Pazar, Ağustos 31, 2008

İKİ ASKER PORTRESİ (Adını Siz Koyun)

Türk'ün muhteşem zaferinin, 30 Ağustos'un yıl dönümünde; kahramanlar kervanına, şühed'a safına katılarak Peygamber(s.a.v.) aguşuna at salan bir şehidimizin, İzmir'deki insanlıktan nasipsiz alçakların bombalı saldırısında yaralanarak tedâvi gördüğü hastaneden ebedi istirahatgâhına yönelen Hüseyin ARISOY'un, cenaze haberlerini okurken aklıma sayısız şehidimizden biri daha geldi. Arşivime daldım. Söz uçar, yazı kalıcıdır ya!
3.000 nüfuslu bir beldede, 6.000 kişiden fazla bir cemaatin helalleşmesi ile uğurlanan Hüseyin ARISOY'UN ailesinin gösterdiği metaneti görünce; amca Kenan ARISOY'UN; "Ağlamayalım, bir an önce bu yarayı saralım. Hep beraber olalım. Türkiye bölünmez, Türkiye büyük güçlü bir devlet. 20 tane daha oğlumuz var, onları şehit vermeye hazırız." sözlerini duyunca göysüm,Türklüğümle bir daha kabardı. "Yan gelip yatmadı, vatanını satmadı! Hüseyinler ölmez, vatan bölünmez! Tayyip oğlunu askere gönder!" sloganlarını da duyunca, içim yanarak hatırladım bir daha! 27 Ekim.2007' de tekrarladığımız satırlar, izninizle bir daha:
"................................
Devasa meseleler, -kapalı kapılar ardında bile değil- apaçık komedileştirilirken; cüceler, devler savaşı oyunu oynuyorlar!...
Asıl gerginliği de, bu oluşturuyor! Bu arada Giresun'un Bulancak İlçesi'ne bağlı İcilli Köyü'nden 21 yaşındaki Süleyman Çelebi adındaki bir Mehmetçik, şehadetiyle göz yaşlarımızı sel edip Türk Yüreklere ölümüyle ferahlık bağışlıyor!...
Şaşırmayın!... Önce Allah(c.c.) gani gani rahmet eylesin. Süleyman Çelebi adlı Yiğit; Kahramanlar Safı'nın ön sıralarında yer alarak Türk Yürekleri ferahlatıyor. "Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen topluluk, millet değildir." dememiş miydik?
Süleyman'ın akranları, vatani görevlerini yaparken O'nu epilepsi yani sara denen illet yakalar. Süleyman'a, bu lanet illet yüzünden vatan borcunu ödeyemeyecek olması, zül gelmektedir!... Kahramanlığa, Şişli Eftal Hastanasi'nin verdiği "Epilepsi hastasıdır." raporunu, askerlik şubesinden saklayarak başlar Süleyman!... Bir lanet illet yüzünden askerlikten geri kalamaz!... Akranları, dağlarda kırsalda hainlerle, şerefsizlerle şereflice çarpışırken; o, köyde yavuklusu ve annesiyle kalamaz!... Bu yüzden de hastalığını ve raporunu ayıpmışçasına saklar!...
Mardin'de şerefsiz bölücülere, hain satılmışlara karşı vatanını, Devleti'ni koruma nöbetine başlar. Artık keyiflidir, gururludur, çünkü Mehmetçiktir Süleyman... Kutsal nöbetindeyken de hain sara nöbetleri, bir kaç kez yoklar Süleyman'ı!...
Ama o kararlıdır bu hain illete yenik düşürmeyecektir Askerliğini!...
O'nun yenmeğe and içtiği hainler dağlardadır... Ölecekse de Süleyman'ın gönlünde, bölücü şerefsizlerle şereflice çarpışırken şehadet şerbetini içmek vardır. Şehadeti istiyor, toprağa karışarak bir daha Vatan Mührü olmayı özlüyordu Süleyman... En az PKK kadar hain epilepsi-sara, PKK'lıları Süleyman'dan korumaya kararlıdır!...
Süleyman Çelebi adlı Kahraman Çeri'nin muhteşem öfkesinden PKK'lıları korumakta kararlı olan sara, 28 Nisan'da uykuda bastırır Süleyman'ı... Kriz sırasında ranzasından kafasının üzerine düşen düşen Süleyman; organlarını, yedi-sekiz kişiye hayat bağışlamak üzere bırakırken, beyaz atına binerek Cennet'e doğru, Peygamber Aguşu'na doğru yola koyulur...
Oysa biz; ne kahraman geçinenlerin, çocuklarını asker etmemek için attıkları şaklaban taklalarını biliriz!. Oysa biz; askere gitmemek için çürük raporu alarak siyaseten vatanı kurtarmaya soyunan, ne siyaset kahramanları(!)nı biliriz! Oysa biz; parayla çürük raporu alıp askerden yırtarak babalığa soyunan, ne korkak-cesurlar biliriz! Oysa biz; ana-babasının kariyeri arkasına saklanarak askerken barlarda pavyonlarda icray-ı rezalet yaparken yakalanan, ne memleket sever(!)ler biliriz!
Nur ol Süleyman... Resulullah(s.a.v.)'a komşu ol Yiğidim... Son zamanlarda terk edilen, unutturulmaya çalışılan Türklük Gururunla, kahramanlığınla; Devletin'e, Milletin'e, Ailen'e, Yavuklun'a şeref madalyası oldun.
Allah(c.c.) senden yerle gökler arası kadar razı olsun...Yüz akımız oldun Sülayman... Şehadetinle Türk Milleti'nin neden asîl tarifi aldığının ispatı oldun... Allah(c.c.) seni özel yaratmış Süleyman... Allah(c.c.) seni güzel yaratmış... Sen; 21 yıllık kısacık ömründe Türklüğünle gururluydun, şimdi Türk Milleti senin varlığınla onurlu...
"Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın/Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın." Ama Türk Gönlümüze sığdın Süleyman, Türklük Dünyasına, onur oldun...
Sen; "Kimler, nerede, ne zaman, ne yaparlarsa yapsınlar! Biz varız! Dünya durdukça Türk duracaktır. Devlet-i ebed-müddet olacaktır." dedin. Doğruyu söyledin. İyi yaptın Süleyman!... Ve söylediğine, yemin olsun dost-düşman herkesi, inandırdın..."
Bu Rahmetli Şehidimiz Süleyman Çelebi'nin kahramanlığı. Bu da bir başka askerlik vesikası:
"Adı: Ahmet BURAK
Baba Adı: Recep TAYYİP
Ana Adı: Emine
Doğum Tarihi: 04.07.1979
Medeni Hali: Evli (23.02.2001)
Askerlik Durumu: ÇÜRÜK... Rize Güneysu Askerlik şubesine kayıtlı Ahmet Burak ERDOĞAN, 2000 yılında Kasımpaşa Deniz Hastanesi'nden verilen rapor ile ÇÜRÜĞE ayrılıyor. Rapora göre, Ahmet BURAK ERDOĞAN'ın hastalığı TESTİS KANSERİ!..." ( Basından alıntı)
2000 yılında "Testis kanseri" olduğu için çürüğe ayrılan delikanlı, bir yıl sonra yeri yerinden oynatan bir şa'şaa ve tantana ile evlenmişti!...
İki asker portresi, ve bir Vatanperver Baba(!) tarifi...
Adını siz koyun!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ağustos 30, 2008

SAVAŞA HAYIR AMA TESLÎMİYETE DE!...

Dünyada sınırlar yani coğrafya değişiyor, değiştiriliyor!...
İnsanoğlunun teknoloji ile düz orantılı gelişmeleri ve önce kabile, sonra aşiret, sonra klan, sonra halk ve en sonunda milletleşmeleri ile başlayan "Milletler Arası Mücadele" ile, dünya coğrafyası yani devletlerin sayıları ve sınırlar değişmeye başlamış ve değişerek te devam edecektir.
Yeryüzünde; nebatat ve hayvanatın(bitkilerin ve hayvanların) da, iç güdüsel olarak yayılma ve dünyayı kaplama, dünyaya hakim olma istekleri vardır. Bu iç güdüsel büyüme, çoğalma ve yayılma isteği, bir başka cinsle karşılaşıp temas edinceye kadar sürer. Bir başka cinsle temas halinde de adına savaş dediğimiz canlı-kanlı mücadele başlar.
Atsız Hoca'ya göre, aklımda kaldığınca; sarmaşık en zayıf köklü bir bitki olmasına rağmen çok süratle gelişir ve uzar. Hevesi, bir an önce bütün dünyayı kaplamaktır. Karnını doyurmak, oluşturacağı sütle yavrularını beslemek ve bir an önce çoğalarak dünyayı kaplamak isteyen keçiyle karşılaşıncaya kadar sarmaşığın büyümesi devam eder. Keçiyle karşılaşıldığı anda sarmaşık-keçi savaşı başlar ve galibi tabi ki keçi olur! Keçinin içgüdüsel olarak beslenip çoğalma ve dünyayı kaplama heves ve heyecanı da bir kurtla karşılaşıncaya kadardır. Kurtla karşılaşıldığında başlayan canlı-kanlı mücadelenin yani savaşın galibi de bellidir! Kurtun kuvvetlenip, üreyip dünyayı kaplama hevesi de kendisinden daha güçlü bir savaşçıyla, yırtıcıyla karşılaşacağı ana kadardır!...
Nebâtat ve hayvanat arasındaki bu içgüdüsel savaşa insanoğlu, aklıyla müdahele eder hep! Bitkilerin üremesini, çoğalmasını; onların sağlıklı olarak çoğalıp hayvanata yem olmasını, hayvanatın üreyip çoğalarak insanların yararına işlerde kullanılmasını hep insanoğlu denetler. Dolayısıyla göz önündeki bu nebât ve hayvanat mücadelesinin, ekolojik dengeye zararı bir nebze de olsa insanoğlunun müdahelesiyle kontrol altındadır.
Nebâtat ve hayvanat arasındaki bu sessiz ama canhıraş mücadeleyi kontrol etmek isteyen insanoğlu; milletleştikten sonra, kontrol etmek istediği toprakların sınırlarını belirler. Bu sınır belirleme önemlidir. Çünkü kontrolündeki nebatat ve hayvanat, mensubu olduğu milletinin hayatını sürdürmesi için gereklidir.
Kontrol edilmesi gereken toprakların adı, Türkçe Vatandır. Yer üstü ve yer altı zenginlikleri; milletleşmiş bütün insanlar için önemlidir. Ve önemsediği yerlerin kontrolünü sağlayabilmek için bir başka milletle sınır çekişmeleri yaşanacaktır. Bu, insanın insanlığıyla bağdaşan bir davranıştır, bu davranışın adı milliyetçilik ve bu mücadelelerin adı savaştır.
Savaşların engellenebilmesinin bir tek yolu vardır: güçlü olmak ve gücü kadar coğrafyaya hâkim olmak!...
İnsanoğlu; fert olarak nasıl gücü yetmeyecekle kavgaya tutuşmazsa, millet ve devlet olarak ta gücü yetmeyeceğine inandığı millet ve devletle savaşa girmez! Bu savaşa girmemek için yapılan işlere, uygulamalara da insanca bir akıllılıkla "diplomasi" denir!...
Diplomasi; insanoğlunun korkusunu saklamak için ortaya attığı ve nöbet nöbet bütün milletlere lazım olan, hayati derecede önemli bir akıllılıktır!
İnsan üretimi olan sistemin adı ister demokrasi, ister bilmem ne olursa olsun; diplomasiye çok fazla rağbet eden milletin o an için gücü, savaşa elverişli değildir demektir!...
Buradan bakınca; fazla değil 80 yıl önce "Yedi Düvel" adıyla birleşerek üzerimize gelen bu günün Avrupa Birliği adındaki Haçlı'yı; hayatta kalabilmek içgüdüsüyle ve kahramanca, destansı bir mücadeleyle şu anki sınırlarımızdan kovduk! Bu gün itibariyle de o kovuşun seneyi devriyesini ve bayramını kutlamaktayız.
O müthiş savaşın yaralarını daha tamamen saramamışken; bizden erken toparlanan Haçlı, yeni seferlerdedir! Ve kendimizi yetersiz gördüğümüz için sığınmak zorunda kaldığımız, "diplomasi" adındaki maskeye sığınarak, ABD gemilerinin, Boğazlar'dan geçmesine izin verdik!
Demokrasi ve Cumhuriyet adındaki sistemimiz gereği iş başında bulunan hükümetin sığındığı diplomatik görüşmelerle, Türk Milleti'nin kendisini hissettiği güçlülük arasında, kesinlikle uyuşmazlık var!
Toprağına, vatanına sahip duramayan milletin namusuna sahip duramayacağını hangi vatandaşımızdan sorarsanız duyarsınız!... Irak gibi net bir örnek te göz önündeyken...
Tarihî, insanî gerçekleri göz önünde bulundurarak; milletliğini on bin yıldan fazladır gerçekleştirmiş ve dünyaya kabul ettirmiş olan Türk Milleti'nin fıtrâti (yaratılış) özelliğini, siyasî hükümetlerin göz önünde bulundurması gereğini hatırlatmak isterim!
Birilerinin savaşlarında, diplomasi maskesiyle arada ezilmek istemiyoruz! Sınırların yeniden çizilmesi gerekiyorsa -ki gerekiyor- ister savaşta, ister masa başında olmak gerek diye düşünüyorum!
En başarılı diplomasiyi de, bırakalım en fazla korkanlar yapsınlar!... Korkunun ecele bir faydasının olmadığını, bizden iyi kim bilebilir?
Savaş adındaki dünya nizâmını belirleyici gerçeği, dünyada en iyi bilen millet olduğumuzu, Allah aşkına hep hatırımızda tutalım!...
Savaşa hayır ama teslîmiyete bin kere, milyon kere hayır!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ağustos 29, 2008

FİRARDAYIM, KAYBOLDUM!...

Zordayım Dostlar, Ülküdaşlarım dardayım!...
Kendime firarımda, kayboldum!
Beni, benim kadar tanıdıklarını zannettiğim yarım asra yakındır tanıdıklarımın çoğunu tanıyamamış olmamdan dolayı kendime kırgınım! Bildiğim tek şekilde yaşadım hayatımı! Ülkücülükten başka bir şey bilmedim, bilemedim, merak ta etmedim!
Milletini sevendi Ülkücü. Vatanını sevendi. Tarihine, geçmişine, inancına, ceddine ve soyuna sadıktı!... Davet beklemeden, başlatılmış bir "Kutlu Sefer" e katılan, isimsiz süvariydi. Ödülü Allah rızasıydı Ülkücünün...
Alınmaz, satılmaz; terk etmez dolayısıyla da terk edilmezdi Ülkücü! İkbalini düşünmez, verilen görevden kaçmaz, verilen göreve kendisini yetersiz görüyorsa yerini bir ülküdaşına şevkle, hevesle verirdi...
Seçerdi ülkücü, seçilmezdi! Ülkücünün ülkücüden farkı olamazdı çünkü...
Emânetin ehlini bulabilmek için beynini patlatır; ehîl, liyâkatli Ülküdaşını bulabilmek için gerekirse Türkiye'yi dolaşırdı sessiz sedasız!
Ülkücü, ülkücünün kardeşiydi! Ülkücü, ülkücünün yoldaşıydı! Ülkücü, ülkücünün kader ortağıydı! Ülkücü İmanlı Türk'tü, İmanlı her Türk ülkücüydü ülkücüye göre!
Yakın hedef olarak; "Yüz milyonluk milliyetçi Türkiye", uzak ve nihaî hedef olarak "Turan"ı bellemişti. Rehberi Kur'an, hedefi Turan'dı ülkücünün...
İçerde kimlikli ve muktedir, dışarda karakterli ve adil bir devleti olmalıydı Ülkücünün! Her ferdi tek tek ülkücüleşmiş Türk Milleti, dünya nizamından sorumlu olmalıydı! Ezilenlerin hamisi, ezenlerin hasmı olmalıydı ülkücünün millî devleti...
Ya devlet ülkücüleşmeli, ya da ülkücüler devletleşmeliydi!
Ülkücü; ne iş yapıyorsa en iyisini yapmakla mükellefti! Ülkücüden daha iyi birisi ancak bir başka ülkücü olmalıydı!...
Her kesin, her ülkücünün kendisiyle amansız ama sessiz bir yarışı vardı. Liderin, Başbuğ'un ülkücüyü tanımasına gerek yoktu, tanıması elbette şerefti ama bilmesi çok yeterdi! Başbuğ'a yakın mesai yapanlara gıpta ederdi her ülkücü sessizce ama asla, kimsenin Başbuğ'a yakın yerine de heveslenmezdi!...
Ve her yerde vardı, her yerde hissedilirdi ülkücü! Gezişinden, duruşundan, elindeki kitabından, hitâbından; edebinden, âdâbından belliydi ülkücü!
Her ana-babanın tek hevesiydi çocuğunun bir ülkücü arkadaşının olması! Çocuğunun ülkücülüğü ile her ana-baba iftihar ederdi!
Gençtik, hatta çoğuna göre çocuktuk ama en ekâbirlerden saygı alırdık! Büyüğe saygılı, küçüğe sevgili, yasalarla sıkıntısız, devlete-millete sadık insanlardık!
Parasız pulsuzduk, aşsız işsizdik ama varımızı verirken asla elimiz titremezdi! İflas etmiş babamızın kalan mallarından gizlice alarak cezaevlerindeki ülküdaşlarımıza götürebilecek kadar malımıza hasımdık! Açılmış bafra sigaramızı karakoldaki arkadaşımıza elimiz titremeden verebilecek kadar bonkördük!
"Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; her şey Türk tarafından, Türk'e göre, Türk için." diyecek kadar bağımsızlığa inanır öyle davranırdık! Türk'ü Türk olduğu için sever, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyeni baş tacı ederdik. Kimseyi ama kimseyi ötekileştirmemiştik, ötekileştirmezdik!...
Bize, bizim nazarımız mı değdi?! Bizi, biz mi harap ettik?! Bize, bizden başka hiç ama hiç bir kuvvetin, hiç kimsenin gücü yetmezdi, yetebilmezdi!
Çok severek, hevesle ölebiliyorduk Devletimiz-Milletimiz uğruna! Ölerek çoğalıyor, ölerek diriliyorduk!...
Ne oldu bize? Her yere hakim olmamız, her yeri kontrol etmemiz gerekirken neden yok olduk bu kadar çokluğumuza rağmen? Büyüdükten sonra ölenlerimizi hatırlayarak korktuk mu? Yoksa hep korkarak mı büyümüştük ve bu yüzden mi şehit olamamış, ölememiş sağ kalmıştık?
Ülküdaşlarım;
Allah rızası için bir yol gösterin! Dedim ya kendimde kayboldum! İdeolojik yüklerini atarak merkez bir parti olmaya soyunmuş partimde çok yabancıyım! Partim de 43 seneden sonra bana çok yabancı!...
Ve bu yabancılıktan canım yanıyor! Kalbim ağrıyor! Sıkılıyorum, hazmedemiyorum artık!
Ülkücüyüm demekten, ülkücülükten geçinen lümpenler yüzünden utanıyorum!...
Bu acayip utançla yaşamayı da asla kabullenemedim, kabullenemiyorum!
Kayboldum! Kayboldum! Ülkücülükten başka bir şey de bilmiyorum!...
Türkiye'de, Türk Yurdu'nda Türk kimliğimle garibim!
Sesimi duyan bir ülküdaşım var mıııııı?...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ağustos 28, 2008

"DURMAK YOK!...", YOLUN SONU...

Önümüzdeki Yerel Seçimler'e yoğunlaşmamızı engelliyorlar mı, yoksa bana mı öyle geliyor?!
Adı "Ümraniye Bombaları" iken; önce "Ergenekon" sonra, "Agatha", sonra bilmem ne koyulan ve Yargı'ya intikal etmiş, iddianamesi de hazırlanmış bir dava dosyasından, her gün bir kaç paragraf alınarak manşetlere taşınıyor, Yüksek Mahkeme'nin; AKP'yi suçlu bulduğu ve cezalandırdığı, unutturuluyor!
Geçmiş iki yılda; olmadık zamanlarda ve AKP'nin en sıkışık olduğu zamanlarda can kurtaran simitliği yapan Bahçeli ve ekibinin yaptıklarının üzeri örtülmeye çalışılıyor!
DTP adındaki siyasallaşmış görüntülü bölücülerin, Atatürk Cumhuriyeti ve sistemine vermeye başladığı zararlar, açtığı yaralar kamufle ediliyor!
Belgeli rüşvetlerin üzeri örtülüyor!
Cumhuriyet Baş Savcısı'nın iddianamesi aynen kabul görse ve AKP kapatılsaydı, yasaklanacak siyasiler içinde olan belediye başkanlarının adları, unutturulmaya çalışılıyor!
Yüksek Mahkeme gerekçeli kararını açıkladığında; Baş Savcılık, "Laikliğe karşı odak olmuş" ve cezalandırılmış partiden, bu cezaya sebep siyasilerin ihracını isterse, ne olacağını düşünmemize engel olunuyor!
AKP'de suçluluk psikolojisi ve paniği, muhalefette bu paniğe yeterince müdahele edememe durağanlığı!...
AKP'nin kapatılması şıkkı üzerine düşünülerek, stepne olarak saklanmış ve yeni bir parti sloganıyla yola çıkmış A.Latif Şener'e itibar gösteren AKP teşkilatlarına yapılan operasyonların üzeri örtülüyor!...
Varsa yoksa, Yargı'da ve artık iddianameye göre yürüyen bir dosyadan alıntılar gündemde!...
27 Mayıs Devri(!)'i yıllarında, gazetelere manşet edilmiş olan; "Menderes'in korkunç tasavvurları.... Uydurma bir halk hareketi hazırlanacak ve bir çok kimse insafsızca öldürülecekti. Ziraat bankasının ambarında 2 bin tabanca ve külliyetli miktarda askeri elbise bulundu."(31 Mayıs 1960 günlü Tercüman'ın manşeti) şeklindeki servis edilmiş haberlerle meşgul ediliyor millet!
Senaryo benzerliği, müthiş! Tek fark, hükümetle muhalefetin yer değiştirmesi ki bu daha müthiş bir hayret sebebi!...,
"İnadına Tayyip!" sloganıyla, siyasi partilerin tamamına tepkili milletin ilgi odağı olan Recep Tayyip Erdoğan; kazandığı ilk seçimler sonunda, bütün belediye başkan adaylarına referans olarak seçimlere sokmuş ve mevcût Belediye Başkanları'nı seçtirmişti!
AKP'li belediyelerin tamamına yakınında; halk tarafından tanınmamasına rağmen "Recep Tayyip Erdoğan'ın adamı" tarifiyle seçilmiş belediye başkanlarından şikâyet, had safhada! AKP Genel Merkezi ile ciddî manada sürtüşmeleri olduğunu duyduğumuz Melih Gökçek haricinde, hakkında olumlu konuşulan bir AKP'li belediye başkanı bilenimiz var mı? Melih Gökçek hakkında da olumlu olduğu kadar olumsuz söylentiler var!
AKP; mevcût başkanları ve yeni çıkaracağı adaylarıyla, tek kelimeyle zavallı bir görünümdeyken mi bütün belediyeleri kazanacak?
AKP'den bu kadar korkmayı gerektirecek ne var?
Yerel seçimlerde; her kes kendi yöneticisini, partilere asla bakmadan tanıdığı-güvendiği kişilerden seçmeyecek mi? Bütün güvenilir adamlar, AKP'ye mi gidecekler?
Tam da burada; MHP'nin "ideolojik yüklerini atarak" halkın kabul ettiği, kendi partilerinde hizmet için yer bulamayanları daveti, idealist ve ülkücü bir tavır olmamasına rağmen akılcı ama daha çok kurnazca değil mi?
Bu yerel seçimler; ANAP'ın olduğu gibi, AKP'nin de siyâseten sonunun başlangıcıdır veya olmalı... Lütfen her kes cesâretini ve sağ duyusunu göreve çağırsın!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YA KONUŞUN, YA DA .... !...

1933 yılı Şubat ayının ilk günlerinde; Bursa'da, Ulu Cami'de toplanan bir grup ezanın Türkçe okunmasını bahane ederek ayaklanır. Ayaklanma kısa sürede bastırılır. Olay üzerine Atatürk, hemen Bursa'ya geçer. Çekirge yolu üzerinde bir yerde, akşam yemeğinde Bursa eşrafından birisi Atatürk'e yaklaşarak; "Bursa gençliği, ayaklananlara hemen müdahele ederek olayı bastırabilecek kudretteydi ama, güvenlik güçlerimize duydukları aşırı güven nedeniyle harekete geçmediler." deyince Atatürk, adamın sözünü keserek;
"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu; “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç; “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.” diye düşünecek ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek.” Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki; “Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!..." der!...
Bu sözler, meşhur Bursa Nutku olarak yakın tarihimize geçer! Cumhuriyet ve Atatürk kazanımları tehlikelerle muhatap olduğunda, duyarlı aydınlar tarafından bu müthiş sözler kullanılır. Hatta Celal Bayar tarafından Meclis kürsüsünden de okunur. Muhteşem Türk Atatürk'ün, bu müthiş öngörüsünü, ileri görüşlülüğünü ve devlet adamlığını Ahmet Taner Kışlalı, "Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi" isimli kitabında; "Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile, zaaf içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlardan kuşkulanabilen, ama gençliğe böylesine sınırsız bir güven besleyen, böylesine çek veren, gençliği böylesine son çare olarak gören bir devrimci yoktur! Ve Atatürk, hem gelecek iktidarlar hem de gençlik konusunda yanılmamıştır." şeklinde yorumlar...
Günümüzden 75 yıl önce yaşananları; yaşananlara karşı tedbirleri ve tavsiyeleri lütfen dikkatle okur muyuz bir daha! 600 yıllık bir; yıpratılmış, dejenere edilmiş, her kesin kendine göre yonttuğu-yorumladığı, şeyh-ül islâmların ve kadıların talimatlarla fetva ve karar verdikleri bir Osmanlı temelleri üzerine kurulmuş genç bir devletin Cumhurbaşkanı'nın sözlerini; günümüze uyarlayarak bir daha okur muyuz?
Ola ki; AKP'nin kendi istihbaratını, kendi takip-izleme timlerini oluşturduğu söylenen günümüzde bizler okumaktan-okutmaktan korkarsak; dokunulmazlıkları olan Cumhuriyetperver, Vatanperver, Milletperver bir siyâsimiz, yeniden Meclis kürsüsünden okuyarak gençliğe olan güveni tekrarlamaz mı?
Demokrasi ve Cumhuriyet'in dokunulmazlık nimetinden faydalanarak, Türk'ün şan-şeref levhası Ağustos Ayı'ndan bir günü, bölücü hainlere-şerefsizlere bayram günü tavsiye edebilecek kadar pervasızlaşan PKK'nın siyâsal uzantıları kadar cesur bir siyâsimiz yok mudur?
Muhteşem Türk Atatürk'ün güvendiği, Cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliği'nin görevini de yoksa -muhalefetin yapması gerekenleri yaptığımız gibi- yine biz mi, yapacağız?
"Müslüman-Türk Münevverleri", neredesiniz?
Ya şimdi konuşun, ya da asla ağzınızı açmayın bir daha!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ağustos 27, 2008

BEDAVA REKLAMIM !...

Hiç yapmadığım, yapmamam gereken bir şey yapacağım!...
Bir reklam yapacağım! Vallahi ücretsiz!...
Hem de, hayatımın son 25 yılında; "Dünyada paranın lâzım olmadığı tek adamım!" deyip dolaşan ben, para alıp para satan, parayla uğraşan bir kurumun reklamını yapacağım!
Aslında reklamını yapacağım banka, ilgi alanımda değil! Bir çalışanından, bir personelinden gördüğüm ikili ilişkilerdeki başarıyı; bir memurdan gördüğüm yaptığı işe kendi lezzetini katma başarısını anlatacağım! Bu güzel insanı anlatınca; kim olduğunu, ne iş yaptığını, nereyi temsil ettiğini söylemek durumundayım ki o zaman da dediğim gibi, bankanın reklamını yapmış olacağım!
Zafer ÇELEBİLER diye bir delikanlı tanıdım, bir kaç ay önce. Adıma her ay gelen havalemi almak için gittiğim banka şubesinde Bireysel Bankacılık bölümünde bir delikanlı. Garanti Bankası Şirinyer Şubesi Satış Temsilcisi ünvanıyla görev yapan biri...
Bankalarımızın nerdeyse tamamına yakınının yabancılaştırıldığını bildiğimden, devlet bankalarının haricindeki bankalara itibar etmiyordum. Haaa! Etsem ne yazar? O da ayrı bir konu! Yatırımım yok, sermayem yok! Ne günlük sermaye piyasasından, ne günlük para seyrinden, ne de günlük kurdan zerre kadar haberim yok, çünkü ilgim yok, çünkü ilgilenmemi gerektirecek sebebim yok!...
Daha önce devlet bankaları olduğu için kendimi mecbur ederek gittiğim bankalardaki gördüğüm; hizmet anlayışı dışı, görev anlayışı dışı, hepsinden önemlisi insanlık dışı davranışları tekrara edebim izin vermez!
İkâmet adresime yakınlığı ve bana her ay havale gönderen yerin çalıştığı banka olması hasebiyle; Garanti bankası Şirinyer Şubesi'ne yolum düştü. Hesap açtıralım, havale ücretinden kazancımız olsun düşüncesiyle ilgili birime gidişimle beraber Zafer ÇELEBİLER adlı insan evlâdıyla tanışıklığımız başladı.
Bir insan; kendi iş yerinin tezgâhında ancak bu kadar fedakâr çalışabilir diye düşünmeye başladım anında. Zafer ÇELEBİLER'in çok özveriyle yaptığı çalışma ve verdiği hizmetten hareketle, acaba bankada hissedar falan mı diye ciddi ciddi düşündüm ve düşüncemi de sesli olarak sordum!
Garanti Bankası Şirinyer Şubesi müşterisi olup Zafer ÇELEBİLER'i tanımayanın olması mümkün değil diyebilirim. Şubeye gidenlerden, evrak gerektiren işi ve işlemi olan hemen her kes; numara alıp sıra beklemektense, numara almadan belki de saatlerce Zafer Bey'i beklemeyi tercih ederler!
Çünkü Zafer Bey; tarifsiz sabrı ve kendisine çok yakışan güler yüzüyle, mükemmel ikna kabiliyetiyle farklı bir bankacı...
Emekli öğretmen olan ve kredi kartı dendiğinde tansiyonu yükselen eşimi, kredi kartı kullanmaya ikna edebilecek kadar da güven telkin edebilen bir duruş...
Garanti Bankası'nın en üstteki yetkililerine; Şirinyer Şubesi'ndeki bu satış temsilcilerini dikkate almalarını; kapasitesince değerlendirmelerini öneririm. Zafer ÇELEBİLER; soy adıyla müsemma davranışlarıyla sahiplendiği birimin yükünü tek başına üstleneceği için, çevresine müthiş bir hareket alanı sağlayacaktır.
Aslında bu yazımdaki kastım; birinci derecede eşim ve benim gönüllerimizi fetheden, şubesi müşterilerinin tamına yakınında çare kapısı tarifi almayı becerebilen Zafer ÇELEBİLER'e her kesin huzurunda teşekkür etmek için...
İltifatlar yüze yapılmazsa kıymet-i harbiyesinin olmadığını bildiğim için böyle yaptım.
Seni tanıdığım için şanşlıyım Zafer'im. Senin gibilerin sayısını artırabilen kurum ve kuruluşların başarmaktan başka şansları da yok biliyor musun?
Sloganım; "Her bankaya Zafer'den bir tane lâzım. Klonlasak mı ne?..."
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KENDİM'LE SAVAŞIM !...

İçimde fırtına var!
Kıyamet değilse, Nuh Tufanı bu! Kıyamet olsa, yaşıyor olamam! Aklımı ve imanımı, Tufan'dan önce Hz. Nuh'un gemisine aldığı çiftlerden zannediyorum!...
Ömrümle yaşım, yaşımla kalbim, kalbimle bedenim, bedenimle ayaklarım, ayaklarımla yollarım, yollarımla zekâm savaş halindeler!
Ömrüm kadar yıllar süren bu savaştan, bütün savaşçılarım yorgun! Ateşkes halindeler bu ara! Ateşkes halindelerken beni daha fazla yoruyorlar!
Bedenim denilen, ben denilen bir masa başında; savaşarak geçirdikleri bir ömürlük zamanı, bu zaman içinde birbirlerine yaptıklarını-yaptırdıklarını yargılıyorlar!
İçimde fırtına var!
Kıyamet değil belli ama kesinlikle Nuh Tufanı!...
Ben denilen barış masası başında hakemlik, aklım ve imanımda!
Zor işi, aklımın!
Her şeyi ama her şeyi incelemek, her şeyi araştırmak, soruşturmak zorunda! "Şüphe dinin temelidir." öğretisinden de haberdar aklım! Bu yüzden dur demiş geçmişte yürüyen ayaklarıma ve bu yüzden gecikmeler yaşatmış nefsime!...
Nefsimi atlamışım içimdeki fırtınanın durduğu bir anda! Hayret ki hayret!...
Bu mahkemeleşmede nefsim olmasa olur mu?
Nefsim; ömrümden de, yaşımdan da, aklımdan da, imanımdan da şikâyetçi!
Barış masası ben'de, bedenimde nefsimin adresini bulamıyorum! Nefsimin konuşlandığı yeri bilemiyorum!
Zor yine aklıma düştü! Nefsimin adresini, nefsimin yerini bulmak ta, onun işi! İmanıma kalbimde bir yer buldu şükürler olsun! Nefsimi nereye yerleştirecek bilemiyorum! Aklım bilebiliyor mu onu da bilmiyorum!
İçimde fırtınalar var! Kıyamet olmadığı kesin ama Nuh Tufanı'ndan gayrı bir şey de değil!...
Adem Aleyhisselam'la Havva Anamızı'ın; insanlaştıklarının ilk göstergesi olan yasağa rağbet davranışları yüzünden cezalandırılmama, aklımın itirazı var! Aklıma da imanımın!
İçimdeki savaşçıların ateşkesine hakemlik eden aklımla imanım arasındaki bu çekişme, diğer çekişmecilerin mücadelesinden çok daha fazla yakıyor canımı!
Bütün müritlerinin şikâyetlerine; "Düzelecek, düzelecek!" diye tekerleme halinde cevap veren Eren'e; "Pîrim, nasıl düzelecek?" diye yöneltilen soruya; kıyâmet gününde tepsi gibi dümdüz olacağı, öbür ucundaki yumurtanın bu ucundan görüleceği şeklinde tarif edilen gün, geliyor aklıma ve aklımla imanım arasında da sulh başlıyor!...
Bu sulh, geçici! Bu ateşkes, geçici!
Savaşçılar yeterince dinlendikten sonra yeniden başlayacaklar biliyorum savaşlarına...
Bu savaşın, ne zaman başladığını bilemiyorum! Bu savaşın, ne zaman biteceğini biliyorum ama...
"Düzelecek, düzelecek!..." diye seslice söyleniyorum içime!
Yaşıma, ömrüme, aklıma, kalbime, bedenime, ayaklarıma, aklıma ve nefsime, tek tek söyleniyorum seslice; "Düzelecek, düzelecek!..."
Savaşa son verdiriyor, savaşı bitirttiriyorum aklım adındaki büyük savaşçı ve imanım adındaki elçi sayesiyle!...
Savaşan onlar, yorulan ben!
Vuruşan onlar, vurulan ben!
Barışan onlar, yenilen ben!
Medet senden Ya Rabbi! Bu sebebi Sen'ce malûm savaştan çek al kulunu artık! Nuh'un Gemisi'nden de şikâyetçiyim!
Gemi sahibi, Nuh'un oğlu, Yasef'in oğlu Türk'ün soyundanım, adım Türk; İslâmla teşerrüf ederek eşref-ül mahlûkattan Türk olmuşum, adımdan rahatsız olanlar var!
Yaratılış özelliğimle, fıtratım gereği Türk'üm; aklımın bulduğu-vardığı doğruyla, Müslümanım elhamdülillah...
Verdiğin adımla, nasibettiğin imanımla, sıratel müstakîmden salimen al kulunu Ya Rabbi!...
Mübârek "Üç Aylar"ı, ikmâl etmek üzereyiz. Sonunda bayramımız var inşallah!
Ramazan-ı Şerifimiz mübârek, bayramımız şimdiden kutlu olsun. Bayramımız inşallah bayram olsun...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ağustos 26, 2008

ZOR SEÇİMLER...

Zaman süratli, zaman acımasız ve geçiyor.
Türkiye; "Tek Adam"dan "Suyu Arayan Adam"a doğru gidiyor siyâseten! Şevket Süreyya Aydemir'i de bilvesile yad etmiş olalım.
Önümüzde, hem de hemen yarın diyebileceğimiz kadar yakında yerel seçimler var. Kim, ne derse desin, 14'ü büyük şehir statüsünde olan 81 vilâyetli dev bir ülkeyiz biz! Avrupa'nın çoğu ülkesinin nüfusundan kat kat fazla seçmeni olan bir ülkeyiz.
Önümüzdeki yerel seçimlere becerebildiğim kadarıyla, kuş bakışı bakmaya çalışacağım. Seçim ve siyâset, siyâset adamlarının işi. İktidarda olan var, muhalefette olanlar var. İktidarda olan, dünya siyasetinde zor görülen bir beceri ile iktidardayken oylarını artırarak yeniden iktidara gelebilmeyi başaran bir parti. Daha doğrusu bir adam! Recep Tayyip Erdoğan unsuru olmasa AKP'nin değil oylarını artırmak, bir daha seçim kazanabilmesi mümkün değildi!
Şimdi AKP Kabinesindekilerin ve AKP'li vekillerin yakınlarından bazıları, sadece yakınında bulunduklarına şirin görünebilmek için bu sözümden alındıklarını söyleyecekler! Ama kendi kendi kendilerine ve çevrelerine! Söylediklerinden benim bile haberim olmayacak! Çünkü benim haberim olursa Recep Tayyip Erdoğan'ın da haberi olur, biliyorlar!
"İnadına Tayyip!" sloganıyla AKP'nin ilk kazandığı dönemde, Türkiye genelinde belediye başkanlarını Recep Tayyip Erdoğan ve yakın kurmayları seçtirdiler! Hemen hemen bütün şehirlerde, halkın tanımadığı isimler aday gösterildi! Millet, Recep Tayyip Erdoğan'ın referansına güvendiği için hiç tanımadığı adamları seçti!
Çok dolaşan birisi olarak biliyorum ki; Ankara'da Melih Gökçek hariç, hiç bir AKP'li belediye başkanından memnuniyet yok! Bir önceki seçimde sadece referansı yeten Recep Tayyip Erdoğan'ın bu yerel seçimlerde işi çok zor! Mevcut başkanlarla da devam etse, yeni adaylarla da girse, 81 vilâyetin adayı için de ayrı ayrı çalışması lâzım!
Belki de Cumhuriyet tarihinde muhalefet partilerinin elleri, ilk defa bu kadar kuvvetli. Ama muhalefet yok!
MHP; Hükümetin ve mevcut belediye başkanlarının başarısızlığını fırsat bilerek, partilerinde kendilerine yer bulamayan her kesi, davet ederek çare arıyor! Yıllardır MHP ve Ülkücü hareket'in kalesi olan İç Anadolu'da, bu tavrıyla tabanını dağıttığının farkında değil veya bilinerek yapılıyor! Bir taktiktir! İktidarın yanlışları üzerine siyaset kurarak, iktidarın dışladıklarını yanına alarak politika yapmak ta bir yoldur! Sonucunu göreceğiz!...
CHP; başta Önder Sav'ın peşpeşe attığı salvolar yüzünden zorda! Büyük Şehir staüsünde yanılmıyorsam sadece izmir var CHP'li olan. Bir de demokratik solcu Eskişehir... Hem Önder Sav'ın milleti inciten söz ve davranışları, hem de İzmir Büyük şehir Belediye Başkanı'nın durağanlığı, Deniz Baykal'ın da işini oldukça zora soktu!
Oysa İzmir'de; "9 Eylül Platformu" adıyla bir grup oluşturulmuştu. İzmir'i; Atatürk ve Cumhuriyet Kazanımlarına sahiplenmek adına AKP'ye vermemek için CHP'de, güç birliği yapılacaktı. Platformun mensupları; izmir'in etkin ve kalifiye kanaat önderlerinden oluşuyordu. Bütün partililer parti taassuplarını bir tarafa bırakarak yerel seçimlerde yek vücûd olma hazırlığındaydı. Bu oluşumdan birebir haberdardım. Deniz Baykal'ın "9 Eylül Platformu"nun davetlisi olarak İzmir'e geldiği toplantıda da vardım. İzmirli'nin Deniz Baykal'a verdiği desteği gözlemlemiştim!
Son bir aydır, İzmir'de aynı heyecan yok gibi! Deniz Baykal'ın tekrar İzmir'e yoğunlaşması, platform temsilcileriyle, süratle izmir'i konuşması gerek! Türkiye'nin en başarılı belediyecisi olduğu kadar en başarılı demogoglarından olan Melih Gökçek'le atışmaya girerek irtifa kaybeden Aziz Kocaoğlu'yla devam edecekse, süratle izmir'e gelerek Aziz Kocaoğlu ile İzmirli'yi barıştırması gerek!...
Bu seçimlerde asıl milletin işi zor!
Hükümete güvenemiyor! İktidar belediye başkanlarından ağızlar yandı! Deniz Baykal'dan başka Cumhuriyet ve Atatürk kazanımlarına sahip çıkan yok, onunda yanında Önder Sav var, durağan belediye başkanları var!... Devlet Bahçeli'yi ise ara ki bulasın!...
İktidarın da, muhalefetin de, asıl milletin de işi zor vesselam!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN...

HALK MI, MİLLET Mİ?...

İnsan, eğer insansa insanca davranacaktır.
Hevesleri olacak, heyecanları olacaktır. Sevdikleri olacak, saydıkları olacak, öfkelendikleri hatta nefret ettikleri olacaktır.
Her seven insan, sevdiğine sevgisini, kendine has davranışlarıyla belli eder, ediyordur mutlaka. Her kızanın, her öfkelenenin; kızdığını, öfkelendiğini ve hatta nefret ettiğini cezalandırma şansı yoktur, olmamalıdır! Böyle bir hâl, böyle bir uygulama varsa o yaşanılan yer, cehennem değilse bir tiranlıktır, derebeyliktir!
Aynı vatanın, aynı bölgesinde hatta aynı mahallede, aynı sokakta yaşayacak yaşamaya mecbur olacaksınız ve birbirinize tahammül etmeyi bileceksiniz! Bu yüzden belki de örnek teşkil edebilecek bir davranışı olan köyümü, çok ama çok seviyorum!
Bir kaç sefer gerektiği için arz etmiştim. Karslıyım şükürler olsun. Kars'ın en şirin ilçelerinden Arpaçaylı'yım. Arpaçay'ın da dağ köylerinden olan Taşdere Köyü'ndenim. Köyümüz; büyüklerimizin tarif ile "alacasız", yani katışıksız bir köydür. Tamamen saf bir Türk köyüdür. Köyde hemen herkes birbiriyle yakın akrabadır. Akrabalık uzaklaşmışsa mutlaka kız alış-verişi dolayısıyla tekrar yakınlaşılmıştır. Bu yakınlığa, bu akrabalığa rağmen köyümüzde çok sert aile kavgaları da olmuştur! Bu kavgalar yüzünden, birbirlerine göre "düşman" diye tarirf edilen aileler de vardır. Bu düşman aileler, diğer ailelere göre birbirlerine çok daha saygıldırlar! Birbirlerine karşı yapılacak en ufak bir saygısızlık, kıyamet tarifli kavgalara neden olabilir. Köyün büyüklerinin; akşamlar -elektriksiz, televizyonsuz günlerde- başlarına topladıkları çocuklarına anlattıkları hikâyeler ve sülâle geçmişleri ile ilgili anılar arasında bir öğreticilikleri vardır. Satır aralarında; büyüklerinden öğrendiklerini, kendilerinden bir sonraki nesle eksiksiz aktarırlar. Bu sayede; yazılmamış ama her alanda hissedilen bir ahlâki yasa vardır. Bu yasanın adı edeptir, töredir, terbiyedir ve dosta-düşmana saygıdır.
Köyümün ve köylülerimin en vaz geçilmez özelliği ve güzelliği, köyün sınırları dışında görülür. İhtiyaçlarını karşılamak, alış-veriş için ilçe veya şehre giden köylülerimiz, birbirlerini sıkı bir göz hapsinde tutarlar! Her kesin birbirinden haberi vardır. Düşmanı bile olsa yabancı yerlerde köylülerimiz, birbirlerinin arkasıdırlar. Bu özelliği bilindiği için ne ilçede, ne de şehirde bizim köylülere kolay kolay kimsenin bir şey söylemek haddine değildir. Düşman ailelerin, şehirde birbirlerine destek oldukları ve köye geldiklerinde ise her kesin kendi mıntıkalarına ve saygı ölçülerine çekildikleri bilinir!
Amacım; köyümü, köylülerimi anlatmak değildi. Ama örneğe ihtiyacım vardı. Bu karmakarışık günlerimizde, bütünlüğümüzü, milletliğimizi koruyabilmemiz için birbirimize tahammül mecburiyetimizi anlatabilmek için örneğe ihtiyacım vardı... Örnek olarak aklıma köyüm ve köylülerim geldi. Özledim tabi her birini ayrı ayrı, burnumun direği sızlamacasına...
Köylerimizde zannederim benzer ahlaki değerler, töresel yazısız yasalar vardır. Köylerimiz kasabaları, kasabalarımız ilçeleri, ilçelerimiz illeri, illerimiz bölgeleri, bölgelerimiz de ülkeyi meydana getirdiğine; ülkemiz aynı zamanda vatanımız olduğuna göre, toprağı vatanlaştırabilmek için yüzlerce yıldır kan ve can vererek bu günlere geldiğimize göre; halimizi, devletimizi, devletliliğimizi muhafazaya mecburuz.
En nefret ettiğimiz komşumuza tahammüllü, saygılı olmak zorundayız ki vatanımıza, devletimize yapılacak her hangi bir saldırıda birlikte davranabilme özelliğimiz devam etsin...
Eğer mahalle baskısı varsa -ki şehirlerde var olduğunu zannetmiyorum- bu yönde olmalıdır.
Hainlerle, yerli işbirlikçilerle, ajanlarla, "Dolma kalemler"le başka türlü baş edemeyiz! Bizimle baş etmekte zorlanan şer ve dış güçlerde bu mahalle baskısı adındaki törelerimizi, töreleri oluşturan milletliğimizi hedef aldılar! Milletliğimizi çözerlerse, bizi halklara ayrıştırmayı başarırlarsa Allah korusun devletimizin ömrüne kast ederler!
Türk Milleti ile Türkiye halkını, çok bilerek kullanmalı ve sadece Türk Milleti gibi davranmalıyız. Halkçılıktan, zümrecilikten, mezhepcilikten, cemaatcilikten, particilikten; Milletçiliğe geçebilirsek kendimizi toparlarız!
Yoksa yerli işbirlikçi en-tellek-tüellerimizin de yaralarımızı kaşımaları yüzünden parçalanırız Allah korusun!
Bu devlet çatısı çökerse, enkaz altından sağ çıkan da olmaz!
Yerim doldu ve yine söylenecek sözüm kaldı!... Devam ederim diyor, suni gündemler yüzünden devam da edemiyorum!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

HEM DE NASIL KARŞIYIM! YANİ!...

Sanal ağda çok keyifle okuduğum Asker AVŞAR'dan; "And olsun kelâmın ruhuna. Bütün kelimeler, sadağımdan alınmış oklar gibi, saldırsın..." cümlesiyle girersem işim kolaylaşacak!
Hemen peşine iki dost yüreğin sitemlerini alacağım. "Saygıdeğer Mustafa Hocam; Eğer sizde teslim olduysanız, teslim bayrağını çektiyseniz vay halimize!...Vay ki, vay halimize!" diye sitem oklarını salan Sevgili Haydar Ali Fırat ve; "Son yazınızı okuyunca, aklım karıştı. Size ilk defa katılamıyorum Hocam! Ve siz de böyle yazdıktan sonra, ben herşeye daha da karşıyım artık! Bundan sonraki yazınızın başlığı, "Yani..." olsun isterdim." diye sitemlerini esirgemeyen yine çok keyifle okuduğum Ecehan Dilek Güralp dostlarım ve onların şahsında böyle algılayan bütün dotlarımdan özür dilemeliyim! Eğer izniniz olursa, bir de kendimden özür dilemeliyim! Demek ki kendimi ifadede kusur ettiğim için dostlarıma da azap verdim asla istemediğim halde!
Cehennem sıcağı dediğim Çöl Sıcaklarından olsa gerek ki ifade eksikliğim olmuş demek ki! Oysa ben ironi yapmıştım! Demek ki yaptığımı zannetmiş ama becerememişim!
Güzel Dostlarım;
Muhalefet yapmak, muhalif olmak; "Hoş geldin." diyene, "Hoş bulmadım!" demek değil elbette! İktidarın en büyük denetçisi ve teşvikçisi muhalefettir, muhalefet olmalıdır! Türk Milleti ve Türkiye halkı, siyaseten çaresizliğe mahkûm edilmiş ve maalesef muhalefetsiz kaldığı için, işimiz olmamasına rağmen muhalefet bize kaldı!
Bizim muhalefetimizden ne mi olur? Vallahi çok şey!...
Millet söylenir, biz milletin söylendiklerini toplar onların adına söyleriz. Millet adına söylenen sözlerimizin de mutlaka işitildiğine kaniyim. Başka türlü olmaz! Başka türlü olamaz, olamamalı!
"Artık Karşı Değilim!" diye ironi yaptığımda; nelere, ne kadar karşı olduğumu ifadeye çalışmıştım! İroni benim işim değilmiş demek ki! Zaten ağlanacak halimize güle güle, bu günlere geldik ya!
Çok söyledim. Bir daha tekrar edeyim: Türk'ü, Türkiye'yi, Atatürk'ü, Türk'ün olduğu her yeri, Türk'ün olan herşeyi, mukaddeslerimi, bayrağımı, cumhuriyetimi ölesiye seviyorum. Bunları sevmeyenler; bu değerlerimize saygı göstermeyenler, kim olurlarsa olsunlar otomatikman hasmımdır!Devletimden yanayım. Milletimden yanayım.
Onar yıllık mutat periyotlarla kahramanlarımızın hainleştirilmesine, hainlerin kahramanlaştırılmasına şiddetle karşıyım! İktidarken mazeretler arkasına sığınmayı, şikâyetlenmeyi siyâset zannedenlere de bir o kadar şiddetle karşıyım!
Sevdiklerime, dünyaya rağmen taraf olmaktan, arka durmaktan keyif alır; sevmediklerime dünyaya rağmen karşı olmaktan haz duyarım!
Yeri gelmişken; JİTEM diye şimdi öcüleştirilen, Jandarma İstihbaratı olduğunu ve var olduğunu, bölücü hainlere karşı destansı mücadeleler verdiğini hem bölge halkının, hem de bütün Türkiye'nin bildiği bir kurumun görevlilerinin hain muamelesi görmesine karşıyım! Genel Kurmay Başkanlığımız'ın; verilen emir ve görevleri bihakkın ifa eden bu kahramanlara sahiplenmemesine karşıyım!
Genel Kurmay Başkanlığımızı da, oy endişesi mi sardı? Görevlerini ihmal veya suistimal edenleri yargılamak üzere askeri mahkemelerimiz yok mu?
Kuvvet komutanlıkları yapmış, ordu komutanlıkları yapmış, artık millileşmiş görevler yapmış Paşalarımızı'ın, Albaylarımız'ın, PKK'lı alçaklarla aynı muameleye tabi tutulmalarına karşıyım! Askeri cezaevlerinde göz altına alınsalar, askeri mahkemelerde yargılansalar ve cezalansalar, kimin ne deme hakkı var?
AB istiyor diye, ABD istiyor diye, "Dolma Kalemler" kendilerine verilen görev gereği edepsizce bağırıyorlar diye; bu Paşalarımızdan, bu görevlerinin kahramanları askerlerimizden böylesine kolay vaz geçilmesine karşıyım!
Haktan yanayım! Haklıdan yanayım! Devletime ihânet eden, askerime kurşun sıkan, vatandaşlarıma vahşice saldırarak katledenler, kim olurlarsa olsunlar, isterlerse Kur'an'dan gömlek giymiş olsunlar itlaflarından keyf duyarım!
Orhun Kitabeleri'nde ceddim; "Kinim, dinimdir." diye tarihe düşmüş notumuzu! Verdiği fıtratî karakterimizi bilen Allah(c.c.)'ım da; "Size yapılan kötülüğe misliyle mukabele ediniz." diye Türk Milleti'ne tolerans tanımış. "Ama affederseniz sizin için daha hayırlıdır." diye tavsiyesini de buyurmuş! Yani bize yapanı affedersek daha hayırlı ama affetmezsek, misliyle mukabele edersek mesul değiliz!
Sevgili Ecehan Dilek Güralp, Yani!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

NİCE 30 AĞUSTOSLARA...

Bir Ağustos'u daha tamamlıyoruz!
Adını Roma İmparatoru Avgust'tan alan ve muhteşem anlamına gelen Ağustos ayındayız. Türkçeleştirdiğimiz, her gününü Türkleştirdiğimiz bir aydayız. Muhteşem anlamlı Ağustos; Türk'ün ihtişâmının, Türk'ün tarihe iz bırakışlarının toplandığı bir aydır. Ağustos'un hemen her gününde Türk'ün tarihe attığı muhteşem imzaları var. Becerebildiğimce hatırlatarak, hatırlayarak bu muhteşem anlamlı ayda neler yaptığımızı, neler yapmaya muktedir olduğumuzu ve yaşayabilmek için neler yapmaya mecbur olduğumuzu düşünelim istedim.
1 Ağustos: Magosa Kuşatması.(1571)
1 Ağustos: Belgrat Kuşatması. (1521)
4 Ağustos: Üç Kral Muharebesi. (1578) Türk Ordusu; İspanyol, Portekiz ve Fas Krallarının müşterek ordularını, Vadiseyl'de yapılan savaşta büyük bir bozguna uğratır ve Portekiz ordusunun hemen hepsini Fas'a gömer ve Fas'ı bir Türk eyalaeti yapar.
6 Ağustos: Magosa, beş gün süren kuşatma sonrası Türk hakimiyetine girer.(1571)
8 Ağustos: Ermenistan başkenti Revan'ın 4çMurat tarafından fethi.(1635)
9 Ağustos: Birinci Anafartalar Zaferi.(1915)
10 Ağustos: Estegon Kalesinin ele geçirilmesi.(1543)
10 Ağustos: Conk Bayırı'nda İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda birliklerinin yenilmesi.(1915)
11 Ağustos: Otlukbeli Savaşı ve zaferi.(1473)
12 Ağustos: Navarin Kalesinin fethi.(1529)
15 Ağustos: Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u fethi ve Trabzon-Rum İmparatorluğunun tarihe gömülmesi. (1461)
15 Ağustos: Trablus'un sınırlarımızıa katılması.(1551)
16 Ağustos: Mora'nın fethi. (1501)
16 Ağustos: Kars'ın fethi.(1604)
17 Ağustos: Korsika Adasının fethi.(1553)
19 Ağustos: Girit'in fethi. (1645)
20 Ağustos: Yavuz'un Gaziantep'i fethi. (1516)
20 Ağustos: Nis Kalesi'nin Barbaros hayrettin Paşa tarafından Almanlardan alınması. (1543)
21 Ağustos: Ukrayna'nın fethi.(1678)
21 Ağustos: Anafartalar Zaferi. (1915)
22 Ağustos: Sakarya Meydan Muharebesinin başlaması. (1921)
23 Ağustos: Çaldıran Zaferi. (1514)
24 Ağustos: Mercidabık Zaferi. (1516)
25 Ağustos: Halep'in alınması. (1516)
26 Ağustos: Malazgirt Zaferi. (1071)
26 Ağustos: Atatürk'ün bizzat Kocatepe'den komutasıyla Büyük Tarruz başladı. (1922)
27 Ağustos: Birinci Kosova Zaferi. (1389)
29 Ağustos: Belgrad'ın zaptedilmesi.(1521)
29 Ağustos: Mohaç Zaferi. (1526)
30 Ağustos: Başkomutanlık Meydan Muharebesi. (1922)
30 Ağustos: Kütahya'dan Yunanlı'nın kovulması. (1922)
Kısacık bir araştırmayla, Ağustos Ayı'nın tarihimizdeki ve tarihteki manzarası bu!
26 Ağustos 1071 Cuma Günü, yani bu gün Sultan Alparslan, Romen Diyojen'i dize getirmiş. Ruhu şad olsun...
Söyleyip söylememek konusunda karasızlık yaşamama rağmen; Türk'ün ihtişamının tanıklığına ayrılmış ve muhteşem anlamına gelen Ağustos Ayı'nın bir gününü kirletmek isteyen PKK'nın siyasal uzantılarını hatırlamadan edemedim!... Öfkeyle, iğrenerek!...
Dününü unutmak üzere, okullarımızda yanlış eğitilen çocuklarımıza, ana-babalar olarak kendimiz sadece Ağustos ayını anlatabilsek keşke!
Muhteşem Türk Atatürk'ün, bu muhteşem ayda, Türk'ün şanını ve ihtişamını dünyaya bir daha ispatlayışını unutturmasak keşke!
"Tarihi ben mi yazdım, tarih mi beni öğen
Ben miyim böyle tevekküle baş eğen."
Büyük Milletim;
Zafer Ayın, Zafer Haftan kutlu olsun.
Şanlı Ordum; nice nice 30 Ağustoslara...
Dünya durdukça Türk dursun, Tanrı Türk'ü Korusun...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 25, 2008

ARTIK KARŞI DEĞİLİM !...

Artık ne AB’ye karşıyım, ne de AB'ci olanlara!...
Ne misyonerlere karşıyım, ne de papazın ekümenikliğine!...
Artık ne "Diyalogcular"a karşıyım, ne de "Medeniyetler ittifakı"na!…
Camilerimiz mezhepler taasubundan kurtarılıp, cemaatler taasubuna merkezler haline getirilmişken bana ne havradan, bana ne kiliseden? Bana ne hahamdan, bana ne papazdan?!...
Siyasetimizin, hukukumuzun, eğitimimizin, emniyet güçlerimizin, idareci atamalarının ve dış politikalarımızın, cemaatlerin kontrolüne alındığını izlediğim Türkiye’de, nelere ve niye karşı olayım?!...
Nasılsa ben ne dersem diyeyim, takıyyeyi en geçerli siyaset olarak kabul ettirenler tarafından istedikleri gibi yorumlanıp, istedikleri gibi anlatılacak ve bize istedikleri gibi bühtan etmek gazetecilik sayılacağına göre, neye ve niye karşı olayım?!...
Onlarca yıldır, ordumuzla dinimizi kavga ettirebilmek için olmadık seneryolar üretildi!...
Onlarca yıldır baş örtüsü adıyla kamufle edilen, tesettür denilen Libya kaynaklı ve tamamen siyasi bir ünüforma olan kıyafeti engellemekle suçlayarak Ordumuzu dinsiz ilan edebilmek için, olmadık taklalar atıldı!...
Dini ihmalleri veya ibadetleri engellemeleri varmış gibi uyduruk ve iftira seneryolarla, milleti Orduyla ters düşürebilmek için olmadık entrikalar çevrildi!...
Ölüden şeytan bile el çekmesine rağmen, çok namertçe saldırılarla Atatürk ile dini kavgalıymış gibi bir hale getirdiler! Dünya Savaşı'ndan yeni çıkmış olmamıza, Arap yarımadası ve Afrika'daki hakimiyetimizi Haçlı'ya devretmiş olmamıza rağmen; Suudi Kralı'nın Haçlı'dan aldığı destek ve anlaşılmaz bir mantıkla Peygamberimiz(s.a.v.)'in kabrini yıkacağını duyar duymaz; "Bir taşına el sürerseniz orduyu aşağı gönderirim." diye telgraf çekerek müdahele edecek kadar dinimize ve Peygamberimiz(s.a.v.)'e sahiplenebilen bir müslüman devlet adamına, dinsiz dediler ve bu tarifi tutturdular! Karşı oldum da ne oldu?!...
Muhteşem Türk Atatürk’ü; Atatürkçülük adıyla piyasada dolaşan Atatürk hainleri ziyan ettirdiler!...
Bu memlekette Atatürk’ü sahipsizliğe mahkûm ettiler!...
Şimdi de yıllardır sahnelenen seneryolarının başarısı sonucu AB, resmi daire ve kuruluşlardaki Atatürk resimlerinden rahatsızlığını ifâde edebiliyor ve Kemalizmin suç sayılmasını tavsiye edebiliyor!... Onların istemesine gerek yok ki zaten! Hainlerimiz, AB'den çok önce Atatürk’le uğraşmaya başlamışlardı!... İtiraz ettim de ne oldu?!...
Yok saydıkları yasalarımızla, YÖK’ü kavgaya tutuşturdular!... Kavgaya hakemlik ettiler gûya! Sonucunda YÖK'ü teslim aldılar!...
Cumhurbaşkanı ile çekişiyormuş gibi göstererek Çankaya ile çekişe çekişe, Cumhurbaşkanlığı'na, Çankaya'ya sahip oldular!
Yasalarla istedikleri gibi oynaya oynaya; asıl suçlu ilan ettikleri Anayasa'yı değiştire değiştire bu günlere geldiler!
Basınla, medya ile dövüşe dövüşe; basını da ele geçirdiler, medyayı da! Hâlâ; "Durmak yok! Yola devam!" kararındalar!...
Ümidimiz belki de sadece benim ümidim Anayasa Mahkemesi; nerdeyse ekseriyet sayılabilecek bir çoğunlukla "Laikliğe karşı odak olmak" suç tarifinde birleştiler! Laikliğe karşı odak olduklarını kabul ve deklare ettiler ama bu suçluyu yeterince cezalandırmadılar!
Cumhuriyet Baş Savcısı'nı haklılığıyla başbaşa bıraktılar! Neye ve niye karşı olayım ki?!
Siyasetin tamamen güdümünde, kazanan partinin hükümetindeki Adalet bakanlığı tarafından koordine edilen bir adaletin, neyine ve niye karşı olayım ki?!
Adalet Bakanlığı adındaki bakanlığın; kuruluş, işleyiş mantığına karşıydım ben!...
Tamamen bağımsız ve yansız olması gereken hakimlerin, savcıların atanmalarının; bir siyasi partinin seçilmişinden olan bir bakanca yapılmasının, meşru sayıldığı bir sistemde, neye ve niye karşı olayım?!
"Bir millet, iki devlet." diye tarif edilen Azerbaycan'a, Ermenistan'ın; AB, ABD ve Rusya'nın desteği ile yaptıklarını atlayarak, Gürcistan'a yine ABD ve Rusya'nın birbirlerini denemek için yaptıkları, yaptırdıkları uygulamanın farkında olmayarak, Ermenistan'a tavizler vererek Azerbaycan'ı incitmeyi göze alabilen ve meşrû olan bir hükümetin yönetiminde, neye ve niye karşı olayım?!
Beni; haksız olduklarını bildiğim kişileri savunmaya icbâr edenlerle, mahşer gününde görüşeceğim inşallah!... Bunlara; bu dünyada da, ahrette de hakkımı asla helal etmeyeceğim!…
Ve bu şartlarda ne ezenden ne de ezilenden yana değilim!...
Bu hak ve haklıya yandaşlıktan Devletim zarar görüyor, görüyorum!...
Bu yüzden de ben artık; ezene de ezilene de karışmıyorum!...
Nasılsa yok sayılıyorum! Hiç değilse bîtaraf olduğum için bertaraf edildim diyerek teselli bulabilmeliyim!...
"Başlarım bal alana da, pekmez satana da!"
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ağustos 23, 2008

SUSUZUZ, HUZURSUZUZ...

İzmir'de yaşamaya mahkûmuz!
Dünya cennetlerinden bir ilde, maalesef cehennem âzâbına mecbûruz!
Çöl sıcakları adı verilen, cehennem sıcağına teknolojinin desteği ile kısmî de olsa çare bulunabiliyor ama yemyeşil İzmir'de çöl susuzluğuna tahammül mümkün değil!...
Öfke ile klavyemin başına oturduğum saatte tam 25 saattir susuzuz! İnternetten İZSU'nun sitesine girildiğinde; Tahtalı Barajı'ndaki teknik meselelerden su kesintisini öğrenebiliyoruz. Teknik meselenin de suyun olmadığı, suyun kalmadığı olduğunu artık sağır sultan da biliyor! Kurak bir mevsim geçiriyoruz ve tasarruf denen bir alışkanlığımız yok! Suyun israfında elbette suçluyuz! Çare bulmak için uğraşıldığını da tahmin edebiliyoruz!
Önümüzdeki yerel seçimlerde İzmir'i, 2.Cumhuriyetçilere vermemek için kerhen de olsa mevcut yerel yöneticilere sahip çıkmanın şart olduğunu söyleyenlere de itirazım yok!...
İtirazım, yalana! İtirazım; İzsu'nun internet sitesinde duyurulan saatlere uyulmamasına! Ve en büyük itirazım; asla bir yetkiliye telefonla ulaşabilme şansımızın olmamasına!
Sabah 10.00'dan, akşamın 21.30'una kadar kaç kere bilinmeyen numaralardan telefon sorduğumu, kaç yerel İzmir tv'sine şikâyetlendiğimi bilemiyorum! Benim ulaşamadığım İzsu yetkilisine elbette onlar da ulaşamıyordur ki çaresizliklerini sadece benimle paylaşmakla yetindiler!
Şu Milli Görüşçüler, sadece yerel yönetimlere talip olacaklarını söyleselerdi ve biz de yerel yönetimleri, onlara teslim etseydik diyesim geliyor terden kokan bütün bedenimle isyan ederek!...
Aklım kesti keseli yerel yönetimler ve yerel yöneticiler, partilerinin genel başkanlarını ve genel merkezlerini ya taşıdılar, ya da onların başarısızlıklarını aklamak zorunda oldular!
AKP döneminde bu da değiştirildi!
Milletvekillerini tanımadan sadece "İnadına Tayyip" sloganına oy veren kızgın, protestocu millet; bu kere yerel yönetimlerde de "İnadına Tayyip" sloganına oy vererek, genellikle tanımadıkları, Tayyip Erdoğan'ın atadığı ve başarısız yerel yönetemeyenler seçtiler!
Ana muhalefet ve diğer muhalefet partilerine siyâseten tam gün doğmuşken; İzmir'in özel karakteristik yapısından hareketle, Recep Tayyip Erdoğan'ın ısrarla istediği üç yerden biri olan İzmir'i sadece bu susuzluk yüzünden kaybederse CHP'de çok yanmalı, korkarım İzmir'i kaybettiren susuz insanlar da!...
İzmir Büyük Şehir belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'na; binlerce ulaşamayan İzmirli adına, İzsu yöneticilerini şikâyet ediyorum.
Hayatımdaki ilk şikâyetimdir!
Hayatım boyunca kimseyi, kimseye ve asla şikâyet etmedim! Ama sitelerinde bildirdikleri saatlere ve programa uymayan, programa uymayış nedenlerini siteye yazmak zahmetine katlanmayan ve asla telefonla ulaşılması mümkün olmayan İZSU yöneticilerini, tekrar şikâyet ediyorum!...
Aklım kesti keseli, genel başkan ve genel merkezlerini taşımakla mükellef yerel yönetimler; Türk Siyasi tarihinde ilk defa genel merkezlere yük!...
Cumhuriyet kazanımları ve Atatürk miraslarının tek savunucusu kaldığı için, taraflı tarafsız herkesimin yansız ilgi ve desteğini toparlamaya başlamış olan Deniz Baykal'ın sırtında bir de İzmir Büyük Şehir Belediyesi yükü var son günlerde maalesef!... Umarım farkındadır...
Önümüz de mübarek Ramazan! Susuz İzmirli'nin hali ne olur?...
Su kesintileri başladı başlayalı, İzmir'in nabzından haberi olan bir siyâsi de yok maalesef!...
Şimdiden sonra kim İzmir'in su meselesi hakkında siyasi bir söz söylerse, milletin söylendiklerini duymamaları için kulaklarını kapatsınlar diye tavsiyede bulunurum!
İzmirlinin sabrı su kesti! Ve maalesef su da yok, suyla ilgili başvurulabilecek bir yetkili de...
İzmir'deyiz, susuzuz ve çok huzursuzuz...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ağustos 22, 2008

GETTOLAR, GETTOCULAR!...

Logosunda; "Türkiye Türklerindir." diye yazan ama Türkçe konuşmayıp Türkçe durmayan bir "böööyyük gazete" mizin kaptanı, Türkiye'nin hayati derecede önemli konusuna parmak basmış yine!
Rumelikavağı'ndaki bir restoranttan bahsetmiş ki bu restorant hakkında 13 kere makale yazılmışmış! Kendisi de makale yazmadan 14. yazıya imzasını atarak bööyük bir "halkçılık" örneği vermiş bu arada!
İçkili olan bu restoranta Başbakan'ın ailesi ile gittiğini ve hesabı içlerinden birinin ödediğini öğrenmiş!
Bu "böööyyük gazete"mizin kaptanı gettolaşmaya da karşıymış!
Neymiş getto? "Yahudilerin gönüllü olarak ya da zorlanarak yerleştikleri kent dışındaki yerler." veya; "Bir kentin kendiliğinden herhangi bir azınlık kümesince yerleşilen kesimi."(TDK.Sözlüğü)
Gettolaşmaya karşı olan "böööyyük gazete"mizin kaptanı, teşhisini de açıklamış tam burada; "Başbakanlarının, kendi itikadına ait gettolarda yaşamayı tercih ettiği duygusundan kurtulmak, emin olun en çok Erdoğan’ın işine yarar."
Sözün sonundan başına, başından sonuna; altından üstüne, üstünden altına girip öküz altında buzağı aramamak için kendimi zor tutuyorum!...
"... gönüllü olarak veya zorla, herhangi bir azınlık kümesi...v.s.", "gettolarda yaşayanlarca, kendi gettosunda yaşadığı zannedilen başbakan", ben yapmayayım ama isterseniz siz, kurcalayıverin bu samimi getto söylemini!...
Asıl meseleme geleyim; "böööyyük gazete"mizin kaptanı, bu san'atkârane sölemlerden sonra asıl yaramıza parmak basmış! Dolmabahçe'deki Başbakan'la bir sohbetlerindeki şarap muhabbetlerini aktarmış özetle!
Başbakan'ın içki takıntısını hatırlatması üzerine de; "İsterseniz gelin, Hürriyet’te birlikte içkinin zararları konusunda mesaj verelim." teklifinde bulunmuş! Zararları hakkında mesaj vermeye çalıştığı şarabın ekonomik değeri de cabası!
Türk Milleti ile değil Türkiye halkıyla çok iç içe olduğu için gettoları ve gettolaşmaları çok net gören bu gettolu, %99'u müslüman olan bir nüfusun gözlerinin içine baka baka şarap üzerine ekonomik hayaller kurabilmiş! Başbakan'da bu muhabbete katılınca; "Gel keyfim gel!"
"böööyyük gazete"nin kaptanının tarif ettiği şarapla; İç Anadolu'nun, Kırşehirin, Hacıbektaş'ın şarabı, aynı şarap olsa, rahatsız olmayacağım ama bu şarap Fransız şarabıyla yarıştırılacak şarap! Müslüman mahallesinden satılmaya çalışılan bir sosyetik kalitede şarap!...
Aslanım Yeniçağ!
Bu müthiş logoya el koyarak nasıl aslanlık yaptığını bir daha teslim ettim...
Gettoların restorantlarının reklamını yaparak, birinci dereden ailesinin şarap kültürünü tarif ederek aslında kendi gettolarının adresini veren bu zevat; "Türkiye Türklerindir." logo ve gerçeğine, ne kadar sahiplenebilir?
Bir Yeniçağ Ailesi mensubu olarak; "Türkiye Türk'ündür Türk'ün kalacak." diye Türkçe naramı patlattıktan sonra; "Hep bir hallı Turhallıyız biz bize benzeriz/Yüz bin kere tövbe eder yine şarap içeriz." diye şarabı, badeyi, dem'i, cem'i haykıran sesiyle Cem Karaca'yı, bir daha rahmetle yâd ederim...
Sizi gettolar, gettocular sizi!...
Asıl öküz altında aşikârlaşan buzağıyı kaybetmeyelim değil mi? Bir kaç haftadır süren Başbakan ve partisine karşı yapılan aşırı sert muhalefetin, gettolardan hareketle yumuşatılmaya başladığını mı fark ettim ben; yoksa gerçekten buzağı mı arıyorum?
"Yiğitler kan döker bayrak solmaya
Anadolu başlar vatan olmaya
Kızıl Elma'ya heeeey Kızıl Elma'ya
Yeni bir şek ile gürledi gökler
Ya Allah, Bismillah, Allah ü Ekber"
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ağustos 21, 2008

GÜVENLİĞİMİZİN, CAN GÜVENLİĞİ YOK!

Suçlunun bu kadar mazlumlaştırıldığı; asinin, hainin bu kadar sahiplenildiği bir memlekette, tesadüfen doğmuş, mecbûren yaşıyormuşuz gibi düşünmeğe başladım!...
Aklıma da Erzurum'un meşhur Teyo Pehlivanı'nın bir av macerası geldi.
Teyo, ava çıkar. Elinde tek kırma bir tüfeği, içinde de kuş saçması vardır. Bir kayayı dolaştığında karşısına kocaman bir ayı çıkar. Hiç bir şeyden korkmayan Teyo, tüfeğindeki saçmaların yetersizliğini unutarak basar tetiğe! Ayıyı vurur ama kuş saçmaları, sadece ayıyı öfkelendirmiştir. Ayı hücuma geçer! Teyo kaçar, ayı kovalar! Teyo'nun mahalli anlatımıyla; "Ben gaçdım, ayi guvaladi! Ben gaçdım, ayı guvaladi! Ben gaçiram, ayı guvalir!..."
Teyo; aynı sözü defalarca tekrarlayarak, aynı zamanda hikâyesine bir son düşünmektedir. Ama dinleyen nüktedan Erzurumlular, dayanamayıp; "Eeeee! Teyo, ne oldi?" diye sıkıştırınca, hikâyesine son, kendisine de kaçış yolu bulamayan Teyo; "Ne olacax, ayı beni yedi!" der. Kahkahaların içinden birisi; "Teyo, ayı seni yediyse sen nasi yaşirsan?" diye sorunca; "Garaş! Siz buna yaşamax mi diyirsiz?" diye noktayı koyar.
Yaklaşık 30 yıldır, 3-5 baldırı çıplak diye tarif edilen teröristle baş edemiyoruz!
Son yirmi günde yaklaşık 200 şehidimiz var!
Cumhurbaşkanımız var, Başbakanımız var, İçişleri Bakanımız var, Genel Kurmay Başkanımız var, İstihbaratımız var, Emniyet Genel Müdürlüğümüz var, Jandarma Komutanlığımız var... Devletiz yani...
Asayişi ve huzuru sağlayacak, koruyacak bütün kurumlarımız var! Ama 30 yıldır ayı kovalıyor, biz kaçıyoruz!
İstanbul'da, askeri birliğimize havanla saldırılıyor! Başkentimiz Ankara'da bomba patlatılabiliyor! Diyarbakır'da, İstanbul'da, en kalabalık ve tamamen sivil vatandaşların olduğu yerlerde bomba patlatılabiliyor!
Sınır ötesinde biz, askerlerimiz sayesinde onları itlâf ediyoruz, sınırlarımız içinde onlar ha bire bize kast ediyor!
Son olarak ta İzmir'de; asker ve polislerimizi taşıyan servise saldırı yapıldı!...
Demokratlar sayesinde, demokrasiyi araç olarak kullanan demokrasi katilleri sayesinde, AB'nin yolunu Diyarbakır'dan geçirenlerin sayesinde, "Siz, 'Ne mutlu Türk'üm diyene derseniz, birileri de ne mutlu bilmem neyim.' der." diyenlerin sayesinde; insan hakları beyannamesine sığınarak teröristi savunan, güvenlik güçlerimizi yargılayan ve yargılatanlar sayesinde, 30 yıldır "Ayı kovalıyor, biz kaçıyoruz."
Sonunda ayının bizi yemesi, düşünülemez bile ama artık ehil bir avcının meydana çıkarak milletin başına musallat edilen bu "Teyo Pehlivan uydurması ayı"dan güvenlik güçlerimizi kurtarması gerek!
Bir daha Kutadgu Bilig'den hatırlatalım isterseniz.
"Hakan; tebaasından isteklerini duyurur: 1-Yasalarıma uyun. 2- Vergilerinizi ödeyin. 3- Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin.
Haklı ve öz isteklerdir. Millet; ilk kurultayda, cevabını verir: 1- Yasalarına uyarız ama adil olursa. 2- Vergilerimizi öderiz ama gümüşün ayarını düşürmezsen. 3- Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan."
Milletin can ve mal güvenliğini korumak ve sağlamakla mükellef kurumlarımızın can güvenliği tehlikede farkında mısınız?!
"Terör ve teröristle mücadelede bunlar olabilir!" diyebilirsiniz. Kabul ama; istihbarat kurumlarımız ne iş yaparlar? Son beş yılda tırmanan ve siyaseten nerdeyse başarmış duruma gelen bu terör örgütü karşısında yetersiz kaldığı gün gibi aşikâr olan hükümetin istifa gibi bir düşüncesi var mıdır? Dünyanın neresinde ve hangi sisteminde teröre karşı bu kadar başarısız bir hükümet, hükümet etmeye devam edebilir?
Bu şekilde davranarak; ne Güneydoğu'dan, ne de metropollerden oy almanız mümkün değil! Millet inanmadığı; otoritesini, disiplinini ve yasalarının varlığını hissetmediği bir erke niye destek versin ki?
Beğler!
Teyo Pehlivan'ın deyimiyle, tam 30 yıldır; "Ayı guvalir, biz gaçirıx!"
Ehil bir avcıya, av yasağını kaldırarak artık yetki ve izin verin de bu ayıdan kurtulalım. Yoksa canına yeten millet, ayıyı paramparça edecek ve postunu da ziyan edecek!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

İÇ MÜCÂDELE, İÇ SAVAŞ!...

Muhteşem Türkler,
Gönüldaşlarım; Okurlarımızdan aldığımız iletileri, birebir yaşadığımı arz etmiştim. Ama bazılarını paylaşmak gereği duyuyorum. Adını saklayarak sadece ileti mahlası ve adresiyle yazan bir taraftarın sözlerini, sizlerle paylaşmak ihtiyacı duydum. Bu cesur taraftar; "Millî Suçlular" başlıklı yazıma, bir yorum göndermiş!
Buyurun; "Başına Devlet BAHCELİ kadar taş düşsün emi... a.i herif birde kalkmış ülkücülükten bahsediyorsun. (satukhan@hotmail.com)"
Ülkücülerin, ülkücülükten ve milliyetçilikten geçinenlerle; devrimcilerin, devrimcilik ve solculuktan geçinenlerle hesaplaşmalarını tamamlamadan; dış güçlerle ve işbirlikçilerle mücadelesinin zor olacağına inanarak; bu yazım da bendenizin, bu ve benzerlerine cevabım tabi:
Adını saklayacak kadar cesur Kardeşim;
Gerçekler can acıtsa da gerçektir ve çıplak gezer!...
Taraftarlık, nefer zihniyetli her insanın hakkıdır. Ve kimsenin kimseyi, taraftarlığından dolayı suçlamaya hakkı yoktur. Apo çukurunun bile, Ali Kalkancı adındaki uyanığın bile tarfatar bulabildiği bir memlekette, "Bahçe MHP'nin Talancısı" na taraftarlık, elbette mazurdur.
Ama bir insanın hem ülkücü, hem de Bahçeli taraftarı olabilmesi mümkün değil!...
Lütfen öfkenizi biraz kontrol ederek ve eğer varsa sağduyu ve sadakat duygularınızı harekete geçirerek sadece 2 (iki) saat Başbuğ'la ve Başbuğ'un söyledikleri ile ilgili bir iki kitap okur musunuz? Ona üşenirseniz -ki zaten üşenmeseniz Bahçeli taraftarlığı ile ülkücülüğü karıştırmazdınız- internetten bir bakın! Bahçelinin mi, Deniz Baykalın mı, Recep Tayyip Erdoğan'ın mı, Muhsin Yazıcıoğlu'nun mu, veya kimin, kimlerin Başbuğ'un ideallerine daha yakın veya daha uzak olduğunu göreceksiniz.
Görmezseniz, göremezseniz zaten sizden taraftardan başka bir şey olmaz ve mazur sayılırsınız!
Söylediklerimde -ki bu söylediklerimi yazarak söylüyorum- yalan varsa, bühtan varsa, neden incitir sizleri?! Veya neden tekzip etmezler?
Hayatımı ülkücü olarak yaşadım ben. Eğer artık ülkücülük, "Debisi düşük D.B."l erden Devlet Bahçeli taraftarlığı ise, alın ülkücülük sizin olsun! Devrimcilik te diğer "Debisi düşük D.B." Deniz Baykal taraftarlığıysa, alın devrimcilik te sizin olsun!
PKK'lıdan ve hainlerden rahatsız olmayan, bir MHP'i ile tokalaştığında temizlik hastalığı tutan ama PKK'lılarla tokalaşıp on buçuk saat yerinden kalkmadan oturabilen, Hasip Kaplan gibi tescilli bir PKK'lı ile Meclis'in rengini tamamlayabilen, Apo çukuru gibi "farklılıkların farkında olarak" bütünlüğümüzü göz ardı eden, "MHP ideolojik yüklerini atarak..." sözünü yol arkadaşlarına söyletebilen; İkiz Yasalar'la, Uyum Yasaları'yla millî bütünlüğümüzün temeline zarar verebilen, D.Bakır'da il başkanına Kürtçe oy toplamasını salık verebilen, tek dile sahip çıkamayan birisi ile durmak Ülkücülükse; alın sizin olsun!
Belki tesadüf ama korkunç bir zaman örtüşmesiyle, "Çatı Parti" ve "Çatı Hareketi"nin zıt uçlar olarak bilinen iki ağızdan çıkmasındaki plânın, hesabın farkında olamamak veya bilerek bu projeye katılmak ülkücülükse, alın sizin olsun!
"Ben bir Türk'üm, dinim cinsim uludur" demek bana çok yeter. "Türk'üm. Bu ad her ünvandan üstündür." diye -tek başıma da kalsam- naralamak bana çok yeter.
"Türk Ulu Tanrı'nın soylu gözdesi
Malazgirt Bizans'ın Türk' secdesi
Budur Peygamber'in Hakk'ka müjdesi
Engüzel marşını vurmada mehter
Ya Allah, Bismillah, Allah ü Ekber"
diye 1971'in 26 Ağustos'unda Malazgirt tepelerinden haykırarak geldiğimiz; marşımız, sloganımız, inancımız bana çok yeter!
Kahramanlarına ve ülküdaşlarına sahip çıkmayandan, çıkamayandan; ABD Büyük Elçisi'nin daha göreve başlamadan ziyaret ettiği ve ; "Sayın Genel Başkan! Sizinle çok uzun süreli birlikteliğimiz olacak." şeklindeki talimatına itiraz edemeyen birisinin, milliliği yoktur! Milli olmayan birisinin yanında durarak ta bırakın ülkücülüğü, milliyetçilik yaptığını zannetmek, abesle iştigâldir.
Son söz olarak;
Bana hitaben sarf ettiğiniz; "a.i herif" iltifatı(!)nı da, -tevâfuken- sansürleyerek yazdığım halinden hareketle bir karakaçan naralaması sayarak aynen sahibine iade edip, yargı ve kararı da Türk Milletçilerine bırakacağım...
Bütün hür akıllı, mücâdele adamlarını iç hesaplaşmaya davet ederek;
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ağustos 20, 2008

MİLLETİ İNCİTEN UYGULAMA...

Tilki günlerdir açtır. Çaresizce dolaşırken ağaç dalına asılmış bir koyun budu görür! İştahla buda saldıracakken ağacın dibine doğru uzanan kabloyu fark eder. Tuzak olduğunu anlar ve çaresiz olduğu yere uzanır. Kara kara düşünmektedir. Tam bu sırada, en az tilki kadar aç bir kurt görünür. Tilkiye ne yaptığını sorar. Tilki; "Yatıyorum." der. Kurt, hayretle;
- Şu kocaman budu görmedin mi?" diye sorar.
- Gördüm...
- Niye yemiyorsun?
- Bu gün orucum...
- Ben yiyeyim bari...
- Buyur... Der tilki.
Kurt, tilkiye içinden gülerek hemen buda saldırır. Buda asılır asılmaz müthiş bir patlama ve kurt, olduğu yere yığılır. Tuzağın bozulduğunu gören tilki, hemen budu yemeğe başlar. Bir ara kendine gelen kurt, tilkinin budu yediğini görünce;
- Heey! Hani sen oruçtun? diye sorar... Tilki; iştahla yemeğe devam eder ve;
- Az önce atılan iftar topunu duymadın mı? Der
...........................
Bir kısmımıza tilkilik, bir kısmımıza kurtluk görevi tayin eden senarist; son yıllarda iki gruba da gülerek bakıyor farkındayım! Ülkücülerin canları, kanları, ikballeri pahasına büyütüp geliştirdiği parti; ideolojik yüklerinden kurtularak "Büyük çatı" hareketine davet ediyor herkesi! Gelenlerden MHP'li olmalarını da istemiyor! İstedikleri; herkesle işbirliği!
İmralı mahkûmu da, MHP'den iki gün önce avukatlarıyla yaptığı mutat görüşme(!)de; DTP'ye bir "Çatı partisi" oluşturmalarını ve herkesi davet etmelerini öğütlüyor! Gelenlerin PKK'lı olmaları da istenmeyecek! İstenen, herkesle işbirliği!...
Devrimcilerin desteklediği solcular; İmralı Mahkûmu'nun çatısı altına girmişler bile!...
Kimin eli, kimin cebinde belli değil!
Kahramanlarımız, komutanlarımız, kahraman paşalarımız cezaevindeler! Hem de yıllarca mücadele ettikleri, öldürmeyip yakalayarak kanuna teslim ettikleri PKK'lılarla aynı cezaevinde!... İnsan, insansa hataya müsaittir. Yani kim olursa olsun insan; insanlığı gereği suç işleyebilir! Bu suç işleyen de kim olursa olsun elbette cezalandırılmalı ve ettiği, kimsenin yanına kâr kalmamalı! Buna ne itiraz ederim, ne de itiraz edenin samimiyetine inanırım!
Ama birileri, seçim sistemimizdeki anormalliklerden istifade ederek seçimlere bağımsız katılıp meclise girdikten ve dokunulmazlık zırhına bürünerek açıkça PKK yandaşlığı ve savunuculuğu yaparken; PKK'lılıktan yargılanırken cezaevinden seçime katılıp, meclise gelenleri, demokrasi adıyla atlayarak; yıllarca PKK'lılarla mücadelede devlet adına, amirlerinin verdiği görevleri yapanları; emekli olduktan sonra soktuğumuz hallere itirazım var!
En milliyetçi tarifli parti genel başkanı tarafından, PKK'nın siyasal uzantısı partinin mensupları; meclisin rengini tamamlamak üzere yakınına, yanına çağrılırken; Apo çukurunu sorgulayan askerlerimizin, Apo'nun adamları teröristlerle aynı cezaevine koyulmalarına itirazım var!
Genel Kurmay Başkanlığımız'ın; tutuklu paşalarımız ve askerlerimizi, hem de sür'atle askeri cezaevlerine aldırıp, askeri mahkemelerde yargılanmalarını sağlamasını ümit ediyorum hem de bütün gönlüm ve Türklüğümle...
Askeri mahkemede yargılanarak cezalandırılıp cezaevine koyulan, cezası bittikten sonra er rütbesiyle tahliye olan paşaya kim itiraz etti? Şimdiden sonraki yargılanacak ve cezalandırılacak askerlere de itiraz edilmez. Ama hayatlarını dağlarda, sınır ötelerinde; karda, kışta PKK ile mücadeleyle geçirmiş subaylarımızın, PKK'lılarla aynı cezaevinde tutulmalarına, vaz geçmeden ısrarla itiraz edeceğim...
Bu itirazım, eğer halkın arasına inilirse milletin itirazıdır görülür... Millet te, biz de bu yanlıştan dönülmesini sabırsızlıkla beklemedeyiz...
Yoksa daldaki but çürür! Çünkü kurtta akıllandı artık!...
"ZAMANI TANRI YAŞAR. İNSANOĞLU HEP ÖLMEK İÇİN TÜREMİŞ."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"ASKER MİLLET"İN DEVLETİ...

Mademki insanız, eşref-i mahlûkatız mademki, mademki aklımız var, düşünmeliyiz, fikretmeliyiz ve bu özelliği bize nasibedeni zikrederek şükretmeliyiz...
Devletle milleti ayrıştırdık bilerek-bilmeyerek!...
Milleti; halklara ayrıştırarak halk ettik bilerek-bilmeyerek!... Kullanımı doğru olan "Türkiye halkı" ile, kullanımı milletliğimizi hedef alan "Türk halkı" kavramlarını karıştırdık birbirine!...
"Devlet; milletin teşkil etmiş halidir. Teşkilatlanmış halidir." Tarifini bile bile; millete çok yabancı, milletten çok uzak, milletine ve halklarına hasım bir teşkilât çıkardık ortaya!
Devlet ve devletçilik oynayanlar kendi hallerinde; millet kendi başının çaresine bakmak için cebelleşip durmakta!
Vergi veren yok! Verginin alınabilmesi için kazancın kontrol edilebilmesi mümkün değil! Ekonomimiz YTL veya TL birimiyle hesaplanır, bağlanır ama piyasada dolaşan para dolardır, eurodur! El koyulan milyon-milyon eurolara kadar çok dikkatle izlediğim ve muhabbetle yad ettiğim Sinan Aygün'ün kasasından -ki TOBB Başkanı aynı zamanda- YTL çıkmayınca ürktüm! Oysa ben de, yıllardır cüzdanımda; bir liramız bir dolar olduğu gün yakmak hayaliyle bir dolar saklarım!...
Yastık altında saklanan birikimlerin; resmen kayda alınması mümkün olmayan yabancı paralarla yapıldığı bu şartlarda vergilendirilebilmesi mümkün müdür?
Devlet; "Kör tuttuğunu..." mantığıyla, bordroya dahil ettiği kişilerden kendi verip, kendi keserek vergi topladığını zannediyor! Daha önce çalışanlarının tamamı bordro içinde olan KİT'lerimizi tek-tek özelleştirme adıyla elden çıkaran hükümetler sayesinde, bordroluları da elden çıkardık! Elden çıkan, çıkarılan kurumlarımızın tamamına yakını da; içleri boşaltılıp, makina ve motorları, başka ülkelere nakledildikten sonra çürümeye terk edildi!... Ve hâlâ; "Babalar gibi" satarız!...
Yasa koyucu-yasama var! Yasaları uygulayacak olan yürütme var! Yasaların ve yürütmenin var olduğunu ispatlamaya yarayan yargı da var ama ne hikmetse asayiş yok! Huzur yok! Hemen hemen her yerde anarşi var! Dağ kanunları hükmünce gücü yeten yetene!...
İmam Hatip Liselerimiz var. İlâhiyat Fakültelerimiz var. Yıllardır buralardan mezun olmuş, ehil olmaları gereken sayısız dinî eğitim-öğretim almış insanlarımız var ama nerdeyse tamamına yakını okur-yazar olmayan şeyhlere tâbi! Okur-yazar olmayan herhangi bir şeyhe intisaplı olmayanın, ikbalinden emin olması mümkün değil!
Devletimizin kurucusu ve kurduğu devleti koruması, Anayasa'da hükme bağlanmış Ordumuz var. "Asker millet" tarifli milletin, bütün olumsuz şartlar ve olumsuz tariflere rağmen güvenilirlikte ilk sıradan asla indirmediği, dünyanın sayılı güçteki ordularından biri tarifli bir ordumuz var. Ama sınırlarımız yol geçen hanı!
Orduya yapması gerekeni söyleyemeyen bir siyasi iradesizlik yüzünden, Ordumuz; emir bekleyerek ne yapacağını bilemez durumda! Sadece savunmaya geçtiği için gelenin vurduğu, gidenin vurup kaçtığı ve hemen her gün şehit veren bir ordu!...
Artık milletin gönlünde ve gözünde istisna makam ve ünvanlardan olan kurmaylık ve paşalık sıfatları da korkunç şekilde irtifa kaybetti!...
Emniyet güçlerimiz, Polis teşkilâtımız var. Araştırma Planlama Koordinasyon adıyla kurulmuş ama onlarca yıldır sadece APK diye adlandırılmış ve kızağa çekilmiş personelin maaş kartlarına mecbur edildiği bir müdürler biriktirilen daire başkanlığımız var! Görevden alınan herhangi bir emniyet müdürünün yerine talip olarak bekleyen yüzlerce müdür var APK'da!... Müdür olmalarına rağmen müdür edilmeyen bu birikim, görev alabilmek için ya bir şeyhe ya da iktidarın etkin bir milletvekiline yağcılık-yalakalık yapmaya icbâr edilmiş!...
Kurumlarımız birbirinden kopuk ve nerdeyse birbirine rakip; bürokratlarımız ya kendi yerlerini muhafaza, ya da bir başka kadroyu alabilmek için bir başkasının açığını yakalayabilmek için pusuda; milyon dolarlık ve belgelenmiş rüşvet alan millet vekili dokunulmazlığı zırhına sahip başbakan danışmanlarımız var ve devletimiz var!...
Böyle bir devletten de, ancak günümüz yönetimsizliği beklenir ki bu; bu dünya nizamından mesul milletin kaderi, sayılabilir mi?
Devletle milletin çekişmesinden, kavgasından kim veya kimler yararlanır? Fikretmeyelim mi?
Bir daha bize fikretme gücünü vereni zikrederek şükretmeyelim mi?
"ZAMANI TANRI YAŞAR. İNSANOĞLU HEP ÖLMEK İÇİN TÜREMİŞ."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ağustos 19, 2008

HAKK, HAKLININ YANINDADIR...

Her insanın hayatında iz bırakan olaylar, o olayları paylaştığı için hayatında özel yerleri olan,özel insanlar vardır. Aklım kesti keseli ülkücü olarak yaşamış bendenizin de hayatımda özel yerleri olan; iki ihtilâl, üç muhtıraya rağmen değişmeyen, değişenlere toleranslı, korkakları bağışlayıcı, bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırını bilen ve bu özellikleri dolayısıyla da istemedikleri halde hep hissedilen, var olan kişiler var.
Bunlardan birisi de; emsalim ülküdaşlarımın, bilhassa Erzurum tedrisli "Dâvânın Aysbergleri"nin ve bendenizin, "Cazim Ağabey"imizdir. Aynı gazetede refiklik şerefini de yaşıyorum hamdolsun. Cazim Gürbüz Ağabey'den bahsedeceğim biraz.
Altmışı aşkın yaşına, o upuzun boyuna rağmen yıllara inat yüzünde saklamayı başardığı o safiyâne-çocuksu-duru görüntüsü arkasındaki direncinin, birebir görgü tanıklarındanım. Cazim Ağabeyimiz'in dününün şahitlerindenim hamdolsun. Olduğu gibi kalabilmeyi başarmış istisna kişiliklerden, müstesna kanaat önderlerindedir Cazim Ağabey... Varlığı ile ve Ağabeyliği ile müftehirim. Bakir bir ülkücü olarak kalabilmeyi, ülküdaşlarına omuz vererek yükseltmeyi kendisine görev addetmiş, omuzlarındaki ülküdaşlarının ayak izlerini rütbe olarak taşımış ama ayak izi sahibine zarar vermesin diye o izi de saklayabilecek kadar tevazu sahibi bir özeldir Cazim Ağabeyimiz...
Bir iki gün önce, telefonla uzun sayılabilecek bir muhabbetimiz oldu kendileriyle. Daha doğrusu O söyledi, ben dinledim iştiyakla. Bu satırlarımı okuduğunda o saf Türk yüzünün, tevazu kaynaklı edeple hicâbından ve öfkesinden nasıl kızaracağını da biliyorum. Yakınında olsam yakalanmamak için nasıl gülerek kaçacağımı bile hayal edebiliyorum...
Uzun sayılabilecek sohbetimizde daldan dala, halden hale, gönülden gönüle atladık durduk. Ciddi bir okuyuculuğunun yanında ehil bir eleştirmen olduğunu da bildiğim Ağabeyim'le fikir teatisinde bulunduk dersem edepsizlik ederim! Çünkü sadece ben müstefîd oldum o çağıl çağıl çağıldayan bilgi-kültür kaynağından.
Türk Milleti'nin, Türkiye halkının; siyâseten senaryo gereği çaresizleştirildiği bu günlerimizde, siyasallaşmaya başlayan Osman Pamukoğlu Paşa'dan da bahsettik. İyi ki bahsetmişiz! Bu bahisle öğrendim ki Pamukoğlu Paşa'nın önderliğinde başlatılan yeni siyâsi hareketin kurucularının içinde Cazim Ağabey'imiz de varmış!
İstediği zaman, istediği bir sağcı parti listesinde kendisine her zaman yer bulabileceğini bildiğim Ağabeyimiz'in; hiç bir mevcut partiye gitmeyerek yıllarını Ülkücü Hareket'e hasrettiğini bilenlerdenim. Geçtiğimiz günlerde taraftarlıkla ülküdaşlık arasındaki farkın farkında olamayan edepten nasipsizlere kızarak ve şart ederek MHP'yi boşadığını da, hep beraber okumuştuk!
Bahçeli ile iyi geçinip, eyyamcılığa ufacık tenezzül buyursa istediği yerin listesinde yer bulacağını çok iyi bildiğim Cazim Ağabeyim; eyyamcılık yaparak birilerinin yıpranmış, deforme edilmiş, aslına yabancılaştırılmış gölgesi altına girmektense kendisini ateş yumağının içine atmış!
Bırakın kafalarını, manikürlü ellerini bile taşın altına sokmaktan imtina eden ağabeylerimizin aksine, Cazim Ağabeyimiz bedenini, geçmişini, şanlı mazisini kendisi ile beraber taşın altına sokmuş! Çok kendisine yakışır bir davranış yapmış gene!...
"Söyle bana arkadaşını, ne olduğunu söyleyeyim." darb-ı meselinden hareketle; bu gün itibariyle, artık Pamukoğlu Paşayı ve oluşumunu daha bir dikkat ve heyecanla takip edeceğim!
Şafağın yaklaştığı anın, gecenin en karanlık zamanı olduğunu bilirim. Türk Milleti'nin ve Türkiye halkının siyâseten çaresinin çıkacağı günlerin yakın olduğunu hissediyorum ve söylüyordum hep... Cazim Ağabeyim gibi bakir bir Türk Karakterinde oluşumunda yer aldığı bu hareket, umarım ve dua ederim ki beklenen çaremiz olsun.
Askerden siyâsetçi mi olur? Olur! Hem de defaetle olmuştur. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.), Hem uyarıcı, hem devlet adamı, hem de mükemmel bir askerdi. Türk'ün tarihinde iz bırakan kağanların, sultanların, padişahların tamamı da hem devlet adamı, hem de asker değiller miydi? En son Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının tamamına yakını da asker değiller miydi? Kararlı bir komutanın seferinin sonu vardır. Sonuç ise nasiptedir.
Cazim Gürbüz Ağabeyim; "Biz seferle mükellefiz, zafer Allah'ın takdiridir." diyerek kapatmıştı sohbetimizi...
Allah, yardımcıları olsun. Allah Türk Milleti'ne, Türkiye halkına merhamet etsin. Pür dikkat takipteyim "Ülkü Devi"ni...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam; sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 18, 2008

DERDİNİZ NEDİR?

Dostlar;
Şahsıma yazılan iletilere; zamanım yetmese de, zorlansam da büyük bir iştiyak ve keyifle cevap veririm. Bu iletiler, tebrik mahiyetinde ise kısa ve öz teşekkürlerimle yetinirken, tenkîd mahiyetli ise o okurumla müştereği sağlayıncaya kadar yazışmalarıma devam ederim.
Yılda bir iki kere de sizlerle paylaşma lüzumu hissettiğim iletiler alırım. İşte yine onlardan biri. M. Akif Yavuz isimli bir okurum; önce zaman ayırıp zahmet buyurarak bendenizi okumuşlar. Okumakla da yetinmeyip çok büyük bir zahmetle bir de ileti yazmışlar.
Bendeniz asla bu nazik okurum gibi; "sayın"la başlayıp "sözde" ile süslenen kibar hakaretlere tevessül etmeyeceğim! Ve asla "Siz kimsiniz?" diyerek; ABD'nin "Ilımlı İslam" projesine taşeronluk ve BOP Eş Başkanlığı gibi bir projede de İsrail'e yardımcılığa soyunmuş ılımlı sıfatlı ama; "Sen kimsin? Otur oturduğun yere." şeklindeki, ceberrut Kasımpaşalı üslûplu Recep Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği, sözde demokratlara da benzemeyeceğim!...
Ama zahmet ederek bendenizi okuyan ve bendenize sorular tevdî eden bu kardeşimize, becerebildiğimce cevap vermeğe çalışacağım. İşte sorular:
* "Siz kimsiniz ne için mücadele edersiniz?"
"O'nun delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır." (Rûm-22)
"Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı."(Hûd-118) ve Bakara Suresi'nde, ayrıca Kur'an'ı Kerim'de müteaddit defalar; "Birbirinize düşman kavimler olarak", "Birbirinizi tanıyasınız diye" şeklindeki tariflerden hareketle; millet kimliğimi Kur'an'dan alan, Allah'ın bir Türk kuluyum.
Türk Milletçiliği için ve Türk Birliği için mücadele ederim. Allahım'a, ben ednâ kulunu Türk yarattığı için şükreder, milletimi ve âcizâne kendimi dünya nizamından sorumlu sayarım. Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)'in; "Türklerle iyi geçininiz çünkü onlar için çok uzun süreli hakimiyet vardır." hadisinden, yine Peygamberimiz(s.a.v.)'in, İstanbul'u fetheden millete verdiği duadan hareketle dualı millet olduğumuza inanırım.
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. Bunlar Allah yolunda cihad ederler ve hiç bir kınayıcının kınamasından korkmazlar." (Maide-54)' te tarif edilen milletin Türk Milleti olduğuna iman ederim. Bu inancıma ve imanıma itiraz da kabul etmem çünkü Kur'anı her okuyanın nasibi kadar anlayacağına da iman edenlerdenim...
* " Bu kin ve nefret dolu müstemleke yazısı nedir?"
Öncelikle; "Kinimden size ne? Neden rahatsız oldunuz?" diye soruyla mukabele ettikten sonra; bankalarının ve postahanesinin yani telekomunun, yani iletişiminin özelleştirme adıyla Haçlı'ya peşkeş çekildiği bir ülke, müstemleke değilse nedir diye sormam mı?
AB'nin yani Haçlı'nın ısrarlı direktifleriyle Cuma Hutbelerine müdahele edilen ülke, müstemleke değilse nedir?
Büyük İsrail Projesi olduğunu; ne ABD'nin, ne de İsrail'in saklamadığı Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanı'nın başbakan olduğu bir ülke müstemleke değil midir?
Ekonomisini ve vergilerini; IMF veya Dünya Bankası politikalarına göre ayarlayan, ziraatına ve çiftçisine AB istekleri doğrultusunda kota koyan, üretmeyen bir ülke müstemleke değilse nedir?
Daha örneklerini istediğimiz kadar çoğaltacağımız ve inanıyorum ki sizin de çok iyi bildiğiniz saikler dolayısıyla müstemleke deyişime itiraz en basitiyle gaflette değilse, gafil değilse nedir demem mi?
* "Erbakan hoca'nın sözlerini ağzınıza alıp ağız dolusu hakaretler yazarak neyi amaçlıyorsunuz?"
Sorudan sonra yazımı bir daha okudum. Erbakan'ın, -Rahmetli Necip Fazıl'ın söylemiyle "Şerbakan"ın- sözlerini kullandığım doğru. Ama hakaret etmemişim ve etmem de. Yaklaşık 30 yıldır kalemimle ve sohbetlerimde Erbakan'a da muhalefet yaptım ama tek kelime hakaretim vaki değildir. Hatta bir kaç kere; "Bana Erbakan'ı özlettiniz!" diye de haykırdım!...
* "DTP bu hale nasıl geldi? Sizin yüzünüzden siz beslediniz pkk'yı. Şehit cenazelerinde pkk karşıtlığı yapıp allahuekber demekle vatan kurtarılmaz.Kürt kardeşin için ne yaptınız sayın yazar? MHP ne etti bugüne kadar? Bu memlekete ne katkısı oldu?Güneydoğulu aç insanımızı kardeşimizi doyuran tek lider erbakandır."
Soru ve yorumuna gelince; DTP bu hale Erbakan'ın malum söylemleriyle ve kamyonlarla taşınan "Ağır Sanayi Temelleri" gösterilerek verilen, amaç dışı kullanılan teşviklerle ve basın ve televizyonlarda başka; doğu ve güneydoğuya gidildiğinde milletin içinde başka söylemlerle tahrik edilerek geldi! Beyt-ül mâl tarifli, devletin kasasından alınan trilyonu, iç edip yandaş kürtçülere peşkeş çekilerek olgunlaştırıldı. Diyarbakır'da Kürtçü, içanadolu'da Türkçü, Konya'da-Erzurum'da cemaatçi söylemlerle beslendi!
* "Kürt kardeşin için ne yaptınız sayın yazar?" sorusuna tek cevabım olur. Asla ötekileştirmedim. Asla kendimden başka saymadım ve "Kürt-Türk kardeştir. Ayıran kalleştir." diyerek din adına da ayrımcılık yapanları tarif ettim.
* "MHP ne etti bu güne kadar?" sorusuna ise cevap veremem! Çünkü Meclis'in renklerini PKK uzantısı siyâsilerle tamamlayan Bahçeli'ye de en az Recep Tayyip Erdoğan'a olduğum kadar muhalifim! Başbuğ'lu MHP'yi sorsaydı cevabım olurdu zaten kimse de o MHP'ye bu soruyu sormaz! Güneydoğulu aç insanlarımızı Erbakan doyurduğu için mi, güneydoğuda Kürt kalmadı? Metropollerdeki perişan insanlarımız aydan falan mı geldiler yoksa?
* "Siz ne yaptınız? O fabrikaları kapatanlarla koalisyon kurdunuz." Sizden kastınız yine Bahçeli ise, en az sizin kadar mesafeliyim. Fabrika kapatanlarla koalisyona da cevabım aynı ama kapatılan veya kapatılmayan fabrikaları Haçlı gâvura sudan ucuz satıp sonra da çürümeye terk ettirenleri de şu anda nefretle izliyorum, kınıyorum!...
* "Ne mutlu türküm diyene dediniz de ne oldu? Ben demiyorum var mı diyeceğiniz?"
Ben; daha da ileri giderek; "TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR." diyorum. "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyerek milletimleşenleri de baş tacım ediyorum ve görüldüğü gibi de sizi ve sizin gibi gayr-ı millî düşünenleri rahatsız ediyor büyük bir ihtimalle de korkutuyorum! Sizi tenzih ederek; -çünkü siz Türk olduğunuzu iftiharla söyleyip, inancınızı millet kimliğinizin önüne koyuyorsunuz. Yani panislamist bir düşüncedesiniz ve bu söylemden rahatsızlığım yok. Denendiğini ve tutmadığını biliyorum. Kısa sürede sizin de böyle olamayacağına kanaat getireceğinize kaniyim.- "Türk'üm." veya "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyemeyenleri, milletime ihanet etmiş sayarım.
* "Bu kafatasçı bu ırkçı ideoloji ile pkk beslemeciliği yaptığınızı neden anlamıyorsunuz?"
Sorunuzu inanarak sormadığınızı, sadece laf ola beri gele kastıyla söylediğinizi varsayıyorum. Çünkü Türk Milletçiliği, asla ve kat'a PKK'lılık gibi, kürtçülük gibi şövenist, faşit, marksist bir düşünce değildir biliyorsunuz.
* "Üstünlük sadece takvadadır.Dokuz ışığı değil kuran ve sünneti rehnet (sanırım rehber demek istedi.) alırsanız kurtuluşa erersiniz,bu hakikatı unutmayın.Kurtuluş sade ve sadece islamdadır.Başka ideolojilerde kurtuluş arayanlar ALLAH'a baş kaldıranlardır.Allah'ın yarattığı akılla Allah'a kafa mı tutuyorsunuz?"
Kör bir ziyaretçiyi hafifsediği için İki Cihan Serveri Peygamberimiz(s.a.v.)'e; "Kalbine mi girdin?" sualini soran Rabbim(c.c.)'in sorusunu aynen size yönelterek ve üstüne de; "Elinizde bir imanmetreniz mi var?" Diye ekleyerek sorsam ne dersiniz?
Size; "Allah ıslâh etsin." diyemem! Kıyamam çünkü bedduadır. Ama; "Allah sizleri hidayete erdirsin." diye dua ederim ancak.
Ve; "Dikkat edin o kandırıcı, şeytan sizi Allah adıyla kandırmasın." (Lokman-33, Fatır-5, Hadîd-14) Ayet-i celîlelerini de hatırlatırım.
* "Ayrıca kulaktan dolma haberler yazarak müfteri olmayın.Patates yalanı patates haberdir.Yalanları utanmadan yazarak milleti kandırarak Türk Milletine olan sevginizide anlamış olduk.....Saygılarımla"
İnternete girenler de kolaylıkla bulabilirler zannederim ve yaşım gereği hem televizyondan hem de mitinglerinde bizzat kulaklarımla duyduklarımı, sizin inkârınız değiştiremez. Ayrıca, son zamanlarda, Temmuz.2007' de Flash TV'de, 'Seçim Kulübü' programında, AK Parti hükümetine ağır eleştiriler yönelten Erbakan; "AKP'ye oy vermek, cehenneme bilet almak demektir." demişti. Milli Gazete arşivlerine girmek zahmetine katlanırsanız görürsünüz.
Erbakan'ın da böylesine tarif ettiği AKP'ye yaptığım eleştirilere, Erbakan ağzıyla savunma yapmanızı ya meselelere uzaklığınıza, ya da taraftarlığınıza sayarsam insafsızlık mı etmiş olurum?
Ayrıcaaaa, son söz olarak ta; savaştan yeni çıkmış, yeni kurulmuş ve yokluklarla mücadeleye başlamış yepyeni bir Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün emeklerini inkâr edenlerle, nasıl barışık durabilirim? Peygamberimiz(s.a.v.)'in türbesine; yıkmaya hazırlanan Suudi Kralı'na; "Bir tek taşına el sürerseniz ordumu aşağı gönderirim." diye telgraf çekecek kadar sahiplenen bir Müslüman'ı dinsizlikle itham edenlerin Müslümanlığından, Türklüğünden ve samimiyetlerinden nasıl endişe duymam?
İngiliz işgalindeki pay-i taht'ta, Şeyh-ül İslâma sipariş fetvalar verdirerek Atatürk ve arkadaşlarının idamına ferman çıkaran zihniyetle; "İngiliz işgalinde kendimi daha rahat ifade eder, ibadetlerimi daha serbest yapabilirim. Atatürk'ü sevmiyorum." diyen zihniyet arasında ne fark var?
Hürriyeti olmayan bir ülkede din mi yaşanır?
Din kardeşliktir elbette ama ABD ve İngiltere'nin birlikte Haçlı adıyla işgal ettiği Irak'ta tecavüze uğrayan tamamen tesettürlü Iraklı kadınların iffetinin hesabını, kim kimden soracak? Sayısı bilinmeyen babası bellisiz çocukların hesabı, kimden sorulacak? Yine aynı Irak'ta birbirini boğazlayan Iraklı müslümanlar kardeş değiller mi?
Yapmayın Allahınızı severseniz!
Müslüman doğrudur! Müslüman inkarcı ve nankör değildir! Müslüman ölülerden el çeker! Müslüman iftira etmez! Müslüman farzı, sünnetin önüne geçirmez! Farz olan cihad gerekirken sünnet olan hicrete sığınarak mücadeleden kaçmaz! Ve Müslüman akıllıdır! Akıllı olmasa zaten Müslüman olmaz...
Kur'an'ı rehber edindiğini söyleyen hiç bir mü'min; Irak'ı Haçlı kimliğini saklamadan işgal eden ABD askerlerine dua etmez!
Son sözü de isterseniz yine muhteşem Türk Atatürk söylesin: "Hak olan Kur'an, haksızlığı kabule vasıta yapıldı."
Doğru zamanda, doğru zeminde, doğru safta, dosdoğru durabilmemizi niyaz ederek, yanlış safta durup yanlış tarifi almaktan Allah(c.c.)'a sığınarak;
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

MİLLÎ SUÇLULAR!...

Bazılarına çok müstehak aslında!
Sistem diye dayatılan sistemsizliğin içinde, sistemsizliği kendilerine ikbâl basamağı olarak bilmiş ve yapmış siyâset vampirlerinin içinde, hizmete soyunmuşlar!
Sistemsizlik adındaki 'Genel Başkan Tiranlığı' uygulamasını iyi kullanarak; İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı iken, ondan önce mensubu olduğu partinin ilbaşkanlığını maaş karşılığı yaparken kiralık evde oturanlar, 5 (beş) senede dünyanın en zengin 8(sekiz) lideri arasına girmeyi başarıyorlar! Çocuklarına, -ki bu çocuklar askerlik yapmaya müsait olamayacak kadar çürük raporlu ama çok imanlı hristiyan başbakanlarında katıldığı yeri yerinden oynatan şaşaalı düğünle evlenecek kadar babaları gibi akıllı- milyonlar dolarlık gemicikler hediye edebiliyorlar!
Yine bunlar; basından yakın arkadaşlarının söylediklerinden -biz dahi- biliyoruz ki adaylığında arkadaşının emanet verdiği cekete muhtaçken, bir dönemlik bakanlığı süresinde çocuklarına 600 (altı yüz) dairecik kazandırabilecek kadar akıllılar!
Hele Kemal Abi'nin; çocuklarına, yakınlarına yaptıkları-yaptırdıkları!...
Bu 'sistemsizlik adındaki sistem'; böylesine bakir ve bereketli bir şeyken bir başkaları, kendilerini milletine ve devletine hasrederek "Asrın Felâketi"ni, "Türk Mucizesi" ne dönüştürmek gibi gereksiz bir şeyler yapıyorlar! Sonra da; "Sistemsizlik adındaki sistem" tarafından yargılandıklarına üzülüyorlar!...
Bu "Sistemsizlik adındaki sistem", seni yargılamasın ne yapsın? Seni yargılamasalardı; devlete ve millete hizmet, -Allah korusun- teamülleşseydi, şimdiki danışmanlar milyon dolarlık rüşvetleri alarak sadece ağasından yediği bir azarlama ile yırtabilirler miydi?
Size de hak oldu; "Kelebek Operasyonu" diye başlatılıp, "Ümraniye Bombaları" ve sonra da "Ergenekon" diye adlandırılan "Devlet Yanlısı Çete" mensupları!
"Aldıkları kellelerin hesabını veren Sayın'ı görmeden, Ziya Gökalp'in bir şiirinden dolayı 3 ay bir dinlenme kampına çekilip mazlumlaşmak varken, mazlum edebiyatı yaparak "Sistemsizlik adındaki sistem"in başına geçmek varken, canlarınız pahasına "Sayın(!)"ın adamlarını itlâfa soyundunuz! Sayısız ana-baba evlâdını şehitleştirerek "Yan gelip yatmak" gibi bir göreve gönderdiniz!...
Hâlâ akılınız başınıza gelmedi mi? Hâlâ gerçekleri göremediniz mi? "Sistemsizlik adındaki sistem"in bereketiyle birileri, her geçen gün karunlaşırlarken sizler; devleti, vatanı parçalamak için Haçlı'ya taşeronluk yapan şakilerle mücadele gibi bir suç işleyerek "Devlet yanlısı Çete"ye girip tarihî bir suç işlediniz!
Görmez misiniz; işgâldeki pây-i tahtı kurtararak Ezan-ı Muhammediyi yeniden okutturan, camileri işgâl kuvvetlerinin atlarına ahır olmaktan kurtaran, camilerde dansöz oynatmalara son vererek yeniden ibadete açan "Sarı Paşa"yı, "Gazi Paşa"yı, "Atatürk"ü, bu sistem ve mensupları nerdeyse "hain" ilan ettiler!
Görmez misiniz; Peygamber(s.a.v)'in kabrini yıkmak isteyen Suudi Kralına; "Bir tek taşına el sürerseniz orduları aşağı gönderirim." diye telgraf çekerek kurtaran bir Müslümanı, nerdeyse dinsiz-Allahsız diye tarif ettiler!
Size hak oluyor; ikbâli, parayı, işbirlikçiliği hamasete tercih edemeyen akıl özürlüler!
Ama merak etmeyin! Bu "sistemsizlik adındaki sistem"in yönetenleri izin vermediği sürece, dünyanın en modern cezaevlerinde, hayatınıza kast edilemez! İmralı Mahkûmu'nun saltanatının umarım farkındasınız! Hastalanıp ölmezseniz, intihar etmezseniz korkmayın size bir şey olmaz! İdam cezasını da "sayın(!)"ı korumak için -hem de en milliyetçi siyâsiler- kaldırdılar korkmayın!...
Asrın Felâketini Türk Mucizesi'ne dönüştürebilen, Türk telekom'un ziyan edilmesine itiraz ederek Haçlı'ya kafa tutan, milletin refleksi tarifli ülkücülüğünün gereği parti içi uygulamalara ve siyâsete kafa tutarak Ecevitlere itiraz eden, Turan idealinin basamaklarından olan Türk Kurultayları'nı genel başkanına rağmen yapmaya-yaptırmaya gayret eden, vatanın-milletin tekliği konusunda aptal(!)ca mücâdele verenlerin başlarına gelenleri görmediniz mi?
Bu, "sistemsizlik adındaki sistem"in, AB ve ABD'nin tavsiyeleriyle yaptıklarını görerek yapacaklarını anlayamadınız mı?
Size hak oldu! Hak oluyor! Hele bu günler serin günler! Sizi daha neler bekliyor neler! Göreceksiniz!...
"Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden/Kan dökerek almalısın merd isen/Çünkü bugün ortada hak sahibi/Bir kişidir: ‘Hakkımı vermem’ diyen" (M.Akif)
TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

BERFİN'İN KÜRTLEŞTİRDİĞİ...

Bir AB çocuğu, bir "dolma Kalem", bir 'altan oğlu altan'; her berfin adını duyduğunda Kürt oluyormuş!
Hrant katledildiğinde de Ermeni olmuştu!
Rüzgâra göre yön değişebilen, rüzgârda yelkenini şişirip asla gemi götürmeyen kurnazlardan bunlar! Gemiyi hep ilk terk edenlerden! Korkaklık sayesinde sağ kalmayı akıllılık sayabilecek kadar da hesap kitap adamlarından!
Berfin adını her duyduğunda Kürt olabilen bu bukalemun; "Bu ismi duyduğumda ben bir Kürt’üm... Boynu büküğüm biraz. Kederliyim. Hep ihanete uğradım, hep hain ben oldum. Çocuklarımı öldürdüler, bana katil dediler." diye de Kürt olmasının nedenini anlatmış!
Biz Türkler ve vatandaşımız Kürt Türkler; anasının kucağındaki bebeleri keleşlerle delik deşik eden PKK'lı canileri unuttuk ya!...
Be altan oğlu altan! Babası ile telefonla görüşürken nerdeyse canlı yayında şehit olan Mehmetçiğin adını duyduğunda ne oldun? Telefonda yaralıyken çarpışmaya devam ederek babasına; "Arkadaşlarım şehit düştüler. Birazdan ben de şehit olacağım." diyebilen ve kahpe PKK'lının silah takırtılarını dinleten Oğuz'un adını duyduğunda Türkleşemeyecek kadar mı altan oğlu altandın?
Daha dün; Osmaniye'nin Bahçe ilçesinden, sekiz kardeşin en küçüğü Halil Güreş'in terhisine bir kaç ay kala şehit olduğunu duyan ağabeylerinin; "Kardeşimizin eksik kalan görevini biz tamamlayalım. Vatana borçlu kalmasın." dediklerini duyduğunda bırak Türkleşmeyi insanda mı olamadın?
Sende acıma, sen de merhamet olabilir mi be "Dolma Kalem"?... Niye bu kadar albenilisiniz ? Niye bu kadar dolarları size verirler bilirim de bilemem!... Çünkü sana ve senin gibi Karen Fogg çocuklarına parayı Haçlı verir! Soros verir! AB verir ve verdiğinin karşılığını da böyle bölücülük yaptırarak isterler!
Be altan oğlu altan! İhanet; kurulu meşrû bir devlete önce tabi olup sonrada şahsî çıkarlarını, millî çıkarlara tercih ederek yapılmaz mı? Tarihin hangi döneminde, hangi coğrafyada bir Kürt devleti kurulmuşta, ona da ihanet edilmiş?
Devlete kaç kere ihanet ettiklerini ve kaç kere cezalandırıldıklarını, çok iyi bilmene rağmen ne yapmak istediğini anlamaz mıyız zannediyorsun? Senin; berfin adını duyarak Kürtleştiğini söyleyerek örtülü olarak propogandasını yaptığın caniler, insanlığın yüz karaları değil midir kundaktaki Kürt bebesine sayısız mermi sıkanlar!...
Cebindeki paraları uyuşturucu satarak, kadın pazarlayarak dolarlaştırıp, eurolaştırıp, yine gâvurdan gâvur parasıyla aldığı mermileri, bombaları Kürtlere karşı kullananlar, senin örtülü savunduğun katiller değil midir?
Senin spor olsun diye, Sorostan gelen dolarlardan biraz daha payın artsın diye, gariban Kürt delikanlılarını dolduruşa getirip dağlara çıkarasın diye yaptığın bu propogandan değil de; devlete silah sıkanların devlet güçlerince itlâf edilmesi mi ihânet?
Yozgat'ın dağ köylerinde, Kırşehir'in susuz köylerinde, yokluklar içinde büyüyüp vatan borcunu ödemeye gidip; berfinleri, bebeleri, dedeleri, nineleri insafsızca öldüren PKK'lılara karşı, onları ve vatanın bütünlüğünü korumak uğruna şehit düşen Mehmetçiklerde niye Mehmet, niye Türk olmazsın? Niye bir kere de; "Türk oluyorum." demekten vaz geçtim; "Ne mutlu Türk'üm diyene." demezsin?
İyi ki demezsin!
Desen Türklüğüm incinir! Desen Atatürk'ün ruhu incinir! "Bu gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet"iniz yüzünden sayısız memleket çocuğunu ziyan ettirdiniz! Kan emici, vampir patronlarınızın gözleri kana doymadığı için de işinize devam ediyorsunuz!
Sen ve senin gibilerin inadına her Mehmetçik şehâdetinde; Mehmedim, Türk'üm!
Mehmetçiğimin her hain itlâfında; kahramanım, Mehmedim, Türk oğlu Türk'üm!...
Soyum Türk, devletim Türk, vatanım Türkiye, devletim Türkiye Cumhuriyeti ve bütün halkları millet edinceye, senin gibileri de korkunuzdan da olsa Türk edinceye kadar Türk'üm Türk...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN