazıcıoğlu'nu, bin kere affettim!
Ama 10 yıllık genelbaşkanlığı süresinde, beni ve bütün ülküdaşlarımızı en az bin kere inciten Bahçeli ile mukayese edilse, bu kadar incinmezdim!
Bir kavga adamı, bir savaş adamı, bir mücadele adamı, bir vefa adamı olan Muhsin Yazıcıoğlu'nu; bir eyyamcı ile, bir takıyyeci ile, bir Milli Görüş Gömleği'ni değiştim diye çıkararak geliştim diyenle mukayesede, insaf olmadığı gibi art niyet ve husûmet ararım!
Bu mukayese tuzağına düşenler de kim olurlarsa olsunlar, asla Muhsin Yazıcıoğlu'nu sevenlerdir diyemem! Bu insafsız, gereksiz ve zamansız mukayesenin hem Muhsin Yazıcıoğlu'na, hem onun şanlı-şerefli geçmişine, hem de O'nu gerçekten seven dostlarına hakaret olarak algılarım!...
Ama bu mukayeseye itiraz ederken de satır arasında; "Lordlar kamarası'nda ne işimiz vardı?" diye de sormadan edemem!
"Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!" iç kavgasını, yüzlerce yıl sonra bir daha yaşıyoruz! Bir daha yaşatılıyoruz! Ve hâlâ "Hür akıl" lılıktan bahsedebiliyoruz!
Ya Rabbi! Aklımıza mukayyet ol!

HATIRALAR

Bir anda uzun yıllar aşar hâtıralarla;
İnsan ona derler ki yaşar hâtıralarla.

Mazideki kanlar, düşünüşler ve sadâlar
İnsan denilen fertleri insanlığa bağlar!

Geçmişle bütün bağları çözmek ne ağırdır,
Hayvanların ancak dünü, mazisi sağırdır. Nihal ATSIZ

"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mayıs 10, 2008

VATAN ANA'YA...

"Anneler Günü!" diye ad koymuşlar! Bir güne sığdırmışlar, sığdırmaya çalışmışlar! Günleri belirlemek için takvimi bile icat eden insanın anasını, güya sevdiklerini belli edebilmek için!
Rol yapabilmek için!
Hangi anne, "Anne seni seviyorum." demeyen çocuğunu sevmekten vaz geçmiş ki?
Hangi anne; yasaların, vicdanların, toplumların cezalandırdığı, dışladığı çocuğundan dünyalara rağmen vazgeçmiş ki?
Hangi anne, hangi zamanda, hangi zaman diliminde annelikten başka bir iş görebilmiş ki; senenin bir gününü annelere ayırıp, anneleri hatırlayarak 364 gün, unuttuklarını ispata uğraşırlar!
Her gün senin Anam!
Her günün, her saati senin!
Her günün, her saatinin, her anı senin Anam!
Ben seninim, kardeşlerim senin! Bize ana olacağını bile bile bizleri doğururken anneleşerek bütün hayatımıza sahiplenmedin mi sen? Şimdi hepsi senin olan zamanın içinden bir günü sana ayırdılar diye, çocukların incinmesin diye için için, gizli gizli gülümsüyorsun değil mi?
Bir senenin, 365 gününün içinden bir günü sana ayıranlara itiraz ederken her sene; Dünyanın en özel, en güzel annesi, "Benim Anam." Çünkü o sadece ama sadece, kardeşlerime rağmen, hatta kendisine rağmen sadece "Benim Anam." der dururum.
Ömrüm, hediyendir Anam!
Sen de beni doğurduğun gün Allah'ımın bana hediyesisin değil mi?
"Bu gün seni hatırladım!" derken diğer günlerde unutmuş olabilecekleri intibaını yaratan "Anne Sevgisi Rolü"ne soyunanları da rahatlatmak için, annelerin içinden bir anneye seslenmek istiyorum Anne.
Ama bu sene sesleneceğim anne sen değilsin Anne!
Bu anne kendi adını; hainlerin gözlerinin içine baka baka haykırmıştı! Bölücülere destek için toplanan bölücü yardakçılarının Güneydoğu'da bir ilimizde yaptıkları güya gövde gösterilerini bozup dağıtırken haykırmıştı adını, adını soranlara!
"Ne yapacaksın adımı? ben VATAN ANAYIM." diye nara atmıştı!
Hatırladınız mı annelere gün ayırmak gibi bir "desinler" gafletine düşen annelerini sevmeyi bilemeyenler! Ne muhteşem bir anne tavrıydı o günkü VATAN ANA'nın tavrı! Narasını hep beraber hatırlayalım mı?

Sorma bana kimim diye n'edecen?
Vatan Ana'yım ben, Türk Annesiyim.
Öfkemden kurtulup n'ere gidecen?
Canını almanın öfkelisiyim
Vatan Ana'yım ben Türk Annesiyim...

Doğarım ben oğul diye er diye
Büyütürüm devlete nefer diye
Şehîd olsa vatanım'a hediye
Diye şükrederim Türk sinesiyim
Vatan Ana'yım ben Türk Annesiyim...

Şehîd olur, şeref olur, şan olur
Can verirken milletine can olur
Düşer yere ve toprak vatan olur
"Akıllı ol zavallı!" diyesiyim
Vatan Ana'yım ben Türk Annesiyim...

Sana değil doğana üzülürüm
Sevgisini boğana üzülürüm
Hainleşen zamana üzülürüm
Üzülürken de millet nefesiyim
Vatan Ana'yım ben Türk Annesiyim...
Günün, anın, zamanın, zamanların kutlu olsun Vatan Ana! Senin doğduğun evlâdının doğurulduğu an kutlu olsun! Ellerinizden öperim büyüklü küçüklü bütün anneler...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mayıs 08, 2008

İKİ OKUR FERYADI !...

"Ayaklar başı yönetmeğe kalkarsa, kıyamet kopar!"
Başbakan'ın son zamanlarda çok üzerinde durulan tarihi söylemleri!
Bizim köyde ise büyüklerimizden; "Sürü ters döndüğünde ayaklar baş, başlar ayak olur!" Yani ola ki herhangi olağanüstü bir durumda, sürü geri çevrilirse; öndekiler yani en sağlıklı hayvanlar geride kalır ve en arkadaki yani en zayıflar da öne geçmiş olurlar!
Maalesef sürümüz geri çevrildi galiba!
Kıymetli okurlarımızdan sürekli tebrik ve tenkit iletileri almaktayım. Bunlar elbette bendenizin moral gücümün, güç kaynaklarıdır. Gücüm yettiğince her ileti sahibi dostuma cevap vermeğe çalışırım. Bazen yorgunluktan ve kesâfetten ihmal ettiklerim de olur! Umarım haklarını helâl ediyorlardır.
Bazen de beni ilgilendirdiği kadar herkesi ilgilendirdiğine inandığım haberler gelir. O haberleri de sizlerle paylaşmayı bir görev bilirim.
Sizlerle, bana göre haber özelliği taşıyan iki iletiyi paylaşmak istiyorum. Yorum yapmayacağım! Yorum yaparsam haberciliğe ters düşeceğini biliyorum! Aslında haberci değilim ama milyon dolarlarla transferler yaşayan "Şeyh-ül-muharririn"lerden köşede habercilik yapmayı da -galiba- öğrenmemiz gerek!
Bir polis memurumuzun şikâyeti:
"Mustafa bey, yedi yıllık polis memuruyum, şu an ............'da görev yapıyorum. Sizden isteğim, emniyet içersindeki Fetullahçı kadrolaşmayı yazılarınızla vatandaşa anlatmanız. Her karakolun içersinde en az iki tane Fetullahçı polis var ve herşeyi rapor olarak cemaate sunuyorlar. Eğer bunlarla iyi geçinmezeniz, istediğiniz birimde çalışmak yada istediğiniz yere tayin olmanız hayal. Hele hele istihbarat ve teknik takip kadrolarına, belli bi cemaat geçmişiniz yoksa, asla giremez, oralarda çalışamazsınız. Polis memuru yada emniyet müdürü farketmiyor, hangi rütbede olursanız olun, emniyette Fetullahçı değilseniz, sürgün yemeniz an meselesidir. Araştırdığınız taktirde konunun ne kadar vahim olduğunu göreceğinize inanıyorum. Allah,a emanet olun."
Yorum yapmayacağım ama sırasıyla Emniyet genel Müdürü'nün, İçişleri Bakanı'nın ve Başbakan'ın ısrarla ilgilerini isteyeceğim. Ayaklarla başlar tarifinde, böyle giderse ciddi manada sıkıntılarımız olacak!...
Bu da Ankara Dil-Tarih-Coğrafya-Fakültesi öğrencilerinden birinin, öğrenciler adına feryâdı:
"Selamün Aleyküm Ağabeyim.
Biz, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde okuyan ülkücü öğrencileriz.
Fakültemizde ikinci dönem başında bazı olaylar meydana geldi. Bunun sonucunda pek çok kavga çıktı ve arkadaşlarımızdan gözaltına alınanlar oldu. Okulumuz bir süre tatil edildi. Şu anda eğitim devam etmekte ama biz ülkücüler derslerimize girememekteyiz.
İçlerinde birçok gubun üyesinin bulunduğu karşıt görüşümüzdeki öğrenciler (tkp, pkk sempatizanları, sgd, anarşist vb), bizim derslere girmemize engel olmakta, girmeye çalıştığımız takdirde şiddetle karşılaşmaktayız. Bu olağanüstü hal sürerken eğitim hakkımızın engellendiğini gören, bilen fakülte yönetimi hiçbir şey yapmamakta, yaşanan olaylara, kayıtsız kalmaktadır. Sizden bir büyüğümüz; bir ağabeyimiz olarak bizlere bir yol göstermeniz ve bu konuya bulunduğunuz konum itibariyle dikkat çekmenizdir. Allah'a emanet olunuz. DTCF ÜLKÜCÜLERİ"
Yine yorum yapmayacağım!
Renkleri tamamlayanların, farklılıkların farkında olarak ülke yönetimine talip olanların, "Ülkücüler sokakta olmayacak!"talimatıyla Dolma Kalemler'den iltifatlar kazananların, Ülkücü Öğrencileri fakültelerinde bölücülere karşı sahipsiz bırakanların -ısrarla- ilgilerini çekeceğim!
Bu canhıraş feryâd eden Ülkücü evlâtlarımıza nasıl bir yol gösterebilirim ki?
Siyâsilerimiz, kendi partilerinin hukuka karşı vereceği sınavla meşguller! AB, daha fazla demokrasi maskesiyle bölücülere nerdeyse "Tam bağımsızlık" isteyecek! Asıl konuşması gerekenlerin de yine suskunluk dönemleri!
Allah'a emânetsiniz yavrularım! Emniyette bile ileri derecede yerleşmiş Fetullahçı Ülkücü(!)ler'in sür'atle sizlere himmet buyurmalarını rica etsem acaba benim ricamı duyarlar mı?!!!
Biz kabûl ettik, sen kabul etme Ya Rabbi!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mayıs 07, 2008

MÂDEM VARIM, DÜŞÜNECEĞİM...

Önce; "Düşünüyorum." diyebilen herkese, "Hür akıllıyım." diyebilen vicdan sahiplerine, aşağıdaki iki paragrafı birkaç kere, ısrarla anlamaya çalışarak okumalarını rica edeceğim. İnsanın değişmediğini, değişemeyeceğini, tekâmülün; "Zaman sana uymazsa sen zaman uy!" öğretisini doğrular gibi olduğuna dikkat çekmek isterim. Zamana hükmetmeye çalışanların insan olduğunu ve bizim de insan olduğumuzu hatırlayınca, bu öğreti de sadece tekrarlanacak ve uygulamaya koyulamayacak gibi geliyor bana!
"Demokrasi, hürriyet ve değerli sayılan diğer bütün mefhumlar, milletimizin yükselmesine ve güçlenmesine yardım ettikleri sürece saygı görürler. Fakat nifak tohumlarının yeşermesine müsait bir zemin haline gelirlerse, itibarını yitirmekten kurtulamazlar."(Galip Erdem)
Demokrasiyi kendi ideolojilerine araç gören zihniyet ve kişilerin, demokrasiyi nasıl zavallılaştırdığını düşününce, zavallılaştırılan demokrasinin kaybettiği hükmü kadar zavallılaşan insanımızın, bu muameleye ne kadar müstehâk olduğunu düşünmekten vazgeçmeğe davet ediyorum! Yaşadığımız iç hesaplaşmayı; Galip Erdem ve akranları da aynen yaşamışlarmış farkında mıyız?
Galip Erdem ve akranlarının şikâyetlendikleri kişiler, bizlerin ya çok abartılı şekilde büyüttüğümüz ya da abartılı şekilde düşünce hakaretlerine maruz bıraktığımız zevât!
Dinlemeğe, okumaya devam edelim Galip Hoca'yı ve düşünmeğe devam edelim:
"Yarın, seçim zamanı, milletin huzuruna, tıpkı benim gibi, utanarak çıkacaksınız. Artık, «Oylarınızı bize verin, her istediğinizi yapalım!» diyemeyeceksiniz. Deseniz bile, söylediğinize önce kendiniz inanmayacaksınız. Evet, itirazlarınızın hepsi yerindedir. İlk bakışta, «Eksik olsun böyle siyaset» diyerek, milletin müşfik sinesine dönmek en iyisi gibi gelir. Sırf şahıslarınızın şerefini korumak açısından bakıldığı zaman, en haysiyetli davranış gerçekten budur. Ama unutmayınız ki; asıl sahibine teslim edeceğiniz iktidar emaneti, belki iyi niyetli, fakat hiç şüphesiz sizden daha acemi ellere düşecektir. Çok kısa bir zaman içinde tökezleyip; yerini vermek üzere, bir başkasını arayacağı yahut milletçe yıkılacağı da doğrudur. Ne var ki, o çok kısa müddet zarfında. Türkiye'miz çok büyük şeyler kaybedebilir. Hepinizi, fedakârlığa davet ederim. «Kayıtlı ve şartlı» bir hâkimiyete razı olunuz. " (Galip Erdem)
Bu târif edilen utancı ve sıkıntıyı yaşamıştık değil mi? Yarın yani önümüzdeki seçimlerde tekrar yaşayacağız değil mi? Galip Hoca ve akranlarını rahmetle yad ettikten sonra, itiraz hakkımı da kullanayım mı?
Mâdem ki sıkıntı ve 'yanlış seçim' biz kaynaklı, mâdem ki milletin içine çıkacak yüzümüz kalmamış, mâdem ki "Eksik olsun böyle siyâset!" iç isyânını yaşayacağız, o zaman "Kayılı şartlı bir hâkimiyete razı" olmak neden?
Düşünenler, düşünebilme kabiliyeti olanlar düşündüklerini uygulamaya geçseler; daha cesur, daha doğru, daha 'Dâvâ Adamı'na yakışır bir davranış olmaz mı? Bu memlekette, bu Vatan'da milliyetçilikleri adlarından önce hatırlanan kanaat önderleri de artık hainler kadar, bölücüler kadar, sisteme kafa tutma cesaretini gösterseler; "Bağımsız Aday"lıkla, gerçekten "Bağımsızlık karakterimdir." târifini uygulamaya koysalar daha doğru olmaz mı?
Ki sistemi kuran ve bizlere emânet bırakan Muhteşem Türk Atatürk' ün sistemi de, bu u'cûbeleştirilmiş "Genel Başkanlar Sultası" değil!
Yanlış olduğunu bile bile, yanlış yaptığını göre göre, yanlışa destek vermenin adını "fedakârlık" koymak!... Kendi teslim olmuşluğunu saklamak için sarf edilmiş çâresiz bir söylem mi, yoksa ben mi isyânların zirvesindeyim?
İçimde fırtınalar kopuyor! Beynim zonkluyor Dostlar!
En dost bildiklerimizin bile kuyruk acısı olduğunu bildiğimiz milletlerin, el birliği içinde adlarını "Avrupa Birliği" veya "Amerika Birleşik Devletleri" koyarak ve "Haçlı" zihniyetiyle bize saldırdıklarının farkında mı değiliz, yoksa bizde mi korkumuzun adını demokratlık koyarak cesur rollerindeyiz?
Bir bilsek ve inansak ki; "Türk'ün en korkağından bile diğer milletlerin en cesurları korkarlar." ve sadece Türkçe durmaya niyetlensek meselemiz hallolur!...
Zoru kolaylaştırmalıyız, kolaylaştıracağız! Türk'ün Türkçe durmasından kolay ne olabilir ki Allah aşkına?...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SESLİ İÇ HESAPLAŞMA VEYA ÖZELEŞTİRİ, ADINI SİZ KOYUN!...-I-

Zaman bu kadar hızlı, ömür bu kadar kısa, galibiyet ve mağlûbiyet bu kadar mı kolaymış? Rakip veya rakiplerin çok güçlü olması, mertçe-yiğitçe bir mücâdeleden yanik çıkmak ihtimâl dahilinde olan bir gerçek ama teslim olmak, teslîmiyet; haklının zalim haksız karşısında susabilmesi, bu kadar mı kolaymış?
Kimlere direnmiştik yıllarca!
Kimlere kafa tutmuş teslîm olmamıştık çocuk sayılacak genç yaşımızla!
Saldırmışlardı, direnmiştik!
Öldürmüşlerdi insafsızca, çoğalmıştık!
Hapsetmişlerdi. Hürriyetimizi hücrelerimizde sınırsız kullanabilmeği öğretmiştik hür dünyaya!Firarlara düşmüştük, kaçak olmuştuk vatanımızda! Cüda kalmıştık vatanımızdan, efsâneleşmiştik!
Türk'tük, Türk Milliyetçisiydik! Milliyetçi Toplumcuyduk! 9 Işıkçı'ydık! Müslümandık elhamdülillah ve imanlıydık.
Kabımıza, çevremize, sınırlarımıza sığmazdık, Turancıydık! Âlemin nizamından sorumlu sayardık kendimizi, "Allah'ın Askerleri" sıfatlı bir ceddin ahfâdıydık!
Paramız yoktu. Varlıklı değildik ama ikrâm yapabilecek kadar zengindik!
Oyumuz yoktu! Çoğumuzun yaşımız tutmuyordu! Ama bir gecede uydurma raporlarla yaşımız büyütülerek idam edilecek kadar reşîttik!
Suçsuz olarak idam edilirken davamızı mahşere taşıyabilecek kadar imanlı ve cesurduk. ABD'nin "Bizim Çocuklar"ını korkutacak cesâmetteydik!
Maddî olarak, madde olarak, güç tarifinin sıfatı olan hiçbir şeyimiz yoktu. Ama vardık! Çok güçlüydük. Bizi var eden, bizi baskılara karşı dirençli kılan bir birlikteliğimiz vardı!"Her türlü emperyalizme ve her türlü kültür emperyalizmine hayır diyen bir Başbuğumuz vardı."Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; herşey Türk'e göre, Türk tarafından, Türk için." diye sloganlarımız ve buna inancımız vardı!
"Tanrı dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman" tarifimiz vardı. Ülkümüz vardı!"Gök girsin kızıl çıksın!" diye Türkçe ant içer, "Allahüekber" diye tekbir getirirdik!
Yıllar geçti süratle ve insafsızca... Yaşlarımız büyüdü. Hane sahipleri olduk. Çoluk-çocuğa karıştık. İşle-güçle tanıştık. Eşlerimizle, çocuklarımızla birlikte sayımız kat-kat arttı. Ama nasıl olduysa oldu, siyâseten güç kaybettik, küçüldük!
Onlarca yıl; "Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan/ Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan." diye naralar atmışken, Türkistanlı Kardeşlerimiz'e soykırım uygulayan Çinli'ye "Devlet Nişanı" taktık!
Onlarca yıl; "Her türlü emperyalizme hayır!" demişken, "Onurlu AB Üyeliği" dedik! Onlarca yıl; mozayikçilere, halklar ve halkların eşitliği diyenlere, Türkiyeli'lere, alt-üst kimlik vehmedenlere "Tek Millet Türk Milleti" diye karşı durmuşken; "Çiçek Bahçesi" gibi "Türkiyeli"den daha zayıf ve ayırımcı bir tarifle ortaya çıktık!
Millet adına, milliyetçilik adına milliyetçiliğe yakışmayan işler yaptık! Milleti incittik! Millet te bizi incitti elbette!
Millet adına, millete yenildik!
Yenilmek zor biliriz ama millete yenilmişliğin verdiği teselliye razı olduk!
Yenileceğimizi bile-bile, millete ters düşerek girdiğimiz halleri ve dolayısıyla da gelen yenilgiyi, sesli olarak düşünmeye, herkesi hafızalarını zorlamaya ve yine ülkücüyüm diyen herkesi özeleştiriye davet edeceğim!
(Devam edecek.)
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

SESLİ İÇ HESAPLAŞMA VEYA ÖZELEŞTİRİ, ADINI SİZ KOYUN!...-II-

Kaybederken kazanırdık!
Kaybederdik ama yenilmezdik! Mecliste olsak ta, barajı aşamasak ta Ülkücüydük!Türkeşçi'ydik. Türkçü'ydük. Milletçi'ydik. Her ortamda ve her ortama hükmederek vardık!
Karakollardaki, cezaevlerindeki ülküdaşlarımıza, açılmış yarım sigara paketlerimizi verebilecek kadar zengindik! Cezaevlerindeki ülküdaşlarımıza götürebilmek için iflâs etmiş babamızın dükkânından elbiseler çalacak kadar fedakârdık! Ülküdaşlarımız; ailemizden, babamızdan öndeydi, önceydi!
Türkiye'nin en ücrâ bir ilçesinin cezaevinde, MHP Genel Sekreteri ile buluşabilecek kadar, Başbuğumuz'dan selâm alabilecek kadar muhteşem bir bütündük!
Edirne'de okunan bir kitabı, bir ay sonra Erzurum'da eskitmeden okuyabilecek kadar paylaşımcı ve okuyandık!
Meclis dışından bir ülküdaşımızı, kabinede kabullenecek kadar bütün, parlamento dışından olan Ülküdaşımızın Bakanlığı ile efsâneleşecek kadar ehîl kadrolardık!
Başbuğumuz bize güvenir, biz O'na inanırdık! Birdik. Bütündük. Ülkücüydük. Ülkücü kadroyduk!
"Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!" i yaşardık. Bu bütünlüğü çok doğal sayardık!"Ben" demek bencillikti, ayıptı. "Biz" demek teşkilatçılığın ve var olmanın tek şartıydı!
Yedi bölgeli, 67 vilâyetli Devletimiz ve Vatanımız tekti. En doğusunda da, en batısında da, en kuzeyinde de, en güneyinde de vardık! Kurtarılmış bölge diye adlandırılan yerler vardı ama o bölgelere kurtarılmış adını verenler de Türk'tü!
Solcularla, Devrimcilerle kavgalıydık! İşbirlikçilerle, hainlerle savaştaydık. Ama her türlü emperyalizme de, komünizme de, faşizme de, kapitalizme de karşıydık! "Solun ihânete varan davranışları yüzünden sağ ile olan mücadelemizi erteledik." diyebilecek kadar meselelerin farkında ve meselelerin sahibiydik!
Millet bizi, biz Milleti severdik! Millet bize,biz Millete güvenirdik! "Ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun." diyebilecek kadar vatana sadıktık!
"Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle." diyebilecek kadar devlet olmanın ve devlet kalmanın bedelinin, can olduğunu bilirdik!...
Devlet olmanın ve devlet kalmanın tek bedeli olan canın bizimki olması için özel yarışlardaydık!Ölümden korkmadığımız için kolay ölmez, yenilgiyi bilmediğimiz için asla yenilmezdik! Şehit Ülküdaşlarımız'a ölü muamelesi yapmadığımız için ölmez, ölümsüzleşirlerdi! Çok sayıda öldürülmemize rağmen bu yüzden bitmez çoğalırdık!
Bir Kara 4 Nisan'da, ölümle tanıştık!...
Ölümün, ecelin bizden aldığı Başbuğsuzluğa alışamadık hiç ölüm yaşamadığımız için! Bir Kara 4 Nisan'da tanıştığımız ölümün güçlü darbesiyle sarsıldığımızda; içimizden birilerinin de bize vurabileceğine asla ama asla ihtimâl bile veremezdik! Beklemediğimiz yerlerde, beklemediğimiz zamanlarda, beklemediğimiz kişilerden, beklemediğimiz darbeler aldık!...
Vuran da, vurulan da "biz" olunca dağıldık!
Dağılınca yenildik!
Yenilince yutulduk! Yutulunca unutulduk!
Ama biliyorum ki, biliyoruz ki hâlâ varız! Birbirimizden yeniden haberdar olursak, bir daha "Biz" mantığıyla bir araya gelebilirsek "Biz"i dağıtan "ben"leri yenebiliriz!
Tanrı'm, millete merhâmet ederek "ben"leri yok edebilecek güçteki "biz"in oluşmasına izin verecektir. Kırk yıllık doğru bir mücâdelenin temsilcilerinin yok olmasına Tanrım izin vermez!Çünkü hiç bir ülkücünün, ana-baba bedduası almadığını biliyorum! Çünkü bütün Türk Milleti'nin ülkücülere duada olduğunu biliyorum.
(Devam edecek.)
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SESLİ İÇ HESAPLAŞMA VEYA ÖZELEŞTİRİ, ADINI SİZ KOYUN!...-III-

Şehitler, delikanlılar, yiğitler, kahramanlar, ehîl insanlar çıkardı içimizden. Çünkü her ülkücü, bir bayraktı. Bayrak yere düşürülemezdi. Kirletilemezdi!
Korkaklarımızı hoş görür, ürkeklerimizi saklar kamufle ederdik! Davûdî sesleriyle, masalarda yumruklarıyla kös çalarak kahramanlık şiirleri okumaktan başka özelliği olmayan ne kahraman(!)lar çıkardık içimizden!
Korkaklık ve cesâretin yaratılış özelliği olduğunu; korkağı ayıplamanın ayıp olacağını öğrendik ve öğrettik yıllarca!
Milletimizin solcularına da kinli değildik! Başbuğumuz'un Ecevit'le koalisyona bile rıza gösterdiğini ama Rahşan Hanım'ın şiddetle reddettiğini de hatırlarız! Milliyetçi Toplumcu Ülkücülerle, halkçı devrimcilerin; üniter devlet yapısının korunmasında ki, bağımsızlık tarifinde ki müştereğin farkındaydık!
İstanbul Ülkü Ocağı Başkanı Nihat Çetinkaya'nın ağzından, daha 1971'de Devrimcileri açık oturuma dâvet edebilecek kadar bilgi ve birikimine güvenen günlerimiz vardı! Devlete sâdık ve saygılı, Ordumuz'a sevdâlı derecesinde sevgi doluyduk. "Ordu-Millet el-ele" derken, yürekten derdik. Ordumuz'un Mehmetçikler'den meydana geldiğini; Mehmetçikler'in de kendimiz, kerdeşlerimiz, akranlarımız, akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız olduğunun farkındaydık! Ordumuz ile Dinimiz'in karşı karşıya getirilmek istendiğinin; dünyanın en imanlı ordusunun solcularca dikta-cunta, ümmetçilerce dinsiz diye tarif edilmesine sertçe karşı koyardık!
Yolsuzlukla, rüşvetle, kaçakçılıkla, gayr-ı meşruyla sadece bizim baş edebileceğimizi, Meclis dışından Kabine'ye soktuğumuz Rahmetli Gün SAZAK Beğ ve ülkücü kadrolarla ispatlamış ve bu konuda Abdi İPEKÇİ'den bile methiye almıştık!
16 milletvekili ile Meclis'teyken, bir sonraki seçimlerde enaz 80-100 milletvekilliğini hedefleyen ve bu potansiyeli hazırlamış olan Milliyetçi Hareket Partisi'nin, Alparslan Türkeş'in, Ülkücü kadrolar'ın önü kesilmeliydi! Ecevit, bu korkusunu Meclis'te açıkça; "Faşistler geliyor!" diye korkutarak ve korkarak dillendiriyordu! Her gün üçer-beşer Şehit cenâzesi kaldırıyorduk! İstanbul'da, peşpeşe öldürülen ilçe başkanlarımızın yerine daha cenâze kaldırılmadan gönüllüler çıkıyordu! Çünkü öldürüldükçe şehitleşerek ölümsüzleşiyor ve öldürüldükçe çoğalıyorduk!Hükümete değil muktedir iktidara taliptik!
Aşmağa, taşmağa, Türk'ü Türk'e katmağa taliptik! Hiç bir emperyalist ülkeden ve devletten pervâmız yoktu! Çünkü tamamen milli bir harekettik. Çünkü idealleri büyük olan bir büyük Ülkücü harekettik! Allah'tan korkardık. Bu muhteşem ve mukaddes korkuyu tanıyan yüreğimizde başka beşeri bir korkuya asla yer vermezdik!
"Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'ndan, genelev kadınına kadar bütün insanlarının meselesini meselemiz sayardık. Bütün meselelerin reçetesini de söylerdik! Liderimize, Davamıza, teşkilatlarımız'a inanırdık. Güvenirdik ve sadıktık. Liderimzi ve teşkilatlarımız da bizden oluşur, bize güvenir ve sever-sayardı!
Ülkücüydük Ülküdaşlarım. Ülkücüydük!
(Devam edecek.)
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

SESLİ İÇ HESAPLAŞMA VEYA ÖZELEŞTİRİ, ADINI SİZ KOYUN!...-IV-

Muhtıralar gördük. Çoğaldık, pekiştik!
ABD'nin "Bizim Çocuklar"ının yaptığı, 12 Eylül Kıyâmeti'nden sağ çıkacak kadar dirâyetliydik!
"O toprakta, sen zindanda, ben sürgün." döneminde, dünyanın her yerindeydik! Dünyanın en güçlü teşkilatı sıfatımız vardı! CIA, MOSSAD, KGB gibi resmi teşkilatlardan güçlü bir teşkilâtımızın olduğunu, dünyaya kabul ettirmiştik! Bu teşkilatlar büyük devletlerin güçlü teşkilatlarıydılar ve mensuplarına büyük paralar verirlerdi. Ama ülkücüler; teşkilatlarına hem canlarını hem de paralarını verirlerdi! Bu yüzden de diğer resmi teşkilatlarca tarif edilemez büyüklükte anlatılır ve yazılırdık!
Dünyanın neresinde olursa olsun ülkücü, dardaki ülküdaşının yanına yardımına koşardı. Bunun için davet beklemek bile ayıptı!
12 Eylül Kıyameti'nden sonra, "toprakta, zindanda, sürgün" adresimizle, hâkim güçlerin dikkatini çektik! Hedef alındık! Hasım ilan edildik ve heryandan saldırıya muhatap olduk! Tek başlarına ve kontrolsüz kalan bazı ülküdaşlarımız, çaresizlikten gereksiz işlere, hallere girdiler. Ama bunlar, çok az sayıda idiler. Ülkücülerin ezici ve kahhar çoğunluğu, sessizce evlerine çekilerek yeniden sancağın açılmasını beklemeğe başladılar!
12 Eylül'den sonraki ilk seçimlerde; Başbuğsuz, teşkilatsız girdiğimiz seçimlerde, 700.000 kişiydik! Yani herşeye, her türlü baskıya rağmen vardık! Var olduğumuzu da bütün yerli işbirlikçilere sandıktan haykırdık!
Meclis'te yoktuk! Çoğumuz zindanlardaydık! Fısıltıyla haberleşiyorduk! Ama artık bütün yasaklara rağmen devletin hemen her kadrosunda vardık!
12 Eylül öncesi, teşkilatlarımızda bulunmuş, bölgelerinde ülkücülükleriyle kendilerini kabul ettirmiş, kanaat önderi arkadaşlarımızdan siyâsette başka kulvarlara zıplayanlar da olmuştu! Başaranlar, başaramayanlar tarifini millet yapıyordu! Bu, siyâsette başarılı zıplamalar yaptığını zanneden bizimkilerden de darbeler yedik!
Başbuğumuz'a dil uzatanlar çıktı! Milliyetçiliğin ve ülkücülüğün bittiğini, parti ve ülkü ocaklarının misyonunu tamamladığını söyleyenlerimiz de çıktı! Hükmî geçerlikleri ve binaları bile olmayan teşkilatlarımıza nifak sokulmuştu!
"Türkeş'siz MHP." kumpasları, senaryoları sahnelenmeğe başlandı! Senarist yerli değildi. Yerli taşeronlarsa işbirlikçilerdi. Ama oyuncuların tamamı, yerliydi ve epeyce de ülkücü oyuncu vardı maalesef!
Başbuğumuz, meselenin vehâmetinin farkındaydı. Ama o Başbuğ'du. Çare üretecek yerdi ve çareler üretmeğe devam ediyordu. Cezaevlerinden gönderdiği talimatlarla, mektuplarla hem tarihe belgeler bırakıyor, hem de teşkilatlarını ve ülkücülerini korumaya devam ediyordu!...
Başbuğumuz da, hasımlarımız da, hâkim güçler de ve yerli işbirlikçiler de biliyor ve görüyorlardı ki her hal-ü-kârda vardık! Var olmaya devam ediyorduk! Hâlâ inadına Türkeşçi, inadına ülkücü, inadına MHP'liydik! Bu inatçı var olma direncimizle, bu kötü günleri de Başbuğumuz'un da nezâretinde atlattık!
12 Eylül Kıyameti'nden birkaç yıl sonra baş gösteren bölücü terör ve terörizm başladı. Bu kere de Devlet kadrolarındaki ülkücüler olarak, terörle mücâdeleye soyunduk "Özel Tim"ler adıyla ve gönüllü olarak! Her operasyonda kahramanlaştık ta kahramanlaştık! Bölücü terörün destekçileri, sahte insan hakları havarileri, yerli işbirlikçiler, AB ve ABD'nin kiralık kalem ve ağızları, "Dolma kalemler" hemen saldırıya geçtiler tabi!
"Ülkücü mafya", "Gladio", "Derin Devlet", "Devlet Yanlısı Çete" diye uydurma sıfatlarla ülkücülere ve devletin bütünlüğüne karşı taarruza geçtiler! Bütün bu saldırıları karşılayan, devlet adına dalgakıranlık yapan, millet adına göğüsleyen bir Başbuğumuz vardı. Varlığıyla, bütün bu saldırılar falan kolay geliyordu! Hatta ülkücüler olarak hadisenin boyutunu kavrayamıyorduk bile!
Hem ülkemizin-devletimizin, hem de teşkilatlarımızın nasıl hedef seçildiğini, o meşum, o kara 4 Nisan'da, Başbuğsuz kalınca anladık! Birdenbire ve apansız!...
Bilinen Türkeş hasımlarından, siyasi rakiplerden saygı ve özlem beyanatları duyarak hayret etmezken; içimizdeki Türkeş düşmanlarının su yüzüne çıkmaya başlamalarıyla ve sayılarının da epeyce olduğunu fark edince hayretten hayrete düşmeğe başladık! Hatta panikledik!
Türkeş düşmanlarının el birliği ile, bütün Türkeş öfkelerini "Oğul Beğ"den, "Oğul Tükeş"ten çıkardıklarını izledik hayret ve şaşkınlıkla!
Yıllarca; "Abi, ağabey, reis, başkan" dediğimiz kişilerin davranışlarını anlayıp yorumlayıncaya kadar; kavgaların, münakaşaların, havalarda uçuşan sandalyelerin arasından "Devlet Bahçeli" çıkıverdi ilikli ceketiyle!...
(Devam edecek.)
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR. "
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SESLİ İÇ HESAPLAŞMA VEYA ÖZELEŞTİRİ, ADINI SİZ KOYUN!...-V-

Yeni bir dönem başlıyordu!
İlikli ceketi, önünde bağlı elleri ve saygılı duruşuyla; Türkeş muhalifi olduklarını artık saklamayan "ağabey"lerin desteği ve ellerini havaya kaldırmalarıyla Devlet Bahçeli çıktı sahneye!
Bardağa dolu tarafından bakmayı öğrenmiştik biz! "Ülkücü İrade" adını verdiğimiz delegeler, böyle istemiş ve "ağabey"lerin dediğine göre; "Ülkücü irade tecelli etmiş"ti! Kabullendik sessiz sedasız! Teşkilatlarımız diri, ülkücü hareket iri kalsın diye, "İnadına MHP" diyerek dağlara taşlara düştük yeniden!
Başbuğumuz'la yaşayamadığımız siyasi sandık başarısını, O'nun manevi huzurunda başarmalıydık! Zaten millet te sağlığında anlayamadıklarını anladıkları Türkeş'e karşı, kendisini borçlu hissediyordu! Milletin bu samimi nedâmeti, ülkücülerin ölümüne uğraşları sonunda MHP, %18,5 gibi bir oyla meclis'e girdik!
Ülkücüler huzurlu, millet umutluydu.
Milli ruhlu, milli kimlikli 129 ülkücü millet vekili vardı TBMM'de... Ülkücüler hükümet ortağı idiler. DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin ikinci büyük ortağı idiler. Ülkücü taban bu koalisyona rıza vermemişti! Ana Muhalefet olarak kalıp daha büyümenin yollarını aramalıydılar! Ama tek başına irâde olduğunu ispatlamaya çalışırcasına Bahçeli, hükümetteydi! Bahçeli, bu %18,5' luk oyu tek başına aldığı şeklinde düşünüyor veya düşündürülüyordu!
Uyum Yasaları çıkartıldı!
Tahkim Yasaları çıkartıldı! Apo alçağının idamı sağlanamadı! Bu yüzden hükümet bozma yoluna gidilemedi!
"Onurlu Üyelik" diye bir yumuşak-yuvarlak söylem icat edildi!
Mozayikten, Türkiyeli'likten daha zayıf bir "Çiçek Bahçesi" tanımı yapıldı! "Farklılıkların farkındalık" gibi ülkücülüğe hiç uymayan söylemler çıktı! Milletin tekliği ve bütünlüğü sohbete açıldı!
Asrın afetini "Türk Mucizesi"ne dönüştüren Koray Aydın'ın başarıları da arada kaynadı gitti, hebâ oldu!
"Töre" adıyla, töresizlikler sergilendi! Şahsi kaprisler yüzünden ağabeylere saldırılar yaşandı!Ülkücülere saldıran Rahşan Ecevit'e cevap veren, Ülkücü Hareket'in ilklerinden Ali Güngör; Bahçeli'nin Ecevit saygısına kurban verilerek partiden ihraç edildi!
Sergilenen merkezci görüntülerle sıradanlaştırılan MHP'ye kızan, sesli düşünen ülkücüler, teşkilatlardan ihraç edilmeğe, dışlanmağa başlandı!
"Yapmayın!" dedik! "Ülküdaşlarımızı timsah derelerinde yalnız bırakmayın!" dedik! "Teşkilatlarımız" diye yırtınıp dururken, terk edenlere saldırılarımız yüzünden adımız "bahçeli Fedaisi"ne çıkmışken, bizde teşkilatlarımızın dışına itildik!
Meşrû zamanlarda, meşrû zeminlerde "Bahçeli ile olmaz!"dan başka bir şey söylemedik! Erkek duruşumuz, ürkek tarifi aldı! Ülkü Ocakları'nın ve MHP'nin milli meselelerde meydanlara inmesinden başka bir isteğimiz olmadı ama "Ülkücüler sokakta olmayacak!" gibi bir ajitasyonla bu isteğimiz başka anlatıldı!
Canlar, kanlar, ikballer, istikballer üzerine kurulu Ülkücü hareket'in oda hapsinde tutulmasına itirazlar ettik, duyulmadı! Dünya jandarmalığına soyunmuş, ukala ABD'ye karşı bir dış politika üretemedik! Dış politikada AKP'den farklı hiç bir şey söyleyemedik!
AB ve ABD'ye karşı, diğer sağcı partilerden farklı bir davranış sergileyemedik! Millete umut olma özelliğimizi koruyamadık! Kırk yıl Türk Milleti'nin refleksi sıfatıyla anılan Ülkücülüğü, millete yabancılaştırdık!
Krizleri engelleyemedik! Af yasalarına itiraz edemedik! Baş örtüsü meselesini seçim malzemesi olarak kullandık ama tek bir adım bile atmadık!
Devlet kademelerinde kadrolaşamadığımız gibi, daha önceki sağcı hükümetlerin atadığı ülkücü kadroları da biz yok ettik!
Ülkücü kimlikli rüşvetçiler, ülkücü kimlikli tahsilat büroları, ülkücü kimlikli hortumcular icat oldu!
Sağcısıyla-solcusuyla bozuk düzen partilerinden farklı tek duruş sergileyemedik!
Veeeeee...
Yine Bahçeli'nin tek başına verdiği bir erken seçim kararı ile, boyumuzun ölçüsünü aldık!
İktidarı ve muhalefetiyle bütün partilerle birlikte sandığa gömülürken milletin başına da AKP'yi musallat ettik!
Millet ülkücülere, ülkücüler millete yabancılaştırıldı! Bu arada biz yine ısrarla; "Bahçeli ile olmaaaaz!" diye yırtınıp durduk!
Hâlâ millet ülkücüyle, ülkücü milletle iç içe ve berâber. Ülkücü ve millet beraberce Bahçeli ve MHP'ye mesâfeli!
Gelinen yer ve sonuç bu!
Suç ve suçlular ortada!Önümüzde de Yerel Seçimler var!
Ya şimdi, ya da şimdi!
(Devam edecek.)
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SESLİ İÇ HESAPLAŞMA VEYA ÖZELEŞTİRİ, ADINI SİZ KOYUN!...-VI-

Evet!Ya şimdi, ya da hemen şimdi!
İktidar olmanın yıpratıcılığına rağmen Ana Muhalefet ve MHP'nin yanlış muhalefetiyle seçimlerden oylarını artırarak çıkan AKP; seçimlerden hemen sonra Türkiye'de ilk olarak dev reklam panolarında millete teşekkür ederek yerel seçim startını vermişti.
"2DB" diye adlandırdığım, Ana Muhalefet CHP ve Muhalefet MHP genel başkanları ise, niye kendilerine oy vermediler diye milletle kavgalı!
Artık belli oldu ki Milletçe, "2 DB"den kurtulmadıkça, AKP'den kurtulma şansımız yok!
"Deprem Çadırı"nda deprem başladı! Hukuk işliyor! Millet te bekliyor tamam! Biliyorum Balgat cenahından, fanatik taraftarlar itiraza başlayacaklar! Hainliğimi ilan edecekler, bütüne zarar verdiğimi söyleyecekler!
Herkesi yemin vererek hafızalarına müracaata davet ediyorum. Seçim sath-ı mailinde; hangi AKP'li bakan veya vekil AKP'ye, CHP ve MHP'nin, daha doğrusu "2DB"nin yanlışlarının topladığı kadar oy topladı?!
DB'nin biri; kol saatiyle, çoluk-çocukla metropollerde uğraştığını zannederken Recep Tayyip Erdoğan kırsal kentlerde, mahallelerde kapı kapı dolaşarak onu millete şikâyet ediyor ve mazlum rolü yapıyordu!
DB'nin diğeri; Erzurum'da ip atarken Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül eşlerinin tesettürlü kıyafetlerinden dolayı zulme uğradıklarınından şikâyetlenerek mazlumlaşıyorlardı! Erzurum'da, Elazığ'da, Yozgat'ta, Trabzon'da, İç Anadolu'da MHP dibe vuruken; Erzurum ve Elazığ'ı tulum çıkaran AKP, muhalifim diye benden mi oy aldı?
AB ve ABD ile en iyi biz anlaşırız diye bağırmıyorlar mıydı bu DB'ler? Millet sokaklarda milyona varan sayılarla hep bir ağızdan "AB ve ABD'ye hayır" diye feryad ederken, AB-D taraftarlığı ile mi oy toplanacaktı?
Seçimlerden hemen sonra, okyanus ötesine bile kaçsa getirip yargılatacağı kişiyi; millete ve diğer DB'ye rağmen köşke, bizim DB çıkarmadı mı?
Eski CHP'lileri, eski MHP'lileri AKP'de; eski DYP'lileri, eski ANAP'lıları, eskimiş ve dışlanmış solcu eskilerini MHP'de siyâsete bu, "2 DB" devam ettirmiyorlar mı?
Ufukta yerel seçimler var!
Kapatılsa bile AKP'den başka seçimlere hazırlanan yok!
İki DB'nin debi düşüklüğü yüzünden siyâset muhalefetsiz!
Hadi ülkücüler; ya şimdi, ya da hemen şimdi!
Memleketlerine kendilerini ülkücü kimlikleriyle kabul ettirmiş kanaat önderleri, davanın aysbergleri hadi yerel seçimlere! Büyük Birlik Partisi'nden mi olur, Aydınlık Türkiye Partisi'nden mi olur, MHP'den mi olur hemen karar vererek yerel seçimlerde adaylıklarımızı açıklayalım!MHP'yi bilerek üçüncü sıraya aldım! Biliyorum ki ülkücülerin adaylıklarına izin vermeyecektir!Bölücülerin, PKK'lıların kontrollerine aldıkları yerlerdeki kadar bizler de meleketlerimizde komşularımıza gönül koyamaz mıyız? Yerel seçimler, komşuluk, akrabalık ve hatırla kazanılmıyor mu?
Hadi Ülkü Devleri;
Hadi yiğit Türkler; partilerden olmuyorsa Bağımsız olarak yerel seçimlere müracaat edeceğimizi komşularımıza ilan edelim! Seçimlerden sonraki kongrelerde iş kolaylaşır inanın! Bindikleri dalları baltalayan bu DB'lere ancak böyle anlatabiliriz!
Nasılsa AKP'ye bu iki DB, yine oy toplayacaklar!
Bari bizler, becerebildiğimiz kadarıyla oyların AKP'ye gitmesine mani olalım!
Zor iş değil değil mi?
Hadi Allah; milletimizin ve hepimizin yardımcımız olsun!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR.
"Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN