Pazar, Eylül 28, 2008

BİRLİĞE DUAM...

Paylaşımı öğrenerek büyüdük. Babalarımız; komşuluk tarifiyle, arkadaşlık-dostluk tarifiyle, akrabalık tarifiyle paylaşırlarken bizler izliyor, izlerken de öğreniyorduk... Komşuluk ve komşuluk hakkı çok özeldi. Komşu hakkı yedi yerde sorulacaktı. Bu yüzden komşu ve komşu hakkı mutlaka gözetilmeliydi. Ve komşu, komşunun külüne muhtaçtı!...
Paylaşımı yaşayarak yaşlandık!...
Varı paylaşmanın can incittiğini, "Mal canın yongasıdır!.." gibi komşunun külüne muhtaç komşuluğu inciten sözleri duymazdan gelerek "Yok"u paylaştık!... Canlar, kanlar verip acılar paylaştık hafiflesin diye...
Canımızı kafeslere tıkan sahte güçlere inat, hürriyetlerimizi paylaştık cezaevlerinde cezaevlerini erkekleştirebilmek için... Tesâdüfen düşüp birer suç makinesi olarak çıkan kader kurbanlarına, -cezaevi teamüllerini alt-üst ederek- cezaevlerini erkeklik öğreten mektepler ettik... Bazı dostlarımız, cezaevlerine "Yusufiye" falan dedi demesine ama - sohbetlerimizde yaptığımız itirazımızı ilk kez sayfalara şeh düşerek- cezaevlerini, erkeklikten bi-nasiplere inat erkekleştirerek yaşadık...
Yatağımızı paylaştık...
Kumanyamızı paylaştık...
Zamanımızı, ömrümüzü paylaştık geçmeyen zamana inat... Mahkemeden mehkemeye selamlaşarak, diyarlar arası mektuplaşarak geçmez zamanları özelleştirip güzelleştirdik... Çünkü biz, milletin makus talihini değiştirerek geri kalmışlığa kafa tutarak, kapı kulluğuna isyan ederek, hürriyetimizden taviz verip karakterimizden taviz vermeyerek pişme yolundaydık... Paylaşıyorduk. Paylaştıkça paylaşacağımız çoğalıyor, paylaşacağımız çoğaldıkça yok edilmek için koyulduğumuz cezaevlerine sığmamacasına taşıyorduk...
Önceleri çok azdık!...
Ama kaya duruşluyduk!... Bize çarpan kafa yarılıyor, tosladığımız duvarları dağıtıyorduk!... Komşulukla, dostlukla, arkadaşlıkla başlayan paylaşımcılığımız, çoktaaan Ülküdaşlıkla şereflenmişti ceza evlerini paylaşmaya başladığımızda... Yokluk umurumuzda değildi... Şehâdete varan her Ülküdaşımızın haberi, inadına acıları paylaşarak çoğalmamızı sağlıyordu... İkbal kaybedenin üzüntüsünün yerini, Dava Adamlığı rütbesinin gururu alıyordu...
Ezmek istiyorlardı ezilmiyorduk!...
Yok etmek istiyorlardı; öldükçe çoğalıyor, çoğaldıkça şerefle ölüyorduk... İnancımız, Davamız ölümü güzelleştirmişti... Mükafatı Allah Rızası'ydı ölümlerimizin... Şüheda kervanına katılıyordu ölerek dirilenlerimiz... İkballerin en kutlusuna, en mukaddesine kavuşuyordu... Hâlâ uzun yıllardır bu kutsal ikbale, şehadet mertebesine kavuşamamanın hasretini, üzüntüsünü paylaşırız Ülküdaşlarımızla...Ve bu duygularımızı; "Bu nasıl iştir? 25 yıldır herkes Ülkücülükten alacaklı, bir boçluya rastlamadık!" şeklindeki en yetkili ağızdan duymak için de değil, Allah Rızası için susturduk!...
Birden birşeyler oldu!...
"Mahi derya içredür deryayı bilmez!.." gerçeği ile kendimizin farkımıza varamayan bizim inadımıza birileri, bizi fark etti!... Bir kısmımızı, cezaevlerinin adına "Yusûfiye" diyen uyutucular aldılar!... Bir kısım çaresizimiz; erkekleştirerek çıktıkları cezaevinden sonra, cezaevlerinin yumuşattığı "Baba"cıkların yanına sığındılar!...
"YOK"u paylaşarak devleşen bazı ağabeylerimiz, bazı arkadaşlarımız; "VAR"ın cazibesine kapılarak, paylaşmayı unutup küçüldüler!... Halbuki bunlara tahammülü de öğrenmiştik paylaşarak!...
"Değişilir topu da bir sokak kaltağına." diye tariflemiştik zaten bu firelerimizi!... Bunlara hazırlıklıydık, hazırdık...
Ama bir kara 4 Nisan var ki, ona hiç hazır değildik!...
Hazır olmadığımız için, boş böğrümüzden, çenemizden aldık darbeyi!... Ve çok kuvvetli aldık!... Öylesine hazırlıksız aldığımız bir darbe ki, hâlâ groki durumdayız. Hala aklımızı başımıza toplayamadık!... Olmadık, olmayacak işler yaptık!... Olmaması gerekirken küsenlerimiz oldu!... Küsenlere öfkelenerek onları iyice dışlayanlarımız oldu!... Dışlayanları, unutanları dışlayarak bir yanlış daha yapanlarımız oldu!...
Şimdi siyâsetin her adresinde, ticaretin ak-kara her yerinde; hayatın gecesinde gündüzünde, argonun meşrûsunda gayr-ı meşrûsunda arkadaşlarımız var!...Ve artık paylaşmıyoruz!... Paylaşamıyoruz!...
Her biri bulunduğu ortamda bir kanaat önderi olan arkadaşlarımız, artık herşeylerinden vazgeçtik sevgilerini paylaşmıyorlar!... Paylaşmayınca da sevgisisiz!... Sevgiyi tatile çıkardığımız için saygısısız!...
Güya, teşkilatlarımız var, teşkilat genel başkanlarımız da var!... Ve artık kaçanın, terk edenin, ucuz ikbal hesaplarına ülküdaşlarını satanların peşinden giden de!... Gidenlere de yazık, gidenlerin arkasından acılarını paylaşmaya devam edenlere de!...
Ya Rabbi!...
Sana sığınıyoruz!... Bu mübârek günlerde, mü'minin mü'mine duâsının makbûl dualardan olduğuna iman ederek Sana yalvarıyoruz!... Gidenlerimize, terk edenlerimize, küsenlerimize, öfkelenenlerimize; küstürenlerimize, vaz geçenlerimize, feraset; bizlere de onlara bir kere daha muhabbetle bakabilmeyi nasibet!... Bizim önce Sen'den sonra da Ülküdaşlarımızdan gayrı kimsemiz yok!...
Bütün Ülküdaşlarımızın tek çatı altında, Teşkilatçılığımızın muhteşem düzeninde, büyük birlik heyecanıyla bir araya gelmemize sebepler halket Ya Rabbi!... Sen bizleri bağışlarsan, bizler de birbirimize muhabbetle bakarız!... Azalmış olsak ta yeniden çoğalırız!... Sen'i reddedenlerin yine birinci hasımları oluruz. İ'lâyı kelimetullah için yeniden sefere koyuluruz!... Seferin devam ettiği Sen'ce malum Ya Rabbi... Yeniden sefere kaldığımız yerden devam ederiz... Bize birlik-beraberlik, Devlet ve milletimize dirlik nasip et Ya Rabbi!...
Hidayet te Sen'den, merhamet te...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

LİBERALLİĞİN BU KADARINA PES !...

Bir Ramazan'ı daha tamamlıyoruz El-hamd'ü lillah.
Nefsimize karşı verdiğimiz bir aylık bir mücâdele, nefsimizi imanımızın gücüyle terbiye etmek için bir aylık mükemmel bir süreyi daha tamamlıyoruz. Bayramı ne kadar bayram olarak kutlayacağımızı bilmememe rağmen, son günlerinde Ramazan'ı kimler, nasıl yorumlamış diye merak ediyordum. Bakalım...
Moda'da; AKP'ye mi, yoksa inançlı Müslümanların inancına karşı mı gösteri yaptıkları belli olmayan, kaş yapayım derken göz çıkaranları bir tarafa koyalım! Muhalefet yaptığını zannederek milleti zorla ötekileştirip AKP'ye itenleri de bir tarafa bırakalım! Biz de biraz taraftarlık yapalım! Nasılsa; "Kendim ısırır, köpeklere yalatmam!" açıklığıyla, Allah adıyla aldatanlara, Müslümanların helâl kazançlarını söyüşleyenlere arka çıkmak serbest ve alkış almakta! Bunu da bir tarafa bırakalım!...
Benim yazılarımın da yayınlandığı www.sicakgundem.com sitesinde yazan, Elif Çakır diye bir kardeşimiz var. Merak edip bakanlar, tesettürünü, türbanını görecekler. Kıyâfetin değil, kafanın içi ilgimi çektiği için bu kardeşimizi, ilgiyle okurum.
Geçtiğimiz günlerde bir yazısı çıktı. "Endişeye Mahal Yok" başlığıyla yayımlanan yazısında Elif Çakır; "Cumartesi akşamı, arkadaşlarımla buluştuğum iftar sofrasında, AKP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Özlem Topal, 'Oruç tutanların sayısında bir azalma mı var, yoksa bana mı öyle geliyor arkadaşlar?' dedi." diye başlamış ve devam etmiş; "Görün bakın neler değişiyor "laiktir laik kalacak" Türkiye de... Bırakın oruç yiyenlerin fazlalığını, başörtülü genç kızların ve kadınların aleni olarak sokak ortasında yiyip içmelerine hayatımda ilk kez şahit oldum." tesbitini yapmış samimiyetle ve; "Liberalliğin bu kadarına pes doğrusu. AKP ile birlikte her şey değişiyor diye mi yorumlamalı?" şeklinde de çok önemsediğim sualini sormuş...
Sonra Başbakan'la Aydın Doğan arasındaki münakaşadan bahsetmiş Elif Çakır. Duyduklarını söyledikten sonra; "Piyasalarda konuşulanlar başka.... Ortalık nevzuhur zenginlerle dolup taşıyor. Bunların bir çoğu da, geçmişinde çok başarılı ticari faaliyetlerde bulunmuş kimsler falan değil..." şeklinde, bana da çok doğru gelen tesbitini yapmış...
Başları türbanlı, bedenleri daracık elbiselerle ve çıplaklardan daha tahrikkâr ortalarda dolaşanları, nerdeyse kanıksamıştık ki; bu sefer de baş örtülü, türbanlı genç kızların ve kadınların alenen sokak ortalarında, Ramazan günlerinde yeyip içtiklerine şahit olduk! Biz, "Kuluyla Mevla'sı..." diye görmezden gelmeye niyetliyken Elif Çakır, görmezlik edemediği gibi yorumlamış ta!...
Duyarlılığını ve yürekli tenkîdini takdirle, yazısını okuyup sonunda yapılan yorumlara da baktım. Tebrik eden yorumlar olduğu gibi Elif çakır'ı ajanlıkla suçlayan yorumlar da vardı! İşte birisi... Bir yorumcu; "Olacak iş değil! AKP İl Başkan Yardımcısı ve bu hanımefendi aynı iftarda ve bu kadın da aklı sıra Ak Partiyi hedef almış. Kendi zenginini yarattığını iddia etmiş. Tamam haklı olabilir de acaba bu iftara bu ajanları sokan Ak Parti yöneticilerimiz neden bu kadar dikkatsiz olur anlamış değilim. AK Parti iktidarı ile millet dinini yaşar olmuştur. Hanım hanım dediklerinin sen farkında mısın?" diye yerden yere vurmuş yazarı ve bu yazarı iftarda aralarına alan AKP yöneticilerini...
Bu inadına taraftarlığın mantığını anlayabilen var mıdır? Haçlı'nın en büyük projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi'nin Eş Başkanlığı'nı göğsünü gererek söyleyen birinin döneminde, millet dinini yaşar olmuşmuş!...
Çok suskun, çok sessiz, çok pasifiz biliyor musunuz? Oluşturulmak istenen "Korku İklimi"nden, oluşmadan korktuk mu ne?
Hırsızlık serbest, yolsuzluk serbest, kaçakçılık serbest; BOP'çuluk, AB'cilik, ABD'cilik, Diyalogculuk, Haçlı'lık serbest; Türklük, Türk Milletçiliği, devletçilik, Cumhuriyetçilik, Hürriyetçilik yani bağımsızlıkçılık yasak!...
"Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlâl, mukadderdir." diyen Muhteşem Türk Atatürk, bu günleri mi tarif etmiş?...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Eylül 27, 2008

DANGUR DUNGUR ETME SUS DENGİR !...

Milletin artık bıktığını, hatta milletin artık "dangır dungur" küfürlerle destekli, Dengir'in mal varlığını savunurken ki saygısızlığından, argo ağzından midemizin bulandığını söylemeliyim!...
Bir tarafta Ana Muhalefet Partisi'ni temsîlen, muhalefet yapmanın nezâketini, edebini ve kurallarını harfiyyen uygulamakta başarılı bir Kemal Kılıçdaroğlu; diğer tarafta, partisindeki hükümranlığını belli edercesine hem millet vekili olarak, hem de partisinde ikinci adam olarak kimsenin kendisine dokunamayacağını belli edercesine yasadışılıklarını; "Velevki..." ön desteği ile savunan, Kasımpaşalı ağzını bile özleten bir Dengir!...
Dengir Mir Mehmet Fırat!...
Dokunulmazlık zırhıyla, partisi içindeki hegemonyasıyla, nasıl kazanıldığının hesabının artık Allah'a verileceği mal varlığının şımarıklığıyla; ağzını bozarak, hakaretler, küfürler ederek kendini akladığını zannediyorsa yanılıyor! Kendini savunuyorum zannederken millet nazarında irtifa kaybediyor! Aslında bunu söylememem lâzım! O'nun yaptığını AKP'ye kimse yapamıyor! Ama artık haberlerde de haber dinlemek istiyoruz, eğer varsa!...
Bu memlekette, nasıl kazandığını saklamadan nerdeyse 15 yıl vergi rekortmenliğini kimseye vermeyen Matild Manukyan'a itiraz etmemişiz! Cumhurbaşkanı tarafından Üstün Hizmet madalyaları vermişiz... Nasıl kazanırsanız kazanın, verginizi verdikten sonra, bu dünyada Devlete karşı yükümlülüğünüzü, vatandaşlık görevinizi yerine getirdikten sonra, ahretteki hesap sizin işiniz!
Dengir Mir; Ana Muhalefet Partisi, şahsınızla ilgili, sizin şirketinizle ilgili resmî evraklarla, mahkeme kararlarıyla bir şeyler söylüyorsa, ya buna aynı üslûp ve edeple cevap vermek ya da mahkemelere gitmek zorundasınız!
Sizin küfürlerinizi dinlemek mecbûriyetinde değiliz!...
Sizin şirketlerinizle ilgili bir şeyler söylenirken siz; "Neden Deniz Baykal, eşiyle aynı anda mal varlığını açıklamaktan kaçıyor?" diye soruyorsunuz! Muhalefet sözcüsünden anında cevap geliyor ve milletin ilk defa Deniz Baykal'a güvenini sağlayacak bir şekilde cevap veriyor. Ana Muhalefet Sözcüsü; "Mecliste sayınız yetiyor. Biz de destek verelim ve her iki liderin de dokunulmazlığını kaldırarak yargıya gönderelim. Eğer buna yüreğiniz yetmiyorsa sadece Baykal'ın dokunulmazlığını kaldıralım." diyor...
Tevilsiz, kıvırmasız, çok net bir teklif!... Taaa Büyük Şehir Belediye Başkanlığından kalma yolsuzluk dosyalarının, dokunulmazlık yüzünden raflarda, zaman aşımına bırakıldığı bilinen birisini, bu şekilde savunamazsınız veya kendinize kalkan edemezsiniz!...
Dahası; Ana Muhalefet'çe sizin, şahsınızın meseleleri gündeme getirilmişken siz, kendinizi kamufle etmek için Genel Başkanınızı ileri sürerek saklanamazsınız! Bu tavrınızın mantığı da, delikanlılığı da, vicdânı da yok!...
Bir yanda Deniz Feneri adındaki yolsuzluk, hortumculuk, Allah adıyla kandırmanın zirvesi, bir yanda Dişli meselesi, bir yanda AKP'li belediyelerden çıkan dayanılmaz pis kokular; diğer yanda her sıkıştığınızda öne sürdüğünüz dalga geçilen "Ergenekon Dalgaları"; bir yanda Milli Görüş'ün temel taşlarından, AKP'nın kurucu lokomotiflerinden A.Latif Şener'in bu konulardaki beyanları ve sizin ona karşı, -istifâsında alkışlarla uğurladığınızı unutarak- yaptığınız hakaretlerle besli çirkin söylemleriniz!...
Ve bunalarak dolaştığım tv kanallarından birinde, tesadüfen yakaladığım bir vatandaş sözleri; "Bir odalı evlerde; üç gün, dört gün bayram gibi bayramlar yaşardık. Şimdi kocaman kocaman daireler boş! Bayrama 2-3 üç gün kala boşalıyor daireler! Kalan komşularda pencerelerden seslenerek bayramlaşıyor, ziyâret yok! Sonra da korkulu haber dinlemeler!... Çok kaza oluyor ve çok can kaybediyoruz! Vicdanlarımız sızlıyor! Sevgisiz kaldık Oğlum, sevgisiz!..." diyordu 66 yaşında olduğunu söyleyen bir Hristiyan vatandaşımız Anne!... "Kanal t" ekranlarında, tesâdüfen denk geldiğim ve saygıyla-ibretle dinlediğim bir Hristiyan annenin, bizim bayramımızı tarifiydi bu ve hem bizim, hem de dünyanın tarifiyle İslâmcı bir hükümetimiz iş başındayken!...
Dinimiz, ahlâkımız, bayramlarımız, komşuluklarımız, milli değerlerimiz böylesine perişân edilmişken; sizin helâl veya haram mal varlığınızın hesâbını, gayr-ı resmî hesaplaşmasını dinlemek istemiyoruz!...
Artık ya susun, ya da susun!
Kemal Kılıçdaroğlu'na gelince; son yıllarda özlediğim bir siyâset adamı profilini sergileyebildiği için yürekten tebrik ediyorum! Savsaklayan Sav'la ve benzerleriyle aslâ mukayese kabul etmez bir siyâsetçi profiliyle, her geçen gün CHP'ye ivme kazandırıyor ve zannedersem Dengir ve arkadaşlarının dangur-dungurlaması da bu yüzden!...
"SUSMA! SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 26, 2008

FENERİN IŞIĞINDAN GÖZÜM KAMAŞMIŞTI !...

Halife-i râşidin'den yani Dört Halife devrinden sonraki Emevî dönem ve saltanatının başlatıcısı olan Muaviye ile Hz. Ali(r.a.) arasındaki çekişme malûm. O dönemi ve dersimizi alabilirsek günümüzü anlamayı çok kolaylaştıracak bir kıssa:
Günlerden bir gün Hz. Ali'nin memleketi Kûfe'den bir Arap, alış-veriş için devesiyle Şam'a gelmiş. Pazarda dolaşırken Muaviye taraftarlarından biri yanaşmış yanına:
- Heeey! Ver benim dişi devemi! diyerek devenin hamuduna yapışmış. Kûfeli; şaşırmış, itiraz etmiş. Tartışma büyümüş! Kûfeli Arap:
- Bu deve benimdir Kardeş! Üstelik dişi de değil, erkektir! diye ne kadar yırtınmışsa da anlaşamamışlar. İş Muaviye'ye aksettirilmiş! Halk toplanmış ve Muaviye'nin kararı beklenmeğe başlanmış.
Muaviye; Kûfe'den gelenle, Şam'da deveye sahip çıkanı iyice dinledikten sonra, kararını açıklamış:
- Bu dişi deve Şamlınındır!...
Kûfeli şaşkın, toplanan kalabalık sessiz... Muaviye; kararını açıkladıktan sonra, toplanan meraklı kalabalığa dönmüş ve:
- Ey cemaat! Bu dişi deve kimindir? diye yüksek sesle sormuş. Kalabalık, hep bir ağızdan:
- Şamlınındır! diye cevaplamış. Kûfeli, şaşkın şaşkın giden devesinin ardından bakarken Muaviye, adamı yanına çağırmış:
- Ey Kûfeli! Dinle! Sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil, erkektir. Ama sen Kûfe'ye dönünce, gördüklerini Ali'ye anlat ve de ki; "Ey Ali! Muaviye'nin, dişi deveyi erkekten ayırt etmeyen, o ne derse evet diyen on binlerce adamı var!..."
Yandaş Basın diye saldırılan, Yandaş Kalemler'den diye tarif edilen, Serdar Arseven'in; "Kendimiz ısırır ama köpeklere yalatmayız!" şeklindeki tevilsiz taraftarlığından beri, bu kıssayı hatırlayıp durdum!...
Haaaa! Bu arada bir hakkı da teslîm etmem lâzım. Muharrir yani köşe yazarı, taraftır! Tarafsız muharrir olmaz. Tarafsız olması şart olan, sadece muhabirdir. Muhabir haberini bulur ve yapar, muharrir bu haberin ya yanında ya karşısında olur yani taraftır, taraflıdır. Gazete patronu da bu tariftedir.
Günlerdir, bütün gündemin üzerine oturan veya oturtulan bir danışıklı kavga seyrediyoruz! Başbakan'la medya patronu Aydın Doğan arasındaki kavga! Ne zaman başladı? Niye başladı? Kim haklı? Ne kadar haklı? Asla belli olmayan ve aslında ikisinin de ciddi manada haksız olduğu bir kavga! Biri, "Deniz Feneri" diyor, diğeri "Hilton"...
İkisinin de savunduğu veya yerden yere vurduğu meselelerin asıl sahibi millet ve millet bu kavgada yok, sadece seyirci!...
Bu arada Deniz Feneri ile ilgili, bir türlü anlatmaya fırsat bulamadığım hatıramı da nakledeyim artık. İki sene önce, yine mübârek Ramazan. Televizyondan muhtaçlara yapılan Deniz Feneri yardımlarını seyrederken duygulanarak, ben de katılayım ve gücüm kadar bu hayırlara katkı vereyim diye düşünerek arayıp kaydoldum. Bir kaç gün sonra, Pursaklar'daki Deniz Feneri Şubesi'ne davet edildim. Başarılı bir ressam olan bir hanfendi arkadaşımla birlikte Pursaklar'a gittik. Gördüğüm ihtişam ve isrâf karşısında dilim tutuldu!
Hiç bir resmî kurumda ve hiç bir özel kurumda görmediğim bir lüksle karşı karşıyaydım! Sadece Pursaklar'daki hizmet binalarında yapılan israfla, sayısız ihtiyaç sahibine çare olunabilirdi. Bize bir yetkili tarafından, nasıl hizmet vereceğimiz hakkında, seminer şeklinde bilgi verilecekti. Biraz bekledikten sonra, gördüğüm bu lüks karşısında Deniz Feneri hakkındaki düşüncelerimin dumura uğradığını ve yapacağı işlere katılarak vebal almak istemediğimi yüksek sesle söyleyerek toplantıyı terk ettim. Benim bu tepkili davranışımdan sonra, ısrarla arandım! Birlikte gittiğim ve sosyal demokrat düşünceli ressam arkadaşım, benim itirazımı bile beklemeden toplantıyı terk etmiş, canını dışarı atmıştı bile!...
Tarifsiz lüks içindeki bürolarda ve hizmet binalarında, dolgun maaşlarla istihdam edildikleri belli olan yandaşlar vardı ama hayır yapmak düşüncesindeki samimi insanların; hem iş güçlerinden, hem de araçlarından bedava olarak istifade etmeyi planlıyorlardı!...
Ne zaman, nereden bir koku sızacak diye merakla beklerken, Almanya'dan çıktı koku ve dünyayı kapladı! Bu, ilk te değildi oysa! Mercümek'lede tanışmıştık, "Şerbakan"ın kayıp trilyonuyla da devam etmişti bu Allah adıyla kandırmalar!...
Hâlâ Arseven gibi taraftarlarınca; "Kendim ısırır köpeklere yalatmam." şeklindeki savunma ve Fehmi Koru'nun ağzından; "Millet aslanlar gibi Deniz Feneri'ne yardıma devam edecektir." yönlendirmesi devam ediyor!...
Bu arada biri siyâsi, diğeri sermâye iki erk, milletin geleceği üzerinde masa tenisi oynuyorlar!... Ve bütün bu pislikleri; Ergenekon adını verdikleri, korku iklimi ile kapatma gayretleri de cabası!...
Allah(c.c.) encamımızı hayretsin...
Bin aydan hayırlı olan Kadir Gecemiz ve yaklaşan Bayramımız da mübarek olsun...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KANSIZ-CANSIZ-SAHTE DÜELLO !...

"Düello!" İtalyanca bir kelime ve bir Haçlı adeti...
Her türlü emperyalizme kafa tutarak, dahası bütün emperyalist devletlerin "Yedi Düvel" adıyla birlikte yaptıkları saldırıları, "Geldikleri gibi giderler." iman ve inancıyla püskürterek kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin iki güzîde olmazsa olmazı tarifindekiler; bu cihangir devletin başkentinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde düello ettiler!...
Allah'a şükürler olsun ki ölen-kalan yok! Dosyalarla yapılan talan varmış! Söz düellosuymuş ve bu düelloda kan akmazmış!...
Yıllardır; kandırmayı, riyâyı, takîyyeyi, dönmeyi, gömlek değiştirmeyi mahâret ve siyâset sayarak Hükümet eden partinin ikinci adamlığına kadar yükselmiş biri; evraklarla, belgelerle yolsuzluklarını, usulsüzlüklerini ispata çalışan Ana Muhalefet partisi temsilcisi karşısında terler dökerken, makamının verdiği rahatlıkla iki de bir de özür istedi durdu, niyeyse!...
Oysa Kasımpaşa, Tophane ağzıyla, hatta daha argo, daha seviyesiz küfürlerle konuşurken istifa edeceğini söylüyordu!... Diğeri de istifa ettireceğini!...
Karşılıklı çekilen -belgelerle dolu dosyalardan oluşan- silahlar ve İtalyan düellosunda Amerikan kovboy bakışlarıyla-ıslıklarıyla geçiştirilen bir buçuk saatlik bir zaman kaybı!...
Düellocular da ne yaptıklarının farkında değillerdi, izleyenler de!...
Zannederim son yılların en fazla izlenen bir Meclis programıydı!
*Günlerdir kendilerini düellocular olarak reklam ettiren iki siyasinin, Meclis'te canlı ve naklen yayında yapacakları dosya alışverişlerini neden düello diye adlandırdılar onu anlayamadım biiiir?!...
*Madem dosyalarında ve bilgilerinde eksiklikler vardı ve birbirlerinden tamamlamak şansları ve nezâketleri vardı, bu canlı yayına ne gerek vardı ikiiiiii?!...
*Dosyalar tamamlandıktan ve birileri suçlanıp veya aklandıktan sonra günlerdir milletin merakla beklediği sonuç, neden olmadı üüüüç?!...
*İktidarı-Muhalefeti, bu milletle alay etmeyi meslek edinmiş ve millet te bu alay edilişi hak etmiş vesselam!... Düellonun sonucu bu!...
Yarın seçim olsa değişecek bir şey de yok!
Kim fazla küfrediyorsa, kim fazla fırçalıyorsa, kim fazla hortumluyorsa, kim devletin hazinesini AKP yardımıymış gibi 2 kilo makarnaya dönüştürüp oy karşılığı dağıtıyorsa, bu arada kim deveyi hamuduyla götürüyorsa onu seçecek bu millet!...
Millete kızdığım falan zannedilmesin! Bu sistemle, bu hükümetle ve bu hükümete muhalefet yaptıklarını zanneden bu yetersiz siyâsilerle, sandıktan başka tablo çıkmaz!...
Doğru söyleyenleri eskiden dokuz köyden kovarlardı! Şimdi köy kalmadığı için, PKK'nın baskılarından boşaltılıp, sahte demokratlarca Ordu tarafından iftiraları yüzünden; aslında işsizlikten-aşsızlıktan köy yok artık! Doğru söylediği için kovulan varsa; ancak bir partiden diğer partiye kovuluyor ve her kovulan da transfer bedeli alıyor!... Kimin sağcı, kimin solcu olduğu mümkün değil seçilemiyor artık!...
En pahalı ve en inandırıcı yalanlara, anketlere göre kovulanlar; partilerinde yer bulamamış, partilerinde kendilerini ifade edememiş, bulunduğu yeri beğenmemiş kim varsa; ideolojik ağırlıklarını atmış ve davet eden partilere giderek seçimlere hazırlanacaklar!...
Bizlerin de, sözlerine inandığımız kanaat önderlerimiz, akıllarımıza müdahele edecekler ve bu düellocuları seçeceğiz de seçeceğiz!...
Sonra da; "Cambaza bak!" diyerek bizi uyutsunlar diye zorla seçtiklerimizden şikâyetlenerek ömür geçireceğiz!...
Kansız, cansız; ölenin yaralananın olmadığı düello, düelloya benzemedi ve inandırıcı da olmadı! Arkadan birbirlerine küfrün lillahlarını edenlerin, canlı yayında tokalaşarak bir araya gelip tokalaşarak ayrılmalarını ise, hiç te medenîce bulmadım! Çok sahte, çok yapmacık ve milletle çok alay eden bir davranıştı!...
Adına düello denen açık oturumun sonucunda; "Tencere dibin kara, senin ki benden kara!" tekerlemesi çıktı sadece...
Vekillerimizi kendimiz tesbit edip, kendimiz seçmedikçe; seçtiğimizi zannettiğimiz atanmış "Genelbaşkan Vekilleri"nden yenilen fırçalara layıkıyle cevap verilmedikçe; anasına küfredenlerin hiç yüksünmeden, küfredene oy vermesini engelleyemedikçe, daha çoook düellolar seyrederiz kansız-cansız!...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 25, 2008

YEM OLAN YEMİNİMİZ !...

Demokrasi maskesiyle saklanmış, demokratlık maskesiyle amaçlarına ulaşmış korkakların zulmüne muhatâbız!
Korkakların merhâmetsiz oldukları, bilinen bir gerçektir. Her kesi en az kendileri kadar korkutup sindirinceye kadar zulümlerine devam ederler.
Çaresizliğin, çare; sistemsizliğin, sistem; başarısızların, vaz geçilmez dayatılarak zorla alkışlatıldığı, acayip bir dönemde yaşıyoruz! Ve bu acayip dönemin müsebbipleri de kendimiziz!...
Bu sağ cenahta da, sol cenahta da, hatta sistemsizlik adındaki sistemin kurallarına göre siyâset yaptığını zanneden partilerin tamamında aynı!...
Zâlimin zulmü yüzünden dün kızdığımız, yerdiğimiz ve acımasızca tenkîd ettiğimizi, bu gün savunmak zorunda bırakılıyoruz! Çünkü bir adamı sevmememiz, ona uygulanan haksızlığa seyirci kalmamızı gerektirmiyor! Seyirci kalırsak, susarsak sıranın bize de geleceğini biliyoruz çünkü!...
Kocaman kocaman, anlı-şanlı Paşalarımız'a uygulanan zulme seyirci kalmayarak karşı çıkıyoruz; adımız, darbeci oluyor!
Sivil darbe yapmış, demokrasiyi araç olarak kullandığını yıllarca söyleyerek gelmiş hükümete muhalif duruyoruz; adımız, Ergenekoncu oluyor!
Türklüğümden hareketle elbette Ergenekoncuyum! Elbette; "Ergenekon yurdun adı/Börteçine kurdun adı/Dört yüz sene durdun hadi/Çık ey yüz bin mızrağımız." destanıyla büyüyen bir Ergenekoncuyum...
"Kubbeleri miğfer minâreleri süngü" diye tarif eden samimi duyguların sahibine ortaklık eden ve bu yüzden cezalandırılan Mazlûm'un, müthiş demokratik zulmüyle muhatabız, bu düz mantık yüzünden!
İktidar zâlim! Muhalefet yok!
İktidarın tarifiyle, "Yavru Muhalefet"; siyâset literatürüne soktuğu, "suskunluk"la fark bile edilmiyor!
Ama dedik ya; "Kötüye, başarısıza mecburuz!" İtiraz etsek, dört beş yandan "Hain!"likle itham edileceğiz! İtiraz etmesek, kendimize saygımız bitecek!...
"Yeniden Türk Milliyetçiliği" iddiasının samimi sahibi, Prof. Dr. Ümit Özdağ'a sorulsa -ki soruluyor biliyorum-; "MHP'ye oy vermeliyiz. Bölünmemeliyiz!" der!...
Dışlanmış, ocağından-teşkilâtlarından zorla uzaklaştırılmış Ülkücülerin gönüllerinde alternatif Genel Başkan Adayı Sn. Koray Aydın; "Bu yerel seçimlerde MHP %25 oy almalıdır." diyorlar. Yani MHP'ye oy verilmelidir. Bölünmemelidir işâreti veriyorlar!...
Müktesebâtına ve vicdânına inandığım, varlığıyla müftehîr olduğum Prof.Dr.Özcan Yeniçeri'nin, "Kasırganın Söktüğü Kök: Ülkücülük" başlıklı makalesinden anladığımız yine MHP'ye oy verilmesi!... MHP'den dışlananlara, zorla uzaklaştırılanlara yakıştırdığı; "Bizim evin hırsızları" sıfatından, başka bir şey anlamak mümkün değil!...
Tamam diyelim istiyorum!
Bu kadar kanaat önderimizin ağız birliği ile söylediklerine uyalım diyorum! Diyorum demesine de; o zaman bu kadar başarısız, bu kadar ülkücüden rahatsız, meselenin ve partinin temellerinden bu kadar uzak birisinin genel başkanlığını, ölünceye kadar tescillemez miyiz?
Bu kadar insafsız bir mecbûriyeti; kimin, kimden isteme ve bekleme hakkı olabilir?
En son Hakk'ka uğurladığımız Ülküdaşlarımızın, bir kaç ay önce uğurladığımız Mehmet Gül'ümüzün; kaçamak bakışlarla, hasretle partiye bakarak, partiyi özleyerek dünyalarını değiştirdiklerini ve bu hasretin sebebini unutalım mı? Bizim de bu kadar vefasızlaşmaya hakkımız var mıdır?
Sanırım bu benim kaderim veya kadersizliğim!...
Yürekten muhalif olduklarıma, gönül dostlarımızın muhabbet tazyîkleriyle yeterince muhalefet edemiyor ve yenilgi üstüne yenilgi alıyorum! Ve bu yenilgileri, Vallahi hak etmiyorum! Hak etmiyoruz!...
Sonuç olarak; -maalesef- korkaklar %47 olarak yek vücûd, cesur muhalifler 53 (elli üç) parça!...
"Unutursan nara yan
Şehit Dursun verdi can
Almaz isem kana kan
Gök girsin kızıl çıksın." diye yemin edeli, çok mu zaman oldu? Yeminimizin hükmü düştü mü kefâretini de ödemeden?!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Eylül 24, 2008

BEN DALGAMA BAKARIM...

Onuncusunu gördüğüm, sonunda sonuncusunu da göreceğim bu sûni dalgalarla dalgamı geçmeğe devam edeceğim!
Büyük bir naylon leğende, elle karıştırılarak oluşturulmaya çalışılan bu dalgalar, ancak üzerinden atlarsak paçalarımızı ıslatabilir!...
Bu sûni dalgayla ve bu dalgaların yapımcılarıyla dalga geçmeğe o kadar hakkım var ki!... Muhteşem Türk Atatürk'ün; bizden önce babalarımıza, babalarımızdan sonra bize, bizden sonra da bizim çocuklarımıza yani her kuşağın Türk Gençliği'ne vasiyetleri diye algıladığım iki söylevinden biri olan "Bursa Nutku"nu, unutmayan her Türk te, bu dalgalarla dalga geçer... İşte o vasiyet:
"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir." diye düşünecek ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, "Demek adâlet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek." Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki; "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği..."
Lütfen okuduktan sonra, günümüze uyarlayarak, iyice özümsemek için bir daha okur muyuz?!...
Başbakan'ın; her sıkıştığında yaptığı gibi yine yaptığı ve gündem değiştirerek ilk sıraya aldığı ve aldırdığı "alt kimlik", "halk" ve "taraftarlık" başlıklarına değinmek istiyorum bir daha...
"Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran halka, Türk Milleti denir." Anayasal tarifi ve hemen peşine; "Ne mutlu Türk'üm diyene." vecizesini, Bursa Nutku ile yorumlayarak bir daha okur muyuz?.
Tarihin her döneminde devletli olmuş ve her dönemde halkları bir araya toplayarak milletleştirmeyi başarmış tek millet olan Türk Milleti'ni; araç olarak kullandığını hiç saklamadığı demokrasi sayesinde yükseldiği Başbakanlık Makamı'nın gücünden istifâde ile "Türk Halkı" ve "Alt kimlik" diye tarif edebilen bir tarihî talihsizliğimizi anlayabilmek için de bir daha okur muyuz?!...
Shekespear; "İktidar dalkavukluktan hazzetmeğe başladığında, şeref ayaklar altında ezilir." demiş! Kocaman kocaman tarifli, millet vekili dokunulmazlığı zırhıyla donanmış adamlar, en hafifi "şerefsiz müfteri" olan hakaretleri, küfürleri siyâset yapmak adına havalarda uçuştururlarken; öfkenin de bir siyâset ve hitâbet şekli olduğu millete dayatılırken, milletin ilgilenmesi istenilen dalgaların nasıl dalga geçilmesi gereken işler olduğunu anlayalım mı artık?
Faşizan bir uygulamayla ve artık haddinden fazla sulandırılarak tatbik edilen göz altına almalara, vicdanım ve hür aklım gereği karşı çıktım, karşı çıkmaktayım... Göz altına alınan benden olduğu veya göz altına alınandan olduğum için değil, haksızlığa muhalefet edilmesi gerektiği için karşı çıktım.
Her kes, kendi kapısı önünden mesul olacağına göre, her kes meselelere ve sokağa kendi gözlüğünden bakacağına göre, iki elin bir baş için olduğunun doğruluğu şüphe götürmediğine göre, siyasetin sağ veya solu olmazsa veya bunlardan biri eksik olursa siyâset topal veya çolak olacağına göre; sağcı-solcu, milliyetçi-liberal, üniter devletçi-globalist, laik-ümmetçi bütün samimi vatanperverlerin; cumhuriyet ve Atatürk kazanımlarıyla hesaplaşmaya soyunanlara karşı cephe birliği yapmaları akıl gereği değil mi?
Hem Milletim'i, hem Devletim'i, hem Ordum'u, hem Türklüğüm'ü, hem devletimin bütün kurumlarını severek yapılmak istenen faşizan baskıya, oluşturulmak istenen 'korku iklimi'ne karşı çıkamam mı?
Israrla ve inatla savunduğum "TÜRK MİLLETÇİLİĞİ" fikrim, bu baskıya karşı çıkmam için ilk nedenim değil mi?
Alt kimliğe, bölücülüğe, dilde ayrımcılığa, demokratlık adıyla teröristlere destek verilmesine, kendimize dokunmadığı sürece yapılanlara bigâneliğe itiraz etmem fıtratımdan, Türk Milletçiliği'mden değil midir?...
İsteyen kendisini istediği yerden sayabilir, zannedebilir! Buna Batı'nın tesiriyle aşağılık kompleksi der ve "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye devam ederim...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
24.EYLÜL.2008

ERZURUM'DA YAŞ KESENLER !...

Mübarek Ramazan'ın son günlerinde, güne canımı çok inciten; "Ya Rabbi! Yalan olsun." diye yalvardığım bir haberle başladım. Yaygın Basın'da Kerim BURUCU'nun haberine göre; "Erzurum Büyükşehir Belediyesi, tarihi Lala Paşa Camisi’nin çevresindeki 11 çam, huş ve kestane ağacını bir gecede kesti." diye verilmiş haber!...
Her zaman özlediğim, hele Ramazan aylarında burnumun kemiğini sızlatan bir özlemle yâd ettiğim Erzurum'u, güzelleştiren özelliklerden birisi de ağır kış şartlarına rağmen bahar ve yazdaki yeşilliğidir. Hele külliyelerin, tarihi camilerin bahçelerindeki kestaneler, salkım söğütler, çamlar ve yemyeşil ağaçların görüntüsünü; yaz Ramazanlarında, o yeşilliklerin gölgesinde yatarak namaz vakitlerini beklemeyi, bilhassa ikindi namazına ilk gören tarafından muhabbetle dürtülerek uyandırılmanın hazzını, lezzetini ve kutsiyetini kim yeterince anlatabilir?
Şimdi bu yeşilinin gölgesinde, yaz Ramazanlarında, gölgelenerek, hatta yatarak ezanı bekleyen Dadaşların; kendileriyle ve Erzurumla özdeşleştirdikleri, bu muazzam ve ruhanî görüntüyü bozanlara, hangi lisanla kızmak gerek? Gâvurboğan'ın, Topraktabya'nın, Mahallebaşı'nın, Tebriz Kapı'nın gün görmemiş ağzıyla başlamak isterim şahsen!
Aklımda kaldığı kadarıyla, Alvar imamı Muhammet Lütfü Efe'nin Erzurum Destanını aktarmak geldi içimden;
Erzurum kilidi mülki İslam'ın
Mevlâ'ya emânet olsun Erzurum
Erzurum derbendi ehl-i imanın
Mevlâ'ya emânet olsun Erzurum.

Gayet şecaatli erler var idi
Nisâsı ricâli hâyâdar idi
Edepli erkânlı bir diyâr idi
Mevlâ'ya emânet olsun Erzurum.

Civanlar pirlere hürmet ederler
Duasın almaya gayret ederler
Ramazana güzel hürmet ederler
Mevlâ'ya emânet olsun Erzurum

Kalplerine dolsun Feyz-i Rabbânî
Ahalisi bulsun Rahm-ı Rahmânî
Lütfü Erzurum'dan gördüm ihsanî
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum... Alvarlı Efe'nin ruhanî huzurlarında, Alvarlı Efe ile beraber, Erzurum için ağlamak geldi içimden...
Be mübarek adamlar! Bir yakından üç beş tane metal ağaç alıp, bir tanıdığa üç-beş kuruş para verebilmek için, o güzelliklere nasıl kıydınız? Hangi mevsimde, hangi ağaç elli yılda çürürmüş ki, sizler o yeşillerin tamamını aynı teşhisle, çürüme bahanesiyle kestiniz?...
Oysa hepimiz; "Yaş kesen, baş kesen! Ommaz avcı, illa balıxcı.." sözüyle büyümedik mi? Yoksa bu Sevgili Küçükler Başkan, Erzurumlu mu değil? Bir Erzurum çocuğu, Erzurum deyişlerini, ata sözlerini duyarak büyümüş bir Erzurum çocuğu, yeşil kesebilir mi? Hele camilerle birleşmiş, camilerle beraber dokunulmazlık kazanmış ve özel bakıma tabi, özel sevgilere muhatap ağaçları, bir Erzurumlu'nun kesebilmesi mümkün mü?
Yoksa ben mi Erzurum'u, Erzurumlu'yu yanlış tanımışım, yanlış hatırlıyorum? Şahsen ben ve benim akranlarımın gençliğimizde olsaydı, belediye başkanı değil kimin emriyle gelinirse gelinsin o ağaçları kestirmezdik diye düşünüyorum! Yoksa bizim kuşağıda mı abartıyorum Erzurum ve Erzurumlu gibi?...
Ahmet Küçükler Başkan;
Hiç bir Erzurumlu'yu incitemeyeceğin kadar beni incittin! Hiç bir Erzurumlu'dan alamayacağın kadar buğzuma muhatapsın! Daha da söylemek isterim ama, mübârek Ramazan'ın hatırına aklımdan geçirdiklerimi içimde hapsediyorum!...
Sana ve senin emrine kafa tutamayarak o güzelim ağaçların kesilmesine seyirci olan Erzurumluları da, kalbim acıyarak hatırlayacağım; bu şekilde kimleri hatırlıyorsam eminim ki onların da canları acımıştır vesselâm!...
Demek ki artık; "Ekmeğe lavaş, ağaç kesene dadaş..." diyorlarmış!... Dadaşıma bak hizaya gel!... Aklımda kaldığı kadarıyla Erzurum'da Taşkesen'ler vardı yaş kesenler ne zaman geldi?!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

İSTEDİKLERİ İÇİN DEĞİL, İSTEDİĞİM İÇİN TARAFIM!...

Artık dalgalarla dalga geçiyorum!...
Bir hafta önce Tuncay Özkan yeni televizyonu, Kanal Biz'de; Hulki Cevizoğlu'nun da konuk olduğu bir haber programında, yeni dalgaların geleceğinden emin olduğunu söylemiş ertesi gün de teğmenler, Sisi'ler, pisiler göz altına alınmıştı...
Yetmeyince, peşine Tuncay Özkan'da dahil olmak üzere 16 kişi daha göz altına alındı! Hemen kalemimin gücü kadar tepkimi verdim. Yetinmedim; bende var olan telefonunu -el koyulmuş olacağını bile bile- arayarak destek olduğumu belli eden sesli mesajımı bıraktım. Yine yetinemedim! Kanal Biz'e ulaşabileceğim telefonu bulabilmek için en az on kişiyi aradım ve sonunda telefonu öğrenebildim. Aradım hemen tabi...
Polis nezâretinde bir canlı yayını, Türkiye ilk defa yaşıyordu!...
Çok demokrat bir yönetimin, çok demokrat bir uygulamasıydı ve dünyada ilkti! Bu uygulamaya, bu faşist baskıya karşı olduğumu belli edebilmek için, satlerce bekletildim! Ve çok üzülerek, öfkelenerek gördüm ki; benim ülkücülüğümden dolayı olsa gerek, ertelendim ve Cumhuriyet Gazetesi'nin "Korku Tellalları"nı tek tek yayına aldılar ama bana sıra gelmedi!...
Oysa ben, bütün ülkücü duruşumla; "Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir." diyecektim! Muhteşem Türk Atatürk'ün "Bursa Nutku"nun, maalesef tecellî ettiğini hatırlatacak ve jenerikte kullanılmasını önerecektim!...
Tuncay Özkan'ı sevip sevmediğimi; BKK'yı ne kadar tasvip edip etmediğimi unutmuştum! Hatta tevâfûken; bölücülere, işbirlikçilere ve PKK'lılara karşı çıkan BKK'nın okunuş benzerliğinden ve duruş güzelliğinden bahsedecektim...
Taraftarlık yaptılar! Kendileri açısından haklı da olabilirler...
"Felek her türlü esbab-ı cefâsın toplasın gelsin/ Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten." diye haykıracak ve Tuncay Özkan'a da aynı duygularla destek olacaktım. Desteğim devam edecek tabi! Bu oluşturulmak istenen "Korku İklimi"ne ancak hep beraber kaşı durursak, mesafe alabiliriz düşüncesindeyim...
Türkçe duran, Türkçe düşünen ve konuşan, Türk'ün vaz geçilmezi Muhteşem Türk Atatürk'e Türkçe sahiplenebilecek bütün yüreklere destek, Türk fıtratımın gereğidir...
Susarsam sıranın bana geleceğini bilerek, susmadan sıraya gönüllü girdiğimi beyan etmek için katılmak istemiştim yayına!..
Ama Kanal Biz rejisi, tercihini çok faşizanca yaptı, taraftar bildiklerinin haricindeki kimseye söz vermediler gibime geldi...
Neyse!..
Sonuç olarak artık ben, "Dalgalarla dalgamı geçiyorum."
Böyle sûni, ufacık leğenlerde el karıştırmalarıyla oluşturulan dalgalar; Türk Milleti'nin paçalarını bile ıslatamayacaktır!...
Bu sûni dalgaları, dalga zannetme gafletine düşenlerin de, "Korku Tellalları"ndan bir farkları kalmayacaktır...
Bu vesîle ile; oluşturulmak istenen "Korku İklimi"nin de defoRme edildiğini ve edenlerin, kendi kazdıkları kuyuya düştüklerini de söylemeliyim VE bundan da acayip keyf almaktayım!...
Öyle; "Anam bana kör dedi, gelen geçene vur dedi." mantığıyla demokratlık falan olmaz!...
Tekrarlıyorum; "Derviş dervişin arkasına sırayla geçer."
Araç olarak kullananlar da, amaç olarak seçenlerde bilmeliler ki demokrasilerde "Mahkeme, kadıya asla mülk kalmaz."
Demokrasilerin olmazsa olmazı olan millet erki, seçtiklerini ve yücelttiklerini, kendilerine lâyık olmazlarsa sandık diplerinde, tarihin çöplüğüne de atar!...
Bu çöplüğe atış, aslâ "foseptik çukuru"na süpürülmeye de benzemez!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
24. Eylül.2008

Salı, Eylül 23, 2008

YANLIŞ MI ANLADIM?...

"Adama kırk gün deli dersen deli, veli dersen veli olur."muş. Doğruymuş!...
Onbir yıldır; renk, çiçek, çiçek bahçesi, fidan, fidanlık, ağaç, orman v.s. diye diyeee, sonunda nebatlaştırıldık!
Halk, halklar, halkların eşitliği, hakların özgürlüğü, halkların hakkı diye diye halklaştırıldık! Oysa biz, otobur değil, etoburduk! Bozkurttuk! Bize neydi fidandan, ağaçtan, ormandan, çiçekten, nebattan?!... Biz millettik ve halkları toplayıp milletleştirmek gibi misyonu olan tek millettik. Türk Milleti'ydik!...
"Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür." diye öğrenmedik mi biz? Kaç kere sapı kendinden olan ağacı kesen baltaları seyrettik? Kaç kere dayandıkları insan ölünce; başsızlaşan, amaçsızlaşan, darmadağınlaşan insanlar gördük biz?!...
Prof.Dr. Özcan Yeniçeri Hocam' ı okuyorum. Kaç kere okudum bilmiyorum! Kaç kere daha okuyacağımı da bilemiyorum! Öfkelenmeli miyim, efkârlanmalı mıyım onu da bilemiyorum! Çok benden, çok bizden birinin; bizim duygularımızla, bizim sözlerimizle, bizim değerlerimizle, bizi yargılamasına; itiraz mı etmeliyim, sessizce katılmalı mıyım? Bunu da bilmiyorum!...
"Kasırganın Söktüğü Kök: Ülkücülük" başlıklı yazısından, alıntılar yapacağım Özcan Hocam'ın; "Bu insanların nasıl olup da yaşlandığını bile kabul etmeyecek kadar idealist kalabildiğini hayretle görürsünüz! Yorgun bedenlerin nasıl olup da bunca diri ruhu taşıdığına da şaşar kalırsınız! ...... Ortak kaygılarının temelinde yine kendi yaşamları ve kendi çocukları yoktur! Hâlâ hiçbir şey talep etmeden her şeylerini vermeye hazır görünürler. Dışlanan, suçlanan ve yaşlanan bu insanların varlığından, hiç farkına varmadan gurur duyarsınız!...... Ama onlar bütün bu şartlar altında dahi hâlâ tek başına devlet, tek başına millet gibi konuşurlar. Serde yiğitlik var ya “Aldırma” havasındadırlar. “Bizim evin hırsızlarından” söz edenlerle “bizi evimizden kovdular” diyerek içlenenlere aynı karede rastlarsınız. ...... Kırk yılda yetiştirdiklerini kırk dakikada harcayan insanlar haline nasıl geldiklerini hiç düşünen yok. Büyük iddiaların temsil hakkını, küçük takipçilere kimin verdiğini bir bilen de yok. ...... Ama artık onlar hem gökten yağarken hem de dağlardan çağlarken başkalarının bahçelerini sulamakta kullanılıyorlar." diye hissiyatının hamâsetini, müthîş üslûbuyla döktürmüş Hoca...
Aldığım bu cümlelerde, epeyce kendimi koyacak yerler buldum onurlanarak! Yazının sonuna yaklaştıkça; ne diyecek, nasıl bağlayacak diye merakla, iştiyâkla, heyecanla okudum satırları içercesine, kelimeler üzerinde koşarcasına...
"Başbuğ sanki bugünü görmüş gibi “Dalından kopan yaprağın kaderini rüzgâr tayin eder” demişti. " cümlesiyle, yerden kesilmiş ayaklarımı sür'atle yere koydum ve hevesli kelimeler üzerindeki koşu/şu/mu frenledim!...
"Halbuki bugünlerde kökünden kopanların kaderini rüzgârlar değil düşmanlar tayin ediyor. “Bizim evin hırsızları” bizden giderken evi soyup yağmaladıkları yetmiyormuş gibi bir de düşmanlık etmeleri yok mu, işin bu tarafı üzerinde ciddi bir biçimde düşünmek gerekir!" şeklindeki son paragraf cümlesinde, birden bire yabancılaştım Hoca ile!...
"Bizim evin hırsızları" tarifiyle, incinmekten öte öfkelendim! Hele; "... giderken evi soyup yağmaladıkları yetmiyormuş gibi bir de düşmanlık etmeleri yok mu," cümlesinde ne yapacağımı şaşırdım!...
Hey Kurban Olduğum'un nebatatçıları!...
Hay kimi severken ne kadar şehvetle, ne kadar iştahla ağızlarının sulandığını fark edemeyen, bizim evin işgalcileri!...
Kan davalılarımız, can davalılarımız, devletimizin üniterliğine, vatanımızın bölünmezliğine kast etmek için dağlarda olanlarla, Meclis'in rengini tamamlayabilecek kadar demokratlaşan milliyetsiz milliyetçilerle, evimizin işgalcileriyle birlikte durarak; evinden uzaklaştırılanlara, ocaklarından- teşkilatlarından sadece ülkücülükleri yüzünden dışlananlara, hem de çok iyi bile bile, böyle bakabilmenin altındaki sebep, ne ola ki?...
Hele hele Özcan Hocam'ın, final cümlesinde; "Tabii bunu bir yerlere nasıl olmuşsa tutunmuş silik ve sülük karakterli kişiler yapmaktadır." tarif ettikleri ile, yazısının başlarında tarif ettikleri arasındaki alâkayı, ben kuramadım! Kurabilen varsa Allah rızası için bana yardım ederse veya Hocam tenezzülen, bu tarifi ben fakîre izâh lûtfunda bulunursa, müthiş makbûle geçer...
Baba evinden ayrılan hangi oğul, baba evine düşmanlık etmiştir?
Nebatat yani bitkiler, yani çiçekler; mevsimler gereği yaprak dökerek, çürüyerek birbirine gübre görevi yaparlar ama bizler, kurtça birbirimizin etini yiyip kemiklerimizi saklamaz mıyız?
Çok mu duygusalım?
Bu yüzden yanlış mı anladım? Yoksa; renk tamamlamaya hevesli biri daha mı çıktı? Ne dersiniz?..
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
24.Eylül.2008

SIRADAKİİİİ !...

Bir Trakya türküsüne başladım, haberi duyar duymaz! Yeni dalga ve Tuncay Özkan göz altında!
"Amman bre deryalar kanlıca deryalar biz nışanlıyız/ İkimiz de bir boydayız biz delikanlıyız..." ne alâka denilebilir ki denilsin, kel başa şimşir tarak bu işte!...
Yaklaşık bir hafta önce Tuncay Özkan, yeni televizyonunun haber saatinde Hulki Cevizoğlu'nu da konuk ettiği bir yayında; "Deniz Feneri olayından sonra, bu meseleyi unutturmak için önümüzdeki günlerde yeni bir Ergenekon dalgası olacağından eminim." demişti!... Hemen ertesi gün; muvazzaf subaylar, tiyatrocular, Sisi'ler, pisiler göz altına alındı!...
Artık, millete gına geldi! Ne göz altına alınanlarla, ne göz altına alanlarla, ne de yapılanlarla ilgilenmiyor millet! En sert yandaşlar bile; "Nasılsa göz altına aldıklarını asmıyorlar! Çaylarını, kahvelerini içirip ya serbest bırakıyorlar ya da sağlık nedeniyle serbest bırakıyorlar!" diye işin cılkının çıkartıldığını söylüyorlar! Nerelerde mi? Her yerde, kahvelerde, sokaklarda, evlerde, bilhassa cami bahçelerinde, cami cemaati samimi müslümanların bahçe sohbetlerinde...
Bir "Korku İmparatorluğu" oluşturulmak istendiği kesin! Kesin olmasına kesinde; bu son gözaltılarla, oluşturulmak istenen korku imparatorluğu, tarif olarak yaralandı!... Ya bilerek, ya da acemiliklerinden yanlış kişileri göz altına alıyorlar!
Artık dalgalar kanıksandı! Dokuzuncu mu, onuncu dalga mı bilinmiyor ama ilk dalgada göz altına alınıp, dört gün sonra serbest bırakılan, "Korku tellalları" kadar etkili değil bu alınıp bırakılanlar! İlk dalgada alınıp bırakılanların anlattığı o korkunç yer ve uygulamaların yerini, Nurseli İdiz'in anlatımıyla; çok rahat olmasa da korkunç olmayan yer, profesyonel ve çok kibar polisler tarifi aldı! Yani artık göz altına alınmanın bir ürkütücülüğü, caydırıcılığı, korkutuculuğu yok!...
Hem de Türkiye'nin en sert sorgulamalarının yapıldığını bildiğimiz, duyduğumuz "Organize İşler Şubesi"nde; "Kahve yapalım mı? Sandviç ister misiniz?" şeklindeki kibar misafir edilmeler anlatılıyor!... Ya, "Korku Tellalları"nı alan polislerle, Nurseli İdiz'i alan polisler farklı; ya da bunlardan biri yalan söylüyor!... Olan da "Korku İmparatorluğu"na oluyor!
Çaresi mi? Ya bu göz altına alma komedisinden vaz geçilsin, ya da göz altına alınanlar, hiç değilse azıcık ıslatılsın!... Bütün kıyamet, 12 Eylül öncesinin saf-dürüst idealistlerinin başında mı kopmuştu?!...
Çocukluğumuzda oynadığımız "Hırsız_Polis Oyunu"ndan da komik hale düştü bu "Ergenekon Dalgaları"... Artık dalgalarla dalga geçiliyor! Çocukluğumuzda polis olan çocuk, hırsızı yakaladığında kemeriyle ellerine falan vurur, mutlaka cezalandırırdı! Şimdi gerçek hayatta, çay-kahve ikram ediliyor!
Bu arada, Nurseli İdiz'in anlattığı birbirinden kibar ve eğitimli Polislerimizi tebrik etmezsek, haksızlık olur...
Gözünü sevdiğimin demokrasisi!...
Bu demokrasiden ve son günlerde çok sık duymaya başladığımız; "Türkiye, bir hukuk devletidir." cümlesinden bıktım artık! Hiç mi hiç inandırıcı değil!... Eski bir emniyet müdürü olan, DSP İzmir Milletvekili Recai Birgün'ü televizyonda dinlerken düştüğüm hali anlatmama ise, imkân yok!... Milletvekili sıfatıyla, bir aramada hazır bulunmuş Recai Birgün. Arama yapan polislerin, ne aradıklarını bilmeden atrafı karıştırdıklarını görünce; "Bu nasıl arama? Ne yapıyorsunuz siz? Savcı, size ne arayacağınız, ne alacağını belirtir bir emir vermedi mi?" diye sorduğunda polisler; "Hayır! Bize bir şey söylenmedi. Ne aradığımızı biz de bilmiyoruz." diye cevaplamış!...
Tamamı emekli, tamamı yaşlı, tamamının sağlık problemi olan; gazeteciler, profesörler, televizyoncular, tiyatroculardan kurulmuş bir ihtilâl çetesi!... En tecrübeli ihtilalciler olması gereken emekli Paşalar'ın adları, yöneticiler içinde yok! Paşalar'ın niye göz altında tutuldukları da anlaşılmadı henüz! Sağlık problemleri yüzünden de; 300 sene 500 sene hapisleri istenecek şekilde iddianamesi hazırlanan emekliler, -mahkeme kararıyla da değil- iddianameyi hazırlayan Savcı'nın talebi üzerine serbest bırakılıyor!...
Ne yaptıkları, hayallerinin bile ne olduğu bilinemeyen, belirlenemeyen emekliler ceza evinde; Almanya'da asrın dolandırıcılığı diye adlandırılıp sonuçlandırılan ve asıl suçlular olduğu bütün dünyaya ilan edilen kişiler; serbestler ve işgal ettikleri makamlardalar!...
Hay sizin demokratlığınızı da seveyim, oluşturmaya çalıştığınız "Korku İmparatorluğu"nu da!...
Korkunun ecele faydası yok beğler! Derviş, dervişin arkasına sırayla geçer!...
Sıradakiiiii !...
"TÜRK'ÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAM DA BİR KİŞİ."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YOKUM AMA ARANIZDAYIM !...

Günün Salı'ya döndüğü bir saatte; kocaman kocaman tarifli adamların, birbirlerine ulu-orta sarfettikleri; "Şerefsiz, Müfteri, Kaçakçı, Namert, Alçak,Yalancı, Hortumcu, Şantajcı, İmansız" sıfatlarıyla, "Çevre Kirliliği"ne dönüştürülmüş gündem yüzünden, çok önemsememe rağmen sıraya koyamadığım bir "Ülkücü Nezâket"ten bahsetmem lâzım...
Şahsında bütün Ülkücülerin töhmet altında bırakıldığı ve Anayasa Mahkemesi'nde firesiz ekseriyetle aklanan, böylece Ülkücü kadrolar'ı da aklayan Koray AYDIN ülküdaşımın bir dâvetiyle onurlandım...
Bu fakîre, özel ihtirâmından olduğunu da belirterek bizzat telefonla yaptığı davetine icab edememenin üzüntüsündeyim!
O samimi ve Ramazan Mübareğin de katkısıyla, başka bir atmosfere dönüşecek sıcak havayı paylaşamamak, benim cenahımca büyük bir eksiklik...
Mazeretimi kendime saklayarak, gönlümü orada mevcut bütün ülküdaşlarımın ayakları altına serdiğimi beyan etmek isterim...
Kim, ne derse desin; ben, "Biz, bize benzeriz." derim, başka bir şey demem...
Unutanın unutulacağı, terk edenin terk edileceği, el atmayana el atılmayacağı, tekliği tercih edenin tek kalacağı gerçeğinden hareketle; fakîri unutmayanı unutmayacağımı açıklamaktan da onur duyarım...
Güzel bir Kişiliğin, güzel bir davetiyle bir araya gelerek bulundukları ortamı güzelleştiren Ülküdaşlarımın arasında olamamak, anlatılamaz bir hâlet-i rûhiyye...
Akıllıları, vicdanlıları geri plâna atarak kurnazlığı başarı vasıtası sayan ve sinekten yağ çıkarma operasyonuna devam eden, günlük siyâsilere asla benzemeyen, zaten benzese ülkücü sıfatını alamayacak olan Koray AYDIN ülküdaşımı, O'nun şahsında davetine katılan bütün seçkin Ülküdaşlarımı, en kalbî saygılarımla selamlıyorum...
Umarım ben fakîri aralarında hisseden ve hissettirebilen gönül dostlarımız, eksiksiz orada olurlar...
Bilvesîle, bu mübârek günlerde bir daha rahmetle yâd ederek Galip Erdem Hoca' nın, 13. Ağustos.1961 tarihli bir yazısından bir bölümü tekrâren hatırlatmak isterim:
"Gün olur, ülküsüz insanlara gıpta ile bakasınız gelir! Rahat yaşarlar. Tıpkı Şairin söylediği gibi: 'Akl-ı şuur' ları vardır, güzel severler. 'Bade' içerler ve nihayet göçüp giderler!
Ülkücülerin hayatı bambaşkadır. Sözlüklerinde rahatlık kelimesinin yeri yoktur. Daimi bir mücadele içinde ömür tüketirler. Hemen herkesle, her şeyle zaman zaman çatıştıkları görülür. Arkadaşları ile, aileleri ile, hatta sevdikleri ile... Ülkücünün, ülküsü ile münasebeti, hakiki bir aşkta sevenle sevgilinin münasebetine benzer. Hep verir, hiç almaz. Sevgili nazlıdır, sitemi eksik etmez, incinmeğe de hiç gelemez.
Diğer sahalarda umumiyetle dikkatsiz hareket eden Ülkücü, sevgili bahis konusu oldu mu baştan başa haysiyet kesilir. Şahsına fenalık yapanlara pek aldırmaz ama, ülküsüne yan gözle bakanlara tahammülü yoktur. Sadakati için karşılık beklemez, mükafat istemez, bir garip kişidir...
Ülküsüne hizmet edenlere son derece hürmetkârdır. Gerçek aşıklar gibidir; kıskanmaz. Sevgilisinin sevildikçe güzelleşeceğini bilir. Sevmenin gurûru yegâne süsüdür...
Ülkücülerin en amansız düşmanları, 'eyyamperest' lerdir. Menfaatlerine tapan bu adamlar, daha çok kazanmalarına, daha rahat yaşamalarına mani olacak sanırlar da, ülkücüleri ezmeğe çalışırlar! Ne garip tecellidir ki, ülkücünün gayretlerinden en çok faydalananlar da 'eyyamperest' lerdir."
Dostlar; ibâdetleriniz, iftarınız makbûl ve mübârek olsun...
Bendenizi de aranıda sayın lütfen olmaz mı? Yokum ama, Vallahi aranızdayım...
"Izdırap çek inleme.. Ses çıkarmadan aşın
Bir damlacık aksa da, bir acizdir göz yaşın
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın
Tek başına dileğe doğru at salmalısın."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

AÇIK MEKTUP!...

Güzel kardeşim,
Ülküdaşım;
Ne kimsenin egosunu tatmin etmek için varım, ne de kimseleri inciterek egomu tatmin etmek için.... Taraftar abilerin hesabını da ben veremem!
Aynaya baktığımda sadece kendimi görüyorum çünkü!
Ve hayatım boyunca hiç "Halka açık" yerlerde olamadım, olamayacağım. Çünkü ben Milletim'in bağrındayım...
Ömrümün, nasibim kadarını çilehanelerde geçirmiş; asla kimseye siteme ve küsmeye tenezzül etmemiş bir Ülkücü olarak, aklıma hürriyetini vermeye karar kılmış ve bu konuda Allah(c.c.)'a sığınmış biriyim...
"Aman bütüne zarar vermesin!" gibi takıyyenin en müthişiyle ülküdaşlarımı bend edenlere karşı, şahsen ne yapacağımı bilemez durumdayım!...
Ve bana saldıranlar da ısrarla ülküdaşlarım olunca; yalnız düşünüp, yalnız karar verip, tek başıma "Yazıcıoğluculuk"a karar vermiş durumdayım...
Sağlığında önünde el-pençe divan dururlarken, dünyasını değiştikten sonra dayanılmaz Türkeş muhalifliği yapan MHP'lilerle birlikte olmaktansa; sağlığında muhalefet edip, dünyasını değiştikten sonra rahmetten başka bir şey söylemeyen Muhsin Yazıcıoğlu'nun davranışını daha yürekli ve daha erkekçe bulduğum için verdim bu kararımı...
Kararım doğrudur iddiasında değilim! Ama kendi kararım...
Veee, Devlet Bahçeli'ye destek vererek, AKP'nin yerli işbirlikçi işlerini kolaylaştırmaktan çok iyi ve doğru olduğuna da eminim...
Devletli millet olarak yaratılıp, Nizam-ı Alemle görevlendirilmiş Türk Milleti'nin aslî unsurlarından biri olarak; kırk yıldır tanıdığım, geçmişte münakaşalarımız da olmasına rağmen, hiç birbirimizden uzaklaşmadığımız Ülküdaşım Muhsin Yazıcıoğlu'na verdiğim desteğimin, hiç değilse bir şeye yaramasını sağlaması için Allah(c.c.)'a dualardayım...
Elbette sizler de kararlarınızda muhtarsınız.
Kısa iletinizden, sizi yanlış anlamışsam hakkınızı helâl ediniz! "Söz ortanındır. Kim alınırsa ona kalır." Türk atasözünden hareketle, lütfen siz üzerinize alınmayın desem bir şeye yarar mı?...

Kendi vatanımda paryalaşmışım!
Allah ile aldatanların, müthiş galibiyetlerini seyrediyorum!
"Oğul Bey" ünvanını benim verdiğim, Başbuğum'un oğlu, tek kelimeyle yitik konumunda!
Ülküdaşlarım, darmadağın!
Partim ve teşkilatım işgalde!
Mevcut sistem, bu işgali bitirmemize izin vermiyor!
Mevcut hükümet; kendisinin de çok işine gelen bu sistemi, istediği güne kadar muhafaza edecek!
Ve canım yanıyor Ülküdaşım!
Beynimi, kafatasımı burnumdan kusar haldeyim!...
Bu kadar incinmişliğim içinde, sürç-i lisânımla bir ülküdaşımı incitmişsem; sadece ülkücü yüreğine sığınırım!..
Karar senin ve ülküdaşlarımın Ülküdaşım...
Sizden gelenlere itiraz etmedim hiç, edersem de namertim! Ama sizlerde Allah aşkına benim artık sağlam yeri kalmamış canımı incitmekten vaz geçin n'olur!...
Başkaları gibi "Dolma Kalem" olmadığım gibi; Ortadoğu'da Devlet Bahçeli'den maaş alarak yazanlardan da değilim... Ömrüm boyu yaşayarak, okuyarak öğrendiklerimi, ilgisini çekebildiğim Ülküdaşlarımla Allah rızasına paylaşmaya çalışan bir fikir fukarasıyım!...
"Ustamın adı Hıdır, elimden gelen budur!"
"Debileri düşük iki DB" dururken; bana, ülkücülere ve "Ben Türk'üm, Türk Bayraksız olmaaaaz!" diye hançeresini yırtarak haykıran tek siyâsiye saldıran ülkücüleri anlamakta da ciddi manada sıkıntı yaşamaktayım...
Artık bu konularda, ne sizinle, ne de bir başka ülküdaşımla münakaşa etmek istemiyorum!...
Bilmem arz edebildim mi Ülküdaşlarım?
"Her kesin bir hesabı var, bir de Allah'ın hesabı var." imanımla ve Allah(c.c.)'ın ibreti ahrete bırakmayacağına da imanımla beklemedeyim artık...
Hakk şerşeri hayr'eyler
Görelim Mevlâ'm n'eyler
N'eylerse güzel eyler...
"TÜRK'ÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAMDA BİR KİŞİ!..."
M.Kemâl
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Eylül 22, 2008

ARTIK AĞLAYANA DA MEME YOK!...

Yıllardır kavgalı olduğu Köşk'ü; en milliyetçi tarifli, "Meclis'te renk tamamlayacak kadar demokrat" MHP sayesinde ele geçirmiş; yıllarca kavgalı olduğu ve fikir babaları "Şerbakan"ın, "YÖK'ü türbana esas duruşa geçireceğiz." talimatını uygular şekilde ve gûya muhalefetken milleti zorla AKP'lileştiren CHP ve MHP'nin sayesinde ele geçirmiş; kılcal damarlara sirâyet edinceye kadar gizlilik taktiği ile sıraya koydukları kavgalı kurum ve yerleri tek tek düşüren zihniyete, bir yerlerin dikkatini çekmeye çalışırken zaman kaybettiğimizi artık kesinlikle biliyorum!
Bu başarısız muhalefet ve siyâsetle, AKP'ye güç yetmez!...
Milletten biri olarak, devletin aslî sahibi bir Türk olarak Türk Milleti'ni uyarmaya gayret etmek lâzım diye düşünüyorum artık...
Anayasa Mahkemesi tarafından; "Laikliğe karşı odak olmak" suçu sabit görülerek cezalandırılmış bir partiyi ve o partinin yöneticilerini, ikaz etmek artık işe yaramıyor!...
İktidar ve Ana muhalefet; savcılık ve avukatlık yarışında ne zaman, kimi, kime karşı ve nerede savunacaklarını veya cezalandırmaya çalışacaklarını bilmezlerken; iktidar başının tarifiyle "yavru muhalefet" sadece seyircilikle, hükümet çok sıkıştığında istenmemesine rağmen yardım edip şaşırtarak sessizliğine devam ediyor!...
Gündemle istediği gibi oynayan, gündemi istediği gibi değiştiren Recep Tayyip Erdoğan; Meclis'te sadece CHP milletvekillerinin ve tek başına muhalefet Kamer Genç'in soru önergelerine; sayısal çoğunlukları sayesinde ya cevap vermemek, ya da üstünkörü cevaplarla geçiştirerek meseleleri hem Meclis'ten, hem de milletten saklamayı başarıyor!...
Haksızın haklı, haklının haksız tarifleri; Başbakan'ın isteği doğrultusunda günlük olarak değişebiliyor! Artık küfrün en dik âlâsı hakaretler, siyâset literatürüne girdi! "Şerefsiz!" sıfatını; kimin, kim hakkında, nerede, ne zaman kullanabileceğini artık kimse önemsemiyor! "Şerefsiz!" hakareti, öylesine irtifa kaybetti ki, isteyen istediğine, istediği zaman ve istediği yerde söyleyebilir oldu! "Şerefsiz" hakareti şerefsizleşti!...
Köşk, hükümetin gönderdiği hiç bir şeyi, hiç bir atamayı bekletmeden imzaladığı için vekâleten yönetilmelerine de son verilen bütün kurumlar, asâleten atanmış taraftarlarca dolduruldu deniliyor!
Böyle olunca da kurumlarla kavgalarını nerdeyse bitirdiler! Milleti ve Devleti nelerin beklediğini hep beraber bekleyerek göreceğiz artık!...
Başbakan'ın ısrarla vurguladığı, "Yola Devam." tavsiye ve talimatıyla iyi şeyler de yapılıyormuş! Artık ses kirliliğine dönüşen, gürültülü gündem yüzünden farkında olamıyormuşuz!
Meselâ; Tübitak'ın Büyükşehirlerde Hayata Geçirilmesini Planladığı Bilim Merkezlerinin İlkinin, Konya'da kurulacağını duyduk! Ne güzel! Artık bilimsel arştırmalar, Anadolu'da yapılacak!
Ama yapılan iyilerden, doğrulardan rahatsız olan muhalefet, bu konuda da rahatsız! Hem de ne CHP'li, ne de MHP'li olmayan, iyice küçük muhalefetten bir Büyükşehir belediye başkanı, bu işe muhalif olmuş!
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen; TÜBİTAK ile Konya Büyükşehir Belediyesi arasında protokol imzalanması törenine katılan Devlet Bakanı Mehmet Aydın'a bir mektup yazarak itiraz etmiş bu yapılan doğruya!
Büyükerşen mektubunda; "Değerli Hocam, Sayın Bakanım; TÜBİTAK öncülüğünde bilim merkezi kurulmasına ilişkin yarışmanın, iki yıldan bu yana devam eden inşaatı bitmek üzere olan, bütün kıstaslar itibariyle en önde olan Eskişehir yerine; arazisi, projesi dahi henüz kesinleşmemiş Konya'ya kazandırılmasını, siz de Allah ve Kul indinde âdil kabul ediyorsanız, bizler Eskişehirliler olarak üzülmek ve isyan etmek yerine teselli bulacağız." diye yazdıktan sonra, basın mensuplarına;
"Bu iş siyâsetin dik âlâsıdır!" demiş. Devam etmiş; "Biz kurmaya karar verdikten 1.5 sene sonra TÜBİTAK, böyle bir destek sağlanacağını ilan etti. Biz de kendi kaynaklarımızla başlatıp belli bir yere getirdiğimiz proje için başvurduk. Ama onlar binaları projeleri hazır olan Eskişehir yerine hiç bir planı projesi arazisi dahi olmayan Konya'yı tercih etti. Sonuca üzüldüm. Büyük bir adaletsizlik. En azından destek için verilecek 12 milyon YTL iki şehir arasında paylaştırılabilirdi." diyor.
Ve bu itiraz, bu haklı ve çok edepli şikâyet; şereflerin ayaklar altına alındığı, "Şerefsiz!" ithamlarının havada uçuştuğu, çevre kirliliği gündem arasında duyulmuyor bile!...
Heeeeey! Yukarılarda, Ankara'larda; bu haysiyetli, edepli ve haklı itirazı duyacak kimse kaldı mııııı?
"TÜRK'ÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAMDA BİR KİŞİ!" M.Kemâl
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

DOĞRU SAFTA DOĞRU TARİFİ ALMAK...

Ülküdaşlarım,
Yürekli Yiğit Türkler,
Muhabbet savaşının cengâverleri Alperenler,
İ'lâ-yi kelime-t-ullah'ı görev edinmiş Nizam-ı Âlem idealistleri;
Sohbetlerimde çok kullandığım ve sevgili refikim, dostum, ülküdaşım Yavuz Selim Demirağ'ın isteği üzerine de yazıya döktüğüm bir konuyu sizlerle bir daha paylaştıktan sonra izninizle ricamı arz edeceğim...
Ömer ibn-i Hattab, yani Hz. Ömer; çok dikkatle izlediğim, her müslümanın çok dikkatle izlemesi gereken bir iman süvarisi...
Ömer ibn-i Hattab; yiyen-içen, işte-işrette, aslan avlayan, hiddetlendiğinde bütün Kureyş'i evlerine hapsedebilen, puta tapan ve tapmayanları zorla taptıran, kızını diri diri kuma gömen bir müşrik! Güçlü kötü'nün zirvesinde tarifli bir Ömer!...
Bu Ömer'den bir tane daha var; Ebu Cehil...
Hz.Peygamber(s.a.v.)'imiz; Allah(c.c.)'tan bu iki Ömer'den birini niyâz eder. Ve bu güçlü kötü tarifinin zirvesindeki Ömer ibn-i Hattab; Kelime-i Şehadeti getirip doğru safa geçtikten sonra Ömer'ül Faruk diye bir sıfat kazanır. Adaletin Timsali diye bir sıfat kazanır. Hemen buradan hareketle bendenizin Hz. Ömer'den aldığım ders başlar. Demek ki; dünyanın en güçlü insanı dahi olsa biri, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır. Ve bize düşen, bu dersi hepimizin alarak doğru zamanda, doğru zeminde, doğru safta saf tutarak doğru tarifini almak olsa gerek...
Birbirine benzer insanların, bir araya gelmelerinden doğal bir şey olamaz. Hepimizin; şuur altımızın dününü boşaltarak, önümüzde açıkça yapılan yanlışları görerek, yanlış tarifinden kaçıp doğru bildiğimiz safa girmemiz gerek...
Bu sohbetimizi elbette ısrarla ve sıklıkla yapacağız.
Asıl ricamı arz etmek istiyorum izninizle: ülkücüler olarak son yıllarda Bozkurt yerine, belgesellerden alınan vahşi kurt görüntülerini kullanmaya başladık! Hayvancılık yapanların tamamının korkulu rüyası olan ve halk dilinde canavar denen bu ziyankâr hayvanla Bozkurt'un asla bir alâkası, benzerliği yoktur!
Kavramlarımızın ve amblemlerimizin orijinal hallerini kullanmaktan vaz geçerek, yerine yapay bir şeyler koyarsak korkarım kendimizi tahrip ederiz!...
Tarihte ve gönüllerde birileriyle özdeşleşmiş ünvanları, çok sevdiğimiz birisine mal etmeye çalışırsak hem zaman kaybeder, hem de ummadığımız zarar görürüz!
Açık söyleyeyim: "başbuğ" denildiğinde bütün Türk Dünyası'nda, bir isim hatırlanır. Çok istememize ve daha önce kullanılmış olmasına rağmen Başbuğ Atatürk dednildiğinde bile Alparslan Türkeş çağrışır...
Sevdiğimiz, desteklediğimiz, önder kabul ettiğimiz birisine Başbuğ demekle, Başbuğ demekte ısrar etmekle, bir kazancımızın olacağını zannetmiyorum! Aksine zarar vereceğini, verdiğini biliyorum!
Elbette sevenler, sevdiklerine istedikleri ünvanı ve sıfatı yakıştırabilirler. Ama tutmuyorsa ısrarla kullanmaya çalışmak, faydadan çok zarar verir düşüncesindeyim...
Kendi aramızda, kısır çekişmelere vesile olacak bu gibi polemiklerdense artık her kesin kendisine bir görev seçmesi lâzım...
Israrla yıllardır bir sorduğum; "Kim, ne kadar ve neye göre ülkücü?" sorusunun cevabını nasıl veririz? Ne kadar yatmışsa o kadar mı ülkücü? Ailesinden kaç şehit varsa o kadar mı ülkücü? İkbalinden, kazancından ne kadar kaybetmişse o kadar mı ülkücü? Ne kadar kavga etmişse veya ne kadar okumuş yazmışsa o kadar mı ülkücü?...
Elbette bunların hiç biri değil! Bir insan, dâvâsına kaç kişi kazandırabilmişse o kadar ülkücüdür... Şimdiden sonra bütün ülkücüler, kendilerinin ne kadar ülkücü olduğunu ölçebilmek için yeniden işe koyulmak zorundadır! Karen Fogg çocuklarının, Dolma Kalemler'in, yerli işbirlikçilerin, menfaatperestlerin işgalinde görülen Türk siyasetine, alternatif siyasete kaç kişi kazandırabilirse o kadar ülkücü olabileceğini bilerek işe başlamak lâzım...
Kimse, kimin ne yaptığını merak etmeden; yanlışlardan örnek olmayacağını bilerek, asla yanlış örneklere itibar etmeden doğruyu yapmaya başlamamız lâzım...
Çünkü önümüzde yerel seçimler var ve gün, bu gün...
Bu bendenizin ricam! Ne kadar tutulur bilemem ama keşke çok tutulsa...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"YAZICIOĞLU'CULUK" ŞEREFTİR VESSELÂM !...

En fazla kızanların inadına; "Muhsin Yazıcıoğlu'cuyum." var mı diyeceğiniz?
Milli Ocak Sitemiz'in kıymetli yöneticilerinden, yazılarımın altına yorum alınmamasını, yapılan yorumların bizzat bana yönlendirilmesini ve mutlaka cevaplayacağımı söz vererek rica etmiştim. Sağ olsunlar bendenize bu ayrıcalığı tanıdılar... Yazdıklarımı zahmet buyurarak okuyup ayrıca yorum yazmak zahmetine katlanan Gönüldaşlarım'a muhakkak cevap verdim gücüm ve zamanım yettiğince...
Sitede, yazıların altına yorum koyulmasını profesyonelce bulmadığım için ve sitede gereksiz münakaşa ve tatsızlıklara neden olabildiğini gördüğüm için kabul etmiyorum ama bu yorumlar, özellikle de tenkitler olmasa, bizlerin kendimize çeki düzen vermemiz mümkün olmaz diye de düşünürüm...
Şimdi siz Gönüldaşlarımla bir iletiyi, bir yorum adıyla yazılan ve bendenize seviye tarif eden bir seviyeli(!) duyguyu paylaşmak ve bu duyguların sahibini, sizlere havale etmek istiyorum! Tabi dilimin ve gönlümün izni kadar cevap ta vereceğim!...
"serhatbey" mahlasıyla yazan bir kardeşim; "hiçbir zaman ......... alperenlik ya da nizam -ı alem ülkücülüğü acak bu kadar seviyesizleştirilebilirdi: Muhsin Yazıcıoğlu culuk ne demek Allah aşkına....... böyle bir sıfatı kullanma yetkisini nerden alıyorsunuz Mustafa Aslan.... hiçbir zaman adamın adamın değiliz....... ha bir de ne zaman mhp nin başındaki adama muhalefet etmek için Muhsin Başkan a yağ çekmek hiçbir işe yaramazzzzz" şeklinde seslenerek duygu ve yorumlarını göndermişler!
Bana yönlendirilen iletiyi, aynen kopyaladığım için imlâsına müdahele etmedim.
Bu "serhatbey" Kardeşim'in seviyesini kendisine yakıştırıp alkışlayarak; "Muhsin yazıcıoğlu'culuk ne demek?" sorusuna cevapla başlayayım. Genelbaşkanlarca tesbit edilenlerin seçiliyormuş oyununu oynayarak Meclis'e gönderilen genelbaşkan vekillerinin sayesinde, sistemsizlik adındaki bir dayatma sisteme mecburuz! Hangi partinin taraftarı veya mensubu, o partinin genelbaşkanına taraftar değildir? Yani hangi AKP'li Tayyip'çi, hangi SP'li Erbakan'cı, hangi eski MHP'li Türkeş'çi, hangi yeni MHP'li Bahçeli'ci değil?

"Böyle bir sıfatı kullanma yetkisini nerden alıyorsunuz Mustafa Aslan?" sorusuna cevabım, tek ve nettir: Kendimden alıyorum!...
Bütün ûlema tarafından şirk olarak tarif edilen kul ile Mevlâ'sı arasına sokulmaya çalışılarak Şeyh'çilik, cemaatçilik yapılabilen; Haçlı ile diyalogu-ittifakı-işbirliğini şeref sayarak BOP Eş Başkanlığını övünerek söyleyen birine rağmen Tayyip'çilik yapılan; kendi partisine oy vermeyenleri müslüman bile saymayan birine rağmen Erbakan'cılık yapılan; bütün ülkü devlerini teşkilatlarından, ocaklarından uzaklaştırmış olmasına rağmen Bahçeli'cilik yapılan; Besmele ile söze başlanıp, Allah rızası için yalvarmalarıyla samimi inançlı müslümanları söyüşleyenlerin suçlarını örtmek için hâlâ Deniz Feneri'cilik yapılan; yakın ve uzak tarihimizi, Türk kimliğimizi reddederek Ermenistan'a maç izlemek adıyla AB-D emrini uygulayarak ziyâret eden Cumhurbaşkanı'na rağmen AKP'cilik yapılan bir ülkede ve bütün insanları "cilik-cülük" mecburiyetine sokan bir sisteme karşı ben; "Muhsin Yazıcıoğlu'cuyum!"...
Bu kadar yanlış, bu kadar bölücü, milletimi bu kadar tahkir edici taraftarlıkların içinde; "Muhsin Yazıcıoğlu'culuk nasıl bir şereftir farkında mısınız?" diye tekrar soruyorum!
Açıkladığım ve açıklamaktan onur duyduğum bu taraftarlığımı bir de 40 yıllık paylaşılan bir ömürle süsleyince, bende yarattığı rahatlığı ve keyfi anlayabilmek için ancak Mustafa Aslan olmak gerekir!...
".....mhp nin başındaki adama muhalefet etmek için Muhsin Başkan'a yağ çekmek..." tarifine gelince;
Be güçlü zannettiğinin yanında durarak güçlü olunabileceğini zanneden zavallı fıtratlı kardeşim! Eğer sizce güçlülük, sayı çokluğu ise en güçlü tarifli AKP taraftarlığı yapsanıza! Daha akıllı bir davranış olmaz mı? Taraftarlığınızla göze girmeyi de başarırsanız dünyalığınız garantilenir, ahretinize karışmam!

"...yağ çekmek" fiiline gelince; zannederim bu iletinin sahibi, Muhsin Başkan'la benden fazla görüşmektedir. Söyleyebildiği ve tarif edebildiği için çok iyi bilmesi gereken o fiili de kendisi layıkıyla yapmaktadır eminim! Yine zannederim Muhsin Başkan'la son görüşmemizin üzerinden nerdeyse bir sene geçti! Ne yazımdan ne yazdıklarımdan sonra hâlâ Muhsin Başkan'la görüşmüş değilim! Görüşmekle bir şey kazanacağımı da sanmam!... Sadece muhabbetimden kaynaklı hasret gidermenin haricinde bir katkısı olmaz bana!
Kendimden başka bir kişi bile olsa Muhsin Yazıcıoğlu'nu anlatarak BBP'li edebilirsem, BBP'ye oy verdirebilirsem kendimi başarılı ve bahtiyar sayacağım.
AKP şu anda benim için neyse, CHP şu an benim için neyse, mevcut Bahçelili MHP'de aynı konumdadır!... Ülkücülüğümüzü reddeden, milliyetçiliğimizi "renk tamamlamak" düşüncesiyle zedeleyen, "ideolojik ağırlıklarını atarak merkez"leşen, PKK'lılarla tokalaşmayı demokratlık sayan bir partiyle ve o parti mensuplarıyla benim ne alakam olabilir?
'Debisi düşük DB' nin inadına, DB'cilik yaparak kendilerini ülkücü zanneden mazur kardeşlerimin inadına, bölücülerin inadına, Allah ile aldatanlar'ın inadına, ahd'el vefayı unutanların inadına, dönenlerin inadına, döneklerin inadına, değişen-gelişenlerin inadına; dostluğu, ülküdaşlığı, yoldaşlığı unutanların inadına Muhsin Yazıcıoğlu'cuyum!...
Be "serhatbey" Kardeşim; ne sana, ne de hiç kimseye; "Gel Yazıcıoğlu'cu ol." demedim, demem!... Ama Türk'üm diyen her kese, Müslümanım Elhamdülillah diyen her kese, mazlûmun hakkını zâlimden sormak gerek diye düşünebilen her kese, sözünün eri gerek diye düşünen her kese; gelin beraber BBP'ye oy verelim diye seslenmeğe başladım ve devam edeceğim!...
Bu davetime gelirseniz baş tacımızsınız. Gelmezseniz AKP'liye ne dediyesek, Bahçelici'ye ne dediysek, CHP'liye ne dediysek size de onu deriz! Size rağmen sizi sevmeğe devam ederiz!...
Bî-taraf olan ber-taraf olur güzel Kardeşim!...
Zamanında, zemininde safını belli edemeyen insanların ise en hafifletilmiş şekliyle tarifi, korkaktır!...
Şimdiden sonra susmak namertliktir!
Şimdiden sonra seyretmek kalleşliktir!
"Küfr'ün karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır." dedim, diyorum, diyeceğim...
Bu kadar "...cı"nın, "...ci"nin içinde Muhsin Yazıcıoğlu'culuk, bana göre şereftir! Sen ne dersen de!...
Şerefli bir Türkmen Yiğidi'nin etrafında birleşerek şeref paylaşımına davetimdir bu! Geç kalan Vallahi geç kalır vesselam...
"TÜRK'ÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAMDA BİR KİŞİ." M.Kemal
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Eylül 21, 2008

BENİ KARAMEHMET KANDIRDI...

Türk'üm ya, ben sadece Turkçe aldatılabilirim! Ve sadece Türk tarafından aldatılabilirim!...
Telekominikasyon yani iletişim sektörünün, diğer üretken kurumlarımız ve bankalarımız gibi yabancılaşması, yabancılara satılması karşısında; ehven-i şer görerek sermayesinin çoğunun Karamehmet gibi bir Türk'ün olmasını da tercih sebebim sayarak Turkcell'li oldum!...
Şimdiden sonra anlatacaklarımı net ifade edebilmem için bazı rakamlar vermek durumundayım ve peşinen özür diliyorum...
Aylık Turkcell faturam 100 YTL'nin hiç altına düşmezdi. Ne kadar kontrollü kullanırsam kullanayım, hatta diğer operatörleri aramak için de farklı telefon kartları kullanmama rağmen Turkcell faturam, hep 100 YTL'nin biraz üzerinde olurdu. Buna da alışmıştık!...
Günlerden bir gün; Turkcell'den, ifade gücü çok yüksek, konuşması etkili, tonlamalı bir konuşmacı kız aradı beni. Faturalarımın sürekliliği ve aksamadan ödenmişliğinden dolayı bir teşekkür faslından sonra; "Sizi herkesle 600 Paketi'ne dahil edelim." diye bir öneride bulundu. Her ay 600 dakika her yönü, dakikası 20 YKr.tan arayabilecek 600 dakika bittikten sonra da yine her yerle sabit fiyatla konuşabilecektim. Ve bu hizmetin karşılığı tüm vergiler de dahil olmak üzere 72.8 YTl. idi...
Her ay 100 küsür lirayla mukayese edince ve hafta sonlarıda yurt içi Turkcell'leri bedava arayabileceğim de vaat edilince evet dedim hem de sevinerek bu pakete!...
İlk ay, 100 YTl.nin birazcık üzerinde bir fatura geldi. Dökümlü faturayı incelediğimde konuşma ücretinin 60 YTl. olduğunu, diğerlerinin "Deli Dumrul" kesintileri olduğunu görünce sessiz kalarak, biraz daha dikkatli kullanmaya gayret ettim.
Niyetim, kontrollü kullanarak 72.8 YTl.lik paketi yakalamaktı...
Veee günlerden Pazar. Aziz mübarek Ramazan! Evde istirahatteyim güya! Telefondan bir mesaj uyarısı! Açtım; "DEGERLI ABONEMIZ,SON DONEM FATURANIZ 212.50YTL OLUP..." diye devam eden haftasonu mesajını okudum!...
72.8 YTl. ile 100 küsür YTl.lik faturayı mukayesemde sessiz kalışımdan olmalı ki, Turkcell bana 72.8 YTl.lik paketi 212.50 YTL.ye kakalamış oldu, helâl olsuuun!...
Gold Aboneyim ya!...
Hemen telefonla ücretsiz olarak hizmet alabilirim ya! Dayandım hemen "05327587878"numaralı telefondan, ücretsiz gold hizmet almaya!...
Yine Türkçesi çok düzgün, iknâ yeteneği çok iyi ve ziyâdesiyle sabırlı bir kızımız çıktı karşıma. Anlatıverdim halimi! Neden böyle olduğunu sordum. Elcevap; "Peşembe gününe kadar kayıtlarınıza girerek göremiyorum. Perşembe'ye kadar bir şey yapamam. Özür dilerim."
Hadi özrü kabul et, hadi bu Perşembe'ye sallanmaktan da ayrıca işkillenme, huylanma!
Perşembe günü siz beni arayabilir misiniz diye sorduğumda; "Hayır! Mümkün değil. Yine siz arayın lütfen." cevabıyla gel de tansiyonunu kontrol et!...
Kendimi, Turkcell tarafından kandırılmış, kendimi Turkcell tarafından dolandırılmış hissediyorum. Kendimi Almanya'da "Deniz Feneri" diye Allah adıyla aldatılan, dolandırılan zavallı yurttaşlarımız gibi hissediyorum!
İki gündür," www.haberbu.com" sitesinde; 'Kaz gelecek yerden Recep'in tavuğu esirgenmez' şeklindeki haberin, bu işlerin müjdecisi olduğunu müjdeleyeyim!...
Turkcell'in; Gold Üyeleri, Herkesle 600 Paketi üyeleri, zannederim tamamımız aynı şekilde söyüşlendik! Garibim, zavallım Mehmet Emin Karamehmet, yabancı sermayeye kafa tutabilmek için AKP hükümetinden destek göremediği için; hem kendi adından hemde sisteminin adındaki Türk'ten dolayı Turkcell'li olan Türk'lerden, ihtiyacını karşılamak için fazla incitmeden Türkleri söyüşleme yoluna gitmiş!...
Beni Turkcell değil, Mehmet Emin Karamehmet kandırdı!
Onun adı olmasaydı asla bir daha Turkcell'li olmamak üzere bırakmıştım! Şimdi bir daha bırakacağım. Ve; "Beni Karamehmet dolandırdı." diye de bağırıyorum! Beni, şikâyet ederek mahkeme huzurunda da derdimi ve bu çok profesyonelce, çok akıllıca adam söyüşleme yöntemini anlatmamı sağlamasını istiyorum...
Tekraren; beni Turkcell değil, Mehmet Emin Karamehmet kandırdı!...
"TÜRK'ÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAMDA BİR KİŞİ!..."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 19, 2008

ARTIK YETİŞEN ALIR...

Breh! Breh! Breh!...
Savuluuun! AK-fener geliyor!...
Mahkemenin kadıya mülk kalacağını zanneden, oturdukları makamın gücünü kendi güçleri zanneden ve demokrasiyi araç gördüklerini söyleye söyleye, demokrasi sâyesinde Başbakanlığa kadar yükselen Kasımpaşalı; "Yalan yanlış haber veren gazeteleri almayın! Evlerinize sokmayın!" diye, beraber yürüdüklerine, beraber bereket euro yağmurlarında ıslandıklarına talimat verdi!...
"Ferman padişahın, dağlar bizimdir." diye Türkçe naraladığımız günün üzerinden kaç asır geçti, farkında olamaz ki!...
"Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin/ Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten." diye, Allah ve tarih huzurunda milletimize söz verdiğimizden de haberi olamaz!...
Yalancıların, talancıların, duygu sömürücüsü dilencilerin, cami bahçelerinde fısıltıyla dine ve imana iftiralar ederek, kazanacakları yeşil euro ve dolarların hayaliyle ağızları sulananların, sunî alkışlarıyla ayakları yerden kesildi veya; gündem değiştirmesi lâzım!...
Bize; yıllardır para vererek almadığımız, aldırtmadığımız, "dolma Kalemler"in yığınakları gazeteleri savunmak gibi bir iş çıkardı farkında mıyız?
AK-fener ışığıyla, fenercilerin bol kepçe kaşığıyla; Besmele ile söze girip Allah rızası yalvarmalarıyla toplanan helâl kazançların haramlaştırılmasıyla beslenen yandaş gazeteleri alsınlar değil mi?
"Kendileri ısırıp köpeklere yalatmayanların" gazetelerini alsınlar değil mi?
Kayık karaya oturdu artık!
Deniz bitti, gemi battı artık!...
Yıllardır fısıltıyla götürülen, ispatı mümkün olmayan iftiralarla yapılan propoganda şansı bitti!...
Allah ile aldatanları, Allah(c.c.) farş etti!...
Buna Allah(c.c.)'ın adâleti denir!
Hani yolsuzluk ve yoksullukla mücâdele edilecekti? Yoksullardan, yolsuzluklarda kullanılmak için hortumlanan alın terleriyle mi yapılır bu mücâdele? Alman mahkemelerince suçlulukları ilan edilen ve Türkiye'de oldukları dünyaya ilan edilen kişileri hâlâ aynı makamlarda tutarak mı mücâdele edilir?
Milletin neler neler söylediğini, hiç mi size ileten çıkmaz?
Sizi taraftarlıklarıyla, alkışlarıyla yanıltarak, milleti de Allah ile aldatarak söyüşleyenler; Türk'ün karakteri gereği kurt gibi yese bile kemiğini sakladığını size hatırlatmazlar mı?
Artık tek başınıza gündemi de oluşturamadığınızı, söylemezler mi?
Çığ koptu!...
Ama bu kopan kar topu da "AK" değil!... Karı karartınız nasıl başardıysanız! Bir yolsuzluk kâr topu koptu ve hızla aşağı yuvarlanırken, sizi de sür'atle, karartarak indiriyor farkında mısınız?
Siz taraftarlarınızı korumaya devam edin, dokunulmazlık zırhından hareketle kendi dosyalarınızı raflarda tozlanmaya bırakın!...
Allah(c.c.) mazlûmun ahını, zalimde bırakmaz! Millet, sizin araç olarak kullandığınız demokrasi ile sizi nasıl islâh edecek hep beraber göreceğiz!...
Halep orda, arşın burda evet!...
Hesap günü yakın! Sandıkların dibini millet olarak biz görüyoruz! Siz de hiç aklınıza getiriyor musunuz? Dokunulmazlık zırhınızı soyunduğunuz gün, neler olacak biliyorsunuz değil mi? Şimdi siyasi baskıyla kontrol ettiğinizi zannettiğiniz Cumhuriyet'in Savcıları, sizi unuttular mı zannediyorsunuz?
Kahhar ekseriyetle, Anayasa mahkemesi'nin sizi suçlu bularak cezâlandırdığını, milletin unutacağını mı zannediyorsunuz?
Evet güüüüç sizdeeeeee! AK-man'siniz!...
Sizin tâlimatınızla, söz! Doğan Grubu'ndan gazete -almıyordum zaten- almayacağım! Ama yarın büfedeki bütün Yeniçağ'ları ben alacağım!...
Erken gidenin elinde kalacak Yeniçağ... Artık yetişen alır...
"TÜRK'ÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAM DA BİR KİŞİ !" M.Kemal
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YİNE DAĞ BAŞINI DUMAN ALDI...

Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı
Parçalandı bir kıtanın toprakları,
Aslan payını, aslan olmayan aldı;
Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı!..
. Arif Nihat ASYA

Şimdiden sonra susan, nâmerttir!
Şimdiden sonra seyreden kalleştir! Şimdiden sonra susan; "Küfrün karşısında susan dilsiz şeytandır!" tarifindedir!...
Gönüldaşlarım;
Yiğit fıtratlı, imanlı Türkler;
Ülkücüler, Nizâm-ı Âlemciler, Yaratılanı Yaratan'dan ötürü sevebilecek yüreklerin sahipleri, muhabbet cengâverleri;
Artık konuşma zamanı! Artık kapı kapı dolaşarak, şeref sözü vererek, Allah(c.c.) adına yeminlerle yapılacakları tek tek anlatma zamanı!...
Bu memleketin, bu Devletin, bu Bayrağın, bu Cumhuriyetin aslî sahiplerinin de; en az yalancılar kadar, en az takıyyeciler kadar, en az îman tâcirleri kadar, en az PKK'lı bölücüler kadar cesâretle ve tek tek, en yakınlarından propogandaya başlama zamanı!...
Erken çıkan yol alır Dostlar!
Hastalık belli, teşhis koyulmuş! Ahlâksızlığı, mürâiliği, riyâkârlığı, takîyyeyi, dönmeği, dönekliği, kalleşliği, kahpeliği ilm-i siyâset diye yutturan kurnazların karşısına; imânımızla, yüreğimizle, cesâretimizle dikilmenin zamanı!...
Geçen zaman kayıptır!
Sözüyle söyleyenin, birbirine çok yakıştığı bir siyâsi malzememiz var! Elli sefer anket yapılsa, ellisinde de; en doğru siyâsetçi, en doğal siyâsetçi, yalansız-riyâsız tek siyâsetçi olarak çıkacak bir önderi anlatmak işimiz!
İnadına Tayyip'çiliğin, Bahçeliciliğin, Baykalcılığın, "Şerbakan"cılığın, AB'ciliğin, ABD'ciliğin, Büyük Ortadoğu Projesi'ciliğin, iş birlikçiliğin, bölücülüğün, hatta Apoculuğun ayıp sayılmadığı bir memlekette;
Muhsin Yazıcıoğlu'culuk nasıl bir şereftir farkında mısınız?!...
Çok bizden birisinin, Türk birisinin; "Biz, aynı tarihten, aynı coğrafyadan, aynı ruh ve iman ikliminden gelen bir milletin çocuklarıyız. Dün birdik, yarın da bir olacağız. Biz, Türk’üz, Kürt’üz, Laz’ız, Çerkez’iz… Biz, Aleviyiz, Sünni’yiz. Kısacası biz, hep beraber Büyük Türk Milleti’yiz." diyen sesini, her yere taşımaktan kolay ve keyifli ne olabilir?
"Biz, Türkiye sevdalısıyız…Biz, “Tek ülke, tek bayrak, tek millet” sloganının gerçek sahibi ve takipçisiyiz…Biz, kendi çıkarları için siyaset yapanlardan çok farklıyız. Biz, gerçek birer vatanseveriz.Yüreklerimiz vatan aşkıyla çarpıyor.Biz, inançlı vatanseverler topluluğuyuz. Bizim alt ve üst kimliklerimiz yok! Biz, Türk Milletiyiz! Biz, “Büyük Birlik’iz” Birlikten yanayız…“Vatan Bölünmez” diyoruz." diyen bir Türmen Yiğidini, Anadolu'ya anlatmaktan kolay ne olabilir?
Ciğerleri ağzından fırlarcasına;"Sizi, yıllarca küresel emperyalist sermayenin uşaklığına mahkûm etmek isteyen güçlere karşı; 'Ben Türk'üm, Türk Devletsiz olmaz! Ben Türk'üm, Türk bayraksız olmaz! Ben Türk'üm, Türk Ezansız olmaz! Ben Türk'üm, Türk hürriyetsiz olmaz!' demeğe çağırıyorum! var mısınız?" sorusunu iletmekten kolay, bu soruları sormaktan daha şerefli, daha keyifli ne olabilir?
Sözle söyleyenin bu kadar birbirine yakıştığı, ikinci bir karakter örneği mi var?
Hadi Gönüldaşlarım!
Hemen bu gün, evlerimizden; analarımızdan, babalarımızdan, bacılarımızdan, kardeşlerimizden işe başlayalım! Yarın sıra komşularımıza, öbür gün akrabalarımıza gelsin...
Biz Türk'üz, Türk'ten bedbîn, Türk'ten tembel olmaz!...
"Haydi Yiğit! Haydi yeni akına/ Ülkümüzün cihan varsın farkına."
"TÜRK'ÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAM DA BİR KİŞİ!..."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

TÜRK'ÜM, KALSAMDA BİR KİŞİ...

Bu ne ya?!...
Bu memleket bu kadar mı sahipsiz?!
Bu kadar mı gücü yeten yetene?!... "Kendileri ısırır, köpeklere yalatmazlarmış..." Kendilerine de, köpeklere de ...!
Haksızın bu kadar güçlü, örgütlü ve arkalı ; haklının bu kadar sahipsiz bırakıldığı, bırakılabileceği başka bir yer var mı?!... Cahiliye Arabistanında mıyız?
Bu memleketin insanları, bu kadar mı aptal denecek kadar saf veya bu memleketin yöneticileri bu kadar mı milletle alay edebilecek kadar saygısız!...
Halimizi, halimi ifâde edecek kelimeleri bulmakta, kendimi ifâde edecek cümleleri kurmakta zorlanıyorum!...
Dünyanın en büyük organize dolandırıcılığı olarak tarifle, suç tesbit ediliyor; yardımcı ve yatakçıları cezalandırılıyor, asıl suçlular Türkiye'de diye mahkeme kayıtlarına geçiriliyor, yer yerinden oynuyor, biz de tık yok!...
Özür dilerim!... "Tık yok." derken yanlış yaptım! Bizde hemen karşı atak var!...
Bir gün önce, televizyonu Fetullahçılarca parayla satın alınan -artık televizyonunu satan demeyeceğim- Tuncay Özkan, Hulki Cevizoğlu'nun da katıldığı bir haber programında; " Deniz Feneri olayını ört bas etmek için yeniden Ergenekon dalgaları olacağına eminim." dedi ve hemen ertesi gün, genç subaylar, sanatçılar, sanatçı geçinenler, oraları-buraları bellisiz, kimlikleri kişilikleri bellisiz birilerini de birbirlerine katarak 19 kişiyi 3-4 vilâyette göz altına aldılar!...
Ya Tuncay Özkan kâhin, ya bu adamlar artık yapacaklarını bu kadar pervasızca yapabiliyorlar, ya bu memlekette yasa yok, yasalar yok; ya da bu memlekette birileri, "jandarma yok diye ıslık çalarak eşkiyalık" yapıyor!...
Cumhurbaşkanı, benim değil!...
Cumhurbaşkanı'nı Köşk'e çıkaranlar ve çıkarılmasına yardımcı olanlar benim değil!...
Muhalifim diye hükümet benim değil!...
Ben bu memlekette turist miyim arkadaş?!...
AB'nin, ABD'nin, Haçlı'nın örgütlediği; dolar ve euro ile beslediği yerli işbirlikçilerin el ele vererek Cumhuriyetimize, Atatürkümüze, Ordumuza, Türk kimliğimize, üniterliğimize, bölünmez bütünlüğümüze saldırmalarına karşı çıktığım için kendi vatanımda parya mıyım?!...
42 yıllık partimde, BOP Eş Başkanı'na, hiç ummadığı anlarda yardımcı olarak AKP'lileri bile şaşırtan Devlet Bahçeli'ye taraftarlığı ülkücülük zannedenler, neden bana düşman?!...
PKK'lılar, PKK'lıların siyasal uzantıları, Meclis'te Devlet Bahçeli ile meclisin rengini tamamlayanlar, zaten bana ve benim gibi düşünenlere düşman!...
Deniz Feneri adıyla; Bismillah'la söze ve işe başlayıp, 'Allah Rızası için!...'le yalvararak milletin hem inancını, hem helal kazancını hortumlayan, söyüşleyen; utanmaz, rezil, münafık, mürai, hayasız, imansız inanç sömürücülerine, Allah ile aldatanlara karşı çıktığım için taraftar kalemler, AKP'liler, cemaatler bana ve benim gibi düşünenlere düşman!
"Kendimi, çıplaklar kampındaki bir sivrisinek gibi hissediyorum! Ne yapacağımı biliyorum, ama nereden başlayacağıma bir türlü karar veremiyorum!..." diye bir söz geliyor hatırıma yarım yamalak, öfkemden şehvetle sırıtıyorum!...
Bu kadar karamsarlığımın, bu kadar karmakarışık suni gündemin içinde, Genel Kurmay Başkanlığımız'ın davranışıyla teselli olmak istiyorum. Elbette suçlu kimse, cezalanmalı ama aldığı görevleri yerine getirirken kahramanlaşan askerlerimizin rencîde edilmelerine de izin verilmemeli. Göz altına alınan subayların, askeri savcılarca sorgulanıyor olmaları ve diğer ne oldukları bellisizlerle bir araya getirilmelerine izin verilmemiş olması, yüreğime su serpti!...
Yanlılar arasında yansız, taraftarlar arasında tarafsız; Devletimden, milletimden, vatanımın bölünmezliğinden, devletimin üniterliğinden, Cumhuriyetimden, Atatürk'ümden, Başbuğum Türkeş'imden, ülküdaşlarımdan yana olduğum için de yalnızlığa mahkûm gibiyim!...
Pes edersem namertim!...
"TÜRK'ÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAMDA BİR KİŞİ..."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 18, 2008

GEMİSİ BATAN BATANA !...

"Başbakan sandalla Kasımpaşa sahilini dolaşıyormuş, tekne birden hışırt diye karaya oturmuş, silahşörler telaşlanmış: “Aman ne oldu?” Başbakan gülmüş: “Ne olacak oturduk?” Silahşörler hep birlikte ayağa kalkmışlar: “Güle güle oturun, güle güle oturun!"(Hasan Pulur'dan)
Gençliğimizde, delikanlılığımızda, hatta bu gün bile, suratını asık gördüğümüz tanıdığımıza; "Hayrola? Karadeniz'de gemilerin mi battı?" diye takılırdık, takılırız! Ne kadar denizci bir millet olduğumuzu; Başbakan'ın gemisi karaya oturunca, yandaşlarının gemileri batınca anladım!...
Eeeeeee!
Bismillah'la giriş yapıp, Allah Rızası için'le yalvararak toplanan hayır işlerde kullanılmak için alınan gemilerin yol göstericisi, "Deniz Feneri" olunca, gemi batacak!... Hele daha Kasımpaşa yanacak, polis birilerini arayacaaak!...
"Allah Rızasi İçin..." yalvarmalarıyla, gâvur ellerinde, üçüncü sınıf insan muamelesi görerek çok zor şartlarda kazanan, samimi müslümanların alın terleri toplanıp, sonra "Kızıl Haç"a hibe edilince; Allah rızası için verenler şimdi bedduadalar!...
Ne alırsan alacaksın, mazlûmun âhını almayacaksın!
Çünkü çıkar aheste aheste...
Benim bildiğim kaptan, gemisini kurtarandı!
Bu batan geminin kaptanı mı acemiydi? Kılavuz Kaptan almayacak kadar limandan torpilli miydi? Yükü mü ağırdı? Motoru mu arızalandı? Falan mıydı? Filan mıydı? Gemi niye battı diye sorular soruluyordur elbette...
Bizim oralarda, deniz olmadığı için gemiyle pek ilgimiz olmaz! Ama nedense suratı asık bütün arkadaşlarımıza da; "Denizde gemilerin mi battı?" diye sorarız!...
Geminin sahibinin babasının bakan olduğu söylenince, aklıma gemicinin nereli olduğu sorusu geldi. Bakan Baba, Erzincanlı'ydı. Demek ki gemici de Erzincan'lı... Yani denizle falan bir alâkası yok! Zâten gemi alacak parası da yokmuş! Bir imanlı armatör, gemileriyle rahat hareket edebilmek için lâzım olan siyâsî desteği sağlamak uğruna, Bakan'ın Oğlu'na gemi alabileceği kadar parayı borç vermiş! Allah rızasına!...
Acemi gemicinin gemisi de torpilli olduğu limandan kılavuz kaptan almadan çıkınca batmıııış!...
Erzincanlı'nın gemiyi batırmasını anlarım da, Rize'li yani Karadenizli olan Başbakan'ın kayığının karaya oturmasını anlayamam!...
"Adalet ve Kalkınma"nın adaletini, Allah(c.c.)'ın adâleti tatile mi çıkardı acep?
Hep derdik ya; "Her kesin bir hesâbı var, bir de Allah'ın hesâbı var."
Hep derdik ya; "Mağrûr olma Padişahım, senden büyük Allah var."
Hep derdik ya; "Ağlayanın malı gülene yâr olmaz."
Hep derdik ya; "Alma mazlûmun âhını, çıkar aheste aheste!"
Yine hep derdik ya; "Allah, ibreti ahrete bırakmaz!"
Hele ne gemiler batacak!...
Bir anda bedduaya dönen duaların etkisini, hep berâber göreceğiz!...
Allah Rızası için toplanıp; lüplendiği, iç edildiği keferelerce fark edilip yasalarınca cezalandırılan ve kefere yasalarınca müsadere edilerek "Kızıl Haç"a verilecek olan helâl kazançların hesâbını, elbette Allah(c.c.), ahrete bırakmayacaktı!...
Hâlâ; Allah Rızasına kalem çalan Yandaş Kalemşörler, bir araya toplanarak Deniz Feneri ışığında toplanan paralarla kurulan televizyonlarda; "Bu millet, inadına para verecek!" diye milletle alay etmeğe devam ediyorlar! "İnanıyorum ki yardımlar durmayacak ve artarak devam edecek. Durmak yok yardıma devam..." diyor Fehmi Koru! (Kanal 7-Uğur Aslan programı)
Allah'ın da parmağı yok!
Yalan yere yemin edenlerin gözlerine parmak sokmaz ama, böyle rüsvâ eder...
Şimdi hem Başbakan'ın, hem de yandaşlarının suratlarına bakın yeter! Hepsine, gemilerinin battığını hiç bilmeseniz de; "Hayrola? Denizde gemilerin mi battı?" diye hiç düşünmeden sorarsınız...
Analar, çürük raporlu ne kaptanlar doğarmış değil mi?...
Şu Deniz Feneri'nin Ankara Pursaklar'daki merkezi ile ilgili bir anım var. Bu gün de anlatamadım! Ama mutlaka anlatacağım. Çünkü daha batacak çoook gemi var!...
Rehberi Deniz Feneri olanın gemisi karadan kalkmaaaaaz!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Eylül 17, 2008

MİLLETİM'E VE GÖNÜLDAŞLARIMA ARZIMDIR...

Zahmet edip yazılarımızı okumakla zaman kaybeden dostlarımıza müteşekkiriz elbette. Tebriklerden ziyâde tenkitler, bizlerin kırbacımız olur! Bu tür tenkitlere artık cevap vermeme gerek kalmaz zannediyordum.
Çünkü; "Ne kadar bilirseniz bilin, anlatacağınız karşınızdakinin anlayacağı kadardır." diye Hz. Mevlâna'nın tarifi hep aklımızdadır. Yine de tekraren bir açıklama yapmak zorunda kaldım. Tekrar gibi algılayacak Dostlardan defaetle özür dilerim.
"(Uçucunun Alaca Karanlığı- Tayyarın Şafağı) başlıklı yazıma bir Dostumuz, tenkid göndermişler sağ olsunlar.
"Bu ülkücü görüş mü, ulusalcı çizgimi; Ergenekonu küçümseyip, deniz feneri davasına sarılmak mı ülkücülük? chp den milletvekili olan, dinde hertürlü fitne fesat çıkaran hiçbir muteber Din Aliminin tasvip etmediği y.n ye sahip çıkmakmı ülkücülük, aym nin durumu belli olduğuna göre odak olma hikayesine sarılmakmı ülkücülük , aynı gerkçelerle BBP de odak deyilmidir? aynı şeyleri chp lilerde söylemiyormu?Bumu Ülkü!, bumu Ülkü devliği! Gerçek Ülkü devleri böylemi düşünüyor. sırf Rahmetli Başbuğun oğlu olduğu için eyer yaparsa yaptığı ahlak dışılığı tasvip etmekmidir Ülkücülük! Bu tür yorum ve yazılarla davamıza hizmetmi ediyoruz yoksa..." deyivermiş bu aslan Ülküdaşım!... Yoruma müdahele etmemek için imlası, noktası ve virgülüyle aynen kopyaladım!
İsmini vermediği için bildiğim ve açıklamayacağım ama; "balvana08 " mahlâsıyla yazan bu aslan Kardeşime; taraftarlıkla ülküdaşlığı karıştırdığını hatırlattıktan sonra, lütfen taraftarlığı da AKP'li Dolma Kalemler'den öğrenmesini tavsiye ederim!... Meselâ sıkı bir AKP taraftarı olan Serdar Arseven'in; bir yazısına "Ben Isırırım Ama Köpeklerin Yalamasına Bile Müsaade Etmem" başlığını kullanabildiğini, "Önyargılıyım. İtham Müslüman’a yönelikse ‘iftira’ derim, kafire yönelikse ‘doğru’ derim." dediğinden haberdar mıdır? Haberdarsa her halde alkışlıyordur! Çünkü taraftarlık budur ve erkekçe bir taraftarlıktır! Arseven, taraftar olduğunu ve taraftarlığından da asla gocunmadığını söyleyebilecek cesur birisi!... Yaptığının doğruluğu, yanlışlığı ayrı bir sohbet konusu!...
Gelelim "balvana08" mahlaslı kardeşimize ve onun gibi düşünenlere!...
Bir kaç kere; "Debisi düşük iki DB"den biri olan Devlet Bahçeli ile aynı fikrî sıfattan Allah'a sığınırım demiştim! Bunu açıklamadan önce de; bir zamanlar "Senin katilin, benim katilim yarıştırdık! Sonra senin hırsızın, benim hırsızım yarışı başladı! Korkarım senin hainin, benim hainim yarışı dönemine giriyoruz!" diye ironik sitemimi etmiştim!
Bismillah'la başlayıp, Allah Rızası yalvarmalarıyla inançlı kardeşlerimizi söyüşleyenlere; aferin diyerek, göz yumarak saldırmamak mı ülkücülük? Bırak ülkücülüğü, bu mu Müslümanlık, insanlık, erkeklik, mertlik, delikanlılık? Avrupa'da bu Bismillah'la başlayıp, Allah Rızası yalvarmalarıyla kandırılan hiç bir kardeşimiz, davacı da olamayacaklar biliyor musunuz? Çünkü davacı olurlarsa Alman hukuku, Deniz Feneri'ne verdiği parayı neden Alman makamlarına bildirmedin diye o kardeşlerimizi yargılayacak! Böylesi samimi müslüman ve milliyetçi kardeşlerimizi soyanlara destek vermek mi ülkücülük?
Şemdinli'de; devlet adına verilen görevleri yapan insanları bölücülerin, hainlerin, işbirlikçilerin, AB'ci veya ABD'cilerin, yani Haçlı'ların isteği doğrultusunda yargılatmaya kalkan savcıya sahip çıkmak mı ülkücülük, milliyetçilik?
Cumhuriyete ve Türk Milliyetçiliğine açıkça bir komplo olan, "Ümraniye Bombaları" diye başlatılıp sonra çok bilinerek "Ergenekon"laştırılan ve ne olduğunu artık hazırlayanların da bilmediği bir dosyalar kirliliğinden hareketle "Deniz Feneri"cileşmek dolayısıyla AKP'lileşmek mi Ülkücülük? İmralı Mahkûmu ile aynı söylemleri paylaşarak; "Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi", "Toplumsal Dayanışmanın Siyasal İz düşümü" , "Çiçek Bahçesi" ve "halklar", bir il başkanına; "Git Kürtçe oy topla." talimatı vererek Türkçe'nin bütünlüğünü tehlikeye sokarak bölünmeyi tetiklemek mi ülkücülük?
Hangi taşı kaldırsan altından çıkan "Doğu DERİNÇEK" ve Yalçın KÜÇÜK'leri kıskandıracak bir söylemle; "Gel Hasip! Meclisin renklerini tamamlayalım." diyenlerin taraftarlığını yapmak mı ülkücülük?
Gidin işinize Kardeşim!...
Ve sapla samanı asla birbirine karıştırmayın! Sayın Muhsin Yazıcıoğlu'nun söyleme cesâretini gösterdiği hangi çözümü uygulamış ki AKP; siz bu eğilmez "Dâvâ Adamı"nı, odak olmada AKP'ye benzetiyorsunuz? "Diyarbakır'da yargılar, Habur'da asarım!" diye kükreyen Muhsin Yazıcıoğlu'nu siz kimlere benzetmeye çalışıyorsunuz?
Sizler; kaş yapayım derken göz çıkarmayı maharet sayanlardan mısınız?! Hangi AKP'li veya daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan ne zaman "Türk'üm." demiştir? Muhsin Yazıcıoğlu'nun; "Ben Türk'üm, Türk devletsiz olmaaaaz!" diye haykırırken yerinden fırlayacak gibi olan ciğerlerini, hissedebiliyor musunuz?
Diğer bir konu; hangi dini yetkinizle, hangi basılı dinî makaleniz veya kitabınızla Yaşar Nuri Öztürk'ü; "Dinde fitne fesat çıkarmak"la itham ediyorsunuz? İnsaf dinin yarısıdır Müslüman! Ben sayısız defa, ulemaya seslenerek; "Allah rızası için bir araya gelelim! Siz gelmezseniz bir araya gelin beni çağırın! Nereye derseniz gelirim! Bu meseleleri Allah'ın buyurduğu gibi İslâm dünyasına anlatalım." diye televizyonlardan seslendiğini, ve yazdığını hatırlıyorum. Hangi muteber din alimi; bu davetlere cevap verdi veya bir şura toplayarak Yaşar Nuri'yi sigaya çekme yüreğini gösterebildi?
Şunu ısrarla söylerim; "Dünyanın en güçlü adamı dahi olsa bir insan, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır." Yaşar Nuri Öztürk, tarihi bir hata ile CHP'de saf tutarak bir tarif aldı! Ama bu tarif, yanlış siyaset tarifidir! Yaşar Nuri Öztürk'ün müktesebatına ve ilmine şahsen şapka çıkaranlardanım...
Muhsin Yazıcıoğlu Başkanım'a ve izniyle Dostum'a; "Oğlun Furkan'da seni terk etse ben terk etmeyeceğim." sözünü verdiğimde bütün kalbimle söyledim. Aynı karardayım ve ikimiz arasındaki bu kavilleşmeyi çok utanarak ama zamanlaması doğrudur düşüncesiyle açıklıyorum... Çünkü ben Yazıcıoğlu gibi bir karakter abidesinin asla, Arseven mantıklı taraftarlar gibi olamayacağına iman etmişim!
Yazıcıoğlu'nun asla; milletine, mukaddeslerine ve devletine zarar verecek her hangi bir davranışın yanında olabileceğine rüyamda bile ihtimal vermem. Muhsin Yazıcıoğlu'nun her hangi bir ülkücüyü, her hangi bir meselesinde desteksiz bıraktığını duymadım, duymayacağımı da biliyorum.
Bütün bu tarif ve açıklamalarımdan sonra; yaptıklarımı, bir Müslüman Türk'ün açıklamaları olarak hazmedemeyip; bilmem ulusalcı, bilmem şucu-bucu yakıştırmaları yapan taraftarlara, "Aynaya bakarak kendinizi tarif ettiğinizin bile farkında değilsiniz!" diyerek acırım...
"Türk'ü, Türkiye'yi, Türk Yurtlarını, Türk Milleti'ni, Türk Milletinin mukaddeslerini, Atatürk'ü, Atatürk kazanım ve emanetlerini, Başbuğ Türkeş'i ve emânetlerini seven herkesi sever; sevmeyenleri ise otomatikman hasım ilan ederim!..." diye tavrımı deklare edeli yıllar oldu!...
Arada bir fincancı katırlarını ürkütmezsem de canıma can demem!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Eylül 16, 2008

TAYYARIN ŞAFAĞI...(Uçucunun alaca karanlığı)

Neyzen Tevfik; "Küfür, en etkili müsekkindir." diye tarif eder küfrü! Haberi, daha doğrusu yazıyı okuduğumdan beri kendimi ne kadar teskin ettiğimi ve teskin olabilmek için de ne kadar küfür müsekkini kullandığımı, tahmin bile edemezsiniz!...
Adıyla müsemma Tayyar'ın (uçucu, uçan); televizyondaki apaçık Tuncay Özkan küfürlerine nasıl tahammül edebildiğini ve "şafak"ının atmadığını, şimdi galiba anlayabiliyorum!...
Artık; iddianame adındaki edepten, saygıdan, kişi haklarından, özel hayata saygıdan uzak, ne kimin hazırladığı, ne de niye hazırlandığı belli olmayan dosyalara bakınca midem bulanıyor!...
Seçimler yaklaşıyor!
AKP yara üstüne yara aldı! Anayasa Mahkemesi'nce de; "Laiklik karşısında odak olma" suçu sabit görülerek cezalandırıldı! Yani şimdiye kadarki kadar rahat seçim yaşayamayacak! Yani artık dini eskisi kadar malzeme edemeyecek! Ayakta kalması da lâzım! Eğer yerel de olsa seçimlerde hezimet yaşarsa, dip dalgaya dayanamayarak istifa etmeleri gerekebilir! Veya yeniden bir baskın seçimle milletin karşısına çıkmaları gerekebilir!
"Hem suçlu, hem güçlü!" tarifinden (Vallahi suçlu! Anayasa mahkemesi kararı var. Güçleri de mâlûm!) uzak kalırsa; gücün ve faizden uzak yeşil para(!)cıkların etrafında toplanmış kalabalığını kaybedeceği de aşikâr! O yüzden, gününden önce, seçimlerde kendisi için tehlike oluşturabilecek yerleri, kurumları ve partileri bir türlü diskalifiye etmesi lâzım!...
MHP'nin Devlet Bahçeli Genel Başkanlığı sayesinde AKP'ye yaptığı can kurtaranlıkları da unutturması lâzım! Yoksa seçim sahalarında MHP'ye dil uzattığında milletin; "Ayıp değil mi? Sizi Köşk'e kim taşıdı? Türban meselesinden sizi kim kurtardı?" diye soracağını, bilirler!...
Her ne kadar, "Ülkü Devleri", mevcût MHP'nin Ülkücülükle alakası yok dese de hâlâ Türk Milliyetçiliği'nin siyâseten adresi tarifli bir MHP var ortada! MHP'nin alacağı her oy, daha önce AKP'ye emânet verilmiş oylardan olacaktır! Bunun önünü, gününden önce kesmek gerek!
Nasılsa; Savcılık İddianamesi ile küfür, belden aşağı, edepsizce saldırılar legalleştirildi!
Hem Başbakan, hem de müşaviri en gâliz hakaretleri ulu orta yaparak küfrü ve öfkeyi de bir siyâset şekli olarak tariflendirdiler!...
Ve yandaş gazetelerdeki "Dolma Kalemler" göreve başladı! İddianame adındaki, pislik variline ellerini daldırarak bir şeyler çıkarıp çıkarıp yazmaya başladılar!
Deniz Feneri ile ilgili Alman Mahkemeleri'nin belgelerini belge saymayacak kadar hukuka saygılı bu zevat; dinlenmesi ve kaydedilmesi ahlaksızlık olan, yasalara göre de suç olan telefon kayıtlarıyla millete saldırmaya başladılar!...
Bir kaç gün önce; "Allah İle Aldatmak" adlı eseriyle son yüz yılın tesbitini yapan Yaşar Nuri Öztürk'e saldırılmıştı! Tutmadı! Veya umdukları kadar etkili olmadı çünkü tercih ettikleri yol yanlıştı! Yaşar Nuri Öztürk'ü, bir mesaj metniyle suçlamaya çalışanların; "Yürüyen İman" diye tarif ettikleri 70 yaşındaki yoldaşlarının halini hatırladı millet hemen!... Genç kadının rahatsız olmasına izin vermediği için yüz kere birleşmeyen, 60'ta duran Şeyh'i hatırladı!... Yaşar Nuri Öztürk'ü, bu saldırıları ile susturmayı denediler! Ne kadar başarılı olup olamadıklarını hep beraber izleyeceğiz!... O'nun da sağ olsun sustuğu söylenemez...
Şimdi de Tuğrul Türkeş'e sıra geldi!
Niye mi Tuğrul Türkeş? Fısıltı Gazetesi'ni okuyan, dinleyen her kes biliyor ki Tuğrul Türkeş, alternatif bir genel başkan adayıdır! Tuğrul Türkeş Genel Başkanlığı'ndaki MHP'nin de, epeyce ilgi çekeceği malum!...
O zaman, daha yola çıkılmadan, suyu kaynağından kurutmak gerek!
Bu taktikler; Anayasa Mahkemesi'nin Cezası'ndan sonra akıllanmış AKP ve Recep Tayyip Erdoğan yandaşlarının yeni taktikleri!...
Tuğrul Türkeş'e de; bu kadar millete mal olmuş bir babanın oğlu olarak ve bu kadar göz önündeki bir siyâsi olarak, telefonlarda her zaman dikkatli olmak gerekmez mi diye sormadan edemem!...
Ve de Tuğrul Türkeş'e; "Sakın ha Oğul Bey! Bu edepsizlere cevap gibi bir gaflete düşme! Bırakın bunlar hakkında en etkili müsekkinimizi bizler kullanalım." derim...
"Paşa konağından paşa, poşa hanesinden poşa çıkar." gerçeğini de hep aklımızda bulundurarak...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN