Pazartesi, Haziran 30, 2008

BU HESABI DA BOZARIZ !...

Pek alanım değil ama biraz felsefe yapmaya niyetlendim, romantikleşerek... Romantizm, bizim kuşağın, hele bizim kuşak ülkücülerin olmazsa olmazımızdır. İdeallerimizde, hayallerimizde, sevdalarımızda hatta dostluğun dahi önüne geçirdiğimiz "Ülküdaşlık" kavramımızda bitmeyen, yenilmeyen, yerilmeyen tek güç kaynağımız romantizmimizdir.
Aklımız kesti keseli çıktığımız "Kutlu Seferimiz"de, yanımızda olmayanları "Niye bizimle değil?" diye değil, "Şimdi o tek başına ne yapar?" diye sorgulayarak üzüldük hep!...
Şimdi de; "Eskitenler, eskittikleri ile beraber eskidiklerinin hatta eskittiklerinden önce bittiklerinin farkında değiller mi?" diye üzülüyorum!
Biten, eskiyen kendileri olsa da üzülürüz ama çare bulmakta fazla zorlanmayız belki!... En azından bütün romantizmimizle ve terk etmeme alışkanlığımızla gider yanımıza alır ve yalnızlıktan kurtararak eskimesine, unutulmasına mani olabiliriz. Ama bu eskittiklerini zannederken eskiyenler, kendileriyle beraber Ülkücü Hareket'in yaklaşık elli yıllık emeklerini yok ediyorlar!
Türk siyâsetine Başbuğ Alparslan Türkeş'in katarak hediye ettiği, milletin siyâsi refleksi haline gelmiş Milliyetçi Hareket Partisini eskitiyorlar, bitirmeye çalışıyorlar!
Erciyes Kurultayı'nı; "Başbuğ'un vasiyeti!" iftirasıyla kaldıran zihniyet; Erciyes'in zirvelerinden aşağı nasıl tepetaklak yuvarlandıklarının farkında olamayacak kadar da hârisler! Veya Erciyes'in zirvelerinden aşağı elleriyle itekleyerek yuvarladıkları Milliyetçi Hareket Partisi'nin düşüşünü seyrederek verilen görevi hakkıyla yapmış olmanın huzurunu mu yaşıyorlar?
Türkçe düşünen, Türkçe yaşayan, Türkçe konuşanların adresi olan YENİÇAĞ Gazetemize, ben fakîre gelen elektronik iletilerde isyânın tarifi, baş kaldırının anlatımı mümkün değil! Baş kaldıranların içerisinde benim dikkatimi çeken ve teşkilattaki ünvanının başına "eski" sıfatı eklenmeyen sadece bir kişi var!
Mutlaka mevcût yöneticilerin eskitemedikleri, hâlâ görevde olan ve teşkilat sahipsiz kalmasın mantığıyla bekleyen ülküdaşlarımız var hatta mevcut genel merkez yöneticilerinin en az yüz katı fazlalıkta olduklarından da eminim!
Ülkücüleri eskitmekle görevli yöneticilerin, gözlerinden kaçtığı için eskitemedikleri ama sür'atle ünvanının önüne "eski" sıfatının ekleneceği bir ülküdaşımızın isyânını, tekrarlayarak hafızalara kazımak istiyorum.
MHP Mersin İl 2. Başkanı Gençağa Meral; "Kurultayın yapılmamasından önce olanlar var. Bizim evvela bunları analiz etmemiz gerekiyor. Hareketin var oluş sebepleri ortadan kaldırıldı. İnsanların buraya gelmesi için bir neden kalmadı. Fikri hareket fikirsiz hale geldi. Entelektüel hiçbir açılım yapılmıyor. Bu böyle devam ederse hareketimize özgü başka şeyler de gidecek. Bizi bu harekete bağlayan "Dokuz Işık" vardı. Bugün artık onun yerine sadece Devletçilik diye bir kavram var. Bu kavram da sadece bir şahsın adı.” diye özetliyor olanları!
Şimdi bu, Gençağa Meral'i; mevcut eskitmekle görevliler, sür'atle eskitmeyecekler mi? Hareket'in doktrininin adının "Dokuz Işık" olduğunu ama bundan sadece bir şahsın adı olan "Devletçilik" in kaldığını söylerkenki belâgata baktık değil mi?
Bu konuda bendenize gelen sayısız iletinin içinden sadece bir delikanlının; "Siz ne yaptınız?" sorusuna da bu belâgat örneği cevap değil midir?
Teşkilât zannettikleri yere ve teşkilâtları yok etmeyi görev edinmişlere bağlılığın artık taraftarlık olduğunu, ülkülerin dışında kalarak sadece "Devletçilik" adındaki şahısçılığa mecbur edildiklerini fark edemeyen veya fark ederek tercihlerini öyle yapanlara bir sözümüz olamaz, haklarıdır!
Ama teşkilâtlarımızdaki varlıklarıyla rahat olduğumuz Ülküdaşlarımızdan bir rica hakkım her halde olmalı!
"Sakın! Ama sakın lütfen yerlerinizi boşaltmak gibi bir gaflete düşmeyin!" Rahmetli Başbuğumuz, özel muhabbet adlı, doyulmaz sohbetlerinde; "İslâmın altıncı, imanın yedinci şartı haddini bilmektir." derlerdi. Şimdi teşkilât içindeki ülküdaşlarımızın, meşrû zaman ve meşrû zeminlerde bu haddini bilmezlere hadlerini bildirmek üzere hazırlığa geçmeleri lâzım.
Teşkilâtlarımızı ancak içerdeki ülküdaşlarımızın baş kaldırmalarıyla igâlden kurtarabiliriz. Yoksa bizler gibi teşkilâtlardan dışlanarak adlarının başına "eski" sıfatı eklenmiş ülkücülerin, müdahele şansımız olmaz, olsa da meşrû olmaz! Yanlış hesâbı Bağdat'tan dönderen bir ırkın ahfâdı olarak, biz bu hesabı da bozarız be Ülküdaşlarım!...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

DENGİR'İN DANGIR-DUNGURU !...

Dengir Mir Mehmet Fırat'ın çıkardığı dangur-dungur seslerle ilgilenmeyecektim aslında! "Deprem Çadırı"nda baş gösteren tsunamiden sonraki panikle, sürekli irtifa kaybeden bu acemi Hezarfen taklitçileri, düşerken acemice sesler çıkarmaya başladılar görüyor, duyuyorum!...
Acemi Hezarfen Çelebi taklitçileri; zaten değişip-gelişip-gömlek değiştirdikten sonra, tebdîl-i kıyafetle kandırabileceklerini zannederek eteklerine yapıştıkları Haçlı'nın verdiği yırtık kanatlarla düşüşe geçmişlerdi!
Adamlar tepe taklak düşerlerken dangur-dungur sesler de çıkarabilirlerdi! Duymazdan geleyim, bir de ben rahatsız olarak adamların kendilerini hâlâ önemli hissetmelerine katkı vermeyeyim diye düşünmüştüm!
Haccac bin Yusuf es-Sekâfî yani Haccac-ı Zalim'ce millete zulmetseler de, düşene vurmak erlik değildir mantığıyla da davranıyordum. Ama kıymetli okurlarımdan aldığım iletiler ve sözüne çok kıymet verdiğim bir Ağabeyim'in isteği üzerine mecbûren değineceğim.
Önce bu acemi Hezarfen Çelebi taklitçisinin çıkardığı dangır-dungurları hatırlayalım.
*"Atatürk devrimleri, Türk toplumunu travmatize etti."
*"Bir gece içinde kıyafetlerini, dillerini değiştirmeleri söylendi."
*"Dinleri altüst edildi."
Vaaaay be!
Bu dangır-dungurları; hem ingilizcesini hem de tercümesini veren "yaygın basın"dan aldım. Bu sözler bir meczûbun savsaklaması değilse, düşüşe geçen acemi Hezarfen Çelebi mukallidinin korkudan çıkardığı sesler değil midir?
Dışarıda ülkenin haysiyetini temsil etmesi gereken Dışişleri Bakanı'nın, Devletini Haçlı'ya şikâyeti ile bu söylemlerin bir farkı var mıdır? O, AB'ye şikâyetlenmişti, bu ABD ve İngiltere'ye, fark sadece bu kadar!...
Bir de, hemen hemen aynı zamanların çocuklarıyız. Dolayısıyla babalarımız ve dedelerimiz de akranlar.
Onların dedeleri veya dedelerinin amca çocukları,- onlarda nasıl olduğunu bilmem de Irakta'da, Suriye'de de, dünyanın bilmem neresinde de aynı aşiretten olmak amcaoğulluğu sayılır ya neyse- devlete baş kaldırır; önce Kürt devleti ister, sonra "Şeriat isterük!"e döner ve vatana ihânet suçu mahkemece sabit görülerek idam edilir. Bizim dedelerimiz asıl travmayı yaşatan(!)lar olarak köy köy yeni alfabeyi, yeni devrimleri anlatabilmek için eğitmenlik yaparlar...
Bu nasıl bir gecelik iştir ki; Muhteşem Türk Atatürk, 1923'le 1938 arasında, onbeş yıl geceli gündüzlü nerdeyse uyumadan uğraşmış!... 15 yıl, bir gece midir? Yoksa dangır-dungurlar kutuplarda mı yaşıyorlardı o tarihlerde?
Bir gece içinde kıyafetleri ve dillerinin değiştirildiği söylenmiş! O yüzden mi seksen yıldan fazladır dilleri değişmedi? O yüzden mi yerli işbirlikçilerle beraber tv kanallarında o güzelim Türkçemizin başını gözünü kıra kıra dillikten çıkarmaya gayret ederler? O yüzden mi seksen yıldan fazladır şalvarlarını, puşilerini takanlara kimse bir şey dememiş? Vay beee!
Hele dangır-dungurun en fazla ses çıkaranı; "Dinleri alt-üst edildi." cümlesi! O günlerin parçalanmış, taksim edilerek paylaşılmış sınırları içinde; pây-i taht işgâlde, şeyh'ül İslâm gâvurların istediği doğrultuda fetvâlar veriyor. Camilere at bağlanmış. Camilerde dansöz oynatılıyor. Bunlara ses çıkarmayan-çıkaramayan din adamları, Atatürk ve arkadaşları hakkında kafirler diye fetvâlar veriyor!
Haaaa! Buradan bakınca doğruduuur! Dinleri alt-üst edildi! Allah ile aldatanların ellerinden dükkânları alındı! Anadolu'daki "Sahte Dervişler" tek tek yakalandı veya sınır dışı edildi!
Minarelerimizden yeniden Ezân-ı Muhammedî inlemeye başladı! Şeyh'ül İslâmlığın yerine Diyânet İşleri Başkanlığı kuruldu ve nerdeyse iki bakanlığın bütçesi kadar bir bütçe tahsis edilerek, dîne sahip çıkıldı!
Muhteşem Türk Atatürk ve arkadaşlarının bu gayretlerini ve başarılarını inkâr edecek kadar nankör olan bu dangır-dungur demokrasi havarilerini, Allah(c.c.), zaten rüsvâ etti! Şimdi sıra hukukun bu dangır-dungur sesleri çıkaranları susturmasında!...
Ne bu devlet sahipsiz, ne de bu millet bu kadar kolay devletinden vaz geçer!
Akılları düşerken başlarına gelir mi bilmem ama, sandığın karanlıklarında ödleri patlayarak akıllarının başlarından külliyen uçacağını da görür gibiyim...
Önümüzde boş tenekeler, yukardan yuvarlanıyorlar ve dangııır-dungurdan başka ses yok!
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Haziran 29, 2008

TÜRK'ÜM, TÜRKÇE DÜŞÜNÜRÜM...

"Bir ülkede namuslular da, en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o ülkeye kurtuluş yoktur."
Medeniyetin nerelerden nerelere taşındığının, medenîlerin nasıl çağa-zamaneye boğdurulduğunun, zamane yobazlarının nasıl medeniyete karşı galip geldiğinin de ispatı maalesef!
Duyarlı, hür akıllı dolayısıyla da vicdanları pâk kişiler, bazı sohpetlere denk gelir ve hayretlere düşerler! Bu sohbetleri dinlemek te sıkıntıdır, anlamak ta ve anladığını bir yerlere taşımak ta!... Çünkü sözle söyleyen bir birine yüzde yüz zıttır!
Her ne sebepten o hayatı yaşıyor olursa olsun, genelev sermayesi bir kadının veya telekız tarifli bir kadının, namustan-namusluluktan, iffetten bahsetmesi gibi!
Hırsızlığı tescilli birinin doğruluktan dem vurması, yalancılığı ile meşhur birinin doğru söz diye yemin üstüne yemin etmesi gibi!...
Dostlar;
Erzurum'da; "Ağzımla isteyip neremle yiyeyim?" derler. Bu ızdırap çekip ses çıkarmadan aşınmanın Dadaşça söyleniş şeklidir. "Ağlamayana meme yok!" ta bir Türk sözüdür, "Derdini söylemeyen derman bulamaz." da!
Dertlerin, sıkıntıların paylaşıldıkça hafifleyip azaldığını, mutluluk ve refahın paylaşıldıkça arttığını da biliriz! Biliriz de, ne kadar yaparız diye de hep merak ederiz ama hiç kendimize sormadan! Neyimizi, kimle, ne kadar paylaştığımızı hiç aklımıza getirmeyiz! Düştüğümüz her sıkıntıda arayacağımız ve aklımıza ilk gelen, "dost" dediğimiz kişileri, huzur verici hangi kazanımımızda arayıp aramadığımızı hiç düşünmeden!...
Papazın elinde Kur'an, imamın elinde İncil görürsem şaşırmam! Her ikisinin de öğrenmek adına bu kitapları incelediğini düşünür ve incelemeleri gereğine inanırız. Hatta bazen haddimi aştığımı bile bile papazların Kur'anı, imamların İncil'i okumalarını ısrarla isterim bile... Ama elinde Kur'an gördüğümüz papazın arkasında namaz kılınmayacağını, elinde İncil gördüğümüz imamla günah çıkarılmayacağını da biliriz!
Memleketimizin dört yandan ve alttan-üstten yerli işbirlikçilerin de yardımlarıyla müthiş bir tazyîke muhatap olduğunu hepimiz biliyoruz! Sağcısı-solcusu, ülkücüsü-devrimcisi, laiki-ümmetçisi, dinlisi-dinsizi duyarlı yüreklerin tamamının, aynı yerlerimizin ağrıdığını da biliyoruz. Dip dalgalanması da bu olsa gerek!
Biliyoruz da ne oluyor?
Hâlâ kendilerine "ulusal basın" adı koymuş "yaygın basın"ın gazete adındaki ambalaj kâğıtları, yüzbinlerce satılıyor! Hâlâ duyarlı bildiğimiz, kanaat önderi saydığımız kişilerin ellerinde bu "yaygın basın" örneklerinden birini veya bir kaçını görebiliyoruz! Her gördüğümüzde canımız acımıyor mu? Her gördüğümüzde milli bütünlüğümüze kast eden bu gazete maskeli virüslere paramızın verildiğini görerek incinmiyor muyuz? Ve bu bizim paralarımızla, milyon dolarlara transferler yaşayan ve aldıkları paranın büyüklüğü kadar "şeyh'ül muharririn" ünvanı kazananlara kızıp durmuyor muyuz?
Acaba diyorum! Acaba; "Dünyayı Türkçe okuyan ve okutan YENİÇAĞ gazetesi"nin tirajından utanan dostlarımızın sayısı yeterli mi? Türkçe düşünen, Türkçe konuşan kanaat önderlerinin sadece gönül bağıyla bir araya toplanarak dünyaya kafa tuttuğu YENİÇAĞ, Türklerden, Türkiye Sevdalıları'ndan yeterli desteği alıyor mu?
Türk'ü, Atatürk'ü, Türkiye'yi, Cumhuriyet'i, Devleti sevenlerden kaç kişi, günde bir yerine iki YENİÇAĞ alıyor? Kaç kişi, aldığı YENİÇAĞ'ı, bilerek bir kahvede masada unutarak gidiyor? Bu dediklerim yapılmamış olsa, elbette YENİÇAĞ'ın hayatını idame ettirebilmesi zor olurdu! Allah hepinizden razı olsun Dostlar...
Biraz daha, biraz daha destek!
Biraz daha birbirine benzer Türklerin sayılarının artırılması için gayret rica etsem, çok şey mi istemiş olurum! Milyon-milyon dolar ve euro ile desteklenerek milli meselelerimizin kösteklenmesinde kullanılan gazete kimlikli paçavralara kafa tutabilmek için biraz daha gayret rica etsem çok şey mi istemiş olurum?
İstemenin çok zor olduğunu bile bile sizlerden YENİÇAĞ'a destek istiyorum! Sizlerin ne kadar YENİÇAĞ'a ihtiyacınız varsa; YENİÇAĞ'ın da o kadar sizin desteğinize ihyiyacı var. Hadi bu gün sesimizi iki kişiye daha duyuralım ne dersiniz? Hadi Türkçe düşünelim...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 28, 2008

ERCİYES'TE BULUŞMAK ÜZERE...

Sustukça yükseldi sesimiz sanki
Sağırca duyulup körce görüldük
Dünümüzden utansa da bu günki
Ülkü Saflarına özel örüldük...

Durdu dünya, döner oldu dönekler
Süvariye itirazsız binekler
Küçük amma mide bozdu sinekler
Biz, batağa hasır diye serildik...

Sorulur herkese neden, ne diye
Ömürler var bir ülküye hediye
Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye
Erciyes'ten Turan'a gider bilirdik...

Hazanda solunca çiçek bahçesi
Kalmaz koku okunmaz esâmîsi
Duyulunca ensede Kurt Nefesi
Biter namert! Biz ölerek dirildik...

Sadağımız dolu, budaksız oklar
Dişler kenetlenmiş, suskun dudaklar
Ürkek korkar, erkek gönlünü yoklar
Yarına sefer var diye gerildik...

İşareti almış idik Başbuğ'dan
Nasipliydik hay'dan, vay'dan ve toy'dan
Kırk yıldır dillerde hep meydan meydan
Efsane edildik. Ölüp dirildik...

Şu Erciyes'i, şu 18 yıldır tekrarlanarak teamülleşmiş kurultayı, şu bütün olumsuzluklara rağmen ülküdaşları ülkücü hasretiyle kucaklaştıran buluşmayı, sonlandırmaya cesâret edenlere biraz daha seslenmek istiyorum!...
Aldığım iletilerin tamamı, birbirine benzer ve öfkeli...
Hangi ülkücünün ülkücü olmasında mevcut MHP yöneticilerinin katkıları var Allah aşkına? Bizim kuşak, Başbuğumuz ve yakın mesai arkadaşları sâyesinde, farklı siyasi görüşlere mensup ana-babaların çocukları olarak ülkücüleştik. Ama bizim çocuklarımız ve torunlarımız, "ülkücü oğlu ülkücü" olarak doğdular. Hiç biri Başbuğumuz'u görmedi ama gören ana-babalarından dinledikleri Başbuğ'u, ana-babalarından çok daha fazla sevecek kadar tanıdılar!
Hâlâ birileri bana; "Lider, teşkilât, doktrin" diye hatırlatma yapıyor! Yapmayın beeee!
Ülküdaşlarım; nerede duruyorsa dursun hâla "Ülkücüyüm" diyebilme yüreğini, sadakatini gösteren can yoldaşlarım; ben fakîri tanıyanlar, "lider-teşkilât-doktrin" üçlemesine, ölümüne sadık olduğumu bilirler. Devlet Bahçeli'den lider diye bahseden kardeşlerim ise taraftarlık ile ülküdaşlık arasındaki farkın farkında olamayacak kadar ya taraftarlar, ya da gençler...
Ülkücü Hareket'in bir tek lideri vardır: Başbuğ Alparslan Türkeş. Ülkücüyüm diyen her keste ona sadıktır. Eğer genel başkanlık kendisiyle beraber liderlik getiriyor olsaydı Ali Koç ve Abdulkerim Doğru'nun da lider olmaları gerekmez miydi? Her ikisi de çok zor dönemlerde Parti genel Başkanlığı yapmışlardı. Allah razı olsun...
Ülkücü Hareket'in teşkilatları Ülkü Ocakları ve MHP'dir. Hiç bir ülkücünün ne Ocağa, ne de MHP'ye söyleyecek tek kelimesi yoktur. Olmamıştır. Ama yanlış yöneticilerin yanlışlarını söylemek gibi bir ülkücü tavır sergilenmiştir.
Ülkücü Hareket'in doktrini "9 Işık"tır. Mevcut Genel merkez Yöneticileri ve yol arkadaşlarının, 11 yılda kaç kere ağızlarına aldıklarını hatırlıyor musunuz? Eğer "lider-teşkilat-doktrin" üçlüsüne sadık kalmamış birileri aranıyorsa; her kesin dikkatle MHP Genel Merkez Yöneticileri ve yol arkadaşlarına bakmalarını tavsiye ederim!
Türkçüler Günü'nün adı değiştirildi. Dünya Türk Devletlerinin buluşturulduğu ve Başbuğumuz'un başlattığı Büyük Türk Kurultayları bitirildi. Aday olabilmek için olmazsa olmaz kriterimiz olan Ülkü Ocaklı olma şartı kaldırıldı. Halkların kardeşliği-eşitliği gibi korkunç parçalayıcı söylemler terennüm edildi. Mozaiğe itirazımız varken çiçek bahçesi gibi çok zayıf bir millet tarifi yapıldı. Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi gibi çok ötekileştirici söylemler kullanıldı. "Her türlü kültür emperyalizmine hayır." diyen ülkücü hareketin içinde diyalogcular, işbirlikçiler, AB'ciler, ABD'ciler yer bulabildi. C5'lerde Ülkü Devleri'ne işkence eden psikopat ekibin başı, müdürü millet vekili edilerek meclise taşındı. PKK'nın siyasal uzantılarıyla tokalaşıldı kucaklaşıldı. Apo çukurunun en kıdemli avukatıyla; "Gel Hasip! Meclisin rengini tamamlayalım." diyerek kucaklaşıldı. Millete verilen hiç bir söz tutulmadı. Şu an yapılacak bir anketle Türkiye'nin en yalancı siyasetçisinin kim çıkacağını bilmiyor muyuz?
İçim dolu, yüreğim ağzımda, söylenecek daha çok şey var ama yerim dar! Öfkem geçmezse -ki zor geçecek- devam edeceğim...
Belirlenecek bir tarihte Erciyes'te buluşmak üzere...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÖTEKİLER, ÖTEKİLEŞMİŞLER! GÜNAYDIN!...

"Türk toplumuna travma yaşatıldı. Bir gece içinde kıyafetlerini ve dillerini değiştirmeleri istendi. Dini yaşama yolları değiştirildi."
Söze bak, hizaya gel!
Adamlar, resmen öteki! Resmen ve âlenen ötekileşmişler, ötekileşiyorlar ve arada bir "birlik-beraberlik, demokrasi" falan söylemleriyle akıl karıştırmaya devam ediyorlar!
Adamlar; kendilerini ötekileştirdiklerini söylemekten çekinmiyorlar ama bizler, yani %47'nin karşısındaki 53 parçalık %53'ler, adamlara "öteki" demekten imtina ediyoruz!
Allah ile aldatanların hesabının görülmesini, mutlaka ilâhi adâletten bekleyeceğim ama eşref-i mahlûkattan olan, eşref-i mahlûkatın en çok övülenlerinden olan Türk Milleti'nin 10.000 yıllık devlet teamüllerinden hareketle, mer'i kanunlarıyla bu adamları yargılamalarını daha bir sabırsızlıkla bekliyorum! Hukuk olmazsa devlet mi olur?
Ceza yasalarımıza göre, sıradan bir vatandaşa dahi hakaret etmenin yasal ceza olarak karşılığı varken devletin kendisini, kurucusunu, yasalarını ve sistemini korumasının adına "hukuk darbesi" diyecek kadar pervasızlaşan, hukuk tanımayan ötekilerin, hadlerinin bildirilmesini beklemeyelim mi?
"Kötüden, yanlıştan örnek olmaz." diye ahlâki öğretilerimiz vardır. Ama son 40 yılımızda maalesef bütün örnekler; kötülerden, yanlışlardan, kurnazlardan, hortumculardan, aile fotoğraflarından, papatyalardan, prenslerden, yol arkadaşlarından, imanlı(!) kadrolaşmalardan, dönenlerden-gelişenlerden, sık sık gömlek değiştirenlerden oluşuyor!
Yıllardır kendimizi yırttık! Haykırarak parçalandık!
İmam Hatip Liselerinin "arka bahçe" olarak tarif edildiği günden beri, kendilerinden olmayanların "pataten dinliler" olarak tarif edildiği günden beri, "rektörlerden türbana esas duruş alınacağı"nın açıklandığı günden beri, "Sen ne mutlu Türk'üm diyene dersen birileri de ne mutlu bilmem neyim der." denildiği günden beri; "Geliyorlaaar, biz getirmesek te gelmelerini kolaylaştırıyoruz." diye feverân ettik durduk!
Dini, dinci geçinenlere; Atatürk'ü Atatürkçü geçinenlere, milleti milliyetçi geçinenlere, sosyal demokrasiyi sosyal demokrat veya demokratik solcu geçinenlere tahrip ettirdiler seyrettik! Adam hem demokratik solcuyum dedi, hem Atatürkçüyüm dedi, hem laikim dedi ve hem de Fetullah Gülen'e kimsenin vermediği desteği açıkça verdi görmezden geldik! Hatta vefalılığını ve sadakatini alkışlayanlarımız bile oldu!
Sol'un en uç yerlerinden, dincilik siyaseti yapanların yanına transferler yapılabildi! Seyretmekten öte bir şey yapmadık! Çünkü düşünme yeteneğimize taraftarlık adına ipotekler koyulmuştu! Hırsızın, arsızın, uğursuzun hatta hainlerin bile artık "Bizimki" tariflilerini oluşturmuştuk! Akıllarımız işgâlde, vicdanlarımız ipotek altındaydı!
Biliyorduk ama aklımızı ve vicdanımızı kişisel çıkarlarımız uğruna akıllılık-kurnazlık tarifiyle kendimiz kiraya verdiğimiz için sadece seyretmekle de kalmıyor, alkışlar da vuruyorduk!
Milletin içindeyim. Ha bire dolaşıyorum! Çareyi milletin üreteceğine, çarenin çarıklı erkân-ı harpten çıkacağına o kadar inanıyorum ki!...
İzmir'de cami cemaatinden bir amcayla sohbetimde; "Hoca! Hoca! Av köpeği, her zaman eli tüfeklinin yanına koşar!" şeklindeki muhteşem, bir o kadar da ürkütücü tarifi duyunca, bütün edebime, toplumun kararlarında hep mâzur olduğuna inancıma rağmen %47' yi anlar gibi oldum! Sözü söyleyen de %47' nin içindendi!
Çarıklı erkân-ı harbin söyledikleriyle çok muhterem Ağabeyim Nihat Çetinkaya'nın, canlı tv yayınında; "AKP, güvenlik güçlerinden alternatif bir güç oluşturdu ve 1 mayıs'ta İstanbul'da güç gösterisi yaptı!" tarifini örtüştürdüm ve milletin neden AKP'de olduğunu anlamaya başladım!
Toplum, genellikle güçe teslim oluyormuş demek ki! Biz; duyarlı, kanaat önderi geçinenlerin, milyon dolarlara tarnsferler yaşayan, akıllı "taraf" taraftarlarının pazarlarını seyretmekten başka iş yapamadığımızı da keşfederek kahroluyorum!
Kardeşim! Adamlar ötekiler! Ötekileşmişler! Kendilerini tariften başka bir şey de yapmıyorlar! İmparatorluk başkentini, payitahtı Haçlı işgâlinden kurtararak, yeniden minarelerden Ezan-ı Muhammedi'nin inlemesini sağlayan, dansöz oynatılan, at bağlanan camileri yeniden ibadete açan, Diyânet İşleri başkanlığı diye bir kurum kurarak iki bakanlık bütçesinden fazla bütçe verecek kadar Müslüman olan bir Devlet Kurucusu'na, Atatürk'e karşı nankörlüklerini açıkça yapacak kadar Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı olduklarını tevilsiz söyleyebiliyorlar!
Biz ise hâlâ; insan hakları, demokrasi, demokratlık adına bu adamların ötekiliklerine yumuşatarak kılıf hazırlanmasına, seyrederek yardımcı oluyoruz!
Beğler! Vallahi devlet te tehlikede, sistem de, vatan da hatta din de elden gidiyor!
Adamlar, hâlâ "Allah İle Aldatanlar" tarifini mükemmel hak ediyorlar!... Zor iş ama beceriyorlar işte!... Günaydın adamlar ÖTEKİLEŞTİLER!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 27, 2008

ERCİYES'TE BULUŞMAK !...

"Zaman olur hayâli cihan değer."
Bizleri, ülkücüleri, "Ülkü Devleri"ni, devlet ve millete hayat ve ikbâl bağışlayıp sessizce sevdâlarına devam edenleri, hayalleriyle bile başbaşa bırakmayanlara, bir şeyler demek lâzım.
Katıldığım son "Erciyes Kurultayı"nı hatırladım!
Türkiye'nin dört yanından Erciyes'e gelen ve hasret giderebilmenin, birbirlerini görerek yeniden savaşçı sayısı sayanların kucaklaşmalarını Erciyes Dağı, saygıyla kabulleniyordu. MHP Milletvekilleri ve milletvekili aday adayları, Genel Başkan'a görünebilmek için birbirinden habersizmişçesine Devlet Bahçeli'nin istirahat buyuracakları otele doluşurken bizler, hasret ve heyecan yüklü yüreklerimizle, birbirimize görünmek ve gördüklerimizden heyecan ve cesâret alabilmek için Erciyes Dağı'nı karış-karış dolaşıyorduk.
Teşkilâtlarımız iri ve diri kalsın mantığıyla çalakalem yazdığım dönemlerdi! Gidenlere; "Terk edenler!" dediğim ve yüklendiğim için adımın "Bahçeli fedaisi"ne çıktığı günlerdi. Otelin lobisinde, yaptığı 15 dakikalık konuşma sonrasında müthiş yorulan Genel Başkan'la Karşılaşmıştık. Genel Başkan; "Hoca, iki kelimeyle Erciyesi anlatabilir misin?" diye sormuş, yüreğim ağzımda ata ata; "Sayın Genel Başkan, iki kelime fazla! Tek kelimeyle muhteşem!" demiştim bende...
Ama yetkili ve etkili arkadaşların çadırlarda dolaşmalarını; Ülkü Devleri'nin sessizliğinin nedenlerinin araştırılmasını, "Dâvânın Aysbergleri"nin sessiz itirazlarını duyarak kendilerine aktarmalarını arz etmiştim!
Sonraki Erciyes Kurultayları'na ben de katılmadım. Katılamadım! Katılırsam; hasret gidermek için bir araya gelen Ülkü Devleri'nin arasında bana yapılabilecek bir saygısızlık yüzünden sert olayların olmasından korkmuştum!
Keşke'nin şeytan sözü olduğunu, vesvese başlangıcı olduğunu bilenlerdenim ama "Keşke hepsine katılsaymışım." "Keşke katılarak ne olacaksa olsun!" mantığıyla birilerinin renginin, şeklinin belli olmasına katkı verseymişim, diye hayıflanmaya başladım!
"Oğul oğulsa n'eyler baba malını; oğul oğul değilse n'eyler baba malını?" halk tekerlemesini hayata geçirdi "Bahçeli MHP"nin acemi bahçevanı!
Artık "Erciyes Kurultayı" da yok!
Zaten adaylık kriterlerinde Ülkü Ocaklı olmak şartı da kaldırılmıştı! Milletin değil halkın tanıyor olması adaylık için ilk şart olarak belirlenmişti! Ben de; bir iki dostumun tavsiyesi ve ricası üzerine, halâ MHP'de kalmayı ülkücülük olarak tanımlayan Ülkücülerin hatırına Bahçeli hakkında konuşmama kararı almış ve açıklamıştım!
Kurtluktan, güvercin önünde ceket ilikleyerek kuşluğa indirilmiştik! Şimdi de Darvin teorisini ispatlamak için olsa gerek kuşluktan balıklığa dönüşümüz başladı galiba! "Balık baştan kokar." teorisini ispatlayarak Darvinizme katkı veriyoruz!
Bir şeyi çok açıkça, çok tevilsiz olarak söylemek durumundayım; Bahçeli ve yol arkadaşları, Ülkü Devleri'ni çok dikkatle izleyin! Dâvânın Aysbergleri'ni tanıyor ve biliyorsanız çok dikkatle izleyin! Meşrû zeminlerde, meşrû zamanlarda bu yapılanların hesabı sizden mutlaka sorulacaktır. Sorulmalıdır. Türk Milleti'nin istikbali ile milliyetçilik maskesiyle oynayanlardan millet, mutlaka kanaat önderleri vasıtasıyla hesap soracaktır!
Bizler zaten hayalleri olan, idealleri olan bir hareketin mensuplarıyız. Kur'an rehberliğinde ilerleyeceğimiz Turan seferimizde; hayallerimizin arasına "Erciyes Kurultayları"nı da alırız! Bizi bu muhteşem mirastan mahrum edenleri, kendimizden ilelebet mahrum bırakarak cezalandırırız elbet.
Bizler; Dâvâ Adamları, Mücadele İnsanları, Ülkü Devleri, Dâvâ Aysbergleri önderliğinde, kanaat önderi ülküdaşlarımızın teamüllerimize uygun yönlendirmeleriyle sizden de hesap sorarız bir gün!
Erkeğin erkekliği nasıl babanın ölümüyle başlarsa; Ülkücünün ülkücülüğü de Başbuğ'un dünyasını değişmesiyle başlamıştır. Başlamış olmalıdır.
Bir Türk Yiğidinin, Erciyes'e dikeceği sancağı, sabırsızlıkla bekleyeceğim ve iki elim kanda olsa o sancağın altına yalın ayak baş açık koşacağım Allah'ın izniyle... Kurnaz kardeşler tarafından Yusuf'luğa terk edilmiş Ülkücü Oğul, sözüm ve ricam vallahi sanadır!...
Bu sitemnâmem, ülküdaşlarımızla Erciyes'te buluşmak üzere bir vaatleşmemiz olsun inşallah...
"Ergenekon yurdun adı/Börteçine kurdun adı/Onbir sene durdun hadi/Çık ey yüzbin mızrağımız."
"TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BİLDİĞİMİZ HASTALIĞIMIZ !...

Bize ne zaman, nereden, nasıl bulaştı bilemem ama; bir memnuniyetsizlik, bir doyumsuzluk ve bir tenkid hastalığı bulaştı! Tedavisi için kimler, ne yaparlar bilemem ama pek kolay olmadığını biliyorum.
Dünya güzellik kraliçeliğini kazanmış bir güzelin, gözleri hafif şehlâysa ve de sevdiğimize veya annemize benzemiyorsa; "Şaşı!" der kenara çıkarız! Boyuna kısa dediğimiz hiç kimseyle yanyana durarak boy ölçüşmemişizdir! Şişman veya zayıf diye tenkid ettiğimiz hiç kimseyle, basküle çıkarak kilolarımızı mukayese etmemişizdir!
Zengine hırsız deriz, hortumcuya zengin!
Fakire tembel deriz, dilenciye asalak!
Çok çalışana, aptal; çalışmayıp kaytarana kurnaz-uyanık!...
İltifatlarımızı, her ortamda uyanıklardan yana kullanır, sonra da uyanıkların uyanıklıklarından şikayet ederiz!...
"İnadına tayyip..." sloganını ezberler, hançeremizi yırtarca bağırır; elli yıldır taraftarı olduğumuz partiyi, bir başka partiye kızarak terk eder, gelenin gideni aratacağını bile bile hiç tanımadığımız adamlara "İnadına...." oy verir sonra da şikayetlenir de şikayetleniriz!...
Bu tenkit ve şikâyetlenme hastalığımızı, bu başkalarının gözündeki çöpü mertek görme hastalığımızı fark eder; ferâsetimizi, kendimizdeki eksikleri görmek üzere kullanmaya karar verirsek belki işi kolaylarız!...
Başkaları yaptığında "Çok ayıp!" , "Haram!" olarak yorumladığımız işleri, eğer biz yapıyorsak, en doğrudur, en helâldir!
Eğer bizdense, hırsızımız da pezevengimiz de namusludur!...
Yıllarımızı, onlarca yıllarımızı bu "Bizim..." saydığımız "Namuslu namussuzlar" yüzünden kaybettik! Kaybedilen her şeyin telâfisi mümkün ama giden zamanın, asla. Gidenin, her zaman ve her türlü bizden gittiğini fark ederek; "Zararın neresinden dönersek kardır." kararlılığı ile aklımızı başımıza toplama şansımız hâlâ var.
Artık bu şansımızı, kullanalım lütfen! Siyâseten devletimizin kurumları arasında oluşturulan şürtüşmeler, artık saklanamıyor! Veya saklanmıyor! Cumhuriyet ve Muhteşem Türk Atatürk'le açıkça savaş var!
Aktif görevlerinde iken ısrarla susan asker veya bürokratlarımız, görevlerinin tamamlanmasına az bir süre kala çok ciddi mesajlar verebiliyor ama bu ciddi mesajların muhatapları, bu mesajları ciddiye bile almıyor!...
Bu ciddi mesajları ciddiye almayan siyasilerimiz de ne hikmetse zamanın seller gibi aktığını ve sellerce akarken etrafındaki her şeyi de silip süpürerek götürdüğünü, görmezden-bilmezden geliyorlar!...
Artık "Bizim..." de olsa hırsızın hırsız, namussuzun namussuz olduğunu; herkes, sevgileri ve saygıları adına sevdiklerine-saydıklarına söylemelidir! Yoksa artık gelenin gideni aratması gibi bir olumsuzluğu da lüks olarak arayacağımız günlere gidiyoruz!...
PKK'nın yaptıklarını, en ince teferruatına kadar bilen Ermeni asıllı bir aydınımız(!); askerlerin yaptıklarını bilemediğimizi söylemişti aylar öncesinden! Ceza evi adıyla tatil kamplarında özel beslemeye aldığımız terörist başları, bir birlerine "Beğ" hitaplı mektuplar yazmışlardı! Bu katiller, bu şerefsizler; Milletin huzuru için(!), birbirlerine silah bırakma davetleri yapmışlardı!...
Allahınızı severseniz artık aklımızı başımıza toplayalım!...
Bu hainlerin vatanları yok!...
Bu hainlerin bayrakları yok!...
Bu hainlerin, biat ettikleri Haçlı'lar haricinde devletleri de yok!...
Bunlar sadece misafir oldukları evlerin balkonlarını, bahçelerini kirletmekle görevli pislikler. Bunların saçacakları pislikleri ve yaptıkları kirlilikleri temizlemek, sonunda bize kaldı!...
O zaman neden gününden önce bu pislik üretkenlerini susturmaya soyunmayız?
Neden bu pisliklerle, bu hainlerle canları pahasına mücadele eden Güvenlik Güçlerimiz'e ve Silahlı Kuvvetlerimiz'e gereken siyasi desteği vermeyiz-verdirmeyiz?
Türk'ün Zaferler ayı Ağustos ayına yaklaşıyoruz. Neden her gün kahramanlık destanları yazan bu evlatlarımızı, gönüllerimizde hak ettikleri yerlere oturtmayız? Hiç değilse bu zaferler ayında, iltifat bu kahramanlarımızın hakkı değil midir?
Her kes kapısının önünden sorumludur. Her kes sevdiklerinden, saydıklarından sorumludur. Hadi tez zamanda herkes sorumluluklarının bilincine vararak sevdiklerini-saydıklarını uyarmaya; herkes hainlerce pisletilmiş bahçesini, balkonunu temizlemeye başlasın....
Bu temizliğe başlayalım ki Türk'ün Zaferler Ayı Ağustos'ta ki kutlamalara hak kazanalım!
Yoksa bulundukları yerden bize iğrenerek bakan gerçek kahramanların; soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, yuttuğumuz lokmayı bize haram ettiklerinin farkında değil miyiz?!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 26, 2008

HUKUKSUZLARIN HUKUKLA SAVAŞI !...

"Adalet ile merhâmet bir arada olamaz!" diye müthiş bir dîni öğreti hatırlıyorum. Merhâmet ile adaleti veya adalet ile merhâmeti bir arada düşünüyorum ve aklım karışıyor!
Hukukun hukuk gibi işlemesi gereğine, bir daha inanıyorum. Hukukçuların, nasıl bir vicdanî baskı ile karşı karşıya kaldıklarını, bırakıldıklarını ve ne kadar hür akıllı dolayısıyla hür vicdanlı olmaları gerektiğini fark ediyor ve şaşırıyorum!
Anayasa Mahkememiz, kurulduğu günden bu güne kadar sayısız kere; "Büyük Türk Milleti adına" diye kararlar verdi. Partiler kapattı. Siyasiler yargıladı. Cezalandırdıkları oldu. Berat edenler oldu. Mahkeme kararları elbette tenkit edilmez değildir. Ama tenkitlerin, mahkeme kararlarını değiştirmeye gücünün yetmediği de malum...
Demokrasiyi ve Cumhuriyet kazanımlarını amaçlarına ulaşmak için araç olarak kullandıklarını-kullanacaklarını açıkça söylemekten çekinmeyen, günümüz demokrasi havarilerinin yaptıklarını hatırlayıp hatırlatmak istedim!
RP hakkında kapatma davası açıldığında bu müthiş demokrasi havarileri; gününden önce RP ve Mücahid Erbakan'ı terk ederek Meclis'te grup kurmuş, kendilerini Mücahid Erbakan'ın kontrol ve tazyikinden kurtaran hukuka alkışlar vurmuşlardı!
DTP hakkında kapatma davası açıldığında yine bu müthiş demokrasi havarileri; Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da teşkilâtsız bırakılacak olan Kürt oylarına heveslenerek, "Şeriatın kestiği parmak acımaz. Yaşasın hukuk!" diye sesli-sessiz sevinmişlerdi!
Bayındırlık Eski Bakanı Sn. Koray Aydın'ın, oy birliği ile beratında; aynı demokrasi havarilerine göre hukuk yanlıydı!
Eski Başbakan Mesut Yılmaz'ın mahkemesinin sonuçlanmasında da mahkeme yansız değildi bu demokrasi havarilerine göre!
Kayıp trilyon davasından suçlu bulunan Erbakan'a verilen cezada da tarflılık vardı bu demokrasi havarilerine göre ve bu hukuk Haçlı'ya şikâyet edilmeliydi!
Hele hele AKP hakkında kapatma davası açıldığında; ne hukuk kaldı, ne hukukçu! Hukuk demokrasiye karşı darbe yapmıştı! Devletin kurumlarının, kendini koruma refleksinin adı; alınan %47'lik oydan bahisle "Milli iradeye karşı çıkmak"tı! Defolu demokratların destekleriyle Köşk'e çıkan "Beraber yürüdük biz bu yollarda" tarifli kişinin, Anayasa mahkemesi kararını tanımayacağının açıklanması ile hukuksuz bir ülke oluverdik bir anda!
Ve aklım karıştı tabi! Ve öfkelendim tabi!
Yıllarını cezaevlerinde geçirerek sonradan berat eden, devletten hayat ve ikbal alacakları olan binlerce ülkücünün, devrimcinin çektiklerini ve çektiklerini sadece devletin bekası düşüncesi ile kabullenişlerini hatırlayınca; bu demokrasi havarilerinin, şirret mahalle karıları gibi davranışlarını anlamakta zorlandım! Veya devletten hayat-ikbal alacaklı olmalarına rağmen asla AİHM'ye gitmeyi düşünmeyen, tenezzül etmeyen gururlu mağdurların aptallıklarına kızmak istedim!
Bu kadar hukukun çiğnendiği, bu kadar hukuk kararlarının tenkit edildiği hatta en zirve tarafından tanınmadığının ilan edildiği bir ülkede yaşamak için ne günah işlediğimi merak etmeye başladım!
Sadece baklava çaldığı için yıllarca hapse mahkûm edilen aç millet çocukları ile, trilyon lirayı hazineden zimmetine geçirerek iç eden Erbakan'a verilen cezayı ve suç ortağının Köşk'e çıkarak mahkeme kararını tanımadığını açıklamasını mukayese edince; demokrasiden de nefret ettim, adil olmayan hukuktan da!...
Bu hukuk; trilyonu iç edenleri yeterince cezalandırarak ve saklanmış olan trilyonu geri alarak hazineye vermedikçe; demokrasi ve Cumhuriyet kazanımlarını araç olarak kullanıp Meclis'e giren ve dokunulmazlık zırhına bürünerek milli değerlerimize saldıranlardan gerekli hesabı sormadıkça; devletime ve güvenlik görevlilerime kurşun sıkan şakileri destekleyen demokrat maskeli hain siyâsilerden "Türk Milleti adına" hesap sormadıkça; İstiklâl mahkemelerinde yargılanıp hainliği kesin görülerek idamla cezalandırılmış bir hain dedenin torununun, Atatürk ve Cumhuriyet'ten intikam hareketlerini teammüden diye yorumlayarak cezalandırmadıkça; terör ve teröristle uğraşmayıp benim günde üç paket içtiğim sigaramdan vaz geçmedikçe;
Köşk'te oturarak "Anayasa mahkemesi kararını tanımam." diye açıklama yapanı örnek alarak, "Bu hukuku, ben de tanımam!" diyesim geliyor! Bu şekilde bağıran milyonları duymuyorsanız duyması gerekenler, vallahi yarınlar sizin değil!
Hukuk; ya kendisini Köşk'teki ve Meclis'teki hukuk tanımazlara tanıtacak, ya da ben de onlar gibi hukuku tanımamak gibi isyânımı ilan edeceğim!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASL

FETULLAHÇI ÜLKÜCÜLER(!)'E !...

Önce herkesten bu gün "Meydan"ımı biraz taşmama müsamaha göstermelerini rica ederek başlayacağım! Bu gün söyleyeceklerim, "Meydan"ıma sığmaz ve kesilirse zannederim sohpetimin, itirazımın insicâmı bozulur...
Artık gına geldi! Artık sabrım kalmadı! Artık bu mürâiler, tahammül sınırlarını aştılar!!
Eeeey Allah adıyla aldatmaya yeltenenler; Allah(c.c.)'ı seviyorsanız O'nun hatırına, Kur'an'ı, Peygamber(s.a.v.)'i seviyorsanız onların hatırına, veya neyi ve neleri seviyorsanız onun ve onların hatırına yiğitleşin biraz! Cesâretlerini ve açık düşmanlıklarını özleyerek, birer terörist olduklarını bilmeme rağmen rahmet yazarak özlediğim(!), Deniz Gezmiş ve arkadaşları kadar erkekçe düşman olun bari!
Gül dikeni gibi, yumuşak tomurcukla beraber yumuşakça açıp, sonra gülü kollayan batıcı diken olmaktan vaz geçin! Çünkü yemin ederim kollamaya, korumaya çalıştığınız gül değil! Bu halinizle ancak, sadece dikenle kaplı kaktüsün dikenlerinden biri tarifini alıyorsunuz ki, kaktüs te benim coğrafyamın bitkisi değil! O meret bitkiyi bile bizim Türk gönlümüz, saksı çiçeği olarak saklar bilmez misiniz?
Kendisini Ülkü Ocaklı olarak tarif eden birinin, Fetullah Gülen'e ve diyalogculara karşı olanlara güya verdiği cevaptan bazı alıntılar yapacağım. Başta Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sn. Harun Öztürk'ün, sonra Türk milliyetçiliği eksenli siyaset yapan her siyâsinin, sonra da bütün Türk Milletçileri'nin dikkatlerini çekmeye çalışacağım.
".......Küfür etmek acizliğin nişanesidir.Türkçülük yapanlar çoğunlukla ya Türk değildir veya Türk'ün değerlerine sahip değildir.Türk ,vakar sahibidir.Türk, merttir.Türk ahlaklıdır.Türk , Müfteri değildir.Türk hakşinastır.Türk, her şeyden önce insanoğlu insandır.Türk , asimilasyonist değildir.Türk öğreticidir.Türk, kazanırken asla alçakların silahı olan kalleşliğe tenezzül etmez.Türk , müslümandır....... Biz ülkü ocaklarında böyle öğrendik. Nice dostlar edindik ve dostlar kazandık. Üstelik hakaret ettikleriniz gerçekten de dünya çapında bir hizmet görüyor...... Onlar olmasaydı ülke temelli yağdanlık takımının elinde kalacaktı. İyiki varlar. Allah razı olsun."
Ben de aynı üslûpla, o ve onun gibilere seslenmek isterim: Müslümancılık yapan Lawrence' te, "Anadolu'daki Sahte Dervişler" de müslüman değildi veya müslümanlığın değerlerine sahip değildi! Müslüman doğrudur. Müslüman mürâi değildir. Müslüman riyakâr olmaz. Müslüman, münafıklık etmez. Müslüman, Allah'ın emirlerine, Peygamber'in sünnetlerine muhalif davranmaz. Müslüman; Allah'ın yasakladıklarıyla dostluğa soyunup sonra da; "Nasılsa amentüde birliğimiz var. Kelime-i tevhid'deki 'Muhammeden Resulullah'ı söylemesek te olur." gibi din dışı bir söylemle müslümanların karşısına çıkmaz! Müslüman, Allah adına onlarla savaşmaya görevliyken Papa'nın elini öpmez, öptürmez!
Devam ediyor bu "Ülkücü Fetullahçı"; "...... Oradaki öğrenim gören yabancı çocuklara İngilizce öğretilmesini garip karşılayan arkadaş! Ya ne öğretecekti? Okullarımızda Milli Eğitim Bakanlığı da ingilizce öğretimi ders sayısını artırmıştır. İnglizce öğrenmeyi teşvik etmiştir. Bu devlet politikasıdır..... Her ülkenin ayrıca kendi milli dili de öğretilmektedir. İngilizce bu gün artık bütün dünyada kullanılan bilim ve ticaret hatta siyaset dili haline geçmiştir. Sen Koskoca Osmanlı Devletini yok et. Sonra neden Türkçe konuşmuyor bütün Dünya diye dert yan.... "
Devam ediyor bu diyalog ve sevgi silahşörü, Fetullahçı Ülkücü; " Uyan artık uyan. Silkin ve kendine gel. İmanın nuru ile bak. Kendine yazık etme! Eğer ülkeni seviyorsan, insanlıktan nasibin hala varsa, ne olur düşmanlığı bırak.Yıllarca sağcı solcu diye birbirimizi tükettik. Yabacıların dolduruşuna gelerek kardeşlerine düşman olma. Ben kim miyim? Ne önemi var? En az senin kadar ülkesini bayrağını, milletini seven biri?"
Neden Atatürk'ün millette travma yarattığını iddia ettiklerini anlayabildik mi? Koca Osmanlı'yı yıkanlar, millete travmalar yaşatmışlarmış!
"Fetullahçı Ülkücü", işbirlikçi kardeş(!), keşke ne kadar ülkücü olduğunu bilebilmemiz için Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sn. Harun Öztürk senin kimliğini bilebilseydi diye düşünüyorum! Hatta sana ve sen gibilere cevabı Ülkü Ocakları Genel Başkanı verseydi!
Propogandanın şekline bakar mısınız? Yaklaşan renksizin, bukalemunca rengine bakar mısınız? Hiç bir zaman, hayatımın hiç bir anında, -haşa- aslâ kimsenin îmânı ile ilgili tek kelime sarfetme edepsizliğini, ukalalığını göstermedim! Kimsenin elinde îmanmetre olmadığına îman edenlerdenim ben! Îmanın kulu ile Mevlâsı arasında olduğuna, Kur'an öğretisi ile Îman ettim. Kimsenin, kimsenin Îmanını ölçmesine de haberim olduysa asla rızam olmadı ve sessiz kalmadım!
Şimdiiii;
Bre Müslüman!
Bre ülkücü adıyla gençlerimin arasına girerek yumuşak dikenlik yapan işbirlikçi ajan; bre Allah ile aldatmaya soyunan kurnaz; biraz beni dinler misin?
Allah'ın yasakladığı "küfr" ile, sövmek arasındaki farkı hatırlatarak başlayayım istersen. Elbette; "Dilin zekâtı, hayır konuşmak, güzel konuşmaktır." Hadisinden hareketle seni rahatsız eden sövgüler, herkesi ve beni de rahatsız eder. Ama; Allah'a eş ve ortak koşmak yani şirk, yani teslis inancıdır "küfr" olan. Allah'ı putlarla mukayese etmektir, yani cahiliye Arabistanının yaptığı işlerdir "küfr"! Allah'a evlat edindirenlerin, Allah'ı babalaştıranların, rablaştıranların yaptıklarıdır "küfr"!
Üslûbumda sertlik görülürse bütün okuyanlardan ve bu Fetullahçı Ülkücü(!)den de özür dilerim!Bir din adamı değilim haşa! Ama okuduğumu anlayabilecek kapasitedeyim hamdolsun... Önce ehil ûlemâdan, sonra da okuyan, düşünen, üreten her Müslümandan Allah rızası için bir dileğim var. Allah rızası için bir yardım diliyorum. Bu konulara artık müdahil olun!
Dini konularda sıkıştığımda baş vurduğum iki değişmez kaynak kitabım var. Birincisi; Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları'nca yayınlanan Kur'an-ı Kerim Ve Açıklamalı Meali, ikincisi ise Elmalılı Hamdi Yazır rahmetli'nin "Hak Dili Kur'an Dili" isimli tefsirleri...
Dinler arası diyalogcular hakkında artık yazmamaya karar vermiştim. Ayet-i Celileler'le hatırlatmalarımı yaptıktan sonra Erzurum'un; " Can senin Cehennem Allah'ın.. " deyimiyle de noktayı koymuştum!...
Ama diyalogcular, şimdiye kadar yaptıklarını yetersiz görerek bir de ülkücü kimliği ile arz-ı endam edip ve bizim de suskunluğumuzu ikrardanmış gibi tarifleyince tahammülüm bitti bir daha!...
Bu yüzden de okuyan, düşünen, fikir üreten Müslüman Kardeşlerimden hakemlik rica ediyorum. Artık geldiğim bu son noktada; şeksiz şüphesiz iki gruptan biri, Allah(c.c.) adıyla yalan söylüyor! Zaten o, yüce Rabbimiz'de; "Dikkat edin o kandırıcı sizi Allah adıyla kandırmasın." (Lukman 33, Fâtır 5, Hadîd 14) diye uyarmamış mı?...
Yukarıda arz ettiğim kaynak kitaplarda; Allah bizleri, gazaba uğrayanlardan ve yolunu sapıtanlardan uzak durmak konusunda uyarıyor. Allah-ü Tealâ; bu konuda, bütün namazlarda okunmasını farz kıldığı Fatiha Sûresi'nde; "Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikrâmda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil." şeklinde kendisinden niyaz etmemizi buyurmuyor mu?
"Müfessirlerin açıklamalarına göre kendilerine lütuf ve ihsanda bulunulan kimseler, peygamberler ve onların yolunda gidenlerdir. Gazaba uğramışların yahudiler; sapmışların ise hristiyanlar olduğu rivayet edilmiştir." diye de açıklamalar yok mu Kur'an-ı Kerim mealinde?Bizler, cüz'i irâdemizle Allah'ın hükümlerine uymayı kabullenenler olmayı seçmişiz. Cüz'i irâdeleriyle Allah'ın hükümlerine uymamaya karar verenler de olabilir! Bunları uyarmayı da vazife biliriz.
Bizler, gazaba uğramış yahudilerin yoluna düşmekten Allah'a sığınırız. Bizler, sapkınlığa düşen hristiyanların yolundan da Allah'a sığınırız. Bunların sapkınlığı teslis inançlarıyla sabittir. Haça ibadet etmeleriyle sabittir. Allah'ın doğmadığını, doğurmadığını inkar ederek Allah'a oğul isnat etmeleriyle sabittir. Bunların teslis iddiaları yüzünden değil midir ki; "Bundan dolayı nerdeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar dağılarak yıkılacaktı." (Meryem,90) ayeti indirildi.
Nedir teslis inancı?
Allah, üçün üçüncüsüdür. Meryem O'nun -hâşâ- eşi, Mesih te O'nun -hâşâ- oğludur. Mesih azâmet kürsüsünden inip, eş Meryem'in karnında ete bürünmüş, sonra da öldürülmüş ve defnedilmiştir!... Bu inancın sahipleri sapkın değilse nedir?
Bunlarla ve gâzâba uğramışlarla hiç bir yetkileri olmamasına rağmen, en azından benim adıma diyaloga girenler; "Onlarla dost olanlar, onlardandır." tarifinden başka neye benzerler?Bizler, müşriklerin yolundan da Allah'a sığınmaz mıyız?.
Bizi; gazaba uğramış yahudilerin, sapıtmış olan hristiyanların, dinsiz ve zındık olan sabiilerin, kötülüklerin merkezi olan mecusilerin ve putlara tapan müşriklerin yollarından koruyan Allah'a hamd olsun...
Gâzâba uğramışlar ve sapkınlık içinde olanları Allah; "... Eğer güç yetirseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri kalmazlar..."(Bakara,217 ) diye ve; " Onlar kendileri gibi sizinde kafir olup böylece birbirinize eşit olmanızı arzu ederler...(Nisa,89 ) şeklinde tarif etmemiş midir?...
-Hâşâ!- ya Allah yalan söylüyor, ya Diyânet Vakfı Yayınları yetkilileri, ya da Diyalogcular adına Fetullah Gülen, Allah adıyla Müslümanları kandırıyor!...
Öncelikle ûlemâdan sonra da okuyan, düşünen, üreten fikir sahibi Müslümanlardan bu konuda Allah rızası için yardım istiyorum. Kendimden bir yorum katmadım, katamam da!...
Tekrar tekrar söyleyeceğim; din adamı değilim. Ama okuduğum Kur'an Mealinden ben böyle anlıyorum. Allah'ın önceki dinlerin tamamını neshedici olarak Kur'an-ı Kerim'i indirdiğine ve peygamberlerin sonuncusu olarak ta Hz.Muhammed(s.a.v)'i gönderdiğine inanıyorum, iman ediyorum.
Son Peygamber(s.a.v)'e; "Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi O'nun yolundan ayırırlar. İşte sakınasınız diye Allah sizlere bunları tavsiye etti..." (En'am,153) diye buyurmamış mı? Kur'an-ı Kerim'le dinimiz tamamlanmadı mı? Adı İslâm koyulmadı mı?
Bir konuyu son olarak ve net bir şekilde ifade etmeliyim; ne Fetullah Gülen'e, ne de her hangi bir şeyhe intisâb eden müslümanlarla, asla ve kat'a bir meselem olmamıştır. Bana göre onlar ma'zurdurlar. Dünyalarını ve ahiretlerini kurtarabilmek amacıyla bir yerlere tabi olurlar onlar. Ama Allah adıyla kandıran kandırıcılardan Allah'a sığınırım!
Allah'ın hükümlerinden başka hüküm tanımam, Peygamberimiz'in sünnetleri haricinde taklide değer uygulama tanımam. Allah'ın ve Son Peygamberi'nin bütün haram kıldıklarını helal sayan, Allah(c.c.)'a teslis inancıyla ademiyet veren sapkınlar ve Allah'ın gazabına uğrattığı yahudilerle diyaloğa, bir Müslüman olarak benim asla rızam yoktur.
Hatta acze düşüp elleriyle cizyelerini verinceye kadar savaşmayı da bir Allah buyruğu olarak iman ederek kabul ederim...
Küfr milletlerinin; dinleri birbirine yakınlaştırma, dinler birliği, dinler arası diyalog ve kardeşlik, medeniyetler arası diyalog ve medeniyetler ittifakı isimleri altındaki faaliyetlerinin tamamını; küfr ve dinsizliği yaymak, her şeyi mübah görme mantığını yaymak, İslami öğretileri ortadan kaldırarak yaratılışı bozmak mücadelesi olarak yorumlarım ve bunların şerrinden Allah(c.c.)'a sığınırım...
Allah hükmü olan; "Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin." (Bakara,42) Ayet-i Celilesi'ni de hatırlatarak, son sözü yine Erzurumca söylemek isterim: Can sizin, Cehennem Allah(c.c.)'ın!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 25, 2008

YERİM DEMOKRATLIĞINIZI !...

AKP ve Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Bindirilmiş Kıtalar"dan oluşan, "Darbeye Karşı 70 Milyon Adım" adlı sokak işgaliyle ilgili haberleri öylesine okuyordum! İlgimi çekti dersem yalan söylerim!
Ama "doldurulmuş haber"in bir yerine gelince, ayağımın altından yer kaçtı zannettim! "Doldurulmuş Haber"e göre, gûya bir provokatör(!), elindeki Türk Bayrağını sallayarak ve "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye bağırarak, mitinge gölge düşürmeye çalışmışmış!....
Höööösssst be!...
Geri bas, geriiiiii!...
Bu memlekette; şimdi sizlerle beraber "doldurulmuş kıtalar"a dahil olarak sokaklarımızı kirletenler, kongre yapıyoruz diyerek Bayrağımızı ayaklar altına almışlardı ve biz provoke diye bunu biliriz!
Bu memlekette; kendi çocuğuna çürük raporu alarak askere göndermeyenlerin; "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir!" demelerini; alçak terörist başına "sayın", şehitlerimize "kelle" denilmesini provoke olarak algılarız!
Bu memlekette; başka partilerin kapatılma davasını işlerine geldiği için sessizce izleyen ama hukuk kendilerine karşı işletilince mazlumlaşarak Soros'un kirli-kanlı paralarıyla sokaklarımızı kirletenlerin arkasına saklanmaları provoke olarak yorumlarız!
Ezanı dinlerken yüreği güm-güm atan Hristiyan Vatandaşımız, göz bebeğimiz Stefo Seyisoğlu'nun vatanperverliğinin aksine; Avrupa'ya ülkesini şikâyet eden Dışişleri bakanı ünvanlı kişinin davranışını, provoke sayarız!
İstiklâl mahkemelerince vatana ihanet suçu sabit görülerek idam edilmiş şeyh ünvanlı hainlerin torunlarının, Atatürk miraslarından sinsice istifade ederek Meclis'e girdikten sonra, Atatürk ve silâh arkadaşlarından intikama soyunmalarını ve söylemlerini, provoke olarak algılarız!
Bu memlekette; siyasi partiler yasalarını değiştirmeden, seçim sistemini değiştirmeden, kendi genel başkanlık sultalarını iyice sağlamlaştırdıktan sonra, Anayasayı hedef alarak demokrasi ve cumhuriyete karşı savaş açanların gayr-ı samimi davranışlarını, provoke olarak algılarız!
1924 Anayasası'ndan sonraki en demokratik anayasamız olarak tarif edilen 1962 Anayasası'nı hoyratça kullanarak sağcı-solcu, ülkücü-devrimci, ümmetçi-laik her kesimi incitmiş 1982 Anayasası'na milleti mecbûr edenlerin davranışlarını; bizi sadece tepki vermek mantıksızlığı ile 1982 Anayasası'nı savunmaya mecbûr edenlerin davranışlarını, provoke olarak tanımlarız!
Alt kimlik kompleksi ile millî bütünlüğümüzü hedef alanları, bölücülüğü Soros'un kirli-kanlı paralarıyla sokaklara taşıyanları, "Müstemleke valisi"ni yeniden davet ederek siyâset yapıyorlarmış görüntüsü vermeye çalışan işbirlikçileri, kahramanlarımızın haklarını inkâr edenleri; köylüye, çiftçiye, memura, işçiye, emekliye, esnafa, sanayiciye hakaretler ederek kendilerinden başkasına "Allah yarattı." demeyenleri, provokatör diye tanımlarız!
Allah(c.c.) ile aldatanları, din tacirlerini, iman bezirgânlarını, kendilerinden başkalarını "patates dinli" sayanları, müslümanlığı bile siyâsi malzeme ederek "Dinler Arası Diyalog" safsatası ile, yüzlerce yıllık düşmanımız Haçlı'ya sığınanları, provokatör olarak görürüz!
Demokrasi ve cumhuriyeti asıl amaçlarına ulaşmak için araç gördüklerini söylemekten çekinmeyen ve sıkışınca demokrat rolüne soyunanların davranışlarını, provoke olarak tanımlarız!
Bütün gayr-ı millî ve gayr-ı vicdani hareketlerini; "türban"adını koydukları ve "velev ki üniforma olsa!" diye pervasızca meşrûlaştırmaya çalıştıkları yahudi örtüsü ile kapatmaya çalışmaları, provoke olarak görürüz!
"Ananı da al git!" hakaretinden sonra panzerlerle kış günü sulanarak yerlerde sürüklenen işçilere kapalı meydanları, "Bindirilmiş Kıtalar"la doldurmaları, Soros'un kirli-kanlı paralarıyla bölücülerle kolkola meydanları kirletmeleri, provoke olarak algılarız!
Demokrasiyi hoyratça kullanarak sıkışınca demokrat rollerine soyunmaları, provoke olarak anlarız!
Hukukun işleyişini; bir başka particilik oynayan bölücülere karşı nizami sayarak sessizce izleyen ama kendilerine yönelince darbecilikle suçlamaları, provoke olarak anlarız!
Hukuk işleyecek. Şeriatın (kanunun) kestiği parmak acımayacak! Başka yolu yok bunun! Yoksa birilerini mecbur edenlerin, "Kendi düşen ağlamaz." gerçeğinden hareketle ağlamasına kimse inanmaz!
Yerim sizin demokratlığınızı!
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Haziran 22, 2008

TÜRK MUĞLA'DA, MUĞLA TÜRK'TE...

Ya biz çocuk değildik, ya da günümüz çocuklarının çocukluğu, çocukluk değil!...
Maalesef günümüzde; "Aaaah! O eski günler!" hayaliyle iç çekmeler o kadar fazlalaştı ki! O zamanların yaramaz-lider çocukları da özlenir oldu! Artık mahalleler kalmadığı için mahalle kavgaları yok! Mahalle kavgaları olmadığı için ekip başılık yapacak çocuk ta yok, olsa bile o kapasitedeki çocuğun yapacağı iş yok!
Saklambaç, uzun eşek, kız taklası, çelik-çomak, rengârenk uçurtmalar, elim sende, kör ebe vb. çocuk oyunlarını kaç çocuk bilir ki acaba? Acaba "aşşık" denince zamane çocukları ne anlarlar? Ramazan ve Kurban Bayramları arefesinde toplanan "arafalık"la ceviz ve fındık oynayan çocuk var mıdır?
Şehirleşmemek, betonlaşmamak, ruhsuzlaşmamak için direnen Anadolu şehir ve kasabalarında, hâlâ varmış biliyor musunuz?... Ama metropol denen, ruhsuzlaştırılmış, teknolojinin bütün ürkekliği ve korkutuculuğu ile sarmalanmış şehirlerde ne çocuk kalmış, ne de çocukluk!... Dolayısıyla koçluk kuzular da küzde belli olmuyor artık!
Evde oynayamaz çocuk! Gürültü olur ve hayatı kalabalık çocuklu, kalabalık ailelerin korkunç kalabalıklarında geçmiş, sonradan görme, şehirli olmaya çabalayan "kabak çiçeği komşu" rahatsız olur! Rahatsız olmasıyla kalsa gene kabul de mutlaka bu kibar şehirli(!)m, polise şikâyet eder! Polisin gereksiz rahatsız ve meşgûl edildiğine mi yanasın, çocuğunun yasaklanan çocukluğuna mı, yoksa rencide edilen ana-babalık duygularına mı?
Bir kaç gündür, bir metropolümüzden 50.000 nüfuslu çok şirin bir Anadolu şehrine geldim. Akşamlar bizi kucaklayan sessizlik denen çok özlediğimiz o muhteşem mûsikî, aklımı başımdan aldı! Sabahları, sabahın gelişini haber veren horoz ötüşlerini nasıl da özlemişim! Kuş sesleri bize ne kadar yabancılaşmışmış hayret! Kediler, köpekler, tavuklar, bu kadar mı güzel ve bulundukları yeri bu kadar mı güzelleştiren öğelermiş! Koşan-koşturan, cıvıl cıvıl sesleriyle heryeri doldurmayı başaran çocuklar, bu kadar mı güzellermiş? Hayatında hayvanı sadece tv belgesellerinde gören çocukların, hayvanlarla haşır-neşir olmaları, bu kadar mı kolaymış?! Öcülerle, hayali korkunç yaratıklarla korkutularak terbiye edilmeye çalışılmış çocuklar, bu kadar mı korkusuzlarmış?
Komşuluk, hâlâ varmış biliyor musunuz? Bizler metropollerde yıllarca aynı çatı altında kaldığımız apartman sakinlerinden kimse ile tanışmadan, konuşmadan; kimseye selâm vermeden selâm bekleyerek komşuluğun bittiğinden şikâyetlenirken, Anadolu'da yeni nakletmiş bir yabancıya; "Hoş geldiniz."le başlayan ve eşyalar indirilirken yapılan yardımdan başka; çaylar, çörekler-böreklerden ikrâmlar yapılacak kadar komşuluk varmış!
Komşuluk müessesesi, korunuyormuş Anadolu'da!
Hırsızlık ta, hiç yok bu şehirde biliyor musunuz? Yaklaşık bir hafta tamamen açıkta, bahçede kalan eşyalardan zerre kadar endişe duymadık! Bütün komşuların sıcak yaz gecelerinde bahçenin etrafında dolaşarak nöbet tutmaları, anlatılır gibi değil! Bu nöbetler, hırsızlığa karşı değil! Yanlış anlaşılmasın! Olası bir yağmur halinde ne yapılabilir endişesi ve tedbir planlarıyla dolu bir nöbet!
Şehre ve çevreye yabancı çocukların, tabiatla buluşmalarının verdiği coşku ile kendilerini kaybedercesine oyuna daldıklarında, onları bahçelerine gölgelere davet edebilecek kadar komşuluğu önemseyerek yaşatanlar var!
Bu güzel şehrimizin reklamını, bütün dünyaya yapmamız lâzım gelirken, nerdeyse adını vermeğe korkuyorum! Şereften, insanlıktan nasipsiz art niyetli iki ayaklı hayvanlara, hırsızlık yapabilecekleri bir yerin adresini vermekten korkuyorum! Göç vermediği gibi göç te almayan bu, şehir iffetine-kültürüne sahip ilimize de, göç adıyla saldırılmasından ve yüzlerce yıldır korudukları huzurlarının bozulmasından korkuyorum! Huzurlarının bozulmasına sebeplik etmekten korkuyorum!
Milli Takımımız'ın aldığı, destansı başarılar üzerine şehir meydanını doldurarak, bu milli coşkuyu yaşamalarını anlatmaya kelimelerimin gücü yetmez! Hele milli takımımızın Sırbistan galibiyetinden sonra; "Türkiye Türk'ündür, Türk'ün kalacak." sloganı, günlerdir kulaklarımda ve o mükemmel kalabalığın emsalsiz güzel görüntüsü hayalimde dipdiri, taptaze!
Muğla'dan bahsediyorum Dostlar!
Sahil ilçelerinde, turistik bölge adı verilerek rezâletin boyu aştığı, ahlâksızlığın medeniyet diye yutturulduğu "turizm terörü"ne inat; Muğla'daki insanlığın, Muğla'daki komşuluğun, Muğla'daki Türklüğün hayranı oldum tek kelimeyle ve yeniden Türklüğümle övünerek...
Türk Muğla'da, Muğla Türk'te çok güzel vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 19, 2008

BOŞUNA AĞLAMA ÇOCUK!...

Gözlemci öğretmenler ve dikkatli ebeveynler bilirler; tek başınayken düşen, canı acıyan çocuk, ağlayıp ağlamamak için önce çevresini kontrol eder. Eğer kendisiyle ilgilenecek birileri yani seyircisi varsa ağlar! Tek başınaysa, kendisi ile ilgilenen birileri yoksa ağlamaz veya bağırarak ilgi çekmeye çalışır ilgi çekmeyi başaramazsa da sadece sessizce inler!
Recep Tayyip Erdoğan; yaklaşık sekiz yıldır Türkiye'nin yaramaz ve haşarı çocuğu! Taşlamadığı komşu camı yok!Yaramazlıklarını, haşarılıklarını ebeveynlerinden aldığı güvenle yaptı durdu! Üç aylık ceza ile tecyiz edildiğinde,canı ilk yandığında, etrafındaki ilgili kalabalığı fark ederek çok kuvvetli ağladı! Ağlamasının yaptığı ana-baba yüreklerindeki merhamet duygusunun kabarmasıyla da yaramazlıklarının prim yaptığını fark ederek, gittikçe dozunu artırdı!
Son yaramazlıklarında da epeyce kalabalık vardı! Ama bu kere kalabalığın merhametli değil öfkeli ve bu kişisel çıkar kavgasının sonucunu merak eden meraklı kalabalık olduğunu fark edemedi! Çünkü bu acınan, merhamet edilerek korunan yaramaz çocuğun; kırmadığı cam, incitmediği komşu, hakaret etmediği yakını kalmamıştı!
Mahalle kavgalarına dönüştürmeyi başardığı kişisel baş olma kavgalarında, en yakınlarındaki "beraber yürüdük biz bu yollarda" tarifli arkadaşlarını da incitti!
Artık "Deprem Çadırı"nda panik var!
Yaramaz Çocuğun; dün İslâm düşmanı, işgalci ve siyonist diye hasım ilan ettiği ama bu gün hamiliklerine sığındığı güçlerin oluşturduğu suni siyasi deprem deolayısıyla kurulan "Deprem çadırı"nda her kes vardı! İlk kurulduğu günlerde çadırda her kese yer vardı! Sonradan oluşturulan kalıcı deprem konutlarında, her kese yer verilmemeye başlandı! Beraber yürünenlerden yolda bırakılanlar ve şahsi çıkarları daha hızlandırmak için yolda bırakılanların yerine kendilerine çok yabancı eski tüfek sıfatlı "çakaralmazlar"dan monteler yapıldı!
Millet incitildi! Köylüye hakaret edildi! Esnafa "ananı da al git!" diye fırçalar atıldı! Sendikalar ve mensupları meydanlarda coplatıldı, bombalandı, panzerlerle ıslatılarak yerlerde süründürüldü! sanayicinin üretimi bitirildi! Satılamadık KİT kalmadı! Özelleştirme adıyla Haçlı'ya teslim edilmemiş kurum kalmadı! Yerli banka kalmadı! Dolar ve euro dışında geçerli para kalmadı! Ekonomi yabancılara teslim edildi! Siyaseten dış işleri bakanı ülkemizi Haçlı'ya şikayet etti!
Görevi adında saklı olan Anayasa mahkemesi'nin açtığı dava üzerine; beraber yürünenlerden Köşk'e çıkartılan, Anayasa mahkemesi'nin vereceği kararı tanımayacağını açıklayarak hukuk tanımazlığını ilân etti!
Millet; seyretti, seyrediyor!
Ve yaramaz çocuğun ağlayarak sesini duyurabileceği kimse kalmadı etrafında!
Recep Tayyip Erdoğan'ın yerinde olmayı asla hayal bile edemem! Korkarım!
Her işlerine yaradığı, her işlerini kolaylaştırdığı mahalle arkadaşları tarafından çok açıkça terk edildi! Daha bitirilecek işleri olduğu için kaçacakları kapıları aralı bırakarak bekleyenler var! Onlar da terk edecekler! Ve yakın bir gelecek te Tayyip Erdoğan'ın ağlayıp ağlamamasını soracağı kimse de kalmayacak!
Allah'tan çürük raporlu olduğu için askerlik yapamayan ama dünyanın ilgisini çekecek bir düğünle evlenebilecek kadar sağlıklı olan oğlunun düğününde toplanan takılar var! Allah'tan dostlarının paralarıyla Amerikalarda okuttuğu çocuklarının gemicikleri var! Ağlamasıyla ilgilenecek kimseler olmadığı için ağlamayıp oğlunun gemiciğine binerek ve düğünde toplanan takıları alarak dünyanın en zengin sekiz lideri arasındaki konumuyla bir yerlere gitme, açık denizlere açılma şansı var!
Artık dünyanın öbür ucuna da gitse yakalayıp getirerek hesap soracak kimse de yok! Artık köşke çıksa bile indirip yargılayacak kimse de yok!
Yaramaz çocuğu ve mahalle arkadaşlarını bu tehditlerle uyaranlar da milletin yakın takibinde! Artık millet; hangisinin daha yaramaz ve hangisinin daha yalancı olduğunu ölçmeye başladı! Kalabalık içinde yalnızlığa mahkum olmuş yaramaz çocukların korkudan ödlerinin patladığını fark edebiliyoruz artık!
Kalabalık kaynıyor artık! Dip dalgalanma dayanılmaz halde! Söylemeyip söylenen millet artık nara atıyor!
Yeter artık! Söz milletin! Söz bizim! Şimdi sıra yaramaz çocukların meşru yollardan cezalandırılmalarında!
Nasılsa paşa olup önce babasını asan çingene misali yaramaz çocuk, ebeveyni "Mücahid Erbakanı"da hapse koydu! Artık boşuna ağlama çocuk!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 13, 2008

GÖRMEYEN VE DUYMAYANLARA...

Çift kutuplu ve kutupları birbirine olabildiğinden daha fazla zıt duruşlu olalım hadi!
Hadi birbirimizi; ötekileştirerek, yabancılaştırarak, alt kimlikli, saklı kişilikli, hain, mürteci, dinsiz-imansız diye net tariflerle yabancılaştıralım!
Sonra da; bizi birbirimize bu kadar yabancılaştırmayı başaran senaristin keyfi iyice yerine gelsin diye birbirimizin boğazına sarılalım!
Avrupa Hristiyan. AB hristiyan ülkelerin birliği. Aralarına hristiyan olmayanları, hristiyanlaştıramadıklarını almazlar, almadılar, almayacaklar...
Hadi devlete hatalar yaptıran hükümetlerin hatalarına biz de ortak olalım ve gömlek değiştirir gibi din değiştirerek, en bağışlayıcı, en kucaklayıcı din olan dinimizi teröristlikle itham eden hristiyanların tariflerini kabul ederek "Ilımlı İslâm" adı verilen; yeni, uyduruk, asla İslâmla alâkası olmayan, din diye dayatılan tarifi kabul edelim!
Bütün siyasi sırlara örtü olarak kullanılan "türban" maskesini, laiklik ve Atatürk düşmanlığı ile örtmeye biz de katkı verelim!
Demokrasiyi, asıl amaçlarına ulaşmak için araç olarak kullanan sinsi siyasilerin kervanına biz de katılalım!
Topraklar vatan kalsın diye, vatan üstündeki yönetimin adı devlet kalsın diye milyonlarca kere ölmüş, topraklaşmış atalarımızı inkâr edelim hadi! "Yaşayan korkak, ölü kahramandan faydalıdır." şeklindeki alçakça kurnazlığı fark etmeyelim hadi!
Devlete ve sisteme kafa tuttuğu için ceza evine üç aylığına koyulan ve muhteşem bir mazlum tarifi almayı başaran, ağlayarak gömlek değiştirenlerden öğrendiğimizle; biz de ceza evine girerek mazlumlaşalım hadi!
%47'yi sarsılmaz ve itiraz edilmez güç vehmederek, devletin temellerini, anayasayı hedef alan maskelilerin yanında, biz de yerimizi alalım!
Atatürk'ü sevmeyenlerden soralım; "Yerine sevmek için kimi veya neyi koyalım?" Ama cevabının samimi olmasını da özellikle rica edelim. Çünkü İmanımız gereği kimi, kimleri seveceğimizi elbette biliriz.
Cumhuriyetle biz de kavga edelim ama soralım; "Düşündüğünüz bir sistem var mı?"
Hukukla biz de kavga edelim ama soralım; "Bize de hukuk lâzım olduğunda ne yapalım?"
Laikliğe biz de kafa tutarak reddedelim ama soralım; "Dini yönetim istediğimiz için, "Acze düşüp elleriyle cizyelerini verinceye kadar savaşın." Allah Buyruğu'na uyarak, başka din mensubu vatandaşlarımıza ne yapalım?"
Bütün meselelerimizi kapatmakta kullanıcılarını hiç yanıltmamış olan "türban" maskemizi maskeleyecek kadar güçlü bir yeni örtümüz var mı? Varsa bu örtünün adı, yüzlerce yıldır yahudilerin yaptıkları; saklanarak, sessizce, sinsice kılcal damarlara kadar sirâyet etme taktiği midir? Bu taktik, bize birilerini hatırlatmasın mı?
Alt kimlikleriyle kendilerini saklanmak mecburiyetinde hisseden Türk olmayanlar; Türklerin saklanmayı beceremeyeceklerini de bilirler mi? Türk'ün, savaşta ve kavgada öldürdüğüne sahiplenmeyi onur saydığını bilirler mi? Türk'ün; savaşta ve kavgada erkekçe ölmeyi, saklanmaya tercih edeceklerini bilirler mi? Türk'ün; yanındaki korkak arkadaşını koruduğunu ama ihânete asla taviz vermediğini bilirler mi? Biliyorlarsa unuttular mı? Unuttularsa hatırlatmak için ne yapmalıyız?
Beğleeer!
Akıllı olun! Bin yıldan fazladır paylaştığımız, bizimle birlikte yaşamanıza izin verdiğimiz bu coğrafyada, önümüzdeki bin yılda da biz var olmaya devam edeceğiz. Bizimle yaşamanın tek şartı, bize uyumlu hareket etmektir. Bize uymayanı, bize uydururuz. Halkları toplayarak milletleştirme yetisi ve yetkisi sadece Türk'e mahsustur.
Türk'ün olduğu yerde hakkaniyet vardır, adalet vardır, hukuk vardır. Özetle düzen vardır...
On bin yıllık tecrübe ve donanımıyla, ağır hareket eden ve hiç bir saldırının karşılığı olan alternatif saldırıdan habersiz olmayan bu asil milletin sabrıyla oynamaya başladığınızı hatırlatırım!...
Bu şerefli yaratılmış, İslâmla teşerrüfünden sonra nizam-ı aleme yoğunlaşmış milletin, sabrı kadar öfkesinin de ihtişamını hatırlatmak ta Türklüğümün gereğidir.
Sözüm; gözü olup görmeyenlere, kulağı olup duymayanlaradır...
TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR.
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

AVRUPALI OLACAKMIŞIZ YA!...

AB'nin bizi, yani Türkiye'yi almaya niyetinin olmadığını, asla almayacağını bile bile kapılarında beklemeye devam ediyoruz ya!...
Milli Görüş Gömleğini soyunarak değişen ve gelişenler; daha bir kaç yıl önce "Avrupa garsonları" adını koyarak hâkir gördükleri siyasileri solladılar!...
Şimdi Avrupalı Birliği'nin toplantı salonlarında teşrifatçılık seviyesine yükselerek geliştiler ya! Avrupa Parlemantosu'na ülkemizi, Dışişleri Bakanı'nın ağzından şikâyete başlayacak kadar demokratlaştılar ya!...
Dinler arası Diyalogcularla omuz omuza vererek; Avrupa ülkelerinden örnek alarak hazırlanan yasalarımızı "din ve töre dışı" olarak yorumlayanlar, dün söylediklerini inkâr ederek "Zaten amentümüz müşterek." gibi çılgınca ve din dışı bir yaklaşımla "Ilımlı İslâm" gibi uyduruk bir tarifle, dinimizin de yozlaşmasına seyirci kalarak ta değişti ve geliştiler ya!...
"Muassır medeniyet seviyesini yakalamak ve geçmek" idealini, avrupayı taklit etmek şeklinde anlayanlar; bu yozlaşmalara yıllardır başlamışlardı!...
Hoparlörle okunan ezandan rahatsız olan en-tellek-tüellerimiz çıkmıştı! Sahurda, ramazan davulcularından şikâyetlenmelerle devam etti bu "en-tellek-tüel"likler!...
Bizler ise, asla çan sesinden şikâyetlenerek gayr-ı müslim vatandaşlarımızı üzmedik bile! Bu kendimize has davranışlarımızdan ve töreleşmeye yüz tutan alışkanlıklarımızdan şikayetlenmelerin, ardı arkası kesilmiyor!...
TMSF adındaki fedai kadrolarla, cebren alındıktan sonra AKP Hükümetinin yayın organı gibi program yapan TV'lerden birinde, haberleri izlemek gafletine düşmüştüm!...
Daha dün İstanbul sokaklarını viraneye ve çöplüğe çeviren, panzer ve polis araçlarımızı molotof kokteyli ile yakmaya çalışan; kapalı olmasına rağmen önünden geçtikleri dükkan ve iş yerlerini kırıp dökerek yağmalayan bölücüleri, sessizce izleyen bu TV'nin haberci(!)leri, çok önemli bir haber yapmışlardı! İstanbul'da arkadaşlarını askere uğurlarken mahalleli arkadaşlarının yaptığı, eğlenceden İstanbullular rahatsız olmuşlar ve bu rahatsız olanları da işgâl edilmiş TV'ler tespit etmişlerdi!...
"En büyük asker, bizim asker." diye naralar atarak arkadaşlarını havaya atıp tutan; arkadaşları asker oluyor diye onu askerliğe motive eden delikanlılar, İstanbulluları rahatsız etmişlermiş!
Bu habercilere göre; aynı İstanbullular, PKK'nın yaptığı taşkınlıklardan rahatsız olmamışlardı ki haber olamamışlardı herhalde!...
"En büyük asker, bizim asker" nidalarıyla arkadaşlarını askere uğurlayan bu tezahüratlı gençlerden, hiç bir ana-baba rahatsız olmaaaz! Çünkü her ana-baba; günü geldiğinde kendi oğlunun da aynı tezahüratlarla askere gönderilmesini, hayal eder samimi vatan evladıysa eğer!...
Bu tezahüratlardan rahatsız olanlar varsa, kesinlikle ve sadece çocukları PKK'lı olanlardır!...
Bu rahatsız olanlar bilmektedirler ki, tezahüratlarla gönderilen "Büyük Asker" en fazla iki ay sonra bölücüleri itlaf etmek üzere peşlerine düşecektir!...
Aman haaaa Ana-Babalar!...
Bu art niyetli kişilere, bu karnından konuşan korkaklara itibar etmeyesiniz! Elbette "En büyük asker bizim asker..."
Elbette En Büyük Ordu; "En büyük bizim asker." lerden oluşan Bizim Ordu!...
Dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir milletinde oğullarını, böylesi coşkularla askere göndermek yoktur!... Bu çoşku, sadece Türk Milleti'ne has bir coşkudur...
Çünkü Asker Ocağı'na "Peygamber Ocağı" adını koyan başka bir millet te yoktur!...
Bu coşkuyla uğurlandığı ve bu coşkuyla asker olduğu için, arife günü anne-babasıyla telefonla görüşerek Şehit olan Mehmetçiğimiz; arkadaşlarının şehadetini izlemesine rağmen geri kaçmayarak, bilerek şehadet şerbetini içmişti...
Bu imandan elbette art niyetliler korkacaklar! Bu tezahüratlardan, elbette ihanetlerini gizleyebildiklerini zanneden alçaklar, korkacaklar!
Mademki bu alçaklar korkuyorlar, doğru yapıyoruz! Madem ki ürküyorlar, doğru yapıyoruz! Madem ki rahatsız oluyorlar -Vallahi- doğru yapıyoruz! Devam edelim...
Korkanların inadına! Ürkenlerin inadına! Rahatsız olanların inadınaaaaa; "EN BÜYÜK ASKER, BİZİM ASKER..."
Hep söyledik, hep söylemeğe devam edeceğiz; "Biz Türküz." Devletin aslî unsuruyuz...
Kendilerini azınlık sayan ve görenler, -mevki ve makamları ne olursa olsun- bizim tebaamızdır.
Biz, Devletimizin bekası için; "Ölürüz çoğalırız, çoğalırız ölürüz." Ölenlerimiz şehittir, savaştan dönenlerimiz gazi... Şehit ve gazilerimizin yakınları da böyle bir şerefe kavuştukları için şükrederler.
Alt kimlikliler, alt kimlikleriyle; üst kimlikliler, üst kimlikleriyle kalırlar! Biz ise Türklüğümüzle onurlanmaya, "Bizim Asker" lerimizin büyüklükleriyle iftihar etmeye devam ederiz! Alt kimlikli, üst kimlikli en-tellek-tüellerimiz; Ezan sesinden, ramazan davulcusunun davul sesinden ve askere uğurlama törenlerimizden rahatsız olmaya devam etsinler! Onlardan cesaretlenen aptallar da, çocuklarımızı uğurlama konvoylarına saldırarak cesaret gösterdiklerini zannetsinler!
Avrupalı olacakmışız ya!
Biz Türk Milleti olarak; bu rahatsız olanlara, bizden rahatsız olmamalarını, rahatsızlıklarının onları daha fazla rahatsız etmesi gerektiğini, -mutlaka ama mutlaka- ÖĞRETECEĞİZ!...
Bu karnından konuşan korkaklara Türkle yaşamayı da -kurallarıyla- öğreteceğiz.
Gençlerimizden ricamız ise, ana-babalar olarak , kendilerini kötülüklerden koruyabildikleri kadar korumalarıdır ancak...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 10, 2008

SATARIM HANIIIM! SATARIM!...

"Uzun ip belimizde, baltalar elimizde
Biz gideriz ormana hey ormana.." diye çocuk şarkılarıyla büyütülen büyüklerimiz, baltalarını ellerine alarak ormana doğru yola koyuldular!
Eskiden ormanlar dağlardaydı, şimdilerde ise şehirlere, metropollere, başkente indirildi nasıl olduysa! En sert, en ilkel orman kanunları başkentimizde! Gücü yeten yetene!...
Ne kuvvetler dengesi, ne kuvvetler ayrılığı! Kim kimi nerede sobelerse!...
Ordu'dan kuvvetli arkaları olanlar, polisten kuvvetli adamları olanlar ve hukuktan kuvvetli yandaşları olanlar arasında savaş var! Uzun ip bellerde, baltalar ellerde!...
Yasama-Yürütme-Yargı üçlüsünde müthiş bir körler savaşı yaşatılmak isteniyor! Bir modernize edilmiş dağ kanunu çekişmesi yaşatılmak isteniyor! Gücü yeten yetene!...
İnsicam yok, görülmüyor! Asayiş bozuk, millet korkulardan çelik kapıların arkasında ve hâlâ emin değil!
Yasama, yasa çıkarıyor; yürütme, uygular görünürken savsaklıyor; hukuk, müdahele ediyor, hukukun müdahelesine yasama da, yürütme de kafa tutuyor! Ve bunun adı sistem! Ve bunun adı rejim!...
Yürekli bir siyâset adamı çıksa...
Çıksa da millete; rejimi mi, yoksa türbanı mı tartıştıklarını söylese! Gerilim de biter, bu demokrasi katliamı da!
20 yaş ile 45 yaşlarında olanlar ve daha büyük yaştakiler, sadece hatırlamak için iki dakika gözlerini kapatsalar, hatırlayacaklar! Şimdi demokrasi havarisi kesilen, bu sûni mağdur şovalyelerin; 20 yıldır hiç saklamaya gerek duymadan, çok açıkça rejim ve sistemle tepeden aşağı kavga ederek büyüdüklerini!
O günlerin müesses siyasilerinin arka bahçelerinde iltifat görürken bu şovalyeler, kendilerine arka bahçeler icat ettiler!
Hem arka bahçede idiler, hem de arka bahçeleri vardı!
Anadolu ve Türk kültüründe arka bahçeler genellikle çocuklara ve yaramaz misafir çocuklarına hitap ettiği için, bu arka bahçe kavgaları uzun yıllar aşikârlaşmadı! Ama hep vardı!
İmam Hatipler, arka bahçeydi!
Rektörlerden türbana esas duruş aldırılacağı söyleniyordu ve ön bahçeden de duyuluyordu!
Her 10 Kasım'da sap gibi durmak mantıksızlıktı!
AB'yi isteyenler, 'Batının-Haçlının garsonları', İsrail ve ABD'ye itiraz etmeyenler, 'Siyonizmin uşakları' idiler!..
Yerel yönetimlerdeki bilhassa metropollerin varoşlarında başlayıp büyük şehirlere atlayan siyâsi başarının sırrı; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." hadisinin uygulandığı söylenerek sergilenen sosyal paylaşımcılıktı!
Bu başarıyla yerel yönetimden, ülke yönetimine terfi eden; bu arada "değiştim-geliştim-gömlek değiştirdim" diyen kadro; AB ile koyun koyuna, ABD'nin kucağına uysal çocuk tarifiyle girince tavrı da değişti!
Artık ülke yönetimindeki bu değişip gelişenlerin;" Komşusu tokken aç yatan salak bizden değildir." şeklindeki müthiş bir tok cemaat tavırları var! Karnı tok olanın sırtı da pek tabi ki!...
Adaylığında tek ceketli olduğu söylenen bakanların oğullarına 600 dairecik biriktirdiğini duyduk beş yılda!
Büyükşehir belediye başkanıyken kirada oturan, daha önce maaşlı il başkanlığı yapanların, dünyanın en zengin sekiz liderinin arasında olduğunu duyduk yine beş yılda! Hem de; "Her kör kuruşun hesabını göre..." göre!...
Sokaktan sesler gelmeye başladı:
Demokrasi satarım hanıııım! Demokrasi satarıııım!
Yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım!...
Alan alana, satan satana, titan titana!...
"TÜRK'ÜM BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Haziran 08, 2008

"HAYDİ YİĞİT! HAYDİ YENİ AKINA..."

Komutan; çok başarılı bir tatbikattan sonra, en başarılı askerini karşısına alır. Düzgün moralinin en etkili sebebi ile sohbet edecektir.
Askerine çok güvenmekte ve onu çok sevmektedir. Asker de komutanının sevgisini bilmektedir haliyle...
- Oğlum! Dar bir geçittesin. Karşıdan çok kalabalık bir düşman kuvveti geliyor! ne yaparsın?
- Mermi ve silahım var mı Komutanım?
- Var...
- Mermim bitinceye kadar düşman öldürürüm komutanım!
- Peki mermin bitince?
- Haber vermek için geri kaçarım komutanım!
- Arkan çok sarp geçilmez bir kayalık!...
- Sağa kaçarım!
- Çok derin ve korkunç bir uçurum!
- Sola kaçarım!
- Bahar yağmurlarıyla taşmış, azgın ve kocaman bir sel geliyor götürür seni!...
Düşünür asker! sağı, solu, arkası aşılması mümkün olamayan engellerle kesik ve karşıdan da çok kalabalık bir düşman geliyor! İsyân eder haklı olarak:
- Komutanım! Bütün kıyamet, benim başımda mı koptu?
Tatbikattan sonra imkânsızlıklarla sınava tabi tutulan asker gibiyiz millet olarak!
Siyaset, siyasiler tarafından yok edildi! Demokrasi, demokrat maskeli demokrasi katilleri tarafından katledildi! Ekonomi; ulusalcı, milliyetçi ve liberal siyasilerin kurduğu, dört ayaklıyken, bir ayağı kırık üç ayaklı sakat masa tarifli koalisyonun ithal ettiği, müstemleke valisi tarafından iflasa hazırlandı! Hukuk; hukuku, meclisteki sayısal çoğunluğuna güvenerek tanımayanlarca sakatlandı! 61 Anayasası'nın sağladığı kişisel özgürlükleri hoyratça harcayan mirasyedi "68 Kuşağı" adındaki "Çakaralmazlar" yüzünden; sağcı-solcu, milliyetçi-ümmetçi, sosyal demokrat-devrimci herkes, bütün hakların gasp edildiği 82 Anayasası'nı savunmakla meşgul!
Aydıncılık oynayan en-tellek-tüellerimizin kimi AB'ci, kimi ABD'ci, kimi İngiliz Kraliyet ailesici, kimi ümmetçi-cemaatçi, kimi işbirlikçi, kimi BOP Eş Başkanlığı adındaki teslimiyetçiliğin alkışlayıcısı, kimi Karen Fogg çocuğu, kimi -ki bu epeycesi- "Dolma Kalem"...
Sağcıya göre solcu, solcuya göre sağcı hain!
Halkçılık adıyla bölücülük yapan teröristlere göre devlet suçlu, Devlet'e göre onlar bölücü!
"Tek vatan, tek devlet, tek bayrak, tek din" diye sloganlar var, "Tek dil" yasak! Bölücülük diye yorumlayan hükümete göre!...
Allah sizleri kahretmesin iyi mi!
Çaresizliğin böylesine çare olarak sunulduğu-dayatıldığı bir dönem ve sistemi bilen duyan varsa söylesin Allah aşkına!
Artık yeni, yepyeni bir oluşumun zamanı! Eski elbiseleri ters yüz ettirerek yeni elbise yapılamayacağını, eski kumaştan yeni elbise çıkmayacağını, eski ve defolu siyâsilerle yeni bir hareketin mümkün olmayacağını bilen cesur yüreklerin, yeni bir siyâsi oluşumu gerçekleştirmeleri zamanı!
Hükümetlerin devlete yaptırdıkları yanlışların telâfisine soyunmanın tam zamanı!...
Ve bu yeni oluşum; yepyeni kişilerle, cesur yüreklerle, alınıp-satılamayan doygun nefislilerle, devlet adamlığı ile meslek adamlığının farklı şeyler olduğunun bilincinde olan kişilerle oluşturulmalı!
Böyle bir hareketin, başlatıldığını da biliyorum!
Ehil insanların, branşlarında bir numara olan insanların, milli meselelerle iç meseleleri birbirinden ayırt edebilecek kapasitede insanların, konuştukları dinlenen ve söylediklerinde asla yalan olmayan insanların bir araya geldiklerini ve Türkiye'yi karış karış dolaştıklarını biliyorum!
"Türk Yusufları kuyudan çıkarmak" üzere, "Önce Allah rızası, sonra millete hizmet." parolasıyla, halkların kimliklerini bilerek ama bir araya toplayıp milletleştirmek üzere ehil bir grubun bir araya geldiklerini ve aylardır plân-program yaptıklarını biliyorum!
"Hocam, ne yapacağız?" diye bendenize çok yöneltilen bir soruya da cevabım olsun! Ülkücü fikriyatımla, Türk karakterimle, İslâmi ahlâkımla bendeniz de bu hareketin içinde yer almak için sabırsızım!...
Ehil kadrolar izin verdiklerinde, program dahilinde bu hareket hakkında detaylı bilgileri sunmam da zannedersem yakındır!...
Türkçe düşünüp, Türkçe konuşup, Türkçe davranacağımız günlere az kaldı Dostlar!
Çaresizliği çare diye dayatanların tamamı da hesap vermeye elbette hazırlanmalılar!
"Haydi yiğit! haydi yeni akına..."
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

NELER OLUYOR?...

Neler oluyor? Binbir senaryoyu hatırlayıp, binbir senaryoya, karşı senaryo hazırlayıp düşünmekten beynim zonkluyor!
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı, Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu bir trafik kazası daha geçirdi! Geçtiğimiz Cumartesi günü saat 13.05'te sitelere düşen düşen habere göre; sabah saat 09.00 sıralarında istanbul'dan Ankara'ya dönerken, Muhsin Yazıcıoğlu ve partisinin İstanbul İl Başkanı, Bolu Tüneli girişinde, bir kamyonun aniden önlerine direksiyon kırması üzerine, büyük bir kaza atlatmış!
Bu, Muhsin Yazıcıoğlu'nun son bir buçuk yıldaki aklımda kaldığı kadarıyla dördüncü geçirdiği kaza!
Öncelikle büyük geçmiş olsun! Muhsin Yazıcıoğlu'nu bizzat tanıyanlar; O'nun nasıl bir yüreğe, nasıl bir cesârete, hepsinden önemlisi nasıl bir imana sahip olduğunu bilirler. Teslimiyetin kul olarak keyfini yaşayan Yazıcıoğlu, imanından kaynaklı cesaretiyle düz orantılı olarak ta bağışlayıcı bir yürek...
Tanıdığım ve tanımakla müftehir olduğum yıllar boyu, Muhsin Yazıcıoğlu'nun kendisini yaşayabildiğini hiç hatırlamıyorum! MHP'li, MHP'ye kızgın-dargın, 12 Eylül Kıyameti'nden hasarlı çıkmış, hasarlı çıktığı için siyâsetle tamamen alâkasını kesmişler, MHP'nin yeni veya önceki yönetimine güya kızarak MHP'yi terk edip gezmedik parti bırakmayan ve sadece sıkıştıklarında ülkücülüklerini hatırlayanlar, evine haciz gelenler, işini kaybedenler, yakını cezaevine düşenler, çoluk-çocuğuna iş arayanlar, tayin isteyenler, terfi isteyenler, Ankara'ya başkalarının yanına gelip onlarla görüşemedikleri gibi yol parasız Ankara'da kalanlar, Muhsin Yazıcıoğlu'nun kendisini yaşama hakkını, yıllardır elinden almış durumdalar!
Hele hele Ülkücü Şehitlerimizden bazılarının, hatta epeycesinin ailelerine ayırdığı zaman aklıma gelince; günde 1,5-2 saatlik uyku ile yıllardır koşuşturmacası aklıma gelince O'nu niye ve ne kadar sevdiğimi biliyor ve sevmeyenlerin kesinlikle O'nu tanımadıklarına karar veriyorum!
Ön yargılı bakan, başkalarının tarifiyle Muhsin Yazıcıoğlu hakkında bölük-pörçük kanaat sahibi olanların, ağız birliği ile sordukları bir tek soru var: "Başbuğ'u, tam grup kuracakken niye terk etti?"
Başbuğ'un sağlığındayken bu soruya kaç kere cevap verdiğini zannederim ne kendisi, ne özel kalemi, ne de sekreteyası da bilemez! Sağlığında siyâseten Başbuğ'a, edep ölçüleri içinde muhalefet yapan bu Ülkücünün; ölümünden sonra sadece yeri geldiğinde rahmetle yad edip Fatiha göndermekten başka bir şey yapmadığını, en iyi bilen ve gözlemleyenlerdenim...
PKK'nın sözde başlarını; ".....inlerinde yakalar Diyerbakır'da yargılar, Habur'da asarım!" diye net kükreyen ikinci bir siyâset adamını hatırlamıyorum. "Ben Türk'üm! Türk Bayraksız, ezansız olmaaaaaz!" diye ciğerlerini ağzından çıkarırcasına nara atan ikinci bir siyâset adamını da hatırlamıyorum. "Varlığım Türk varlığına armağan olsun." diye kükrerkenki halini, bir başkasında görmek mümkün değil.
Günde bir kaç kere değişen gündemlere konu olan kurum ve kişinin adına önem vermeden düşündüğü doğrularını tevilsiz söyleyen tek siyâset adamı...
AB'ye, ABD'ye, Haçlı'ya yüreklice kafa tutan; bölücülere korkulu rüya haline gelmesine rağmen Doğu ve Güneydoğu'daki illerimize, özel tedbirler aldırmaya tenezzül etmeden giden başka siyâsi de yok!
Ve bu yiğit siyâset adamı, nerdeyse üç ayda bir trafik kazası geçiriyor!
Ne oluyor? Neler oluyor?
Siyâsi ve faili meçhul cinayetlerde Türkiye'nin trafik kazalarındaki ustalığını bütün dünyanın kabul ettiğini, bizler bilmiyor muyuz?
Gerekli yerlere, gerekli müracaatları yapacağına; gerekli yerlere, gerekli mesajını vereceğine çok emin olduğum; gerekli tedbirleri de önce Allah(c.c.)'a sığınarak alacağına yine emin olduğum Muhsin Yazıcıoğlu'na tekrar tekrar geçmiş olsun derken; O'nun, millet ve devlet adına çok sevenleri olduğunu ve bu sevenlerden birinin de ben olduğumu, O'na sadece dua etmekle yetinemeyeceğimi açıklamaktan da onur duyarım...
Ülküdaşım, Koca Reis; Sen millete, devlete olduğu kadar başsız ülkücülere çok lazımsın! Allah'ını seversen biraz daha kendine mukayyet ol...
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 07, 2008

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ !...

Zaman kayar, saat kızar
Geçer ömürden ömürden,
Hayat sever, ecel sızar
Seçer ömürden ömürden...

Görür gözler, sever yürek
Sarar kucak, korur bilek
İnsan büyür, döner felek
Biçer ömürden ömürden...

Canlar gider, kanlar akar
Kahramanlar şanlar çıkar
Tarih yazar, gören bakar
İçer ömürden ömürden...

İster acı ister tatlı
Gün geçtikçe dün suratlı
Bir kuş gibi çift kanatlı
Uçar ömürden ömürden...

Rüya ile karabasan
Öfkeler ile hafakan
Saba, rüzgâr ve de tufan
Biçer ömürden ömürden...

Tek rehber bilen Kur'an'ı
Tek hedef seçen Turan'ı
Seferdeyken oturanı
Seçer ömürden ömürden...

Zaman hızlı, zaman hep genç, hafızlar nisyân ile malül; kocayan insan, törpülenen ömür... Düşününce baş ağrıyor, düşünmeyince hatâ, hatâ üstüne! Söyleyince dost inciniyor, söylemeyince kaybedilen kaybedilene!...
İnsan bu kadar mı âciz, insan bu kadar mı kendine ve soyuna düşman, insan bu kadar mı nankör?
Hayvanda sadakat yok, insanda var ama hayvanda ihanet yok, insanda var! Hayvanda akıl yok, insanda var ama hayvandan intihar eden yok, insanda var! Hayvanda duygu yok, insanda var ama hayvanda yas yok, insanda var! Hayvanda hafıza zayıf, insanda güçlü ama hayvan bir zarar gördüğü yere bir daha gitmez; insan, "insan hafızası, unutkanlık hastalığında" tarifli!...
Yine bir hafta sonu!
Yeni bir hafta sonu ama bu yeni günde o kadar eski ve eskimeyenle bir aradayım ki ne sayabilirim, ne anlatabilirim, ne de itiraf edebilirim! Sevdalarımla beraberim bu yeni günde, öfkelerimle birlikteyim, hasretlerimle beraber, hayallerimle içiçeyim! Hiç birisi yeni değil bu saydıklarımın, hiç birisi asla eski de değil, eskimez de ama dün de benimle beraber olan bu saydıklarım değil, yeni hafta sonu yeni, nedense!...
Dostlarımın eskimesine asla rızam yok ama "Herşeyin yenisi, dostun eskisi makbûl..." diye, dostu zorla eskiten bir atalar tecrübesi var!
Sevdalarımın, hayallerimin, ideallerimin, ülkümün eskimesine asla rızam yok ama benimle birlikte var olan bu gerçeklerim, o kadar taze kalması gerekeni eskitti ki!...
Geldiğimiz, hayata girdiğimiz kapıya yeniden dönebilmek için, geldiğimiz toprağa yeniden kavuşabilmek, yeniden karışabilmek için öylesine koşmuşuz ki farkında bile olmadan; aşağıdan yukarıdan yolun sonu görülünce durmaya niyetlenmişiz ama artık durmanın imkânı yok!
O'na doğru, O'ndan geldiğimizi bildiğimize doğru, O'na gideceğimizi Kur'an tarifiyle öğrendiğimize doğru olan bu sür'atli yaklaşım, korkuturken bazılarını, heves veriyor bazılarımıza...
Sevdiğimiz, saydığımız "Sevda Erleri"nin tamamı, O'ndan gelmişlerdi, şimdi O'ndalar; bize kalan hasret, sevgi, saygı, kara sevdalar!...
Feleğin bir kuşu varmış, tırnakları demirdenmiş. Demir tırnaklı felek kuşu, kemirirken törpülerken canları-cananları, geçen gün ömürdenmiş!...
Mış'lı, miş'li tarifli hayatı tarif ederken yaşayanlar, uğurladıklarını da tarif ederlermiş; "Bir varmııııış! Bir yokmuuş!..."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SÖZÜN YAZIDA ÇÂRESİZLİĞİ...-II-

Bazen insanın emeklerine üzülesi geliyor ama, inancımız Îmanımız buna mâni!...
Tefekkür edelim istiyoruz. Fikir teâtisinde bulunalım, hür akıllar arasında sağlanacak fikir akışı ve fikir alış-verişi ile, tezle anti tezi çatıştırıp çıkacak şerâreden doğruyu yakalayalım diye gayret eden, düşünen akıllarla yarışmaya çalışıyoruz.
Ama seyircilerimiz, -özellikle seyircilerimiz- dinlemeden, anlamadan masa tenisi izlercesine iki râkip raket arasında gidip gelen ping-pong topuna kilitlendikleri için, sadece bakışlarıyla gidip-gelmekle meşgûller!...
Bizler de, anlık taraftarlarımızı ciddiye alarak, anlık taraftarlarımızın diliyle konuşmak zorunda kalıyoruz. Bu kere de, gerçek fikir susamışlarını ya incitiyor, ya da dikkatlerini dağıtıyoruz!...
Zorla iki kutuplu, ötekileşmiş ve ötekileştirilmiş bir Türkiye isteniyor! Bu projeye, bu uygulamaya konu mankeni olmayalım diye özel bir gayrete giriyoruz. Bu sefer de, masa tenisi seyircisi ve maalesef çoğunluk olan anlık taraftarlarımızı incitiyoruz!
İşimiz vallahi çok zor be Dostlar!...
Bizler, duyarlı millet evlatları hassas insanlarız. Elbette siyâset adamı olmadığımız için ve taraftarlarımızı hiç oy olarak saymadığımız için, bu taraftarlarımızı kızdırdığımız ve onlar kızdığı için incindiğimiz yerde ısrar ediyoruz! Ve maalesef bir el hareketi ile hasat zamanı tarlaya üşüşen serçelerin, sayılması mümkün olmayan hızla çarpan yürekleriyle muhatap oluyoruz!
Tam burada; "Söz; bir yürekten kopar, bin yüreği hizâya sokar veya söz; bir yürekten kopar, bin yüreği târ u mâr eder." sözünün, doğruluğu ortaya çıkıyor!
Aklıma iki harfli bir söz geldi. İki harften oluşan, okunup yazılması aynı olan, sadece telâffuz şekliyle anlam değiştiren bir söz, bir kelime: Of...
Of; bir nidâ, bir ünlem... Bildiğim kadarıyla bu nidâ, dört anlamda kullanılıyor.
Bir: Salya sümük, bütün nefsânî şirretlikle görülen her hangi bir güzele karşı, iştiha ile söylenir; "Oooffff!..."
İki: Canımız acıdığında, yüreğimiz sıkıldığında, ızdırabımızı belli etmek için inlenir; "Oooofff!..." Üç: Öfkelendiğimizde, birinden sıkıldığımızda, dayanılmazlığını belli eden bir el hareketi desteği ile ve öfkeyle söylenir; "Oooofff!..."
Eğer tamamen bu duygulardan uzak olarak hatırlanırsa bu iki harfli söz; Trabzon'un şirin ilçesine "Of" olarak ad olur...
Dostlar;Bu dört anlamlı, dört söyleniş şekilli ve dördü de doğru anlam olan "Of" sözcüğünden hareketle, söz söylemenin, sözü telâffuz etmenin ne kadar zor olduğunu ve bizlerin de konuşarak değil, yazarak kendimizi ifâdeye çalıştığımızı, Allah rızâsı için akıllarınızda hep bulunduruverin olmaz mı?
Yanlış anlaşılmaktan, yazı dilinin kifâyetsizliği yüzünden yanlış anlatılmaktan, çok korkuyorum!... Konuşurken bu kadar nâzik olmadığımı, beni tanıyan dostlarım bilirler! Konuşurken bu kadar kendime âzap vermem! Çünkü vücût dilimle yani jest-mimiklerimle beslenen kelimelerimin yanlış anlatılması veya anlaşılması mümkün değil! Ama yazarken maalesef, jest-mimik desteksiz kelimelerimizin yanlış anlatılması, mümkün!...
Bizleri, bir yazımızla yargılamak gibi bir insafsızlığa tenezzül etmezsiniz değil mi?
Dostlar; ifâde sıkıntısına düştüğümüz anlarda, yanlış anlaşılmış olabileceğimiz toleransıyla, bazen bizlere sormak lûtfunda bulunur musunuz? Vallahi kimsede îmanmetre yok! Vallahi Allah(c.c.), kimseye kimsenin îmanını ölçme yetkisini, vermemiş! Birilerinin, bir sözünden hareketle îmanını yargılarken, îmanımıza zarar verdiğimizin farkında değil miyiz yoksa?
Kimde, kimin kalbine girerek onu görme yetkisi var?!...
Bu gün, sözden anlayan sizlere kendimi anlatmaya lüzûm hissettim! Ben, bir TÜRK MİLLETÇİSİ'yim. Bir Müslümân Türk'üm. Ülkücüyüm hamdolsun. Allah(c.c.)'ım beni nasıl yaratmışsa o fıtrâtî özelliğimle sizlerle kaynaşmaya-paylaşmaya çalışıyorum...
Kimsenin taâtıyla, salâtıyla, ibâdetiyle, îmanıyla -hâşâ- işim olmaz. Kimsenin de îmanımla uğraşmasına iznim ve rızâm olmaz! Ben fakîrı okurken Allah rızası için bu Ülkücü, Müslümân-Türk kimliğimi hep hatırlar mısınız lütfen?
Söz, bâzen yazıda çâresiz kalabiliyor Dostlar!Bunu da bendenizin yetersizliğime sayarak, hak verin!
Hayâl kuruyorum; "Düğün değil, dernek değil! Ne diyorsun?" diye sorgulanıyorum!
El insâf be insafsızlar!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 05, 2008

HAYALİM GERÇEKLEŞSE VALLAHİ TURAN GERÇEK...

Hayal kurmak istiyorum!
İnsanın, hayal ettiği kadar var olduğunu ve hayale güç yetmeyeceğini de biliyorum! Hayal kurmak ve hayallerimi duyan-okuyan bütün gönül dostlarımla paylaşmak istiyorum! Hayallerim; en az benim kadar duyanlara da heyecan verirse hep beraber gerçekleşsin diye duaya davet etmek istiyorum!
Tabi en güçlü ve etkili duanın çalışmak olduğunu hemen hatırlatarak!...
Siyâseten çaresizliğe mahkûm edilmiş Türk Milleti'nin, artık çareyi kendisinin ürettiğini hayal ediyorum. MHP'deki, Büyük Birlik Partisi'ndeki, Aydınlık Türkiye Partisi'ndeki ve ocaktan-teşkilattan uzaklaşmış-uzaklaştırılmış diğer siyaset kurumlarındaki veya kendilerini hapsettikleri evlerindeki bütün ülkücülerin, silkinerek ayağa kalktıklarını hayal ediyorum.
Hangi "Ülkü Devi", hangi adreste ülkücü kimlik ve karakteriyle ayağa kalkmışsa en yakınındaki genel başkana gidip, lisân-ı münâsiple ülküdaşlarını özlediğini söylediğini hayal ediyorum! Ülkücüye, ülküdaşını özleme işkencesini yapmaya kimsenin hakkının olmadığını söylediğini, söylemesini hayal ediyorum.
Sn. Devlet Bahçeli'nin, Sn. Muhsin Yazıcıoğlu'nun, Sn. Oktay Öztürk'ün; bu seslenişleri duyarak ve bu hasret çeken yüreklerin samimiyetini anlayarak sür'atle bir araya geldiklerini hayal ediyorum!
Tamamının, kendi aralarında; Allah'ı, vicdanlarını ve tarihi tanık tutarak rütbelerini soyunduklarını, "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için." inanç ve heyecanıyla altı kollu, üç yürekli, üç kucaklı hale gelmiş kucakları tekleştirdiklerini hayal ediyorum! Yeniden Üç Hilal'li parti sancağını, bozkurtlu teşkilat sancağını dalgalandırdıklarını hayal ediyorum!
Allah ile aldatanlardan Allahçılığı, Atatürkçülük ile satanlardan Atatürk'ü, şucu-bucu sıfatlı cemaatçilerden dini, ülkücülükten geçinenlerden Başbuğ Türkeş'i; liberalllerden, kapitalistlerden, sosyal demokrat veya demokratik solculardan Milliyetçi Toplumculuğu çekip alarak millete hür aklını iade ettiklerini hayal ediyorum!
Bu sıcak dünya atmosferinde, dünyanın en güçlü ve donanımlı ordusunu kışlasına ve sınırlardaki tarihi görevlerine; Allah'ın güzel ahlâkı tamamlamak için indirdiği dini anlatmaktan başka işi olmayan İmam Efendileri, camilere aslî görevlerine dönderdiklerini hayal ediyorum! Ordu mensuplarının kahramanlaşmaktan, din adamlarının Allah'ın rızasını kazanmaktan başka işlerinin olmadığı günleri hayal ediyorum!
Muhteşem Türk Atatürk ve Cumhuriyetin kazanımlarından olan millî bayramlarımızı, ve tarihten mirasımız olan özel günlerimizi, Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti ayırım ve kıyaslaması yapmadan, yaparsak insaftan sapmadan, millî coşkularla kutladığımızı; kandilleri, kutsal ve dinî günleri hep birlikte hûşû içinde yaşadığımızı hayal ediyorum!
Yakın hedefi "Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye", uzak ve nihaî hedefi "Turan" olan inanmış kadroların, yeniden dağlara taşlara düşerek propoganda yaptıklarını hayal ediyorum! Camilerde 'Müslüman Türk'çe, düşman karşısında îmanlı Alparslanca, öfkeli ama âdil Yavuzca, Kimsesizler Kimsesi'ne sığınabilecek kadar ulu Fatihçe, dinle milleti barıştırdıktan sonra bu barışı hukuka-cumhura emanet eden Atatürkçe duracağını söyleyebilen yiğit Türk Siyâset adamlarının millete sunulduğunu hayal ediyorum!
Türkçe konuşan, Türkçe düşünen, Türkçe uygulayan, dostunun ve düşmanının karşısına Türkçe çıkan yiğit devlet adamlarının propogandasını yaptığımızı hayal ediyorum!
İlk olarak daha fazla ezilmemenin, sonrasında siyâseten-ticareten kazanmanın başka yolunun kalmadığının ehil ağızlardan açıkça söylendiğini hayal ediyorum!
AB'ye "Hadi güle güle!"; IMF, Dünya Bankası ve benzerlerine "Hadi defoool!", yabancı sermayeye "Yatırım yapacaksan gel." diyebilecek yiğitlerin konuştuklarını hayal ediyorum!
Hayal ettiğim sadece milletçilik! Bilge Kağanca, Timurca, Atatürkçe, Türkeşçe...
Hayal ettiğim sadece Türkleri türkçülükten geçinenlerden, Kürtleri kürtçülükten geçinenlerden, Dinimizi dincilikten geçinen iman tâcirlerinden, sokak hakimiyetini mafya bozuntularından, akıllılığı kurnazların tahakkümünden, demokrasiyi demokrat maskeli çıkarcılardan veeee, ve bütün partileri genel başkanların diktatoryasından kurtarmak!
Oluru olmazı eş değerde ama keşke olsa değil mi?
Hayale güç yetmiyor ve hayalim bir türlü karamsarlaşmıyor! Türklüğümden değilde neyimden dersiniz?
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 02, 2008

KORKU İKTİDARI'NIN KORKULARI MI?

Dava'nın aysberglerinden, ülkü devi bir ülküdaşımdan dinlemiş ve çok etkilenmiştim. Aktarayım, paylaşayım istedim.
Kömür ocaklarında, yerin derinliklerinde olan galeriler vardır. Oradaki emekçiler; yüreklerinin, bileklerinin hakkını vererek çalışırlar. O derin dehlizlerde, galerilerde çalışmalarına rağmen üzerlerindeki beyaz elbiselerine zerre kadar siyah bulaştırmayan ehil insanlarımız var. Bir de çıkarılan kömürleri pazarlamak, satmak ve paraya tahvil etmek üzere kurulmuş; gökdelenlerin, apartmanların üst katlarında hazırlanmış, dayalı-döşeli ve zerre kadar kömür tozu olmayan bürolarda, kömür işinde çalışan(!)lar var! Dikkate de gerek yok, sadece bakılırsa; derin galerilerden, kömür tozu içerisinden apak elbiselerle çıkabilmeği başaranlar olduğu gibi, gökdelenlerin yüksek tepelerinde, zerre toz olmayan yerlerde tepeden tırnağa karalara, pisliklere bulaşmışlar görülür!
Derin dehlizlerde kapkara kömür tozları içinden apak çıkabilmeği başarabilmiş Dava Devleri'ne selamlar olsun yürekler dolusu...
İşte bu Türkiye'nin gerçeği ve hikâyesi!
Canımız acıtan, yüreğimizi burkan ve sıkan gerçekler bunlar maalesef! "Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!" siteminin, yüzyıllardır tarifi bu gerçeğimiz! Suçlu aramaya gerek yok! "Ben duyarlıyım, ben inanç sahibiyim, ben idealistim, ülkücüyüm, devrimciyim, bilmem neciyim." diyen herkesin aynaya bakması yeter!
Yazanları; satın alamadıysalar işsiz bıraktılar! Konuşanları, satın alamadıysalar susturdular! Susturulanların sahipsiz bırakılmalarını deneye deneye gören ve milleti kanıksatan, çılgın paralı karteller de pervasızlaştılar tabi!
Milleti gerçeklerden haberdar etmeyi kendilerine iş edinmiş programları ve yapımcılarını, yürekli gazetecileri, kapı kapı dolaştırarak susturmayı denediler! Beceremeyince tv sahiplerine yüklenerek programını kaldırttılar, gazete patronlarına yüklenerek işsiz bıraktırdılar; duyarlı olduğunu zannedenler, iddia edenler olarak sustuk!
Sakın suçlu aramayın! Sakın suçu başkalarının üzerine atarak suçtan arınabileceğinizi zannetmeyin! Hepiniz suçlusunuz, hepimiz suçluyuz! Suçumuzu ört-bas edebilmek için sığındığımız tek yer olan suskunluğumuzun adını, hepimiz akıllılık koyduk!
Memleketin namusluları, en az namussuzlar kadar cesur ol/a/madıkları için onlarca yıldır pervasızlaşan suçlular, suçluluğun saldırganlığı ile iyice hırçınlaştılar!
Adını yazarak reklamını yapmak istemesem de nereden bahsettiğim bilineceği için söyleyeceğim. Flash Tv'de yayınlanan, "Gerçek Gelecek" programının cesur sesi Erhan Göksel'e de aynı taktikle vuruldu veya vurulduğu zannedildi! Erhan Göksel zaten gittiği yere kadar diyordu! Zaten program kaldırılıncaya veya kendisi susturuluncaya kadar diyordu! Şükür kendisinin ve sevenlerinin korktuğu değil de sadece programını keserek-kestirerek müdahele ettiler!
Şimdi sıra bizlerde suçlular!
Ya hep beraber, avazımız çıktığı kadar konuşanlara konuşma imkânı vermeyenlere yüklenerek, "Neyi, kimden, niye saklamak istiyorsunuz?" diye haykırarak soracağız, ya da meşhûr ve bilinen korkaklığımızın adını akıllılık koyarak susacağız!...
Şahsen benim sorum, sadece ve sadece Başbakan'a; Demokrasinin, demokratlığın kazanımlarından istifâde ederek yükseldiğiniz Başbakanlık makamından, bu işlere neden müdahil olmuyorsunuz? Söylenenler yalansa, iftiraysa hukuka gidilmesi gerekmez mi? Hukukun inandırıcılığı ile oynanmasına neden seyirci kalıyorsunuz? Bu hukuk denen olmazsa olmaz, herkese lâzım değil mi? Yoksa AİHM'den başka mahkeme tanımaz mısınız?
Basından ve milletten gizli olarak yapılacağını zannettiğim Erhan Göksel'le hesaplaşmaların, Erhan Göksel'i tek yakalamanın mümkün olduğunu zannederek cezalandırmaların, bir türlü milletle paylaşılacağını ve bu halde de Erhan Göksel'in bütün söylediklerinin gerçekten daha fazla iz bırakacağını bilmez misiniz?
Siz, bu tavırla mı demokrat ve mazlûm olduğunuzu millete anlatabileceğinizi zannediyorsunuz?
Devlet Bahçeli'nin isimlendirdiği "Korku İktidarı", tam da bu değil midir? Korku İktidarı'nın bu kadar açık korkmasının altında, korkulacak neler var? Merak etmeyelim mi?
Son sözüm de Erhan Göksel'e; ne yapacaksın bilmiyorum ama şahsım olarak yanında ve arkandayım! Bilmeni ve bilinmesini istedim.
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN