Cuma, Şubat 29, 2008

GEÇTİ BOR'UN PAZARI...

Bütün arabesk duygularım, ayakta!...
"Tanrım! beni baştan yarat!..."
Karen Fogg Çocuğu'na cevap verip tamamladım ve "Sınırötesi Harekat"ın bitirildiğini öğrendim!...
Karen Fogg Çocukları, haklı çıktı!...
Can verdim, kan verdim, şehitler verdim ama coştum habire!... Mehmetçiklerim karla-kışla mücadele ederek PuKaKa'lıları itlaf ettikçe gururlandım!... Şimdi duygularımın Türk yanı, Atatürk yanı, "Bağımsızlık karakterimdir." yanı, târ u mâr!...
Kimi, kime şikâyet edeyim?...
"Kader, kime şikâyet edeyim seni?"
Benimle kıçlarıyla gülerek alay edeceklerini bildiğim Karen Fogg Çocukları'na ne diyeyim şimdi?
Tanrıııım! beni baştan yaraaaaat!...
Devlet olmanın, devlet kalabilmenin tek bedelinin can olduğunu bilen bir millet ferdi olarak benim canımı neden incittiler Tanrıııım?!...
Can verirken, kan verirken acımayan canımın gururu ile neden oynadılar Tanrııııım!...
Gözlerimizden gururla akan, akarken şehit arkadaşının başındaki son nöbetinde Mehmedim'in yüzünü yakan göz yaşlarımızı neden incittiler?!...
Başbakan'ın; Milli Gençlik Vakfı toplantılarındaki hamasetini, hitabetini hatırlatan şiirleri niye okunmuştuuuu?
Genel Kumay Başkanımız; "Kısa süre izâfidir. Bir gün de sürer, bir sene de..." diye neden gönlümüze su serpmişti?...
Yedi yıldır Irak'ı işgâl etmiş olmasına rağmen, binlerce arap kadınının ırzına tasallut edilmiş olmasına rağmen, bir milyondan fazla arabın katledilmesine rağmen ABD'nin bitmeyen kısa süreli terörle mücadelesine rağmen; çok haklı bir mücadele ve operasyonumuz bir hafta da nasıl bitti Tanrıııım?!!!
Bizi mi kandırdılar yoksa bizi kandıranları mı kandırdılar yoksa Allah korusun gerçekten müstakil falan değil miyiz?
İşgalde miyiz? Müstemleke miyiz?
Tanrım! beni baştan yaraaaaaaaat!...
"Terk edip te gitti doooost bildiklerim."
Oysa o kadar "Ölmeğe, ölmeğe, ölmeğe" gitmiştik ki!...
"Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır."
"Bağımsızlık karakterimdir."
"Yegâne fahrim ve servetim Türklüğümden başka birşey değildir."
"Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda mevcuttur."
"Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlâl mukadderdir."
"Ne mutlu Türk'üm diyene." sözlerini tekrarlayarak öyle Atatürkleşmişti ki millet!... PuKaKa'nın siyasal sözcüsü Zana'da; "Talabani uyanık ol! Biz öğlen, sen de akşam yemeği olursun!" yazılı kürtçe pankartların altında konuşuyordu!...
"Tanrım! beni baştaaaan yaraaaaat!"...
"Servi gibi ümitler döndü birer iğdeye/ Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye..."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

SENİ "KAREN FOGG ÇOCUĞU" SENİİİİ !...

Karen Fogg Çocukluğu tescilli M.Ali Birand;"Kuzey Irak yönetimiyle yeterince itiştik. Onlar da bizi çok rahatsız ettiler, biz de onları. Ancak, artık yetti. Barzani de bıktı, biz de bıktık. Barzani, Türkiye’siz orada rahat edemeyeceğini gayet iyi biliyor ve bir uzlaşı sürecine hazır görünüyor. Türkiye de, Barzani ile işbirliği yapmadan, sadece bombardıman veya ABD ile işbirliği ile PKK’yı K.Irak’ta etkinsizleştiremeyeceğini biliyor. Ancak bir türlü “Önce onlar adım atsın” kompleksinden kurtulamıyor. Oysa önümüzde iki ayımız kaldı."(basından) diye yazmış!...
Satır aralarına saklanarak, bir şeyleri saklayarak nasıl Karen Fogg Çocukluğu yapılırmış görüyor musunuz?
Türk'ün Milli Kahramanlarından Sn.Rauf Denktaş'la bir sohbetlerini hatırladım... Rauf Denktaş'ın yemekli bir basın toplantısından sonra M.Ali Birand, Denktaş'a yaklaşarak; "Sayın Cumhurbaşkanım öyle bir Karen Fogg Çocuğu diyorsunuz ki, başka anlaşılıyor!..." Diye sitem etmeye niyetlenir. Denktaş'tan cevap; "Anlayışınızı tebrîk ederim!" oluyor...
Be Karen Fogg Çocuğu; Irak'ın bütünlüğünün parçalanması, Irak'ta kurulacak bir Kürt Devleti, bizim savaş nedenimiz değil miydi? Defalarca "Kırmızı Çizgimiz" olarak açıklamamış mıydık? Dış Politika Devlet politikası ve kalıcı değil midir? Her hükûmete göre başka bir dış politika mı olur?
Barzani de, Talabani de, hatta bütün Kürtler de bilmelidirler ve biliyorlar ki Türk'ün olmadığı yerde asla rahat edemezler. Bu gerçeğin farkında olan kardeşlerimiz, Şanlı Urfa'da "Vatan Ana" olur. Kabullenmeyen ve başka kapılardan beslenenler de Karen Gogg Çocuğu, tabi Sayın Denktaş'ın üslûbuyla...
Aslında bu gün ve bu hafta hep "Vatan Ana"yı işlemek düşüncesinde idim. Ama Karen Fogg Çocuğu bırakmadı!...
Allah'tan Genel Kurmay Başkanımız ve Ordumuz; dış politikanın kalıcılığının ve Devlet Politikası olduğunun farkında ve bu yüzden karda kışta, sınırlarımızın güvenliği ve hatta Irak'ın bütünlüğüne katkı vermek adına dağlarda...
İki ayımız kalmışmış! Bahar gelir gelmez, birbirini zehirlemeğe başlayan, cesetlerine bombalar bağlayarak bubi tuzağı kuracak kadar arkadaşlarına saygılı, namazımızla alay edişlerini günlerce internetten izlediğimiz, şimdilerde bir provakatörün eline Kur'an vererek bağırttıracak kadar Emevî düşünceli bölücüler, yeniden canlanacaklarmışşşş!...
Hadi oradan be!... Karen Fogg Çocuğu!...
Kapı köpeğimizin serserileştiğinin farkında olarak elimize sopamızı aldık. Kapı köpeğimiz, ya ıslâh olacak kuyruğunu paçaları arasına alacak, ya da itlâf edeceğiz! Bunun lamı-cimi yok!...
"Pu Ka Ka" artık ya bitecek, ya da bitecek!...
Yıllardır Irak'ı "Terörle Mücadele" ve demokrasi getirme yalanıyla işgal eden ABD adındaki müttefik(!)imizin "Kısa Süreli" olmasını rica ettiği operasyonumuzun süresi de, Genel Kurmay Başkanımız'ın; "Kısa süre izâfidir. Bir gün de sürer, bir sene de." şeklindeki cevabıyla belli olmuştur...
Artık hainin, bölücünün, yerli işbirlikçilerin ya teslim olma, ya da korkudan ödleri patlayarak ölmeleri gereken süreçteyiz. Başka türlü Türk'ün muhteşem gazabından kurtuluşları yoktur. Tarihteki bütün isyânlarında-kalkışmalarında olduğu gibi hâinler, bir daha anladıkları dille cezalandırılacaklardır...
Şükürler olsun, seslenişimiz ses getirdi ve Diyânet İşleri Başkanlığımız; Cuma Namazlarında bütün ülkede, câmîlerimizde Ordumuza duâ edilmesi genelgesiyle saftaki yerini aldı...
Artık; "Ordu-Millet elele" bu lânet habisten, kesin bir operasyonla kurtulacağız...
Allah(c.c.), Ordumuzu muzaffer kılsın. Allah(c.c.), bütün Mehmetçiklerimizi korusun...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 28, 2008

SAYIN ALTEMUR KILIÇ'A AÇIK MEKTUP...

Ağabey!
Yüreğini ayakta alkışlayarak, çok coşkuyla ve izninle ellerinden öperek; "Heeeeey Arslanım beee!" diye naralayacağım!...
Paşa konağında yetişenle, bilmem ne konağında yetişen bir olmuyormuş, Eeey vallah!...
Muhteşem Türk Atatürk'ün Kılıç'ının sülbünden başka bir tavır da beklenmezdi!... Şükürler olsun ki "Benden olup bana benzemezler" serisini bozan; "Kurttan doğan, kurt olur." sözünü doğrulayan bir Türk var...
Gecenin 01.09'u Ağabey!...
Öfkeden, coşkudan, hevesten, heyecandan, neden sayarsanız sayın ağlıyorum! Ve çok gururluyum! Muhteşem Türk Atatürk'ün; "Yegâne fahrim ve servetim, Türklüğümden başka bir şey değildir." sözüne nâzire olarak; "Ya Rabbi! beni Türk yarattığın için sana yerle gökler arası kadar şükrederim." diyorum...
Seni okuyorum, sana yazıyorum Ağabey...
Klavyemin başında, tek başımayım. Kahkaha atarken ağlayanlar, benim şu anki halimi, anlar!... Çünkü ağlarken coşkuyla kahkaha da atıyorum!...
Allah(c.c.)'ta seni güldürsün Altemur Kılıç Ağabey!...
"Sayın Savcıya kendimi ihbar ediyorum... Telefonda “Mustafa Kemal yolundan ayrılık nereye?” diye dertleştiğim bu şerefli insanlarla birlikte tutuklanmamış olmam, doğrusu beni üzüyor! Kendim hakkımda suç duyurusu yapıyorum..." ihbarınıza kahkahalar atarken, göz yaşlarıma hükmedemiyorum!...
Ağabey;
Bir kaç gün önce de, bu fakîr kardeşiniz; "Adını 'Devlet Yanlısı Çete' koyduğunuz oluşumun içinde değilsem utanırım." demiştim... Gâzi Paşa ve Arkadaşları'nın; Kuvayı Milliye'nin ve mensuplarının çete olarak, şâki olarak îlân edildiğinden de bahsetmiştim. Askerden, okur-yazarlardan, Efelerden, eşrâftan, ulemâdan oluşan ve Şeyh'ül İslâm'ın fetvâsına, karşı fetvâ ile kafa tutacak kadar da îmanlı bir çete olduklarını bildiğimi de söylemiştim.
Muhterem Altemur Kılıç Ağabey;
Sizden aldığım şevkle, cesâretle ve izninizle ben de kendimi ihbâr etmek istiyorum! Bu da târihin belki de izin alınarak yapılmiş, ilk kendini ihbâr olayı olsun!...
Devletim'in yanındayım. Milletimle beraberim. Savaştaki Ordum'a dua etmeyen Diyânet'le kavga ederim. Cuma günü Ordum'a dua eden Müftüyü haber yapan satılık "Dolma Kalemler"le kavga ederim. Türk'ü, Atatürk'ü, Türkiye'yi, Bayrağımı, Mukaddeslerimi severim. Bunları sevenleri de sever, sevmeyenleri otomatik hasım îlân ederim!...
Şu an asker olan Oğlum'la ve bütün Mehmetçiklerim'le birlikte ölür ölür ölürüm!... Toprağın vatanlaşabilmesinin tek bedelinin "can" olduğunu bilenlerdenim. Devletim'in yanındayım ve
Devletim'in yanında olanların yanındayım. "Bağımsızlık karakterimdir." diyenlerdenim. Çeteyim ve kendimden başka çete mensubu da tanımam!...
Ağabey; "......daha emekli olmadım... Bu mücadelede emekli olmak yok... Kılıcım elimde, mücadeleye sonuna kadar devam!" buyurmuşsunuz. Allah(c.c.); sağlık, sıhhat ve hayırlı ömürler versin. Daha bize çok lâzımsın Ağabey! Kılıç Ali Paşa'nın oğluna milletin de, "Devlet Yanlısı Çete"(ne demekse) mensuplarının da çok ihtiyaçları var...
Pilavda kırılan kaşığın sapına tüküreyim be Ağabey!...
Bazen fikren sana ters düştüklerim de olmuştu! Büyük bir ihtimalle yine de olacaktır! Ayrı bedenlerde, ayrı akıllarız elbette. Ama Türklük'te, Türklük Sevgisi'nde, Atatürk özlemimizde müştereğiz ya!... Rahmetli Babam'la da çok fikrî ayrılığım olurdu ama, hep te O'nun dediği olurdu!...
Arz edebildim mi Ağabey?...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 27, 2008

MİLLET'İM; MİLLETİM MİLLEEET!...

MİLLET
Sorma bana oymağımı boyumu
Beşbin yıldır millet gibi yaşarım
Sorma bana ailemi soyumu
Soyum Türklük, soy büyüğüm Hünkâr'ım...

Her ülkede Türk bir devlet kuracak
Fakat bunlar birleşecek nihâyet
Hep bir dille, aynı dîne tapacak
Olacak tek harsa mâlik bir millet...

Deme bana Kayı, Oğuz, Osmanlı
Türk'üm. Bu ad, her ünvandan üstündür
Yoktur Azer, Kırgız, Özbek, Kazanlı
Türk Milleti, bölünmez bir bütündür... Ziyâ GÖKALP

İnsan bazen çok istemesine rağmen bir şey yapamazken; bazen de hiç istemeden, farkında olmadan güzel şeylerin oluşmasına vesîle olabilirmiş!...
Yıllardır ve son aylarda harâretle; "Yeniden Milletçiliğe başlamamız lâzım. Bizim milletliğimizi hedef aldılar ve bizler de bu oyuna gönüllü figüranlık yapıyoruz!" diye feverân eder dururum...
Sözdense, hoşuna giden sesi dinlemeyi mârifet sayan hiç birşey bilmez ukalâdan bazıları; bu tavrımı anlayamadıkları için, çok edepsizce saldırdılar!... Bilmedikleri için soramadılar, soramadıkları için de bilemediler!... Bilemedikleri, soramadıkları için de bilmek, öğrenmek için özel gayretlerde olan millî düşünceli "Hür Akıllar"a, en kibar ithâmları "ihânet" veya "hâinlik" oldu!...
Şimdi ben de onların seviyelerine inerek onlara cevâba yeltensem, Vallahi zamanımıza yazık! Çünkü onların aslâ dinlemek, araştırmak, öğrenmek gibi bir alışkanlıkları yok! Onlar sâdece taraftarlık yaptıklarını zannederek yanında durdukları kişiye veya gruba zarar verirler!... Bunların özellikleri ve bilinen özelliklerinden dolayı farkında bile olmadan üstlendikleri görevleri bu! Ve bunlara, cehâletlerini bildiğimiz için aslâ "hâin" falan demeyiz!... Bunlar sadece zavallılardır ve bu yüzden de mâzurdurlar!...
Milletim;
Büyük Türk Milleti;
Arana kimler tarafından, nasıl ve çok samîmice nifâk tohumlarının ekildiğini biliyorsun değil mi? Seni önce bölüp, sonra parçalayıp, sonra yutmak üzerine inşâ edilmiş bu yüzyılların oyunu, Haçlı Plânını sen biliyorsun değil mi?
Binlerce yıl, hükmettiğin bütün coğrafyalarda, halkları bir araya toplayarak milletleştirebilen tek ve Allah(c.c.)'ın dünya nizâmıyla görevlendirdiği millet olduğunun hâlâ farkındasın değil mi?...
Hâlâ yaramaz çocuklarının kulaklarını çekerek; hâlâ seni ısıran kapı köpeğini veterinere götürüp aşısını yaptırdıktan sonra yerine bağlayarak yalını-yemini vermeğe devâm ediyorsun değil mi?...
Senin bu İlâhî cevâzlı özelliğinin farkında olmayan, olamayan cühelâna da aslâ kızmıyorsun değil mi?...
Bu yüzden Milletsin işte! Bu yüzden özel ve bu yüzden büyüksün Milletim!...
Şu anda da Ordunla; karda-kışta, yaramaz çocuklarının kulaklarını çekerek halkları bir araya toplayıp milletleştirme operasyonundasın biliyorum. Bu yüzden Allah(c.c.) sana hep yârdır, yardımcıdır...
Allah(c.c.) yardımcın olsun Milletim!... Allah(c.c.), bu son cihâdınızda da sizi muzaffer kılsın Muhteşem Ordum...
"Ne mutlu, Türk'üm diyene..."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 26, 2008

DAR'ÜL HARP TÜRKİYE!...

Edepsizlikte tekleriz
Kimi görsek etekleriz
Hak'tan da umut bekleriz
Ne utanmaz köpekleriz!...

Biz bakarken sağa sola
Düşman girdi İstanbul'a
Vatanı sattık bir pula
Ne utanmaz köpekleriz!...

Gitme vatan kavgasına
Yetiş rütbe yağmasına
Daldık dünya sefasına
Ne utanmaz köpekleriz!... Namık KEMAL

Kimler ne yapar? Kimler ne der bilemem? Ama bu yapay çekişmelerden sıkıldı millet!...
Devrimcilerin de, solcuların da, milliyetçilerin de, ümmetçilerin de, ateistlerin de, cumhuriyetçilerin de, 2.cumhuriyetçilerin de, laiklerin de, Atatürkçülerin de yaptıklarından iğrendiklerini söylüyor artık millet!... Gûya bu yapay çekişmeler de milletin huzûrunu temin için!...
Namık Kemal'in, bu şiiri yazarken kızdığı toplumun adı "Osmanlı"... Yönetim mâlûm. Pâdişâh ta var, Halîfe de! Kadıların idaresindeki şer'i mahkemeler de var, Şeyh'ül İslâm'da!... Atatürk ve arkadaşlarını şâki, haydut, hâin, din düşmanı diye ilan ederek ölümlerine ferman çıkarabilecek kadar da yetkililer!...
Ama başkent İstanbul dâhil, ülkenin bir çok yeri işgâlde! İngilizler İstanbul'da! Yunanlı İzmir'de! İngiliz yönetimine methiyeler dizen, İngiliz askerlerine dua eden asiiiiiil yetkili müslümanlar var! Ve bu dua edilen İngilizin işgalindeki İstanbul'da ve işgâl altındaki şehirlerimizde camilerimize atlar bağlanıyor, camilerimizde dansözlere göbekler attırılıyor!
Ve o ülke dar'ül harp değil!...
Sonra; pâdişâhın hâin dediği, Şeyh'ül İslâm'ın kâfir ilan ettiği; O, sarı adam çıkıyor ortaya. İşgâlden kurtarıyor kurtarabildiği kadar vatan toprağını. Ve kurtardığı yerlerde camilerimiz yeniden dîni hüviyetini kazanıyor. Yeniden dansözlerin oynatıldığı, atların bağlandığı camilerimizin minarelerinden Ezân-ı Muhammedî okunuyor.
Bitmiyor bu kâfirin, bu şâkinin işleri. Saltanata son veriyor Cumhuriyet'i îlân ediyor. Şeyh'ül İslâmlığı kaldırıyor, hilâfete son veriyor, yerine Diyânet İşleri Başkanlığı diye bir kurum ihdâs ediyor.
Sadece devlet ile din işleri birbirine karışmayacak diyor. Askerin tayin, terfi, emeklilik, savaş ve barıştaki ikbâlini Genel Kurmay Başkanlığı; imamların tayin, terfi ve diğer hayatını da Diyânet İşleri başkanlığı sevk ve idare edecek diyor.
Ülkeyi kâfirleştiriyor!
Ve bu kâfir ülkede; ezanlar okunuyor, câmilere gidip gelenlere karışan yok, câmilerde dansöz oynatılamıyor! Ve bu ülke, dâr'ül harp!...
Niye mi? Kızlarımız resmî yerlerde ve üniversitelerde başlarına türban denen üniformayı takamıyor diye!... Hele bakın îmansızlığa!...
Beğler! Vallahi çarpılırsınız!... Sarı Paşa'nın emekleri çarpar adamı!...
On bin çocuğumuz, eksi kırk derecelerde karların altında vatan bütün kalsın, devlet hür kalsın diye savaşıyor!
Müttefikimiz ABD adındaki Haçlı'nın işgâlindeki Irak'ta tecavüz edilmemiş Müslümân kadın kalmadı nerdeyse! Bir milyondan fazla Arap katledildi! Bunlar, kimseye bir şey söylemiyor mu?
Hiç değilse Ordumuz, cepheden dönünceye kadar; ana-babalar cephedeki Mehmetçiklerini -döndüklerinde- kucaklayıncaya kadar, bu basit çekişmeye son verin artık!...
Millet; îmanlıya da, îmansıza da küfrediyor biliyor musunuz?!... Hem de câmi bahçelerinde!...
Milletin kalbi, cephede askeriyle birlikte üşüyor farkında değil misiniz?
TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

STEFO'DAN MEHMETÇİK'E MEKTUP...

"Ben bu Çocuğu çok seviyorum." demiştim ya!.. İşte o yürekten çağıl çağıl, Türkçe bir mektup. Hem de tam zamanında! Niye sevdiğimi söylememe, tekrarlamama gerek var mı?
"ASKERE MEKTUP...
Çocukluklarımı, anılarımı bir bir otobüse bindirip gönderiyorum bu aralar. Her bir giden beraberinde bir şeyler götürüyor benden. Fazla duygusallaştım bu aralar sanırım ama haklıyım. Canım, kanım onlar benim. Çocukluğum...
Aklıma geliyor işte...
Aynı sokakta top peşinde koştururken, düşüp de dizlerimizi beraber parçaladık. Sonra beraber sardık yaralarımızı. Aynı tabaktan yemek yedik. Yan yana uyuduk. Bir kuru ekmeği bölüştük. Sevildik, sevdalandık, dertlendik, dostlarla buluştuk. Birbirimizin omzuna döktük gözyaşlarımızı kimse görmedi. Mahalle kavgaları yaptık tabiri caizse. Annelerimizden sopa yediğimizde birbirimize koştuk. Sokakta biraz fazla kalalım diye ağaç kovuklarına saklandık. Hatalarımızda uyardık, doğrularımızda örnek aldık, takdir ettik birbirimizi. Her zaman sırt sırta durduk. Kardan adamlar yaptık beraber. Çocukluğumuz gibi bembeyaz. ''Küstüm ulan senle, bir daha da konuşmayacağım'' diye başlayan cümlelerden, elimiz omzumuzda muzur şarkılarla çıktık. Zaman geçti büyüdük biraz. Aynı sokağın çocukları olup, aynı çocukluğu paylaşmaya hep devam ettik. Yaş büyüdükçe oyunların yerini sevdalar aldı. Kahkahaların yerini tebessümler. Meyve suyunun yerini yeni bir şey almadı desem zaten inanmazsınız.
Değişmeyen tek şey çocukluk arkadaşları oluşumuzdu. Ve birbirimize olan sevgimiz.
Hayat dedikleri şey bu olmalı. Zira biz çocuk kalsaydık hep be Alper'im... Hep çocuk kalsaydık... Can... Emrah... Aras... Mahalle maçı var desem döner misiniz be oğlum? Annem size kek yapmış desem? Bu sefer geçmeyeceğim sizi bisiklet yarışında. Söz veriyorum çok sert şut çekmeyeceğim desem... Özlemiş sizi sevdalılarınız desem... Anneniz özlemiş desem... Ben desem be..! Ben özledim desem...
Zor oluyormuş ilk kez ayrılmak. Meğer ne de çok alışmışız birbirimize. Aynı sokağın farklı köşelerinde olmak bile huzur veriyormuş insana. Saçlarını kestirirken hissettim ne demek olduğunu Alper'im. Yüzünde cesaret vardı. Korkardı kim olsaydı karşında. Askerdin artık. Akşam yolcu ederken Alper'imi, askerimi, sarılmadık bile. Sarılamadık. Ayrılık yok oğlum..! O korkak hainlere saklandıkları dağları zindan etmeden ayrılık yok. Vatan toprağına şehit düşene kadar gerekirse.
Zamanı geldiğinde ben..!
Gerekirse şimdi..! Hemen..!
Sizi bir bilinmeze gönderdiğimiz kesin ama şunu bilin ki göğsüm kabardı. Gurur duydum hepinizle. Öyle ki gelesim var yanınıza. Okul falan yok gözümde. Ne olacaksak beraber olalım. Vatanım için..! Vatanımız için..! Atamız için... Ve ülkemizin bütünlüğü... Doğacak çocuklarımız için..!
Kardeş olmak aynı anadan aynı babadan olmak mı derim hep. Değilmiş... Daha iyi anlıyorum şimdi. Hele bu sabah uyandığım anki ruh halimi sizlere anlatamam. Zaten damarımdan fışkıracak acım 15 şehit ve daha niceleri için. Mektubu çok uzatmamak lazım kardeşlerim. Bir son söz gerekir şimdi yazacak... Hep asil milletimiz okuyacak değil ya bu mektubu... Hainlerden de okuyacaklar olacaktır. Hedefse hedefin en kallavisiyim ben..! Çünkü bir dakika bile düşünmeyeceğim sizi yok etmek için..! Hem tüfeğimle savaşacağım... Hem kalemimle...
''Özgürlüğümüz için Çanakkale'de 250.000 şehit verdik bilirsiniz... Vatanımız için ''HEPİMİZ'' şehit olmaya hazırız..! Bilir misiniz..!''
Asker..!
Yolun açık... Alnın ak olsun...
Özleyeceğim sizi...
Ben de geleceğim...
Yakında...
Buluşacağız...
Selamlar olsun...
Çocukluk arkadaşınız... Stefo SEYİSOĞLU''
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 25, 2008

SINIR ÖTESİNE, OĞLUM'A PULSUZ MEKTUP...

Yiğidim, Arslanım, Gökçe'm, Mehmed'im;
Kocaman kocaman birileri; bir şeylerin, türbanın vesair arkasına saklanırken veya türbanlarını senin seferinin arkasına saklarken, herkes bir şeyleri alıp satmaya, fırsat bu fırsattır diyerek şuuraltındaki hayaline sahiplenmeğe saldırıdayken, ben seninleyim-sizinleyim Oğlum!...
Birileri; ittifaktan, AB'den, ABD'den, Haçlı'dan, Medeniyetler İttifakı'ndan, Dinler Arası Diyalog'dan bahsederek bir şeyleri pazarlama, satma telâşındayken ben, sizlerleyim; sizlerle şeref-haysiyet savaşındayım!...
Başını kaldır Yiğidim! Gözünü nişan aldığın hedeften bir an olsun ayırma ama!... Hedefini itlâf ettikten sonra yukarı bak Yiğidim!...
Şu süzülen kartal var ya! İşte o! Evet o Mehmedim!...
Sen rahat okuyasın diye hiç sallamadan Türk Milleti'nin dualarını, selamlarını getirdi sana kanatlarında...
Merak etme Yiğidim!
Bizim mektup yollayacağımız kuşumuz başka... Bu kuş, işbirlikçilerin salaklaştırdığı -gûya-barış güvercini değil!... Yalaka yalaka cami avlularında, üç tane darı için ayaklar arasında dolaşan kuşlardan değil!... Gökyüzünün hâkimi, Türk- Selçuklu kartalı bu kuş! Yukarı bak, göreceksin Oğlum...
Sana selamlarımı ve haberleri getirdi Yiğidim. Görüyorsun değil mi?
Şehit silah arkadaşlarını Millet, baş tacı etti! Peygamber(s.a.v)'in ağuşuna yollarken bedenlerini, hayallerini yüreklerinde, kalplerinde ölümsüzleştirerek lâyık oldukları tahta oturttu!... Merak etme Arslanım!...
Anneleriniz, babalarınız, yavuklularınız, kardeşleriniz, akrabalarınız, komşularınız, bütün millet evet eksiksiz bütün millet sizlerle beraber!...
Siz, ne haldeyseniz bizler de aynı durumdayız Oğlum!...
Her şehîd haberinde gözyaşlarımız fışkırıyor, itlâf edildiğini duyduğumuz her hain haberinde başımızı dikleştiriyoruz! Bayrağımız, daha bir vakur dalgalanıyor günlerdir biliyor musun Mehmed'im? Balkonumda nazlı nazlı, sevmeyenlerin gözlerine batarcasına öfkeyle dalgalanan Bayrağımın gölgesini hissediyorsun değil mi?
Bayrağım bile sizin oralardaki savaşınızın karşılığı olarak böyle dalgalandığının farkında ve Türkçe salınıyor Yiğidim! "Bağımsızlık karakterimdir." diye nara atarak Atatürkçe dalgalanıyor!...
Bu gün, sekiz silâh arkadaşını ebedî istirahatgâhlarına yolcu ettik! Uğurlayanları, yetmiş milyondu Mehmed'im! Özür dilerim, hata yaptım! Arkadaşlarını uğurlayanların sayısı, dünyanın her yerindeki Türk sayısı kadardı! Çok olduğu için -şükrolsun- sayısını bilemedim Mehmed'im!... Dalgalansın diye, uçan kuşlardan selam alsın diye, toprak vatan kalsın diye toprağa düşen silah arkadaşlarına, Bayrağın bile selâm verdiğini gördün değil mi Yiğidim?
Bayrakların, sancakların senin ve silâh arkadaşlarının önünde nasıl tâzimle eğildiğini gördün değil mi?
Doğusuyla-batısıyla, kuzeyiyle-güneyiyle, sünnisiyle-alevisiyle, Türk'ü-Kürdü ile bir bütün olmuş milletin sana nasıl kucak açtığının farkındasın değil mi Arslanım?... Milletin yekvücûd olarak nasıl arkanda olduğunun, sana nasıl dualarda olduğunun farkındasın değil mi? Vanlı'nın, Ardahanlı'nın, İzmirli'nin aynı tonla; "Ya istiklâl, ya ölüm!" diye naraladığını, "Vatan sağ olsun!" diye vedâlaştığını duydun değil mi?
Başının üzerinde senin dikkatini dağıtmamak için sessizce ve kartalca süzülen kanatları görüyorsun değil mi Oğlum?
Sen işine bak Mehmed'im!...
Sakın gözünü hedefinden, parmağını tetiğinden çekmeyesin. sadece dinle sen... Yeni Mehmetçikler yolda! Hepsinin elleri de kınalı senin gibi Arslanım! Hepsinin yüreklerinde, siz ağabeylerine desteğe gelmenin heves ve heyecânı... Hepsi de; davul-zurnalarla; "En büyük asker,bizim asker!" nidaları ve inancıyla uğurlandılar sizin yanınıza!...
Haaa! Sana asıl önemseyeceğin haberi vermeyi unuttum. Özür dilerim Arslanım!
Düşmanın taşeronları olan salak teröristler bozuldular! Birbirlerini zehirlemeğe, birbirlerini öldürmeğe, geberen adamlarının cesetlerine bomba bağlayarak gûya tuzak kurmaya başladılar! Kaçıyorlar Mehmed'im! Senin Türk ayak seslerin, ödlerinin kopmasına yetti bile dalaksızların!...
Sen; sıcak çatışmanın içinde gün sayamazsın-saymazsın biliyorum. Ama biz, millet olarak artık saat sayıyoruz Mehmed'im...
Az kaldı. Yeniden yazdığınız destanların farkında bile olamadan bir kaç saat sonra döneceksiniz vatana... Siz döneceksiniz, yeni Mehmetler girecek nöbete...
Haddini aşanlara hadlerini, hainlere cezâlarını, diplomatik dilden çok anladıklarını bildiğimiz müttefik(!)lerimize söyleyeceklerini, anladıkları dille ziyâdesiyle söyledin Oğlum!...
Var olasın Mehmed'im!
Allah(c.c.), seni ve bütün silâh arkadaşlarını korusun ve muzaffer kılsın Yiğidim!...
Muhabbetle, Türkçe, Babaca gözlerinden öperim. Bütün arkadaşlarını da bağrıma basarım Yiğidim!...
Siz Allah(c.c.)'a, Vatan-Bayrak-Cumhuriyet size emânet Arslanım...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 24, 2008

DİNLEDİĞİM KOMUTAN...

Aylardır anlatıp anlatmamak arasında, kendimle savaştığım bir duyumumu, anlatmanın zamanı...
Çünkü ya şimdi, ya da hiçbir zaman!...
Ordumuz cephede! Sınır ötesinden gelerek huzurumuzu bozan emperyalizm taşeronlarına hadlerini bildirmek üzere taaaa inlerinde! Göbeklerine göbeklerine basıyor sinsi, hâin, bölücü terör taşeronlarının!...
İmamlarımız camide! Nüfusunun yüzde doksandokuzu Müslümânlardan oluşan bir ülkede, camilerde orduya dua edilmesi; yaygın basınca, karen fogg çocuklarınca haber edilecek kadar enteresan târif edilmesine rağmen imamlarımız câmîde... Askerimiz cephede, ulemâmız alınları seccâdede, ağızları duâda; milletimiz, elleri semâya açık, gözleri ekranlarda, kulakları haberlerde, dillerinde zikir ve yürekleri Mehmetçikleriyle...
Terminallerimiz; "En büyük asker, bizim asker!" nidâlarıyla çalkalanıyor! Kınalı Kuzularını Vatanî Görevlerine uğurlayan anaların ağızlarında tek öğreti, tek nasihat; "Vatan borcu, nâmus borcu. Ödenmeden olmaaaaaz!" Bu anaların, Kınalı Kuzular'ını nâmus borçlarını ödemek üzere, davul-zurnayla uğurladıkları kışlalar, cep-he-deee!...
Siyâsilerimiz de, fırsat bu fırsattır mantığıyla geleceklerini garantiye alabilmek için, emekli milletvekili maaşına zam peşinde!...
Ya Rabbi; Bu asîl milletin emeklerini zâyi ettirme!
Ya Rabbi; Çocuklarımızı, "Peygamber Ocağı" sıfatıyla bildiğimiz adreste teslîm ettiğimiz Komutanlarını da koru!...
Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)'den övgü ve duâ ile nasîpli bu millete, zillet gösterme Ya Rabbi!...
Dağda-taşta, kara kışta, şahince, kartalca, arslanca çarpışan Mehmetlerime destek olsun diye dileklerimi duyur Ya Rabbi!... Beni mermi etsinler! Bizi bomba etsinler! Eğer ola ki ana-babaları olduğumuz için bizi atmaya kıyamazlarsa, üşümesinler diye ayaklarına sargı etsinler duygularımızı! Ellerine eldiven etsinler! Yollarına yolluk etsinler...
Adlarını zikredince düşünce insicâmımı kontrol edemediğim Mehmetçiklerim, nerdeyse anlatmak istediğimi unutturacaklardı!...
Birinci dereceden bir yakınımdan, Eşim'in yeğeninden duyduğum bir komutan târifini aktarmak istiyordum. Güneydoğu'da Ordu Komutanı iken, yakın korumalığını yapan bir Gâzi Komando Asker'in ağzından dinlediğim şekliyle, Yaşar BÜYÜKANIT Paşa'yı anlatacaktım...
Öyle bir komutan ki, askerleriyle yekvücûd. Operasyona çıkan her timin arkasından, sağ-sâlim dönerlerse kurban adayacak kadar inançlı! Ve operasyondan başarıyla kazâsız-belâsız dönen birliklerine; adadığı kurbanını keserek ikrâm edebilecek kadar mert gönüllü. Veeee, asıl bana çok çarpıcı gelen kısmı: Hangi askerinin, etin neresini sevdiğini bilebilecek kadar Baba bir komutan!... Etin 'uykuluk' diye tabir edilen yerini, hangi askerinin sevdiğini bilebilecek kadar ve etin o kısmını daha dönmemiş askerine ayırtacak kadar askeriyle bütün bir Baba Komutan!..."
Bunları anlatan, yakın korumalığını yapmış ve bir Gâzi olan Yeğenimiz'in ağzından, kendi üslûbuyla: "Fotoğrafından çok daha 'Herif', fotoğrafından çok daha 'Baba' bir adam!"
Büyük Milletim;
İş başa düştüğünde, kimin ne yaptığını, kimin görevini nasıl yaptığını anlayabilmek için, bu târif bize bir şeyler anlatır mı?
Bu Komutan'a ve bu komutanın emrindeki bütün kademelere, ve Mehmetçiğimize yeterli duâda mıyız Milletim?
Bizim duâlarımıza ne kadar ihtiyaçlarının olduğunun farkındayız değil mi?
Müftülerimiz, hocalarımız, imamlarımız, camîlerimizde her vakit namazından sonra ağız birliği ile duâlardayız değil mi?
Duâlarımızda, hiç bir askerimiz arasında kademe ve kıdem farkı gözetmeden ayırım yapmayız değil mi? Genel Kurmay Başkanımız'ı da duâlarımızda unutmayız değil mi?...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

VUR YİĞİDİM !... VUR MEHMEDİM !...

Dağa, taşa, kara, buza, topuğu
Vur Yiğidim! Vur Yiğidim inlesin!
Öyle vur ki hiç çıkmasın soluğu
Ölsünler ki, Al-Bayrağım inmesin...

Mehmedim, Yiğidim, Arslanım; sen çarpışırken evimde uyursam namerdim!...
Çarpışıyor Mehmedim, tarihi tozlu raflarından indirerek yeniden yazmak için!...
Vuruşuyor Arslanlarım; okyanus ötesinden gelip camilere postallarıyla giren, Allah(c.c.)'ın evine kaçıp saklanan yaralı Müslümanın kafasına camide kurşun sıkacak kadar insanlık dışı Coni'ye, kendisini hatırlatmak için!...
İşi bu Mehmedimin!...
İnsanlığı yaşatabilmek için, zâlime haddini bildirmek için, haini cezalandırmak için şiir yazarcasına savaşmak, işi!...
Bir gül bahçesine girercesine kara toprağın bağrına girerek toprağı vatanlaştırmak, işi!...
"Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle..." inancıyla, "Allaaaah!" nidasıyla saldırınca kendisine kurşun sıkanı bile korkutmak, işi!...
Eksi otuz derecede terlemek, gözün gözü görmediği yerlerde kurtça yürümek, aman dileyeni Türkçe affetmek, yaraladığı düşmanını omuzlayıp hastaneye getirmek, esirine azığını ikrâm etmek, dağların başında arslanlarca çarpışıp şehîd olurken bile şatolarda zevk süren işbirlikçilerin korkudan ödlerini patlatmak, işi!...
Ölün korkaklar!
Ödünüz patlasın artık! Türk'ün muhteşem öfkesini kabarttınız! Türk'ün su kesen sabrını taşırdınız! Türk'ün mukaddesleştirdiği Vatanına göz dikerek çıldırttınız! Şimdi hangi çılgın bu kükreyen arslana zincir vurmayı düşünebilir? Kendini güçlü zannedenlerin akıllarını almak Mehmedimin işi!...
Dünyanın en îmanlı ordusu O!...
Dünyanın ve tarihin en efsânevî savaşçısı O!...
"Şehîd olacağım! Hakkınızı helâl edin!" diye ailesi ile vedâlaşarak ölüme koşan Mehmedim'den başka bir örnek var mıdır? Ölerek ölümsüzleşmek Mehmedim'in işi!...
Bağrımıza ateş düştü!
Yedi evimize şîvan düştü! Ama biliyoruz ki sayısız düşman evine de kara bulutları çökertti Mehmetçiğim!...
Bir iki gün önce sınırlarımız içinde gönderinden bayrağımızı indirdiklerinde başlarına gelecekleri bilememişlerse aptallıklarındandır! Kıbrıs'ta bayrağımıza uzanmaya niyetlenen zavallının halini demek ki göstermemişler bu zavallılara!
Demek ki, Bayrağımıza selâm vermeden uçan kuşun yuvasını bozduğumuzdan haberleri yok!...
Ateş gibiymişler! İyi niyetle yaklaşanı ısırır, kötü niyetle yaklaşanı yakarlarmışşşşşş! Târife bak! Ateş olsanız söndürürüz! Eksi otuz derecede önce sizin sıcağınızla ısınır, sonra dumanınız kalmamacasına söndürürüz sizi anladınız artık değil mi?...
Yıllarca; "Ateş olsanız, cürmünüz kadar yer yakarsınız!" diyerek sabretmiştik şirretliklerinize!...
Büyük Milletim;
Savaşıyoruz!...
Çocuklarımız Mehmetçikleşerek, şehit düşüp ölümsüzleşerek çarpışırken sen, uyumuyorsun değil mi?
Evlerde alınlar seccâdede, yürekler Allah(c.c.)'a dönük değil mi?
Bütün eller semâya açık, bütün ağızlar Mehmetçiklerimize duâda değil mi?
Milletim;
Yeniden yedi düvelle çarpışıyoruz! Cephede Mehmetler vuruşurken sen, uyumazsın değil mi?
Ocaklarına şîvan düşen yedi evde, feryâd ü figân varken sen, uyuyamazsın değil mi?
Ordu gâzâda, millet duâda değil mi?...

Alçağa, haine, puşta, mermiyi
Vur Mehmedim! Vur Yiğidim inlesin!
Kuyruk sallasa da itin eniği
Vur kaçan itimiz geri dönmesin!...

"O KADAR ŞANLISIN Kİ KANIN KURTARIYOR TEVHÎDİ
BEDR'İN ARSLANLARI ANCAK BU KADAR ŞANLI İDİ..."
"Türk'üm. Bu ad, her ûnvandan üstündür."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 23, 2008

NERDEYSENİZ ORDAYIZ...

Beş Metmetçiğimiz; dirildiler ölümü öldüren bir ölüşle!...
Beş şehidimiz vardı ben klavyemin başına oturduğumda... 44 teröristin itlâf edildiği, çok sayıda teröristin de ağır yaralandığını bildiren Genel Kurmay Başkanlığımız'ın resmi sitesinde, 5 şehidimizin olduğu bildiriliyordu Türk Milleti'ne saygıyla...
M.Emin Alper Hoca'nın, bu şiiri niye yazdığını anladım bu haberle:

"Dudaklarımızda kan ve ateşe gülen bir gülüşle
Yürüdük ölümü kıskandıran bir yürüyüşle
Düştük te bağrına toprağın adımız 'Vatan' oldu...
Geçtik yardan ve serden ülkü denilen düşle
VE DİRİLDİK ÖLÜMÜ ÖLDÜREN BİR ÖLÜŞLE..."

Ölümü öldürmek, ölümü öldürerek ölümsüzleşmek, Peygamber(s.a.v)'imizin âgûşuna koşmak bu işte Mehmedim!...
Allah(c.c.); bu şerefli ölümü öldürüşü, senden başkasına bu kadar yakıştırarak nasibetmiyor... Yüreğimizi yakarken, göysümüzü kabartıyorsunuz Mehmetçiklerim! Yüreğimizi yakarken başımızı dikleştiriyorsunuz. Vatanlaştırmak için her toprağa düşüşünüzle, Bayrağımızı kaldırıyorsunuz. İstiklâlimizi haykırıyorsunuz bütün dünyaya!..
Allah(c.c.) sizden razı olsun yerle gökler arası kadar...
Bedr'in Arslanları ile niye mukayese edildiğinizin farkındasınız değil mi?
Büyük Milletim, başımız sağ olsun...
Bu Genel Kurmay Başkanlığımız'ın; Vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak için girdiği bir savunma harekâtı. Bu hür bir devletin, sınırlarına yapılan alçakça tâcizlerin hesâbını sorma harekâtı. Bu, Genel Kurmay Başkanımız'ın; yıllarca Mehmetçiklerimizin, vatandaşlarımızın anasını ağlatanların analarını ağlatma harekâtı!...
Bu aslî görevini yapmak için sınır ötesi harekâta çıkan Ordumuz'a, bir Müftümüz'ün Cuma Namazı'nda duâ etmesi kadar doğal ne olabilir?!...
Memleket siyâseten teslîm olmuş diyorum, komplo teorisyeni diyorlar! Memleketi müstemleke ettiler diyorum, hayret ediyorlar! Genel Kurmay Başkanlığı'nın çok meşrû bir harekâtına, Diyânet İşleri Başkanlığı'na bağlı bir müftünün dua etmesinin neresi anormal ki, haber oldu!... Müftü üzerine düşen görevini yapmadı mı? İşgâl zamanlarındaki gibi Kuvayı Milliyecilere, bed-duâ mı etmeliydi? Aslında camilerimizde Cuma Namazı'nda, ülkenin her yerinde, topluca duâ edilmeyişi değil midir haber?!...
O duâ eden Müftümüz'ü, görevini ve vicdânının emrini yerine getirmiş olduğunu bile bile tebrik ediyorum. Diyânet İşleri Başkanlığı'na bağlı bir Müftümüz'ün Ordumuz'a duâsını haber yapan şuur altları işgâlde olan, habercilik yaptığını zannedenleri de esefle kınıyorum!...
Heeeey! Gazetecilik-habercilik oynayanlar!
İki, Başkanlık sıfatı taşıyan kurumumuzun; Genel Kurmay ve Diyânet İşleri Başkanlıklarımızın bir olma, birlikte olma günlerindeyiz...
Biri savaşacak, biri câmîlerde hutbelerle Milli Birliği te'sîs edecek. Biri şehîd olarak ölümsüzleşecek, biri şühedâsına dînî vecîbeleri yerine getirirken aynı zamanda milletin de mâ'neviyyâtını diri tutacak!...
Dünyanın en Îmanlı Ordusu'nun; zulmün taşeronlarına karşı yaptığı bu asîl harekât, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın hutbeleriyle kahramanlık ve cihâd ünvânı alacak...
Yok bunun başka bir şekli!
Başka türlü davranılırsa sadece haber olmayacak, milletin lânetine muhatap olunacak!...
Allah(c.c.) yardımcınız olsun Mehmetlerim. Türk Milleti olarak ağız ve gönül birliği ile size dualarda ve yüreklerimizle siz nerdeyseniz hep beraber ordayız.
Hemen sağındaki amcan ben, solundaki teyzen de eşim Mehmedim...
Nerdeyseniz ordayız...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 22, 2008

ALIN SİZE TÜRBAN !...

Allah(c.c.) yardımcın olsun Mehmedim!...
Gittiğin yere adâleti götürdüğünü, gittiğin yerde nizâmın olacağını, bütün dünyaya bir daha göstermek üzeresin.
Okyanus ötesinden, Haçlı Seferi'ni başlattıklarını söyleyerek gelip bir milyondan fazla Iraklı Arabı katledenlere, bu zâlim katillere alkış vuranlara, bu azılı ve tarihî sabıkalı işgalcilerin geldiğinde onları alkışlayarak, göbek atarak karşılayan Araplara, farkını gösterme ve utandırma şansını yakaladınız!...
Bütün dünyanın târifi ile kazandığınız "Allah'ın Askerleri" ünvanınızı, ne kadar hak ettiğinizi gösterme şansıdır bu!...
Yüreğim sizlerle Mehmetçiklerim! Yüreğim; geçtiğiniz her yerde, ayaklarınızı bastığınız her yerde bilesiniz!
Ezin geçin be Yiğitlerim! Ezin geçin sizin için atan bu yüreği!... Ezin, basın üzerine üzerine! Korkmayın vallahi patlamaz!... Patlasa da bu mayın, sevgi mayınıdır Yiğitlerim!...
Sizlerle beraber üşümek için oralardadır!... Sizlerle beraber, sizlerin ayaklarınızın altında üşüyerek memleketteki ana-babalarınızın üşümemesi için oralardadır!...
Siz, niye oralardaysanız Vallahi benim yüreğim de aynı düşüncelerle, aynı duygularla oralardadır...
İçinizden biri Oğlum biliyorsunuz değil mi?
İçinizden biri Yeğenim!...
Ve her biriniz ayrı ayrı evlâdımsınız!... Her biriniz ayrı ayrı yüreğimin sevgisi, gözlerimin bebeği, heyecânımın merkezisiniz!...
Her biriniz kadar Mehmetçik, her biriniz kadar Cumhuriyet bekçisi, her biriniz kadar Türk yüreğim Arslanlarım!... Herbiriniz kadar Atatürk!...
Genel Kurmay Başkanımız'ı ve O'nun şahsında bütün komuta kademesini de ayakta alkışlıyorum!...
Öncelikle yerli işbirlikçi basınımıza, uzaktan kumandalı rüzgâr gülü siyâsilerimize, kamuflajdaki başarılarını gösterdikleri için tebrik ediyorum coşkuyla!...
Yıllardır zâlimce bir şeylerin üzerini örtmekte kullanılan türban'ın; nasıl bir kamuflâj malzemesi olduğunu, ilk kez bu kadar net gösterdiler, gördüyseler tabi!...
Onlarca yıldır siyâsi örtü olarak kullanılan türban, ilk kez Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin elinde, bir kamuflâj malzemesi olarak kullanıldı ve mükemmel örttü harekâtı!...
Milli Güvenlik Kurulu'nda, her kes Genel Kurmay Başkanı'nın türban hakkındaki beyânatına kilitlenmiş ve ne diyeceğini bekliyordu!...
İyi beklemeler!...
Beklemeğe devâm edin!... Bakın gördünüz mü tesettür neymiş? Gördünüz mü örtü malzemesi ile ne örtülür ve nasıl örtülürmüş?!...
Gördünüz mü Ordu, ne kadar millet; millet ne kadar Ordu imiş?!...
Allah(c.c.) yardımcınız olsun Mehmetlerim!...
Ayaklarınızı bastığınız her yere bereket, nizâm, düzen götüreceğinizi biz biliyoruz. Sizi kuşku ile karşılayanlara da ispatlayacaksınız biliyoruz.
Ama hainlerin kökünü kazımadan, son PKK'lıyı da itlâf etmeden geri gelmezsiniz değil mi?
Bu günleri, çok bekledik Mehmedim...
Büyükanıt Paşam; Vallahi bu günleri, çok bekledik...
İlgilenenlere: Alın size türban!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 21, 2008

BİZE DÖNENLER...

Aylardır, cevaplamak üzere sakladığım ve maalesef çok biriken iletilerden bazılarını seçerek; sizlerle paylaşmak, hem de bu tesadüfen seçtiklerimin şahsında bütün ileti gönderen Ülküdaşlarıma selam, saygı ve dualarımı iletmek istedim...
Buyurun; tesâdüfen seçtiğim ve yerim kadarını alabildiğim muhteşem duygu seline;
"Sevgili Ağabey. Akşam işten eve gelir gelmez hemen bilgisayarımın başına oturup. Sen ve senin gibi fikirlerine değer verdiğim ağabeylerin o günkü olaylara yazmış oldukları yorumları okuyup kafamda bir sentez yapıp, kendi çapımda güncel olaylar karşısında Ülkücü tavır segileyecek stratejimi belirlemeye çalışıyorum. Şöyle bir bakıyorum; fikirlerine değer verdiğim ağabeylerime hepsi, (başka-başka) bir yerlerde!... Her kes peren-perem olmuş dağılmış!... Peki bunun sonu ne olacak? Sizler hareketin kuvvetli olduğu dönemlerden geliyorsunuz da kendinizi ülkücü kimliğinizle ayakta tutuyorsunuz. Peki bizim neslimiz ve bizden sonra gelen nesiller ne olacak? Onlara nasıl sahip çıkılacak? Ülkücüler ne zaman birleşip birlikte hareket edecek? Ağabey size ve sizin gibi yaşam tarzı ülkücülük olanlara yalvarıyorum ne olur yazılarınızda ülkücülerin birlikteliğinden beraberliğinden bıkmadan usanmadan bahsedin!... Mümtaz HACIPASAOGLU"
Cevabım: Güzel Ülküdaşım; bir hırsız yakaladık! "Gel!" diyoruz gelmiyor, bırakıyoruz kaçmıyor-gitmiyor!....
.........................
" Sn. Aslan; malesef MHP(MILLIYETCI HASAT PARTISI)\'ye oy vermiş biri olarak, şunu derim! Bu millet asla hesap falan soramaz sormaz, yapanın yanına kalır!... RTE haklı! Nerdeyse milletin anasına küfretti, bu millet yine oy verdi! Yalan mı? Koyun gibi beyinsiz bir millet olup çıktık! Her tür değerini yitirmiş bir topluluktan, hesap sormayı beklemek hayal olsa gerek! Ülke gitmiş kimin umuru?! Varsa yoksa türban!... C.Solmazer"
El-cevâp; Ayet-i Celile'de "Râina demeyin, ünzirnâ deyin." diye emroluyor. Yani "çoban" demeyin, "yol gösterici" deyin...
..........................
"Sn. Mustafa Aslan Ağabey, Önceden de yazismistik ama... Ben size ingiltere`den yazan "Bagimsiz Türkiye ve Türkçe Sevdalısı", Karamanoğlu Mehmet Beğ'in torunu, Karamanli bir Türk genciyim. Bu yazıyı; Dün ve Bugün yazınızı okurken yazıyorum. Sizler gibi kayıtsız, şartsız vatan sevdalısı büyüklerimiz oldugu icin gurur duyuyor vede kendimin bu kutsal davada yalniz olmadigini hissettikce, bu sevdam bir kat daha artıyor. Hele hele, hicbir çıkar ve korkuya yer vermeden; eleştiren vede eleştirilen konumuna gecmeniz...Tıpkı, tarafsız vede çıkarsız eleştiren Yeniçağ Gazetesi gibi... O.Pamuk, E.Şafak, meclisteki PKK' lılar vede diğer satılmış ABD ve Yahûdi uşakları, rahatça küfretsin diye kaldırılmaya çalısılan 301. madde ile Lozan'ın delinmesi anlamına gelen Vakıflar Yasası' nın çıkarılmaya çalışılacağı şu günlerde; biz "Türkiye Sevdalıları" nın sesinin daha gür çıkması ve de birbirimize daha da kenetlenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sevgili Mustafa Ağabey, sizin gibi gercek bir "Türkiye aşığıyla" tanış olmak, yazışmak, sohbet etmek, fikirlerinizden faydalanarak kendimi dahada gelistirmek isterim.Yüce Allah'a emanet olun... Ömer AYDINLI"
Cevap: "Mevzû bahîs Vatan'sa gerisi teferruattır."
.............................
"Allah'tan korkandan da korkmaya başladık Hocam. Allah senin gibi insanları eksik etmesin... Bi şekilde devam et yazılarına. Hayranların Türkler'dir Hocam. Yolun, yolumuz/ Açık olsun bahtımız . Allah aptal olan Türkler'den korusun bizi... Üzülmeye değmez zaman tünelinden çıkınca gün ağarır ve pislikler net görünür . O zaman yüzü güler Türk'ün... İnşallah geç olmaz, tez elden uyanır milletim. Saygı selamlar... TANRI TÜRK'Ü KORUSUN Muammer ÖZKAYMAK"
Cevâbım: Anadolu'da; "Aynaya bakan, kendini görürmüş." derler Yiğidim. hep berâber aynaya bakarak safımızı belli etmenin zamanı...
..............
Tek tek hepsini okuduğum diğer ileti sâhipleri, Ülüküdaşlarım; n'olur bana küsmeyin!... Vallâhi zaman fukarasıyım...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

BİLMEZKİ SORSUN !...

Ülküdaşlarım;
Ferâsetlerine şapka çıkararak ayakta selâm durduğum, gönül Dostlarım;
"Sözün Yazıda Çaresizliği" başlıklı yazımla; aslâ incitmeyi düşünmediğim ama ifâde eksikliğimden kaynaklı olduğuna inandığım ve kendimi eksik anlatmakla suçladığım yazıma, tebrikler ve tenkîdler alıyorum. Elbette tenkîdlerle aklımı başıma toplamaya çalışıor ve tebriklerle de şımarmamaya gayret ediyorum.
"Bizim Site" diyebildiğim bir kaç sitenin birisindeki uygulamalardan hareketle, artık yazı vermiyorum. Site yöneticisi ülküdaşlarıma özel olarak yazdığım tavsiyemde de, "Yazıların altına lütfen yorum almayın. Çünkü yazı zaten yorumdur. Yorumun yorumu, çekilmez olur." demeğe çalışmıştım. "Yazarların -en azından bendenizin- mail adreslerimizi verin. Tenkîd ve tebrik etmek isteyen hatta hakâret etmek isteyen varsa bizzat bize ulaşsın. Yazının altındaki yorum zannedilen "masa tenisi seyirciliği"nden dostlarımızı kurtaralım." demeğe gayret etmiştim.
Şimdi sizlerle, "Sözün Yazıda Çaresizliği" yazımın altına düşen bir yorum ve soruyu paylaşmak istiyorum.
Bir meraklı, heyecanlı ve "Masa tensi Seyircisi" Kardeşim; " mustafa bey selam yazılarınızı okuyoruz ama kafamıza takılan bir soruya cevap vermenizi istiyoruz her yazınızda Türküm bu ad her ünvandan üstündür diyorsunuz peki İslamdandamı üstündür acaba cevap bekliyoruz?" buyurmuşlar!... Yorumu, siteden imlâsı, noktası-virgülüne dokunmadan aynen aldım!...
Canımın nerelerinin acıdığını hissedebildiniz mi Allah aşkına?!!!...
Cevap versem ben incineceğim! Cevap vermesem, bu "Masa Tenisi Seyircisi" kardeşim, ciddîye alınmadığını zannederek kırılacak!... Zâten kırılmak için sudan bahanelere bakarlar!...
Allah aşkına; bu Kardeşim'e ve "Lûtfen sorun." diye rica ettiğim ama sormaktansa taraftarca alkış vurmayı yeğleyen bu seyircilere, bendenizin yerine siz cevap buyurun!...
Yine de ve istemeden de olsa nezâketen, bir anlayamadığım soruyu cevaplamaya çalışayım:
Yazılarımın altında, yıllarca değişmez sloganım olan; "TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH" Pir Sultan Abdal'ın meşhur bir deyişinden; aylardır ısrarla kullandığım; "TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR." mısrası da Mehmet Emin YURDAKUL'un bir şiirinden alıntıdır. Bunu belli edebilmek için de hep tırnak içinde kullanıyorum.
Hala bu "masa tenisi seyircisi" kapasiteli Ülküdaşlarım, yıllar öncesi aramıza ilk nifâkın giriş anahtarı olan; "Önce Türk müsün, Müslüman mısın?" sorusunun, -art niyetli değilse bile çok tehlikeli olduğu kesin olan- mantığı ile bendenize bu soruyu sorarak soru sorduklarını zannediyorlar!..
Bana haklarını helâl ederlerse, bu soru ile aklıma bir Osmanlı darb-ı meseli geliyor: "Sormazki bilsin. Sorsa bilir! Bilmez ki sorsun. Bilse sorar!..."
Soran-sormayan, bilen-bilmeyen ama îmanlı ve "TÜRK YUSUFLARI, KUYUDAN ÇIKARMAK GEREK!" cesâret ve ferâsetindeki Dâvâ Arkadaşlarıma, Ülküdaşlarıma selâmlar olsun!...
Yorulursam, Allah rızası için düşmeden koluma girin!..Allah aşkına bizi siz yormayın!...
Yorgunları, birbirleriyle kol kola bırakın ki, dinç süvârilerin seferi yavaşlamasın!...
Bir daha bütün soranlara, ama bilmeden veya bilerek soranlara cevâben:
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

SİZ DE BAKIN !...

Yaklaşık bir aydır, iki isme takılıP kaldım. Hemen her gün, mutlaka onların kişisel sayfalarına bakar oldum.
İkisi de cesur, ikisi de bana yabancı ve ikisi de kendilerinden çok daha fazla toplumla ilgililer ve toplumu ifâde ediyorlar...
Prof.Dr.M.Kerem DOKSAT ve Memduh BAYRAKTAROĞLU'ndan bahsediyorum...
Huzurlarınızda her iki, pervâneler toplayan ışığı, tebrik etmek istiyorum...
Hür akıllı her okur-yazarın da bu iki ismin sayfalarına bir göz atmalarını tavsiye ediyorum.
Anadolu'da; "Herkes sakız çiğner ama Kürt kızı tadını çıkarır." diye bir söz var. Veya her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğunu kabullenmişizdir.
Dostlar; bunlar, ya çok yiğitler, ya da çok kendilerine has bir yoğurt yemeleri var!...
Her ikisinin yoğurt yemesi de görenlerin iştihâsını kabartır zannediyorum. Çünkü ben de öyle bir etki yapıyorlar...
Sözün geliş sakız ortaya düştüğüne göre Memduh Bayraktaroğlu'ndan bir sakız hikâyesi aktarayım: "...... hani var ya Nasrettin Hoca’nın bir fıkrası…
Hocaya adamın biri sormuş:
“Hocam tuvalette sakız çiğnemek günah mı?”
Hoca cevap vermiş:
“Günah değil de millet bir b.k yediğini sanır…"

Sanırım artık herkes, sakızını nerede çiğneyeceğini öğrenmiştir veya sakızı nerede çiğneyip çiğnemeyeceğini Memduh Bayraktaroğlu'na sormayacaktır!...
Prof.Dr.M.Kerem DOKSAT'ı okuduğumda, ciddî mânâda beyin jimnastiği yaptığımı hissediyorum. Her keste aynı etkiyi yapmayabilir. Ama beni ciddî mânâda düşündürdüğünü, itiraf etmeliyim...
Memduh Bayraktaroğlu'nu okuduğumda; bir insanın, gerçek mânâda öfkeyi hitâbet san'atı olarak kullanabildiğini görüyorum...
Ya gerçekten çok öfkeli Bayraktaroğlu, ya da öfke san'atını çok güzel kullanıyor!... Öfkenin yakıştığı karakterler olur ya, Bayraktaroğlu'na da öfkeyi çok yakıştırdım. Celâlli adam vesselâm...
Peşpeşe açık mektuplarını okudum Bayraktaroğlu'nun...
Önce Ahmet Çalık'a, peşine Recep Tayyip Erdoğan'a yazdığı mektuplarını çok özümseyerek okudum. Tecrübenin ne olduğunu, öylesine güzel ifâde ediyor ve her iki kişiyi de öylesine lisân- münâsiple uyarıyor ki o kadar olur...
Tabi mektupların, muhataplarındaki etkisini, bilemiyorum !...
Yukarıdan aşağı, bu coğrafya insanını; doğrudansa duymak istediği yalana rağbet eder hâle getirdiler ya!...
Kim, doğru söyleyen kimi, dinler göreceğiz! Maalesef yüzyılların kötü teamüllerinden olan doğrudansa, doğrucu davut'tansa yalancı yalakaları dinlemek; çok hızlı yayılan ve bulaşıcı bir hastalığımız ya!...
Bayraktaroğlu; Ahmet Çalık'a yazdığı mektupla ilgili yeni bir yorum sunmuş ilgililere, Nasrettin Hoca fıkrası ile destekleyerek...
Benim çok ilgimi çekti.
İlgilenenlere her iki adresi de takdîm edeceğim: www.memduhsb.blogsever.com ve www.keremdoksat.com
İyi seyirler sevgili Dostlar!... Bir de siz bakın lütfen...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 20, 2008

SÖZÜN YAZIDA ÇÂRESİZLİĞİ...-II-

Bazen insanın emeklerine üzülesi geliyor ama, inancımız Îmanımız buna mâni!...
Tefekkür edelim istiyoruz. Fikir teâtisinde bulunalım, hür akıllar arasında sağlanacak fikir akışı ve fikir alış-verişi ile, tezle anti tezi çatıştırıp çıkacak şerâreden doğruyu yakalayalım diye gayret eden, düşünen akıllarla yarışmaya çalışıyoruz.
Ama seyircilerimiz, -özellikle seyircilerimiz- dinlemeden, masa tenisi izlercesine iki râkip raket arasında gidip gelen ping-pong topuna kilitlendikleri için, sadece bakışlarıyla gidip-gelmekle meşgûller!...
Bizler de, anlık taraftarlarımızı ciddiye alarak anlık taraftarlarımızın diliyle konuşmak zorunda kalıyoruz. Bu kere de, gerçek fikir susamışlarını ya incitiyor, ya da dikkatlerini dağıtıyoruz!...
Zorla iki kutuplu, ötekileşmiş ve ötekileştirilmiş bir Türkiye isteniyor!...
Bu projeye, bu uygulamaya konu mankeni olmayalım diye özel bir gayrete giriyoruz. Bu sefer de, masa tenisi seyircisi ve maalesef çoğunluk olan anlık taraftarlarımızı incitiyoruz! İşimiz vallahi çok zor be Dostlar!...
Bizler, duyarlı millet evlatları hassas insanlarız.
Elbette siyâset adamı olmadığımız için ve taraftarlarımızı hiç oy olarak saymadığımız için, bu taraftarlarımızı kızdırdığımız ve onlar kızdığı için incindiğimiz yerde ısrar ediyoruz! Ve maalesef bir el hareketi ile hasat zamanı tarlaya üşüşen serçelerin, sayılması mümkün olmayan hızla çarpan yürekleriyle muhatap oluyoruz!
Tam burada; "Söz; bir yürekten kopar, bin yüreği hizâya sokar veya söz; bir yürekten kopar, bin yüreği târ u mâr eder." sözünün, doğruluğu ortaya çıkıyor!...
Aklıma iki harfli bir söz geldi. İki harften oluşan, okunup yazılması aynı olan, sadece telâffuz şekliyle anlam değiştiren bir söz, bir kelime: Of...
Of; bir nidâ, bir ünlem...
Bildiğim kadarıyla bu nidâ, dört anlamda kullanılıyor.
Bir: Salya sümük, bütün nefsânî şirretlikle görülen her hangi bir güzele karşı, iştiha ile söylenir; "Oooffff!..."
İki: Canımız acıdığında, yüreğimiz sıkıldığında, ızdırabımızı belli etmek için inlenir; "Oooofff!..." Üç: Öfkelendiğimizde, birinden sıkıldığımızda, dayanılmazlığını belli eden bir el hareketi desteği ile ve öfkeyle söylenir: "Oooofff!..."
Eğer tamamen bu duygulardan uzak olarak hatırlanırsa bu iki harfli söz; Trabzon'un şirin ilçesine "Of" olarak ad olur...
Dostlar;
Bu dört anlamlı, dört söyleniş şekilli ve dördü de doğru anlam olan "Of" sözcüğünden hareketle, söz söylemenin, sözü telâffuz etmenin ne kadar zor olduğunu ve bizlerin de konuşarak değil, yazarak kendimizi ifâdeye çalıştığımızı, Allah rızâsı için akıllarınızda hep bulunduruverin olmaz mı?
Yanlış anlaşılmaktan, yazı dilinin kifâyetsizliği yüzünden yanlış anlatılmaktan, çok korkuyorum!... Konuşurken bu kadar nâzik olmadığımı, beni tanıyan dostlarım bilirler! Konuşurken bu kadar kendime âzap vermem! Çünkü vücut dilimle yani jest-mimiklerimle beslenen kelimelerimin yanlış anlatılması veya anlaşılması mümkün değildir. Ama yazarken maalesef, jest-mimik desteksiz kelimelerimizin yanlış anlatılması, mümkün!...
Bizleri, bir yazımızla yargılamak gibi bir insafsızlığa tenezzül etmezsiniz değil mi?
Dostlar; ifâde sıkıntısına düştüğümüz anlarda, yanlış anlaşılmış olabileceğimiz toleransıyla, bazen bizlere sormak lûtfunda bulunur musunuz?
Vallahi kimsede îmanmetre yok!
Vallahi Allah(c.c.), kimseye kimsenin îmanını ölçme yetkisi vermemiş! Birilerinin, bir sözünden hareketle îmanını yargılarken, îmanımıza zarar verdiğimizin farkında değil miyiz yoksa? Kimde, kimin kalbine girerek onu görme yetkisi var?!...
Bu gün, sözden anlayan sizlere kendimi anlatmaya lüzûm hissettim. Ben, bir TÜRK MİLLETÇİSİ'yim.
Bir Müslümân Türk'üm. Ülkücüyüm hamdolsun. Allah(c.c.)'ım beni nasıl yaratmışsa o fıtrâtî özelliğimle sizlerle kaynaşmaya-paylaşmaya çalışıyorum...
Kimsenin taâtıyla, salâtıyla, ibâdetiyle, îmanıyla -hâşâ- işim olmaz. Kimsenin de îmanımla uğraşmasına iznim ve rızâm olmaz!...
Ben fakîrı okurken Allah rızası için bu Ülkücü, Müslümân-Türk kimliğimi hep hatırlar mısınız lütfen?
Söz, bâzen yazıda çâresiz kalabiliyor Dostlar!
Bunu da bendenizin yetersizliğime sayarak, hak verin!...
Hayâl kuruyorum; "Düğün değil, dernek değil! Ne diyorsun?" diye sorgulanıyorum!
El insâf be insafsızlar!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

HERKES İŞİNEEE!...

Bir türlü beceremedik!
Bir türlü bu "Vatan kurtarıcı" kesilen, mütekâit zevâttan kurtulamadık!...
Refîkim Sevgili İsrâfil Kumbasar'la ilgili; “Gazetenizde böyle bir düşünceye sahip bir yazarın bulunmasını talihsizlik olarak değerlendiriyoruz.” diyesilermiş!... Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) Genel Başkanı E. Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, Gazetemize yazdığı mektubunda böyle diyesiymiş!...
Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi’l aliyyil azîm!...
MHP'nin, daha doğrusu Bahçelici'lerin mütekâit zevâta yaptıklarını ben de tasvip etmemiştim. Ama mütekâitlerin yaptıkları, daha fazla öfkeme muhatap olduğu için sessiz kalmış ve bir şey dememiştim!...
Sevgimi ve öfkemi asla kimseyle mukâyese etmem-ettirmem. Ben fakîrin Ordumuz'a, ordumuz mensuplarına; 12 Eylül Kıyâmeti'nde "Netekim Paşa" nın şahsında, ABD'nin emirleri ile bize ve ülküdaşlarımıza yaptıklarına rağmen hep millet edâsı ile sahip olmaya çalıştığım bilinir.
Sadece nezâketimden dolayı hiç yazmadığım, şimdi de yine aynı nezâketimle isimlerini vermeyeceğim emekli paşalarımızdan bir kaçı ile yaptığımız sohbetleri kısaca aktarmaya çalışacağım. Merak eden olursa elbette isimleri de söylemekten artık imtinâ etmem.
Ben fakîri, -nedense- adamdan sayarak bir yerlere dâvet ederler! Bu davetlerden bir kaçında yaşadığım sohbetleri, daha doğrusu milletçe, millet adına ortaya koyduğuma inandığım tavrımı anlatacağım yüksek müsaadelerinizle.
Emekli olduktan sonra aklı başına gelerek vatanı kurtarmaya soyunan ve bizim vatan-millet sevdamızı da emekli olduktan sonra okudukları yazılarımızdan tesbit edenlerden üç kişi, ayrı ayrı zamanlarda beni de hareketlerinin içine almak için şeref vererek dâvet ettiler. Dâvetlere icâbet ettim elbette.
Ama beni dâvet eden üç kişiye, üç ayrı zamanda, üç ayrı mekânda, ayrı-ayrı şâhitler huzurunda tek sorum ve itirazım olmuştu: "Siz; yetmiş milyonluk dev bir ülkenin, Allah'ın her kuluna nasip etmeyeceği mevki ve mâkamlarında görevler yaptınız. Hava, Deniz, Kara Kuvvetleri ve Jandarma'ya emir verme yetkisinde idiniz. İsteseydiniz Sincan'da tankları yürütebiliyordunuz. Bu güç, elinizde iken neden vatanı korumadınız veya kurtarmadınız? Siz görevde iken bizi beğenmiyor, bizi okumaya-dinlemeğe tenezzül etmiyordunuz ama biz sıkletimiz kadar vatanperverliğimizi-milliyetperverliğimizi size rağmen hep yapıyorduk. Ozaman, yâni görevde iken siz, bizi görmüyor kaale almıyordunuz. Şimdi ise biz sizi nezâketen kaale alarak, emekliliğinizin keyfini sürün diyoruz. Biz, bize düşeni yaptık, yapıyoruz ve yapacağız. Milliyetçiliğimiz ve vatanperverliğimizde sizin desteğinize ihtiyâcımız yok!.." demiştim.
Çünkü onların şahsında başımıza çuvallar geçirilmişti! Onların şahsında millet olarak gururumuz rencîde edilmişti ve bir şey yapmamışlar, yapamamışlardı!...
Bölücüler, hainler bayrağımıza hakaretler etmişler, Mehmetçiğime kurşunlar sıkmışlardı, onlar suçu siyâsi erke atarak seyretmişlerdi!
Vatan kurtarmaya soyunanlara tepkimizi, taa o zamanlar; "Vatanı, emekli vatan kurtarıcılardan kurtardığımız gün kurtuluruz!" diyerek vermiştik...
Şimdi de Gâzi Meclisimiz'de, bizden alınan vergilerden milyar milyar maaşlar alan hâin temsilcileri, her şeyimize hakâret ediyorlar ama bu mütekâid zevât görmezden-duymazdan gelip, yarım metrelik bez parçasının arkasına saklanarak Atatürkçülük-Cumhuriyetçilik-Laiklik yapmaya soyunuyorlar!...
Yemezler Paşaaam! Yemezler!...
Allah aşkına gidin mütekâitliğinizin tadını çıkarın. Görevdeki Silah arkadaşlarınız, meslektaşlarınız işlerini güzelce yapıyorlar şükrolsun.
Millet olarak biz de, deneme-yanılma metodu ile -doğruyu bulana kadar- siyâset yapanları izliyor ve millet adına hakemlik yapmaya gayret ediyoruz...
Görevdeyken farkında olamadığınız sîne-i milletin sıcaklığını, emekliliğinizde hissedin bâri!...
Herkes işine lütfen! Herkes işine!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 19, 2008

ARİF NİHAT'ÇA GÖRMEK...

"GÖRMEK
İki büyük manzara var:
Göz kapaklarımı açar;
Rengi biçimi görürüm
Kapar, içimi görürüm." Arif Nihât ASYA

Söz ustası A.Nihat Asya'yı bir kez daha râhmet ve minnetle yâd ederek Başbakan'a, Recep Tayyip Erdoğan'a sesleneceğim. Becerebildiğimce Arif Nihat'ça!...
Allah(c.c.) dostluğundan dem vurmakla, öfkeli hitâbet san'atıyla bitmez bu işler!... Hakk'tan, hakkaniyetten bahsederek, hamâset yaparak ta olmaz bu işler!...
Lâkin haklısın!...
Seçimlerden önce de; "Bu memlekette sizden başka siyâsetten anlayan mı yok?" veya benzeri söylemlerle sendikaları ve işçileri hafifsediğini unuttular! Unuttuk!
"Hâfıza-y-ı beşer nisyân ile malûldür." gerçeğini, biz bu kadar net yansıtırsak elbette siz de uygulamalarınızda haklısınız!...
PKK'lıların, bölücü hâinlerin, bölücü hâin kadınların Ankara sokaklarında 50-60 kişi ile yürüdüklerini; "Kimsenin namusu olmak istemiyoruz!" diye cırladıklarını, hatırlıyorum. Ve bu hainler rahat slogan atsılar diye 1500-2000 polisin görevlendirildiğini hatırlıyorum. Bu hâin kadınların can güvenliğini sağlamakla görevli, bir polis memuru kızımızın, ağlayarak bana; "Amcacığım! Ne yapabilirim? Emir böyle!" diye seslice şikâyetlendiğini hatırlıyorum!...
Tekel İşçileri'nin ekmeklerine sahip çıkmak adına, meşrû haklarını kullanmak için yaptıkları toplantıda; bölücülere, hainlere gösterilen toleransın onlardan esirgendiğini görünce ben de, öfkeyle yerleri yumrukladım!...
Ankara'da hava sıcaklığı eksi bilmem kaç derece. Ve bu soğuğa rağmen panzerlerden sıkılan tazyikli sularla; çoluk-çocuk sahibi ve şerefli aile babalarına revâ görülen işkence ve hakareti, hazmedemedim!...
Dünyanın hiç bir yerinde, ve hiç bir sistemde vergi gelirlerinin büyük kısmını karşılayan emekçilere revâ görülen bu hakarete, bizden başkası tepkisiz kalamaz!...
Türkiye ve Türkiyeli'lerin Başbakanı; gözlerinizin açık olduğunu, göz kapaklarınızı açarak rengi-biçimi ve bu emekçilere yaplan açık işkenceyi gördüğünüzü biliyorum!...
Allah aşkına bir de göz kapaklarınızı kapatarak içinize bakın!...
İçinizde sızlayan bir yerler var mıııı?...
Allah bağışlasın oğlunuza kelepir düşürerek aldığınız gemiciğin parası; bu kışta kıyamette ıslatılarak yerlerde sürükletilen işçilerin tamamının ihtiyâcına yeter herhalde biliyor musunuz?... Veya bize öyle geliyor nedense!...
Nemrût'a, Firâvun'a, Süleymân'a kalmayan dünya, size de kalmayacak biliyor musunuz?
Çok istediğiniz, çok arzuladığınız, sesli söyleyemeyip fısıltıyla özlediğiniz pâdişâhlık yönetimini size hatırlatmak ve demokratik olarak sağladığınız pâdişâhlığınızdan hareketle diyorum ki;
"Mağrûr olma Pâdişâhım! Senden büyük Allah vaaaaar!..."
Bu yerlerde süründürerek, kış günü ıslatarak zatürre etmeğe çalıştığınız insanların ve bu insanların yakınlarının, sizden sandıkta intikam alacaklarını, alabileceklerini hiç mi düşünemediniz?...
Bu kadar mı yerinizden ve meclis'te sağladığınız sayısal çoğunluktan dolayı kibirli ve kalıcı olduğunuzu zannediyorsunuz?!...
Yüksekten düşenin canı, çok yanar biliyor musunuz?
PKK'lıları korutup, çoluk-çocuklarının rızkı için sokaklarda haklarını arayan bu emekçilere revâ gördüğünüz işkencenin hesâbını; kimse sormaz-soramazsa bilesiniz ki millet, mutlaka sandıkta soracaktır!...
Ama milletliğin asâletiyle asla sizi ıslatmadan!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 18, 2008

BU OYUNU BOZARIIIIZ!...

İzleyenler hatırlayacaklardır. Filmin finâl yani bitiş sahnesinde Tatar Ramazan, cezaevi idaresinin işbirlikçisi, bilmem ne Çavuş'u hallettikten sonra, bıçağını havaya kaldırarak narasını patlatır:
"Beeen Tatar Ramazan! Bu oyunu bozarıııım!"
Her yaratılmışın, yaratılış özelliğini yansıtması olağandır. Kurdun kurtça, itin itçe davranması normaldir ve göreni asla şaşırtmaz. Ama bir itten kurda benzer davranış görüldüğünde, gören herkesi şaşırtır. Bu şaşırma, itin itliğine dönmesine kadar sürer...
Onlarca yıl; bir yerlerin servis ettiği bilgilerle fikir adamlığı rolü yapanların; onlarca yıl bir yerlerden gizlice verilen paraların verdiği gizli cesâretle har vurup harman savurarak meydanlarda kükreme taklîdi yapanların, günü geldiğinde de verilenlerin karşılığı olarak isteneni yapmaları kadar doğal bir davranış, olamaz!...
Köpekten kurt, kurttan köpek doğması mümkün değil. Ancak adına da çok büyük başarı denilerek, 'kurt köpeği' diye bir kırma cins hayvan, meydana getirilebilir ve yapılmış. Lâkin herkes bilir ki o da bir köpektir. Diğerlerinden tek farkı sadece adının 'kurt köpeği' olması ve sadece kulakları ile ağız yapısının biraz kurda benzemesidir.
Büyük Milletim;
Sevgili Dostlar;
Kurt, kurtça davrandığı için ve davranışını değiştirmek, sirk hayvanına dönüştürmek hiç mümkün olmadığı için kurdun davranışlarından hayrete düşülmez. Ama kurt köpeğinin, bazen kurtça davranmalarını çok sever ve bu davranışına hayret etmiş görünürüz!... Lâkin bir şeyi atlarız nedense. Kurda kurt muamelesi yaptığımız için gerekli tedbiri alır ve kurdun verebileceği zararı, aza indirgeyebiliriz. Köpeğin de köpekliğini tanıdığımız ve ne yaparsak, ne verirsek kuyruk sallayacağını bildiğimiz için yal'ını-yemini verir ve itçe yalakalıklarını severiz!...
Kurt köpekleri ise, bizi hep yanıltır!...
Çünkü ne zaman kurtlaşacağı, ne zaman itleşeceği bellisiz durur. Oysa hepimiz de biliriz ki kurt köpekleri; kurda karşı it, ite karşı kurt rolündedir!...
Ve yine insânî zaâfımızdan olsa gerek ki ite karşı kurtlaşan kurt köpeğini sever, yaratılış özelliği gereği, it genlerinin ağırlığından kurda karşı itleşen kurt köpeğinden hazzetmeyiz!...
Ve yine çok gariptir, bu köpeğe karşı kurtlaşan, kurda karşı köpekleşen kimliksiz yaratığa çok özen gösterir, çok özel besleriz!...
Onlarca yıl; "halklar, halkların eşitliği, halkların kardeşliği, halklara özgürlük" diye haykıranların, birden bire 'ulusalcı' kimliği ile karşımıza çıkışlarında şaşırdık. Sonra asıllarına rücû ettiler diye sevinmeğe başlamışken; AB'nin yani Haçlı'nın senaryosu gereği en milliyetçi söylemlerini "Türkiyeli" olarak söyleyebilen "fikren melezler"in, yal'ın-yemin iyisini veren yeni sahiplerinin emrettiği gibi kuyruk sallamalarından rahatsız olduk!...
Bu günleri biz istedik!...
Bunların, bu boya kadar büyümelerine biz izin verdik!... Onlar; halkçılık yaparken, yaptıklarını zannederken bizler; mill/iy/etçiliğimizi yeterince net yapmadık, yapamadık!...
Tabiat ta boşluğu kabul etmedi ve meydanlarımızı kurt köpekleri kapladı!...
Şimdi hepimizin, topyekûn îman tâzelememiz gerek! Dünümüzden sür'atle tövbekâr olarak aslımıza rücû etmemiz gerek...
"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" diyerek îman tâzelememiz gerek!...
Ve tazelediğimiz îmanımızla, hep berâber: "Beeeen, Tatar Ramazaaan! Bu oyunu bozarıııııım!..." diye Türkçe, erkekçe nârâmızı atmamız gerek!...
Sesimizi duyabiliyor musunuz asimile "Türkiyeli"ler!...
"Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlâl mukadderdir." diye öğüdünü veren Muhteşem Türk Atatürk'ün öğüdünü hatırladığımızın farkında mısınız?
Ve bu oyunu bozmak sağ-sol yumruklarımızı sıkarak havaya kaldırıp attığımız nârâmızı duyuyor musunuz?
Biiiz, bu oyunu, bozarııııız!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

ULUSALCININ SİPÂRİŞ MİLLET SEVGİSİ...

Hep başkalarına sitem edecek değilim her halde!...
Bu gün de kendime sitem edecek ve kendimi sizlere şikâyet edeceğim Dostlar!... Sitemi de, cezâyı da çok hak ettim biliyorum!...
Hayatım boyunca kendi kendimi incittim ve hâlâ kendimi incitmeğe devam ediyorum. Kendimle de o kadar barışığım ki oysa!... Dostlarımın, sevdiklerimin canlarının sıkkın olması, hayatı kendime zehretmeme çok yeter. Hatta düşmanıma bile başkasının verdiği zarardan rahatsız olurum. Düşmanımın düşmanı, asla dostum değildir Türkçesi!...
Nasıl ki dostluk dünyamızı, dostumla birlikte biz inşâ etmişsek; düşmanlık dünyamızı ve hattımızı da düşmanımla birlikte biz inşâ etmişizdir.
Dostuma karşı sevgili ve saygılı olmayı, düşmanıma saygılı olmayı öğrenerek, izleyerek büyüdüm baba ocağımda, fikir ocaklarımda. Anadolu'daki tamamen Türk geleneği gereği olan bir dua da bu saygının varlığının net göstergesidir: "Allah(c.c.) düşmanımı bile gördüğünden geri bırakmasın.." diye dualar edilir Türk Yurdu Anadolu'da...
Eski dosttan düşman olmayacağını, bilirdim. Duymuştum. Bu yüzden de dostlarımızla olan kırgınlıklarımızda asla kîne varan öfkeler olmaz. Eski düşmandan dost olmayacağını da duyarak, görerek, yaşayarak bilmemiz, bilmem lazım değil miydi? "Su uyur düşman uyumaz!" diye uyarı öğüdünü yapmamış mıydı atalarımız?!...
Son zamanlarda "ulusalcı" kimliğine bürünerek, tek başlarına partilere, hükûmetlere meydan okuyan "eski tüfekler" zannedilen, "çakar almazlardan" bahsetmek istiyorum biraz...
12 Eylül Kıyameti'ne kadar ve sonraki yıllarda, Özal'lı dönemlerde, çok sert ordu ve millet-milliyet düşmanlıkları yapan "çakar almazlar"; şimdilerde acayip bir ordu dostluğuna ve ulusalcılığa soyunmuşlardı!...
Hükûmeti tenkîd ediyor, muhalefeti tehdît ediyor, orduyu nerdeyse açıkça darbeye davet ediyorlardı!... Arada bir solculuklarını da hatırlıyorlardı ama, nerdeyse kafatasçı Türkçü idiler! Mozaiğe de, çiçek bahçesine de, aynı kilimin desenliğine de külliyen karşı idiler! Halklar, halkların eşitliği, halkların kardeşliği falan tamamen unutulmuştu nerdeyse! Onların söylemlerine göre -ki Muhteşem Türk Atatürk'ten öyle öğrenmiş, öyle miras almışlardı gûya- Türk'ten başkasından alış-veriş bile yapılmamalıydı!...
Oysa aynı ulusalcılar; "Derinçek"in şahsında Bekaa Vadisi'nde, Apo alçağına çiçekler veriyorlardı!...
Şimdi de tek başına hükûmetlere meydan okuyan, ana muhalefeti tehdit eden bir "çakar almaz"; Türkiye'nin Apo ve projelerinden istifâde etmesinin gereğinden bahsediyor!... Kavga alanı ve silahı olan kendi televizyonunda:
"Abdullah Öcalan, Türkiye'deki barışı ve kardeşliği yüceltmek için kullanılamazsa, Abdullah Öcalan'ın bugün kü açılımını ve yaklaşımını Türkiye değerlendiremezse çok yazık eder. Abdullah Öcalan'ın bugünkü siyasi tutumu, Türkiye'nin bütünlüğüne, birliğine çok farklı bir açıdan yarar sağlar. Türkiye biraz akıllı davranmak zorunda. PKK sorunu ya da emperyalizmin Kürt halkını kullanarak Türkiye halkını parçalama olgusu Abdullah Öcalan ile birlikte çözüme kavuşturulabilir. Türkiye bunu çok iyi kullanmak zorunda." diye ahkâm keserek, devlete öğütler vermeğe kalkışıyor!...
Oldu mu "Yiğidim aslanım" türküsünden kendine pay çıkaran?
Oldu mu be Ulusalcı'm?!...
Sana ve senin mücâdeleciliğine yönelik duygularımdan, nasıl pişmân olduğumu anlayabilmen için imkânım olsa da bir yüzümü gösterebilsem... Bir şey söylememe gerek yok, hemen anlarsın!...
Ben, senin yüzünden eski düşmânın dost olamayacağını anlayamayacak kadar ferâsetten yoksun olabilir miyim diye kendime sitemlerde ve kendimi dostlarıma şikâyetteyim!... Bu bir sürç-i lisân olabilir mi diye hâlâ içimden hoşgörülü davranmak geliyor biliyor musun?!!
Atam;
Yok be Sarı Paşam!
Yok be Muhteşem Türk'üm, Atatürk'üm!... Vallahi seni Türk Milletinden ve Türk Milliyetçilerinden başka ne seven vaaar, ne de sana sen olduğun için hürmetten başka karşılıksız vefâ besleyen!...
Ulusalcının sipâriş millet sevgisi, ancak bu kadar olurmuş!...
"Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için, izmihlâl mukadderdir." buyurmuştun.
Haklısın! Haklısın! Hep haklı çıktın be Gâzî Paşam!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 17, 2008

YAKIN DÜNÜMÜZ VE BUGÜN...

Dün, bugün, yarın...
Yaşanmış, yaşanan, yaşanacak...
Yaşanmışla tecrübe kazanılır. Kazanılan tecrübe, yaşananda kullanılır. Kullanılan tecrübe ile yaşanan günde, yarına hazırlık yapılır...
Her insanın hayatındaki malzemeleri ve ve elindeki malzeme ile hazırlayabileceği hayat programını, basite indirgeyerek böyle formüle etmek mümkün...
Ve bunu, kime sorarsanız benzer kelime ve cümlelerle söyler...
Bu basit ama şaşmaz formülün adı; bütün hâfıza sözlüklerinde Kader'dir, Yazgı'dır, Alın Yazısı'dır, yani kaçınılmazdır... Bu basit formülü bilerek uygulamayanların yaptığının adı; -hele bir de yöneticilik gibi bir sorumlulukları varsa-"...gaflet, dalâlet ve hatta hıyânet....."tir...
Hafta sonundan istifâde ederek kitaplığımı bir daha elden ve gözden geçirmek istedim. Gözümün takıldığı ve hatırlayamadığım bir kitabı aldım elime. Bellek veya insan hâfızasının gücüne, dayanıklılığına hayret ettikten sonra; bütün hafızalara bir hatırlatma yapması düşüncesi ile bazı satır başlarını paylaşmak istedim:
"Önce CHP içinde çelişmeler, Atatürk'ü gölgelemeye çalışmalar, çeşitli yönde devrimlerden verilen tâvizler ve dalkavukların ortaya çıkardıkları 'millî şeflik' formülleri ile Cumhuriyetin ikinci aşaması başladı."
"Karaborsa, hacı ağaların türemesi, milletvekillerinin bile evlerini hava parasız kiraya vermemeleri, diğer etkenlerle birlikte siyâsi iktidara karşı tepkiler yarattı."
"Seçimlerden sonra muhalefet ile iktidarın çok kötü particiliğe başlamaları, eski İttihât terâkki ile itilâf partilerinin zihniyetini hortlattıkları görülünce, yeniden kuşkular başladı."
"İktidar, anayasanın içindeki bazı sözleri bahane ederek, Atatürk'ün dil devrimini yok edici bir gidişin içine girdi."
"Nato'ya girişimiz; nasıl olsa silah, araç ve yardımI alıyoruz diye bir zihniyet ile iktidar yöneticileri bütün tarihî geleneklerimize ve ordunun onuruna ters düşen tavizler veriyor, yabancılara denetim hakkı tanıyor, emir ve komuta zincirinde rütbe ve kıdem gözetmeden onlara bir üstünlük tanıyor..."
"Seçimlerde iktidar -yeniden- büyük bir çoğunlukla iktidara geldi. Fakat ülkenin yalnız politik ve sosyal bakımdan değil, artık ekonomik bakımdan da bozuk duruma geldiği görülüyor. Muhalefet bunları çok iyi istismar ediyor, iktidar ise giderek hırçınlaşıyor, bu iki partinin çirkin, yıkıcı ve kişisel kinli kavgalara dayanan çekişmeleri yurt yüzeyine yayılıyor, bu davranış ve zihniyet, köylüleri bile ayırıyor."
"İktidar ve muhalefet; kendi arzularına uygun bir komutan kadrosu kurmak için Silahlı Kuvvetlerin büyük komutanlarını, çeşitli seçim bölgelerinden aday koyuyor..."
"Seçimlerden sonra iktidar ile anamuhalefet arasındaki mücadele tüm düşmanlık ve yıkıcılık devresine girdi. Muhalefet, her konuyu en korkunç taktiklerle istismar ediyor, gizli ve açık yayıyor. Aydın geçinen çevreler de; silahlı güçlerdeki hoşnutsuzluğu durmadan tahrik ediyor. Halk ta iktidarın ilk yıllarda sağladığı ekonomik durumlardan giderek yoksunlaşıyor. İktidar ve muhalefetin ihtirası, partizanlıklar, meclis kavgaları, iktidarın çılgın davranışları giderek artıyor."
"Aydınları, kurumları ve silahlı güçleri hiçe saymalar ve ekonomik dengesizlikler ve bütün bunlarla beraber iktidar ve muhalefetin durmadan en kötü biçimde kavga ve çekişmeleri ve bunların yarattığı ortam...." diye devam eden bu ülke görünümü, bizlere Türkiye'yi târif ediyor değil mi?
Ve bu görünüm, günümüz Türkiye'sini değil tam 48 yıl önceki Türkiye'yi anlatan bir kitabın, önsözünden alıntılar!...Ve önsözün son cümlesi: ".....ve bunların yarattığı ortam, orduyu politikaya müdahele için çok zorlamıştı."
General Kenan ESENGİN'in "27 Mayıs ve Ordudaki Kıyımlar" adlı kitapçığından aldım bu satırları...
Günümüz ile 48 yıl öncesinin benzerliklerini ilgilenenlere hatırlatmak istedim sadece!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 16, 2008

DEMİR TAVINDA, BEĞLER!...

Bu gün; Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'a ve Ana Muhalefet Lideri Deniz Baykal ile, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye birlikte seslenmeğe çalışacağım.
Tabi kendi üslûbumla!...
Öfkenin de bir hitâbet şekli olduğunu, Başbakan'dan öğrendikten sonra, edep ve âdap içinde öfkelenme hakkımı da kullanarak elbette!...
Efendiler;
"Yiğit kırk yaşar, fırsat bir düşermiş!" demişler, sonradan sipariş sözlerle, uydurma ve Türk'ün yapısına asla uymayan söylemlerle hafızamızın altlarına girerek saklanmayı başaranlar!... Türk'ün geleneğinde, töresinde asla fırsatçılığın olmadığını, düşene vurulamayacağını hatırlatarak, bu sözün vermek istediği mesajı Türk Milleti'nin; "Demir tavında dövülür." diye verdiğini bildiğimizi de hatırlatayım...
Demir tavında Beğler!...
2. Meşrûtiyetçilerin, ağır tahrikleri sonucu askerin siyâsete müdâhil olması ile Balkanları kaybettiğimizi, Muhteşem Türk Atatürk söylemişti!...
2. Cumhuriyetçilerin de Orduyu ne kadar tahrîk ettiğini, Orduyu tahrîk edeceğim diye uğraşırken milletin hissiyâtıyla nasıl alay ettiklerini, tekrâren anlatmama gerek var mı?
Başbakan'ın ve "Beraber yürüdük biz bu yollarda" sloganıyla özdeşleştirdiği Milli Görüşçü mücâdele arkadaşlarının, fısıltı gazetesi vâsıtasıyla ve bilerek bir yerlere servis ettikleri uydurma haberlerle, Orduyu ve milletin hissiyâtını nasıl tahrîk etmeğe çalıştıklarını hatırlayalım ve görelim artık lütfen!...
Türkiye'de laikliğin ve başı açık kadınların teminâtı AKP imiş!...
Sadık kalmaya yemin ettikleri anayasayı delik-deşik edenlerin, 85 yıllık Cumhûriyet Kazanımlarından intikam alırcasına, teamülleşmiş bütün Cumhûriyet uygulamalarından rahatsız olanların, verdikleri verecekleri teminat, benim gibi sizleri de incitmiyor mu?
Bu teminat altına aldığını söylemenin, gerçek Atatürk ve Cumhuriyet sevdâlılarını hâkir görmek olduğunu, ben mi yanlış anlıyorum yoksa?
Yoksa benim de baldan tatlı öfkem yüzünden anlayışıma mı bir haller oldu?
SP'yi, DSP'yi, merkez sağı satırla ortadan bölmüşçesine ikiye ayıran, ayırabilen; bu ayrışmadan AKP adında hazırlanmış bir partiyi çıkarabilen güç; MHP'yi de böldü, milleti de nerdeyse tam yarı yarıya ikiye ayırdı!...
Bu ayrışmanın, bu kamplaşmanın, bu ötekileşme ve ötekileştirmenin taşeronları da maalesef iktidarı-muhalefetiyle siyasilerimiz!...
Artık hiç kimsenin saklamaya tenezzül bile etmediği bir şekilde Cumhuriyetçiler ve 2.Cumhuriyetçiler arasında resmen mevzîler oluşturuldu!
Millet gergin Beyler!
Milleti, siz gerdiniz!
Dünya coğrafyasını ve haritalarını yeniden tanzime soyunan hakim güçlerin diplomatik dünya turları, sür'atle devam ederken; Türkiye'den, Hindistan'dan, Pakistan'dan, Afganistan'dan, Irak'tan, Arap Yarımadası'ndan ayaklarını kesmeyen dünya jandarması ABD ve ona artık açıkça kafa tutan Milliyetçi Rusya'nın milliyetçi lideri Putin'in restleşmelerini göremiyor musunuz?
Veya gördüğünüz bu korkunç diplomasi trafiğini örtmek için türbanın arkasına mı saklanıyorsunuz?
Sadece muhalefet yaptığını zannettirebilmek için AKP'nin; "Hoş geldiniz." selâmına; "Hoş bulmadım!" diyerek muhalefet yapılmaz!... CHP ve MHP gûya AKP karşıtı imiş gibi davranırken AKP'nin oy yüzdesine katkı sağladıklarını artık görmek zorundadırlar!...
AKP'nin pilot seçim bölgeleri olarak ilan ettiği metropollerde ve Anadolu Şehirlerinde; Cumhuriyetçiler ve gerçek Atatürk sevdâlıları, bir blok oluşturarak AKP'ye karşı durmaya hazırlanıyorlar. Hatta hazırlar bile!...
Ana Muhalefet Partisi olarak CHP; İzmir'den başlayıp-başlatılıp telefon zinciriyle bütün Türkiye'ye yayılan bu heyecanlı oluşumu fark edemezse, fark etmekte ve kanaat önderi siyâset adamlarıyla sür'atle bir araya gelerek stratejisini belirlemezse, korkarım AKP bu oluşumu fark edecek ve bozmak için ne lazımsa yapacak!...
AKP'nin Meclis sıralarında ve kabine koltuklarında oturttuğu, solun deyimiyle "eski tüfekler", bendenizin deyimimle "çakar almazlar"ı hatırlatırım!...
Beğler;
"Demir tavında dövülür." Ve demir de tavında farkındaysanız!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 15, 2008

ÛLEMÂ, İMDAAAAAAAT!...

Alnına Arapça bir dövme yaptırıp çocuklarımızın arasına karışarak çocuklarımıza ateş eden sapığı görünce irkildim!
Korktum!
Seyrettiğim ve hatta yaşadığım bazı senaryoları hatırladım! Yaklaşık otuz yıl evvel, canımın nereleri acıtılmış-acımışsa yine aynı yerlerim acıdı!
"Hz.Ali şöyle buyurdu: " Ben Resulullah(s.a.v)'i şöyle derken işittim: Dikkat ediniz ve iyi biliniz ki: ileride bir fitne zuhûr edecektir, dedi. Ben: O fitneden (bizi) kurtaran nedir? Diye sorunca; Resulullah (s.a.v): Allâh'ın kitâbıdır. O'nda sizden öncekilerle sonrakiler hakkında malûmat vardır. Aranızda olan (bütün) sorunlarla ilgili hüküm Kur'an'dadır. O, hidâyet ile sapıklık arasını ayıran Furkan'dır. Boş ve batıl sözü yoktur, tamamı ciddiyet ve hikmettir. Kim bir zorba yüzünden Kur'anın emrini bırakırsa Allah onu helâk edecektir. Kim O'ndan başka bir yerde hidayet ararsa Allah onu sapıklığa terk edecektir. O, Allah'ın sapsağlam ipidir. Kim Ona çağırırsa, (davet eden de edilen de) doğru yola hidayet edilmiş olur."buyurdular.(Tirmizi-Taç Tercümesi C.1.No:15)
İşte tam şimdi lâzım!
Laikliğe olan bütün güvenimle ve Cumhuriyete sahiplenme heves ve arzularımla, bir kaç tane de âyet meâlini hatırlayarak-hatırlatarak bakalım:
"24/1- Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik."
"28/51- Andolsun, düşünüp öğüt alsınlar diye o sözü (Kur’an âyetlerini) onlara peşpeşe ulaştırdık."
"39/27- Andolsun, öğüt alsınlar diye biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misâli verdik."
" 44/58- (Ey Muhammed!) Biz O'nu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar."
"54/17- Andolsun biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? "
"6/26- Onlar başkalarını O'ndan (Kur’an’dan) alıkoyarlar, hem de kendileri O'ndan uzak kalırlar. Onlar farkına varmaksızın, ancak kendilerini helâk ediyorlar."
Dostlar;
Aldığım âyet meâllerini, Diyânet İşleri başkanlığı'nın resmi sitesinden aldım. Elbette bir kastım, bir düşüncem, bir hatırlatmam var!
Geçtiğimiz günlerde, Cuma'da; hoparlörlerden verilen mekanik bir sesle ve dikte ettirildiği belli bir metni okudular. Vâiz -mi, yoksa okuyucu mu, sunucu mu desem- diyordu ki; "Diyânet İşleri Başkanımız'a yöneltilen; 'Kur'an'ı Kerîm meâllerinden örnekler vererek konuşanlar hakkında ne dersiniz?' şeklindeki soruya Başkanımız; 'Meallerden örneklerle konuşmak, baltayla saat tamir etmeye benzer!' buyurdular!"
Allah! Allah!...
Resmî sitesi ile Başkanımız arasında ihtilâf mı var?
"6/26- Onlar başkalarını O'ndan (Kur'an'dan) alıkoyarlar, hem de kendileri O'ndan uzak kalırlar. Onlar farkına varmaksızın ancak kendilerini helâk ediyorlar." Âyeti'ni, ben mi yanlış anlıyorum?!...
Yoksa diyânetçiler mi anlamıyorlar?!...
Bu Cuma Vaâzından benim anladığım; resmî diyânet sitelerinde de meâllerden verilen âyetleri anlamaya değil, mutlaka Kur'an'dan anlayan birinin, anlatmasına muhtacız! Yâni, İslâmiyet'te de bir ruhbân sınıfı, yâni Allah ile kulu arasında tercümânlara ihtiyaç var!...
Allah! Allah!...
Bu çelişkiye göre; ya -hâşâ- Allah(c.c.), Arapça'dan başka dil bilmiyor, ya da hiç kimse Arapça'yı ne kadar iyi bilirse bilsin, ruhban değilse Kur'an'ı anlayamaz ve tercüme edemez öyle mi?!...
Ulemâlar, âlimler, Allah rızası için imdaaaaaat!...
Dînimizle aramıza setler kuranların, Allah(c.c.)'ımızla bizim aramıza zorla girmeğe çalışanların farkında değil misiniz?
Bu işlere müdâhele ûlemânın işi değil mi?
Müdâhele etmezseniz vebâl sahibi olmaz mısınız?...
Siz müdâhele etmezseniz, siz itiraz etmezseniz; sakalını uzatan ve üzerine molla cübbesi giyinen herkes, hatta PKK'lılar bile ellerinde Kur'an sallayarak, milleti devlete isyâna teşvîk etmez mi?
Siz müdâhele etmezseniz; sakallılar, alınlarına veya vücûtlarına Arapça dövmeler yaptıran Allah düşmanları, çocuklarımızın içine karışarak çocuklarımıza ateş etmez mi?
Âlimlerinin ve âmirlerinin bozulduğu toplumların iflâh olmayacağını hatırlatan Allah Resulü(s.a.v.)'nün uyarısından haberiniz yok mu?
"TÜRK'ÜM BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

ÂLİMLERİMİZ İMDÂT !...

Medet Ya Rabbi!...
Dostlar, imdÂt!...
Evvel Allah(c.c.)'ın himmetine, sonra da siz Dostlarımın yardımlarınıza ihtiyÂcım var! Endişelenmeyin lütfen yardım talebim nakdî değil. Sıkıntım, bilgi eksikliğimden, -hâşâ-dünyevî meşgâlelerden değil!...
İdeâlimi anlatmakta ve anlatılanları ideâlimle benzeştirmekte sıkıntım var!...
Elimize iki ucu da pis bir değnek sıkıştırdılar! "Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık..." açmazındayım!...
Türk'ü, Atatürk'ü,Türkiye'yi, Bayrağımı ve Türkiye'yi de içinde hayal ettiğim Tûran'ı, Türk'ün mukaddeslerini sevdiğimi; bunları sevenleri de sevdiğimi haykırdım durdum yıllardır. Bunları sevmeyenleri de otomatikman hasım îlan ettim.
Îlan ettim de ne oldu? Bir Ergenekon Çetesi'ne bile dâhil etmediler beni!...
Gazetelere bakıyorum; muhabirlerle muharrirler görev değişimi yapmışlar! Muharrirler, köşelerinde habercilik yaparken ve haberlerini yorumlayarak verdikleri için dikkat çekerken ve bu dikkat çekilmenin dozuna göre de ya tutuklanıp, ya da servet sahibi olurlarken, muhabirlerin artık esâmîleri okunmaz oldu!..Ortada da korkunç bir bilgilendirme kirliliği!...
Bu arada yine sözümü ortaya söylemeliyim ki kim üzerine alınırsa ona kalsın!...
Dostlar; 60 yıla yaklaşan ömrümün, abartısız 40 yılını hareketli yaşadım şükürler olsun. Bu hareketli yaşantım dolayısıyla da; Türkiye'nin en zirvedeki kişileriyle ve en popüler kişilikleriyle, dolu-dolu röpörtajlarım, sohbetlerim, dostluklarım, arkadaşlıklarım ve paylaşımlarım oldu. Tabi bu paylaşımlarım da asla nakdî değil. Hep fikir teâtisinde bulunduk bu seçkin kişi ve kişiliklerle. Yine hayatımın yaklaşık 30 yılında elimde kalemim var. Ben fakîri tanıyanlar, okuduğumu, araştırdığımı ve hissettiklerimi yazdığımı hep bilirler. Ama bir şeyi de bilirler ki bu yüzden de benimle her şeylerini bütün samimiyetleriyle konuşurlar. Bilirler ki adını bendenizin koyduğum "Vicdânî Namusum" gereği, konuşulanları kendimle mezâra taşırım.
Bilirler ki aslında herkesin duymasında kesinlikle fayda gördüğüm sözleri bile sahibinden izin almadan aslâ yazmam...
Bu tanıdıklarımın yolda yürürken, ayaklarını yan basmaları bile haber özelliği taşırken, habercilik pazarlık malzemesi, muharrîrlik bu kadar aynîyyâtlaştırılmışken, benim ettiğim sohbetleri anlatmaya niyetlensem, bana çok yarar değil mi?!...
Hamd ederim ki şimdiye kadar yapabildiysem ve bu tanıdıklarımın bir kaç tanesi ile de çok sert münâkaşalarım olmasına rağmen anlatmışsam, şimdiden sonra da anlatabilirim!...
Neyse!
Dostlar;
Körlerin tuttukları yerini târifle fili anlatmalarına dönen; türban, tesettür, millet ve milliyetçilik, hepsini kapsadığına inandığım ülkücülük,vatanperverlik, Cumhuriyetçilik, Cumhuriyetin sağladığı kazanımlar, Atatürk severlik, laiklik tarifsiz kaldı farkında mısınız?
Varlıklarıyla müftehîr olduğum, gönlümün mûtenâ tahtlarında mûkim Güzel insanlar; Sayın Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk Beyfendi'den, Sayın Diyânet İşleri -eski- Başkanı Mehmet Nûri Yılmaz Beyfendi'den veya hocaefendilerden ve Kur'an'ın gramerini bilmekle övündüklerini duyduğum zevâttan; Allah rızası için Nûr Sûresi 30-31. âyetleri'nin günümüz Türkçesine meâlini değil tercümesini istirhâm ediyorum. Benim de, -Vallahi- milletin de ihtiyâcımız var!...
Bilimsel Araştırma Analisti Mustafa SAĞ'ın yeni yayınladığı; "Evrensel ÇAĞRI KUR'AN MEÂLİ"nde, bu âyetlerde baş örtüsünden bahsedilmediği söyleniyor!
Âyetlerin açıklamalarında da;"........"baş örtüsü" diye bir kelime geçmemektedir. Buna rağmen,tüm Kur'an tefsirlerinde ve çevirilerinde Kur'an ayeti "baş örtüsü" olarak çevrilmiştir. Halbuki ayette geçen "HIMAR" kelimesi "baş örtmek" anlamına değil,sadece"örtmek" anlamına gelmektedir. Eğer herhangi bir şey örtülecek ise, o şeyin vurgulanması gerekir. Örneğin masa örtüsü derken, örtmek kelimesinin yanına masa kelimesinin gelmesi gibi, baş örtüsü dendiği zaman da "örtmek" "hımar" kelimesinin yanına "baş" "re's" kelimesinin "hımarü-re's" şeklinde gelmesi gerekir. Ayetteki "hımar" "örtü" kelimesinin yanında geçen ve vurgulayan kelime "cuyub" kelimesidir ki "yaka" veya "göğüs" anlamına gelir. Çünkü, aynı kelime "cuyub" bir başka ayette(28/32) Hz. Musa'nın "güğsüne/koynuna elini soktuğu" şeklinde geçer. Yani "cuyub" kelimesi, "hımar" örtmek kelimesi ile kullanıldığı zaman,"bihumûrihinne ala cuyubihinne" başını örtmek değil,"göğsünün üzerini örtmek" anlamına gelmektedir.Geleneksel tüm yorumcular, Kur'an ayetini bilimsel bir bakışla değil de,birbirlerini taklit edip, "Baş örtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler" diyerek, "felyedribne" fiillini de "örtsünler" diye tercüme etmişlerdir. Bu geleneksel yorumcular, "DaReBe" kökünden gelen bu kelimeyi burada " Baş örtülerini .... örtsünler" derken bir başka yerde aynı "DaRaBe" kelimesini "Kadınları DÖVÜN" (Bak.4/34) diye çevirmişlerdir. Özetle, Kur'an'ın orijinal ayeti tüm açıklığı ile ortadayken, elverişli bir siyasal kullanım malzemesi olarak, sürekli gündemde tutulan baş örtüsü, Kur'an'ın değil,geleneklerin, kişisel görüşlerin dinleştirilmesinden kaynaklanmaktadır." (bir siteden iktibâs) deniliyor!...
Benim de aklım karışıyor! Aklım karıştığı zaman da ben fakîre itimat eden sevdiklerimin akıllarını karıştırmaktan korkuyorum!... Böyle bir vebâlden Allah(c.c.)'a sığınırım.
Dostlar; Allah rızası için imdât!...
Dînimiz'i, bir parça bezin arkasına saklanarak bu kadar pây-mâl etmelerine, Allah rızası için izin vermeyin. Müdahele edin!...
Bu aynı zamanda âlimler olarak, sizlerin göreviniz değil mi?...
"TÜRK'ÜM.BU AD HER ÜNVANDAN SÜTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 13, 2008

TÜRKÇE ÖĞREN !...

Üslûbumdan dolayı her kesten peşînen özür!...
Hooooşşşşt!...
Hayvanseverler Derneği savunucusu Akrep bile seni korumaz biliyor musun? Çünkü sokak köpeklerini korumakla görevli Akrep bile kuduz köpeklerin itlâfına itiraz etmez!...
"Yürümesini bilmeyen it, ürümesine kurt çağırır!.." ata sözümüzü ispatlamaya da soyunmuş olabilirsin. Eğer böyle tarihi bir göreve soyunduysan söyle ki bilelim ucuz kelp!...
Hangi renk mürekkep koyulursa o renk yazan, kolayca alınıp satılabilen, en kıymetli hallerini birileri tarafından birilerine hediye edilirken alan "Dolma Kalemler"i, zannederim artık millet tanıdı.
Bu "Dolma Kalemler"in kimin elinde olursa onun yazı türünü yazdığını da artık millet biliyor!...
Ben de sizin gibi renksiz, sizin gibi kişiliksizler yüzünden Türkiye'nin gazete okumadığını, gazeteden iğrendiklerini biliyorum.
Sizler; tâlimâtla yaptığınız için yellenmenizle geğirmeniz arasındaki farkın, farkında olamayacak kadar robotlaştınız artık! Ve sıkmaya başladınız!...
Benim midemi bulandırdığı kadar, okuyanların da mîdelerini bulandıracağına emin olmama rağmen Dostlarımdan özür dileyerek, geğirmelerinin sesini buraya taşıyacağım! Taşıyacağım ki kimlerin kapısından neleri aşırarak yediğini belli edebileyim!...
"Öte mahallenin itlerini arkanıza alıp kaçak güreştiniz. Şimdi adam seçiyorsunuz... Yanınızda üç tane Neo-İslamcı, dört tane eski solcu aydın... Karşınızda şahsiyetsiz bir muhalefet, üniformalarını hızla epriten bir üst yapı...O el "gerçekte" kaç kişiyi temsil ediyor? Göreceğiz..." diye, aşırdığın el kapısı yalların rehâveti ile uyandığın uykudan sonra ürümüşsün!...
"Öte mahallenin itlerini arkanıza alıp kaçak güreştiniz. Şimdi adam seçiyorsunuz." malzemeni, Haçlı'nın kapısından; "Yanınızda üç tane Neo-İslamcı, dört tane eski solcu aydın..." artığını, müttefik(!)imiz ABD'nin Nato Üslerinden birinin çöplüğünden; "Karşınızda şahsiyetsiz bir muhalefet, üniformalarını hızla epriten bir üst yapı..." tadındaki kemikli ve yutamadığın zokayı da Yerli İşbirlikçilerin arka bahçelerinden aldığın-aşırdığın o kadar belli ki hırsız kelp!...
Hani sizler; ülkücülere göre gayr-ı millî diye tariflenen davranışlarından dolayı Devlet Bahçeli'ye methiyeler diziyordunuz?!... Hani sizler; Devlet Bahçeli'yi, anlayamadığınızı, böyle bir devlet adamının siyâsete getirdiği olgunluğu ve hoş görüyü alkışlıyordunuz? O zamanlar da MHP'nin programında "başörtüsü"nü halletmenin olduğunun farkında değil miydiniz?
Yoksa Sam Amcanız'ın, AB Dayınız'ın sık sık mazlûmluk malzemesi olarak AKP ve o zihniyete kullandırdığı türbana kimsenin gücünün yetmeyeceğine mi inandırılmıştınız?!...
Bana bak, sokakları sahipsiz zannederek kendi kuyruğu ile kavgaya tutuşan, çalıntı kemiklerle karnı doymuş it!...
Üslûbuna uymaya, seviyene inmeye gayret ediyorum, maalesef köpekçeyi bilmediğim için beceremediğimin farkındayım ama şu kadarını zannersem sen de anlarsın ki; sopalarımız abalarımızın altında. Komşuya gereksiz havlayarak rahatsız eden kapı köpeğimize ne yapacağımızı daha öncelerden yediğin köteklerden dolayı bilmelisin!...
Sür'atle kuyruk salla ve sana atılmaya hazırlanılan kemikleri gör!...
Yakında bir ünlünün yanında, boynundaki tasma ile "Can Dostları" yarışmasına katılarak karnını daha rahat doyurursun böylece!...
Sadece yağ kabul etmeyen kursağını bildiğim için, fazla yersen kusarsın. Hatırlatayım istedim...
Hâlâ havlıyor musun?
Hooooşşşt!....
Biz senin dilini öğrenemeyiz de, bari sen Türkçe öğren artık kuçu kuçu!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BOŞUNA İZMİR DEĞİLMİŞ !...

Ekonomi artık sinyal değil alarm veriyor! Kimin umurunda?...
Dış politikada resmen teslimiz! Kime ne bundan?
Vakıflar yasası ile, teslim beyaz bayrağımızı açacağız âlenen! Vallahi önemli değilmiş!...
Terör ve terörist artık şehirlerden taaa Meclis'e göbeğimize kadar girdi! Amaaan sen de!...
Terörün siyasal temsilcileri, artık pervasızca ayrılmadan bahsediyor!
Millet artık gerili yay gibi! Önemli mi nasılsa deveye diken, millete küfreden gerek!...
Hayati derecede önemli mes'eleler var ama; varsa yoksa türban!...
MHP, tarihi bir atakla türban malzemesini AKP'nin elinden çekti aldı. Artık türban adını zorla koymaya çalıştıkları başörtüsü malzemesini, mazlûmluk maskesi olarak kullanamayacaklar! Sonucu seçimlere nasıl yansıyacak şimdiden belki erken ama, her halde fazlasıyla AKP'nin hânesine yazılacak!...
Çünkü CHP, yanlış muhalefetinde ısrarcı. AKP'ye muhalefet yapacağım derken, söyledikleri sözlerle milleti incittiklerinin ya farkında değiller, ya da Recep Tayyip Erdoğan'dan millete küfrederek kazanmanın yolunu öğrendiklerini zannediyorlar!...
MHP ise, bu târihi ve yıllardır programında olan mes'eleyi hallettirmiş olmanın anlatımını ya yapmak istemiyor, ya da yapmak istemiyor! Bu da bir tercih ne diyebiliriz?...
Bunları söyledikten sonra, bütün partilerin; bilhassa CHP'nin dikkatlerini İzmir'e yoğunlaştırmak istiyorum. İzmir'de çok enteresan, duyunca ve gözlerimle görünce çok hayret ettiğim bir o kadar da heyecanlandığım bir şeyler oluyor. İzmir'de Kuvayi Milliye yeniden canlandırılıyor!...
AKP'nin, önümüzdeki yerel seçimlerde mutlaka kazanmak istediği yerlerden birisi izmir Büyükşehir Belediyesi. Diyarbakır nasıl ki bölücülerin kalesi olarak tarif ediliyorsa İzmir'de CHP'nin kalesi olarak tarifli. Ve AKP bu kaleyi de kesinlikle düşürmek ve almak istiyor. Bir siyâsi parti olarak elbette bütün Türkiye belediyelerini kazanmak hedefidir. CHP'nin de bu kalesini düşürmemek için özel gayretler içinde olması her halde eşyânın tabiatına uygun olan davranış olmalıdır...
Öyle değilmiş işte!
İzmir ve izmirli'ler CHP Genel Merkezi'nin İzmir'i anlayamadıklarından şikâyetçiler. Bu şikâyetlenen İzmirliler, CHP'liler olsa; iç çekişmelerden dolayı muhalifler demek mümkün. Ama bu rahatsız olanlar CHP'liler değil!...
"O zaman CHP Genel merkezini ne ilgilendirir?" Dediğinizi duyar gibiyim.
Ne kadar ilgilendireceğini veya ne kadar ilgilendirmesi gerektiğini söyleyeyim o zaman. İzmir'in yerel ve genel siyâsetinde, hissedilir derecede etkili kanaat önderleri; CHP'li olmamalarına rağmen, Atatürk Cumhuriyetini, Cumhuriyetin Kazanımlarını, -Atatürk ve sistemle girilen savaş olarak yorumladıkları son gelişmeler üzerine- korumaya kararlılar...
Bütün başarısızlıklarına, bütün yanlış politikalarına rağmen, İzmirlilerin mutabakat sağlayabilecekleri bir isimle CHP'yi ezici bir çoğunlukla yeniden kazandırmaya hazırlanıyorlar.
Eğer CHP Genel merkezi'nin ilgilerini çeker ve sorarlarsa; kimler olduklarını kendilerinin de izinleri ile açıklayabileceğim, çok uç ve renkli sîmalar CHP adayında mutabakat yapmaya hazırlanıyorlar. Adına da "Milli Mutabakat" diyerek...
Bu duyumlarımı; İzmir'in değişik yerlerinde, değişik konumlardaki insanlarla birebir yaptığım sohbetlerle biliyorum. Kanaat önderlerinin isimlerini de zikrederek; "Onların oy verdiği yere elbette oy vermek lâzım." diye kulisler başlamış bile...
Camilerin bahçelerinde de bu sohbet var, kahvehanelerde de...
CHP, zaman geçirmeden bir an önce İzmir'e yoğunlaşabilirse; İzmir'den estireceği "Milli Mutabakat" rüzgârıyla Ege'yi ve ülkenin büyük bir kesimini Cumhuriyet ve Atatürk adına kontrol altına alabilir gibi bir rüzgâr var...
İzmir'in kaliteli ve kapasiteli siyaset adamları; "CHP, Cumhuriyeti koruma adına bu milli mutabakat fırsatını kaçırmamalı." diye toplantılarını ve ziyâretlerini başlatmışlar bile...
Benden duyurması!...
İzmir, boşuna İzmir değilmiş vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

ORTAÇAĞ GERİCİLERİNE...

Korkaklar çok karabasan görürler!... Ben de, ara sıra 'bu korkak birileri'ne seslenirim!...
Ama benim seslendiğim birileri, korkak oldukları için ihânetten ihânete koşanlar, ya da hâin oldukları için korkak olanlar, olurlar hep!...
Elbette korkaklar, rüyalarında dünyayı fethedemezler!... Korkaların hayalleri de, rüyaları da korktukları için sığındıkları güç veya güçlerin başarılarıyla doludur!...
Korkaklar; hayallerinde de, rüyalarında da korkmaya devam ederler! Uyandıklarında üzerlerinden silindir geçmiş gibi olurlar!...
Karanlıkta tek yürürken kendi ayak seslerinden, sessizlikte kendi aldıkları nefeslerinin sesinden de korkarlar! Çünkü hayatlarında hiç ama hiç kendileri gibi yaşamamışlardır!...
Aldıkları görevler gereği rollerini yaparken çok cesûr görünseler de, korkuları rüyâlarını, hayâllerini işgâl etmiştir, bu işgâli de saklayamazlar...
Korkaktan kastım, hâin; hâinden kastım da korkaktır elbette!...
Yoksa cesâretle korkaklığın, birbirine çok yakın davranışlar ve kavramlar olduğunu yaşadıklarımızdan, gözlemlediklerimizden hareketle bilenlerdeniz...
Uzaktan kumandalı rüzgar güllerimiz, siyasi topaçlarımız hatta "Dolma kalemler"imiz, son günlerde kendilerine çok yakışan bir davranış daha sergileyerek korkulması gereken bir tehlikeyi,-görevleri gereği- yeniden gündeme taşımaya çalışıyorlar.
Nedir bu tehlikeden öte afetin adı? İrtica!... Neden? Çünkü muhalefet, bu kurnaz din tacirlerine karşı milletle birlikte olmayı başaramıyor! Tek çare olarak ta; yasaklara sığınmak, darbe çığırtkanlıkları yapmak kalıyor!...
Allah, Allah!...
Nemenem bir şeydir bu irtica?
Nedir bu irtica? Sözlük anlamıyla, ricât etmek yani geri dönmek... Geri dönmek olunca da gericiliğin karşılığı gibi bir târifle karşımızda!...
Acaba ricât etsek ne olur? Yani kelimenin sözlük anlamından hareketle geri dönmeye niyetlensek ne olur? Veya biz bu geri dönüşü, bu ricâtı becerebilir miyiz?... Vallahi mümkün değil!...
Bir de düz mantığımla baktığım zaman zaten aklım karışıyor benim!... İlericilik, aydın(cı)lık, medeni(ci)lik adıyla bu irticâ denen tehlikeye karşı duranları, anlamakta sıkıntı çekiyorum!...
İslâmiyet'ten bin yaş daha eski olan, geçmişi ve tarihi engizisyon uygulamaları, diri diri insan yakarak şeytan çıkarmalar, giyotinlerde baş kesmeler, mezhep çatışmaları yüzünden yüzlerce yıl oluk oluk kan akıtmalarla dolu Hristiyanlığın mensupları ve savunucuları, yani batı, yani Haçlı, İslâmiyetten bin yaş daha eski olmasına rağmen İlerici!... Müslümân gerici!
Hristiyanlıktan bin yaş daha eski olan Yahûdilik, yani İsrâiliyat, yani Siyonizm ve bunu savunanlar ilerici!... Müslümân gerici!
Allahınızı severseniz aklınız başınıza toplayın!... Eğer ben "İslâmım, Elhamdülillah Müslümânım." dediğim için mürtecî isem, gerici isem; Hristiyanım diyenler, yahûdiyim diyenler, gericiden de öte karanlık ve karanlıkçılar olmazlar mı, olmalı değiller mi?...
El kapılarında, fahrî teşrifatçılığın gereği yok!... İtin korktuğu yere ürüdüğünü bilmez miyiz biz?!...
İslâmiyet'ten bin sene daha eski bir dînin savunuculuğunu yapan, son yüzyılda Haçlı'nın silahşörlüğüne ve dünya jandarmalığına soyunan gerici oğlu gerici, "buş oğlu buş" Irak'a yapılan saldırı ve işgâli, "Haçlı Seferi" olarak açıklarken; bu insafsız-kan içici gericilerden, Haçlı'dan yana olan ilericilerimizi, korkaklıkla ithâm etmezsem neyle ithâm edeyim?...
Bu gerici oğlu gerici, bu "Buş oğlu Buş"; yeni saldırılara hazırlanırken, yeni senaryoları sahneye sürerken bizim irticâ ile, dînle, dindârla gereksiz uğraşımızın Allah aşkına mantığı var mıdır?... Ve böylesi mantıksız bir meşgûliyetin zamanı mıdır?!...
Milleti iritcâ tehdidi ile, türban dayatması ile meşgûl ederken neleri saklıyorsunuz?
Siyasîlerimize, yönetim için görevlendirdiklerimize Kutatdgu Bilig'den bir altın öğüdü, bir daha hatırlatmak isterim:
"Ülkeyi elde tutabilmek için orduya ihtiyaç vardır. Orduyu besleyip donatmak için de çok mal ve servet gerekir. Orduyu besleyip donatacak akçayı bulabilmek için de halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de yöneticiler doğru yasalar koymalıdır. Bunlardan biri ihmâl edilecek olursa dördü de işe yaramaz. Dördü de işe yaramaz olunca devlet yönetimi çözülür, ülke yönetimi bozulur...."
Yusuf Has Hâcib'in 1070 yılında yani günümüzden 900 sene, hatta yaklaşık bin sene önce yazdığı kitabından... Günümüzü anlatmış, târif etmiş değil mi?!... Eğer gericilik; geri dönüp Yusuf Has Hâcip gibi değerlerimizin öğütlerinden pay almak diye yorumlanabilirse ve böyle bir ricâta itiraz eden de çıkmayacağına göre; gelin hep beraber mürtecî, gerici, geri dönüşçü olalım!...
Muhteşem Türk Atatürk'teki; Yusuf Has Hâciplere, Kaşgarlı Mahmutlara, Cengiz Hanlara, Timurlara olan saygı ve sadakati anlasak veya o kadarcık gericileşebilsek(!), Vallahi dünyanın en ilerisindeki, yine biz oluruz!...
Açıkçası; gereksiz zamanlarda, gereksiz işlerle uğraşarak milleti de gereksiz münakaşaların içine çekerek dikkat dağıtmanın, korkaklığın gereği yok!... Korkaklığı; orta çağ gericiliğini savunarak ilericilik maskesiyle kamufle etmenin de mantığı yok!...
Biz Müslüman Türküz... Biz i'lâ-yi kelime-t-ullâh iddiâsı olan bir milletiz... Biz dünya nizâmından kendini sorumlu tutan bir ırkın ahfadıyız...
Biz bunları tekrar söyleyelim; gerici oğlu gericiler, asıl mürtecîler, asıl ortaçağ karanlıkçıları, bize ne derlerse desinler!...
Bu sözlerimin de aslâ ve kat'a başörtüsü ile alâkası yok!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN