Çarşamba, Aralık 31, 2008

YENİ YILDA YASTAYIM...

Sevdâmı öldürdüm kendi elimle
Sevdâm ölü, gönlüm hasta, ben yasta,
Ruhum mâtemime güldü dilimle
Gül heveste, diken deste, ben yasta!...

Diklendi hayâlim dik yüreğime
Kendim hasım oldum Türk benliğime
Bakmayın a dostlar hep güldüğüme
Can kafeste, kulak seste, ben yasta!...

Dört Nisan gününde bastı kış bizi
Gözümüzde donup astı yaş bizi
Artık taşımıyor başsız baş bizi
Ülküm beste, Tûran hasta, ben yasta!...

Dağıttı bir tûfan bizi harmanda
Darda koydu devlet, bizi fermanda
Tüketti bu vebâl, bizi dermanda
Çâre küste, gönlüm hasta, ben yasta!...

Diri tutar bizi, iş bu hâlimiz
Hâlâ can veririz ölüp binimiz
Öfkemize galip geldi kinimiz
Yanlış us'ta, sıra sus'ta, ben yasta!...

Sevdâmı öldürdüm kendi elimle
Sevdâm ölü, gönlüm hasta, ben yasta
Yaraladım dostu vurup gülümle
Sitem dosta, kavgam posta, ben yasta!...
Mustafa ASLAN
31 Aralık 2008- İzmir

Salı, Aralık 30, 2008

BİLMEYENE HARAM OLSUN...

Tuhaf bir toplum olduk! Tuhaf bir devlet olduk!
Milletle devlet farklı! Başımıza çuval geçirilir, millet rencide olur ama; "Büyük devletler özür dilemez." diyenler çıkar!...
Komşumuzun, dindaşımızın, kardeşimizin kanı yüzümüze sıçrar, müslümanın feryâdı arşı yırtar ama yandaş ve gayr-ı milli basında-medyada harıl harıl "Noel" eğlenceleri hazırlıkları!...
Burnumuzun dibinde yahudiler, dindaşlarımıza soykırım uyguluyorlar! Okyanus ötesinden gelen ve gelişlerini, "Haçlı Seferi" olarak açıklayan, ABD adındaki müttefik(!)imiz, yıllardır Irak'ta müslümanlara zulüm yapıyorlar. İşgal edilen Irak'ta tecâvüze uğrayan müslüman kadınların feryâtlarını, okyanus ötesinden gelen işgalcinin vatandaşları duydu, protesto etti ama biz duymadık! Duyduysak ta umursamadık! "Bana ne? Hak ettiler!" gibi ne tarihimizle, ne kimliğimizle, ne de dinimizle uyuşmayan bir tavır sergiledik!...
Nüfusunun %99.9'u müslüman olan bir ülkede; müslümanlık adıyla, propoganda yaparak yönetime gelip; Kur'an-ı Kerim'de, yahudi ve hıristiyanların birbirleriyle dost oldukları, onlarla dost olunmaması, onlarla dost olanların onlardan sayılacağı şeklinde ki açık emre rağmen, Haçlı ve Yahudiyle dost olabilmek için olmadık tavizler verdiler!
Haçlı'ya; Türkçe, islâmın emrettiği tavırla karşı koyan, Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)'in kabrini yıkmaya niyetlenen Suûdileri tehdit ederek yıkımı engelleyen Muhteşem Türk Gazi Mustafa Kemal'e, dinsizlik te dahil söylemediklerini bırakmadılar! Yetmedi, ABD askerlerine dualar ettiler!
Bu Allahçı, dinci, iman pazarlayıcıların aksine bakın dinsiz(!) Mustafa Kemâl, ne demiş Filistin'le ilgili; "Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip kudretimizi bildiğimiz için İslâmiyet`in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyet`e lâkayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen Peygamber`in son arzusu yani, mukaddes toprakların daima İslâm hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeğe hazırız. Cedlerimizin, Selâhaddin`in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah`ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda, bütün İslâm âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur."(27 temmuz 1937-Hakimiyet-i Milliye Gazetesi)
Ve en az benim kadar hayret edeceğiniz bir şey söyleyeyim: Mustafa Kemal'in bu sözlerini, Necmettin Erbakan adına yapılmış bir siteden okuyoruz! Dününü, kolaylıkla inkâr edenler, dindaşına, soydaşına gözü önünde yapılanları görmezden gelenler varken, ve akan her damla kanda, masum çocuk göz yaşlarından yüreğimiz durmalıyken; Haçlı'yla beraber, Noel kutlamaya hazırlananlara, ne diyeyim? Söylemesem de anladılar zaten!
Ama; "Edepsizlikte tekleriz/Kimi görsek etekleriz/Hak'tan da yardım bekleriz/Ne utanmaz köpekleriz..." diye feryâd eden Namık Kemal'i anmadan olmaz!...
2009'a kanla, göz yaşıyla giren İslâm alemine rağmen, Haçlı'yla birlikte noel kutlayanlara, bu memleketin bütün nimetleri, Mehmetçik'in ve şühedânın emekleri, hatta vatanın havası, suyu haram olsun!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 29, 2008

TÖREDE KARDEŞLİK HUKUKU...

Gücü yetmeyenin, önce teslim olmuş görünüp sonra arkadan arkaya kumpaslara girmesi doğaldır. Tarihimizde ve günümüzde bu gerçeği, nerdeyse kader olarak yaşarız!
İsrail Terör Örgütü'nün elebaşısı Olmert, iki gün önce Ankara'da, "BOP Eş Başkanı" ile görüşmedeydi! Konu, dünya barışı ve barışa katkıydı! BOP Eş Başkanı, kalıcı bir barış adına, taraflar arasında arabuluculuk yapma hazırlığındaydı! Aynı anda "Terörist İsrail", Filistin'e nereden, nasıl vuracağının hesabını yapıyordu. Hatta, başla komutunu belki de orada verdi!...
Hilâfet, halîfelik yani İslâm'ın önderliği Osmanlı'da, bizde, Türk'te iken müslüman araplar, haçlı ile, hıristiyanlar ile birlik olup bize arkadan, kalleşçe vurmuşlardı!
Şimdi; hatâların tekrarı yüzünden, BOP Eş Başkanlığı yani Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlığı bizde! Yani, ortadoğunun, haçlı tarafından paylaşılması projesinin ortaklarındanız gûya! Ortaklıktan öte, bu proje paylaşımcılarının eş başkanlığını da övünerek temsil ediyoruz! Şimdi de eş başkanlığının bizde olduğu Haçlı birlikteliğinin, AB'nin mensupları; terörist İsrail'le işbirliği yaparak önce yaralarımızı kaşıyıp kanatıyor sonra da yaralarımıza tuz basıyorlar!...
1960'lı yıllarda, yazıya dökülmüş ve bizim dikkatli gazetecilerimiz tarafından da tesbit edilerek kitaplaştırılmış İsrail-Haçlı birlikteliğinin planları, ortada. Irak üçe bölünecek. Irak'ın kuzeyinde bir Kürt devleti oluşturulacak ve peşine o yapay devlet üzerinden Türkiye'nin parçalanması programına, devam edilecek. Kemâlizm ve Atatürk, yok edildi-öldürüldü çünkü!...
Operasyonun başladığı, başlatıldığı ortada! Bizim demokrat yöneticilerimiz ise Eş Başkanlığı'nın kandırıcılığına inanarak; terörist İsrail'in başı, barış adına bizimle görüşürken, 400-500 yıllık tebaamıza, içlerinde yüzlerce yıllık akrabalarımızın hatta soydaşlarımızın olduğu dindaşlarımıza saldırıyı başlatığını, fark edemiyor! Bizimle alay ediliyor beğler!...
Türk töresinde ve Anadolu'da; kardeş kardeşten evini ve işini ayırsa da kardeştir. Ayrılmış ve tek kaldığı zannedilen kardeşe yapılacak bir saldırıda, bütün kardeşler bir olurlar. Daha yüz sene olmamış bir geçmişte bizden ayrılmış-koparılmış kardeşimize-kardeşlerimize sırayla saldırılar yapılmaktadır. Elli yaşını doldurmamış bir terör örgütü İsrail, Haçlı'nın da desteği ile kardeşlerimize zulmetmekte, soykırım uygulamaktadır. Ya kardeşlik hukukuyla kardeşlerimize yardım edeceğiz, -ki buna mecbûruz, ki bu kardeşlik hukuku yazılı olmaz töredir- ya da saldırı sırasına alındığımızı bile bile, sıramızın gelmesini bekleyeceğiz! Kardeşlerimize karşı kardeşlik görevimizi yerine getirmediğimiz için de bize yapılacak saldırıda, tarifsiz bir yalnızlık yaşayacağız! Plân budur! Bu plân gereği kardeşlerimize saldırılırken bizimle, alay edilerek Eş Başkan ünvanıyla görüşmeler yapılmaktadır!...
İsrail saldırısıyla dünya ayaklanmış mış! Evet doğru, ayağa kalktı Haçlı dünyası! Çünkü arkada kalanlar, israilin ne yaptığını görememektedir! Arkada kalanlar, İsrailin, nerede, nasıl bir desteğe ihtiyacı olduğunu görmek istemektedir!...
Bir fıkra; Kadın, oynaş tutar. Kocası, oynaşıyla karısını yakalar ve kavgaya başlarlar. Kadın bir ara, kocasının alt olacağını görünce dayanamaz ve; "Heriiif! Çelme tak, çelme tak!" diye seslenip kocasına yardım etmek ister. Kocası; "Be geçmişini bellediğim! Çelmesiz işimi neden çelmeli ettin ki, şimdi de çelme tak diye akıl verirsin." der!...
Ağlanacak hâlimize, -becerebilir utanmazsak- bir daha gülelim ve, ve terörist israilin varlığını tek başına yaklaşık elli sene geciktirmeyi başaran Sultan Abdulhamit Hân'ı, rahmetle yâd edelim mi?
"EY DİPDİRİ MEYYÎT, İKİ EL BİR BAŞ İÇİNDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 28, 2008

GÖRSEK, GÜZELLİKLER İÇİNDEYİZ!...

Bu gün ukalâlaşacağım! Kendinden çok emîn oldukları için, Türkçe düşünen, Türkçe konuşan ve "Dünyayı Türkçe Okuyan" Yeniçağlılar'a, dikileceğim! Tereciye tere satacağım vesselâm!...
Önce, Altemur Kılıç adlı "Paşa oğlu" gazeteci; Muhiddin Nalbantoğlu, Durmuş Hocaoğlu namlı "Düşünce Adamları"; Rauf Denktaş adlı "Millî Kahraman"; Sami Yavrucuk, Cazim Gürbüz namlı "Aksakal Ülkücüler"; Sebahattin Önkibar, Abdullah Özdoğan, Hulki Cevizoğlu gibi günümüz gazeteciliğinin yüz akları ve her biri kendi kulvarlarında Türkçe duruşun temsilcileri olan kişilerle bir arada olmaktan duyduğum müthîş gururumu açıklayacağım.
Hemen peşine; sizleri ve bendenizi bu mükemmel ekiple buluşturan Yeniçağ'a teşekkür edeceğim. Sonra da ukalâlaşacağım!...
Sevgili Yeniçağlılar;
Muhiddin Nalbantoğlu, Durmuş Hocaoğlu ve Altemur Kılıç namlı aksakal bilgeleri, Türk münevverlerini ne kadar dikkatle okuyoruz? Veya bu münevver aksakallarımızın ne kadar farkındayız? Mesela;
Durmuş Hocaoğlu'nun; "Bu makuleyi (takım, çeşit) bir araya getiren ne dar kontekstte (bağlam) Ermeni sevgisi, ne en kapsamlı kontesktte insan sevgisi ve ne de herhangi bir şeyin sevgisi, bu karanlık yüreklerde sevgi yok, barınamaz ki; bu adamları bir ara getiren sevgi değil, kin ve nefret; kendilerine insandan sayılmaları için her imkânı sunan, kariyer veren, unvan veren, isim veren, şöhret veren, adam sınıfına sokan Türkiye’ye ve Türklere karşı dinmek bilmez bir kin, ağdalı, kıvamlı, telveli, simsiyah, katran gibi, zift gibi bir nefret. Bu adamların kinleri, dinleri olmuş. Nerede Türkiye’nin ve Türklerin aleyhinde tırnak ucu kadar bir zıkkımın kökü görseler hemen ona yapışan bu grup bir kin ve nefret koalisyonu; başka hiçbir şey değil. Ey Türk! Bu adamlar senin apaçık düşmanın!" şeklinde yaptıkları özürcüleri tarifini; gene Hocaoğlu'nun; "Aydınlar bir “sınıf” mı? Hayır! Ancak, olsa-olsa “zümre”. Başka? Başkası şu: Aydınlar, ilim adamlarından daha mühimdir, ama onlardan daha az şâyânı îtimad (güvene layık)dır aynı zamanda ve çok kolaylıkla yakalanabildikleri iki de hastalıkları vardır: “İhânet “ ve “yabancılaşma”. " şeklinde yaptıkları 'aydın' tespitlerini, ne kadar dikkate aldık ve ne kadar kavradık?
Paşa oğlu Altemur Kılıç'ın, Cumhuriyet tarihimize bizzat tanıklıklarıyla anlatarak yaptığı uyarılardan ne kadar nasiplendik?
Muhiddin Nalbantoğlu'nun; " Bir kuş vurdular gördünüz mü?/Bir şarkı söylediler, duydunuz mu?/Neden susuyorsunuz böyle, neden?/Güzelliğiniz artıyor, öldünüz mü?" şeklindeki muhteşem, nâzik, nezîh uyarısının, ne kadar farkında olduk?
Beğler! Büyüğünü bilen büyüklenmez. Büyüklenmeyen, kibirlenmeyen hiç kimse de ufacık bir çelme ile tepe-taklak düşmez!...
Adlarını zikredemediğim için defalarca özür dileyeceğim Yeniçağ Ailesi'nin bendenizi anlayacaklarına emîn olarak; birlikte olmaktan, aynı gazetede refîklik gibi bendenizi çok ezen birliktelikten şeref duyduğum, büyüklerimiz; Altemur Kılıç'ın, Durmuş Hocaoğlu'nun, Muhiddin Nalbantoğlu'nun, Rauf Denktaş'ın, Sami Yavrucuk'un muhterem ellerinden defalarca öpüyorum. Bizleri bu münevverlerle buluşturan "Türkçe Ses Yeniçağ"a da bir daha teşekkürler ediyorum...
"Aklın süsü dildir, dilin süsü sözdür/Kişinin süsü yüzdür, yüzün süsü de gözdür."(Kutadgu Bilig)
Umarım ukalâlığımla, büyüklerimi üzmemişimdir. Güzel yerde, güzellikler içindeyiz vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 27, 2008

ÇÂRE SANDIK'TA...

Seçim sath-ı mailine girilmiş bir dönemde, armudun sapıyla, elmanın çöpüyle kaybedecek zamanımız yok biliyoruz. Türkiye genelinde birebir tanıdığımız; dünlerine şâhit, yarınlarına kefîl olabileceğimiz Ülkü Devlerinin, önümüzdeki yerel seçimlerde adaylıklarını duyarak heyecanlanıyoruz. Tek şanssızlıklarının, "Taşınmaz genel Başkan Yükü" olduğunu da biliyoruz! Karakterleri ve yıllarca verdikleri mücâdeleleri ile bölgelerince kabul edilmiş "Dava Aysbergleri" Ülküdaşlarımızın kazanabilmeleri için, gerekeni yapmak lâzım...
Seçim sonuçlarının; genel başkanların başarı hanelerine yazılacağını veya yazılmak isteneceğini, böyle bir demokratik zulmün olmadığını da biliyoruz!...
Daha yaraları soğumamış şehitlerimizi ebedîyete uğurlamadan, daha göz yaşlarımız kurumadan, Meclis'te ki PKK temsilcilerinden birinin, yaptığı fiili saldırı ile, daha çok yaralandım! Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne, AB adındaki Haçlı'nın dayatma yasalarıyla ve entrikalarla giren devlet-millet hainlerinin bu davranışına seyirci kalan hiç bir vekîli, -parti ayırmaksızın- ma'zûr göremiyorum! Hele Mehmet Şandır'ın olay sonrası yaptığı, gûya yatıştırıcı mahiyetli konuşması karşısında, şaşırdım!...
Tam da olaya denk gelecek şekilde Sebahattin Önkibar'ın dün bahsettiği, malûm "Töre olayı"nın bir başka mağduru daha var. Hatırlamadan olmaz ,Yozgat Eski Millet vekili Ahmet Ersoy... O da aynı olaydan dolayı cezâ aldı. Ayrıca cezaevindeyken gencecik bir oğlunu kaybetti. Tekrar başı sağ olsun ve yalnızdı! Vefâsızlıkları ve yanlış yapılanları anlatmaya, ne yerimiz ne de zamanımız yeter!...
Savaşlarda, komutanın hatası halinde, inisiyatif alınır! Şimdi ülküdaşlarımız, zor bir seçime girerek bunu yapıyorlar. Şahsî gayretleri ile seçim kazanacaklar. Genel başkandan dolayı, işleri oldukça zor. Bu seçimlerde, sadece Recep Tayyip Erdoğan adaylar/ın/a yük değil !...
Ama milletin, çâreyi kendinde arama zamanıdır. Ülküdaşlarımıza destek vermek ise namus, haysiyet ve vefâ borcumuzdur. Bu ülküdaşlarımız olmasaydı ,yerlerine Aytaç Durak misâli insanlar monte edilecekti şüphesiz...
Tekrâren armudun sapı, elmanın çöpü artık meselemiz olmamalı. Şahsen, seçim süresince Devlet Bahçeli hakkında bir şey söylemeyeceğim!... Bu, bitirilmiş-dağıtılmış bir bütüne zarar vermemek adına değil, Ülküdaşlarıma olan vefâm ve saygımdandır. Seçim süresince, sabredebildiğim kadar susacağım!
AB dayatmalarıyla yapılan yasalarımızdan bir de Türk Milleti olarak, olarak biz istifâde edelim bakalım!... Bu seçimlerde en rahat, bağımsız Ülküdaşlarımız olacaktır biliyorum.
Bir de; bölücü örgüt üyeliğinden yargılanan PKK'lıların, seçilerek meclis'e girmesine izin veren yasalar, acaba Gürbüz Çapan'ın da ceza evinde seçim kazanmasına, izin verecek midir diye meraktayım? Belediye başkanının dokunulmazlığı yok! Ama önümüzdeki genel seçimler için müthîş bir sınav olur... Esenyurt'taki hemşerilerinin ve devlete-millete-Atatürk'e-Cumhuriyete sadık insanların, bu işbirlikçilere karşı Gürbüz Çapan'a destek vereceklerini zannediyorum...
Gerçek manada kanaat önderlerinin, bu seçimlerde akıllı davranacaklarını ümîd ediyor ve adaylıkları kesinleşmiş bütün Ülküdaşlarımı, tebrik ederek başarılar diliyorum. Millî çâremiz, sandıkta Dostlar... Hadi çâre bulalım...
İl genel meclisi oylamasında ne yapacağımı ise zannederim tekrara gerek yok...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 26, 2008

ŞEHÎDİM'E NİNNİ...

Tarih yazılsın diye gene silâh ellerde
Alp Arslan'ın ruhuyla tura çıktık semâyı,
Fatiha'dan Ya'sîn'den ninni yapıp dillerde
Gönülde beşik ettik Şühedâya dünyayı...
Ninni Mehmedim ninni
Duydun mu şu Yâ's'in'i?
Çalıları atlayıp itlerle dalaştılar
Vatan olsun diyerek dünyayı dolaştılar
Girdikleri her yerde kabul gören baştılar
Boşa kazanmadılar her fetihte duayı...
Layla Mehmedim layla
Seninleyiz duayla...
İntikam diye Haçlı, geldi! Telef oldular.
Kaç kere geldilerse o kadar def oldular!
Fetheden yiğitlerse şana gergef oldular,
Kanlar tarih yazarken, toprak verdi salâyı...
Nenni Kınalım nenni
Yendi îmanın fenni...
Mermi mermiyi vurdu! Kördü Çanakkale'de,
Kâfir, bir Haçlı tuzak ördü Çanakkale'de
Ölüm, sevdâlısını gördü Çanakkale'de
İki yüz elli üç bin canla savdık belâyı...
Uyu Mehmedim uyu,
Canla oldun can suyu!...
Şühedâmın ahfâdı, Mehmet oldu. Nöbette,
"Sönmeden en son ocak" inmez Bayrak elbette
Fatihâ'yı, Yâ'sîn'i ninni yapıp mâbette
Ezân ile gönderdik hepinize duayı...
Ninni Yiğidim ninni
Helâl et emeğini...
Kim ölür, sen ölmezsen, o ölmezse, ölmezsem?
Hakk'ka suâlim olsun imdâdına gelmezsem
"Ve ölümü öldüren bir ölüş"le gülmezsem
Gurbet etmez mi felek, ben yaşarken sılayı...
Nennim duamdır nenni
Sana gelmek temenni... (23 Aralık 2008-İzmir)
Yurt edinmenin, toprağı vatanlaştırmanın, vatanda devletleşmenin, devleti devâm ettirebilmenin, tek bedeli can!.. Biliriz...
Ve günümüzde de, bedel vermeğe devâm eder, devlet-i ebed-müddet için ölürüz de ölürüz... "Ve dirilir ölümü öldüren bir ölüşle.", şehîd oluruz!... Diriliriz...
Anamızın her figanı; yavuklumuzun, nişanlımızın, sevdamızın, karımızın, bacımızın her damla göz yaşı, bize Kevser; milletimizin yürek yangınına, sudur biliriz... Biz ölürken, bunun için güleriz!
Ama aldıkları her nefeste ölenler; ya birilerinin arkasına veya demokratlık maskesiyle özür nezâketi adıyla, ihânet korkularının arkasına saklanırlar! Saklandıkları inlerinde; aldıkları her nefes, yuttukları her lokma, her yudum; Vatanlaşır, Devletleşir, Türkleşir, Atatürkleşir ve nâmerdi ezer de ezer!...
Bu; Türk'ün kaderidir, kahramanın alın yazısı...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 25, 2008

DEMEYENE DEDİRTİRİZ!...

Gidinin kahpeleri sizi!... Sizi gidi "büzük ağızlılar" sizi!...
İster özür dileyin, ister korktuğunuz yere havlayın, ister kemik verenlerinize kuyruk sallayın, ne halt isterseniz onu yapın!.... Aklıma 12 Eylül Kıyâmeti öncesi, bir Ozan Arif yemini geldi:
"Unutursan nara yan,
Şehit Mehmet verdi can!
Almaz isen kana kan,
Gök girsin, kızıl çıksın!..."
Bizim el kapısından yal yiyen, büzükleri dingildeyen dingiller, özür dileme yarışındalarken, Cumhurbaşkanı da "Ne mutlu Türk'üm diyene." düstûru ile bağdaşmayan bir tavırla, devletin başı olarak bu kemik yalayıcılara hoş görü gösterirken; kalleşler, hainler, insanlığın yüz karaları, özürcülerin gitaristleri caniler, yine Mehmedim'e kurşun kustular!...
Üç Şehidimiz, on iki yaralımız var! Ve saldırgan alçaklar, kaçarak mahalle arasına, bu özürcü kimlik fukaralarının, kalleş-kahpe yandaşlarının aralarına saklandılar!... Sizi gidi, yürek fukaraları sizi!
Sizi gidi Darvin teorisi temsilcileri, kobay soylular sizi!... Size insan dersem insanlığa hakaret olur! Siz kurban olasınız Taksim meydanı'nda kendini yakacak kadar Ermeni teröristlerin diplomatlarımıza yaptığı kalleşlikleri hazmedemeyen Ermenim'e!... Sizi kurban veririm, Bakırköy'de ki, "Dadyan Paşa Evlâtları"na, sizi kurban veririm Stefo Seyisoğlum'a, Kardeşi göz bebeğim Nikom'a ve sülâlesine... Sizi gidi, yürek yoksunları, sizi gidi sevgi kalleşleri, sizi gidi yediği kaba pisleyen nankörler sizi!...
Kıbrıs'ta soykırım yapılırken nerdeydiniz? Karabağ'da katliamlar yapılırken neredeydiniz? Saddam, Kerkük'te soy kırım uygularken nerdeydiniz? İsrail Filistin'i yok etmeğe hâlâ bütün vahşiliği ile devâm ederken ne yapıyorsunuz? Kemik vericiniz ABD, Irak'ta milyonları katlederken neredeydiniz? Tecâvüze uğrayan Irak'lı kadınların feryâdını duyacak yüreğiniz var mı sizin? Sizde o yürek isteyen insanlık var mı?...
Siz, size yakışanı, kahpeye yakışanı yapmaya devam edin! Biliyorum ki günü geldiğinde yalakalık ettiklerinize karşı sizi de biz koruyacağız! Ama yasalarımıza mutlaka hesap vereceksiniz! Ne bu devlet, ne bu millet, ne bu milletin Kürt'ü, ne Rum'u, ne de Ermeni'si sahipsiz değil çakallar!... Garo Mafyan'a kurban olasınız siz!... Sizden kurban da olmaz, kurban kıymetlidir çünkü!Çanakkale de, yemen de, Galiçya da, şimdi de sınır boylarımızda Mehmetçikleşerek Şehitleşen bütün Kürtlerimizin gadalarını alasınız!... Devletine sadık, milletleşmiş bütün halklarımızın gadalarını alasınız!...
Milletim, başımız sağ olsun!...
Genel Kurmay Başkan'ım, başınız sağ olsun! Bütün şehitlerimizin ailelerine Allah'tan sabır ve metânet dilerim. Allah hepsine rahmet eylesin... Onlar şehîd olmaya devâm etmezlerse, bu özürcü "büzük ağızlı"lar, vatanımızı satarlar! Bu el kapısından yal yiyen itlerimiz, paçalarımıza saldırırlar!... Bunları biz şımarttık, yine biz şımartıyoruz!...
Merminin mermiyi vuracak kadar körleştiği Çanakkale Destânı'ndan utanırlar! Aslında, korkularından ödleri patlar ve korkularının adını aydın maskesiyle utanma koyarlar bu "büzük ağızlılar"!... Muhteşem Türk Atatürk'ün emeklerini inkâr ederler! Vatanın bütünlüğü, devletin bekâsı için her gün üçer-beşer şehîd olan Mehmetçiğim'i yargılamaya kalkarlar! Yaptıklarının adını da demokratlık, insan hakları, halkların hakları koyarlar!...
Hadi ordan! Höööössst be kahpe fıtratlılar!...
Patlasanız da, çatlasanız da, Haçlıdan yediğiniz dolar ve eurolardan kussanız da; Vatan da, Devlet te, Cumhuriyet te, Atatürk te, Ordu da, devleti kuran ve Anayasamızla Türk saydığımız bütün halklar da bizim... Bir ölür bin diriliriz; birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için yaşarız da ölürüz de...
Biz Türk'üz, Türk Milleti bizim...
"Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen her kes, gözümüz bizim... Demeyene de, dünyaya rağmen dedirtmekle mükellefiz. Başka türlü devlet kalınmaz biliyoruz, bilesiniz!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 24, 2008

ÖZÜRLÜ ÖZÜR VE ÖZÜRCÜLER!...

Bir haller oldu Türkiyem'e!...
Kendilerini ülkeye ve insanlarına karşı sorumlu görmeyen, ülkem insanlArını; "göbeğini kaşıyan" diye, %60'ı aptal diye hâkir gören, Batı şakşakçılığını da aşarak yüz yılımızın Haçlı Birliği olduğu saklanmayan AB'nin, dolayısıyla Haçlı'nın taraftarlığını aydınlık sayan, dantelcilik oynayanlardan bir kaç "Dolma kalem", bir özür kampanyası başlattılar!... Özür dilediğinden haberleri olmayan kişilerin adlarını, arsızca saçmalıklarının altına yazdılar! İtiraz edenlerden özürse, yok!...
Cumhurbaşkanlığı Makamı'nda bulunan zât ise, bu özür kampanyasını hoş gören tavrıyla Türk Devleti'ni başsız bıraktı! "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen ve devletine sevdâlı-sâdık bütün milleti incitti!...
Canan Arıtman diye bir cesûr vekil çıktı. Milletin vekîli tavrıyla; Cumhurbaşkanı'nın, makamı ve görev yeminiyle bağdaşmayan tutumuna itiraz etti. Ve Cumhurbaşkanlığı Makamı'nda bulunan kişinin, birinci dereceden akrabası birinin söylediklerinden hareketle, anneannesinin ermeni olduğunu söyledi. "Dolma Kalemler"in çarşısı da böylece karıştı! Oysa daha dün, bu 'Dolma Kalemler', "Hepimiz Ermeniyiz." diye sokaklardaydılar!...
Cumhurbaşkanlığı Makamı'nda bulunan bir zâtın, böyle bir karşı çıkışa vereceği cevap, elbette olmalı ve Anayasamızın tarif ettiği vatandaşlık bağının meydana getirdiği kimlikten bahsedilse yeterdi. Cevap açık olurdu. Ama O, soy kütüğü sundu! Türk ve Müslümanmış!...
Başka ne olacaktın ki? Demezler mi şimdi?...
Siyâsi geçmişini; "Siz dağa taşa, 'Ne mutlu Türk'üm diyene' yazarsanız..." tepkisi üzerine kurmuş birisinin, bu soy kütüklü cevâbından kasıt; otuz yıllık siyâsî geçmişinden dolayı Türk Milleti'nden özürse, geç kalmış ama doğru bir Cumhurbaşkanı tavrıdır!... Yasalarımıza göre kişiler; DNA testlerine göre, etnik köklerine göre değil, aîdiyet ve bağlılık duygularına göre, "Ne mutlu Türk'üm diyene." düstûruna bağlılığına göre seçilip seçiyorlar...
Cumhurun ve Devlet'in başkanı; etnik kökenini değil, devletine sadâkatini, devletin-milletin ve vatanın bütünlüğünü korumaktaki yükümlülüğünün farkındalığını, ispatla yükümlüdür...
Muhteşem Türk Atatürk'ün; "Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlâl mukadderdir." tesbîtini aslâ unutmaz, bu ülkenin bir Cihan İmparatorluğu bakıyyesi olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran halklara Türk denildiğini de aslâ unutmayız...
Eğer kendilerine yöneltilenlere cevap verilecekse; anneannesi'nin etnik kökündense, "Gül, 'Kanlı Pazar'ı tertipleyen Kırklar Komitesi'nin üyesiydi. (www.nihat-genc.com)" iddiasına cevap verilmesi, daha elzem değil midir? İnternet sitelerinde milyonlarca kişinin; "Eğer bu iddiâlar doğruysa Gül, istifâ edecek midir?" sorusuna cevap, daha cumhûrca olmaz mı?...
Yeri gelmişken Canan Arıtman'ın; Atatürk'ün Partisi'nden bir Vekil olarak, sosyal demokrat kişiliği ile Atatürk'ün tarifine uyan Türk Milliyetçiliği tavrını, takdîr ediyorum. Benzer şekilde, Deniz Baykal'ın; son kurultayılarında yaptığı konuşmasında sahiplendiği, Türk Milliyetçiliği ile, siyâseten cesâretimi artırdığını da açıklıyorum.
Devletin sahipsiz olmadığının, milletin siyâsî çâreler aradığının farkında olan siyâsilerimizin, seçim sath-ı mailinde görülmesi, keyfimizi yerine getirdi... Hasmının tarzı ve silâhıyla meydana çıkanların, mücâdelede eşit şartlara ve şansa sahip olacağı açıktır.
Son olarak ta, bu özür ve özürlüler ortamında; geğirse haber, yellense olay olan Tuncay Güney'in Muhsin Yazıcıoğlu'ndan dilediği özür, niye kalabalığa getirildi onu da anlayabilmiş değilim!...
Sn. Canan Arıtman'a ulaşıp tebrik edemediğim için, bir özür borçluyum. Lütfen kabul etsinler. İzmir'in seçtiği "Vekîl", böyle oluyor Beğler!...
Vehâsıl-ı kelâm; bu özürlü ortamda özür de özürlü, özürcüler de!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 23, 2008

İHÂNET EDEN UNUTMAZ!...

İstanbul'da; biri Erzurumlu, diğeri Ermeni iki komşu... Erzurumlu, yıllarca sabah namazıyla koşturmasına rağmen, bir türlü Ermeniden önce dükkân açamamıştır. Ne kadar erken davranırsa davransın, geldiğinde Ermeni komşusunun dükkânını açıktır. Bütün esnaf, iki komşu arasında yıllardır süren bu sessiz yarışın farkındadır.
Günlerden bir gün, Ermeni dükkânını açmaya geldiğinde, Erzurumlu komşusunun gelmiş ve kendi dükkânı önünde öfkeyle volta attığını görür! Selâm verir hayretle. Erzurumlu, Ermeni komşusunu görür görmez:
- Seni Ermeni oğlu Ermeniiiii! Heeee? Diye kükreyerek saldırır! Allah yarattı demeden neresi denk gelirse vurmaya başlar. Ermeni, yıllardır tanıdığı ve birbirlerini hiç incitmedikleri komşusunun, davranışına mana veremez! Erzurumlu komşusunun acımasızca attığı yumruk ve tekmelerden korunmaya çalışır. Erzurumlu ise vurdukça öfkelenmekte, öfkelendikçe vurmaktadır. Bir yandan da;
- Ermeni oğlu Ermeniiii! Heeeee? Diye solumaktadır.
Erzurumlu, Ermeni'yi dövmeğe devam ederken, diğer komşular gelir. Gördüklerine şaşırırlar ve hemen kavga edenlerin arasına girerler, ölümüne dayak yiyen Ermeni'yi Erzurumlu'nun elinden zar-zor alırlar.... Erzurumlu hâlâ;
- Ermeni oğlu Ermeniiii! Heeee? diye homurdanmaktadır! Dayaktan kurtulan Ermeni;
- Vire Komşi! Sen beni neden dövdi? Ben sana ne yapti? Diye ağlayarak sorar. Erzurumlu, öfkelenerek;
- Hele bax! Bir de, utanmadan sorir! Ermeni oğlu Ermeni! He ula? Siz benim dedelerimi merege doldurup yaxmışsız heee?! Diye sorunca, Ermeni çaresizce;
- Komşi, onlar olmuş yüz sene evel!... der ama Erzurumlu;
- Benim teze xeberim oldi! Ermeni oğlu Ermeni seniiii!... Diye yeniden hücuma geçer...
Halk arasında yıllardır anlatılan yaşanmış bir olay! Olayın en trajikomik tarafı ise; Erzurumlu'nun yani Müslüman Türk'ün kendisine, dedesine yapılanları, unutmuş olması! Ermeni ise, dedelerinin Türklere yaptıklarını unutmamıştır. Türk'ün "nisyân ile ma'lûl" hafızası, bu özelliğinde ısrarcıdır! Yani kendisine yapılan kötülüğü unuttuğu gibi, yaptığı iyilikleri de inancı ve kültürü gereği, unutur. Bu yüzden, dünün "tebaa-y-ı sâdıka"sı Ermenilere verdiği görevleri, ünvanları ve kazandırdığı servetleri unuttuğu gibi, Haçlı hıristiyanların yönlendirmesiyle kendisine yaptığı ihâneti ve korkunç katliamları da unutmuştur!
Unutmayan; hep Ermeniler, hep suçlular, hep ihânet edenlerdir! Günümüzde de bize yapılanları unutan veya unutmak-unutturmak isteyen, yerli İşbirlikçilerimizden, "büzüğü dingildeyen" bazıları, yüz sene önce Ermeni'nin Türk'e yaptığı kalleşliklerden, Ermeni'nin çoluk-çocuk demeden, hamile demeden yaptığı katliamlardan dolayı, aydınlıkları demokratlıkları ve "dingildeyen büzük"leri gereği özür dilemeğe niyetlenmişler!...
Daha dün; "Hepimiz Ermeniyiz!" diye sokaklardaydılar. Ermeniliği ve Ermenileşmeği bir şeref sayıyorlardı. Şimdi ise Canan Arıtman'ın sadece "Anneannesi Ermeni' ymiş" dediği için linç edilmesini istiyorlar!
Eeeeee! Gel de sorma; eğer Ermenilik kötü bir şeyse, neden daha dün, "Hepimiz Ermeniyiz!" diye sokaklardaydınız? Yok kötü değilse -ki değil- anneannesi Ermeni olan veya olması muhtemel olduğu söylenen birinin, bu özelliğinin açıklanmasından neden bu kadar gocundunuz?
'Ermeni'yim' diyenleri; "demokratım ve en-tellek-tüelim" diye "büzükleriniz dingildeyerek" alkışlarken; 'O, Ermeni' diyeni linç etmeğe çalışmanız, ne kadar demokratlık? Ne kadar aydınlık?Sizi en-tellek-tüeller siziiii !...
"Bana yol gösteren benden olmalı/Türk'e baş olamaz Türk'üm demeyen."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 22, 2008

TARİH KONUŞTURULDU...

Program bitinceye kadar, saat 02.30'a kadar izledim. Son zamanlarda bu kadar keyifle izlediğim ve tarih konuşulurken bu kadar güldüğümü, hatırlamıyorum!...
Yusuf Halaçoğlu ve Murat Bardakçı, tarihten konuşuyor, tarihi konuşturuyorlardı. Şakayla "Tarihî magazin" diye adlandırılan bölümde ise hem programdakiler hem de ben kahkahalarla gülüyorduk.
Öncelikle, gerginlikten suratların davul derisine döndüğü günümüzde, çok özlediğimiz gülmeyi yaşatan, iki bilen'e teşekkürler ediyorum. Galatasaraylı futbolcu Ayhan'ın da kapanış saatinde gelen e-postası ile zor bir maçtan sonra, o saate kadar programı izliyor olması, bana ayrı bir huzûr verdi. Oysa iyi bir Beşiktaş taraftarıyım. Galatasaray'a kızgın olmasam da kırgın olmalıydım, Beşiktaş'ı yenmişti. Ama bir Türk sporcusunun, gecenin o saatinde, bilgilenmek amacıyla ve izlenmesi gereken bir programı izliyor olduğunu bilmek, program katılımcılarını da, beni de çok memnun etti... Galatasaray'da tebrîki hak etti...
Ve; "De ki; Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? (Zümer-9)" İlâhi tarifinin müthiş tecellîsini yaşadım huşû içinde... Yusuf Halaçoğlu'nun, Anadolu Alevi ve Bektaşilerinden bahsederken ki; "Eline, beline, diline hakim ol." öğretisini yorumunda, yemin ederim; "İşte bu!" diyerek ayağa fırladım! Sağ olasın, var olasın Halaçoğlu. Kimler, ne der, ne düşünür, nasıl bakar bilmem ama bu milletin, sana verdiği bütün emekler, bütün sevgiler, bütün kimlikler, emdiğin ak süt, helâl olsun münevver Türk...
Yusuf Halaçoğlu, bu muhteşem öğretiyi yorumlarken; "Eline sahip ol, derken, hırsızlık yapma diyor, aynı zamanda güç-erk-devlet anlamına gelen 'iline sahip ol.' diyor.", "... beline sahip ol, derken, zinâ yapma, harâma uçkur çözme yasağının yanında, soyuna-sopuna, ırkına sahip çık, yozlaşmaya izin verme, diyor.", ".... diline sahip ol, derken de yalan söyleme, gıybet etme, demenin yanında asıl, Türkçeni, dilini koru. Diline sahip olamazsan millet kalamazsın." dediğini ve bu müthiş düstûra uyum sonucunda da Alevilerin Türklüklerini hiç kaybetmeden günümüze kadar geldiklerini, anlattı!... Bir Türk olarak, müthiş keyiflendim. Şimdi, bir başka keyif ve onurla; "İline, beline, diline sahip ol." öğretisini tekrarlıyorum sesli olarak...
Telefon veya e-posta gönderebilmek için ayıracağım zamanda, programdan bölüm kaçırırım endişemle, yerimden kıpırdayamadım, içtim programı. Susamışım demek ki!.... Programı kapatırken, Fatih Altaylı'nın; "Bu programın sesi sonradan çıkacak." mealindeki söylemine de aynen katıldım. Programdan sonra çıkacak seslerden biri olsun bu seslenişim de!... Aleyhte olanlar da çıkacaktır eminim "Dolma Kalemler"den. Onların neler dediğini de kaçırmamaya çalışacağım. Aleytekilere nasıl bir tavır takınılacak bilemem ama, şahsen ben; "Çatla da patlaaa, Oh! Oh! Oh!..." diyorum şimdiden!...
Seyircilerden gelen, Halaçoğlu ve Murat Bardakçı'nın birlikte bir tarih programı yapmaları isteğine, aynen katılıyorum. Hatta ısrarla istiyorum. Tarihi sevdirerek, ehîl ağızlardan gerçekleri bildirerek kendimizi tanımamızda tarifsiz faydaların olacağına inanıyorum.
Ne Halaçoğlu, ne de Bardakçı'nın tanımadıklarını söyledikleri ve yakınlarına seslenerek bilgi rica ettikleri "Emin Oktay"ı, şimdi ben nasıl merak ediyorum bir bilseniz!...
Emin Oktay ve benzerleri tarafından, tarihimizi yanlış öğrenerek, "Belimize-soyumuza sahip" duramayarak bu günlere geldiğimizdendir ki, içimizden bazıları, bazı inkârcılar veya işbirlikçiler aydın maskesi ve kispesiyle bir yerlerden özür dilemeğe niyetleniyorlar, hatta diliyorlar!...
"Tarihi ben mi yazdım tarih mi beni öğen
Ben miyim böyle tevekküle baş eğen." diye sitemini tarihe şerh düşen, Elmas Yıldırım'ı da saygıyla yâd ederek...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 21, 2008

ÖNÜMÜZDE SEÇİM VAR...

Mâhir bir adamdı. Ehîl bir Türk'tü...
Aynı zamanda donanımlı, kararlı bir kanaat önderi... Önce çileleriyle dikkat çekip, sonra fikirleri sâyesinde yakınına çektiklerine, yaşantısıyla örnek olmayı başarmış bir önder...
Fikri-zikri bir... Yaşamadığını söylemeyen, söylediğini mutlaka yaşayan ve yapan örnek bir kişi... Düşünen, fikir üreten ve ürettiği fikirlerini uygulayabilecek cesârette bir devrimci... İbâdet ve helâl kazanç için çalışmayı yarıştıran; ihtiyaçlıların, Tanrı'dan dilediklerinden kendinde olanı, hiç kimseye belli etmeden ulaştırabilecek kadar sahâvet sahibi... Îmanlı, Türk gönüllü, güzel insandı vesselâm...
Kendisine ilgi duyan, cezbesine kapılarak yakınına gelenler olmuş. Onlardan önemsediklerini, kendisine benzetebileceğine inandıklarını; hem fikirlerini öğretmek, hem de mücâdeleciliği aşılamak için seçtiği "ideal çırakları" edinmiş. Çıraklar, aynı zamanda seçtiği ülküdaşları... Hepsinin zekâ ve hafızaları dipdiri, hepsi bilgiye susamış, meraklı, cesûr ve idealist gençler seçilenler... Hepsi, öğrendikçe bir şey bilmediğinin ve bir şey bilmemekten kurtulmanın mümkün olmadığını bilecek kadar münevver insan adayları...
Her idealist gencin; en yakın arkadaşıyla bile paylaşmaktan hayâ ettiği ülküleri oluşmuş. Gençlerin şahsî hayâllerinin, ülkülerinin nerdeyse birbirinin aynı olduğunu, kısa sürede Başbuğ'laştıracakları Hocalarından başka bilen yok. Bütün öğrencilerin, birbirinin aynı olan ülkülerinin birinci sırasını; önce karakter ve ahlâk, sonra idealistlik-ülkücülük anlamında Başbuğ'larına benzeyebilmek. Sonraki, yine birbirine benzer idealler; buradan öğrendiklerini, Başbuğ'larından topladıklarını, bir gün mutlaka O'nun yetki vermesi ve yönlendirmesiyle, bir yerlere taşımak ve O'na benzer insanların çoğalmasına gayret etmek...
Yine hepsi, Başbuğ'larıyla paylaştıkları ikili sohbetlerinde, gittikleri yerlerde de; şimdi olduğu gibi sadece itiraz etmeyi, sadece muhalif olmayı aydınlık zanneden; toplumun dışladığı bütün fevrî davranışları demokratlık ve kişisel özgürlük diye isimlendiren ve kendilerinin "Ocak"larından "tek tip" insanlar, "komando"lar yetiştirilmeğe çalışıldığı iddiasında bulunan, şahsî çıkarlarına, benliklerine, nefslerine esîr, bağnaz-tutucu-gerici, uzaktan kumandalı, millîliği inkâr eden, bölücü, halkçılık ve demokratlık maskeli kişilerin olabileceğini biliyorlar.
Ve hepsi; Başbuğ'larının yıllardır yapılan bu haksız, bu insafsız ve iftira saldırılar karşısında aslâ gerilemediğini görerek ve o saldırganların inâdına her geçen gün kendilerine benzeyen insan sayısındaki artışın farkında olarak, gidecekleri yerlerde bu benzer güzel insanların sayısını çoğaltmanın hayâlindeydi...
Babalarından ileri, çocuklarından geri ama sadece üreterek ilerlemeği, sadece üreterek ülkeye faydalı olurken kazanmayı ve kazandırmayı hedefleyen, "Yüz milyonluk Milliyetçi Türkiye" idealinin sahipleri... Dünlerinden korkan ve inkâr eden, yarınlardan ümîdi kesik, Batı kompleksli bizârları bile dışlamayan, onları tesellî edecek sözleri ve millî vaatleri olan donanımlı ülkücülerdi...
Başbuğ'larının, tarîhi Türk Bilgelerden aktardığı; "Birbirinizi methedin." ve; "Allah'ın ve yasaların yasaklarına uyun." Öğütlerini, yaşama düstûru edinmiş; "Her türlü kültür emperyalizmine hayır." düşünceli meşrû delikanlılardı. Atalarını, dedelerini, cedlerini çok iyi tanıyan; geçmişten aldıkları güzellikleri yarınlara taşıyabilmek için ellerinden geldiğince koruyarak yaşamaya gayret eden mutaassıp-ülkücü bir öbeklerdi. Emâneti ehline vermeği iman gereği sayan, kendilerine emânet edilmiş saydıkları töre ve türeye aslâ hiyânet etmeyecek kadar sadık bir nesildi...
Kardeşin kardeşten farklı karakter taşımasının yaratılış özelliği olduğunu kabullenen, bu yüzden de milletlerin de birbirinden farklı olmasına hazırlıklı; "O zaman birbirinize hasım kavimler olarak yer yüzüne inin dedik." İlâhi Buyruk gereği Türklüklerinin, Kâl u Belâ'dan beri de müslüman olduklarının şuûrunda ve huzûrunda olan bir îman ehli... Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanlardı... Son yüz yılın, Son Başbuğ'u Türkeş'ten mülhem, "Yıldırımdan tipiden kasırgadan yılmayan/ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz" diyebilen cesûr Türklerdi...
Bu tarifte, bu karakterde, bu donanımda bir nesil, hâlâ var mı? Var Elhamdülillah...
Sayıları, daha 40 yıl evvel, bütün Türkiye'de iki elin parmaklarını geçemeyen, ama şimdilerde milyonlarla sayılamayacak kadar çok nesiller var. Dede, oğul ve torundan mürekkep üç nesil Ülkücü, artık aynı hanelerde var şükürler olsun... Bu nesil ve nesilleri Türk Milleti'ne kazandıran Başbuğlar'dan da Allah razı olsun... Rehberleri Kur'an, hedefleri Turan olan idealistlerin adını Ülkücü koyarak, Türk Milleti'nin emrine yönlendiren Alperenlerden Allah razı olsun... Önümüzdeki günlerde, yerel seçimler var. Bu ülkücülerden epeycesi, kendi bölgelerinde yerel külfetlerin altına girmeğe tâlipler. Belediye başkanlıklarına aday olacaklar. Allah, yardımcıları olsun, yöre insanlarına da onları fark edecek ferâseti versin inşallah...
"Biz turfanı yarattık uyku uyurken Batı/Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı"
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN SÜTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 20, 2008

BİR ÖZÜR DAHA !...

Adam geğirse haber, yellense olay oluyor! Dünyanın bir ucundan, canlı televizyon programlarına konuk ediliyor. Hakkında konuşmadığı olay; derin devlet, istihbarat, ve mafyatik güçler hakkında bilmediği yok! Kimin adını ağzına alsa, anında yer yerinden oynuyor, Ergenekoncu oluyor!...
Ama ne hikmetse günlerdir, Tuncay Güney'in Sn. Muhsin Yazıcıoğlu'na gönderdiği özür iletisinden ve yapılan özür telefonundan bahseden yok! Olayı, takip ediyorum...
Güney'in iletisi: "Saygı değer M. Yazıcıoğlu; İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Fetullah Gülen'den 1,5 milyon dolar aldı ifâdesi, Adil Serdar Saçan tarafından bana dikte ettirilmiştir. İfâde de; 'Muhsin Yazıcıoğlu, Fetullah Hoca'nın isteği ile BBP’yi kurmuştur. Ve BBP’yi Abdullah Çatlı ile beraber örgütlemiştir. Sivas Olaylarında ve Gazi Mahallesi'ndeki olayları, Abdullah Çatlı ile Muhsin Yazıcıoğlu birlikte organize etmiştir. Bu eylemlerin emrini, Veli Küçük Ergenekon adına Çatlı'ya bildirmiştir.' Cümleleri, işkencede bana söylettirilmiştir. Ben 7 yıl önce 28 yaşında idim. İşkecede iken dayanamadım; 'Romayı da ben yaktım.' dedim. En iyi sizin beni anlayacağınıza inanıyorum. Basın açıklamalarımın ise engellendiğinin farkındasınızdır. Sizin ile ilgili ifâde de bana zorla verdirildi. Aynı ifâdeler, Fetullah Hoca için de verdirildi. Ben tv'lerde ve basında bu konu üzerine açıklama yapmaya hazırım. Saygılarımla. Tuncay Güney" şeklinde...
Konuyu, sadece bir kaç internet sitesi, irdelemeğe devam ediyor. Bu özür, Yaygın ve yandaş basında, ne hikmetse atlanmış, önemsiz bir haber!...
Konuyla ilgili, Sn. Muhsin Yazıcıoğlu ile görüştük. Tuncay Güney'le, e-postadan sonra telefon görüşmelerini ve o görüşmede Tuncay Güney'in bütün gazeteleri arayarak bu özür metnini bildirdiğini ama özellikle yazılmadığını söylediğini, anlattılar! Olayın, duyulduğu şeklinin hâricinde Yazıcıoğlu ; "Yıllardır, BBP'nin kuruluşunu ve şahsımı, ısrarla bir yerlerle irtibatlandırmak ve bir yerlerin parasıyla ilişkilendirebilmek için, art niyetli bir gayret sürmektedir. Aydınlık gazetesi ve Doğan medya tarafından köpürtülen Tuncay Güney'in ifâdelerini, tekzip ettiğim ve mahkemeye verdiğim bilinmektedir. Buna rağmen, bu asılsız iftiraları yazan ve yaymaya çalışan malûm basın; bu iftirâların işkenceyle yaptırıldığını itiraf eden Tuncay Güney'in özür beyânını, görmezden gelmektedir. Tavırlarını, geçmişteki kampanyaları da hatırlanıldığında anlamak zor değildir. Ama var olduğunu bildiğim millî basının duyarsızlığını anlayamıyorum." diye kendilerine has bir nezâketle sitem ettiler.
Tekrâren; geğirdiğinde haber, yellendiğinde olay olan acayip adamın bu açıklaması, gereken ilgiyi neden görmedi? Merak etmeyelim mi?...
Gerçi bu her yeri kokan yaratığın; tam da yerel seçimler öncesi, Sn. Muhsin Yazıcıoğlu'nu Fetullah Gülen'le birlikte haber etmeğe çalışmasını, çok dikkatle incelemek lâzım!...
"Yandaş Basın"ın tavrını, anlamakta da sıkıntı çekiyorum! Olaysa olay, haberse haber!... Doğan Medya'nın patronunun, geçmişte Sn. Yazıcıoğlu'na teklîflerini ve reddedilişini de hatırlayınca, bu grubun tavrını anlamak zor değil!...
Aklımı karıştıran; ulusalcı basının, Cumhuriyetçi-Atatürkçü basının ve milliyetçi basının da olaya bigâneliği, duyarsızlığı!...
Bu memlekette, artık millî ve doğru her şey gibi, doğru haberciliği ve doğru habercileri de mi bitirdiler?! Korku imparatorluğu'nun etkisi, en fazla cesûrlar(!)da mı zuhûr etti?! Böylesine net ve sağlam bir haberi atlamanın, bir sebebi yok mudur?
Her tarafından pislik ve pis kokular fışkıran, eşcinsel bir yaratık eliyle; tam da seçimler ârifesinde, Sn. Muhsin Yazıcıoğlu ile Fetullah Güleni birlikte zikrederek, yeni bir "F Tipi Senaryo" mu sahnelenmeğe çalışılmaktadır?... Bu olayda Pentagon kokusu almıyor musunuz?...
Şahsen çok merak ettim!...
Hâlâ yüreklerine ve meslek onurlarına olan itimâdım devam eden, gazeteci gibi gazetecilerin, bu olay gibi olaya, gereken ihtimâmı göstereceklerini ümîd ediyorum. Ve bu konuda yanılmayı, düşünmek bile istemiyorum.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 19, 2008

YALNIZLIĞA MAHKÛM, ENTELLER!...

Yaratılışları gereği, birbirine saldıran, birbirine içgüdüsel olarak hasım hayvanlar vardır. Bunlar dünyanın her yerinde bilinir. Meselâ; kedi ile köpek, eşek ile kurt, at ile ayı aklıma ilk gelen hasım hayvanlar...
Kedinin kuşa, balığa düşkünlüğü, kurdun koyuna, tilkinin tavuğa düşkünlüğü de binlerce yıllık gözlemlerle tesbît edilmiştir.
Son zamanlarda çok duyduğum ve kulak ardı ederek duymazdan geldiğim bir zorlama söz var; "Hayvan sevmeyen, insan sevemez!" miş!... Bunu söyleyen, entel görünmeğe gayret eden veya feministliklerini hayvanlarla maskelemeğe örtmeğe çalışan, -özellikle de- kadınlarımızın çoğu da sevdiklerini iddia ettikleri hayvanlardan korkarlar! Hem sever hem de korkarlar nasıl bir sevgiyse!...
Tamamen aksi bir davranışla, evlerini nerdeyse hayvanat bahçesine çevirmiş ama hayvan sevgisiyle insan sevgisini birbirine asla karıştırmayan örnekler de vardır. Veya sayısız suç faillerinin, sayısız ağır suçluların cezaevlerindeki hayvan sevgileri, akıllara zarar verecek boyuttadır. Bazılarının hayatları, "Alkatraz Kuşçusu" gibi klasikleşmiş roman veya film bile olmuştur.
Hayvanlardan ev sahipliğine geçelim. Bir ev düşünelim. Kedi, köpek, akvaryum ve kuşların olduğu, ayrıca rengârenk çiçeklerin bakıldığı bir ev... Kedi ile köpeğin hasımlığı; kedinin kuş ve balığa olan zaafı, kuşların çiçeklere vereceği zarar bilinmesine rağmen, bir evde bunların bir arada olmaları mümkün. Çünkü bu imkânsızları oldurabilen, insanın aklı ve hükmetme özelliğidir. Kedi ile köpeği, kuş ile kediyi, akvaryumda balıkla kediyi bir arada yaşamaya mecbur eden insanın, ev sahibinin onları asla kontrolden bırakmamak gibi bir mecburiyeti vardır. Ev sahibinin bir anlık kontrol boşluğu; ya kedinin kuşa veya akvaryuma bir zarar vermesine; ya kuşların çiçeklere zarar vermesine, ya da köpeğin kediye bir zarar vermesine sebep olur. Demek ki maharet; bir arada yaşayan birbirine hasım yaratılışlı hayvanlarda değil, onları bir arada yaşatan insan iradesindedir.
Şimdi evden de bir ülkeye çıkalım. Bir coğrafyada farklı etnik kökten insanlar yaşayabilirler. Tarih, kim ne derse desin bir milletler mücadelesidir. Farklı etnik köklerin, hâkimiyet kurmak için birbirleri ile girdiği uğraşların, mücadelelerin hikâyeleridir tarih. Kurulan hâkimiyetin adı, teşkil edilmiş milletlerin adına da devlet denir. Devlet kuran, yönetimi ve hakimiyeti eline almış olan milletin yapacağı ilk işi de; farklı etnik kökten insanları, bir arada yaşamaya mecbûr kılmaktır. Kelimeyi seçerek kullanıyorum "bir arada yaşamaya mecbûr etmek".
Kontrollü bir ev sahibi gibi; kedi ile köpeğin, balık, kuş ve kedinin, kuşlar ile çiçeklerin bir arada yaşamasını temin eden ve o hayvanları bir arada yaşamaya mecbûr eden kontrollü ev sahibi misali, devletli millet; farklı halkları bir arada, uyum içinde, bir yasa ve nizâm içinde yaşamaya mecbûr etmeği başarmak mecbûriyetindedir.
Başka türlü devlet olunmaz, başka türlü devlet kalınmaz.
Devlet yönetimlerinde, yönetim sistemi gereği farklı etnik kökten insanların görevlendirilmeleri olacaktır. Olmalıdır. Birlikte yaşamanın mecbûriyeti yanında, bazı getirileri de mutlaka olmalıdır ama kontrol, kesinlikle ama kesinlikle ev sahibinin, devlet sahibi milletin elinde olmalıdır.
Ola ki; son zamanlarda ülkemizde de görüldüğü gibi demokrat maskeli, AB ve ABD organize ve dayatmalarıyla insan hakları maskeli "Dolma Kalemler"in, bir "özür dileme sendromları" olursa, devletin aslî sahiplerinin, anında kontrolü ele almaları mecbûriyeti hasıl olur. Kontrol elden çıkarsa devletlilik zorlaşır, devletin bekası tehlikeye düşer. Devletinin tehlikeye düşmesi halinde de tepki vermeyecek, korunma-savunma refleksini göstermeyecek hiç bir millet te yoktur...
Milliyetçilik yapmadan devlet kurmak, devletliliği devam ettirmek tek kelimeyle imkânsızdır. Başbakan'a son zamanlardaki milliyetçi söylemlerinden dolayı; "Bu milliyetçilik bir gün seni de ham yapar." diye ukalalaşan "Dolma Kalem"e de, Çandar'a da; "Eğer azcık akıllı olmazsan, millet; seni safra sayar içinden atar! Sudan çıkmış balık misâli, hem susuzluktan hem de esen rüzgârdan üşüyerek yok olmaya, bir yalnızlığa mahkûm eder!" diye hatırlatırım.
Siz "Dolma Kalemler"in en büyük korkunuzsa, yalnız kalmaktır. Hem yalnızlıktan ödünüz kopar, hem de yalnız kaldığınızda, birbirinize saldırır ziyankârlaşırsınız, hem de güçlü irâdeye anında yalakalaşırsınız...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLANM

Perşembe, Aralık 18, 2008

DAYISI ERMENİYMİŞ!...

Onlarca yıl, milliyetçilik ile şövenizmi birbirine karıştıran sosyalistlerden veya sosyal demokratlardan Canan Arıtman, Cumhurbakanı Gül'ün Annesi'nin Ermeni olduğunu söyledi!... Şaşırmadım dersem yalan! Hem de, bir kaç kere şaşırdım.
Birincisi: Arıtman'ın, onlarca yıl; "halklar, halklara eşitlik, halklara özgürlük" diyen, entellik göstergesi bir tavırdan; ırkçılık-şövenizm asla olmayan, Türk Milliyetçiliği çizgisine gelmiş olmasından duyduğum keyifli şaşkınlık...
İkincisi: Gül'ü savunma adına çıkan AKP'li vekilin, Gül'ün şeceresinden bahsederken -ki taaa Selçuklulara dayandırılan- soy sıralamasında, annenin nereye koyulduğunun belli edilmemesineydi! Cumhurbaşkanı'nın Annesi, Ermeni olamaz mı? Olur. Osmanlı hanedanından kaç tanesinin annesi Türktür ki? Epeycesinin annesi, gayr-ı Türk dolayısıyla dayıları Türk değil!... Cumhurbaşkanı'nın da Annesi Türk değil, dayısı Ermeni. Bu tesadüfî benzerlikten dolayı da "İkinci Cumhuriyetçilik" adıyla Osmanlıcılık yapmaları doğal değil mi? Ne var bunda?...
Aklıma, Faruk Nafiz Çamlıbel'in "VERÂSET" şiiri geldi:
"Ninem beş yüz altına satılmış bir esirdi,
Dedem, beş yüz altını sayan bir derebeyi;
Köpek kanı, kurt kanı biribirine girdi,
İkisinden çıktı bir kurt köpeği...

Ben, ninemden muhabbet, dedemden kin almışım
Çini bir kâse kadar başkadır içim dışım,
Elini öpmek için yalvarsa da bakışım
Isır diye tepinir gözlerimin bebeği..."
Yıllarca çok severek okudum. Yıllarca milliyetçilik anlayışımı tarif etmeğe çalışırken, hep örnek olarak kullandım. Yıllardır; milliyetçiliğin bir fikir sistemi olmadığını, genetik bir içdürtü olduğunu ve 'amcası ile dayısı arasındaki kavgada, amcasından yana olamayanın, milliyetçilik yapamayacağını' iddia eder ve savunurum. Tezimdeki haklılığımın keyfini, milletimin kadersizliği yüzünden yaşayamadım maalesef!...
Yıllarca; milliyetçi, hatta ülkücü söylemlerle boy gösteren aydınlar; "Türk Halkı" diyerek milletliğimizin hedef alındığının farkında olmayarak, milletliğimize verdikleri zararı da görmezlerken, Canan Arıtman'ın; çok Türkçe, hatta Atatürkçe "Türk Milleti" derken ki ağzını dolduruşunu, büyük bir keyifle izledim...
Asıl şaşırdığım konuya gelince; önümüzdeki seçimlere girecek partinin genel başkanı, Recep Tayyip Erdoğan. Yasalar gereği, Anayasamız'ın tarifiyle vatandaşlık bağıyla bağlı olan ve hepsi Türk olan insanlardan oy isteyecek olan kişi de Recep Tayyip Erdoğan. Yıllardır "alt-üst kimlik" vehimlerini, en etkili şekilde kullanan da Recep Tayyip Erdoğan. Amaaaa, son günlerdeki özürcü, uzaktan kumandalı "Dolma Kalemler"e, bütün millet gibi; "tek millet, tek devlet, tek vatan" diyerek tepki veren de Recep Tayyip Erdoğan... Bir de "tek dil" dese var ya, beni kimse susturamaz!...
Bu tarif ve millî bütünlüğümüzü savunmakla yükümlü ve asla oy endişesi olmayan Cumhurbaşkanı ise, özürcü "Dolma Kalemler"e destek verir mahiyette açıklama yapıyor!... Sonra da AKP'li vekillerden bazıları, -büyük bir ihtimalle- evdeki bulgurdan olmamak akıllılığı ve takıyyeciliği ile Gül'e destek vermeğe, Gül'ün şeceresinden bahsederek annesinin nesebinden kaçmaya, konuyu uzaklaştırmaya çalışıyorlar!...
Muhteşem Türk Atatürk; "Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için, izmihlâl mukadderdir." demişlerdi. Allah'tan ülkeyi Cumhurbaşkanı değil Başbakan yönetiyor! Ve töremizde insanlar, anasından değil babasından nesepli...
Ve bizi maalesef ölümle korkutup sıtmaya razı ediyorlar!...
"Bana yol gösteren benden olmalı/ Türk'e baş olamaz 'Türk'üm' demeyen." diye tarihe iz düşen Ziya Gökalp'i de bir daha rahmet ve minnetle yâd ederek...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 17, 2008

IRAK'IN PAPUCUNUN ALTI PEKMEZ!...

"Komşuda pişer, bize de düşer."(Türk atasözü)
Kültürümüz ve inancımızda, komşu ve komşuluk hakkı kesin tariflidir. Öylesine ki Peygamber(s.a.v.)imiz, Miraç'tan döndüğünde; "Komşunun komşuya vâris tayin edileceğini zannettim." buyurmuşlardır.
Kişisel komşu ve komşuluklar olduğu gibi devletlerinde komşu ve komşulukları dolayısıyla da komşu ve komşuluk hakları vardır, olmalıdır. Nasıl ki komşunun huzur veya huzursuzluğu şahısları etkilerse, devletlerin komşularının huzur veya huzursuzluğu da komşularını etkiler. Ne dünyayı etkileyen küresel kriz, ne de komşularda baş gösteren krizler, hiç bir ülke ve devleti teyet geçmez!
Dikkatle incelenirse komşulardaki krizler de kendiliğinden oluşmaz. Küresel dalgalanmalara sebep olan yayılmacı emperyalistler; kendi çıkarları doğrultusunda yaptıkları "demokrasi getirme" maskeli işgalleriyle, bu krizleri oluştururlar.
Ülke ve devlet olarak; kuzey batımızda AB'nin gözde prenslerinden Yunanistan'da, AB'nin getirdiği demokrasinin sonucu bir gençlik ayaklanması var!
Güney doğumuzda Irak'ta, ABD'nin getirdiği ve bir milyona yakın Iraklı'nın hayatına mal olan, sayısız Iraklı Müslüman kadının ırzına tecâvüz edildiği, demokratik(!) bir işgâl var!
Kuzeyimizde; AB ve ABD patentli demokratikleşme mücâdelelerine, Rusya köstekli bir karşı koyma ve iki Rus askeri'nin öldürülmesi bahanesiyle, bir günde 2000 Gürcü sivilin katledilmesi demokratlığı var!
Doğumuzda; İran'a ağzı sulanan, içine düştüğü ekonomik yıkımdan ancak bir dünya savaşıyla çıkabileceğine inanan ABD'nin, açık sataşmalarına karşı, İran'ın karşı koyma ve savunma hazırlıkları var!..
Kısacası dört yanımızdaki komşularımızın, hiç birinde huzur yok! Ve bu dört yanımızdaki komşularımızın tamamına yakını, daha yüz yıl olmayan bir geçmişte bizim sınırlarımız içindeydi!
Sınırlarımızdaki heves ve plânlarını daha tamamlayamamış olan Haçlı'nın; içimizdeki yerli işbirlikçiler yardımıyla kaynattığı cadı kazanının kokuları, komşularımızdan çıkmaya başladı! İçimizdeki postal yalayıcı demokratlarımızın özür dileme telâşeleri de bu kokular yüzünden! Ama çok ehîl devlet yöneticisi Başbakanımız; "Kriz bizi teyet geçer!" buyurdular!...
Ülkemiz; soğuk suya atılarak altında ateş yakılan kazanda, piştiğini anlayamadan ölen kurbağa misali maalesef! Dört tarafımızda ateş yanıyor. Alevler, dünyanın herr tarafından seyrediliyor ama biz, kazanın içinde olduğumuzdan, "Kriz bizi teyet geçer!" diye avutuluyoruz!...
Artık çaremizin, demokraside falan olduğuna inanmıyorum! Devletler arası ilişkilerimizde de diplomasinin çareliği bitti artık!
Ya kimlikli, kişilikli, karakterli bir devlet duruşuyla, bütün komşularımızda demokrasi adına karışıklıklar yapan Haçlı kuduz güçlere; "Höööösssst!" diyeceğiz, ya da ne kadar kuvvetimiz varsa, o kadarlığımızla, bize karşı da hazırlanan demokratik iç karışıklıkların hazırlayıcılarına, birer tekme vuracak, postalımızı Türkçe kullanacağız!...
Yeri gelmişken; "Dolma Kalemler"ce gazeteci sayılmayan Irak'lı gazeteci'nin yaptıklarını takdîr ettiğimi ama Hasan Tahsin gibi bir Kahramanımız'a benzetilmesine itiraz ettiğimi de söylemeliyim. Hasan Tahsin; işgâle gelen Haçlı orduları önüne tek tabanca çıkarak, alabildiği kadar düşman canı aldıktan sonra, göysünü millet adına düşman mermilerine siper ederek ve ölerek kahramanlaşmıştır. Irak'taki ise, ABD işgâle geldiğinde çoğu Iraklı'nın yaptığı gibi Saddam'ın heykelini terliği ile döverek sevinmiş, sonradan canı yandığı için ancak ayakkabı fırlatabilmiş biri... Hasan Tahsin; ölerek ölümsüzlüğün, Iraklı ise işgâline seyirci kaldığı demokrasi havarisine, ayakkabısıyla baş kaldıran Arap teslîmiyetçiliğinin temsilcisi!...
Kötü mü? Hâşâ... Ama aslâ bir Hasan Tahsin değil...
Çocukluğumuzda kızdırdığımız kız arkadaşlarımız, papuçlarının altını göstere göstere koşarken; "Ayağımın altı pekmez, yala yala bitmez." diye bir tekerlemeyle bizi kızdırırdı. Iraklı'nın yaptığı ancak buna benzer. Gerçekten de, Iraklı'nın ayağının altı pekmez!...
Her milletin kahramanı, kendi özelliğinde vesselam...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 16, 2008

GELEN VARSA İŞTE DÂVET...

Dostlar;
Beni okuduktan sonra zahmet ederek tenkît veya tebrîklerini esirgemeyen her kese mutlaka cevap veririm. Atladığım olmuşsa peşînen özür dilerim. Bazı iletiler var ki, bunlara tek başıma cevap veremem ve sizlerle paylaşmaktan onur duyarım. Türk Gönüllü, Dünyayı Türkçe Okuyan bir Dostumuz'un, benim çok ilgimi çeken iletisini paylaşmak istiyorum.
Aslında çok geç kaldım biliyorum! Artık saat başı değiştirilen sûni gündemlere yetişmenin imkânsızlığında; aldığım günden beri her gün en az iki kere niyetlendiğim ama gündem fırtınasının ertelettiği iletiyi, bu gün ertelemeyeceyim! Frankfurt'ta Gazetemizi okuyan ve gurbet ellerde bizi unutmayan Yelda Acar Dostumuz'un, 28. Ekim.2008 günlü iletisini, dikkatle bir daha okuyalım:
"Sayın Mustafa Aslan; milliyetciler, ulusalcılar, ortalama değil yüzde yüz Türkler, Türkiyeli değil "Ne mutlu Türküm diyene." diyen, "Amerikan icâdı olan Ilımlı İslamı neyliyeyim benim Kur'an-ı Kerim'in öngördügü İslam varken" diyen; diğer dinlere ve dinsizlere saygılı, gercek müslümanlar el ele verip bize tuzak kurmaktan bıkmayanlara ikinci bir ders vereceklerdir. Ben buna inanıyorum. Bu çercevede de her türlü çalışma ve görevi, onur kabul ederim. Esâsen ulusalcı bir çizgide olmama rağmen, YENİÇAĞ`ı çok seviyor, gönüllü abonelik sistemini istiyorum. İyi ki varsiniz... Ayrıca millî/ulusal fon olusturulmasi için nabız yokluyorum. Biz Soros kadar yok muyuz? Elin yahudisine vatan toprakları; Vakıflar Yasası, Yabancıya toprak satışı, ecnebi bankalarının çiftiçiye kredi teminatı olarak aldığı ipoteklerle teslim edilmesi, vatana ihanet ve günah değil mi? Buna seyirci kalabilir miyiz? Herkes 1 (bir) YTL verse, 70 Milyon YTL eder. Lütfen siz de milli fon olayını bir düşünün. Saygılarımla... Yelda Acar"
Öncelikle Gazetemiz'e ve şahsıma gösterdiği ilgi ve iltifatlarına teşekkür etmeliyim. "Gönüllü Abonelik Sistemi"nin, şahsen çok ilgimi çektiğini de belirttikten sonra, "Millî Fon" konusu hakkında şahsî düşüncemi de arz edeyim. "Çakalın kurt taklîdi, leş görünceye kadardır." inancındayız. Bu teklîfin; ne fener ışığına, ne de biz kaç kuruşuz'a benzemediğini, teslîm ederek onurlandığımı açıklamalıyım. Ve Rahmetli Galip Erdem Hocamız'ın; "Gün gelir, ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. "Kalabalık" o’na acır, daha iyi yaşamış olmasını temennî eder. Hâlbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca 'kalabalığa acımıştır.' " diye Ülkücünün Çilesi adıyla tarif ettiği, Türk Kişiliğine ne kadar benzediğini de tesbît edeyim istedim.
Gurbet ellerden ve Anadolu'dan, ne kadar Türk'ün, ne kadar ilgisini çeker bilemem ama şahsen ben, bu Türk gönülü Türkçe alkışlamak istedim...
Türkçe sahiplenmek budur işte! Ne kimseyi baş edemediği için kovmak, ne kimseye başının çâresine bakmayı öğütlemek gibi bir kolaycılık yok bu tavırda! "Türkiye'nin cumhurbaşkanından, genel ev kadınına kadar insanının meselesi, meselemizdir." şeklinde özetlenerek açıklanan, millî bir tavırdır bu! Aslında 'ulusalcı bir çizgi' diye tarif edilen bu şahsî duruşu, adını ne koyarsanız koyun ben çok tuttum. Meseleye; aynı yönden, aynı gözle bakan insanların târif birlikteliğini yakaladım. Toplumun mazur olduğunu, kanaat önderlerinin kendilerini yaşama haklarını kaybettiklerini, kaybetmeleri gereğini bir daha hatırlayarak; devlet yönetimine seçilerek geldikten sonra, tarifsiz zenginleşen iman tâcirlerini, bir daha buğz ettim seslice...
Bu evlâtların sahibi bu millete; değil yedi, yetmiş yedi düvelin de gücünün yetemeyeceğine, bir daha îman tazeledim...
Gelen varsa işte dâvet, ölen varsa işte meydân!...
"Milletim Türk, vatanım Türkiye, ülküm Türklük'tür." (M.Kemâl ATATÜRK)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 15, 2008

MÜ'MİNİN MÜ'MİNE DUASI, MAKBÛLDÜR...

"Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı. Uyku sersemi açtı telefonu.Telefondaki ses annesine aitti. Telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti? Annesi;
- Nasılsın oğlum iyi misin? Diye sordu. Oğlu şaşkın bir ifadeyle;
- İyiyim anne. Hayırdır bir şey mi oldu? Siz iyi misiniz ?" diye sordu merakla. Annesi;
- Biz iyiyiz. Bir şeyimiz yok. Sadece sesini duymak istedim. Dedi. Oğlu;
- Anne! Bunun için mi aradın? Saat sabahın üç buçuğu yarın da konuşabilirdik!" deyince annesi;
- Rahatsız mı ettim oğlum?" dedi. Oğlu;
- Evet anne rahatsız ettin! Uykudan uyandım, korktum! Deyince annesi;
- Otuz sene önce de sen beni bu saate rahatsız etmiştin. Doğum günün kutlu olsun oğlum! Dedi ve telefonu kapattı." (engelliplatformu'ndan alıntı)

Gücüm yetse ruhumdan yırtarak koparacağım parçalarımı, Anam'ın bedenine eklerim. Ruhumun en kıymetli, en aziz yerlerini parçalayarak Anamın ayak tabanlarına kösele ederim. Aklım kesti keseli dualarıyla, ben dahil yedi çocuğunun afrasıyla-tafrasıyla uğraşırken hatırlarım Anam'ı. Bir de giyimine çok titiz olan rahmetli Babam'ın elbiselerini ütüleyebilmek için yaktığı ve çabuk ısınsın diye sürekli salladığı, ağır kömür ütüsüyle...
Çamaşırlar elle yıkanır; çamaşır suyu, memur evi olduğu için komşulara göre daha teknolojik araçlarla donanmış olan evimizde, gaz ocağında ıstılırdı. Arada bir gaz ocağının pompalanması bile başlı başına bir işti. Onu da Anam yapardı....
Yedi kardeş, hepimizin banyo sularımız da o pompalanmasa sönen gaz ocağında ısıtılır, hepimiz sırayla Anam tarafından liflenerek yıkanırdık. Banyolarımızı da o yaptırırdı...
Yemek te gaz ocağında pişerdi. Yemek, çay suyu, Babamın Türk kahvesi, çamaşır suyu, banyo suları, her şey gaz ocağıyla yapılırdı. Mutlaka pompalanması gerekirdi ve gaz ocağını, hep Anam pompalardı...
Okuyup yazması yok Anam'ın... Ama ailece görüşmelerde, ailece misafir gitmelerde veya misafir kabullerinde hiç te eksikliğini hissettirmedi yıllarca. Uykusu gelsin diye bana okuttuğu masalları ve uykuya geçip beni dinlemediği için uyandırdığımda gülme ile kızma arası elimden kitabı alıp sanki incitmemek için çok nazikçe masanın üzerine koyuşunu, kitaplara saygısını hatırlarım...
Hele Dedem rahmetliden dinlediğim; abim ve benim altımızdan aldığı bezleri, Kars'ın eksi otuz derecelik soğuğunda, kapımızın önünden akan, "şorğan" dediğimiz akar suda yıkadığını ve soğuktan sızlayan tırnaklarını ağzında hohlayarak ısıttığını hatırlayınca; "Anaaaaam!" diye seslenesim geldi!...
Anam seksene varan yaşıyla ve hayatının elli yılını çok ağır işlerde çalışarak yorduğu bedeniyle, hasta!... Üstüne üstlük; bir de haftada üç gün diyalize mahkûm! Diyalizden sıkılıyor! Haftada üç gün diyalize bağlı olarak geçirdiği hareketsiz, geçmez zamanlardan çok şikâyetçi.
Doktorlarının dediğine göre kandaki kalan ürenin meydana getirdiği hafıza kaybı da başladı. Benden uzakta Anam. Yanındaki kardeşlerimin, yeğenlerimin, kardeşlerimin eşlerinin, Anam'a yakınlıklarıyla teselli oluyorum. Hele en küçük Kardeşim Gökbörü'nün, yıllardır Anamı kelimenin tam anlamıyla kucağında taşıdığını düşününce, Anam adına ve onun adına çok seviniyorum...
Anam hasta Dostlar! Her ağızda bir hikmet var bilirim. Dualarınıza talibim. Anam'a dua desteklerinizi istirham ediyorum. Başta en küçük Kardeşim Gökbörü'ye, onun eşine, diğer kardeşim Ali Haydar'a ve onun eşine, çocuklarına Anama tahammül edebilmeleri için sabır diliyorum. Onlara Rabbim'in sabır vermesi için dua desteklerinize muhtacım...
Ona benzemeyen hiç bir kadını güzel saymadan büyüdüm. Onun yemeklerinin lezzetini yıllardır eşlerimize anlata anlata kocadık. Yarıştırdım eşimi belli etmeden Anam'la yıllardır!... Artık torunlar sahibi olan Eşim'le Anam arasındaki; dillendirmediğim ve sürdürdüğüm gizli yarışım hâlâ devâm ediyor... Allah(c.c.) gecinden versin, Anam'dan sonra da sürecek zannedersem bu gizli mukayese...
Allah yardımcın olsun Anam. Allah, analığının fedakârlıklarına rahmederek şifânı versin... Uyumamış olduğuna ufacık ihtimal versem "alooo!" diyeceğim Ana, "Can!" diye mukabele eden ana sesini bir daha duyabilmek için...
Yaşlı-genç bütün analara saygılarımla...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 14, 2008

TÜRKÇE TEK SES, YENİÇAĞ...

Dünyayı Türkçe Okuyan Yeniçağ'lılar;
Dört taraftan dış tazyîklere muhatapken, ev içinden hırsızlarımız yerli işbirlikçilerimiz sâyesinde öküzümüzün bacadan çıkarıldığı bu zor günlerde; kendi vatanımızda asla paryalaşmayacağımızı düşündüren, yarınlardan asla ümîdimizi kestirmeyen sebeplersiniz. Sağ olun. Var olun. İyi ki varsınız...
Sizlerin tenkîd ve tebrîklerinizle can buluyor, sizleri hissederek mücâdelenin şart olduğuna inanıyorum. Ayrıca Yeniçağ'da; Altemur Kılıç, Muhiddin Nalbantoğlu, Durmuş Hocaoğlu, Sami Yavrucuk gibi Türk münevveri aksakallarımızla; Abdullah Özdoğan, Arslan Bulut, Hasan Demir, Hulki Cevizoğlu, Sadi Somuncuoğlu, Cazim Gürbüz gibi branşlarının üstadlarıyla; Yavuz Selim Demirağ, İsrafil Kumbasar, Asri Karaarslan Uzun, Selcan Taşçı gibi ülkücü duruşlu mert Türklerle; sayın Rauf Denktaş gibi yaşayan millî bir kahramanla; Sebahattin Önkibar gibi bir gazeteci düayenle, Vedat Yenerer gibi yiğit bir kalemle; Prof.Dr. Özcan Yeniçeri, Ahmet Bican Ercilasun, Şüayip Özcan gibi münevver eğitimcilerle; gazetemizin Türkçe duruşunu borçlu olduğumuz patron ve yöneticileriyle bir aradalığın; bütün refîklerimle birlikteliğin verdiği müthîş övüncümü beyândan, onur duyarım...
Dünyayı Türkçe Okuyan Yeniçağ Ailesi'nin listesine bakıldığında; adlarını zikredemediğim için aflarına sığındığım kişiler, tek tek incelendiğinde nasıl bir muhkem kalede ikâmet ettiğimiz ve bu kaleden yapılacak bir hurûcun, nelere muktedîr olduğunu görmemek için ya kör olmak, yada görmemek için korkudan gözleri kapatmak gerek...
Duruşumuz net, emeğimiz açık, kazancımız helâl, yoldaşlarımız ehîl, kılavuzlarımız-akıldânelerimiz millî yani bizden, safımız; Türkçe düşünen, Türkçe konuşan, Türkçe rüya gören, Türkçe hayâl kuran, Türkçe uğraş veren Türkler...
Biz Türk'üz, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen Türkler bizim. Atatürk bizim, biz Atatürk ülkülerinin... Vatan bizim, biz vatanın... Duamız çalışmak, ibâdetimiz cihâd-ı ekber, taatımız kendimizde mahfûz, itaatimiz devlet ve yasalarımıza; baş kaldırımız, hurûcumuz bütün adâletsizliklere, bütün zâlimlere ve Türkçe...
Aslında başka bir şeyden bahsedecektim. Eğitimci olduğunu belirten bir okurumuzun, zahmet ederek gönderdiği iletisini konu edecektim. Onu tesellî edebilir miyim diye iç dünyama daldığımda, kendimi Yeniçağ'ın Türk dünyasında buluverdim!... İzninizle saygıdeğer okurumun iletisini, lâyık gördüğü iltifatları da affınıza güvenle çıkarmayarak arz edeyim:
"Sayın Mustafa Aslan, abonesi olduğum Yeniçağ gazetesindeki bütün yazılarınızı olduğu gibi, 13 Aralık 2008 günlü "fırtına öncesi sessizliği" başlıklı yazınızı da dikkatle okudum. Biz yurtseverleri "Ergenekon" ile sindirmeye çalışan Amerikancı iktidara rağmen kaleme aldığınız bu yazınızdan dolayı size "elinize, yüreğinize sağlık" diyor ve nasıl dua edeceğimi bilemiyorum. Her satırı, her cümlesi ayrı bir değerde olan yazınızın bir yerinde, "Başka bir ülkede var olma mücadelesi mi veriyoruz? Yoksa işgaldeyiz de haberimiz mi yok?" diye soruyorsunuz. Evet, Türkiye işgal altına girmiştir.Yazınızın bir başka yerinde de, milletin sabrının tükenmek üzere olduğunu söylüyorsunuz. İşte bu görüşünüze katılmıyorum. Türkiye işgal altındaymış, vatan elden gidiyormuş, kimsenin umurunda değil. Bir çuval kömüre, bir poşet makarnaya oy veren bir toplumun vatanını savunacağına inanmıyorum. Saygılarımla. Sefer Çetinkaya /Emekli eğitimci"
Açık kimliği ve açık düşünceleri ile bir Yeniçağ'lı... Meslektaşım olmasından onurlanıp bir o kadar da incindiğim okuruma; öğretmence dik durarak Türkleşmek, Atatürk'ün ölmesine izin vermeyerek, "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" inancımızla, Yeniçağ Dünyası'ndan dünyaya Türkçe seslenmeğe devamı, tavsiyeden başka bir şey beceremem!... "Aynaya bakan kendini görür." gerçeğinden hareketle; "Ben ne yapıyorum?"u sorgulamaya başlayıp, başkalarının ne yapıp yapmadığını ölçmek gibi bir zaman kaybından vaz geçmemiz gerek dilek ve temennilerimle...
"Bana yol gösteren benden olmalı
Olamaz Türk'e baş, "Türk'üm." demeyen
." (Z. Gökalp)
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 13, 2008

ERKEN ÇIKAN YOL ALIR...

Seçim sath-ı mailine girmiş olmamıza rağmen, seçme-seçilme heyecanından uzak bir atmosferdeyiz! Seçim var, heyecan yok! Niye mi?
Söyleyelim: Genel seçimlerde seçilenler, Ankara'ya gideceği ve seçilmelerini sağlayan genel başkan adındaki "demokratik padişah"lara yakın olacakları için, seçmenin pek umurunda olmazlar!... Genel seçimlerde geçerli olan, genel başkan adındaki padişahların vaatleridir. Diğer millet vekili sıfatlı genel başkan vekillerinin işi, genel başkan ne isterse ona evet veya hayır demektir. Dolayısıyla da genel seçimlerde, millet vekili adaylarının vaatleri ya olmaz, ya da olsa da seçmen tarafından kaale alınmaz!...
Bu farkı hatırladıktan sonra genel başkan adındaki padişahları, birbirleriyle mukayese ettiğimizde, Recep Tayyip Erdoğan'ın, çok tenkîd edilmesine rağmen diğer "demokratik padişah"lardan açık ara önde olduğu kesin! Ankara ve metropoller veya yakın vilâyetler dışında bir yere gitmeyen-gidemeyen Ana Muhalefet ve "Yavru Muhalefet" demokratik padişahlarının aksine, Türkiye'nin her yerine giden, gittiği her yerde de son sözün kendisinde olduğunu saklamaya tenezzül bile etmeyen iktidardaki padişahın vaat inandırıcılığı, her şeye rağmen diğerlerinden güçlü! Konumuz onlar değil!...
Yerel seçimlerde seçmen; beş yıl birlikte olacağı, her sıkıntısında kapısını çalacağı, derdini aracısız olarak bizzat anlatabileceği adayları arar. Yani gerçekten seçer. Bu yüzden de hiç bir genel seçim sonucu ile, yerel seçim sonuçları birbirine benzemez...
Önümüzde; seçmenin, bütün genel başkan sıfatlı padişahları uyarmaya hazırlandığı bir yerel seçim var! Ve hiç bir padişah, gittiği ilde heyecan uyandıramıyor! Milletin merakı; iktidar partisinin, yani Recep Tayyip Erdoğan'ın adayı kim olacak veya İktidardaki padişahın adayına rakip olacak bir aday, var mı?
Belki de cumhuriyet tarihinde ilk defa, bu rakip olabilecek adayın CHP'den olup olmadığı merak konusu! Anamuhalefet, yıllardır belki de ilk defa alternatif olarak görülmek isteniyor. İzmir; Ankara ve İstanbul'dan sonra, Türkiye siyâsetini yönlendirebilen illerimizdendir. AKP'nin, daha doğrusu genel başkan sıfatlı AKP padişahı Recep Tayyip Erdoğan'ın çok önemseyerek istediği üç vilayetten de biridir...
İzmir'de; aylar öncesinden bir oluşumun hazırlandığını, isim babalığını benim yaptığım "9 Eylül Platformu" diye bir oluşumu, İzmir'i AKP'ye vermemek için partiler üstü bir birliktelik hazırlığı yapıldığını, duyurmaya çalışmıştım. Etkinliği ve gücü seçimlerden sonra belli olacak olan bu platformun, hâlâ aktif olarak faaliyette olduğunu; İzmir'in ve platformun, özellikle CHP adayını merak ettiğini söyleyebilirim. Fısıltı gazetesinde isimler var. AKP'nin aday göstereceği fısıldanan Ahmet Vefik Alp'in haricinde, İzmirli'nin dikkatini çeken bir isim yok. Onu da İzmir'i AKP'ye vermemek konusunda kararlı olan İzmirli'nin tepkili hazırlığı ve fenerlerin kara ışığı köreltiyor!
MHP'nin adayı belli. İşi zor, kolay gelsin. Hâlâ AKP ve CHP adayları belli değil. "Erken çıkan yol alır." millet öğretisiyle MHP bir adım önde gibi görünsede, ülkücü tabandan ne kadar destek alacağı belli olmayan bir adayla yola çıktı. Dedik ya işi zor, kolay gelsin...
CHP'nin; CHP Genel Başkanı sıfatlı padişahının dikkatini özellikle çekmek isterim. Doğan Medya Grubu'nun hâlâ İzmir temsilciliğini yapan bir ismin, aday adaylığı konuşuluyor. Sür'atle bunun yalanlanmasını ve süratle adayının açıklamasını öneririm. Hâlâ İzmirli'nin, İzmir'i AKP'ye teslim etmemek için kararlılığı sürüyor. Büyükşehir adayı ile ilçe başkan adaylarını çok önemseyen İzmirli'nin, İl Genel meclisine vereceği oyların adresleri, kafalarında kesinlikle belli. Ve sonucun, bütün siyâsi padişahları şaşırtacağını, hep berâber göreceğiz!...
Tekrâren; ülke genelinde olduğu gibi İzmir'de de seçmenin, bu yerel seçimleri çok önemsediğini ve kesinlikle beş yılı kucak kucağa geçireceği adamı aradığını ve seçeceğini, bütün siyâsi padişahlara hatırlatalım istedik. Kazanmak isteyen seçime, kazanacak adamla girer!...
Seçim ola, hayr'ola...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SEÇİMLERDE GÖRÜŞMEK ÜZERE...

İnternetten, gruplarda yayımlanan bir fıkra, aynen aktarıyorum:
"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, görevi sona erince Konut'u boşaltır. Bir sabah yaşlı bir adam konutun kapısına gelip görevli polise:
- Recep Bey ile görüşmek istiyorum.
Der. Kapıdaki koruma polis memuru:
- Recep Bey artık başbakan değil ve burada oturmuyor.
Yaşlı adam polise teşekkür eder ve ayrılır. Ertesi gün sabah yine aynı yaşlı adam :
- Affedersiniz, acaba Recep Bey ile görüşmem mümkün mü?
Kapıdaki aynı polis :
- Bakın efendim Recep Bey başbakan değil. Konutu boşalttılar.
Yaşlı adam sesini çıkarmadan arkasını dönerek uzaklaşır. Üçüncü gün, yine aynı yaşlı adam aynı taleple polis memuruna başvurunca... Tepesi atan memur, adama çıkışarak 'Bakın efendim, bu üçüncü günkü gelişiniz' der ve:
- Size konutun boş olduğunu ve Recep Bey'in artık başbakan olmadığını her seferinde söylüyorum. Bunu anlamaktan aciz misiniz yoksa? Diye devâm eder. Yaşlı adam 'Ne münasebet evladım? Bunamış gibi bir halim mi var yoksa?' diye bütün nezâketiyle söylendikten sonra:
- Sadece söylediklerinizi tekrar tekrar duymaktan çok büyük zevk alıyorum. Diye devam eder. Polis esas duruşa geçip selâm durarak:
- Yarın görüşmek üzere efendim!..
Diyerek adamı yolcu eder."
.................
Abdülhak Hamit Tarhan; "Türk Milleti söylemez, söylenir." diye tarif etmiş yıllar öncesinden. Biz de dilimizin gücü nisbetinde, milletin söylenmeğe başladığını duyurmaya gayret ettik yıllardır. Artık söylenmeyen milletin, seslice naralar attığını, feryâd ettiğini de hatırlatarak duyurmaya çalıştık.
Ama gâliba sağırlar ki duymadılar veya körler ki yazdıklarımızı görmediler! Bizi etkilemeden teyet geçeceği, Başbakan tarafından bir kaç kere söylenen küresel ekonomik kriz, teyet falan geçmedi! Yürekleri delerek hissedildi! Daha bir kaç günde işinden olan yüzbinlerce insanımız var! Televizyonlara ve gazetecilere; evlerine ekmek götüremedikleri, çocuklarına bir lira harçlık veremedikleri için evlerine gidememekten şikâyetlenen insanları, Başbakan ve kadrosu görmezler mi? Hemen her gün kapılarına kilit vurulan fabrikaları, üretimhaneleri görmezler mi? Yoksa görürler de; sosyal devlet anlayışında yapılması şart olan ve yasalarla belirlenerek düzenlenmesi gereken devlet yardımlarına, biraz daha işsiz insan ekleyip verilecek kömür ve yiyecek yardımlarıyla oylarına mı tâlip olmak hevesindeler?
Kıvrak zekâsına ve hiciv gücüne hayran olduğum Milletimin, teknoloji sayesinde duyurulan söylenmesini, yukarıya aldım. Birilerinin duyar duymaz Başbakan'a iletmeleri hem dileğimdir hem de akıl gereğidir. Zamanında alınmayan tedbir boştur.
Ana muhalefet ve Yavru Muhalefet'in kendi aralarında ve milleti çok öfkelendiren çekişmelerinden dolayı rahatlık varsa, Başbakan ve kadrosuna kendilerinin ilk kazandıkları seçim sath-ı mailini hatırlatırım. İktidarı ve muhalefeti sandığa gömerek cezalandıran milletin ferâsetini, ciddiye almalarını tavsiye ederim.
AB prensi Yunanistan'da ki toplumsal kalkışmayı, zamanında ve doğru okumalarını da tavsiye ederim! Mütevekkilliği ile alay edildiğini, ciddiye alınmadığını hissederse bu milletin nelere muktedir olduğunu, zannederim geçmişte okuduklarından, yaşadıklarından biliyorlardır! Hâlâ AB ve ABD'nin kendi dertleriyle başbaşayken bile iltifatlarına kanarak alternatifsiz olduklarını zannediyorlarsa çok yanlıştadırlar! Kendilerinin kazandıkları ilk seçimlerde de iktidarın ve koalisyon ortaklarının alternatifleri yok gibiydi!...
Milli duruşuyla milletin dikkatini çeken; "Diyarbakır'da yargılar, Habur'da asarım." diye terörist ve bölücülere; "Varlığım Türk varlığına armağan olsun." diye de millete seslenen siyâsilerimiz, ciddi manada göz dolduruyorlar. Bizden söylemesi...
Seçim ola hayr'ola...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 12, 2008

NEDEN? NİÇİN? NİYE?...

Aylardır "Neden? N'için? Niye?" diye kafa patlatıyorum. Onlarca yıldır bütün dış güçlerin ve yerli işbirlikçilerin gayretleriyle içerde ve dışarda çok dağınık bir Türkiye manzarası var!...
Siyasetçilerin de, ticaretçilerin de, cemaatçilerin de suçu başkalarına atmaktan; "Bizden öncekiler şöyle yapmasaydı... Enkaz devraldık!" şeklinde ma'zeret üretmekten başka işleri yok! Mezheplerin, sayısız tarîkat ve cemaatlerin arasında kaybolmuş bir İslamiyet; altmışa yakın parti arasında kaybolmuş bir siyâset yaşıyoruz! Hortumcular, hayaliciler, tefeciler,rantiyeciler ve mafya arasında el değiştiren bir ticaretimiz var! Dinimizin, siyasetimizin, ticaretimizin kayıplar yaşadığı zamanımızda, teknolojinin tetiklemesiyle ahlâkımız da irtifa kaybetti, araki bulasın!...
Cami cemaatine irticacı, camiye gitmeyene imansız diye saldırdık! Milletini sevene şövenist, devletini sevene faşist, ordusunu sevene cuntacı, komüniste yurt sever, vatansevere gerici, bölücüye demokrat diyerek zamanı ziyân ettik! Sonunda milleti halklar, millîyi ulusal, milliyetçiyi ulusalcı, ihâneti demokrasi, demokrasiyi bölücülere maske diye ortada bıraktık! Bir arada duramadığımızdan, içerde ve dışarda yutmak için pusu kuranlara kolay yem olmaya başladık!... Niye Allah aşkına?!...
Bu kadar dağınıklığı, ruhsatsız avcılara av olacak kadar aptallığı tekrar ederek, Aziz Nesin'i haklı çıkarmaya mı çalıştık? Muhteşem Türk Atatürk'ün; "Türk Milleti zekidir, çalışkandır..." tarifini ne zaman ve niye kaybettik?
Altmışa yakın siyâsi partimiz var! Yani siyâsetimiz altmış parça! Bu altmış siyâsi partimizin kendi içlerinde de birlik-beraberlik yok! Bütün partilerimizde bir iç kaynama, bir iç hesaplaşma!... "Milliyetsiz Milliyetçiler" yüzünden, her parti de kendi içinde altmış parça!...
Bir zamanlar sağcı-solcu vardı. Sağ solu, sol sağı bilirdi. Sağın sağcı, solun solcu söylemleri vardı. Şimdi ne sağcı var, ne de solcu! Kimin söylemi kimin ağzında belli değil! En solcu partiler; "Din elden gidiyor!..." diye feryat ederken; en dinci geçinen partilerin ağzında, sosyalist söylemler!... Aklı karışan ve yollarda dizilen kervanlara katılmaktan başka akıllılık bilmeyen siyasetçilerimiz de bu kargaşadan bunalarak Deprem Çadırlarına sığınıyorlar! Her deprem çadırının ömrü, deprem riskinin bitmesine kadar olduğundan bu bir araya gelen deprem çadırı sakinleri, çok çabuk dağılıyorlar! Yaklaşık elli yıldır her on sene de bir tekrarlanan ve demokrasi adıyla yapılan sahte depremler yüzünden oluşan deprem çadırlarında toplanıp-dağılarak bu günlere geldik! Bu kadar depreme rağmen yıkılmadık farkında mıyız? Hâlâ ayaktayız!
Elli yıldaki depreme dayanıklı siyasi oluşumlarımızın temelinde, Türk Milliyetçiliği olmasaydı dayanabilir miydik? MHP, bu sûni demokrasi depremlerine karşı tavrında bir değişikliğe tenezzül etmeseydi, manzara bu mu olurdu?
Siyasi, demokratik deprem yapıcılar, büyük senaristler; Başbuğ'un ölümünden sonra evlatları, miras paylaşımı tahrikiyle birbirinin üzerine saldılar! Asıl mirasta yâni siyâsi mirasta hiç hakları olmayan, devşirme evlatlıklar da bu kavgaya, çok ihtirasla katıldılar! Allah'tan binanın mimarı, ehîl bir mimar... Allah'tan binanın temeli çok sağlam... Bu temel sağlamlığı sâyesinde, MHP ve Ülkücü Hareket bu depremlere, bu kadar dayandı...
Artık ya MHP'nin sür'atle bu deprem yapıcılarla ilişkisini kesmesi; ya da, Türk Milliyetçilerinin milliyetçiliği reddederek; "ideolojik ağırlıkları" atan, Devlet Bahçeli'yi terk etmesi lâzım!...
Türk Milleti'nin, cumhuriyet tarihinde Ülkücü Harekete ve Türk Milliyetçilerine bu kadar âcil ihtiyacı olmamıştır! Türk Milliyetçileri; milletin kendilerine olan ihtiyacını çok iyi okumalı ve süratle, deprem çadırlarına alternatif, kalıcı deprem konutu projelerini sunmalıdır... Ülkücüler; Türk siyaset alanında da, "Türk Mucizesi"ni gerçekleştirmek mecbûriyetindedir. Türkiye'nin, Avrupa'nın hatta dünyanın en kalifiye siyâset ve düşünce adamlarını Ülkücü Hareket yetiştirmiştir. Bu kalifiye ve ülkücü insanları tek-tek tesbit ederek bir çatı altında toplamak Türk Milliyetçileri'nin aslî ve birinci görevleri olmalıdır... Milletin, bu yetişmiş Ülkü Devleri'nin bir araya gelmelerini beklemek gibi bir lüksü kalmamıştır! Geçen her gün, geç kalmışlıktır ve bu geç kalmışlığın ceremesini, Devletimiz-Milletimiz çekmektedir... Hiç bir ülkücünün de buna rızası olmamalıdır...
Yaşasın Yeniden Türk Milliyetçiliği...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 10, 2008

İZİNDEYİZ ATAM!...

Atam; bu bir mektup değil! Ölüye mektup yazılmayacağını biliyorum hamdolsun!...
"Atatüyk öldü biliyo musunuz?" diye gözyaşlarıyla hıçkırarak anaokulundan, öğretmeninden duyduğu kötü-kara haberi evine, oradan da teknoloji sayesinde bütün ülkeye duyuran kızımızın sayesinde, -millet değil- halk(!)lar da senin öldüğünü biliyor artık!...
Senin yokluğunda da, ibâdetin başı olarak târif edilen, helâl rızk için çalışmayı; millet vekillerine, devlet kurumlarına, KİT'lere, fabrikalara, rençbere, öğretmen ve öğrencilere, mühendislere, doktorlara, bütün meslek erbâbına, AB ve ABD adındaki Haçlı'nın yönlendirmesiyle yasaklayan îmanlı yöneticilerimiz sâyesinde, bayramlarda artık izindeyiz! Üç günlük Ramazan, dört günlük Kurban bayramlarımızın süresini az bulan îmanlı yöneticilerimiz sayesinde ya dokuz, ya da on gün izindeyiz Atam!...
Tekrarlıyorum, bu bir mektup değil! Ölüye mektup yazılmayacağını bilecek kadar îmanlıyım çünkü! Dînimize yapılan bütün iftirâlarda kesin malzeme olarak kullanılan uydurma hâdis ve sünnetlerle; "Her canlı ölümü tadacaktır. (Âl-i İmrân 185)" Allah târifine rağmen Peygamberimiz(s.a.v.)'i ölümsüzleştirerek, Allah'ın yerine ikame etmeğe çalışan; diyalogcular, ılımlı islâmcılar, ve îmanlı mücâhitlerin, Atatürk'ü öldürmeğe çalıştıklarını biliyorum artık!...
Hayatında bir kere "Türk'üm" dememiş îmanlı bir Başbakan sâyesinde, geçmişte senin vecîzelerini dağlara taşlara yazmanın yanlışlığını ve tepki doğurduğunu söyleyen bir îmanlıyı da, en milliyetçi partinin desteği ile cumhurbaşkanlığına çıkarttıktan sonra; "Atatürk ölmedi, yüreğimde yaşıyor." şeklinde çocuklarımıza öğretilen tarifin, şimdi; "Atatüyk öldü biliyo musunuz?" şekline dönüştürüldü!...
Ve büyüklü-küçüklü, milliyetli-milliyetsiz, entel-câhil, zengin-fakir hepimiz; "İzindeyiz Atam!" diye kelime oyunu yapıyoruz! Dîni bayramlarda bile izindeyiz, yani tatildeyiz Atam!...
Tekrarlıyacağım, bu bir mektup değil! Ama; "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit!" ilm-i siyâsetiyle; "Atam sana söylüyorum Milletin sen işit!" taktiği uyguluyorum çâresiz!...
Siyâsette kazanmanın yolu; yıllarca sinsice, kılcal damarlara yerleşinceye kadar örgütlenerek sisteme kafa tutmaktan geçiyor artık! Siyâsette, -hükümetlere değil- Cumhuriyete muhalefet ederek kazanılıyor artık! En milliyetçi partiler, sessiz ve sinsice, farklılıkların farkında olarak; "Türkiye Cumhuriyetini kuran halkların adı Türk'tür." prensibine muhalefet ediyor!... En solcular, en dinciler, en Allahçı(!)lar, en Peygaberci(!)ler, en cumhuriyetçiler, en demokratlar, en Atatürkçü(!)ler, en milliyetçiler olarak; "İzindeyiz!" diye kelime oyunuyla, dîni bayramlarımızı da tatile dönüştürerek, tatile gidişlerde ve dönüşlerde toplu olarak millet fertlerini trafiğe kurban veriyoruz!
Atam sana söylüyorum, Milletim sen işit!...
Milletliğimizi hedef aldılar! Milletlik şifrelerimizi çözüyorlar! En milliyetçi ağızlara; "Türk Halkı" dedirttirerek, "Türk Milleti" kıvanç ve kıvamındaki muhteşem kavramı da öldürttürüyorlar!
Çünkü artık imanlı-imansız, milli-gayrı milli, ulusalcı-milliyetçi, demokratik-faşist, cumhuriyetçi-ümmetçi, halkçı-milliyetçi hepimiz, ağız birliği ile söz birliği etmişçesine, kelime oyunuyla; "İzindeyiz!"
İzinde olduğumuz için fabrikalar kapanıyor, izinde olduğumuz için ekilmiyor-biçilmiyor, izinde olduğumuz için üretmeden sadece AB ve ABD adındaki Haçlı'nın ürettiklerini tüketiyoruz ve bu yüzden de dünyayı vuran kriz, bize teyet geçiyor! Olmayan ekonomiyi hangi ekonomik kriz vurabilir ki?
Ölümsüz ölülerini öldürmek, bizden başka dünyanın neresinde mümkün ki? Bizdeki kadar nankör bir sadâkat, başka nerede görülebilir ki?!...
En îmanlı demokrasi havarileri sâyesinde, bayramda değil tatildeyiz Atam! Ve kalan bütün ekonomik kalelerimiz düşürülünceye kadar da izindeyiz!... "Türk Budun, ökün!"
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 07, 2008

İYİ TATİLLER

Bu gün İslâm âleminin bayramı. Kutlu olsun. Bayramımız bayram olsun inşallah...
"Îmanlı" sıfatlı bir Cumhurbaşkanı, îmanlı bir Başbakan, îmanlı bir kabinenin aldığı veya verdiği kararla, bu bayramımızın adı da "9 günlük tatil" oldu!
Üretimlerimize Haçlı tarafından kota koyulduğu, her gün üçerli-beşerli üretken dev şirketlerimizin kapısına kilit vurduğu, her gün 300'er-500'er işçimizin işsiz kaldığı bir ülkede ve işten çıkarmalardan yorulduğumuz için, iş yerleri kapatmaktan yorulduğumuz için, alacağına şahin vereceğine serçe maliyecilerden kaçmaktan yorulduğumuz için, tatili hak ettik Allah için!...
Bir de; bu îmanlı, bayramlarımızı tatile dönüştüren tatilcileri, tatile gönderebilsek! Seyret tatilin bayramlaşmasını ve bayramlaşma sevincini!...
Bayramlar küslüklerin, dargınlıkların yok edilmesine vesîle. Biz de, îmanlı tatil vericilerimiz sâyesinde; Ankara'da küstüklerimizden kaçarak tatil beldelerindeki sezon sonu kefereleri ile barışmaya koşturuluyoruz!... Dönüşlerde de trafik canavarına vekâlet veren Azrail'le barışacağız gene- Allah korusun-!...
Sınırlarımızı yol geçen hanı eden; Haçlı taşeronu, otuz beş bini Kürt olan kırk bin insanımızı "Kürtlere özgürlük" sloganıyla katleden PKK'lılar düşman değil, "suçlu" onlar!...
Türk kimliğimize, cumhuriyetimize, Atatürkümüz'e, Ordumuz'a saldıranlar, düşman değil ve çok gariptir demokratlar suçlu da değil!...
Devletimizin, vatanımızın bütünlüğüne saldıranlar düşman değil ve yine gariptir suçlu da değiller, hatta Meclis'te dokunulmazlık zırhıyla, Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, Genel Kurmay başkanı'na kürtçe bayram tebriği gönderebilecek kadar demokratlar!...
Bayrağımıza saldıranlar da düşman değiller, hatta suçlu da değiller! Dalgalansın diye yüzlerce yıldır milyonlara varan şehit kanlarımızdan renklenmiş Bayrağımızı, tahrîk nedeni sayabilecek kadar düşmanlıklarını açıklayanlar da düşman değiller! Hatta "suçlu" da değiller!...
Düşmanın olmadığı, suçlunun olmadığı, dolayısıyla küskünlerin olmasının mümkün olmadığı bir yerde elbette bayrama değil tatile ihtiyacımız var!...
"Niye senin oğlun da şehîd olmadı?" sorusuyla şehit yakınlarının, gazilere veya gazi yakınlarına küsecek hali de yok ya!...
Devletimizin zirvesinde; düşünülüp söylenemeyenleri de bilen, bildiğini de fazla değil 7-8 yıl önce millet vekili ünvanıyla söylediklerinden bildiğimiz biri varken;
Yürütmenin başında; düşünülüp söylenemeyenleri bileni oraya taşıyan makam meraklısı olmayan birisi varken;
Türk Milleti'nin temsîl edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde; Devletin Başbakanı'nı tehdît edebilen, istedikleri zaman istedikleri yerde anarşik olaylar tertipleyebilen, yasalarımızın mahkûm ettiği bir insanlık yüz karasının demokratik haklarını savunmaya soyunan bölücüler varken;
Hükûmet edenlere muhalefet etmekle görevli "Ana Muhalefet" ve "Yavru Muhalefet"; siyâsetin kilitlendiği, çârelerin tükendiği anlarda çarşafın, türbanın, baş örtüsünün, tesettürün setrine, kadınların kıyâfetlerinin arkasına saklanarak kendilerini sağlama alıyorken;
Bu kadar kendini garantiye alma yorgunluğunun sonunda; devletin ve vatanın bölünmezliği uğruna, Bayrağımızın dalgalanması uğruna şehâdete erenlerin, yakınlarının, Ordumuz'un, Güvenlik Güçlerimiz'in, bayramlarda şehit kabrine koşarak içlerine ağlayanlarımızın Bayramları kutlu olsun.
Köşkteki îmanlılara, Başbakanlık ve hükümettekilere, siyâseten onlara yağcılık yapan îmanlılara ise; "İYİ TATİLLER!"...
"Bana yol gösteren benden olmalı
Olamaz Türk'e baş, 'Türk'üm' demeyen"
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 06, 2008

ŞEHÎDİMİN SON ÖRTÜSÜ...

"Ey Başbakan; bu iktidârın uzun sürmesini istersen, şu bir kaç işi yap, şu bir kaç işi bırak: Adâletle iş gör, buna gayret et. Hiç bir zaman zulüm etme. İkincisi gafil olma. Dikkatli ol. Uyanık dur; sana başkasının yüzünden, ansızın, bir suç yüklenmesin. Heves ve öfke anında hiç bir iş yapma! Her iki halde de dişini sık, sabret. Bu bir kaç şeye dikkat edersen, memleket gözetilmiş olur, iktidar uzun sürer ve barış temin edilir: Bütün iyilere hürmet göster ve onları yükselt. Kötülere yüz verme, onları kapına dahi yanaştırma. Kötüye yönelme; iyi kanun koy, ömrün iyi geçer ve saadet sana yâr olur. Ey kanun yapan; iyi kanun koy! Kötü kanun yapan kimse, daha hayattayken ölmüş demektir. Kötü kanunlarla dünyaya hükmedilmez!
Ey Başbakan; dikkat et, kendini şaşırma! Aslını unutma, bunu daima hatırında tut ve düşün. Ey iktidar sahibi; kötü hareket, seni her iki dünyada da inletir. İktidara geldin ve halka yakın oldun, dikkat et. Bu dünya geçicidir. Sen onu şimdiden geçti bil. Ölüm muhakkak gelecektir, sen onu karşına artık geldi bil." (Kutadgu Bilig'den)
Yukarıdaki paragrafı; 'başbakan' yerine 'hükümdar', 'iktidar' yerine de 'saltanat' kelimesini koyarak okuyun, çünkü aslı öyle. Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'inden... Kutadgu Bilig; Türk aklının, Türk vicdânının ve Türk bilgeliğinin, yüzlerce yıla katkı vermiş ve daha nice yüzlerce yıla katkı verebilecek bir öğütnâmesi...
Yusuf Has Hacib'in bin yıllık öğütlerinden sonra, kaldığı yerden, izninizle biz devâm edelim:
Ey iktidar sahibi, Sayın Başbakan; vatanın adının Türkiye, var olan devletin adının Türkiye Cumhuriyeti, devleti kuran halkların adının Türk olduğu bir gerçeğin bayrağıdır Ay-Yıldızlı Al Bayrak... Sizin tabirinizle 'alt kimliği' ne olursa olsun, her kesin ama her kesin bu Bayrağa saygı göstermek, bu Bayrağa ihtiram göstermek mecbûriyeti vardır. Ve bu mecbûriyeti sağlayacak olan erkin başında siz varsınız! Ailesinden beş kişiyi haince katleden PKK'lıların savunuculuğuna soyunan, millet vekili dokunulmazlığı zırhıyla korunan, helâl vergilerimizden milyar-milyar maaş alan, bizim atımıza binip Haçlı'nın düdüğünü çalan, devlet-millet hainleri, haramzadelere, Türk Bayrağı açarak tepki veren Kürt Kardeşimize; gözlerimizin önünde linç uygulayan canilere hadlerini bildirmek te sizin işiniz! Bu vatan sınırları içinde Türk Bayrağını; kimse, ama hiç kimse, konumu ne olursa olsun hiç kimse, tahrîk sebebi olarak târif edemez! Eğer ediyorlarsa, onlara haddini bildiremeyen, yasalarla bend edemeyen siyasi erkin erkliği, kamu vicdânında yargılanır ki yargılanıyor! Çünkü millet olarak biz, Ona selam vermeden uçan kuşun, yuvasını bozarız! Şehîdimizin son örtüsü, semâlarımızın süsüdür o...
Seçim kazanmak veya kaybetmek, devlet otoritesi kaybından, önemli sayılamaz! Devlet otoritesi zayıflatılırsa iktidarın iktidarlığı mı kalır?...
Ey iktidar sahibi, Sayın Başbakan; son zamanlardaki, Milletini temsil eden bir başbakan tavrıyla sergilediğiniz millî duruşunuza devam edin! Belki devede kulak sayılmayacak nisbette kürtçülerden, tahsille sağladıkları cehâletleriyle malûm aydıncıklardan, oy kaybınız olur ama inanın ki kat kat fazlası oyları, bu gayr-ı millilerin inadına alırsınız. Ve o zaman hem siz, hem partiniz, hem de Türk Milleti kazanır. Kırk bin insanımızın -ki bunun otuz beş bini Kürt kardeşlerimizdir- katili bir insanlık yüz karasını; bölücü-şövenizm ve Haçlı destekli tahriklerle savunanlardan, Bayrağımız'ı tahrîk sebebi sayabilecek kadar edepsizleşenlerden, ülke Başbakanı'na "Falan yere gelme!" diye tehdit savuracak kadar pervasızlaşan asilerden hesap sormazsanız, millet sizden hesap sorar!...
Tekraren; burası Türkiye. Bu devlet, Türk devleti. Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uymayanları, yasalara uydurmak ta Türkiye Başbakanı olarak sizin göreviniz. İşiniz asla zor değil! Bu densizlere hadlerini bildirirseniz, size karşı olan milliyetçi muhalefette, ciddî bir kırılma olur inanın! Aksi halde Bayrağımız'ı tahrîk nedeni saydıkları için artık alenen düşman görülen, kimlik kaçaklarından daha fazla, size kırılan olur, size kızan olur!...
Çok kanımızı akıttı, canımızı çok acıttılar! Kısas hakkımızı kullanmaya başlarsak, bu asîlerin kıyâmetleri olur! Olur olmasına da, korkarız ki devletimiz zarar görür. Yasalarımızı ve devlet kurumlarını gereği gibi işletin, bu asîleri hizaya sokun artık!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 04, 2008

FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİĞİ...

Yangına körükle gitmek gibi bir kastım yok! Öfke ile kalkanın, zararla oturacağı da mâlûm. Ama hırsızın hiç mi suçu yok?
Asayişimizin, dolayısıyla da huzurumuzun bittiğinin farkında mıyız? Elbette hiç bir ebeveynin, yaramaz çocuğundan vaz geçmesi beklenemez ve istenemez. Ama yaramaz çocuğun terbiyesinden ebeveyni sorumlu tutulmaz mı? Devlet, isyân eden vatandaşını derdest etmekle, cezâlandırmakla, terbiye etmekle yükümlü değil midir? İtin hatırı yoksa, sahibinin de mi hatırı yok? Çanakkale'de koyun koyuna yatan Türk-Kürt şühedânın kemikleri sızlamıyor mu?
Nasıl bir başıboşluktur? Nasıl bir gaflettir? Bu, yaramazı, terbiyesizi nasıl bir şımartmaktır?
Bu kadar pervâsızlığın desteği ve mazereti demokrasi midir? Bu demokrasi denen, neye lâzım olduğu ciddi ciddi sorgulanan, artık resmen acziyet diye algılanan sistemin millî bütünlüğümüze yarar bir formülü yok mudur?
Bu demokrasi sadece haine mi yarar? Sadece bütünlüğümüzü, devletimizi, milletimizi hedef alan ve gittiği her yere kendinden önce terörü gönderen bölücülere mi yarar? Devletimizin nasıl acze düştüğünün, düşürüldüğünün farkında mıyız? Cezaevindeki bir hükümlünün, avukatlık ne işi olur? Cezaevindeki bir hükümlünün, devleti tehdît ettiği, dünyanın neresinde ve hangi sisteminde görülmüştür?
Rengini şüheda kanından alan, Ezân-ı Muhammedî dinmesin diye dalgalanması şart olan Bayrağımızın asılması, artık cesâret gerektiren bir davranış oldu! Başka bir ülkede var olma mücâdelesi mi veriyoruz? Yoksa işgâldeyiz de haberimiz mi yok?
Demokrasi diye sunulan ve açıkça acziyet şekline bürünen bu sistemde; devlete, yasalara, düzene uyan vatandaşların suçu, vatandaşlık teslîmiyetleri midir? Demokrasi denen bu acziyette; vatandaş istediklerini alabilmek için silâha sarılıp dağa mı çıkmalıdır? Demokratlığın yolu, dağlardan mı geçiyor?
Haine, evlâdının katiline, devlet düşmanına tepki vermekten men edilen, tepki verirse yasalara karşı sorumlu tutulan vatandaşın kabahati, devletine sadakati, yasalara güveni midir? Ve bu ne kadar adildir?
Kürdüm demek serbest ve alkışlanır; bilmem neyim, bilmem ne millettenim demek serbest ve demokratik hak; ekümeniklik istemek demokratlık, vermek demokrasi; itim, itoğlitim demek serbest, hayvan hakları var; ama Türk'üm demenin yasak olduğu, tahrîk sayıldığı bir memlekete Türkiye Cumhuriyeti, Türk devleti demek mümkün mü?
"Bağımsızlık karakterimdir." düşüncesi ve inancıyla, yüzbinlerce can pahasına sağlanan, "Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ" tarifli vatanımızda, bize emânet edilen bağımsızlığımıza sahip çıkmanın suç sayılması mıdır demokrasi?
Milletin sabrının artık bittiğinin, asayişin sıfırlandığının, isyân edenin istediğini aldığı tarifli bir yönetime, milletin artık baş kaldırmaya hazırlandığının farkında mıyız? Bizim ısrarla bizden saydığımız ve onların da asla kendilerini bizden gayrı saymadığı Kürtlerimize yapılan bu hakaretlerden, milletin nasıl tiksindiğinin farkında değil miyiz?
Artık pompalı tüfekle havaya sıkarak, teröristleri püskürtmenin çok ötesinde ve sert tepkilerin nerdeyse verilmek üzere olduğunun farkında mıyız?
Türkiye'de Türklere sıkıyönetim varmış gibi, Türklere olağanüstü hal uygulanıyormuş gibi bir havayı, sizler de fark etmiyor musunuz? Yedi düvele kafa tutmuş ve Yedi Düvel adıyla gelen Haçlı'yı en zor günlerinde bile boğup uzaklaştırmış bu cengâver milletin, üç beş baldırı çıplak hainin hakkından gelemeyeceği gibi bir vehme kapılanlar mı var?
Devlet olmanın ve devlet kalmanın tek bedelinin kan ve can olduğunu bilen ve dünyaya da öğreten bu Milletin, kanının kaynamaya başladığının farkında olan yok mu? Türk'ün ayranı kabarırsa, "Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olur." gerçeğini dünyaya bir daha göstermekten aslâ çekinmeyeceğini, bilmeyen yöneticilerimiz mi var?
Bu tıynette yöneticilerimiz varsa, onlara günümüz Damat Feritleri, onların yandaşları kalemlere de günümüz Ali Kemalleri denildiğini duymaz mısınız?
Beyler; Türk'ün öfke soluklanmalarını, her köşeden duymak mümkün! Allah aşkına, millete kulak verin! Yoksa bu millet, bütün aymazların kulaklarından tutacak!...
Fırtına öncesinin sessizliğinin farkında değilseniz, fırtına koptuğunda; "Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdı", sizleri uçurtma bile saymaz bilesiniz!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 03, 2008

BİRDİK BÜTÜNDÜK TÜRK'TÜK...

Sevdâ eylemiştik sevgilerimizi.
Ferhat'ça dağlara yönelmiştik sevdâmızın uğruna... Kurşunlardan esas duruş almıştık, dar ağaçlarından merâsim kıtası törenleri... Sırtımızı kahpelere nişangâh, göysümüzü körük eylemiştik Ergenekonu eritsin diye "Ocak"lara...
"Yüz milyonluk Milliyetçi Türkiye" koymuştuk Türk'ün ikinci Ergenekonunun adını. Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye'den, Turan'a sefere çıkılacaktı Kur'an rehberliğinde... Aksakallarımızla, bilgelerimizle, büyüklerimizle, ülküdaşlarımızla; 26 Ağustos 1971'de, Malazgirt'e yukardan bakan tepelerin yamacında, kavilleşmiştik binlerce süvari, Allah(c.c.)'ımızı şâhit tutarak Başbuğumuzun huzûrunda!...
Çoğumuz ülkücü bile değildik! Aynı sefere gönüllü katılan "Genç Osmanlar"dık bıyıkları tarak tutmayan! Bıyıklarımızın tutmadığı tarakları gümüşlendirip, saplamıştık dudaklarımıza Türkçe, Genç Osman'ca...Tuğumuz vardı Üç Hilâl'li; Başbuğumuz vardı sağı-solu aksakallı bilgeli...
Malazgirt Ovasının tepelerinde; çayırların yumuşacık yataklık, taşın yastıklık edeceğini kim söylese inanmazdık. Çayır döşek ılıklığında, taşlar yumuşak, binlerce ülkücünün nefesiyle gök yüzü sıcak, Başbuğ'un komutasında yollar açık, 900 yıl önce Sultan Alparslan'ın Başbuğluğunda Malazgirt'e vurulan Türk mührü, taptazeydi, diriydi!...
Malazgirt ve Malazgirtliler milleti; millet adına ülkücüler, Malazgirtlileri sarıp sarmalamıştık. Ne alt kimlik vardı, ne de üst kimlik... Ne şunculuk vardı, ne bunculuk!... Malazgirt Zaferi'nin 900. yıl dönümü için Malazgirt tepelerine toplanmış ülkücülerle Malazgirtliler; birdik, bütündük, tektik, tek millettik, Türk'tük... Sevdâlaştırıp sevgilerimizi, sunmuştuk Malazgirtliler'e. Karşılık olarak Türkçe muhabbet almıştık Malazgirt'in "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen millet fertlerinden...
1973 Yılı'nda, Erzurum'un Karayazı'sında, tutuklu olduğumuz günlerde; seksen kişiye yakın hükümlü ve tutuklu arasında Kürtçe bilmeyen üç kişiydik. Moskova ve Erivan'dan Kürtçe yayın yapan radyolara itiraz ederek; "Neden Türkiye Cumhuriyeti olarak biz, sabahtan akşama kadar Kürtçe yayın yapmıyoruz?" diye soran mektuplar yazabilecek kadar cezaevinde de olsak birdik kardeşlerimizle... Biz, üç kişi, onlar kadar Kürt'tük; onlar, yetmişten fazla kişi, bizim kadar Türk'lerdi... Her hafta yapılan açık görüşlerde; aynı dilden, aynı misafirperverlikle karşılar ve ağırlardık ziyâretçilerimizi. Kimse öteki değildi, kimse beriki edâlarıyla kabına çekilmemişti. Sevdâlaştırmıştık sevgilerimizi, ve aslâ sevgimizi sakınmamıştık sevdiklerimizden. Birdik, beraberdik, bütündük, iriydik, diriydik Türk'tük hep berâber, Türk Milletiydik... Particilik yüzünden, daha doğrusu Türkeşçilik ve Karaoğlancılık taassûbu ile yapılan, çok sert, silâhlı bir kavganın tutuklularıydık. Dışarda birbirimize kurşunlar sıktığımız kişilerin birinci dereceden yakınlarıyla bir aradaydık ve şimdi hayretle hatırlıyorum ki dışardaki hasımlarımızın içerdeki yakınları; bizim kavgamıza çocuk dalaşı adını koymuş ve bize hiç öteki gözüyle bakmamışlardı. Bizim de aklımıza onlara ötekiler gözüyle bakmak gelmemişti!... Çok sert bir kavganın yıllara terk ettiğimiz kalıntılarına rağmen hâlâ Karayazı'dan Karayazılı, Kürt dostlarımız var... Basîretsiz siyâsilerimizin aymaz davranışları yüzünden; onlarca yıldır devlete ihânet eden millet düşmanları, devlet hainleri PKK'lılara rağmen Malazgirt'ten, Malazgirtli, Kürt dostlarımız var...
Sevdâ eyleyip sevgilerimizi, paylaşmıştık çünkü bütün sahâvetimizle. Sevgi alış verişi yapmıştık bütün misâfirperverliğimizle.
Sonunda şifremizi çözdüler! Sevdâlaştırdığımız ve paylaştığımız sevgimizi hedef aldılar, sevgi düşmanı insanlığın yüz karaları!... Barış için dolaşıyorlarmış kahpeler! PKK'nın siyâsal temsilcilerine oy vermeyenler, savaşa oy verirlermiş! Ooooy ki oy! İte bak, yattığı yere bak!...
Devlet yönetiminde, milletten aldıkları yetkiyle oturanlar; ya bu densizlere hadlerini bildirin artık, ya da milletin su kesen sabrının farkında olarak, millî öfkeden koruyun bu salak taşeronları!... Korkarız ki "Ardahan'dan kalkan tatar" bu kere kamçısını bırakır silâhını atar tutar...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN