Pazartesi, Mart 31, 2008

MÜLKÜN TEMELİ...

Anayasa Mahkemesi, ittifakla AKP'nin kapatılması istemiyle açılan dâvânın görülmesine karar verdi. Beklenen bir şeydi.
Bu kararın hemen peşinden Recep Tayyip Erdoğan, 5 Nisan'da Erzurum'a gidecek.
Yaklaşık bir yıl önce de Erzurum'a gitmişti. Anayasa Mahkemesi'nin, Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkışını engelleyecek kararının açıklamasından hemen sonra, kendisini ve Abdullah Gül'ü, sîne-i millete atmıştı!
Muhabbetiyle sıcak tarifli Erzurumlu'nun kucağı; kendisine şikâyetlenen, kendisinden destek ve çâre isteyen, kendisine sığınan R.T.Erdoğan'a "tulum" şeklinde milletvekili vererek, kapısına hâcete geleni, boş çevirmemişti!
Yüce Yargı, yine görevini yapıyor.
Cumhûriyet'le, Laiklikle, Atatürk'le, mevcût sistemle tersleşmeyi siyâset olarak bellemiş AKP'yi kapatmak istemiyle dâvâ açıyor. AKP ve AKP demek olan Recep Tayyip Erdoğan; Yüce Yargı'ya kendisini ve partisini mutlaka savunacaktır. İddianâmede öne sürülen ve Anayasamız'a göre suç sayılan fiilleri işlemediğini, ispatlamaya çalışacaktır. Hukuk'un işleyiş şekli budur. Cumhûriyetin; güçler dengesini koruyan, kuvvetlinin zayıfı ezmesine izin vermeyen, oy sayısı çokluğunun hukuk tanımazlık olamayacağı bir sistem olduğunun; bir polis rejimi, bir baskı rejimi olmadığının, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Hukuk Devleti olduğunun ispatının, gereği budur.
Ama Recep Tayyip Erdoğan, yasalar gereği yapmaya mecbûr olduğu, savunmadan önce; korktuğu yasa ve kurumları Erzurum'a şikâyet etmek, yeniden Erzurum'dan alacağı destekle Türkiye'ye mesaj vermek ve Erzurum'dan estirmeyi düşündüğü rüzgârla belki de bir erken seçime gitmek hazırlığına girdi!...
Böyle demokrasi de olmaz, böyle demokratlık ta! Hukuk Devleti de buna izin vermemeli.
Bölücü olduğu, bölücülerin temsilcisi oldukları kesin olmasına rağmen zor yaptırımla susturulmayan, kapatılmayan DTP hakkında Anayasa Mahkemesi'ne açılan dâvâya itiraz etmeyen Recep Tayyip Erdoğan, kendi partisinin kapatılması için açılınca, dâvâyı açan kurumu, Erzurum'dan millete şikâyeti deneyecek!
Erzurum elbette Türk Tarihi'nde hele Türkiye Cumhuriyeti'nin oluşturulması sürecinde ve Muhteşem Türk Atatürk'ün başlattığı İstiklâl Harbi başlangıcında, var olan bir şehir. Hatta İstiklâl Mücâdelemizin can suyu Erzurum. Muhteşem Türk Atatürk; "bir ferd-i millet" olduğunu açıklayarak başvurduğu Erzurum'dan can suyunu alarak yola çıkmıştı.
Şimdi Erzurum, yeniden tarihin yazılmasına şahitlik etmekten öte tarihi yeniden yazmakla görevlendi!
Cumhuriyet'in cansuyu olmuş Erzurum; şimdi de Cumhuriyet Kazanımlarından, Atatürk ve silah arkadaşlarının camilerimizi, Haçlı'nın işgâlinden kurtardığı vatanımızda "Allah'ın Evi" târifine yeniden sokan, hür insanlarının müslümanlıklarını ve azınlıkların dinlerini hürce yaşamalarını sağlayan emeklerinin inkârında, siyâseten vesîle edilmek isteniyor!
"Ananı da al git! Gözünüzü toprak doyursun! -AB uğrunda- Gerekirse bazı yerlerdeki egemenlik haklarımızdan vaz geçebiliriz! Törenlerde sap gibi durmaya ne gerek var!" ve daha benzeri sözlerini söyleye söyleye, mazlûm rolüne yatarak aldığı oyları bir daha alabilmenin hayallerini kuruyor!
Erzurum; "Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir." diyebilecek kadar milletine güvenen ve milletiyle beraber milletinin hayrına işler yapan Atatürk'ün emekleri yok edilerek; "Egemenlik, kayıtsız şartsız benimdir!" mantığındaki biri veya birilerine suç ortağı edilmek isteniyor!...
Biliyorum ve inanıyorum ki Erzurum, bu hesapların farkındadır. Biliyor ve inanıyorum ki Erzurum; millîliği Arapça anlamına sokmaya çalışan ve asla millî olmayan, asla "Türk'üm." dememiş olan ve "Ne mutlu Türk'üm diyene" târif ve inancını yok sayan zihniyetin farkındadır.
Biliyor ve inanıyorum ki Erzurum; "Ya istiklâl ya ölüm!" kararını alarak verdiği İstiklâl Mücadelemizin içinin; "Gerekirse bazı yerlerdeki egemenlik haklarımızdan vaz geçebiliriz." mantığıyla, girmemiz-alınmamız mümkün olmayan AB vaadiyle boşaltılmasına izin vermeyecektir.
Allah(c.c.) Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz'e zevâl vermesin.
Galiba zorlar, millet adına-devlet adına kolaylaşırken, BOP Eş Başkanı adına zorlaşıyor. Adâlet, mülkün temelidir.
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Mart 30, 2008

APTAL DEĞİL, ASLAN SARIŞINIM BENİM !...

Kimin elinin, kimin cebinde olduğunu, ve bu kimlerin kim olduklarını; kimin, kimin karısı veya metresi ile nerelerde ne haltlar ettiğini, bbg'yi, bilmem neyi seyredecek kadar en-tellek-tüellerden olmadığım için ey vah ki ey vah kaçırmışım!
Allah'tan büyük gazeteciler(!)imiz var da, bu magazinsel ve ülke kalkınmasında hayati ehemmiyete haiz programları izliyorlar ve hayati derecede önemli haberi atlamıyorlar!
Şimdi yürekten tebrik ederek bir büyük gazetecinin köşesinden, benim aklımı uçuran bir diyalogu, aralarını atlayarak iktibas edeceğim. Ve vallahi köşe sahibi Can Ataklı'yı yürekten tebriklerimle! Hangi TV'nin, hangi günkü, hangi programında olduğunu bilmediğim bir programda olmuş bu diyalog. Can Ataklı'nın köşesinden alıntı. Müjde Ar ile Aysun Kayacı konuşuyorlarmış. Konu, demokrasi ve parti kapatmalar. İşte diyalog:

"A. Kayacı: Ben vergi veriyorum, vergisini vermeyen dağdaki çobanla benim oyum niye eşit?
M. Ar: O zaman en çok vergi verenin 60 oyu olsun!
A. Kayacı: Ama siz şu an ayak takımının iktidara getirdiği partiden şikayet etmiyor musunuz?
M. Ar: Biz ayak takımı demedik ki!
A. Kayacı: Sonradan belediyelerin diploma dağıtır gibi tapularını dağıttığı gecekondu dikenle, kaçak elektrik kullananla, ki bu yüzbinleri buluyor, Türkiye’de vergi kaçıranla benim oyum neden eşit acaba?
M. Ar: O zaman seni gecekonduya göndereyim iki gün yaşa!
A. Kayacı: Bir siyasi parti gelip gecekonduların bilmem nesini verecek, odun verecek, kömür verecek. Ondan sonra da memleket Arabistan olacak. Oldu da."

Şimdi Allah aşkına insafla mukayese edelim. Gece yarılarına kadar, saatlerce süren, kocaman kocaman adamların, en-tellek-tüellerin, prof.ların, kocaman gazetecilerin, hiç bir şey söylenmeyen, hiç bir şey anlaşılmayan programları mı, yoksa çok sâfiyâne, millet ağzıyla ve çok ta demokratça fikrini söyleyen ve bu yüzden "aptal sarışın" sıfatı yakıştırılan Aysun Kayacı'nın program kazası mı çok daha şey söyledi?!
İşte fark burada!
Milyon dolarlarla transferler yaşayarak "Dolma Kalemler" kervanına katılan "şeyh-ül muharririn"lere inat, bir güzel kızcağız milletleşiyor! Demokratlaşıyor! Evlerde, sokaklarda, cami avluları ve bahçelerinde milletin söylendiklerini, programa taşıyor! Ve bu iş kazası(!)ndan dolayı da "aptal sarışın" sıfatını pekiştiriyor!
Ben; malesef, mateessüf bu tarife katılmam. Katılamam!
Ona aptallık demez cesâret ve samîmiyet derim. Güzelliğine de güzellik derim. En-tellek-tüellerden geçinen akıllı esmere ve onları dinleyenlere, izleyenlere verdiği dersten dolayı, vermeyi başardığı doğru mesajdan dolayı bütün kalbimle tebrîk ederim Aysun Kayacı'yı.
Aferin be Kızım! Eğer seni AKP aleyhinde konuştun diye, yıllardır demokrasi katillerinin katlettiği demokrasiye muhalif sayarak programlardan yasaklamazlarsa, aynı tarzda konuşmaya devam et lütfen.
Şimdiden sonra eve tembihleyeceğim. Aysun Kayacı'nın konuk edileceği programları izlemeğe gayret edeceğim. Hele bir de konu siyâsi ise vallahi kaçırmayacağım! Çünkü Aysun Kayacı'nın sâfiyeti, samîmiyeti ve cesâreti hiç bir siyâside yok! Hatta; dedesi vatana ihânetten suçlu bulunarak îdam edilmiş, etkili ve yetkili bir siyâsimiz(!)de, Aysun Kayacı'ya; "Edepsiz!" dediği cevâbında, dedesini şehit olarak târif etmiş! Ben de bilmeyenlere, bunu duyurayım bâri!
Akıllı düşününceye kadar, deli vurup geçiyormuş be Aysun Kayacı!
Helâl olsun sana! Sonsuz tebrikler!
Sana "aptal sarışın" demesine rağmen, senin söylediklerinden haberimin olmasını sağlayan Can Ataklı'ya da kızmazsın umarım. Tabi "aptal sarışın"lığı iltifat olarak algılarsan başka!
Aptal değil, aslan sarışınım benim!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

BİZ DE ÜMMETİZ !...

Değişmek maharet ya!
Gömlek değiştirmek; asrîlik, medenîlik, terâkkiperverlik, avrupalılık ya!
Değişirsen, gömlek değiştirip asrîleşirsen BOP Eş Başkanı olursun ya!
Bu kadar rağbet gören değişme ve değiştirmeye "Mehter Yürüyüşü"de tâbi tutuldu! İki ileri, bir geri olan yürüyüş; iki geri, bir ileri olacak artık! Ve geri geri ilerleyeceğiz!
Merkez bankası haricinde Ziraat Bankası'ndan başka devlet bankası kalsa, sivil sermâye sahiplerini veya sermâye kuruluşlarını, STK kabul edeceğim. Ama yok!
Kendi kendilerine STK ünvanı veren sermâye sahipleri, sağ duyuya davet ve birer adım geri çekilinmesini tavsiye ediyorlar!
Başbakan, anında reddetti! Baykal, niye ve hangi davranışından geri adım atsın? MHP'nin geri atacağı, ileri attığı bir adımı var mı? Bölücülerin siyasal uzantıları, ikişer-üçer adımlarla habire ileri atılıyorlar partilerini kapattırabilmek için!
"Velev ki" Başbakan, geri adım atmaya niyetlense, bırakırlar mı?
Bir haber programında izledim. Katılımcı, altını kalın çizgilerle çizerek bir tesbitini açıklıyordu. AKP öncesinde Türkiye'de 6 (altı) dolar milyarderi varmış. Şimdi ise 38 (otuzsekiz) dolar milyarderi olmuş! Hadi! Başbakan ol ve geri adım at bakalım!
Seçimlerden seçimlere; kömür çuvallarının, makarna-pirinç-nohut paketlerinin kaynağını merak edenlere, bu bilgi yarar değil mi?
Dolar milyarderleri, hediye paketlerini dağıtırken Başbakan da; "Ananı da al git!" diye, "Gözünüzü toprak doyursun!" diye, "Askerlik yan gelip yatmak yeri değildir!" diye diye oy aldı! Yine aynı metodlarla, üstünede mazlumluk tarifini, müslümanlıklarından dolayı engellendiklerini ekleyerek oy almak hazırlığında! Başbakan; kimleri, nerede, nasıl öpeceğini çok iyi biliyor!
Kıssa bu ya:
Yakışıklı, doğru tarifli ama biraz zampara fıtratlı adam; çok güzel bir kadının yanında, çok güzel bir çocuk görür. Kadına çocuğunu severek yakınlaşmayı dener. Çocuğun yanına diz çökerek sever okşar; "Oğlum, adın ne?" diye sorar. "Muhammet, amca." cevâbıyla iyice cûşa gelir. "Adı da nasıl yakışmıııış! Hz.Peygamberimiz(s.a.v.)'in adı. Ben bu adın sahibini öperim." der ve çocuğu öper. Adamın bakışlarından ve yaklaşımından huylanan kadıncağız, soluğu kadıda alır. Kadıya kendisinin tâciz edildiğini anlatarak şikâyetçi olur. Kadı, hemen kollukçuları salarak adamı derdest ettirir ve getirttirir. Adama durumu ve şikâyeti anlatarak sorar:
- Sen bu evli-barklı kadını neden tâciz ettin?
- Hâşâ efendim! Çocuk, siz de gördüyseniz hak verirsiniz ki çok güzel maşallah. Adını sordum. Adı da Resulullah(s.a.v.) Efendimizin adı olunca dayanamadım, kanım kaynadı ve öptüm.
Kadı, dinler bu pişkinliğe öfkelenir de:
- Sen her adı Muhammed olanı öper misin?
- Öperim efendim.
Kadı, mahkemede önceden tedbîrini almıştır. Mübâşirine "Muhammed'i içeri alın." tâlimatını verir. Mübaşir kapıyı açar ve seslenir:
- Muhammeeeed!
İçeri biri girer. Pejmürde bir kılıktadır. Salyası, sümüğü birbirine karışmış, saçı-sakalı uzanmış ve kirli biridir bu Muhammed. Kokusu, girer girmez mahkeme salonunu kaplar. Kadı:
- Madem ki her Muhammed adlıyı öpersin, o zaman bunu da öp! diye tâlimat verir. Adam, bir kapıdan giren iğrenç kişiye bakar, bir de kadıya:
- Efendim! Peygamberimiz(s.a.v.)'in ümmeti, sadece bendeniz miyim? Onu da siz öpüverin! der...
Dedik ya, kıssa bu!
Başbakanımız'ın; kimi, nerede, nasıl öpeceğini çok iyi bildiğini de söyledik. Biz de Muhammed Ümmetiyiz ya!
Öpülemeyecek kadar kirli, salya-sümüklü, kokuları metrelerden duyulan Muhammedleri de bizim öpmemizi bekliyorlar!
Pek te haksız değiller mi ne?!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 28, 2008

EVET SAYGISIZIM !...

"Adam, yıllarca ülkesinden uzak kaldıktan sonra nihayet yurda dönmüştür. Havaalanından bindiği taksiyle şehre doğru giderken, şoföre sigara almak için tütüncüde durmasını söyler. "Tütüncüde ne yapacaksınız beyim?" diye sorar taksi şoförü.
- Sigara alacaktım...
- Sigaraları artık câmilerde satıyorlar beyim...-
- Câmide mi? Yahu câmi Allah'ın evidir, oraya ibâdet etmeğe gidilmez mi?
- Hayır beyim, ibâdet için artık üniversiteye gidiliyor...
- Allah Allah! Peki o zaman eğitim nerede yapılıyor?
- Eğitim hapiste yapılıyor beyim...
- Hapiste hırsızlar yok mu?
- Hırsızlar artık iktidarda beyim..."(Sanal ağ'dan alıntı)
Abdulhak Hamit'in; "Bu millet söylemez, söylenir." sözünün, günümüzdeki ispâtı gibi bir şey değil mi?
Laik ve antilaik diye veya Cumhuriyet ve Atatürk kazanımlarını savunanlar ile 80 yıllık Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları ve 2.Cumhuriyetçiler adıyla çok net ve sertleşmiş iki kutuplu Türkiye'de millet, böyle söyleniyor!
Artık sadece fısıltıyla söylenmedikleri için de uçmuyor söylentiler! Elden ele, dilden dile ve gazetelerden 12 saat, televizyonlardan en az dört saat önce de milyonlara ulaştırılıyor yazılı olarak! Yazılı olduğu için de kalıcı! Kimin yazdığı veya kimin söylentileri duyarak zapt-ı rapta aldığını tesbit te çok kolay! Yâni Ergenekoncular'ın sayısını saymaya imkân yok!...
Kendimi sorguluyor, kendimi yargılıyorum!
Bölücünün, PKK'lının, yerli işbirlikçinin, dinler arası diyalogcunun, medeniyetler arası ittifakçının, vatanlaşsın diye her karışı için binlerce şehit verilen toprakları "babalar gibi" satanların ve yandaşlarının, hortumcunun, hazinenin partisine yaptığı trilyonu iç edenlerin serbest dolaştığı hatta siyâseten ikballerin zirvelerini zorladığı günümüzde, huzursuzum! Yarın ola ki beni de alırlarsa antrenmanlı olayım diye kendimi hazırlıyorum!
Cumhuriyet'in neresindeyim? Tam göbeğinde, merkezindeyim. Çünkü cumhurdanım, cumhurum.
Demokrasinin, demokratlığın neresindeyim? Vallahi onun da tam merkezindeyim. "Demokrat ve demokrasi taraftarı değilim! Apo alçağının birinci dereceden yakınlarının oyları ile aynı güce indirgenmiş oyumdan utanıyorum!" diyebilecek kadar, yazabilecek kadar kişisel hürriyetimin tadını çıkarıyorum!
Atatürk'le aram nasıl? Tek Muhteşem Türk'üm. Şükürler olsun ki O'na bu ünvanı ben verdim. Hep böyle yâd ediyorum. Ama hiç "Atatürk Milliyetçisiyim." demedim. Demeyeceğim. Fransa da De Gaulle, Amerika'da Kenedy, Arabistan'da Faysal, bilmem nerede ne milliyetçiliği diye bir aptalca tarif yok! Ama Atatürk adındaki Muhteşem Adam, başka millette tezâhür etseydi hasedimden, kıskançlığımdan çatlardım. Türk Milleti'ni Atatürkçe seviyorum.
Laikliğin neresindeyim? Billahi onun da tam merkezindeyim. "Eşhedü en lailâheillallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûluhu" diye haykırarak, yazarak dinimi ikrar ettikten sonra; "Amentü'de birliğimiz var. Lailaheillallah desek yeter. Muhammeden resulullah" demesek te olur." diyebilecek kadar dindışı davranabilen diyalogculardan da her iki cihanda davacıyım.
Adına latin alfabesi diyerek küçümsemeğe çalışanları çatlatmak için; "Türkçe okudum. Türkçe yazdım. Türkçe düşünüyor, Türkçe okuyor ve yazıyorum. Muhteşem Türk'ün harf inkılabından çok memnunum." diye nara atmaktan keyf alırım. Kıyâfet inkılabı ile de bir mes'elem yok! Hâlimden memnunum. Yakıştırdığım erkekçe ve yakışan kıyâfetleri giyiniyorum. Eşimin, kızımın, gelinlerimin, bacılarımın ve annemin kıyafetleriyle de hiç bir sorunum yok şükürler olsun. Meslekleri gereği, başları açık olan da var, başları başörtülüler de ama asla türbanlı değiller!...
Parti kapatılmasının neresindeyim? Tam ama tam anlamıyla yanındayım. "Mağrur olma padişâhım senden büyük Allah var." sloganını telefonuna açılış notu olarak yazıp Cumhuriyet sisteminde padişahlığa soyunanların, ömür boyu siyâsetten yasaklanmalarının yanındayım! Partileri de Anayasa'ya uymamak gibi bir sergerdelik ediyorsa ki ediyor kapatılsın ve bir daha da açılamayacak şekilde kapatılsın.
Bir kişi de kalsam; cumhuriyet ve demokrasinin bana tanıdığı, Muhteşem Türk Atatürk'ün bana bahşettiği huzurumu, bin tane AKP adındaki veya bölücülerin devamı şeklindeki partiye değişmem!
Çok mu egoistim? Vallahi değil! Recep Tayyip Erdoğan'ın, megalomanlık fışkıran egoizminin milyarda birini bile, Vallahi kullanabilmiş değilim!
Bunları yazdım diye saygısızlıkla suçlanacaksam, itiraf edeyim; "Atatürk'üme ve Cumhuriyetim'e saygı göstermeyenlere asla saygım yok! Evet saygısızım."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

DEPREM ÇADIRIN'DA DEPREM !...

Büyük Türk Milleti;
Şimdi aklın mesaiye başlama saati...
AKP'nin ilk kurulduğu ve "İnadına Tayyip" sloganıyla fırtınaların estirildiği günlerde, AKP'ye "Deprem Çadırı" demiştim. Deprem Çadırı; afet sırasında, çok elzem olan, hırlının-hırsızın, zenginin-fakirin, doğrunun-yanlışın, güzelin-çirkinin birlikte istifâde ettiği, insâni bir adrestir. Bu çadıra, herkes sığınır. Sığınmacıların tamamının gözü; ısrarla depreme direnmeğe çalışan evlerinde ve kulakları da ısrarla yerin derinliklerinden yeni depremleri duyabilmeğe kilitlidir. Türkiye; bir anayasa kitapçığının atılmasıyla başlatılan sûni bir depreme tabi tutuldu. Sûni depremi oluşturanlarca kurulan "Deprem Çadırı"na çaresizlik içinde herkes sığındı. Geçen zaman içinde "Deprem Çadırı"na sığınanlar; ne artçı, ne de öncü depremlerin kesilmediğini görünce ve evlerinin de bu aralıksız sûni depremlere rağmen yıkılmadığını gördükçe yavaş yavaş evlerine çekilmeğe başlamışlardı.
Şimdiyse "Deprem Çadırı"nda deprem var!...
Sûni deprem yaparak, deprem çadırını da birlikte planlayan senaristin yerli taşeronları; kendi aralarındaki paylaşımda hata yaptıklartını fark ettiler artık! Köşk'e kimin çıkacağı konusunda yerli taşeronların akıllarını karıştırmayı -bilerek veya bilmeyerek- başaran MHP, "Deprem Çadırı"ndaki depremin de öncüsü oldu! Bu hakkını teslîm etmek durumundayız.
MHP'den, bu doğrularının sayısını artırmasını istemek onlar kızsalar da bizim hakkımız. Bu müstesna coğrafyanın sakinlerinin, bu coğrafyayı bin yıldan fazladır can bedeliyle vatanlaştıran Türk Milleti'nin artık milliyetçiliğin de bir adım önüne geçerek yeniden "Milletçilik"e soyunması zamanıdır.
Türk Milleti'nin hâkimiyetindeki tebaanın, vatandaşların, insanların huzura doyduğunu tarih, defalarca şahitlik ederek ispatlar. Bir şeyin daha farkında olmak durumundayız; Türk, ittifaklar kurmaz. Türk'le ittifak kurulur. Türk'ün müttefikleri olur. Ve Türk, tarihi boyunca müttefiklerine de huzur bahşetmiştir. Yakın tarihimizde Türk'e müttefik olan Almanlar, iki kere yenilmiş olmalarına rağmen, Türk'ün iş gücü desteği ile kısa zamanda toparlandı dersem abartır mıyım?
Şimdi, AKP adındaki "Deprem Çadırı"nda kalışlarından dolayı kendilerini vicdânen borçlu ve sorumlu hisseden Milletvekillerine seslenme şansımı kullanmak istiyorum.
Duyarlı Türkler;
Sûni depremin ve deprem çadırının yapımcıları olan Haçlı, büyük bir iştahla vatanımızı, devletimizi, bütünlüğümüzü hedef aldı. Deprem Çadırı'nın yerli taşeronları da "BOP Eş Başkanlığı"nı, bir pâye imiş gibi kabullenerek, sizlerin sûni depreme dayanan evlerinizi satlığa çıkardı ve epeycesini de sattı! Hâlâ bu açıkça peşkeş çekilirce yapılan-yaptırılan talanı seyretmekle borç ödediğinizi mi zannediyorsunuz?
Allah aşkına kendinize dönün.
Türk Milleti; kendine dön!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mart 27, 2008

TAMAM! KUZUMU GETİREYİM DE...

Kadim Dostum, Eski Maraş Milletvekili, Sevgili Ökkeş Şendiller'den dinledim. Günümüz Türkiye'sini, günümüzün yerli işbirlikçilerini, uzaktan kumandalı rüzgâr güllerini çok güzel târif edeceğine inanarak paylaşmak istedim.
Çok fukara bir Anadolu köylüsünün, bir tek koyunu var. Koyun yüklü, yâni hamile. Köylü, baharda iki koyunu olacağının hesabını yaparak sevinç ve heyecanla koyununun kuzulamasını beklemektedir. Günü gelir, koyun kuzular. Kuzular kuzulamasına da doğum yaparken koyun ölür!
Köylü ne yapacağını şaşırır. Emzikli bir kuzu ile başbaşa kalmıştır. O günlerde kapının önündeki kancık köpeği de eniklemiştir. Köylü çaresizlik içinde kuzuyu da kancığın enikleri arasına koyar. Köpek, farkında olmadan kuzuyu kabullenir ve emzirir!
Kuzu, köpeği emerek büyür ve artık otlamaya da başlar, çok gelişkin ve yapılı bir koç namzedi olur.
Köylüde bu sefer bir merak başlar. "Acaba köpeği emerek büyüyen bu kuzu helâl midir?" Çok düşünür ama işin içinden çıkamaz. Çâreyi kasabanın din adamına sormak ta bulur ve halini Hoca efendiye anlatır. Hoca efendi, çok öfkelenir; "Bre nâbekâr! Sen kuzuyu ite emzirtmesini biliyorsun da helâl mi haram mı olduğunu mu bilmiyorsun? Bana getir o kuzuyu!" diye köylüyü paylar!
Köylü, geldiğine geleceğine pişmandır. Boynunu bükerek; "Hoca efendi! Getirmesine getireyim de, siz kara kancığın nesi olursunuz?"!...
Günümüzde siyâseten kim, kimin nesi belli, değil!
Kime güvenilirse bir yerlerden icâzetli hareketler yaptığı görülüyor!
Millîliğin, vatanseverliğin, devletperverliğin, cumhuriyetçiliğin, laikliğin târifi muğlâk! Kimin, kime, ne zaman, nerede ve nasıl saldıracağı belli değil! At izi, it izine karışmış! Milletin aklı allak-bullak!...
Adam, okyanus ötesinden geliyor. Gelmeden yoldayken haberini salıyor. Türkiye'nin yönetim kademesi ile kendi büyük elçiliğinde görüşmek istediğini deklare ediyor!
Allah'tan Genel Kurmay Başkanımız var. "Türk makamlarının hâricinde hiç kimseyle, hiç bir görüşme yapmam!" şeklindeki Türkçe tavrıyla, Muhteşem Türk Atatürk'ün karakterini temsîlde eksiksizleşiyor.
Bu tavrın sonucu, Cumhurbaşkanı katında gerçekleşiyor görüşme.
Adam, daha gelmeden ve geldikten sonra, bizim kırmızı çizgimizin birini daha siliyor! Defalarca savaş nedeni ve kırmızı çizgimiz olarak açıkladığımız Irak'ın Kuzeyi'nde, bir Kürt Devleti'ni ve coğrafyanın şekillendirilmiş yeni adını telâffuz ediyor!
"Kürdistan" !....
Birileri, bir yerlerde, birilerine mutlaka birşeyler söylemiştir, söylüyordur, söylemelidir!
Ama millet, kesinlikle söyleniyor; "Tamam kuzumu getireyim de, sen kara kancığın nesi olursun?"

İSTİKLÂL MARŞI'ndan
Korkma sönmez bu safaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak,
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak,
O benimdir o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl;
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl.
Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl.

Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim îmân dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar
Medenîyet dediğin tek dişi kalmış canavar?
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 26, 2008

CANIMIN CANI ACIDI !...

Canımın canı yandı!
Bölücülere, hainlere, yerlişbirlikçilere, uzaktan kumandalı "Dolma Kalemler"e, Karen Fogg çocuklarına, Atatürk hasımlarına, Cumhuriyet Kazanımlarını reddeden nankörlere karşı şahlanmış olan Türk Milliyetçisi cesâretim uuu-taaaan-dııııı !...
PKK'lılara karşı susanlar, Bayrağımıza olmaz hakaretleri yapanlara karşı susanlar, Atatürkümüz'e, Cumhuriyetimiz'e, Üniter Milli Devletimiz'e saldırılarda susanlar, PKK'lıların sokak gösterilerinde oda hapsinde göz altında tutulan "Ülkücülükten Geçinenler"in yönlendirdiği, taraftarlar, Recep KÜÇÜKİZSİZ'e saldırmışlar!...
Kim mi Recep KÜÇÜKİZSİZ? Yusufiyelere sorun!...
Daha önce de taraftarlıklarını belli edebilmek için Başbuğumuz'un kabrini ziyârete gelen eski Ülkü Ocakları genel Başkanı'na saldırarak tartaklamışlardı!
Başbuğumuz'un el yazısı ile ve imzâlı olarak cezaevinden gönderdiği mektubunda, methiyeleriyle ödüllendirerek târif ettiği Ülkücü Hareket'in "Kadir Hoca"sı, Avukat A.Kadir ERDİL Ağabeyimizin de televizyonda canlı yayınını basmışlardı! Ki bahse konu aynı mektupta Başbuğumuz, bu taraftarların ateşli taraftarlığını yaptıkları Bahçeli için de ne methiye(!)ler yapmıştır, malûmdur!
Yine bu taraftarlar, Genel başkanlığa aday olabilmek için kendilerini evlerine kapatmış olan "Ülkü Devleri"ni ziyâret için Anadolu'yu gezen, Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ'a da baltalarla, sopalarla saldırabilecek kadar gözü kara yiğitler(!)dir!...
Ülkücülüğü tescîlli, İsrafil KUMBASAR Kardeşimize saldırabilecek kadar da yiğittir bu taraftarlar!
Bu taraftarlar; ülkücüden başkasına saldırmazlar, saldıramazlar ve saldırtılmazlar!...
Bahçeli'nin genel başkanlığından sonra, daha doğrusu teşkilatları işgâl edip Ülkücü Hareket'in temel taşlarını teşkilâtlardan dışlamaya başlamasından sonra, -MHP'yi terk ettikleri için sevindikleri ama- Bahçeli aleyhinde konuştuklarında anlatılmaz şekilde rahatsız oldukları Ülkücülerden başkasına saldırmaz-saldıramaz-saldırtılmazlar bu taraftarlar!...
Geçmiş olsun Ülküdaşım!
Bilirim; "İlla dostun gülü yaralar beni." diye Pir Sultan'ca söyleniyorsun şimdi! Allah aşkına söylenmeğe bile tenezzül etme! Vallahi bu taraftarlar mazurlar! Bu heyecanlı ve hayatlarında iki kitap okumadıkları gibi, iki ağabeylerini de dinlememiş bu zavallı taraftarlar mazurdurlar!
Türk Milleti'nin siyâsi refleksi olan Ülkücü hareket'i ve ülkücüleri pasifize etmek için özel gayrette olan kişilerin taraftarlığını yaparken "Ülkücülük yaptıklarını zanneden" bizim zavallılarımızdır bunlar!...
Bunların ülkücüye benzer tek yönleri sadakâtleridir. Sadece bu özelliklerini bile bozulmadan muhafaza edebilirlerse yarın, hareketin gerçek sahipleri meseleye sahiplendiğinde, bunlar tedrîse tabi tutularak ülkücüleştirilebilirler!...
Bu taraftarlara kızmaya tenezzül etmezsin değil mi Ülküdaşım?...
Bu, maalesef tarihin çok garip bir tecellîsidir! Ülkücülükten geçinenlerin kışkırtmasıyla ülkücü geçinenler, ülkücülere; devrimcilikten geçinenlerin kışkırtmalarıyla devrimci geçinenlerin devrimcilere saldırdığı, çok zâlim bir süreçteyiz!
Gerçek mücadele adamları mücâdele sahasından uzaklaştırılınca da meydan acemîlere kalıyor ve BOP Eş Başkanları'nın, Dinlerarası Diyalogcular'ın, Medeniyetler Arası İttifakçılar'ın, Haçlı'nın yerli işbirlikçilerinin, Karen Fogg Çocukları'nın Türk Milleti'ne zulmü söz konusu oluyor!
Canımın canı acıdı Ülküdaşım!
Canımız sağ olsun! Ko bize vuran balta olsun, nasılsa sapı bizden be Recebim!...
Hep cenâze namazlarında saf tutmayacağımızı, her zaman omuz omuza olacağımızı en kısa zamanda bu ürkeklere göstermek zorundayız! Sadece kurt duruşumuzla durup, sadece Türk yüreğimizle affedip bunları utançlarıyla başbaşa bırakmak bize çok yakışır!
Tabi utanacak yüzleri hâlâ varsa!...
Canımın canı acıdı!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YAZACAK ÇOK ŞEY VAR DA !...

Son seçimlerden hemen evveldi. Çok sağlam bir kaynaktan, ABD'nin Recep Tayyip Erdoğan'dan vaz geçtiğini, yerine monte edilecek ismin bile tesbit edildiğini duydum. Haber kaynağım, bana olan yakınlığından hareketle habercilik ve gazetecilikte benim bir atılım yapmamı düşünmüş olmalı ki bu haberi, herkesten önce benim yazmamı istediğini söyledi!
Öfkelendim ve düşündüm! Düşündüm ve öfkelendim!
Ben hür bir ülkenin, bağımsız bir devletin, dünya dengesi ve nizâmından sorumlu bir milletin mensubu bir Türk olarak, hür akıllı bir Türk Milliyetçisi olarak siyâsetimizi müttefik(!)imiz dahi olsa bir başka devletin yönlendirmesinden veya buna tevessül etmesinden, çok rahatsız oldum!
Haber kaynağıma söz verdiğim gibi davrandım. Haberi ilk olarak ben yazdım. Ama bir farkla ve büyük bir öfke ile!
"Eğer benim Başbakanımı seçmeme bile müdahele edebileceğini zannediyorsa, ABD'nin inâdına günahım kadar sevmediğim Recep Tayyip Erdoğan'a bile sahip çıkarım! Çünkü ben Türk Milletiyim!" diye nâra attım!! Bu yazımdan dolayı da bir kaç samimi görüştüğüm AKP'liden tebrikler almıştım.
Millîlik, millîcilik, milliyetçilik öyle sadece söylemekle veya söylenmekle olmaz Beğler!
Şer güçlerinin, yerli işbirlikçilerin, uzaktan kumandalı siyâset rüzgâr güllerinin, ipi acemiler elinde olan kırık siyâset topaçlarının ve "Dolma Kalemler"in söylediği kadar kolay bir iş değildir milliyetçilik! Kolay tarifli olmadığı gibi de teslîm alınması da öyle kolay değildir!
Son "Sınır Ötesi Operasyonu"nu konu edinerek, Genel Kurmay'dan siyâseten intikama soyunanlar oldu!
Ağız birliği ve komplo teorilerindeki müşterekleriyle, ülkenin güvenilirlik sıralamasında hep açık ara önde giden Genel Kurmay Başkanlığımız'ın ve Genel Kurmay Başkanımız'ın itibarını hedef aldılar!
Orduyu siyâsetin içine çekebilmek için olmadık senaryolar yazıp, olmadık salvolar attılar!
Milletin aklını da epeyce karıştırmış gibiydiler! Ta ki Haçlı fedaisi ABD'nin Başkan Yardımcısı, Genel Kurmay Başkanımızla büyük elçiliklerinde görüşmeyi isteyinceye kadar! "Türk makamlarının haricinde hiç bir yerde görüşmem." tepkisi ile, Cumhurbaşkanlığı katında görüşme mecburiyetinin sağlanmasına kadar!
Dünyanın tek hâkimi edâlarında gezen ABD'nin ikinci adamına haddini bildirecek kadar devlet adamı, gazetecilerin bu konudaki ve Afganistan'a asker gönderilmesi konusundaki sorularını cevaplamayacak kadar diplomatik nezâket sahibi olduğunu gösterinceye kadar!...
Yarın bir anket yapılsa ordumuz yine güvenilirlikteki birinciliğini, açık ara ele almıştır... Milletin gönlündeki taçlı mahale yeniden oturtulmuştur...
Yerim dar, gündem takip edilemeyecek kadar karışık ver hızlı değişiyor ve yazmaya çalışıyoruz. Yazacak neler var, neler!...
Zorlanıyoruz, Vallahi darlanıyoruz!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 24, 2008

İSTER YAĞMUR YAĞSIN İSTERSE DOLU...

Başbakan, vuruşarak geri çekiliyor. Demek ki geri çekilmesi gereğinin farkında! Milletin sabrıyla oynamanın ötesinde, hukuksuzluğun hukuk olamayacağını da muhakkak birileri hatırlatmış olmalı. Artık öfkesinin de bir hizmet olmayacağını veya hizmet olarak algılanamayacağını kabullendiler demek ki! İyi bir gelişme, iyi birşey!
Adalet Bakanlığı'nın atadığı bir savcıdan Başbakan'ın bizzat ziyaret ederek "Ergenekon Davası" ile ilgili brifing aldığı yazıldı! Herkese, her kuruma "Sen kimsin? Otur oturduğun yere!" diye fırça atan Başbakan, bu habere bir danışmanı vasıtasıyla yazılı olarak cevap verdi! Vallahi bu da birşey!
Demek ki öfkesinin de hizmet olduğuna inanan Başbakan, Cumhuriyet Gazetesi'nin bu haberine, sözlü cevap verirse yapacağı hamasetin havasına kapılarak bir gaf yapmak endişesini taşıdı! Veya bu endişeyi duyan kurmayları, bu konuda bir uyarı da bulundular! Bu da çok birşey!...
Vuruşarak geri çekilme başladı demek ki!
Bu arada; önümüzdeki yerel seçimlerde düşürülmesi gereken kale tarifli Diyarbakır'da, medya ve yaygın basının gözlerinden kaçan veya üzeri örtülmek istenen şeyler oluyor.
O. Baydemir'in Nevruz Bayramı dolayısıyla yaptığı gövde gösterisindeki kalabalığın, kalabalığın kıyafet benzerliğinin ve yine kalabalığın Hitler'in askerlerini andıran görüntülerinin, acaba vuruşarak geri çekilen Başbakan farkında mıydı?
Oralarda Üniter Devlet yapımızı korumak ve yasaları uygulayabilmek için görev yapan Devlet Görevlilerinin nasıl sıkıntılara muhatap olduğunun da farkında mıydı?
Yoksa oralarda görev yapan Devlet Görevlilerinin huzurları ve can güvenlikleri, Diyarbakır belediye başkanlığını kazanmak kadar önemli değil mi ?!...
Türk Milleti olarak, Ergenekon'dan en az onbin yıl önce çıkmış olmamıza rağmen Başbakan ve avânesinin yeniden bizi, yani Türk Milleti'ni ve milletini-devletini sevenleri, Ergenekon'a sokmaya çalışmasını anlamakta sıkıntı çekiyorum!
Bu kadar baskı ve tazyikin millette patlamaya vesile olabileceğinin acaba farkında mı değiller, yoksa bilerek bu patlamayı mı istemekteler?
Dünyanın hiçbir yerinde, hiç bir rejiminde ve tarihin hiç bir döneminde suçsuzlar, bu kadar huzursuz edilmemiştir!
Irak'ı işgal eden ABD'nin Başbakanımızdan dualı askerleri de evler basarak katliam yapmaya başladılar! Irak'ta; Haçlı, müslümanların huzuruna el koydu, bu cennet vatanda da BOP Eş Başkanı ve avanesi Müslüman-Türk'ün huzurunu gasp etti!
Keser dönecek, sap dönecek elbette. Mutlaka bir gün de hesap dönecek bilinmez mi?
Hesap dönünceye kadar beklemek te bu necîp milletin mâkus talihi olsa gerek!...
Milletle beraber, millet söylenirken biz söyleyerek ve başımıza gelecekleri bilmeze yatarak bekleyelim bakalım!
Gökten ne yağmış ta yer kabul etmemiş! "İster yağmur yağsın isterde dolu/N'idem ben ummana daldıktan sonra"
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 22, 2008

HÂRİS DOLMA KALEMLER !...

"Ergenekon Operasyonu kapsamında Cumhuriyet başyazarı İlhan Selçuk'un da gözaltına alınması, dikkatleri hayli sıkı fıkı olduğu Ahmet Necdet Sezer'e çevirdi. Aralarından su sızmayan Sezer-Selçuk ikilisinin Köşk'te neler konuştukları hep merak konusu oldu. STK temsilcileri ve hukukçular " ucu kime dokunursa dokunsun operasyonda sonuna kadar gidilmeli" görüşünde."(Vakit Gazetesi)

Ya Rabbi! Aklıma mukayyet ol!
Ülkücü-Devrimci olarak, sünnî-alevî olarak, Türk-Kürt olarak kutuplaştırarak birbirine kırdırılmak istenen millet, hiç bu kadar sert kutuplaştırılmamıştı!... Mücadele ederek geçirdiğim hayatımın hiçbir devresinde Devrimcilerden böylesine ürkmemiştim! Hatta şimdi nasıl özlediğimi bir anlatabilsem!...
Yoksa Deniz Baykal'ın tesbit ettiği gibi, AKP kendi derin devletini mi kuruyor?
Mevcût Cumhurbaşkanı, Başsavcı'nın kapatma iddiasında bulunuyor diye bir önceki Cumhurbaşkanı'na böyle saldırılabilinir mi aksi halde? Veya böyle saldıranlara, bu kadar müsamaha gösterilir mi?
Ya Rabbi! Millete sabır ve akıl ver!...
Hâlâ bu siyâset gerkoromencilerine milletin, "mazlûm" muamelesi yapacağı düşünülüyorsa, bu necîp milletin bu kadar aptal göründüğünü bir Aziz nesin, bir de bu AKP'liler mi görüyorlar!...
Fikirlerine oldum olası karşıydım İlhan Selçuk'un. Ahmet Necdet Sezer'in cumhurbaşkanlığından da hiç memnun olmamıştım. Ama "Gelen gideni aratır!" tarihi gerçeğine mecbûruz bu günlerde!
Ahmet Necdet Sezer'e, fikri yapısından dolayı, hazmedememiş gibi dururdum. Mevcût Cumhurbaşkanı'nın; hem siyâsi geçmişinden, hem fikri yapısından, hem geçmişte laiklikle ilgili düşüncelerini basından okuduğumdan, hem de günümüzdeki sert kutuplaşma ve kamplaşmalara sadece seyircilik yapmakla kalmayıp sanki destek veriyor gibi sessiz kalmasından dolayı hazımsızım!
Vakit Gazetesi ve o düşünce sahiplerinin mantıklarını da anlayabilmem mümkün değil! Korktum bu mantıksızlıktan!
Yanlış anlaşılmasın!... Korkum öyle tahmin ettikleri gibi bir korku değil! Yatmaya da eyvallah! Hem de taaa yatıncaya kadar yazmaya da!
Susarsam namertim. "Dönersem kahpeyim millet yolunda azîmetten." Dedikten sonra anlayamadığım ve korktuğum mantığa döneyim bir daha. İlhan Selçuk, 80 yaşın üstünde bir solcu ve yazar olarak, solculuğu bilinen Cumhurbaşkanı ile samimi görüşüyordu diye, çete mensûbu sayılmalı ve gözaltına alınmalı öyle mi?!...
Kardeşiiiiim! "Keser döner sap döner, bir gün de hesap döner." bilmez misiniz? Yarın bu devrân sona erdiğinde, mevcût Cumhurbaşkanı ile samimi görüşen gazetecileri de yeni iktidar mı çetecilikle ithâm ederek sorgulasın ve bu gazetecilerle samimi diye cumhurbaşkanı da çeteye mi dahil edilsin!
Allahınızı severseniz varsa mantığınızı, iz'ânınızı, vicdânınızı faaliyete geçirin artık...
Rüzgâr ekenin fırtına biçmesinden doğal ne var!
Ve vallahi yaptığınız ne taraftarlık, ne yağcılık, ne de yağdanlık! Yaptığınızla, savunduğunuzu göstermeğe çalıştığınız kişileri, millet nazarında çok garip hallere sokuyorsunuz!...
Hukuk, herkese lâzım Beğler!
Mülkün temeli, adâlettir adâleeeet!
"Adâletle merhâmet bir arada olamaz." öğretisini de zannederim hepiniz biliyorsunuz. Zulümle de âbat olunamayacağını da... Şimdi gerçekten taraftarsanız, savunduklarınızın hayrına olan bu akıllı, sağduyulu uyarıları yapın. Ve hemen, hem de zamanı daha fazla geçirmeden!...
Kutuplaşmış, kamplaşmış, birbirini düşman gibi gören milletin çatışmasından siz de, biz de, millet te, devlet te zarar görür!...
Vallahi Türkiye'den başka Türkiye yok ve Haçlı'dan asla müslümâna dost olmaz. Aklınızı başınıza toplayın!
Kaçanın da, kovalayanın da "Allah" dediğini görmeyecek kadar mı hırs bürüdü gözlerinizi? Bu kadar mı nefsinize yeniksiniz?
Sizi hâris "Dolma Kalemler" siziiiii !...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

ERZURUM'DAN MANZARA...

On yıldır kendilerine "Ulusal basın" adını koymuş, uzaktan kumandalı basına "Yaygın Basın" derim. Asıl ulusal yani millî basının, yerel basın olduğuna inanır ve söylerim. Asıl Millî Basın'dan bir dostum, Erzurum'un kanaat önderlerinden ve çekirdekten yetişme gazetecilerinden Selahattin ŞENER'in, tamamen millî duygularını, herkesle paylaşmak istedim.
Son olaylarla ilgili neden yazmadığı konusunda muhatap olduğu "mahalle baskısı"na cevap vermiş Sevgili Şener. Bir Erzurum tablosu koymuş ortaya ki Erzurum'u son seçimlerde "Demokrat Maskeli Kabadayı" Recep Tayyip Erdoğan, tulum çıkarmış, 7-0 kazanmıştı! Erzurum'dan manzaranın nasıl göründüğü, hem Türkiye'ye, hem AKP'lilere, hem de Recep Tayyip Erdoğan ve avânesine duyurulur.
"Ne lehte... Ne aleyhte yazmam... Zira İçinde neyim var... Yanlış anlamayın, şahıs olarak demiyorum. Halkın bir parçası olarak söylüyorum... Partiler kapatılmış; ya da açılmış... Bana ne!...
Bize ne! Bu güne kadar, beni, bizi adam yerine koyan bir parti oldu mu? Deniyor ki, 11 kişi toplanıp bilmem kaç milyon üyesi olan bir partiyi kapatıyor... Olur mu bu? Bu demokrasiye yakışır mı?
Diyen yok ki, bu milyonlarca üyesi olduğunu söylediğiniz partiler, milletvekili, belediye başkanı tespiti yaparken bırakınız halkın tamamını da, parti üyelerine soruyorlar mı? Hatta hatta, o partiyi kuran heyete soruyorlar mı? Kimi istersiniz? diye...
Ne gezer... Parti ayrımı yapmaksızın; liderler evlerine kapanıp işlerine geleni aday gösteriyor gelmeyeni de silip atıyor... Demokrasi denen şey bu mu?
Çoğulcu...
Katılımcı demokrasi...
Güldürmeyin adamı...
Konuşturmayın da...
Millet figüran...Talihi yar olanlar ise millete Sultan... O halde... Parti kapatılmış ya da açılmış...
Bana ne!...
Bize ne! Öyle ise, niye yazayım; neyi yazayım...
Demokrasiyi herkes ucu kendine değince terennüm ediyor... İmkan, fırsat eline geçince de amansız bir despot oluyor... Durum bu ise... Kimden yana olayım... Kimi, neyi savunayım... Demokrasi desem; bu kavrama haksızlık etmiş olurum... Sivil siyaset desem...

Siyasilerin kıyafetleri dışında sivil yanları mı var?
Tabi, işi bu noktaya taşıyan... Yani, Siyasi Liderleri amansız birer despot haline getiren dalkavukluk yapan “bir kısım HALK”... Putunu kendi yapan; ardından da dönüp o putlara tapan...
Fırsatını bulduğunda da, taptıklarını afiyetle yiyen halk...
Yani benim de parçası olduğum kitle...
Şuursuz yığınlar.
Bilmem anlatabildim mi? Niye yazmadığımı...
Neyi yazayım...! Niye yazayım... İçinde neyim var; içinde neyimiz var..." (20.03.2008 Erzurum Gazetesi)

İlâveten; "Yüreğine sağlık Kardeşim." den başka ne söylenir ki...
Bir de tekrâren Recep Tayyip Erdoğan ve avânesine duyurulur tabi!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 21, 2008

FIRTINAYA HAZIR OLUN !...

Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda azîmetten. Namık Kemal

Her uyandığımızda, yeni güne yeni gündemlerle giriyoruz! Rüzgâr fena esiyor ve rüzgâr ekilmeğe devam ediliyor!
Doğu Derinçek'i savunmam. O kendi yöntemi ve derin arkadaşları vasıtasıyla kendini savunur. Onu savunmak hem benim işim değil, hem de hayır getirmez çünkü onu savunmayı ben de hazmedemem...
Cumhuriyet gazetesini; fikren yüzde yüz zıt olmamıza rağmen bir fikir gazetesi formatında bulduğum için, Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına vârisliğe soyunduğu için, Cumhuriyetçiler ve 2.Cumhuriyetçiler arasındaki artık çok açık mücadelede safını net belli ettiği için savunurum ve savunacağım.
"Devlet Yanlısı Çete" ile, "Devlet Karşıtı Çete" arasında bir mücâdele varmış gibi gösterilerek birileri sindirilmeğe, bir yerlerden intikam alınmaya niyetlenildi sanki!
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın kapatılması istemiyle dava açtığı; iktidar partisi, Adalet Bakanlığı'nın atadığı bir başka Cumhuriyet Savcısı'nın tâlimatıyla, AKP muhaliflerine karşı yıldırma saldırıları başlattı!...
Hukuk, herkese lâzımdır Beğler!
Yarın size lâzım olduğunda hukuku ve hukuk adamlarını bulamama endişemizi, sizlerin menfaatine hatırlatırım.
Bu devletli millet, tarihi boyunca kimleri halletmiştir hatırlayın! "Sürünün selâmeti için alaca dananın katli vâciptir." fetvâsı ile kardeş kellelerini aldığını hatırlayın. Şeyh-ül İslâm Fetvâsı ve Padişah buyruğuna rağmen Milletin bağrına basarak kurtarıcı ettiği "Sarı Paşa"yı, "Gâzi Paşa"yı hatırlayın.
Bu devletli millet; Cumhuriyet ve kazanımlarından kolay vaz geçmez! Böyle saldırgan mazlumluk olmaz! Kaya kafa ile kırılmaz! Ateş yakar, su boğar hatırlatırım.
Bu devletli millet; padişahın ve şeyh-ül islâmın dualar ettiği ettirdiği işgâlcilere karşı bağrından çıkardığı "Sarı Paşa" ile yeniden efsâneleşir. Bu gerçeği hiç ama hiç unutmayın. Sizi sevenlere, size yalakalık edenlere, size alkış vuranlara dünyalıklarını verip, size muhalif olanlara saldırarak susturmaya çalışarak demokrat tarifi alamazsınız!...
Ya bu uygulamalara son verin, verdirin; ya adaletin ve güvenlik güçlerinin tarafsızca görevlerini yapmalarına izin verin, ya da önümüzdeki yerel seçimlerde eğer kapatılma davasından kurtulabilirseniz hesap vermeğe hazırlanın!...
Belki sizi incitecek, belki size çok hayali gelecektir ama dikkatli bakarsanız, sandığın dibi, yolun sonu görünüyor...
Bu millet; devletine sadakatinden, yasalara güveninden, Cumhuriyete olan samimi itimatlarından dolayı sessizce izlemektedir sizi bilesiniz. Yoksa sizin korkmadığınız, PKK'lıların korkmadığı, bölücülerin saymadığı, yerli işbirlikçilerin kaale almadığı uygulama ve yaptırımlardan, asla çekinmez!...
Binlerce yıllık mazisi, teamülleri ve yasaları olan bu millet; devletini, cumhuriyetini, "Sarı Paşa"sını size ezdirmeeeez!
"Ya devlet başa, ya kuzgun leşe ." derse, Demirci Efe'leri yeniden meseleye el koyarsa, devlet-millet düşmanlarına yeniden dünya dar olur bilesiniz ve bildiğinize de eminim...
Devletin derini olmaz. Olursa milletin derini olur ve milletin derini teyâkkuzda haberiniz ola!...
Bu memlekette cezaevlerinde, daha rahat siyâset yapılıyor biliyor musunuz? Bir şiir yüzünden yatılan dört aylık bir cezânın siyâsetteki yaptırımını, İmralı Hükümlüsü'nün yaptıklarını, yaptırdıklarını hatırlatırım. Siyaseti ya siyaset gibi yapın, ya da Cumhuriyet'in ve Devlet'in gâzâbına hazır olun. Derim de başka bir şey demem... Rüzgâr ekerseniz, fırtına biçersiniz!
Bu, aynı zamanda Devlet'in zirvesi ile Milletin derininin birliktelik manifestosu!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mart 20, 2008

HUKUKUN ZİRVESİ- MİLLETİN DERİNİ...

Devletin bekâsını, vatanın bölünmezliğini ve Türk Milleti'nin Atatürk'e ve Cumhuriyete sadÂkatini anlamakta sıkıntı çeken veya AB-ABD adındaki yüzyılımızın Haçlıları ile işbirliğini medenÎlik sayan yerli işbirlikçilerimiz; ısrarla ve hep bir ağızdan "Derin Devlet" sendromuna yakalanarak senaryolar üretmeğe başladıklarında, tepki vermiştim.
"Devlet; ya olur, ya olmaz. Devletin derini, sığI da olmaz. Olursa milletin derini olur, o da benim." diye kendimi tarif etmiştim birilerini incitmek için.
Abdala âyân olurmuş ya!
Şimdi hukukun zirvesi ile milletin derini, devletin devamlılığı adına aynı tarzda birleştik. Demokrasiye sığınarak, demokrasiyi araç edinerek ve bunu açıklayarak hükûmet edenlerle de farkımız, çok net olarak açığa çıktı. Niyetim asla kendimden bahsetmek, kendimi anlatmak değil hâşa!...
Ama hayatını "devlet-i ebed-müddet" inancına hasretmiş bir Türk ile, devlet olmanın olmazsa olmazı hukukun zirvesinin, olaylar karşısındaki benzer tavrını, herkesle paylaşmak istedim. Asıl mesleğimin edebiyat öğretmenliği olduğunu hem dostlarım bilirler, hem de bir iki kere söylemek lüzûmu duymuştum. Eşim de emekli bir sınıf öğretmeni. Karı-koca bilhassa eşim hamdolsun becerebildiğimizce ibâdetimizi yaparız. Eşim, öğretmenliğinde de taatinde bir müslîme idi. Başını bağlayarak evden çıkar, okulda öğrencileriyle öğretmen kıyafet ve formatında mesaisini yapar, okul çıkışında da başını bağlayarak sokağa çıkardı. Eşimin başörtüsünden ne rahatsız olan, ne de şikâyetlenen olmadığı gibi meslek hayatında iki kere de yılın öğretmeni seçilerek maaşla ödüllendirilmişti.
Sonra Çocuklarımız büyüdü. Torunlarımın annesi olan hukukçu gelinim, öğrenciliği süresince tesettürlüydü. O zamanlar böylesine kutuplaşmalar olmadığı için de hiç bir rahatsızlık duymadan okudu. Son sınıfa geldiğinde staj zamanında, bu türban üzerine oluşturulan çekişmeler başladı. Ailece ne yapacağımızı düşünmeğe başladık. Gelinim hayatı boyunca, dîni siyasi malzeme edenlere hiç sıcak bakmamış birisidir. Sadece dinin gereği diye örtünüyordu. Stajı söz konusu olunca, benden yardım istediler. Öğrencilik yıllarımdan dostum olan savcıların görev yaptığı yerler vardı. Rica etsem çocuğumun stajına belki göz yumarlardı. Önce böyle yapmayı düşündüm ama sonradan vaz geçtim. Benim gibi arkadaşlarımda çocuklarını tanıdık savcılarımızın olduğu yerlere gönderirsek, savcı dostlarımızın istikballeri ile oynamamız söz konusu idi. Buna kıyamaz ve cesaret edemezdim. Gelinimi çağırarak; "Kızım tesettür Allah emridir doğrudur. Ulü-l-emr'e uymak ta din gereğidir. Şimdi tercih senin. Ya örtüneceğim deyip evde oturacaksın, oğlum ve ben sana da bakarız inşallah. Ya da hukukçu kıyafetinde stajını yaparak hukukçuluk yapacaksın." demiştim. Gelinim biraz zorlansa da, incinse de hukukçu kıyafetinde ve başarılı bir hukukçu. Mesleğini yapmadığı zamanlarda da dinin emri gereği kıyafetine giriyor.
Basında ve medyada iki gündür yargıtay Başsavcısının sekreterinin başörtülü olduğu, bir suçmuş gibi veya Savcı'nın bir açığıymış gibi sunuluyor! Oysa, bahse konu hanfendi, işine gelinceye kadar tesettürlü, iş saatinde ve görevi başında yasaların emrettiği kıyafette ve mesaisi bittikten sonra da yine inancı gereği başını örterek işinden çıkmakta.
O sekreter Hanfendiyi de, sekreterinin inacının farkında olarak görevine müdahele etmeyen Cumhuriyet Başsavcısını da bütün kalbimle tebrîk ediyorum. İşte inançlı-imanlı cumhuriyet kadını bu...
Birinci müttefik(!)imiz ABD'nin ve İngiltere'nin işgâlindeki Irak'ta; kadınlar örtünseler ne yazar, örtünmeseler ne yazar? Tesettürlü müslüman kadınlara nasıl tasallut edildiğini haberlerden hep beraber izliyoruz. Hep berâber öfkeleniyoruz değil mi?!
Muhteşem Türk Atatürk'ün, Türk kadınlarına tanıdığı hürriyetin farkında olmayanları, günün birinde emekleri mutlaka çarpacaktır emînim.
Cumhuriyet ve kazanımları, ya devam edecektir, ya da devam edecektir!...
Yasaksa yasak, yasaysa yasa, parti kapatılması ise çare, ne ise o!...
Bu işin lamı-cimi yooook!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN SÜTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

GÜN OLA, HARMAN OLA...

Bir hatıram: Kadim Dostlarımdan ve şimdi ona her hatırladığımda Fâtiha ikrâma borçlu olduğum Erzurum Eski Valilerinden rahmetli Oğuz Berberoğlu ile memleket meseleleri hakkında saatlere varan sohbetlerimiz olurdu. Rahmetli Berberoğlu, vasıflı bir Türk Milliyetçisiydi. Ben de o dönemlerde Ülkü Ocakları Dergisinde yazıyordum. Bir ara yaklaşık 4-5 yazımı; "Ya ülkücüler devletleşmeli, ya da Devlet ülkücüleşmeli." diye bir sloganla bitirmiştim. Bu, benim Turan öncesi yakın hayâlimdi ve hâlâ hayâlim. Yine bir yazım sonrası; Rahmetli Berberoğlu, Emniyet genel Müdürlüğü'nden üst düzey bir bürokrat ve MİT yetkililerinden biri ziyâretime geldiler. MİT Yetkilisi'nin elinde rulo edilmiş bir Ülkü Ocağı dergisi vardı. Yazımla ilgili bir sohbet olacağı belliydi ama, ben ne yazdığımı hatırlayamıyordum. Sohbetimiz başladı. Yanılmamıştım yazım ve yazılarımla ilgili tesbit ve tavsiyeler yapılıyordu. Bir ara MİT yetkilisi, yazılarımı bitirdiğim sloganla ilgili, aba altından sopa göstererek uyarı amaçlı rolü ile; "Hocam, çok çıplak yazıyorsunuz. Biraz üstü kapalı yazsanız.." gibisinden bir uyarı yaptı. İlgilerini çeken ve onları rahatsız eden; "Ya ülkücüler devletleşmeli, ya da Devlet ülkücüleşmeli" sloganımdı. Ben de; "Beyfendi; MİT olarak yıllardır yaptığınız takip ve sorgulamalarla artık ülkücülerin koltuk altlarındaki kıl sayımızı bile biliyorsunuz! Bizim hiç saklı ve illegal bir davranışımız olmadı olmayacak. Düşüncelerimizi de bu yüzden çok açık ve Türkçe olarak ifâde ediyoruz. Türkçemize idealin karşılığı olan ülkü kelimesini hediye eden Atatürk'tür. Dolayısıyla Ülkücülüğün de isim babası, o Muhteşem Türk'tür. Bu kavramları karşılayacak başka kelimeler olmadığı için başka türlü yazabilmem mümkün değildir ve mümkün olsaydı da başka yazamazdım. Çünkü bu, benim ve her ülkücünün siyâseten hedefimizdir. Siz yani MİT ne kadar bizi tanıyorsanız artık biliniz ki biz de sizleri tanıyoruz. Ve bütün bürokratik makamlara hazırlanmış ehil ülküdaşlarımız mevcuttur. Hatta sizin yerinize bile hazır ülküdaşlarımız mutlaka mevcuttur. Milletle devleti barıştırma adına lütfen birbirimize muhabbetli olalım." demiştim.
O tarihlerde Başbuğumuz, dünyasını yeni değişmiş, Başbuğsuzluğa alışmaya çalışan bütün Ülkücüler, kendilerini millete ve Başbuğ'a borçlu sayarak canhıraş bir seçim süreci yaşamıştık. Ki o sürecin sonunda da %18.5'luk oy tecellî etmişti.
Ama bizler; %18.5'luk oyu yeterli saymayıp daha fazlasını alabilmek için ne yapabiliriz diye beyin patlatırken, vurgunumuzu teşkilât içinden yiyerek dağıtılmaya-dağılmaya başladık!... Siyâseti, demokrasi ve Cumhuriyet kazanımlarını kişisel çıkarlarına araç olarak kullanan kurnazlar, bizim de içimize sızmışlar ve varmış ki, Ülkücü Hareket başarılı çıktığı daha büyük başarılara hazırlandığı bir seçim sürecinden sonra, kısır çekişmelerle dağılmaya başladı!
Fotoğraf karelerini yerli yerine oturttukça, tamamen hatta tek millî hareket olan Ülkücü Hareketi, kimlerin hedef aldığını ve neler yaptığını çok açık olarak görmeğe başladık.
Rahmetli, Sevgili ve her geçen gün yokluğunu biraz daha net ve can acıtıcı olarak hissedeceğimiz Mehmet GÜL'ümüzün cenâze merâsiminde, fotoğrafımız nerdeyse tamamlandı. GÜL'ümüz, sessiz vedâsı ile bile, yeri yerinden oynatmıştı! Koltuklarından kalkmayanları kaldırmış, karargâhlarından çıkmayanları çıkarmıştı. Artık Mehmet GÜL konuşamayacaktı ya! Ne yapılırsa kârdı ya!
Ama Sebahattin ÖNKİBAR diye, gazetecilik formatlı bir kuvvetli hâfızanın var olabileceğini herhalde hesâba katmamışlardı!
Rahmetli GÜL ile o randevu taleplerini ve ne kadar incindiğini bizzat iki kere ve epey süreli sohbet etmiş, birbirimizi tesellî etmiştik. Ama o incinmiş halimizle bile "Bütüne zarar vermemek" adına, becerebildiğimizce duyurmama kararı almış, kendimizi tesellî adına, randevu vermeyene ma'zeretler icat etmiştik!
Bütün ülkücülerin, akl-ı selimle, sağ duyu ile bu randevu talebini ve kabul edilmeyişini yargıladıklarını biliyorum. Aldığım telefonlardan, aldığım iletilerden biliyorum. Ne yapacağımızı da biliyoruz Ülkücüler olarak.
Tabi ki vakt-i zamanında!...
Gün olaaaaa, harman ola!...
Kendine yapılan iyiliği de, kötülüğü de unutan insan, eksiktir...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 19, 2008

SESSİZCE ALKIŞLIYORUM !...

"Hizmet için seçilenler; kavga çıkması, gerginlik olması için olaylara âdetâ çanak tutuyorlar! Çok net iddia ediyorum; partinin kapatılmasını, en çok siyâsîler istiyor! Yoksa bu kadar ahmakça politika güdülemezdi!" Cemil ÇİÇEK
Son on yılımızı hatta onlarca yılımızı, hele hele son bir haftamızı, bu kadar güzel târif edebilen başka bir siyâset adamı tanıyan varsa Allah aşkına söylesin!... Hükûmet Sözcüsü, Başbakan Yardımcısı, Cemil ÇİÇEK'in bu sözlerine itiraz edecek kimse çıkabilir mi?
AKP'nin ve Recep Tayyip Erdoğan'ın yerinde olsam, her konuda sadece Cemil Çiçek'in konuşmasına izin verir ama sadece iktibaslarla yani alıntılarla konuşmasını söylerdim! Çünkü iktibaslarla konuşulduğunda en fazla 4 ay falan ceza alınıyor! Sonra da "Babalar gibi" mazlûm rolüne yatılabiliniyor!
Her ne kadar BOP Eş Başkanı olsalar da, her ne kadar "Babalar gibi" satıcı olsalar da, her ne kadar milletten aldıkları oy oranında millete küfrediyor olsalar da, bu adamlar bizim! Kendileri, Atamız'ın mânevî huzurundaki saygı duruşunu; "Sap gibi dikilmek" diye yorumlayınca, demokrasiyi amaç değil araç olarak gördüklerini söyleyince, partileri kapatılıyor! Ama Cemil ÇİÇEK'in ağzından, Neyzen Tevfik'ten iktibasla; "Bana yar olmayan dört mevsimin bahârını..." diyebilirler pek âlâ ve Ziya Gökalp şiiriyle yaşadıkları mazlûmiyeti bir daha yaşayabilirler belki!...
Tarihin çok garip tecellîleri oluyor bâzen. Bâzen amaçlara ulaşmak için kullanılan araçlar, başa belâ olabiliyor! Bâzen çekiç olup parmağı acıtabiliyor, bazen de "loğ taşı" olup insanın kafasına düşebiliyor bu demokratik araçlar!
Şimdi Recep Tayyip Erdoğan'ın tarif ve söylemiyle; demokrasi adındaki, hukuk adındaki "Millî Görüş'ün egemenliği aracı", loğ taşı olup bacadan AKP'nin başına düştü! Hadise bu!
Öyle kapatılacak parti falan yok!
Sadece demokrasiyi, laikliği, Atatürkçülüğü, Cumhuriyeti amacına ulaşmak için araç olarak kullanan Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının, siyâsetten tasfiyeleri söz konusu. Ben söylemiyorum, millet söyleniyor Vallahi...
Çanakkale'de, 253.000 kişi şehîd olarak vatanlaştırdığımız, muhafaza ettiğimiz topraklarımızı "Babalar gibi" satan ve satacağını söyleyenlerin tasfiyeleri söz konusu.
Doğrusu Allah emri olan tesettürün adını "türban" ederek üniformalaştıran, milleti çift kutuplu bir hale -Allah(c.c.) adıyla kandırarak- getirmeğe çalışan, bu arada Haçlı istiyor diye, AB istiyor diye "zina"yı suç olmaktan çıkarabilenlerin siyâsetten tasfiyeleri söz konusu.
Kadına seçme-seçilme hakkını Avrupa'dan bile önce vererek, kadını gerçek hayata sokan, bu hakla bütün İslâm ülkelerinde kadının okutulmasına, iş sahibi olmasına izin verilmesini sağlayan Muhteşem Türk Atatürk'e din adıyla saldıran takıyyecilerin siyâsetten tasfiyesi bu işlem.
Önce, yani olayı ilk duyduğumda estirilen rüzgârın etkisine kapılarak ben de partilerin kapatılmasına karşıyım demiştim! Ki hep karşıydım, hep karşı olacağım. Ama ne AKP, ne de DTP, parti felan değiller! Her ikisi de bölücülüğü şiar edinmiş birliktelikler. "Ergenekon Davası"nın, "Devlet Yanlısı Çete"lerin intikamına muhatabız diyebilecek kadar karşıt çeteler! Adından görevi belli olan "Cumhuriyet Savcısı"nı, çetecilikle suçlayabilecek kadar paniklemiş çeteler!...
Bu çeteler de mutlaka ama mutlaka tasfiye edilmeli...
Başka türlüsü olsa devlet olarak kalınmaz...
Başka türlüsü olsa, devlet olarak kalmak için, toprakların vatan kalabilmesi için şehîd olacak Kınalı Kuzuları bulmak mümkün olmaz...
Kapatılan, kapatılması istenen parti falan yok! Birisi etnik bölücülükle, diğeri dinî söylemlerle ve Haçlı'nın desteklemesiyle ayakta duran, millî bütünlüğümüzü hedef almış oluşumların siyâseten, siyâsetten tasfiyeleri yapılmak istenen...
Demokrasiyi tanıyan ve hazmeden herkesin de bu Cumhuriyet yaptırımını, sessizce alkışlayarak izlemesi gerek...
Sessizce, çünkü; "Yargıya intikâl etmiş konularda konuşulmaz." diye, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan söylemişlerdi!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 18, 2008

BEN, AKP'YİİİİM !...

Hürriyet istiyorum. Hem de sınırsız!
Bana yan bakacak gözleri oyacak yasalar istiyorum! Bana uzanacak dilleri kesecek kadılar, bana uzanacak elleri yok edecek yasal fedâiler istiyorum!
Ben küfrettiğimde gülmeyecekleri, ben azarladığımda başını eğip gitmeyecekleri ezecek; bana oy verdi diye iş yerinin özelleştirilmesine karşı çıkan işçiyi, kışın soğuk ve tazyikli su ile ıslattırdığımda yeri yumruklarsa yok edecek güvenlik güçleri istiyorum!
"Sayın öcalan, aldığı kellelerin hesabını ödüyor." dedim diye; bölücübaşının sayınlığından, şehitlerin kelleliğinden rahatsız olanları susturacak, sayın yasa adamları istiyorum!
Şehit olan çocuğuna içi yanarak "Vatan sağ olsun!" dedikten sonra siyâseten yapılacakları soran şehit yakınlarına; "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." dedim diye, mesane rahatsızlığı olan zavallı oğlumun neden askerlik yapmadığını soranları, zavallı çocuğumun sade düğününü çok görenleri Irak'ın kuzeyinde görev yapmaya gönderecek sayın komutanlar istiyorum!
Karda kışta, eksi 20 derece soğukta can siperane görev yapan Mehmetçiğimizi, daha fazla üşümesin diye ABD'nin isteği ile geri çektim diye bana sual edenleri, kesinlikle susturacak Sayın Savcılar istiyorum!
AKP'den başka bütün partileri kapatacak kadar, %46.5 oy alan siyâsetçileri ölene kadar zirvede tutacak kadar demokrat ve sayın Savcılar istiyorum!
Demokratik hakkımı kullanarak, fısıltıyla zavallı-mazlum rolüne yatarak aldığım oylarla sağladığım meclisteki gücüme soru soranları cezalandıracak kadar demokrat ve sayın savcılar istiyorum!
Başbakanlığa kadar yükselmiş birini Parsadan diye sıradan birinin kandırdığı bir ülkede, biz vatandaşın ancak %46.5'unu kandırabildiğimiz için üzülürken, önümüzdeki yerel seçimlerde %60'ını kandırmaya hazırlanmışken önümüze demokrasi adıyla, laiklik adıyla engel çıkarmaya çalışanları asacak-kesecek demokratik, sayın savcılar istiyorum!
Ben kızarsam surat asanları dövecek, ben hakaret edersen bozulanlara küfredecek, mazot ve gübre isteyen çiftçilere 'Gözünüzü toprak doyursun!' diyebilecek, sıradan maaşlı biri iken beş yıllık bakanlığında oğluna 600 dairecik kadar gelecek temin edebilecek kadar liyakatli, bana ve partime dil uzatan Yargıtay Baş Savcısına saldırabilecek kadar deneyimli -eski devrimci olmasına rağmen- sadakatli, yalaka siyasetçileri koruma altına alacak sayın savcılar istiyorum!
Demokrasi de, hukuk ta, laiklik te, cumhuriyet te, Atatürk kazanımları da, Anayasa da, ceza yasaları da, eğitim de, sağlık ta, sosyal kurumlar da, bana ve bize uymuyorlarsa, türban takmıyorlarsa kapatılsın istiyorum!
Çünkü her sıkıştığımda ben de Atatürkçüyüm!
Çünkü ben demokratım.
Çünkü ben üstelik ılımlı müslümanım.
Çünkü ben, vatandaşın %46.5'unun oyu ile kazandığım güçle ona küfrederim.
Çünkü ben, bana oy veren işçiyi eksi 15 derecede soğuk suyla yıkayarak aklını başına getiririm.
Çünkü; "Güüüüüüüç ben de artıııııııık! Ben, ReTeEe Man'iiiim!Yarın yasaları da istediğim şekle sokayım görürsünüz!"
Muhalefet, hukuk-mukuk, cumhuriyet-mumhuriyet bana vız gelir! Demokrasinin de amacıma ulaşmak için araç olduğunu, yıllardır söylerim. Bekleyin göreceksiniz!
Çünkü ben, AKP'yim!...
Çünkü beeen, Mücahid Erbakan'ı bile alaşağı edebilecek kadar Milli Görüş Gömleğini çaktırmadan çıkartabilecek kadar usta bir takıyyeciyim!
Üstelik te; Siirtliyim, Rizeliyim, Kasımpaşalıyım ve asla hiç bir zaman Türk değilim...
Beeeeeen, "dün neysem, bugün de oyum."
Bütün bu özelliklerim yüzünden de Başbakanım, Başbakaaaaan!...
Şimdi AKP'li olmak varmış anasını satayım!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 17, 2008

BAĞA GİRDİM BAĞ BUDANMIŞ...

Seksenindeki Annem'in ağırlaşan hastalığı yüzünden, Mehmet GÜL'ümü uğurlamaya gidemedim! Yüreğimi emaneten ülküdaşlarıma vererek GÜL'ü uğurlamaya gelenlerin ayaklarının altına atmalarını rica edebildim ancak. GÜL'üm, mazeretimi önceden biliyordu. Niye ona el sallayamadığımı veya el salladığımı, niye gösteremediğimi biliyordu. Halimi de gördü biliyorum. Benim ona çâresizce ağladığımda, bana nasıl güldüğünü de biliyorum. Allah(c.c.), taksirâtını affetsin.
Mehmet Gül, ülkücü hareketin gülü idi. Rengine, kokusuna doyulmayan çiçeğinin inadına çok can acıtan dikenleri vardı! Bizler de, ülkücüler de birilerini incitmek istediğimizde Gülümüzün de canını acıttığımızı bile bile, bir dikenli dalını alırdık elimize!... O, dikenli gül dalını salladığımızda köpekleri korkuturduk, hainleri sindirirdik, dolma kalemler'in korkudan dudaklarını kuruturduk, Karen Fogg çocuklarını geldikleri yere kadar kovalardık...
Çok ama çok etkiliydi Gülümüz'ün dikenli dalları...
Azrail tarafından, mevsiminde ama biraz insafsızca budanan GÜL Bahçemizden bir dal daha almak istiyorum elime! Dikenleri en uzun olan dalı almam lâzım. Çünkü bu sefer sadece korkutmakla kalmayıp bazı gözlere Gülüm'ün dikenini batırmak istiyorum!
"Dolma Kalemler"in yığınağı bir 'Yaygın Basın'da, adını da vereyim bedavadan reklâmı olsun! "Taraf" adındaki gastecikte bir demokratik(!) kampanya başlatılmış! Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'na, Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'yı, 'Görevi Kötüye Kullanmak' suçlamasıyla -gûya- bir şikâyette bulunulmuş! Adamlar taraf ve mazlûmlar ya! Her yerlerinden, hatta mürekkep dolu haznelerine rağmen uçlarından da fışkıran yağların görülmediğini zannedecek kadar kurnazlar ya!...
Taraf olduğumuzu; devlet-i ebed-müddet'ten yana, milletten yana, Cumhuriyet ve Atatürk kazanımlarından yana olduğumuzu, aklımız kesti keseli haykırır dururuz. Bir daha tekrâren bir şikâyette de biz bulunalım.
Ama biz, doğru adrese şikâyet edeceğiz. Şikâyetimizi; bu yağdanlıkların ve yalancı, takıyyeci siyasîlerin 'dolma kalemleri' sayesinde huzûru elinden alınmış milletimize yapacağız.
Milletim;
Başsavcı, size; "Ananı da al git!" diye hakaret eden, seçimlerden seçimlere Allah(c.c.)'ı, Kur'an'ı, Peygamber(s.a.v.)'i hatırlayan, sizi Allah(c.c.) adıyla kandırmayı meslek edinen, Haçlı ile birlikte Büyük Ortadoğu Projesi'nde eş başkan olarak görev alabilecek kadar satıcı ve işbirlikçi olan, Cumhuriyetin kazanımları bütün millî yatırımlarımızı Haçlılara 'babalar gibi' satan, şehîdimize 'kelle', bölücübaşı haine 'sayın' diyen, türban adını koydukları bir siyasi üniforma ile milleti ikiye bölüp kendi çocuklarını 'Sam Amca'sının huzurlu kucağında okutan, millet açlık davasındayken 'çürük raporlu' çocuğuna dünyayı kıskandıran düğün yapabilen, çürük çocuğuna gemicikler hediye edebilen yalancıyı yargılasın diyeeee, Anayasa mahkemesi'ne dâva açtı... "Taraf" adındaki Dolma Kalemler'in demokratlığı tuttu! Canları acıdı ya!
Şimdi ben de, sizden taraf olan bir kalem olarak, size şikâyetleniyorum. Artık bu takıyyeciler analarını da, çürük oğullarını da, babalar gibi satanlarını da, 600 dairecik yatırımı olan yandaşlarını da, hatta Köşk'e çıkardıklarını da alsınlaaaar ve dizinin dibine çömelerek resim çektirdikleri teröristin yanına gitsinler!...
"Şeriatın kestiği parmak acımaz." demez miyiz biz? Yani yasaların kestiği parmak acımaz değil mi? Bağbanın budadığı dal da acımaz değil mi? Şükürler olsun ki Temel'in, kırık olduğu için neresine dokunursa canının yandığı ve geç teşhisten dolayı kangren olmuş parmağını, yasalar gereği tabip kesecek ve sağlıklı beden de artık acı çekmekten kurtulacaaak!...
Suçlular cennetine çevirdikleri bu Cennet vatanımızda mevsim gereği, budama başladı. Ve milletin gözüne batacak derecede de uzamışlardı bu meyvesiz-gölgesiz kavak dalları!...
"Bağa girdim, bağ budanmış."
Ooooooh be!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazar, Mart 16, 2008

AKP'Lİ OLMAK VARMIŞ ANASINI SATIYIM !...

Heeeeey! Olmadııı!
Orda dur Recep Tayyip Erdoğan! Bülent Arınç, sen de dur hele!
Parti kapatmak çözüm değil derim! Partiyi kapatmaktansa kişileri suçlayın, kişilere yasak koyun ve partiyi millete bırakın derim. Derim demesine ama, Anayasamız'da böyle bir uygulama yok! Ve sizler de darlandığınız zaman arkasına sığındığınız, amaç değil idealinize ulaşmak için araç olarak gördüğünüzü yıllarca söylediğiniz demokrasinin, size tanıdığı hakkı kullanarak bu işleri anayasada halletmediniz!
Niye mi? İşte bu günler için değil mi?!
Siz isterseniz %70 oy alın! Bu size ve hiç kimseye yasa tanımama kabadayılığı, derebeyliği, yasal eşkiyalık hakkını vermeeez! Babalar gibi satamazsınız! Resmî törenlerde "sap gibi durmak" diye adlandıramazsınız Atamız'a saygı duruşumuzu! Cumhûriyet ve Atatürk kazanımlarına küfredemezsiniz! Ki, İslâmi açıdan da baksak bu tavır yasaktır. Çünkü Allah(c.c.), "Putperestin putuna sövmeyiniz çünkü o da döner sizin Allahınıza söver." diye âyetle uyarmıştır müslümânı...
Şahsen ben parti kapatılmasına karşıyım. Çünkü mevcût yasalarla kapatılan partilerin yerine hemen yenisi ikame ediliyor ve mazlûm edâlarıyla biraz daha güçleniliyor! Çünkü, sizin mensûbiyetini hiç söylemediğiniz bu asîl Türk Milleti, ezilene kucak açar hep!...
Heeeey! Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve benzer ifâdelerle vatandaşı yasaya karşı kışkırtan gayr-ı samîmiler; Başbakanı Parsadan'ın kandırdığı bir samîmi ülkede, siz vatandaşın yüzde kırkını kandırdınız diye haklı konumuna geçemezsiniz! Sizler, birer duygu sömürücüsü, birer siyasi yalancısınız! Oy aldığınız millete verdiğiniz hangi sözünüzü tuttunuz ki millet, bir daha size acısın?
Gündemi yıldırım çarpmışça değiştiren bu kapatılma olayının açıklandığı saatte Türkiye'nin gündeminde ne vardı? Beş milyon işçi sokaklarda değil miydi? Bu beş milyonu üçle çarptığımızda onbeş milyon oya tekabül etmez mi? Siz kandırıp oy aldığınız bu işçileri, eksi 10-15 derecelik soğuklarda tazyikli su ile yerlerde paspas ettirmediniz mi? AKP'ye oy verdiği için yerlerdeki işçi öfkeden çatlamıyor muydu? Aynı saatlerde bir başka vilâyette, bölücü miting yapanlara ise zor kullanılmasın diye güvenlik güçlerine talimat vermediniz mi?
Milletin ve benim kızgınlığımız, partinizin kapatılmasına değil, yanlış anlamayın! Dava açılacağının açıklandığı zamana kızıyoruz!
Olmaya; askerle dövüşüyordunuz birden bire muhalefet partileriyle orduyu başbaşa bırakarak kenara çekildiğiniz gibi, yargıyla dövüşü başlatıp sonra sizi savunmayı muhalefete mi ihale etmeye soyundunuz?
Şimdi muhalefet; "Partileri kapatmak demokratik değildir." dese, sizi savunmuş olacak! Sessiz kalsa bu sefer de siz pusuya yatarak;" Gördünüz mü, bizden başka demokrat parti yok o yüzden kapatılıyoruz!" demeyecek misiniz?
Partinizi her kapattırdığınızda, kapatılan partinize hazineden yapılan trilyonluk yardımı cebellezîne ettiğinizde de aynı taktiği uygulamamış mıydınız?
Hele duruuun!...
Beyt-ül maldan iç ettiğiniz trilyonun hesâbını vermeden kandırdığınız milleti, bir daha kandırabileceğinizi mi zannediyorsunuz? Türban adını koyduğunuz başörtüsünün altından nasıl çıkacağınızı bile bilemeden yeniden mazlûm rolüne yatamazsınız? Yemez artık millet!
MHP ve Devlet Bahçeli nasıl türban oyuncağınızı elinizden alarak patlamaya hazır bomba olarak kucağınıza bıraktıysa, bu memleketin yetişmiş, demokrat, siyâset adamları, bu mazlumluğunuzu da pimini çekerek bir bomba halinde kucağınıza bırakacaktır!...
Size göre; asker suçlu, millet gibi değil, dinsiz; devletin bütün kurumları size karşı olduğu için yanlış, DTP'yi kapatırken yasalar yasa, geçerli ve âdil ama sizi kapatınca âdil değil öyle mi? Bu memlekette onlarca yıldır neden sadece bölücülerin ve sizin partileriniz kapatılır?
Bu millet artık bunu sorgulamayacak mıdır zannediyorsunuz?
Yapacaksınız, yanınıza kâr kalacak öylemi?
Millete küfredeceksiniz, askere hakaret edeceksiniz, şehide kelle bölücü başına sayın diyeceksiniz ve cezalanacaksınız, cezayı hazmedemeyerek küçümseyeceksiniz yasalara hakaret edeceksiniz, sendikaları görmezden geleceksiniz, işçiyi kış günü tazyikli suyla yerlerde sürükleteceksiniz, babalar gibi satacaksınız, Muhteşem Türk Atatürk'e söylemediğiniz söz kalmayacak, memuru ve işçiyi emeklilik adıyla ölene kadar çalışmaya mahkum edeceksiniz, hastalara zulüm-sağlara işkence edeceksiniz ve yasalar size bir şey yapmayacak öyle mi?
Vay anasını be!
Bu cennet vatanda AKP'li olmak ta varmış anasını satıyım! Hiç bir şey yapamasan Köşke çıkar ve devlete kafa tutarmışsın!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

SON SEFERE UĞURLARKEN...

Yarı canlı olmak bu olsa gerek!
Çok uzaklardan birileriyle aynı anda, aynı tazyikte, aynı acıyı paylaşmak ta bu olsa gerek!
Mesâfeyi yok saymak, yüzlerce kilometre uzakta tek başına ağlamana rağmen uzaklardakilerin gözyaşlarını silebilmek, gözlerini uzaklardakine sildirebilmek bu olsa gerek!
Târif ederken kolay gibi geldiyse, bana ne mutlu; "Yooook! olmaz böyle bir şey!" diyorsanız hakkınızı helâl edin Ülküdaşlarım!
Sizlerin aranızda değilim ama sizlerleyim!
Sizlerle beraber boğazımı yırtarcasına, üç kere; "Helâl olsun! Helâl olsun! Helâl olsun!" diye haykırdım! Duyamadıysanız Vallahi cemaatin kalabalıklığındandır şükrolsun! Beni aranızda göremediyseniz de Vallahi kalabalıktandır!
Türkiye'nin her yerinden haklarını helâl edenleri duyuyorum. Türkiye'nin, dünyanın her yerinden, "Ülkücüyüm" diyen, "Devrimciyim" diyen karakterli herkesin bildiği duaları Gülümüz'e gönderdiklerini biliyorum.
Türk Milleti'nin değişmez ve değiştirilemez özelliği olan; elindekinin elindeyken kıymetini bilememe özelliği bir daha tezâhür etti! Sağlığında kızan, öfkelenen, gönül koyan, öç almak için fırsat kollayan herkesin, şu anda Mehmet GÜL'ü aramaya başladıklarını biliyorum!
MHP Genel Başkanı Dr.Devlet BAHÇELİ'ye, Sağlık Eski Bakanı Osman DURMUŞ Ülküdaşlarımıza da Büyük Elçiliği haberdar etmelerindeki ve gereken ilgiyi sağlamaktaki hassasiyetlerinden dolayı sonsuz teşekkürler. Teşekkür edilsin diye yapmadılar biliyorum ama, teşekkürsüz de eksik olur...
Artık kimseye, hele hayatında bir kere bile olsa "Ülkücüyüm" demiş hiç kimseye ne kırgınlığım, ne de kızgınlığım yok hâşâ...
Her ikisi de, bu davranışlarıyla duyan bütün Ülküdaşlarımızın kırgın gönüllerini aldılar. Bu kadar birbirimize yakınken, bu kadar birbirimizle ilgiliyken, bu kadar birbirimize benzerken neden bu hasretler?
Neden bu uzak kalışlar, neden bu uzaklıkları yok edebilecek kadar sevgiyle dolu yüreklerin birbirine kapalı tutuluşu? Artık açılsa da oluuuuur, açılmasa da!...

Dualarda gönlümüz
Susmasın bülbülümüz
Sen yuvana ulaştın
Güle güle GÜLÜMÜZ...

Hevesimiz kırıldı
Nefesimiz kısıldı
Diller Hakk'a asıldı
Rahat artık GÜLÜMÜZ...

Doğmuştu ölmek için
Gül idi gülmek için
Küslüğü silmek için
Öldü sanki GÜLÜMÜZ...

O ölmedi dirildi
Son sefere verildi
Gönüllere serildi
Kokusuyla GÜLÜMÜZ...

O zâten Sen'inleydi
Cihâtta dîninleydi
Emrine boyun eğdi
Ya Rab! Sen'de GÜLÜMÜZ...
Ülkücü Türk Dünyası'nın, Turan seferindeki Kur'an sevdâlılarının, Gül ailesi'nin, Çocuklarının, Eşinin, Ailesi'nin ve Dostları'nın başımız sağ olsun. Allah(c.c.), bütün sevenlerine sabırlar versin...
"İnna lillâhi ve inna ileyhi râciûn."
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 15, 2008

EŞİM, SENİ SİNE SİNE SÜREN KİM?

Duygularımı tarif edemiyorum!...
Elbette her devletin, her sistemin kendini koruma refleksi, kendini koruma yöntemi olmalıdır ve vardır. Bu koruma, korunma refleksi ne kadar milletinkine benzerse o kadar millÎdir diye düşünüyorum.
Yüzde kırkyedi oy aldığı için kendilerini güçler üstü güç gören AKP'liler, yanlıştaydılar! Yanlış yapıyorlardı! Bu yanlış ve ısrarcı davranışları ile de milletin yüzde elli üçü ile, nerdeyse selâmı-sabahı kesmişlerdi! 1960 öncesinin birbirine tahammül edemeyen iki kutuplu Türkiye'sine doğru, hızlı bir gidiş vardı.
Bu sessiz ama can inciten kaos içinde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin destansı kahramanlığı kaynadı gitti! Beceren nasıl becerdiyse; Türk Silahlı Kuvvetleri ile Türk milliyetçilerinin siyâseten adresi tarifli MHP ve Atatürk'ün kurduğu parti olan CHP, kavgalı hale getirildi!
Türk Silahlı Kuvvetlerini savunmak AKP'ye düştü!...
Savaş vardı, ekonomik kriz geldim-geliyorum diyordu, ABD'nin en yetkili diplomatları Türkiye'de sabah kahvaltılarına, ikindi çaylarına geliyorlardı! PKK ile masaya oturun telkinleri, dayatmaları başlamıştı! İran, yıllarca savaştığı Irak'a ziyaret yapıyordu. Rusya yeniden kendini toparladığını belli edercesine ABD'ye ve yandaşlarına kafa tutuyordu. Genel Kurmay Başkanımız, Afganistan'daki teröristlerin nükleer silah edindiklerinden falan bahsediyordu. Sınır içinde ve sınır ötesinde sıcak çatışmalar devam ediyordu ve ediyor! Bizimkilerse, siyâsilerimizse türbanla uğraşıyor, türbanla saklanıyorlardı!
Millet te, siyâsilere inat Atatürk miraslarına ve Cumhuriyet kazanımlarına sahiplenmek ve korumak için AKP'ye karşı bloklaşmaya hazırlanıyordu! İzmir'de ve Ege'de; Deniz Baykal'ın son günlerdeki performansı yüzünden kırgınlıklar, kızgınlıklar nerdeyse unutulmak üzereydi. Millet; önümüzdeki yerel seçimlerde öfkesini ve sevgisini sandıklarda göstermek üzere hazırlanıyordu kiiii gündeme bu kapatma davası düştü!...
Elbette kimse kendisini adaletten, yargıdan üstün görmeyecek. Elbette yüzde yetmiş oy almış olsa dahi kimsenin kanunsuz davranmak ayrıcalığı olamayacak. Ama hukuk, herkese aynı mesafede ve aynı yaptırımda olacak ki adına adâlet denilebilsin!
AKP'nin kapatılması gereğini daha ilk girdikleri seçimlerden hemen 5-6 ay sonra Erzurum'dayken yazmıştım. Milli Görüşçülerin takîyye yaptıklarını, asla değişmediklerini, kürsülerde başka milletin içinde fısıltıyla başka konuştuklarını tesbit ederek yazmıştım. Devletin yetkili kurumlarından defaatle inisiyatiflerini kullanmalarını haykırarak, imdat isteyerek söylemiştim.
Bölücülere tanınan toleransı, hiç anlayamamış hiç hazmedememiştim. Şimdi AKP'yi DTP'lilerin demokrat maskesiyle savunmalarını da anlayamıyor ve hazmedemiyorum! AKP; Diyarbakır ve İzmir Büyükşehir Belediyelerini kazanmak uğruna herşeye evet diyebilecek bir hırs ile hareket ediyordu. Diyarbakır'da DTP adındaki PKK ile, İzmir'de ise CHP adıyla Türk Milleti ile çok ciddi bir siyasi kapışma yaşanacaktı!...
Diyarbakır'da bölücülük adına bir merkez kurulmuş; İzmir'de "Bölünmez Bütünlük" adına, Atatürk Miraslarına sahiplenme adına, Cumhuriyet kazanımlarını savunma adına bir "yeniden Kuvayi Milliye" ruhu oluşmuştu. AKP'de bu kaleleri düşürebilmek için hükûmet olmanın da verdiği bol keseden harcamalarla, saldırıya hazırlanıyordu kiiiii gündeme bu kapatma davası düştü!...
Parti kapatarak demokrasinin korunamadığını anlayacağımız güne kadar; demokrasiyi ve cumhuriyeti koruduklarını zannedenler, taktik hatası yapmaya devam edeceklerdir. Yapmayın Allah aşkına! Parti kapatarak taraftarları, fanatikleştirmeyin! Milleti yasa ile germeyin! Millete rağmen Vallahi bir şey olmaz!
Yasaklı belediye başkanlarının içinde DTP'lileri de görmezse bu millet, sizin vereceğiniz kararı ne kadar adil bulur?! Ve sizin cezalandırdığınız kişileri sahiplenerek iyice büyüteceklerinin farkında değil misiniz?
AKP'nin önderliğindeki 2.Cumhuriyetçiler'in, Büyük Ortadoğu Projesi taraftarlarının, üniter yapımızı hedef almış bölücülerin, AB'cilerin, ABD'cilerin, yerli işbirlikçilerin; millete karşı, millet oyu ile güçlendirilmeleri operasyonuna, yargıda mı ortak oldu yoksa?!...
Kapatılan parti mensupları, inanılmaz derecede mazlumlaşacaklar ve millete sığınacaklar, yeni bir adla kuracakları parti ile de milletin on yılını daha hebâ edecekler farkında değil misiniz?
Vallahi attığınız taş, ürküttüğünüz kurbağaya değmedi!
Madem ve şükürler olsun ki varsınız, yasaklayın suçluları, dokunmayın partilere ve sonrasını millete bırakın artık!
Tam moralimiz düzelmiş, millet olarak siyâseten bir şeyler yapmaya hazırlanılmışken, hevesimizi kursağımızda koydunuz!... Hani hepimizin çocukken oynadığımız bir oyun vardı. Gözü bağlı ebeye, arkadaşları vurarak sorardı; "Eşim, seni sine sine süren kim?"Yoksa milletin gözünü bağlayıp bu oyunumu oynatıyorsunuz?
İçimden geçenleri, bir söylesem, bir duysanız!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

CANIMA YETTİ !...

Canıma yettiğini, defalarca söylemiştim...
Kaçanın da kovalayanın da "Allah" dediği bir zamanı yaşıyoruz. Kimin kimden, niye şikâyetlendiği belli değil! Şikayetlenen de haklı, şikayet edilen de!...
Bir körler, sağırlar, topallar kavgasıdır, bir özürlüler yarışıdır başlatılmış ama sonuçlanmıyor!...
Buyurun; sizleri işin en kolayı görünen ama en zoruna davet ediyorum.
Buyurun ülküdaşlarım, buyurun yoldaşlar, buyurun arkadaşlar, buyurun aydınlar lütfen buyurun; beraber bir özeleştiri başlatalım...
Hiç birimiz, hiç kimseyi beğenmemeye başladık! Başladık iyi de bizi beğenenlerin olup olmadığını hiç merak ettik mi?
Gelin bir ilki; edeple, âdapla yapmaya başlayalım... Doğru zamanda, doğru duruşla, en doğruyu yaparak bu milletin bize inancı var mı tespit etmeye çalışalım. Kimseyi hedef almadan, kimseye destek vermeden, her birimiz kendi iç dünyamızda kendimizi sorgulamaya başlayalım Allah rızası için...
Kendi kendimizi yargılamamız bittikten sonra, başka suçlu aramaya gerek kalırsa, hep beraber onu yargılamaya başlayalım! Suç samur olsa kimse giyinmek istemeyecektir biliyorum ama; yargılanan kendimiz, yargılayan da kendimiz olunca, istemediğimizi kimseye söylemezsek vallahi eksiğimizi bizden başka bilen olmaz ve eksikliğimizle ölünceye kadar başbaşa kalırız...
Hadi başlayalım isterseniz: "Ağabeylerimiz" kime kızarlar, biliyoruz ama bilmeyelim!
Çünkü biz, "Ağabeylerimiz"e kızan bir nesiliz! Ağabeylerimiz'e gene kızalım kızmasına da; bilelimki yaşımız gereği artık bizler de ağabeyleriz ve bize de kızan bir sürü bizden genç olan var!...
Apartman katında balkonunu temizlemeyen kimsenin, sokağın kirliliğinden şikâyete hakkı olmamalı. Hırsızın, uğursuzun; hırsıza uğursuza alkış vurması gerekirken hırsızın, hırsızı tenkit hakkı olmamalı! Ama maalesef yapılan bu!...
Ülkücünün ülkücüyü, devrimcinin devrimciyi tenkit etme hakkı olmamalı mı? Sormayalım mı artık? Kendimizle, boy aynamızda vicdani muhasebeye oturduğumuzda; tenkit ettiğimiz ülküdaşımızla kendimizi mukayese ediyor muyuz? Veya bu vicdâni boy ölçüşmede tenkit ettiğimiz Ülküdaşımıza, yoldaşımıza ne kadar benzediğimizi fark edebiliyor muyuz?!...
Yapmayalım lütfen! Etmeyelim Canlar!
Bizler yedi kardeşiz, yedimiz de birbirimizi bilmekten öte birbirimize aynısıymışız gibi benzeyen insanlarız... Sevdiğimiz aynı, bağlandığımız aynı, mücâdelemiz bir, olaylar karşısında tavrımız birbirinin fotokopisi! Bu kadar benzeşen insanların bir arada duramayışında hiç mi nefsimizin hatası yok?!
"Ben" demekten vazgeçerek "Biz" demeyi ne zaman deneyeceğiz? "Ben"den kurtulup "Biz" olduğumuz gün yine olmazların kolaylaşacağını en iyi bizden başka kim bilebilir?
Her Türk aydını, tek başına kanaat önderi değil midir? Yoksa yıllardır bu tarifle önce kendimizi sonra da yakınlarımızı mı yanıltıyoruz?
Sütten süt kaymağı, çimentodan çimento kaymağı olmaz mı?... İnsanların yani bizim de kaymağımız, -demokrasi gereği- seçtiklerimiz değil midir? Biz ne isek, seçtiklerimiz de o değil midir?
Önce seçip sonra tenkit eden bizden başka bir millet var mıdır? Ya seçmesini bilmiyoruz ya da seçmeyi mecburen yapıyoruz. Ama sonucu biz tayin ediyor ve yine biz tenkit ediyoruz!...
Yapmayalım Allah aşkına!...
Türkiye'den başka Türkiye, yok ve olmayacakta... Partilerimize yöneticileri seçip sonra da tenkit etmek neyin nesi?
Bütün partilerde genel başkanları yargılayanlar; kongrelerde onların elini, birlik adına havaya kaldıranlar değil midir? Bizler de bu tabloyu, hep avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışlamadık mı? Bu elleri havaya kaldırılan Genel Başkanları, şimdi aynı adamların insafsızca tenkitinin ahlâkla, vicdânla, akılla alakası olabilir mi? Dün eli havaya kaldırılırken alkışlayanlar olarak bizlerin de şimdi onlarla beraber olmamızın vicdani bir tarafı var mı?... Ya hayalleri dumûra uğrayan millet!...
Ben bunları yorumlayamıyorum! Bu el kaldırıp sonra tenkit eden "Ağabeylerimiz"in tavırları, artık canıma yetti! Bizi Allah(c.c.) onlara asker mi yarattı sanıyorlar?...
55 yaşımıza gelip, torun torbaya karışmamıza rağmen hala büyüyemedik mi? Bizi büyümemiş görenlere eyvallah ta ama ya kendileri... Ölüm, hiç mi gelmez aklımıza?
Vallahi artık canıma yetti!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 14, 2008

GÜLÜMÜZ'E VEDA...

Ölüm var
Azrail var ölüm var
Ölüm selama dursun
Ona gelen GÜL'üm var...

Sende gül
Diken bende sende gül
Dikenim batar diye
Attın beni sen de GÜL...

Güle gül
Bülbüle gül, güle gül
Bu dünyada gülmedi
Ahirette güle GÜL...

Sözün hükmünün bittiği yerdeyim...
Teslîmiyetten başka yolun kalmadığı, ülküdaşlarımızınkinden başka kolun sarmadığı, bedenimizdekinden başka solun yanmadığı bir andayım...
Bütün Ülküdaşlarımın ve "Gül Ailesi"nin başımız sağ olsun...
Yaşımız fazla değil, ama az da sayılmaz. Yaşımıza rağmen, yaşımızla düz orantılı hedeflerimiz, hayallerimiz vardı. Artık yok!...
Bir araya gelerek, başbaşa vererek yapmayı düşündüğümüz planlarımız vardı. Artık yok!...
Birilerinden kendi üslûbumuzla hesap sorma hazırlığımız vardı. O da yok!...
Çünkü artık Mehmet yok!...
"Sen, benim sermayemsin. Yetişmiş kalifiye ülküdaşlarımdansın. Vitrin de dolduruyorsun. Sözün hakkını vererek lisan-ı münasiple konuşuyorsun. İyi ki varsın Mehmedim." derdim. Artık diyemeyeceğim. Çünkü artık Mehmet yok!...
Hazan vurdu dalımıza
Mevsim, kıydı Gülümüze
Gül'üm gülmeme kızdı
Gel dedi ölümüze...
Canımın her zerresi, hafızamdaki hatıralarımın her karesi, yaşayanlara lazım olan tıbbın her çaresi acıyor!...
Acı ne kadar dayanılmaz olursa o kadar çabuk alışılıyor biliyorum...
Mehmet Gül'süzlüğe zor alışacağım, her yerde, her zeminde, lazım olduğu her anda bulamayacağımı bile bile arayacağım biliyorum!...
Bulamayacağımı bile bile her aradığımda, her arandığında becerebildiğimce Mehmetleşeceğime söz veriyorum!...
Bu sözü verecek epeyce Mehmet'in olduğunu da biliyorum. Ve bu sözü veren her kese de sonsuz güveniyorum...
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.”(Allah(c.c)'ın kullarıyız, nihâyet Ona Döneceğiz)
Mehmedim'e rahmet, ailesine ve yakınlarına, bütün ülküdaşlarıma sabırlar diliyorum. Sırası gelen gidecektir biliyorum ama, artık beni uğurlasınlar istiyorum. Dostlarımı uğurlamaktan sıkıldım artık Ya Rabbi...
"TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH"
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua..
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mart 13, 2008

MİLLİYETSİZ MİLLİYETÇİLER...

Bana birileri cevap verinceye kadar, ya da kendi kendimi bitirinceye kadar bağırıp-çağıracağım!
CHP; Muhteşem Türk Atatürk'ün kurduğu bir parti olmasına, 6 ilkesinden birinin 'Milliyetçilik' olmasına rağmen onlarca yıldır "Milliyetçiyim." demedi!...
DYP; Menderes'ten beridir sağ ve sağcılık adına her tür söylemi kullandı ama "Milliyetçiyim." demedi!...
Diğer sağcı partilerin tamamına yakını,"Muhafazakarız, Sağcıyız, Ümmetçiyiz, laikiz, Atatürkçüyüz", gibi akla gelebilecek her şeyi söylediler ama "Milliyetçiyiz." diyemediler!...
Sadece MHP, siyaset sahnesine Türk Milliyetçisi olarak çıktı. "Milliyetçi-Toplumcu" diye bir tarif yaptı. Ona da, sağcı ve solcu partilerin tamamı tarafından "Nasyonal Sosyalist" veya "Faşist" diye hücûmlar yapıldı!...
Bu konuyu, Türk Milliyetçileri olarak bizler de teferruat sayarak veya önemsemeyerek göz ardı ettik. Bu memlekette Türk Milliyetçiliği'nin tehlike görülmesini, tüzüklerinde olmasına rağmen "Milliyetçiyiz." diyemeyenler, el birliği ile sağladılar!
Atatürk'ün 20. yy. şartlarında ortaya koyduğu devlet olmanın olmazsa olmazı kurallarına, sahiplik edemedik! Onlarca yıl Atatürk'ün partisi CHP'de ki Atatürkçü olmayanların sağladığı hakimiyet yüzünden, "Milliyetçilik" ilkesi unutturularak CHP, 5 oklu bir parti edildi.
Sağcı ve muhafazakâr kimliği ile arz-ı endâm eden DP, -daha önceden- AP, saflarında başka bölücü ırkçılara yer vererek Atatürk düşmanlığının beslenmesine yardımcı oldu! Altemur Kılıç'la geçmişte birlikte cezaevinde yatarken Atatürk düşmanlığını ve intikam duygularını çekinmeden söyleyebilmiş Melik Fırat'ı, Millet vekili ünvanıyla Meclis'e taşıdı!...
Daha sonra tek siyasi malzemesi Atatürkçülük ve halkçılık(!) olan solcu bir partimiz, PKK'nın siyasi temsilcilerini Meclis'e taşıdı. Bu bölücülük temsilcileri, Meclis'teki yemin töreninde yaptıklarıyla Meclis tarihine ve tarihimize kara bir leke olarak düştüler...
Günümüzde de, tarihimizin bu kara lekeleri, İnsan Hakları maskesiyle bir insanlık yüz karası ucubenin haklarını savunmak adına Kürtçülük- bölücülük yapıyorlar. Yaptıklarını, insan hakları ve AB dayatmaları arkasına saklanarak yaptıkları için bizim 'milliyetsiz milliyetçilerimiz' de aval-aval yapılanları seyrediyorlar!...
Onlar; ihanetleri tescillenerek idam edilen Şeyh saitlerine, Şeyh Rızalarına sahip çıkarken, İmralı hükümlüsüne 'Sayın' deyip dolaşırlarken; bizimkiler, Devletimizin kurucusu, Muhteşem Türk Atatürkümüz ve silah arkadaşlarını sahipsiz bırakıyorlar!
Bize ısrarla fanatik parti taraftarlığı yaptırıyorlar ve bizler de bu oyuna gönüllü olarak alet oluyor ve her defasında bu basit tuzağa düşüyoruz! Bu apaçık oyunlara -maalesef- defalarca düştük, düşüyoruz ve korkarım daha düşeceğiz de!
Hiç bir partinin, kimsenin, kendi hatasını görmeye ve kabullenmeye niyeti yok! Her kes kendi yanlışlarına ideolojik bir ad koyarak, ısrarla savunmakla meşgul! Çok gariptir bizler de millet olarak ne bu yanlışları, ne de bu yanlışlarını savunanları görmedik, görmüyoruz ve korkarım görmeyeceğiz de!
Bu kadar gafletin, bu kadar dalâletin içinden de elbette ihânetler başarı olarak görünerek çıkacak!... CHP'de, MHP'de ve DYP'deki birbirinin aynısı rahatsızlıkların tek sebebi de işte bu aymazlık!
30.000 insanımızın katili bir şerefsizin, 'insan Hakları' savunulurken ve bu savunma arkasında açıkça bölücülük yapılıp vatanımızın bölünmez bütünlüğü hedef alınırken, siyasilerimiz seyrediyor bizim de yüreğimiz inciniyor!
Sağcısı da, solcusu da, milliyetçisi de, ümmetçisi de ister parti ister dernekler adıyla bu insanlığın yüz karasının savunulmasına sessiz kalınca milliyetçiliğimiz tahrik oluyor! Ermeniciliğin, Rumculuğun, Kürtçülüğün daha bilmem neciliğin İnsan Hakları maskesiyle siyasi malzeme yapıldığı vatanımızda Türk Milliyetçiliğinin tehlike görülmesindeki mantığı anlayamıyoruz! Atatürk'ün kurarak Türk adını koyduğu Devletimiz yetkililerinin, son zamanlarda ayyuka çıkan Milliyetçilik ve Devlet düşmanlığına seyirci kalışlarını, hazmedemiyoruz!...
Siyasi "Sindiremiyorum." cuları da biz sindiremiyoruz!
Artık CHP, altı okundan biri olan 'Milliyetçilik' ilkesini, öne çıkarmalı. Artık sağcıyım diyen partiler, halk arasındaki fısıltıyla söyledikleri 'Milliyetçiyim.' söylemlerini, propoganda malzemeliğinden çıkararak ilke olarak açıklamalı.
Artık MHP, Türk Milliyetçiliği'nin aksiyoner hale gelmesindeki ilk hatta tek görevini süratle hatırlamalı ve bunu belli etmeli. Artık milliyetsiz milliyetçiler(!), millete deşifre edilmeli...
"Milli" kavramını da arapça anlamıyla ve işlerine geldiği gibi söyleyerek siyâsi malzeme olarak kullanmaya başlayan "Milliyetsiz milliyetçilere", siyâseten dur denilmeli. Bu milletin yani bizlerin işimiz olmalı. Siyâseten BOP Eş Başkanı ve yerli işbirlikçilerle mücadele etmesi gereken muhalefet partilerinin, devletimizin olmazsa olmaz kurumlarının başında gelen Ordumuz'la -Genel Kurmay Başkanı'nın şahsında- oluşturulan suni ve zararlı polemiğe son vermeleri lâzım...
Sağın ihânete varan davranışları yüzünden, bütün milliyetçilerin de sol ile olan mücadelelerini askıya almaları lâzım...
Önümüzdeki yerel seçimlere, gerçek milliyetçilerin AKP'ye haddini bildirmek üzere mevzilenerek hazırlanmaları lâzım...
Aslında en lazım olan, tek vücut-tek yürek olmak ama bırakmazlar ki!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 12, 2008

MİLLETİM ! BU, SEN MİSİN ?...

Artık karar zamanı!
Türk Milleti, Büyük Milletim; bu sen misin?
Bu, biz miyiz? Bu aymaz toplum, kim? Kimiz?!... Şimdi karar zamanı!
Duyarlı mıyız, aymaz mıyız?
İnleyen komşumuzu, karındaşımızı duyar mıyız?
Mert miyiz, nâmert miyiz?
Köle miyiz, tebaa mıyız, fert miyiz?
Yandaş mıyız, yoldaş mıyız?
Ortak mıyız, karındaş mıyız?
Millet miyiz, halk mıyız, vatandaş mıyız?
Taraftar mıyız, Ülküdaş mıyız?
Müstemleke miyiz, hür müyüz?
Türkiyeli miyiz, Türk müyüz?
Ümmet miyiz, cemaat miyiz?
Hilâfet miyiz, Cumhuriyet miyiz?
Evlâtlarımızı kınalayarak, davul-zurnayla Mehmetçikleşsin diye Peygamber(s.a.v.) Ocağı'na ve severek Peygamber(s.a.v.) ağuşuna gönderecek kadar inanmış bir millet miyiz; "Vatan sağ olsun!" diyerek uğurladığımız şehîdlerimiz'in emeklerini inkâr edenlere itirâz edemeyecek kadar illet miyiz?!...
Bilmez miyiz, devlet olmak zor?!
Bilmez miyiz, devlet olduktan sonra devlet kalmak zor?!
Bilmez miyiz; vatansız millet, milletsiz devlet olmaz?!
Bilmez miyiz, devlet bayraksız olmaz?!
Bilmez miyiz, istiklâlsiz bayrak dalgalanmaz?!
Bilmez miyiz, bayrağın dalgalanmadığı yerde ezân okunmaz?!...
Türk Milleti!
Bayrağımıza selâm vermeden uçan kuşun yuvasını bozmazsak; bayrağımıza uzanan elleri kırmazsak; vatanımıza yan bakan gözü oyup çıkarmazsak; devletimize kast etmeğe niyetlenenleri, geldikleri yere kadar kovalamazsak;toprak vatanlaşsın diye toprağa karışmazsak; toprak vatanlaşsın diye toprağa karışanlarımızı destanlaştıramazsak; her Mehmetçiğimizi ayrı ayrı kahramanlaştıramazak; 'asker millet' tarifli tek millet olan Milletimiz'i ordusuyla-devletiyle barışık tutamazsak; tasmalı tok köpekliktense, aç ama hür kurtluğu tercih etmezsek; "Devletli Millet" olarak kalabilir miyiz? Bağımsız olmayanın nâmûsu olur mu?
Milletim!
Bu sen misin?
Bağımsızlığımızın, ciddî mânâda tehlikede olduğunu; Mehmetçiğimizin korkunç doğa ve iklim şartlarına da kafa tutarak yazdığı kahramanlık destanının görmezden gelindiğini; Ordumuz'un cephede efsâneleşerek yaptıklarının masa başlarında, kapalı kapılar ardında boşa çıkarıldığını; Dünya işgalciliğine soyundurulan "Haçlı Silâhşörü ABD"nin Başkan Yardımcısı'nın, siyâsilerimizi denetlemeye geleceği bu zor günlerde, bu kadar sessiz kalan sen misin?
Köle miyiz, hür akıllı-hür vicdânlı fert miyiz?
Ümmetin içinden asîl bir millet miyiz, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyeni baş tâcı eden miyiz?
"Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olur!" diyen miyiz?
Türk müyüz, Türkiyeli miyiz? Türkiyeli, sâdık azınlıklarımıza huzûr verebilecek kadar muktedîr miyiz?
Mozaik miyiz, çiçek bahçesi'nin mevsimlik solan çiçekleri miyiz, "renkli mermerin farklı renkleri" miyiz?
Bu sorularımızın cevâbını; duruşumuzla, vuruşumuzla, ölüşümüzle, ölüme gülüşümüzle açıkça vermek zamanı!...
Türk Yûsufları, kuyudan çıkarmak zamanı!...
Düşmâna görünmemek için siperi terk ederek kaçıp saklanan ve insan hakları havârisi kesilenler, çürük raporu ile çocuklarını cepheden saklayanlar, senden olabilirler mi?!...
Milletim! Bu görünen sen misin?
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 11, 2008

MİLLET, SÖYLENMİYOR SÖVÜYOR !...

Emek Platformu Başkanlar Kurulu, Türk İş Başkanlığı'nda Ankara'da toplandı.Toplantıdan, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı'na karşı 14 Mart'ta 2 saat iş bırakma kararı çıktı. Yani çalışanlar; uyarı amaçlı iş bırakıyorlar!...
Anamuhalefet Partisi ile Genelkurmay Başkanı arasındaki polemik, yatışacağına Dolma Kalemler sayesinde alevleniyor!...
Talabani adındaki, Saddam'dan kurtarıp kucağımızda büyüttüğümüz ve şimdi sakalımızı yolmaya çalışan "siyâset fahişesi", Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde ağırlanıyor!... Ve "Kırmızı Çizgimiz"i kucağımızda otururken ihlâl edip Kürdistan sözünü telâffuz ediyor! Hükûmet sözcüsü Cemil Çiçek'in "Postal Yalayıcısı"nın bu sözüne karşılık yüzünü ekşitmesinden başka tepkimiz yok!...
Yolluktan- yolsuzluktan, yoksulluktan- yokluktan vaz geçtik! Anayasamız, Anayasa Mahkemesi'nde! Ya Anayasamız sabıkalanacak, ya da Anayasamızı şikâyet edenler!...
Üniversitelerimizde; rektörlerle YÖK Başkanı kavgalı! Öğrenciler arasında taşlı, demir sopalı kavgalar başladı bile! PKK'lılar Türk öğrencilere saldırıyor, Yaygın Basın'ın Dolma Kalemleri, sağ-sol çatışması diye haber ediyor!...
Laikler, antilaiklere; antilaikler 2.Cumhuriyetçilere; hükûmet muhalefete, muhalefet hükûmete hâin diyor!...
Nerede kaç kişi olduklarını bilemeyenler, "Biz Kaç Kişiyiz?" sloganıyla meydanlara inip laikliği savunacağım diye dîne küfrediyor! AKP'nin elini kuvvetlendiriyor!...
PuKaKa'lılar, metropollerde intikam eylemlerine hazırlanıyormuş! Dolma Kalemler'in söylediklerine göre korkudan ölmemiz gerekiyormuş!...
Güney Doğu'da sınırlarımızda askerî hareketlilik devam ediyor!...
Danıştay Cumhuriyet Baş Savcısı, 45 sene önce asılan "Demokrasi şehidi" ünvanlı isimlerle -neye yarayacaksa- kavga başlatıyor!...
"Ergenekon" adıyla milliyetçilere, "Dede Operasyonu" adıyla da ulusalcılara siyasal linç yapılıyor!...
"Bazı yerlerdeki egemenlik haklarımızdan vaz geçebiliriz!" diyen Başbakan'a itiraz etmeyen, PKK'lıların temsilcisi gibi konuşan, kimin vekili oldukları belli olmayan kişilere karşı susan Ordu, siyâsetin ortasına düşmekten rahatsız gibi görünmüyor!...
Ermeniler, Azerbaycan'da can üstüne can alıyor!
Filistin'de dünyanın gözü önünde ve bizim kapımızın önünde eski tebaamıza soykırım uygulanıyor!
Kerkük'te karındaşlarımız, soydaşlarımız soy kırıma tâbi!... Kıbrıs'ın verilmedik sadece tapusu kaldı! Anadolu'da tapusuyla satılan en az 20 kıbrıs büyüklüğünde arazi var!...
Üretim dibe vurdu ama gayr-ı sâfi millî hâsılada adam başı 2000 dolar kazançlıymışız! Niye TL değil veya YTL değil, ve bu 2000 dollarlarımız nerede? Onu da bilen varsa söylesin!...
Ve Dick Cheney, Ortadoğu seyahatine çıkıyor. TRT'nin resmi sitesindeki habere göre; son olarak Irak'ın işgâlinden önce Türkiye'ye gelen Cheney; 16 mart'ta ülkesinin kilit ortaklarıyla karşılıklı menfaat konularında görüşmek üzere çıkıyor bu seyâhate ve Türkiye'ye de gelecek!... tam da ABD'nin emriyle, isteğiyle vs. münakaşalarının ortasında!...
Gözümüzü kapatarak iki dakika düşünsek en az bu saydıklarımız kadar önemli, epeyce gündem maddeleriyle karşı karşıya olduğumuzu fark ederiz!...
Ne oluyor ya!
Bu cennet vatanda, bize cehennem yaşatmaya kimin ne hakkı vaaaaar?
Abdulhak Hamit; "Bu millet, söylemez söylenir." demiş. Vallahi millet söylüyor da, sövüyor da!...
Ama duymak için, milletin içine inmek gerek!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 10, 2008

BİLMECE-BİLDİRMECE...

Varlığıyla müftehir olduğum; bir 'Tevâzu Devi' ve bir 'Ülkü Devi', Ağabeyim'den, "Doğunun Başbuğu" Yılma DURAK Beyfendi'den dinlemiştim. Dinlediğim günden beridir de insanlık hakkındaki kanaatim, insanlara bakış şeklim değişti...
Aktarabildiğim kadarıyla, dinlediğim bu muhteşem sözleri, ulaşabildiğim ulaştırabildiğim herkesle de paylaşmıştım. Çok ihtiyâcımızın olduğuna inandığım bu günlerde, tekrâren bir daha hatırlatmak ve nasibi olanlarla paylaşmak istiyorum:
"Allah(c.c.); hayvanlar âlemini yaratırken, hayvanlara mükemmellik bahşetmiştir. Her hayvan, mükemmel bir yaratıktır. Ama her hayvan, bir tek işi mükemmel yapmak üzere dizayn edilmiş ve mükemmel yaratılmıştır. Bu yüzden her hayvan, sadece bir tek iş yapar ve mükemmel yapar. Meselâ; arı, mükemmel bir yaratıktır ve mükemmel bal yapar. İnek; mükemmel bir yaratıktır ve mükemmel süt verir. Balık, mükemmel yüzer. Kuş, mükemmel uçar v.s... İnsan; bu işlerin, tamamını yapar ama eksik yapar. Yani eksiklik, insanın yaratılış özelliklerindendir. Buradan hareketle; bir eksiğim varsa, insanlığımdandır!..." diye seslenmişti binlerce ülkücüye Yılma DURAK...
Ben de kendilerinden izin alarak son, üç kelimelik, bağlayıcı ve muhteşem cümlesine, iki kelime eklemiştim. Ve; "Eksiğim varsa insanlığımdandır." muhteşem cümlesine iki kelime daha katarak demiştim ki, derim ki; "Eksiğim varsa insanlığımdandır ve insanlığınıza sığınırım!..."
Buradan sonra insanın, insana karşı görevi başlar zannederim. Herkesin -eğer insansa veya insanlığının farkındaysa- en yakınındaki insanın eksiğini kapatmak üzere faaliyete geçme mecbûriyeti başlar. Birbirinin eksiklerini tamamlayan iki kişi, üçüncünün; o üç kişi, dördüncünün; dört kişi beşincinin derkeeeeen eksikleri tamamlamak üzere ekipleşen insanların işbirliği ile mükemmele yaklaşmak mümkün olabilir...
İnsanlıklarının farkında olamadıkları için hayatlarında, kalıcı hiç bir şeye sahip olamamış ve "Hiçbir şey" olarak kalmış "Hiç"lerin eksiklerini tamamlamak ta, bu insanlıklarının farkında olan insanlara düşer!...
Her insanım diyen insanın, artık hiç düşünmeden ve açık yüreklilikle önce kendini terbiyeye başlaması sonra da doğru zamanda, doğru zeminde, doğru safta, doğruca durması zamanıdır... Zamandan yana fukarayız Dostlar!...
Her zararın telâfisi mümkünken, geçen zamanın telâfisi mümkün değil... Yarını, "Çok geç kalmışlık" sayarak artık herkesin faaliyete geçmesinin zamanıdır. Yoksa yıllardır şikâyet edilegelen "Hiçbirşeyler"in, asla hak etmedikleri yerleri işgâllerine son veremez ve bizlere âzâp vermelerini bitireremeyiz!...
Hatalıya ve hatalı gördüklerimize hatalarını hatırlatmıştık!...
Ama hatalılar, hatalarında ısrarla suç işlemişlerdir!... Tarih önünde, ma'şerî vicdânda suçludurlar!... Ve bu suçlulara verilecek destek, aynı suça ve bunun vebâline iştirâk değil midir?...
En birlikte olmamız, en diri olmamız gereken bu zor günlerde gereksiz zamanda, gereksiz davranışlarla, kendi başımıza dövmenin bir mantığı var mıdır? Siyâseten yapılan hataları, siyâseten düzeltmek varken; siyâsi erkin verdiği görevi, verdiğinin fazlasıyla başaran Silahlı Kuvvetlerimizle kavgaya tutuşmanın bir getirisi var mıdır?
Ve son cümle olarak yine; "Hatamız varsa insanlığımızdandır ve insanlığınıza sığınırız." öğretisini, yukardan aşağı herkesin -hiç değilse bir kere- tekrarlayarak düşünmesinin, hiç mi faydası olmaz?!...
İnsanlar insanlara, firâriler mağaralara, köstebekler yeraltına, hâinler kuvvetli zannettikleri yerlere, köpekler kurttan korkunca sahiplerine sığınmazlar mı?...
Çok mu "bilmece-bildirmece" gibi oldu?!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 08, 2008

ZALİMİN ZULMÜ...

Kavgada önemli olan ve kazanmak için şart olan, kuvvetli vurmak değil kuvvetli darbeye dayanmaktır.
Kuvvetin tarifi, elbette kişiden kişiye değişir. Kimine göre pazu kuvvetidir, kimine göre para, kimine göre de Milli Eğitim Bakanı gibi mevkî-mâkamdır kuvvet... Kuvvetlinin merhâmetli olması, gücünün yettiğini ezmemesi de inancımızın öğretisi ve gereğidir ama, Milli Eğitim Bakanı, mâkamından aldığı ve asla tükenmez zannettiği güçle, yıllardır bir bürokrata zulmediyor! İnançtan, îmandan, sosyal adaletten dem vuran hiç bir yol arkadaşı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı da bu zûlme dur demiyor nedense!...
"İnadına Tayyip!" rüzgârı ile girdiğimiz ve AKP'nin ezici bir çoğunlukla iktidarı ele geçirdiği, ilk seçimleri ve öncesini hatırlıyorum. O dönemde, 10. kere Milli Eğitim Bakanı'nca görevinden alınan Fevzi Budak, AKP'nin oluşmasında ve oy almasında epeyce emek vermişti. Tabi ben de bu davranışına epeyce gönül koymuştum! Hatta AKP'den siyâset yapmak üzere aday adayı bile olmuştu Erzurum'dan. Adaylığı olmamıştı. AKP Genel Merkezi, her yerde olduğu gibi milletin tanıdığındansa kendi tanıdıklarını listeye koymuştu. Ve Erzurum'u da -gene her yerde olduğu gibi- Erzurum'u tanımayan ve Erzurum'un tanımadığı adaylarla, 7-0 almıştı!...
AKP Hükûmetince, aday adayı olmuş ve partinin yayılmasında bayağı emeği-katkısı olan Fevzi Budak'ın terfî ederek bir yerlerde değerlendirilmesi beklenirken, görevden alınarak millet şaşırtılmıştı!...
Böylece AKP'nin, kuvvetten ne anladığı ve kuvvetlenince ne yapacağı anlaşılmış olmalıdır zannederken AKP, Erzurum'u bir daha 7-0 aldı!...
İkinci kere kurulan AKP Hükûmeti'nde ikinci kere bakan olan Hüseyin Çelik'te, yenilmez güç vehmettiği hükûmet etme gücünden hareketle salvolarına devam etti. Nedenini şahsen bilmediğim, Fevzi Budak'tan başka kimsenin de bildiğini zannetmediğim bir kin ve öfke ile bir il milli eğitim müdürü'ne karşı linç uygulamasına devam etti!...
Büyük bir ihtimalle, -ikisinin de aynı meslek erbabı olduklarından hareketle- zannederim ki, geçmişinde Fevzi Budak'ın altında bir yerlerde görev yapmış olması muhtemel Hüseyin Çelik, o zamanlar güç yetiremediği veya ölesiye kıskandığı Fevzi Budak'tan intikam alıyor!... Veya intikam aldığını zannediyordur! Bir bürokratın dokuz kere görevinden alınmasını, hukuk dokuz kere haksız buluyorsa ve dokuz kere hukuk nazarında haklı görülen bir bürokrat onuncu kere görevinden alınıyorsa, bunun adına linç denilmezse, işkence denilmezse, zulüm denilmezse, aşağılık kompleksi denilmezse ne denir?!...
Bu haksız, yanlı, partizan ve zâlimâne uygulamaya ısrarla kafa tutan ve bir bürokratın yapması gerekeni yaparak ısrarla örnek bir "Cumhuriyet vatandaşı" olduğunu ispatlayan Fevzi Budak'ı da bir öğretmen olarak bütün kalbimle tebrik ediyorum. Şahsen tanımakla ve dost hânemde olmasıyla müftehîr olduğum Fevzi Budak'a da âcizâne bir tavsiyem olacak: "Fevzi Abi, el yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz zannedermiş! Senin eline güç geçtiğinde senin onu affederek, öğretmence cezâlandıracağını bilememe rağmen, inadına siyâseti dene ve Milli Eğitim Bakanı ol. Bu makamından güç alan karakter fukarasına da erkin nasıl kullanılacağını göster n'olursun!... Erzurum, seni siyâseten sahipsiz bırakacak kadar vefâsız değildir. MHP'yi bilemem ama, ana muhalefet partisinin de senin gibi kalifiye bir elemanı siyâsette değerlendirmekten kaçınmayacağını zannederim... Senin yerine bu zalimden nasıl intikam alınır diye düşünüyorum. Sürç-i lisanım varsa bağışla lütfen Fevzi Abi..."
Kendini kuvvetli sanan, kuvvetli vurduğunu zanneden Hüseyin Çelik'in, Fevzi Budak'tan yiyeceği tek yumrukta nakavt olacağını bilmek için de artık kâhinliğe gerek yok değil mi? O kadar acemi ve torpilli bir boksörki çünkü!...
Zâlimin zulmü varsa, mazlûmun Allah'ı var...
"Mağrûr olma Padişahım, senden büyük Allah var."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN