Perşembe, Aralık 31, 2009

ZAMANDA TÜRK, TÜRK'TE ZAMAN

Günlerdir iletiler, telefonlar alıyorum. Gönderenler-arayanlar sağ olsun...
Eskiyen dünümüze, yeni olduğu zannedilen yarınlarımıza zamanın haberi olmadan bazı sıfatlar yüklenerek tebrîk iletileri-telefonları!...
Düşünüyor, zamanımı yargılıyor, dünümü sorguluyor, yarınlarıma hayallerimi yüklüyor ve görüyorum ki çoğumuz ya rü'yâda uyanığız, yada uyanıkken rü'yâda... Uyanıkken istediğimiz rü'yâyı görmek te güzel, uykudayken hayal ettiğimiz rü'yâmızda uyanıklık ta...
Uykuda veya uyanıkken bir yıl daha geçmişmiş!
Hayret! Hayret ki hayret! Sadece tarih yazarken veya okurken en sondaki iki rakamın yazılışından-okunuşundan başka değişen bir şey yok!
Dünden itibaren geride kalan 365 gün eskitildi ve yarından itibâren korkuyla bekleyeceğimiz 364 gün yenileştirildi birden bire!
Ne dünün eskitildiğinden, ne de yarının yeni sayıldığından haberi olmayan zaman, akıyor, geçiyor ve çark-ı feleği döndürmeğe devam ediyor!
Çark-ı felek dönüyor. Ömürler öğütülüyor. Bu öğütmede değirmen oluğundan çıkan bir şey yok! Demek ki zaman, öğütmüyor, üretmiyor, yok ediyor!
İnsan, yaşadığı zamana hükmetme hayâlî yetkisiyle; ekolojik denge ile oynayabiliyor, cinsi belli nebatın genetiği ile familyası belli hayvanın DNA'sı ile denizin dalgalarla oyduğu sahillerle, derelerin-ırmakların binlerce yılda oluşturduğu mecrâsı ile oynuyor! Kendisine insanlığından dolayı verilen bu yetki hayâli ile oyalanırken zamanın kendisine yaptığını fark etmiyor, fark edemiyor!...
Hükmettiğini zannederek madde ve maddiyâta mahkûmlaşan insan, farkında olmadan oyalandığı bu oyun sürecinde, zamanın kendisini nasıl öğüttüğünü fark edemiyor! Zaman geçiyor, çark-ı feleği döndürüyor, çark-ı felek çarkları arasına aldığı maddî mânevî her şeyi öğütüyor, öğütüyor, öğütüyor!...
Heeeey! Zamanı eskittiğini zannedenler!
Heeeey! Yeni yıl diye zamanı yenilediğini zannedenler!
Bire bî-çâreler! Bire nâçarlar! Gitti diye sevindiğiniz dününüz, gelecek diye sevindiğiniz yarınlarınız; aynı işi yaptı, yapıyor, ya-pa-cak! Giden ömrünüz! Biten sizsiniz!...
Ne yeni yıl vaaar, ne de eski yıl!
Hayâlden başka bir yolla hissedilmesi, kontrolü mümkün olmayan zamana rağmen; Allah(c.c.)'ın bahşettiği aklıma verdiğim hürriyetiyle kendi üslûbum ve Türk tavrımla benim de geçti zannedilen, eskitilen veya yenileştirildiği zannedilen zamana ve bu hayâli meşgûliyet sahibi entellere bir kaç sözüm var:
Her şeye, hatta zamana rağmen; geçen zamanı eskitmeği, gelecek zamana yenilik sıfatı yüklemeği mahâret sayanlara rağmen, olduğu gibi saklamağa, muhafaza etmeğe kararlı olduğum, îmanımla, idealimle, millî ülkülerimle sarıp sarmaladığım zamanımda; mensûbu olmakla iftihâr ettiğim Yüce Türk Milleti'nin, şühedâ emâneti Devletim'in dünü de kutlu olsun, yarınları da...
"Bir zafer müjdesi burda her isim;
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmis zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanın
Güvercin bakışlı sesszilik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle." (A.H.Tanpınar-Bursa'da Zaman'dan)
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 29, 2009

SUYA HASRET SULAR!...

Sakalar! Gelin suyumuzu yıkayalım!
Damla sudan, su deryâdan, deryâ sudan; su, damladan... Deryâ olmazsa damla mı olmaz, su damlamazsa deryâ mı dolmaz?
Birbirinden oluşan, biri olmazsa diğerinin olması mümkün olmayan parça ile bütün arasındaki kırgınlığın külfetini suya muhtâc nebâtât, hayvânât, mahlûkat ve tabiat çekiyor!...
Ömürlerince su gibi akan, su gibi bakan, su gibi bakılan; su gibi berrak, su gibi saf, su gibi pâklayıcı, su gibi aklayıcı, su gibi hayat verici insanlarımızı birer kapa mecbûr ettiler! Fizik kanunlarına uydurulan su, içindeki kabın şeklini aldı! Da'vâ adamlığından taraftarlığa indirilen su gibi kişiler ya bir içimlik su gibi içilerek boşalan kapları, ya da kaplarında kokutularak geri dönmemek üzere kaplarıyla çöpe atılıyorlar!
Hayatın olmazsa olmazı suyun, bu kadar kolay bendolunabileceğini fark ederek sevinen şeytâni zekâlar, su kaplarını büyüttüler!
Her biri birer hayat kaynağı olan suyu oluşturan damlaları kaplara mahkûm ettiler!
Koyulduğu kap içinde, içine atılan maddeyi eriten, içinde dönüştüren su; tadını kaybettiğinin farkında olamadı! Ya tuzlandı, ya şerbetleşti! Her iki halde de su, sağlığa zararlı bir hâle geldi!
Şerbet şeker hastalarına, tuzlu su tansiyonu olanlara ölüm sebebi oldu! Suyumuzu suluktan çıkardılar! Suyumuzu kokuttular!
Mayaların eritilmesinde bile olmazsa olmaz suyumuzu harâb ederek mayaları bozdular!
Sadece genlerle oynamakla yetinmeyip damlalara deryâ düşürdüler! Yapay deryâlar yapıldı! Suya bentler kurarak barajlar yaptılar! Suyu hapsettiler! Akamayan suyu; "Su bir yerde çok kalırsa kokar." gerçeğine rağmen bir yerde çok kalmağa mahkûm ettiler!
Bilinirdi veta öyle belletilmişti ki ateşin hasmı su, suyun ki ateşti. Ateşi su söndürür, suyu ateş kuruturdu. Bunu da ters yüz ettiler!
Ateşle suyu karıştırıp, ateşle suyu barıştırıp "ateşsuyu" ettiler!
Ateşsuyu içenleri entel, içmeyeni gerici-yobaz-mürteci-câhil bellettiler!
Damlalıktan, suluktan, su gibilikten uzaklaştırılan yerel damlalara inat suya perçin vuranlar, kendi bölgelerinde ateşsuyu tutkunlarını tedâvi için tedâvi merkezleri kurdular! Ateşle suyu barıştırıp, karıştırıp ateşsuyu edenler; ateşsuyu müptelâlarının kanlarını ateşsuyundan temizleyerek yeniden su gibileştirirken suya mecbûr damlayı, damlaya hasret suyu, damlalardan oluşan suyu bekleyen deryâyı, saf suya hasret ettiler!
Kirletilmiş, murdarlaştırılmış su ile müslümana abdest aldırılırken saf suyu saf olmayanlara akıttılar!
Su ile saf, saf ile su hasret edildiler birbirlerine ve bu anarşinin adına demokrasi dediler!
Suyun damlaya, damlanın suya ihtiyâcı kadar birbirine ihtiyâcı olan insânı, birbirine düşmân ettiler!
Birbirine düşman insanlara da habire suya pilastik kaplık görevi yüklediler!
Birbirine düşman edilmiş insanlardan bir kısmı suyu pilastiğe hapsederken, birileri barajlara topladı! Kabına göre şekillenen baraj suyu, tepedeki güneşin ateşiyle buharlaşıp damlalık seferinde rüzgâra teslîm olurken barajda kalan kirletilmiş suyun çoğu; "Su kir tutmaz!" gerçeğini yok etti!
Ve olukların birinden nûr akarken, diğerinden kir akıtıldı!
Nûr akıtan oluklar nûrsuzlar ülkesine, kir akıtan oluklar nûr ülkesine akıtıldı!
Nûrsuzlar nûrla, nûr ülkesi kirle muhatap!
Velhâsıl-ı kelâm; damlamıza deryâ düştü ve ezildi damlamız deryâ altında...
Yeniden ateşle bakışıp buharlaşır, damlalaşıp sulaşabilirsek sulaştıktan sonra yeniden deryâmızla buluşabilirsek içimizdeki kirlerimizi, kirlilerimizi temizleyebilirsek çevremize hayat verebiliriz. Yoksa ateş önündeki kirli su misâli kurumaya, kuruduğumuz yere kirlerimizi bırakmaya mecbûruz, suyumuzu yıkayacak suya muhtâcız vesselam...
"Türk Milleti; ırmaklar gibi akıttığın kanına, dağlar gibi yığdığın kemiklerine bak, nâdim ol, kendine dön."
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 28, 2009

HÜR AKILLARIN KALESİ...

Değerli dostlarım, gönüldaşlarım;
Bir kaç kere bana da yazılan, taraftar sitelerde ısrarla seslendirilen ve bizleri de yaygın basının 'Dolma Kalemler'i gibi milyon dolarlara hükmeden, yalılarda yaşayan, Karen Fogg çocuklarından, Soros kiralıklarından zannedenlerin olduğunu, çok üzülerek duyurmak bilvesîle siz kadirşinas yüreklerle hasbihâl etmek istiyorum.
Kalem eydür:
Atalarımız; "Bî-taraf olan ber-taraf olur." demişler. Adlarını kendileri "ulusal" koyan ama asla ulusal-millî olmayan 'Yaygın Basın'dan, bir tane tarafsız olanı yok! Bu kesin bir tesbittir ama bu hâl doğru mudur?
Yanlıştan örnek olmayacağını bilmemize rağmen onlarca yıldır dayatılan süslü-boyalı yanlış örneklerden hareketle bizler de -galiba- yanlış ile doğruyu karıştırdık!
Bilinir ki gazeteler; Gazete sahibi, Muhabirler ve Muharrirlerden oluşur.
Gazete sahibinin gâyesi hizmet verip verdiği hizmetin karşılığını da madden almaktır. Gereken budur ve doğrudur. Eğer para kazanmaz ve kazandırmazsa gazetenin ömrü olmaz. O yüzden bâzen kızsak ta Gazetemiz diyebildiğimiz Yeniçağ Gazetesini, ısrarla almak millî tavır koymanın bir şeklidir zannederim...
Muhabirler; haber arayan ve haber yapanlardır. Tarafsız olmağa mecbûrdur veya olmalıdır. Haber, sadece haberdir. Muhabirin görevi de bütün meslektaşlarından önce haberi yakalamak ve gazetesine ulaştırmaktır. Haberin faydası-zarârı muhabiri ilgilendirmemelidir. Habere yorum katmak bile muhabirin haberini zayıflatır!
Muharrirlere-köşe yazarlarına gelince taraflıdırlar. Taraflı olmak zorundadırlar. Taraflı olmazlarsa muharrir olamazlar! Muhabir haberi getirir. Yönetim ve yazı işleri, haber olup olmadığına karar verir. Haber yayınlandıktan sonra veya anında muharrir, haberi ya alkışlayacak ya da tenkîd edecektir. Yani haberin ya yanında, ya da karşısındadır. Dolayısıyla her iki halde de taraftır, taraflıdır...
Ma'lesef günümüzde 'Yaygın Basın'ın bir kısmı AB'ci, bir kısmı da ABD'cidir. Buralarda köşe verilen muharrir maskeli kişilerin çoğu da istihdâm edilmiş "Dolma kalemler"dir. Milyon dolarlara tranferler yaşarlar ve bu gün methiyeler yazdıklarına, bir gün sonra -daha fazla tranfer ücreti veren- patronunun direktifiyle küfürler yazabilirler! Bu "Dolma Kalemler"in dinleri, imanları, felsefeleri, idealleri tektir ve paradır!
Daha ne kadar olur bilemem ama Türkçe nâra atmaya devamda kararlı "Kurşun Kalemler"den biriyim. Nefes alıp-verdiğim sürece kalemimi bırakmaya asla niyetim yok. Yazmam istenen konularda yazmayacağım gibi, -isteyen kim olursa olsun- yazmamam istenen konularda da yazmaya devam edeceğim!
Bizim gibi millî kalemleri susturmanın bir tek yolu vardır. Denemek isteyene de milletimiz adına ve Allah Rızasına hevesimizle hareket serbestisi vermişiz!...
Yeniçağ'da yazan ülküdaşlarımın ve diğer refiklerimizin tamamı da hep hür akıllılar olarak düşünürüm. Onlar da; emsâlleri paradan yana olurken, millî ve bağımsız karakterleriyle kendi fikirlerini yazarlar. Sadece kendileri gibi yazarlar. Seslerini kaç kişiye duyurabilirlerse o kadar mutlu, o kadar huzurlu olurlar...
Yeniçağ Gazetesi'nde yazanlar, hür akıllı dolayısıyla vicdânlıdırlar. Düzgün adamlardırlar. Onlar,
millîdir dolayısıyla millî duruşludurlar. Tamamına yakını açlık-tokluk sınırında yaşamayı şeref sayarlar! Tamamı hürdür, bağımsız karakterlidir. Tamamına yakını "Kendi Olmak" başarısını yakalamış fikir erleridirler...
Bu hür akıllı vicdân erleri, Allah rızası için Kutlu Sefer'e çıkmış Ülkücüler, istihdâm edilemeden, "Dolma Kalemler" gibi başka mürekkeplere ihtiyaç duymadan, duymaya ve duyduklarını yorumlayarak yazmaya devam ederler...
Gayret millî kalemlerden, takdîr Allah(c.c.)'tan, destek ve alkış da sizlerdendir. Herşeye rağmen Yeniçağ Gazetesi ve herşeye rağmen "Dünyayı Türkçe okuyan gazetemizi almağa devam...
Millî yüreklerin seslenme yerleri gazeteler yaşatılmalıdır ki bu gazete sayesinde yaşayan millî kalemlerin tavizsiz yaşama şansları da devam etsin...
TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR.
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN...

Cumartesi, Aralık 26, 2009

İT ÜRÜR, KERVÂN YÜRÜR...

Buyurun cenâze namâzına! Zorla hocalaştırılan câhil, yellendi hem de ağzından! Şimdi cemaat neylesin?
Muhatâbı; kesinlikle ama kesinlikle cahili zorla hocalaştıranlar, demokrasiyi amacına ulaşmak için araç olarak kullandığını saklamaktan öte inanarak savunanlardır! Daha fazla demokratik hak istem ve va'diyle zorla demokratlaştırılan teröristin kıravatlısı, yeni öten horoz acemiliği ile çöplüğünde eşelendi!
Ağız dolusu küfretti kuyruğundan bir tüy koparan demokrat yoldaşlarına! Küfrün, hakâretin diplomatçasını da böylece duymuş olduk Vatanımızın bir bölümünü gerçek manada çöplükleştiren, el kapısından yal yiyerek kuduran, daha fazla demokratik hak talebinde bulunan, siyâsallaştırılmış teröristten!
"Devlet aklına bir mesajımız var. Bizi şahin ve güvercin diye ayırmayın. Bunu söyleyenlere hass...tirin diyoruz, hass...tir!" Diyor güvercin demokrat ve bir gün sonra devam ediyor:
"Savunma olsun diye söylemiyorum. Söz bir noktadan sonra uçup gider. Ama kurşunun izi gitmez. Nisa süresinin 148. ayetini okumak istiyorum. 'Allah kötü sözü açıkça söylemeyi sevmez, ancak zulme uğrayan kişi dışında. Allah işiten ve bilendir.' Ben, siz ve bütün insanlarımızın zulme uğradığını düşünüyorum. Bardağı taşıran bir damladır."
"Rehberi karga olanın burnu boktan kurtulmaz." bu değilse nedir Allah aşkına?
Sakın kimse; güvercine ve şahine hakaret edilerek benzetilen bu "yaratık"a kızdığımızı falan zannetmesin! Millet olarak bu sese tavrımız, kervana ürüyen itin sesiyle ve yaptırım gücüyle eş değerdedir! İtin itliği gereği, yoluna devâm eden kervana ürümesi neyse, bu yaratığın ağzından yellenmesi de aynı ton ve seviyededir birliği hazmetmiş Türk'te de, Kürt'te de...
Telefonla Kürt dostlarımı aradım. Yerimde duramadım ve Kürt dostlarımı ziyârete gittim. Aynı ölçü ve şiddetteki öfkeyle ve bıyık altı gülümsemeyle yorumluyorlardı bu ağızdan yellenmeyi!
"Bu küfürlerin muhatabı, bunları bu kadar şımartan açılımcılardır. Birileri bu küfürlere cevap verecekse bu cevap veren küfrün muhatapları olmalıdır." diyorlardı.
Millet tarafından, bir sonraki seçime kadar devleti yönetmek üzere görevlendirilen Hükümetin başı, O'nun Köşk'e taşıdığı; "Güzel şeyler olacak." kehânetinin sahibi ve açılım adındaki ayrıştırmanın organizatörü Bakan ve "Îmanlı demokrat AKP'lilerdir bu ağızdan yellenmenin muhatabı!
Biz, millete fahrî sözcülüğümüzle ağzından yellenen bu karga demokrata da deriz ki:
Köy hayatına yabancı, entel şehir çocukları belki it ürümesinden ürkebilirler ama köylerdeki dev yapılı köpeklerin ürümeleri, köy delikanlılarının dikkatlerini bile çekmez. Sadece itin sahibi, niye ürüdüğünü merakla dışarı çıkar.
Biz de millet olarak işimizle gücümüzle meşgûlken; açlıkla, yoklukla, îman maskeli hortumcularla, özelleştirme adıyla yandaşlara satılan Cumhuriyet kazanımı kuruluşlarımızın emekçileriyle; günlerdir Ankara'nın soğuğu, polisin copu, tazyikli su, millet vekili ayırımı yapılmadan sıkılan göz yaşartıcı biber gazının hesâbını, günü geldiğinde Hükümet edenlerden sandıkta sormaya hazırlanırken; Devleti temsîlen kapıda ürüyen itin neye ve kime ürüdüğünü merak ederek birilerinin dışarı çıkmasını bekliyoruz!
İtin ürümesinin kervâna engel olamayacağını; ürüyen it, itliğinden dolayı bilemez! Kervandaki develer ve başı çeken eşek te itin niye ürüdüğünü develiği ve eşekliği gereği anlamaz ama kervâncı ve itin ürüdüğü bahçenin sahibi, en azından meraktan da olsa ürüyen ite bir göz atarlar!
AB ve ABD zorlamalarıyla demokratlaştırılmaya çalışılan, İmralı'daki bebek katili câni psikopatın tâlimatıyla "Sine-i AKP"ye dönen, Canan Arıtman'ın söylemiyle "PKK'lılar"a karşı da ne yapılacak, ne yaptırım uygulanacak diye meraklı bir bekleyiş var. Bu merakla bekleyenler de milletin kahhar çoğunluğu!
Artık it ürüse de, ürümese de yoluna devam eden kervanın sahibi Türk Milleti biliyor ki yolun sonu göründü! Sandıkta görevlendirdiği bu ehliyetsiz siyâsileri, yine sandığa gömerek kervanının sefere devamını sağlayacaktır! Bu kere görevlendireceği kervancı başı, büyük bir ihtimalle kervana boşu boşuna ürümeyi görev zanneden itleri de kontrol edecektir. Çünkü millet biliyor ki bu seferde emânet ehline verilmezse ortada ne emânet kalır, ne de emânetçi!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 24, 2009

DAĞDAN İNDİLER MECLİS'E...

Gecenin çok geç bir saatinde kardeşim Ali Haydar Aslan'dan dinledim. Paylaşmam lâzım:
Balonla deneme uçuşu yapan iki kafadar, rüzgâra kapılırlar! Rüzgâr balonu bilinmedik yerlere uçurur. İki kafadar korkudan ölecek gibiyken balon biraz alçalır. Aşağıda dalgın dalgın giden kelli-felli birini görürler. Hiç değilse nerede olduklarını öğrenebilmek için:
- Heeeey! Beyfendi! Lütfen bize nerede olduğumuzu söyler misiniz? diye seslenirler. Adam, başını kaldırır, havada süzülen balonu dikkatle inceler ve:
- Siz, uçan balona bağlı bir sepettesiniz. Diye cevap verir!
Balondakiler kızsınlar mı, gülsünler mi? Kendi aralarında söylenirler;
- Bu adam, kesin profesördür.
- Nereden anladın?
- İnanmazsan soralım!
Tekrar adama bağırarak sorarlar:
- Afedersiniz Beyfendi! Siz ne iş yaparsınız?
Aşağıdaki aynı telaşsız hâli, bilgiç edâsı ve tevâzu ile:
- Profesörüm. Der!...
Fıkra bu! Bu da fıkradan anladığım:
Profesörlerin, gerçek akademisyenlerin söyledikleri, kesinlikle doğrudur ama ait oldukları akademik ortamlarda. Toplumun güncel meseleleri akademisyenlere, akademisyenler güncel meselelere ma'lesef yabancıdırlar! Hatta akademisyenlerin ilgilendikleri ana konular dışında çok yetersiz ve câhil olduklarını söyleyen, yazan o kadar çok kişi var ki!...
Akademisyenlikleri de şaibeli, "Dolma Kalem"liğe hevesli bazı kişilerin yaptıkları danışmanlıkları sâyesinde, son anda adı "Millî Birlik Projesi"ne dönüştürülen "açılım paketi"yle millî bütünlüğümüzün nasıl bir ayrışma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ve bundan duyduğumuz millî endîşelerimizi söyledik, söylüyoruz, söyleyeceğiz! Milletin demokrasi sâyesinde büyüklük pâyesi verdiği, seçilmiş büyüklerimiz bizi duyuncaya kadar bu tavrımızda ısrarcı olacağız!
Bazen seçilmişler içinden, milletin istediği kadar büyümeleri Genel Başkanlarca engellenen millet evlâtları da çıkmıyor değil! Mesela İzmir Millet Vekili Canan ARITMAN bunlardan biri. Okyanus ötesinden APS ile gönderildiği belli olan ama içeriği meçhûl paketin, gündemin başına oturtulduğu günden beri, millet adına verdiği mücadelesini bilmeyen, alkışlamayan yok!
Sn. Arıtman'ın Başbakanlık ve Köşk'teki İmam Hatipli'leri yanlışlara yönlendiren kiralık kafalar ve Dolma Kalemler için yaptığı; "Tüm bu gerçekleri göre göre, PKK silahlarını Türkiye Cumhuriyeti Devletine teslim etmeden, biz terörden vazgeçtik dememişken, PKK’nın Mecliste olmasını canhıraş feryatlarla isteyen sözde aydın-entel-dantel, yazar-çizer takımı neye ve kime hizmet etmektedirler? Bu hizmetlerinin karşılığı kaç paradır söylesinler de biz Türk Milleti olarak aramızda para toplayıp bunlara verelim ki bu ülkeye ihanetten vazgeçsinler." açıklamasına hangi millet evlâdı imza koymaz?
Demek ki demokrasi denilen şey, sadece bölücülere, yandaşlarına ve demokrasiyi araç görenlere değil, istenirse milletin vekillerine de yararmış!
Sîne-i Kandil'e dönmek, tabanlarının isteğiyle dağa çıkmak kararlarından, İmralı'daki bebek katili psikopat câninin tâlimatıyla vaz geçip Sîne-i AKP'ye ve Meclis'e dönmeğe karar veren siyâsallaşmış teröristler için de; "En azından kendi adıma ben bundan sonra Parlamento kürsüsünden adları ne olursa olsun bunlara sadece PKK diyeceğim. Çünkü bu söz milletin sözüdür!" açıklamasının altına hangi millî vicdan imza atmaz?
Sağ olasınız Canan Arıtman! Yürek ferahlattınız. Nice demokratik Meclis Kürsülerine...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 23, 2009

TÜRK'E TÜRKÇE ÜSLÛP GEREK...

Ona güvenmeyenlerle kimseye güvenmeyenler arasındaki korkunç güvensizlik rekabetinden; "Baban bile olsa güvenme!" öğütlü, güvenilmez ve kimseye güvenmeyen bir nesil yetiştirildi! Yetiştirildi dedim! Çünkü biz, kimseye güvenmeyenin asıl kendisinin güvenilir olamayacağını öğrenerek yetişmiş ve bu karakterde çocuklar yetiştirmeğe gayret etmiştik. Eğitilenlerimiz ve eğitilmişlerimizin ürettikleri millîydi dolayısıyla... Bu millî karakterimizle de; "Atatürk, Türk milleti zekidir çalışkandır; bir diğer entel, Türk milleti aptaldır diyor, hangisi doğru?" şeklindeki art niyetli soruya, "Aynaya bakan kendini görür!" cevâbını verebilmiştik doğaçlama olarak!
Sahne ve dekorunun çok cezbedici oluşu; yönetmenin yapımcı-senarist tarafından dolar ve euro ile sınırsız desteklenmesi, dolayısıyla oyunda figûranlığı kabul ederek kendini jön zanneden ucuz "Dolma kalem"lerin çoğalması yüzünden, güvenilmez ve kimseye güvenmeyen şizofren ruh hastalarının entellik diye makyajlanan ihânetlerini bile sorgulayamaz, yargılayamaz olduk!
Hedef alınan birliğimizin, milletliğimizin parçalanmak üzere olduğunu farkederek ürker olduk!
Sanki 1278 sene önceden bu günlere işâret ederek; "Türk Oğuz beyleri, millet, işitin! Üstte gök çökmeyince, altta yer delinmeyince Türk milleti ilini, töreni kim bozabilir? Türk milleti, nâdim ol, kendine dön!" uyarısını yapan, atalarımız Bilge Kağan ve Kül Tigin Kardeşler'e Allah rızası için bir daha kulak veremez miyiz?
Kalem erbâbı, kanaat önderi, bütün dostlara, hatta ulaşabildiğim herkese; bunaldıklarında, kendilerini millet adına çâresiz hissettiklerinde "Orhun Yazıtları"nı okumalarını öneririm.
İki gündür; inanmadığım için tesâdüf diyemeyeceğim, sözlük anlamı "uyma, uygun gelme" olan tevâfuk'a yüklenen tesâdüfün ilâhî buluşturması anlamlı, yapay kelimeyi de yakıştıramadığım için adını koyamayacağım bir hoş raslantıyla Ökkeş ŞENDİLLER dostumun "Kanlı Oyun" adlı kitabıyla Müyesser YILDIZ'ın "Yüz Yılın Hesabı" adlı kitabını, aynı anda okuyorum. Birinde yorulduğumda diğerine geçerek dolduğum bu süreçte; yüz yıl arayla tekrarlanarak sahnelenen oyunu bir daha açıkça fark ediyor, hayretlere düşüyorum!
Müyesser Yıldız'ın sıklıkla alıntılar yaptığı; "Abdulhamit'in Hatıra Defteri"nden bazı notlarla, Ökkeş Şendiller'in Maraş Olayları'yla ilgili sunduğu belgelerin birebir benzerliklerle örtüşmesine de hayretler ediyorum!
Ve Mehmet Akif merhûmun, yine günümüzden yüz sene öncesinde;
"Câni geziyor dipdiri, can vermede ma'sûm
Suç başkasının da neden başkası mahkûm?" şeklindeki isyankâr sorgulamasıyla günümüz suç ve cezalandırılmasının birebir örtüşmesinden de kelîmenin tam anlamıyla ürküyorum!
Abdulhamit; "Tarih tekerrür etmez, hatâlar tekrarlanır." diyor. Büyük adamların hatâları da kendileriyle düz orantılı büyük olacağı, dolayısıyla telâfisi zor ve büyük zararlara neden olacağını bilerek günümüz büyük adamlarını, büyük hatâlar yapmış oldukları ve daha büyük hatâlara doğru seyrettikleri konusunda uyarabilmek için mutlaka bir üslûp geliştirmeğe mecbûr değil miyiz?
Bu büyüklerimizi, bal veya tatlı pastaya üşüşen sinek misâli etraflarını kaplayarak yağcılık, yalakalık yaparken bir taraftan da Haçlı'nın dolar veya eurosuyla dünyalık edinmekten geri kalmayan, kendilerine yakın gençliği şizofrenleştiren entellerden, serçelerden, kılavuz kargalardan, kan içici psikopatlardan korumak için mutlaka bir yol bulmağa mecbûr değil miyiz?
Yaptığımız sözlü-yazılı muhalefetimizle bizi kendilerinden zanneden veya ötekileştiren siyasi parti genel başkanlarına da, mevcût yöneticilere de Türk milletini temsîlen, söylenen millet adına söyleyenler olarak eşit mesâfede olduğumuzu belirtecek bir üslûba ihtiyâç yok mu?
Bizim fanatizmimiz, entellerin yağcılık-yalakalıkları, gücü elde bulunduranların aymazlıkları, aynı şiddetiyle devam ederse yakın zamanda çatırtılarını artık sağırların bile duyduğu milletlik çatımız dağılmaz mı?
Milletliğimiz dağıtılır, parçalanırsa devletliğimiz de kalmaz ve patlayan bu taşkın baraj suyunda da her kes, ama her kes boğulmaz mı?
Elde gemi kalmayacağı için gemiyi önce terk etmekle övünen farelere de bu tufandan kurtuluş yok, hatırlatırım! Gemicikli ve askerliğe uygun olmayan çürük raporlu mahdûmlar, ne yaparlar bilemem vesselâm...
"UDAÇI ERTİ TÜRK BUDUN, ÖKÜN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 22, 2009

KAHRAMANA ÖDÜL, ÖLÜM MÜ?

Lekesiz yaşamanın, onurlu ölmekle eş değer olduğunu ispat için bir yiğit daha, bir daha ölümü öldürdü!
Yıllardır; Kahramanı olmayan ve kahramanları ölmeyen toplumlar, millet olamaz! Diye feryâd ederim! Her şehît haberinde; yüreğimi ağlayan şehîd ana-baba-kardaş-bacısına dert ortağı eder, devlet olmanın ve devlet kalmanın bedelini ödeyen şühedâmın önünde saygıyla eğilir, hâlâ kahramanları olan milletimle ve kahraman doğuran Türk analarıyla onurlanırım.
Amma, Türk yüreğim çok kırgın, çok kızgın!
Madalyalı iki Kahraman millet evlâdının, onurları uğruna, ölümü öldürerek ölümsüzleşmelerinde Türk yüreğime sînem, dar geldi!
Bu iki Kahraman; Türk Tarihine yüz karalığını ispât için 2009 senesini, başlangıç ve bitiş günlerinde, elleriyle aldıkları canlarıyla mühürlediler!
Abdulkerim Kırca Albay, avukatına; "Teröristler kadar değerimiz yok! Ben, bu onursuz insanlarla yaşamak istemiyorum." dedikten sonra, devlet-millet düşmanlarına sıktığı silâhını, cesâret ispatı irâdesiyle kafasına sıkmıştı! 20 Ocak 2009
Bir başka madalyalı kahraman, Ali Tatar Yarbay da yıllarca, devlet-millet uğruna onurla kullandığı beylik tabancasını kafasına sıktı! 20 Aralık 2009
20 Ocak - 20 Aralık ...
Biri 2009'un başladığı, diğeri bu mel'ûn yılın bittiği ayın 20'si! Tesâdüf mü? Tevâfuk mu? İki Kahraman Millet Evlâdı'nın, Türk yüreklere 2009'u bütün ayıplarıyla teslîm edebilmek için gizli kavilleşmeleri mi?
Şimdi söz, karar ve sıra senin Türk Milleti! Kahramanı ölmeyen toplum, millet olamazsa kahramanına sahip çıkamayan millete ne denir?
Nihal Atsız; "İdeali olan milletler, koyunlardan kahraman çıkarır; ideali biten milletler, kahramanlarını koyunlaştırır." demişti! "Söz uçar, yazı kalır." bu işte! Atsız; kendi zamanındaki onur zedeleyen davranışları, canının yangısıyla böyle izah etmiş! Biz ne yapacağız? Bu kara seneyi yaşamak talihsizliğine mecbûr olan bizler ne yazacağız uçmadan kalsın diye?
Sevgili Yavuz Selim Demirağ, empati yapmağa gayret etmiş! Can çekişmiş sağken yiğitçe, Türkçe! Canım çıksın! Canı en az benim kadar yanmış demek ki! Mümkün mü be Delikanlım? Sağ ölüler ne anlarlar, ölümü öldürebilecek yiğitliğe izinli dirilerin halinden?
21 Mart Muhtırası'ndan sonraki ahvâli, müthiş muhayyilesi ve karakteriyle "Ruh Adam"da, tarihe şerh düşen Atsız'dan, iki kısa paragraf: "Yanlış ve yalan dâvâlar, dâima parlak gözükür. Fuhşun felsefesini yapmak, nâmusun müdâfaasını yapmaktan daha kolay olduğu gibi..." ve;
"- Askerlik öldü general! Sinsi siyâsetçilere sırf üniformalı oldukları için asker diyemem! Asker olduklarını kapımda bekleyen inzibat teğmenleriyle erlerine öğretiniz. Üniformalı politikacılardan aldıkları telkinle bana selâm vermiyorlar!"
Abdulkerim Kırca Albay'ın birlikte yaşamak istemediği insanlarla, Atsız'ın sonsuza kadar kafa tuttuğu üniformalı politikacılar arasında bir illiyyet-nedensellik var mıdır? Çok ama çok, hatta ölesiye merak ediyorum!
Gözümü kapattığımda; ölümü öldürerek ölümsüzleşen yiğitler, trilyonluk zırhlı makam araçlı emekli paşalar, Silivri'de tutuklu madalyalı Kahramanlar, 21 Mart Muhtırası paşaları, Netekim Paşa, askere olmadık komploları dillendiren AKP'li Hüseyin Çelik, son günlerin en popüler ağlayanı Bülent Arınç, Fetullah Hoca'dan methiyeli Özkök Paşa, demokrat siyasallaşmış teröristler, sîne-i AKP'yi onlara açan Başbakan, mevcût Genel Kurmay Başkanı'm, teknotratlar, bürokratlar, kiralık akademisyenler, dolma kalemler; Muhteşem Türk Atatürk'ümün ve Türk Milleti'nin önünde resmî geçit yapıyorlar!
Millet; ölümü öldüren kahramanlarından başkasını alkışlamıyor, Atatürk onlardan başkasını selamlamıyor! Aklım karışıyor! Hayâlim isyân ediyor! Nâtıkan tutuluyor! Dayanamayıp gözlerimi açıyorum ve asla cevaplayamadığım korkunç sualim, bir daha patlıyor suratıma: Bu kadar Mehmetçiğim neden kahramanlaştı ve Kahramanlarım neden canlarına kıyıyor, NEDEN?!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 21, 2009

BAŞKA OLSA ŞAŞARDIM...

"Açılacağız! ... Açılıyoruz! ... Bedeline râzıyız! ... Asıl -açılım diye başlatıp sonra millî birlik projesi diye kamufle ederek servis ettirilen- projeye karşı çıkanlar bölücüdür! ... Sil baştan ederiz!" vs. vs...
Gerekli gereksiz bağırmalar çağırmalar!
Okyanus ötesinde, projenin sahibi, Obama'ların Hüseyin'le başbaşa, teâmül dışı görüşmeler!
"Aldığı kellelerin hesâbını" veremeyen, İmralı'daki bebek kâtili "sayın"ın, dört köşe ofisinin tâdilat ve müştemilâtının tamamlanması!
"Sine-i Kandil"den vazgeçerek İmralı cânisi tâlimatıyla yeniden meclise, "Sine-i AKP"ye dönmeğe karar veren siyâsallaşmış bölücüler!
PKK itirafçısı alçakların ifâdeleriyle demokratik linçe uğrayan, rencîde edilen ve intihâr eden Üstün Hizmet Madalyalı, onurlu vatan evlâtları subaylar!
Belediye otobüsünde yakılan Serap'lar! Gezinirken bombalanan vatandaşlar, bebekler!
Zırhlı araçlarda, panzerlerde yakılmak istenen polisler! Göstere göstere linç edilen Emniyet Müdür Yardımcısı ve polis!
Dede-baba yurdunda; dükkânı taşlanan, sonra yakılan, sonra kendisi linç edilmek istenirken korunmak için sakladığı silahıyla PKK'lı demokratlara ateş eden Bulanık'lı devlete sâdık vatandaş! Vatandaşı korumaktan âciz ve kendini koruyan vatandaşa terörist, yaptığına terör olayı diyen Muş Valisi!
Ankara'da; yağmura soğuğa rağmen Tandoğan'dan taşan, AKP'nin ödünü koparan milyonlara rağmen yeniden inzivâya çekilen tek millî teşkilat!
Teröristlerin dağdan, resmî törenlerle indikleri ve sokakları demokratik miting maskesiyle yangın yerine çevirdikleri günlerde, teşkilatlarına aynı muhalefet mantığıyla miting ve gösteri yasağı koyan, "Bağımsızlık karakterimdir." mantığıyla kurulmuş CHP!
İstedikçe alan, aldıkça şımaran, şımardıkça şirretleşen, İmralı'daki sehpa artığı bebek katilinin tâlimatıyla bölücülerin Meclis'te yeniden grup kurması ve bunu, daha fazla demokrasi va'diyle destekleyen AKP!...
Sokakları yakıp yıkanlara karşı tolerans emredilen ama itfaiyeciyi, işçiyi, emekliyi, sendikacıyı, muhalefet millet vekilini tazyikli suyla, biber gazıyla, copla yerlerde sürüyerek işkenceye lâyık gören demokratik bir hükümet! Daha neler, neler!... Sayarken midem bulandı! Öfkeden sırtım terledi!
İçlerinde; "Vatanı bir çift kadın memesine" satacak entellerin, "Rojin'i seks kölesi yapardım." fantazileri kuran vatanseverlerin, biri; savaşlarda Yunanlıların kahramanlıklarının neden anlatılmadığını merak eden, diğeri bütün marksistliğine ve yıllarca söylemlerine rağmen Fetullah Gülen cemaati televizyonlarından seslenerek, yağcılığın-yalakalığın zirvesinde tekleşen Oğul Altanlar'ın bulunduğu danışmanlarla, başka şeyler yapılsaydı şaşardım!
"Kürt açılımının karşısında duranları iki cihanda lekeli kabul ediyoruz." derken lekeliliği ve iki cihânı bilip bilmediği bilinmeyen, tepeden tırnağa leke, serçelikten kargalığa terfi etmişlerin rehberliğinde güzelliklere, birliğe, dirliğe doğru yönelim olsaydı şaşardım!
ABD Dışişleri'ne bağlı bir büronun sitesinde, Amerikan Dışişleri Bakanlığı bursu ile yetiştirilmiş dünya liderleri arasında gösterildiğini, bugün Arslan Bulut'un dikkati sâyesinde öğrendiğim bir Cumhurbaşkanı; "Güzel şeyler olacak! Biz yapmasak birileri gelir yapar." demeseydi şaşardım!
"Cumhur olmasaydı cumhurbaşkanı olmazdı!" diye tersten okunan demokrat doğrudan hareketle, bunlardan başka işler yapılsaydı şaşardım!
Gene de daha fazla şaşırmadan, milletin daha fazla şaşılaştırılmasına seyircilik yapmadan; "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" inancımı ve bütün alınıp satılabilen, alt-üst edilmiş kimliklilerin inadına; "Türk'ün herşeyi güzeldir ve herşeyden güzeldir." sevdâmı tekrarlayayım.
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 20, 2009

TEKTİM, TEKİM...

Gerdim öfkeyle yayımı ok yerine sevgi attım
Haçlı'dan kaçan Hahamı, acıyıp içime kattım
Yabancı benleşti bende, benimkinden uzaklaştım!
Asırlarca bu vatanda sevgim idi derde hekim,
Türk ilinde Türk töremle dün de tektim. Gene tekim...

Sağımda çakal uludu, solumda itler ürüdü
Hür doğduğum hür vatanı kara bulutlar bürüdü
Şehîd olanlar dirildi, diriler sağken çürüdü!
Önüm, arkam, sağım, solum düşman doldu bense tekim,
Ergenekon eder yine çıkarım burdan netekim...

Türkçem ile dirilerek, Türk yayımda gerilerek
Birlik için meydânlarda ölüme koştum gülerek
Kaç kez ölümü öldürdüm vatanım için ölerek!
Ben tarihi yapan erkim, teslîm olacak ötekim,
Savaşır barış kurarım ölsem de kalsam da tekim...

Güzel adamların binip gittiği güzel atlarca
Temelim sağlam atılmış sevgi kınlı pusatlarca
Cahilim kandırılır iken takîyyeci fesatlarca
Namâz için mola versem seccâdemde atabekim,
Tûran'dır hedefim benim Kutlu Sefer'imde tekim...

Haçı ben icâd etmedim. Yahûdi gerdi çarmıha
Öçten kaçan Yahûdiye bağrımda ben verdim saha
Birbirinin kanı ile heryer ıslak iken daha
Haham ile papaz ile birlik olan müslüman kim?!
Haçlı'ya karşı da tektim! Hepsine karşı da tekim...

Tanrı, fert yaratmış Türk'ü, zâlimlere dert yaratmış
Mazlûma kol kanat etmiş, merhâmetli mert yaratmış
Yerle gök az gelir diye yönleri de dört yaratmış!
Başlıya baş, dizliye diz eğdiren tek âdil erkim,
Yaratılır iken tektim, kıyâmete kadar tekim...

Sönmemişse en son ocak, demek ki Türk var doğacak
Ana ağlamışsa eğer doğan hesâbın soracak
Haçlı'ya kulluk ederek ötekileşen n'olacak?
Seyyâr mahkeme kurulsa, ayağa gitsede hâkim
Devlet kurarken de tektim, hesap sorarken de tekim...

Yoksul yanımda bay olmuş, nankörlerse terk eylemiş
Yaratan bana erk demiş, mayamı çok berk eylemiş
Sayısız kavim yaratmış beni ise Türk eylemiş.
Allah'ıma sığınınca Haçlı kimmiş, Haham da kim
Mazlûma destekken tektim, zâlimle cenkte de tekim... 20 Aralık 2009/ İzmir/M.Aslan
............
Ferdin kendine yakışanı, yâni karakterine uyanı yapacağı gibi milletler de yaratılışlarına uygun davranırlar. Bâzen olağanüstü âfetler yüzünden sürü ters dönebilir ve topallar önde, sağlamlar geride kalabilir. Târih tekerrür etmezmiş, hatâlar tekrâr edilirmiş. Hatâmızdan döneceğimiz günlerin çok yaklaştığını hissederek beni Türk haşrettiği ve İslâmla şereflendirdiği için kıyâmete kadar O'nu tesbîh ve takdîs ederek Allah(c.c.)'ıma sonsuz hamd ve şükürlerimle...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 17, 2009

KEDİ KADAR BİLE OLAMAZSINIZ!...

"Bu bir terör olayıdır. Kimse kendini devletin yerine koymasın!" dedi Muş Valisi!...
Muş Valisi'nin terör olayı dediği; DTP'nin kapatılması üzerine, hiç boş bırakılmayan sokakların yangın yerine çevirilmesi değil! Arabalara, evlere, bankalara, devlet dairelerine, ordu evlerine, kaymakamlıklara atılan molotof kokteylleri de değil! Atatürk büstlerinin kırılması, Bayrağın defalarca yakılması da değil! Habercilerin gözü önünde ve yaptıklarını bütün Türkiye ve kanun adamlarının da izleyeceğini bile bile Emniyet Müdür Yardımcısı ve bir polisi linç etmek te değil!
Sokakları, caddeleri yangın yerine; kırsalı-dağları, transit yolları korkunç hâle sokan, Kürt Açılımı-Demokratik Açılım- Millî Birlik Projesi'nin demokrat savunucuları PKK'lıların maskeli-maskesiz yaptıkları da değil!
Ya? Adamın önce dükkânı taşlanıyor! Sonra manifatura dolu dükkâna molotof atılıyor! Yetmiyor, PKK'lı-DTP'li olmadığı bilinen adamı, linç etmek için saldırı başlıyor! Bu da değil terör olayı!... Emniyet mensupları, kendi canlarını korumakla megûl! Güvenlik güçleri, devlete baş kaldırmış bu kızgın ve kontrolsüz kalabalıktan evlerini, ailelerini koruyabilmek gayretinde! Herkesin kendini korumakla yükümlü olduğu, gücü yeten yetene orman kanununun geçerli olduğu bir ortamda; önce dükkânı taşlanan, sonra manifatura dolu olduğu için molotof atılan, yetmeyince linç etmek için saldırılınca Adam; vaz geçtiği malının yok edilmesini seyretmişken sıra canına gelince, dükkânında kendi emniyetini sağlamak için sakladığı "kaleşnikof"unu çıkararak rast gele ateş etmiş! Ve olan, terör olayı!
Olay nerede olmuş? Bulanık'ta. Vâli nerede? Muş'ta askerlerin silahlarının gölgesinde ve güven içinde!
Birileri gibi sahte demokratlık, eyyâmcılık yaparak, "Yaptığı doğru değil!"demeyeceğim! Ya ne yapacaktı adam? "Arabamı yaktınız, dükkânımı yaktınız, buyurun beni de yakın, sonra da gider çoluk-çocuğumu da yakarsınız!" mı diyecekti? Devlet yanlısı diye bu adam da etten, kemikten değil mi? Bu adamında insâni, korkuları, heyecanları, korunma refleksleri olmamalı mı?
AB ve ABD'nin, hiç saklanmayan adıyla Haçlı direkifleriyle ve "Daha fazla demokrasi" sloganlarıyla, demokrasiyi araç kullanarak; siyâseti "Askerin vesâyeti"nden kurtarmak için gece yarıları çıkarılan yasalar ve estirilen bürokratik terör sâyesinde Ordu'nun eli-kolu bağlı! Bırakın sınır kontrolünü, memleketin göbeğinde jandarmanın can güvenliği sağlanayamıyor! Tokat'ta pusu atılabiliyor, yedi evlâdımız kahpece katlediliyor!
Yine Haçlı dikteleriyle çıkan yasalar sâyesinde polisin eli-kolu bağlı! Havai fişeklerden, sapanla atılan çelik bilyelerden,mermi gücündeki taşlardan,yangın bombaları molotoflardan korunmak için ne yapacağını bilemiyor! Vatandaşın güvenliğini sağlamaya kurgulu şuur altıyla polis, hiç kendini koruma tatbikatı yapmadığı için zor durumda!
Ülkenin heryanı, devlet otoritesi bitirildiği için anarşiye teslîm olmuşken Türk Silahlı Kuvvetleri; dünyanın dört bir yanında ve Haçlı'nın direktifleriyle "Barış Gücü" adıyla görevli!
Kendini, kendi vatandaşını, kendi iç barışını korumaktan yasalarla men edilen bir ordunun; dünyanın bir başka yerinde asâyiş sağlaması, sizce de anormal değil mi?
Yüzlerce yıl Haçlı hristiyan dünyası Avrupada; kartalla, kurtla, aslanla benzeştirilen, barış zamanlarında ise donanımlı süvâri atıyla târif edilen devletimiz-milletimiz, son basketbol turnuvasında "van kedisi" figürü ile tasfîr edilecek!
Dört tarafımızdan saldırıran Haçlı'ya karşı, kedi tavrında olduğumuz için mi amblemimiz "van kedisi", yoksa sâdece tesâdüf mü?
Van kedisini amblem olarak seçen demokrasi havarilerine bir hatırlatma yapalım; van kedisinin gözlerinden biri; çok gökçe, denizce, mavi mavi bakar biliyorsunuz değil mi? Bu deniz mavisi, gök mavisi göz rengi size bir göz hatırlatmıyor mu?
Ve kedi; köşeye sıkıştığında, yavruları söz konusu olduğunda tabiatın en yırtıcı, en vahşî ve saldırgan hayvanı olur biliyorsunuz değil mi?
Ya Rabbi! Türklükten, Kurtluktan, kartallıktan, aslanlıktan, kıratlıktan kediliğe inerek kedinin çâresiz öfkesine sığınmamıza vesîle olanları, sana havâle ettik! Biz affetsek, Sen affetme Allah'ım! Siz kedi kadar bile olamazsınız!
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE."
Selâm, sevgi, dua..
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 16, 2009

AÇILIM, ÇALIŞTAY VE ÖKKEŞ ŞENDİLLER...

Ökkeş ŞENDİLLER, varlığıyla müftehîr olduğum özel dostlarımdandır. Ama konu dostluğumuz değil. Keşke edep izin verseydi ve olsaydı!...
Alt-üst kimlik vehîmleri ve kavlamış yaraları kaşımakla ne yapmağa çalıştıklarını kendileri de izâh edemeyen ve önlerine hazır koyulan, muhtevâsı meçhûl paketlerin her açılanıyla biraz daha dibe vuran AKP'nin yaptığı "Alevi Çalıştayı"nın altıncısına, Ökkeş Şendiller'in de dâvet edilmesiyle, umulanın ötesinde bir fırtına koptu!
Umulanın ötesinde dedim! Çünkü bu dâvetle istenen; fısıltıyla söylenen ama söylemeyenlerin, fısıltıyla söylendikleri iftirâlarını yandaş medya ve basın önünde de söylemelerini sağlamak ve sanal bir gündem oluşturmaktı! Kavlamış ve kapanmaya yüz tutmuş bir yarayı da yeniden kanatıp ayrışmayı tetikleyerek "açılım"a biraz daha ivme kazandırmaktı! Çünkü Irak'ta her geçen gün biraz daha batağa gömülen ABD'nin, çekilmeden oluşturmak, bütün Ortadoğu'yu kapsamasını istediği anarşik ortam için, zamanı daralıyordu!
Sığ akılları ve eğreti kurnazlıklarıyla, Ökkeş Şendiller'e konu mankeni tavrı takınmak gafletine düştüler! Ökkeş Şendiller dâvet edilecek ve yapılması muhtemek itirazlardan çekinerek katılmayı kabûl etmeyecek ve "Dâvet ettik suçlu oldukları için gelemedi!" diye esip savuracaklardı! Sığ aklın eğreti kurnazlığını ters yüz etti Ökkeş Şendiller! "Bunların derdi üzüm yemek değil bekçi dövmektir. Ben geri adım atmam bundan sonra. Oraya gideceğim. Tepki doğarsa da önlemi devlet alsın. Beni devlet çağırdı kendim önlem almam. Tepki koymak da öyle ucuz iş değil..." diyerek bütün ucuz hesapları ters-yüz etti!
İrticâlen verilen bir tepki ile dâvet edenin ve önlem alması gerekenin adını hatâlı kullanmış sevgili Şendiller! Dâvet eden devlet değil AKP ve tepki koyması muhtemel olan da AKP idi ki AKP'li alevi vekilin çığlığı, bunu gösterdi!
Kendi web sayfasında, kendi söylemiyle; "Sermâyesi yalan, iftira ve kîn olanlar her imkânı sonuna kadar kullanmaktan utanmıyorlar. Sermâyesi ve siyasi rant hesabı; kan, göz yaşı ve kîn olanlarla insanlık onurunu zedelemeden kavga vermenin zorluğunu hücrelerine kadar yaşayan kuşak..."tan birinin, bu ucuz senaryoya figûranlık etmesini beklemek, ancak basîretsiz ve gayr-ı samîmi amigoların davranışı olabilirdi ve öyle de oldu!
Fısıltıyla otuz yıldır yapılan iftirâlara; "KANLI OYUN-Kahramanmaraş olaylarının perde arkası" adlı kitabıyla cevap vererek gündem oluşturan Ökkeş Şendiller hakkında, onu bizzat tanımadan konuşmak, -konuşan kim olursa olsun- ciddî hatâlara gebedir. Geçmişiyle yüzleşirken bile kendini savunmaktansa devletin bekâsını ve millet bütünlüğünü korumayı görev edinmiş millî gönüllerle; ayrıştırmayı ödev alan taşeron-amigoların, fısıltıyla iftirâ atmayı mahâret zanneden âcizlerin, bir panelde bir araya gelmelerinin mümkün olmadığını, duyar duymaz tahmîn etmiştim zâten!
Sözün yeri geldi işte! Yıllardır: Kurdun kurtça, itin itçe davranması yaratılışları gereğidir. Kurt, kurtça; it, itçe davranır ama kurt köpeklerinden korkarım! Çünkü ne zaman kurtça, ne zaman itçe davranacakları belli olmaz ama en kurtçul kurt köpeğinin de kurttan korkacağını da bilirim, derdim.
Ökkeş Şendiller'in fıtrâti özelliği ile millet evlâdı saflığı ve cesâretiyle sergilediği duruşu; eğer panele katılsaydı 20-30 kişinin duyarak utanacağı gerçeklerin, bir anda bütün ülkede duyulmasına vesîle oldu! Alın size açılım! Alın size ayrıştırmayı amaç edinen çalıştay!
Ol güzel ve Âdil Edip Eyleyen, arsızları böyle rüsvây eder işte!
Yine kendi web sayfasında; "Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Laik-Antilaik gibi sûni ayrılıklar, milletimizin arasına nifak sokamaz. Etle tırnak olmuş Yüce Türk Milleti'ni parçalamaya bu alçak tertipçilerin gücü yetmez." diyen Ökkeş Şendiller'i, bu asîl Türkçe duruşundan dolayı yüreğimle ve ayakta alkışlıyorum vesselâm...
TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SİVİLCE ÇIBANLAŞTIRILMAMALI!...

"Yarı hoca dinden, yarı hekim candan eder." demişler. İmam Hâtip Liselerinde, camilere imam olmak için okuyan-okutulan, sonra imamlıkla yetinmeyip her konuda ahkâm kesen allâmelere katılmak isteyenen yarı hocalar yüzünden, neler çektiğimiz gözönünde, neler çekeceğimizi ise Allah bilir!...
Tekkelerden, cemaatlerden referanslı siyâsilerden torpilli imamlar sâyesinde, camilerimiz siyâset yuvalarına dönüştü! Cemaatlerin tayin ettirdiği bakanların olduğu söyleniyor! Kabineyi yâni Bakanlar Kurulunu oluşturan Başbakan'a rağmen, bakan olan, bakanlıkta kalan, bakanlıktan alınamayanların olduğu söyleniyor! Bu söylentilerin olduğu ilde AKP, sandıktan tulum çıkıyor! Tekkelerin, cemaatlerin kontrolündeki siyâsetimizle de işimiz, kelîmenin tam anlamıyla Allah'a kalıyor!
Oysa inancımız; en makbûl duanın çalışmak olduğunu, çoluk-çocuğa helâl rızk te'mîn için çalışmanın, en makbûl ibâdet olduğunu öğretirdi bize! Oysa İslâmi ahlâkımız; "Atını önce sağlam kazığa bağla, sonra Allah'a emânet et." diye öğretirdi.
Yarı imamlar yüzünden yarısını yitirdiğimiz yarı îmanımızla; her şeyimizi, her işimizi Allah'a havâle eder olduk! Ortada; Hizb-ullah adıyla -illegalde olsa- bir siyâsi oluşumu da görünce, çıkabilen çıksın işin içinden!
"Allah var, ne gâm var?" tevekkülü ve ümitsizliğin îmansızlık olduğunu bile bile, Allah ile aldatanlarca düşürüldüğümüz halimizle ne yapacağımızı bilemez olduk! Artık millet olarak sokakta da hatâ yapıyoruz, sandıkta da!...
Yapmayın dedik! Yanlıştasınız, açılım dediğiniz, APS ile okyanus ötesinden kucağınıza gönderilen, içi boş veya size bile meçhûl paketle ve "12 Kötü Adam"ın danışmanlığı, serçelerin kılavuzluğu ile milleti ayrıştırıyorsunuz dedik!
"Gor deşicilik"in-mezâr eşiciliğin, yara kaşıyıcılığın, hiç kimseye olmadığı gibi size de bir hayrı olmaz dedik! Kavlamış, eski yaralarla oynayarak sivilceyi önce döğenek çıbana, sonra şir-i pençeye dönüştürmeyin dedik! Bırakın halklar-kabileler-aşiretler iken; "Ne mutlu Türk'üm diyene." şifre formülüyle milletleşmiş, tekleşmiş toplum, kavlayan yaralarını birlikte iyileştirsinler dedik! Duymadınız veyâ duyup duymazdan geldiniz!
Alt kimlik-üst kimlikle millet yapısını alt-üst ettiniz! 36 etnik kökten bahsederken, kendi millet vekillerinizin bu alt kimliklerden hangisine mensûb olduklarına bakmadınız! Millet nazârında doğru yapmıştınız, siyâseten yanlışa dönüştürdünüz!
Yaraları kaşıya-kaşıya Muş/Bulanık'ta yüzlerce yıllık komşuları, birbirine öldürttünüz! Gözünüz aydın olsun! Rahatladınız mı? Şimdi oralarda her türlü siyâsetin üstüne çıkacak olan kan dâvasına ne yapacaksınız? Oradan, -kan dâvası güdülmesin diye- hangi tarafı yüzlerce yıldır yaşadığı topraklarından, baba ocaklarından göçüreceksiniz? Göçse bile göçeni, kan dâvâsının töresel tâkibinden hangi yaptırımla koruyacaksınız?
Suçlu bile olsa, mahkûm bile olsa vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlayamayan devlete devlet mi denir? Koca bir adayı emrine tahsis ettiğiniz kırk bin kişinin katili, sehpa artığı bir câninin hayatını korumayı kendinize görev edinmişken namuslu vatandaşın can ve mal güvenliğini kime havâle edeceksiniz?
Artık bu, yangına körükle gitmek gafletinden vaz geçin! Açılım denilen bu Haçlı ambalajlı ayrıştırmacı paketi, geldiği yere iâde edin artık! Havalar puslandı! Ortalık toz-duman! Vatandaş güvenliğini, ruhsatlı-ruhsatsız silâhıyla sağlamaya mecbûr kaldı!
Başka bir ülkedeymiş gibi Diyarbakır'da etnik/şövenist toplantılar yapılıyor, Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan açıklamalar yapılıyor! Hükümet olarak sizden başka herkes bir şeyler söyledi bu konuda, siz susuyorsunuz! Bu aymazlıklar, milleti zorla yeniden "Ergenekon'dan Çıkış"a tahrîk ediyor, farkında mısınız? Yoksa bütün bunları, bilerek mi yapıyorsunuz?
Millet, sivilcelerini, çıbana dönüştürmemeğe kararlı ve çıbanı tedâvi edeceğini söyleyen ara hekimler de var! Milleti yarı hekimlere mecbûr bıraktığınızı görün artık Allah aşkına!...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 15, 2009

YALANCININ YEMîNİ...

Allah, bizlere; dört mevsimi hakkıyla yaşatan bir cennet coğrafyada yaşamayı nasîbetmiş. Bu cennet vatanda aynı anda dört mevsimi görmek te mümkün. Doğuda karakış, heryeri bembeyaz ederek aklarken, güney sahillerimizde denize girilebiliyor.
Yüce dağ başlarımızı kirleten, pisleten, murdarlayan Haçlı taşeronları teröristlerin pisliklerini saklamak için karakış, heryeri beyaza bürüyerek aklar-paklarken Akdeniz, Ege ve Marmara'da, kış ortasında bahar görmek mümkün de Pe'KaKa'lı kuduz köpekler sokaklarımızdan toplansa!
Bu cennet coğrafyayı kanları pahasına vatanlaştırarak bizlere mîras bırakan ceddimizi minnetle yâd ederken, buralarda yaşamayı hak ediyor muyuz diye hiç sorduk mu?
Edirne'den Kars'a, Sinop'tan Antalya'ya, Muğla'dan Ardahan'a kadar bütün ülkede; kimin, nereye gitmesine yasak var? Memleketin neresinin yerlilerinden kimin, bir Kürt tanıdığı, ahbâbı, arkadaşı, dostu yok? Bu cennet vatanın hangi yöresinde, kim, Kürt komşusundan rahatsız olmuş? Hırsızlar, pezevenkler, uyuşturucular, kumarbazlar, kapkaççılar, kabak çiçeği gibi açan orospular ve Pe'KaKa'lı piçler hâriç...
Son günlerde, Pe'KaKa'nın kudurukça şımardığı, devlet otoritesinin yok edildiği illerde; sadece Devleti temsîl ettikleri için Emniyet mensupları linç edilirken, Türk-Kürt ayrımı yapılması mümkün olmayan Türk Silahlı Kuvvetlerinde askerlik görevlerini yapan millet evlâdı Mehmetçiklere kahpece pusular atılıp kurşunlar sıkılırken, Türkiye'nin neresinde, hangi Türk, Kürt komşusuna öfkeyle ve yan gözle baktı?
İmralıdaki bebek katili câninin kontenjanından, bağımsız olarak Meclis'e girip sonra DTP'ye katılan ve terörist başı alçağa vekillik eden, Meclis kürsüsünden ettikleri yemîne bile sâdık kalmayan yalancıların, sahtekârların sîne-i millet dedikleri ama Türkçesi sîne-i Kandil olan istifâlarından, bana ne? Komşuma ne? Türk'e ne? Kürt'e ne? Kime ne? Yalancının yemînine bu kadar vekillik, çok bile!...
Meclis'te particilik oynayan, okyanus ötesi tâlimat veya senaryosuna göre demokrat rolü yapan bir kaç kişinin; ülkeyi, kendi çıkardıkları gece yarısı yasalarıyla parselleyerek paylaşmalarını, paylaşım mücâdelelerini, on beş yıl öncesinin delik ayakkabılılarının bu gün dünya zenginleri arasına girdiklerini, çocuklarına gemiler aldıklarını, villalarına özel helikopter pistleri yaptırdıklarını, millet bilmiyor mu zannediyorsunuz?
Keşke DTP'li demokrat(!)lar gibi siz de istifa edebilseniz ve gelecek ilk sandıkla nerlere savrulacağınızı bir görseniz!...
Gizli din kardeşi Obamaların Barak Hüseyin'le iyice meşrûlaşan BOP Eş Başkanlığı ile övünenlerce; Haçlı silahşörü müttefik(!)imiz ABD'nin özel korumasında olan ve yeni icâd edilen "Ilımlı İslâm Dîni"nin halifeliğine hazırlanılan Hoca Efendi'nin âlî-cenâbca tahsîs ettiği televizyon ve gazetelerle bütün mukaddeslerimize ve ordumuza saldırmakla görevlendirilen taraflarca ne yapılırsa yapılsın, kimin yarası ne kadar kaşınırsa kaşınsın, bu millet bütünlüğünün arasına girilebileceğini mi zannediyorsunuz?
Meclis'teki kalan beş yüz yirmi küsûr kişiden, yüksek sesle rica ediyoruz: istifâ ederek gûya mazlûm demokratlığa soyunan bu siyâsallaşmış teröristlerin istifâlarını hemen kabûl edin!
Asker maaşı 120 liranın 100 lirasını ailesine göndererek yaşayan ve kuduz itlerce kahpece, kalleşçe şehîd edilen evlâdımızın ve artık o asker maaşı yüz liradan da mahrûm kalan ailesinin çektiklerini öğrenince, bu 21 kişinin vergilerimizden aldıkları 9.500 lira maaş, ağırımıza gidiyor! Bu siyâsallaşmış teröristlere bir ayda verilen para ile, kaç şehît ailesi kurtulur, düşünür hesaplar mısınız?
Zâten İmralı'daki bebek katili, Kürt kasabı câni de; "Dünyanın sonu değil." dedi! Bebek katili câninin açılan yeni penceresi altından yarım metrelik bir ilâve yapılırsa, kulübesi de genişler ve onun kendi rahatından başka hiç bir şey umurunda da değil, korkmayın! DTP'li apocuların maaşlarını kestiniz diye itiraz etmez! Aksine onların maaşlarını da Pe'KaKa verir ve daha sıkı kontrol eder diye memnûn da olur!
Sağlık Bakanı'nıyla tokalaşmadı diye gençlerin tevkif edildiği demokrat bir memlekette, çocuklarımıza kurşun sıkanlara sözcülük edenlerin hepsinin vekilliklerini düşürün, verdiğiniz maaşları kesin ve cezaevine de koyun!...
Demokratik çocuk(!)lar, sokaklarda bundan fazla ne yapacaklarmış? Onu da görelim bâri!
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 13, 2009

AÇILIM'DAN KAÇININ!...

Önce; "Kürt", sonra "Demokratik", daha sonra bunlar tutmayınca "Milli Birlik Projesi"nin; aksayan, milletle ve millî çıkarla örtüşmeyen yerlerindeki ta'dîlâtı ta'lîm için Başbakan, ABD seyahatindeyken Tokat'ta yedi Mehmetçiğimize kalleşçe, kahpece, köpekçe bir pusu atıldı ve yedi yiğidimiz koparıldı ana-babalarından!...
Yukardan aşağı herkes, bu kahpe saldırı ile ilgili ilk kanaatlerini söylediler.
Cumhurbaşkanı; şiddetle tel'în ederek Şehît Yakınları'na, milletimize,Türk Silahlı Kuvvetlerimize başsağlığı, yaralılarımıza şifâlar diledi...
Başbakan, Obama ile yaptığı "açılım ta'dîlâtı" görüşmesi sonrasında yaptığı basın toplantısında; "Bu hâin pusunun yeri ve zamanlaması milletimizin nasıl bir provokasyonla karşı karşıya olduğunun ispatıdır. Milletimiz bu kalleş pusunun arkasında yatan emelleri değerlendirecektir. Şehitlerimize rahmet diliyorum. Ailelerine ve milletimize başsağlığı ve sabır temenni ediyorum. Bu saldırının önünde arkasında kim varsa bunun bedelini en ağır şekilde ödeyeceklerdir." dedi...
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik; Bingöl'de şehîd edilen otuz üç askerin nasıl şehîd edildiği konusunun, karanlık bir nokta olduğunu hatırlatarak; "Bir mahallede hiç hırsızlık vakası yoksa mahalle bekçisinin bir önemi kalır mı? Mahalle bekçisi akıllıysa, kendi konumunu muhafaza etmek için mahallede hırsızların kol gezdiğini yayması lazım. Hatta daha akıllıysa arada, bir iki kapıyı kendisinin yoklaması lazım. İşte Ergenekon budur." diyerek menfûr saldırıdan PKK'yı uzak tutmağa, hayâli bir adres oluşturmağa çalıştı!...
AKP'nin ve millî görüşün köşe taşlarından Abdullah Gül'ün söyledikleri ile Başbakan ve AKP Genel Başkan Yardımcısı'nın sözleri arasındaki uçurum farka bakar mısınız?
ABD'nin; her gün biraz daha battığı Irak bataklığından çekilmeden yapmak istediği, Büyük Ortadoğu Projesi senaryosunun Türkiye'deki "Kürt Açılımı" perdesi aktörlerinin; AKP-DTP ve PKK olduğunu aylardır söylemeyen muhalif sözcü ve yazar kalmamıştı!
Tam da bu günlerde Anayasa Mahkemesi, DTP'yi kapatmasa; Başbakan ve H.Çelik'in söylemlerinin daha demokratça(!)larını DTP'nin, yasaklanan güvercinlerinden de duyacaktık!..
Dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir ülkesinde ve sisteminde ülke yönetimindekiler, silahlı kuvvetlerini böylesine bir şâibe altına sokmaya çalışmaz!
Dünyanın ve tarihin hiç bir yerinde ve sisteminde, hiç bir yönetici; silahlı kuvvetlerini böylesine âfakî töhmetler altında bırakmamıştır, bırakmaz; teröristlerin sıkı yönetim îlan ettikleri yerlerde, emniyet müdür yardımcısı ve bir polisinin linç edilmesine sessiz ve seyirci kalmamıştır, kalmaz!... Merak etmeyelim mi? Ne yapmak istiyorlar?
Sistemle mücâdele etmek her siyâsi kuruluşun, partinin hakkıdır ama yolu bu mudur? Binlerce yıldır var olduğu tarihçe tasdîk edilen Türk Milleti'nin devlet tarifi, "Devlet-i Ebed Müddet"tir. Binlerce yıl, sayısız medenîyet ve kültürlerin yok oluşunu seyrederek ve bu arada hânedânları, yönetim şekli, sistemleri değişerek var olmağa devâm etmiştir. Tarihte de yönetim ve sistemlerine itiraz edenler, yönetim şeklini değiştirmek isteyenler olmuştur. Binlerce yılda defalarca yöneticiler ve yönetim şekli değişmiş, değiştirilmiştir. Bu değişimler kanlı da olmuştur, kansız da ama devlet, devâm etmiştir...
Bir devletin, devlet olabilmesi için yasaları, yasa uygulayıcıları, sonra da millî savunması için ordusunun olması şarttır. Ordusuyla yâni silahlı kuvvetleriyle sürtüşmeli olan hiç bir yönetimin, devletin devâmına müsbet katkısı bilinmemektedir. Hatta târihte bunun tersi olaylar, sayısız kere yazılıdır.
Bıçak sırtı değil keskin bıçak ağzında geçirdiğimiz bu sert ve yarından endîşeli günlerde; devlet idare edenlerin, danışman ve akıl dânelerin, sinekten yağ çıkarmak kurnazlığını, ulûfe için yalakalıklarını/soytarılıklarını -hiç değilse belli bir süre- ertelemeleri şarttır!
Yedi şehit ve hemen peşine maden ocağında hayatlarını kaybeden on dokuz evlâdından ve linç edilmek istenen polislerinden dolayı milletin canının ne kadar yandığını, milletin demokratik açılım adındaki bu ayrıştırıcı uygulamadan ne kadar rahatsız olunduğunu görmezden gelmenin, duymazdan-bilmezden gelmenin adı basîretsiliktir, siyâseten intihârdır! Daha söylenecek çok söz var ama öncelik ve ivedilikle bu sipâriş açılımdan kaçının artık vesselâm!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 12, 2009

BURNUNUZA PİS KOKU GELMEDİ Mİ?

Gecikmeli de olsa beklen oldu.! İki yıldır kapatılması gereken DTP, Anayasa Mahkemesi'nce ve oy birliği ile kapatıldı. İki DTP'linin de millet vekilliği sonlandırıldı. Ve DTP'nin en barışçıl(!)ları yasaklandı! Yasaklı vekillerden zâten İmralı da vaz geçmişti!
Şimdi iş, DTP şahini İmralı vekillerinin "Sîne-i Kandil"e dönüp dönmemesine kaldı! İki gün önce Emine Ayna; "Tabanımız istifa edin dağa gelin diye baskı yapıyor." diyordu! Tabanın istediklerine uyacaklarını zannetmiyorum. DTP'nin kapatılmasının dünyanın sonu olmadığı mesajı da anında geldi İmralı'dan! Devlet olmanın bedelini yedişer yedişer vermeğe devam eden Türk Milleti'nin helâl vergilerinden aldıkları 7-8 milyar maaşı bırakmaları ve dokunulmazlık zırhı ile bilhassa Emine Ayna'nın tahrik görevinden vaz geçmesi hem akıllıca değil, hem de İmralı ta'lîmâtına uymaz!. Yeni partileri gününden önce hazırdı. İmralı mahkûmunun bağımsız kontenjanından seçilerek Meclis'e giren, Türk asıllı Ufuk Uras ta katılırsa Meclis'te grupları da devam eder. Bu, demokrasiyi araç kullanan demokratik açılımcıların da işine gelir!
Hisse için bir fıkra:
Adamın biri, ünlü bir şeyhe gider. Sıkıntıları vardır, dua ve muska ister. Şeyh dua eder, muskalar yazar. Bu arada adamın getirdiği koyun da kesilmiş, haşlama yapılarak yenilmiş, içilmiştir. Adam, gitmeden gelmişken şeyhin kıçını da öpmek ister. Şeyh epey uğraşır ama vaz geçiremez. Çâresiz domalır, şalvarını sıyırır. Adam öpmek için tam yanaşmışken Şeyh, yediği et suyunun etkisiyle yellenir! Adam, kokudan rahatsız olarak çekilir. Şeyh, kıçını tokatlar; "Seni kahrolası! Misafirin yanında beni utandırdın!" diye söylenir. Adam; "Önemli değil Şeyhim. O mübârek yerden çıkan yel de mübârektir." der yeniden öpmeğe eğilir. Aksilik bu ya! Tam öpecekken Şeyh bir daha yellenir! Adam gene geri çekilir. Şeyh yine kıçını tokatlar ve azarlar. Adam kararlıdır. Bu mübarek kıçı öpecektir. Üçüncü kere Şeyh domalır. Adam eğilir ama bu sefer Şeyh, et suyu ile iyice bozulmuş karnını adamın yüzüne-gözüne fışkırtır! Etraf ta berbat olmuştur! Şeyh bu sefer daha hiddetle kıçını tokatlar; "Seni kahrolası! Seni şişlenesi! Etrafı da berbat ettin! Beni de rezil ettin!" diye söylenirken Adam; "Vurma Şeyhim! O iki kere, gelme gelme sı..acam dedi! Ben ısrarla olmaz öpecem dedim. Demek ki senin kıçın, benim başımdan akıllıymış." der.
Fıkra bu... Bütün fıkra ve kıssalarda bir öğüt, bir ders vardır alana!...
Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Görmezden, bilmezden geldiler demek isterdim ama öyle değil! Adamlar kapatılmak için ne lâzımsa yaptılar!
Şimdi sokaklar, daha fazla açılımcılıkla iyice karışacak! Başbakan'ın deyimiyle "açılımı provoke" için Mehmetçiğin şehâdetleri sürecek! Daha fazla demokratik hak için kurtarılmış illerimizdeki PKK sıkı yönetimi devam edecek!
Artık gerçeği görmelisiniz! Güneydoğu'da PKK'nın sıkıyönetimi var! Bir Belediye Başkanı; Başbakan ve muhalefet liderlerine; "On bir sene değil, on birer saat İmralı'da kalın bakalım." diyebiliyor! Bayraklar yakılıyor! Atatürk büstleri kırılıyor! Orduevleri basılıyor ve canlı yayında polislerimiz linç ediliyor! Görmüyor musunuz?
Siyâsetin iktidarına, muhalefetine, -terfi etmiş veya atanmış- etkili, yetkili bürokratlara yakın tarihimizi dikkatle incelemelerini öneririm. Bu milletin içinden her zaman sürükleyici önderler çıkmıştır, çıkacaktır. Bu milletin içinden yeni bir Atatürk çıkmadan önce, yeni bir Enver Paşa'nın çıkmak üzere olduğunu hissetmiyor musunuz? Türk tarihinde tufanlardan önce mutlaka bir öncü deprem olmamış mıdır?
Ülkemizde; devlete sâdık millete ve teröristlere devletin varlığını ispat için olağan veya olağanüstü bir şeyler yapıp tedbîrler alarak vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamayı düşünmüyor musunuz? Daha fazla demokratik hak için yapılacak anarşik demokratik hareketlerden, milletin canı-malı zarar görürse yazık olur, tehlikeli olur! Millet çok tahrîk edildi! Milletin canı çok acıtıldı! Bu yangını söndürmek için bütün güçler seferber edilmeli. Yoksa çok hızlı yayılması muhtemel bu yangından, nasîbini almayan kalmaz!
Şeyh kıçı öpmekte ısrarcılığa benzeyen, "Haçlı dayatması açılım"da ısrar, Aziz Nesin tarifini kabullenmek değil midir?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 11, 2009

BU YOLUN SONU YOK!...

Yıllarca seslendik. Yanlış yoldasınız, yanlış yerlerin dolduruşuyla büyük yanlışlara itiliyorsunuz dedik. Siz artık işlerine yaramayınca, birden bire sap gibi ortada bırakılacaksınız dedik. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olacaksınız ve o zaman size el atacak komşularınızı da bulamayacaksınız dedik. Çok söyledik, az işitildi ve bizi ötekileştirmekle suçladılar!
Bin yıllık kardeşliğe itiraz etmediğimiz gibi, kardeşlikten daha önemli gördüğümüz komşuluk, arkadaşlık, yoldaşlık, ülküdaşlık, dostlukla besleyerek süsleyerek seslendik Kürtlerimize! Bin dört yüz yıldır aynı Kıble'ye döndüğümüzü, aynı Allah'a el açtığımızı, aynı âyetlerle ve dualarla ibâdete durduğumuzu, aynı camilerde, aynı saflarda omuz omuza birbirimizi tamamladığımızı haykırıp durduk.
21.yy.da Haçlı silahşörlüğüne, dünya jandarmalığına soyunmuş ABD'nin, dünyanın her yerindeki müslümanları düşman ilan ettiğini ve ulaşabildiği her yerde müslümanlara ettiği zûlümleri hatırlatarak müslüman Kürtlere dost olmasının mümkün olmadığını, bu iş birliği ve Haçlı taşeronluğu ile Kürtlerimizi çok zor durumlarda bırakacaklarını söyledik durduk. Dinlemediler!...
Kundak bebeklerini kurşunlayarak, köy basıp kadın, yaşlı, hasta demeden Kürtleri topluca katlederek, gençleri zorla götürerek, gencecik kızları zorla götürüp elden ele seks malzemesi olarak kullanarak Kürtçülük yaptığını söyleyen kan içicilerin, ilk zorlandıklarında Kürtleri terk ederek kaçacaklarını, canlarını kurtarmak aczine düşeceklerini söyleyip durduk. Duymazdan geldiler!...
Haklara özgürlük dediler. Eşitlik dediler. Daha fazla demokrasi dediler. İnsan hakları dediler. Kulağa hoş gelecek, duyanın ilgisini çekecek her şeyi söylediler ama farklı davrandılar!
Marksist olarak dağa çıkıp inancımızı, törelerimizi, ahlâkî değerlerimizi küçümseyerek, inkâr ederek örgütlendiler! Köy bastılar, yol kestiler, iş makinalarını yaktılar, köprüleri bombaladılar, okulları-sağlık ocaklarını yaktılar, hemşire öldürdüler, öğretmen öldürdüler, doktor öldürdüler, Kürt olduğunu bile bile yol işçilerini katlettiler, imam öldürdüler, müezzin öldürdüler, dağa götüremedikleri hayvanları öldürerek Kürtlere zarar verdiler. Tarlaları, çayırları yaktılar. Kundaktaki Kürt bebeğe kalaşnikoflarla sayısız mermi sıktılar ve bütün bunları, Kürtlere demokratik hak almak için yaptıklarını söylediler!...
Bu alçaklar, bu devlet-millet düşmanları, hainler bunları yaparken Devlet ne yaptı?
Onlar yaktılar, devlet yaptı. Onlar öldürdüler devlet yaraları sarmağa uğraştı. Okullara yasal yaptırımlarla aldı kızları. Okuyanı memur etti, bürokrat etti. Ticaret yapana vergi rekortmeni ödülleri verdi. Siyâset yapana vekillik, bakanlık, meclis başkanlığı, siyâsi parti genel başkanlığı, ordu komutanlığı, paşalık rütbeleri verdi.
Memleketin yer üstü-yer altı zenginliklerinden, sistemin ikbâllerinden, mevki-makamlarından hiç birini esirgemedi Kürtlerinden. İllegal olarak dağa çıkan veya zorla çıkarılan dört bin Kürdün karşısında durmak için gönüllü kırk bin Kürdün koruculuğundan şüphelenmedi. Silah verdi, mermi verdi, mühimmat verdi yetmezmiş gibi bir de maaş verdi.
Sayı saymak bilenler, bir kere olsun düşünse ve; "Dört bin mi yoksa kırk bin mi fazla?" diye bir saysa; Kürtten korkan, çekinen bir devletin ve sistemin kırk bin Kürde silah vermesi mümkün mü diye bir sorgulasa... Mecliste kaç tane Kürt millet vekili olduğunu merak etse ve bir kere olsun saysa... Türkiye'nin iş adamlarının kaç tanesinin Kürt olduğunu bir merak etse; sanat dünyasında, bürokraside hatta askerde silah altında kaç Kürdün olduğunu bir merak etse ve kendi kendine çocuğunun biri askerdeyken bir diğerinin teröristlerce zorla dağda tutuluşunu ve iki kardeşin bir gün mutlaka karşı karşıya getirileceğini düşünerek bu insanlık dışı zoraki kavganın kime zarar vereceğini bir sorgulasa...
İslâmiyete savaş açmış ve Irak'a yaptığı saldırıyı Haçlı Seferi olarak açıklayan ABD'nin, Müslüman Kürtler'e dostluğu mümkün müdür diye bir sorgulasa; kürtçülük maskesiyle, demokrat maskesiyle, yalan vaatlerle kapısına gelen siyâsetçileri tükürükle kovmaz mı?
Açılımını da, daha fazla demokratik hak taleplerini de, Kürde asla yaramayan-yaramasına izin verilmeyen insan haklarını da al, üstüne "Ananı da al!" ve yok ol demez mi?
Biz; birlikte yaşadık, birlikte yaşıyoruz ve neye mal olursa olsun birlikte yaşamaya devam edeceğiz. Millet olarak, sadece bunun bedeli neyse ödemeğe hazırız. Bu birlikteliğin devamı için gereken can bedelini ödedik, ödüyoruz ve kıyamete kadar da ödemeğe devam edeceğiz vesselam...
TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ANNEM SENSİN EY VATAN...

Tokat'taki hain pusuda ölümsüzleşen yedi kahramanın anısına...

ANNEM SENSİN EY VATAN...
Canımı sıktılar, kanım fışkırdı
Sol yanım ağrıya alıştı anne!
Tarihi açtılar şânım fışkırdı.
Evlâdıyla vatan buluştu anne,
Her ânım millete çalıştı anne...

Anam evde, annem sensin ey vatan
Hem vatan edenim, hem sende yatan
Kucağımda oturup sakalım tutan
Sakalım yolmağa alıştı anne,
Düşmanla hainler buluştu anne!...

Tarihi biz yaptık onlar yazdılar,
Barış için öldük, onlar bozdular,
İtler komşudan yal yeyip azdılar.
Bu seferki sanki ölüştü anne,
Köpekçe arkadan dalıştı anne!...

Sis vardı. Kahpeler gelmesin dedik
Vatandaş evinde ölmesin dedik
İsterse hiç kimse bilmesin dedik
Açılım, batağa dalıştı anne
Kahpe intikama çalıştı anne!...

Yedi kere Tekbîr çektim mermiye
Yedi tabut kaldı size hediye
Bu mermiler niye? Bu vuruş niye?
Açılımla halklar ayrıştı anne
At izi, it izine karıştı anne!...

Ayrışmadık, ayrılmadık bin yıldır
İçindeki hainleri sen kaldır
Başı koruyacak her iki koldur
Kanımıza itler üşüştü anne
Açılım, gaflete düşüştü anne!...

Açılımla gûya artık göz yaşı
Dinecek diyordu gafletin başı
Hainin mermisi, piçinin taşı
Yiğit sînemizde buluştu anne
Bu ne ilk ne de son soluştu anne!

Ananın dileği; "Vatan sağ olsun."
Şüheda kemiği dağlarca olsun,
Bayrak nazlı kalsın, yiğitler solsun.
Yiğitlik meydanda ölüştü anne
Bak millet acını bölüştü anne!...

Devlet kalmak için can vermek gerek,
Bu asîl millete şân vermek gerek,
Bayrağa renk diye kan vermek gerek.
Bu düşüş, cennete göçüştü anne
Melekler semâdan üşüştü anne!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 10, 2009

BİZ AYRILAMAYIZ...

Bizi ayıramazlar! Bu cennet vatanın havasını, suyunu, nîmetlerini paylaştık, paylaşıyoruz. Târih boyu değişen hânedan ve sistemlerin her imkânını birlikte yaşadık, yaşıyoruz.
Yüzlerce yıldır ahbâbız, arkadaşız, komşuyuz, dostuz. Öylesine kaynaşıp karışmışız ki kimin Türk, kimin Kürt olduğu şaka sohbetlerine konu olmasa merak bile edilmez...
Hayda, vayda, toyda yüzlerce yıldır birlikte ağlayıp birlikte güldük. Haçlı'ya karşı, dîn-vatan-millet düşmanlarına karşı birlikte göğüs gerip birlikte öldük. Türkmen gelinine, Kürdün kızına türküler, Merik'e berâber ağıtlar yaktık. Ayın on dördünü/Güzelin Kürdünü/Samimi ahbâbı/Düşmânın merdini, aynı yürekle sevdik.
Bâzen yaramaz çocuklarımızın isyânları da oldu! Bâzen; "Ferman padişahın dağlar bizimdir." diyerek dağları mesken de tuttuk zûlme birlikte baş kaldırarak.
Hırsızlarımızı, arsızlarımızı, uğursuzlarımızı aramızda erittik sessiz sedâsız. Bin yıllık geçmişimizde, Haçlı'nın "Türkiya" dediği toprakları, Haçlı'nın Türk dediği millet bütünlüğünü birlikte koruduk ölerek, öldürerek...
Defalarca; alınıp satılabilen kan içici vampirlerin, kan taşeronlarının organize edildiği ve bütün Kürtlerimize mal edilmek istenen ihânet oyunlarıyla karşılaştık. İhânet edenleri, alınıp satılabilen ucuz fahişe karakterli millet düşmanlarını birlikte itlâf ettik defalarca...
Haçlı; bitirdiğine kanaat getirdiği Türk Milleti'ne son darbeyi vurmak için Sevr'de Türk'le Kürt'ü ayrıştırmak için gayret gösterdi. Yedi Düvel'i geldiği gibi gönderen îmanlı millî birlik tavrıyla Kürt Münevverlerin, Kürde yüklenmek istenen azınlık târifine kafa tutuşunu, birlikte alkışladık. Atatürk'ün "Devletli Bağımsız Millet" karakteriyle başlattığı kutsal mücâdelede Diyap Ağa ile Demirci Efe'lerin yek-vücûd, destansı mücâdelelerini yaşadık.
Birlikte zamanı komaya soktuk! Cumhuriyetimizin onuncu yılında; "Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz." diye târihe şerh düştük Atatürk'çe.
Bizi ısrarla ayrıştırmak, birbirimize düşürmek isteyen Haçlı taşeronlarına; "Ne mutlu Türk'üm diyene." fomül şifresiyle karşı koyduk.
Ne mutlu Türk veya Kürt olana demedik, dedirtmedik. Kaynaşarak, karışarak, birleşerek kabullendiğimiz "Türk Milleti" târifini; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye dünyaya îlan ettik.
Kürtlerimize iftira, Kürtlerimizi tahkîr ve tahrîk ederek, Kürt bebelerimizi kundakta kurşunlayıp kürtçülük yaptıklarını söyleyen hayâsızlara, cânilere, bölücü ucuz fikir fahişelerine karşı, duruşumuzda bir gevşeme göstermedik.
PeKaKa'lı kuduz itler köylerimize, yaylalarımıza, insanlarımıza saldırdıklarında; defalarca Kürtlerimizi, Mehmetçiklerimizi katlettiklerinde bile komşumuz, ahbâbımız, arkadaşımız, dostumuz Kürdümüze asla endişeyle bakmadık. Gündüz siyâsallaşmış teröristleri tel'in edip taşlayıp, akşam Kürt komşumuzla birlikte çay içerek izledik haberleri.
Bu birlikten, meydâna gelen bu dirlikten rahatsız olan Haçlı ve onun kahpe taşeronları, basîretsiz siyâsilerimizi kullanarak; "Düğün değil, dernek değil" matıksızlığıyla, birden bire bir "Açılım Paketi"yle aramıza bomba gibi düştü!
Paketi kargoyla kucağında bulan siyâsimiz; şu anda okyanus ötesinde, paketi gönderenle bir arada! Türkiye'de açması yasak olan paketin içeriğini, paketin sahibinden sorduğu söyleniyor! Paketin izin verildiği kadar açılabilecek bir köşesinden içine neler ilâve edilebileceğini öğrendiği rivâyet ediliyor!
Tam da bu sırada Tokat'ta yedi Mehmetçiğimize kalleşçe, alçakça, kuduz köpekçe saldırılıyor!
Yetmiş beş milyonluk Türkiye'de; Muşlu, İstanbullu, Ordulu, Samsunlu millet avlâtlarına hep birlikte göz yaşı akıtılıyor. Biliyor ve görüyoruz ki Mehmetçiğe kurşun sıkan hain köpeklere lânet etmeyen Kürdümüz yok! Ve biliyor, inanıyoruz ki bu alçak taşeronları da aramızda eritip millî öfkemizle boğup yok edeceğiz.
Haçlı'nın lojistik desteği ile dağlarda eşkiyâlık edenlerin Kürtlerimizle bir alâkalarının olmadığını da biliyoruz. Biliyoruz ki onlar ne Kürttür, ne de Türk! Hatta biliyoruz ki onlar, insan bile değiller. Muş'lu Kürdüm, Ordu'lu Türk'üm, Türk Milleti başımız sağ olsun...
Biz ayrılamayız...
NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 08, 2009

SİZ TAŞ GÖRMEMİŞSİNİZ!

Başımız sağ olsun! Bütün açılımcıların, daha fazla demokrasi isteyen sahtekâr demokratların, hainlerin, kalleşlerin, bölücülerin inadına VATAN SAĞ OLSUN yedi kere, yetmiş kere, binlerce-on binlerce yedi kere...
Açılımın bütün bedellerini ödemeğe hazır Başbakan hadi, öde! Gerçekten ödeyeceksen hemen şimdi!...
Sen üç beş oyu bedel veya kazanç sayarken Türk Milleti devletin bekâsı ve bütünlüğü için nasıl bedel ödüyor görüyor musun?
Bebek katili alçağın, neden bir adaya koyulduğu şimdi anlaşıldı! Milletin bu öfkesine hangi duvar engel olabilirdi? Yedi şehîdinin kanı soğumadan, yaralı Gazilerin yaraları sarılmadan bu alçak bebek katilini milletin öfkesinden hangi cezaevi koruyabilirdi?
Hadi sözde kalmasın artık öde ne bedel ödeyeceksen!
Türk Milleti'nin kınalı kuzuları, mesâneden çürük raporu alıp dünyayı yerinden oynatan düğünlerle evlenmiyor! Milletin vatana-devlete kınalayarak kurban gönderdiği yiğitleri, ölümü öldürerek ölümsüzleşirlerken demokrasi atına insan hakları kırbacıyla deh diyen sahte demokratlar aldıkları her nefes haram edilerek lânetleniyorlar! Hâlâ kaldıysa utançtan erimeleri bekleniyor!
Sıkıyönetim denilen meşrû ve artık şart olan uygulamayı yapmadan, sıkıyönetimi uygulayacak Türk Silahlı Kuvvetlerine asimetrik saldırılara destek vererek Genel Kurmay Başkanına baş sağlığı dileyip milletle mi, orduyla mı, şehit aileleriyle mi dalga geçiyorsunuz?
Teröristler sokakları yangın yerine çevirdiler! Bu mu istikrâr?
Belediye otobüslerinde suçsuz günahsız gencecik kızlar diri diri yakılıyor! Bu mu âsâyiş?
Güvenlik güçlerinin can emniyeti yok! Bu mu otorite?
Sınırlar içinde kolluk güçlerine, jandarmaya, Mehmetçiğe pusu atılıyor, karakollara saldırılıyor, bazı illerde PeKaKa'nın sıkı yönetimi var! Bu mu huzûr? Neyin peşindesiniz? Neyi, kimi bekliyorsunuz?
"Güçlü Ordu"suna yetki vererek âsâyişi temin ettiremeyen "Güçlü Devlet" mi olurmuş?
Heeeey! Gâzi Meclis'te milletin vergilerini yüzleri kızarmadan yiyenler!
Heeeey! Muhteşem Türk Atatürk'ün makamında oturanlar!
Heeeey! 2.Cumhuriyetçiler, Yeni Osmanlıcılar, Eski Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler, ümmetçiler, dinciler, îmancılar, milliyetçiler, zilliyetçiler, solcular, yolcular; demokrasiyi araç kullanan demokratik kurnazlar duyun artık milleti!
Milletin canı çok yandı!
Milletin ağzından ateş çıkıyor! Öfke ateşiyle solunan bu nefesle hepiniz ama hepiniz yanacaksınız haberiniz ola!
Güçlü Devleti de, devletin Güçlü Ordusunu da kuran millettir! Millet elini üzerinizden çeker hele bir de yumruk eder ve tepenize indirirse yer yüzü size dar gelir!
Ölüm korkusuyla, olmadık korku haberleri sızdıran korkak katil için memleketi cehenneme çevirten ve çeviren nankörler; bu gün ölümsüzlüğe uğurladığımız şehitlerimizin her biri, ömürlerinin baharında 1.60 metrekarelik yere, kabre sığacaklar biliyor musunuz?
Onlara sonsuza kadar yetecek bu ölçü karşısında emrine bir adanın tahsîs edildiği alçak bir mahkûmun yerinden şikâyetini de, bu şikâyetleri ciddiye alıp hemen genel müdürü oraya gönderen erki de, sokakları yangın yerine çeviren alçakları ikna için bebek katilinin villasının resimlerini yayınlayan âcizleri de sabahtan akşamlara kadar halk kendi üslûbuyla iltifat(!)larla yâd ediyoruz biliyor musunuz?
Açılımcı, demokrat, siyasallaşmış teröristlerin tabanları, "İstifa edin dağa çıkın!" diyormuş! Alın size açılım! Al sana daha fazla demokrasi!
Ve gerçekten biraz Kasımpaşalılık kaldıysa öde artık bedeli ve istifa et! Huzûrunu da, istikrârını da, açılımını da, hortumcunu da, fenercini de, gemiciğini de, imam hatiplilerini de, açılımcı demokrat ortaklarını da al, git gideceğin yere!
Yoksa sokaklarda PKK'lı piçlere taş attıranlar ve seyredenler bilmeliler ki milletin atacağı taşlar, ebâbil kuşlarının gökten yağdırdığı taşlar gibi inecek tepelerine! İzmir'dekine taş mı diyorsunuz? Siz taş görmemişsiniz! Milletim başımız sağ olsun. VATAN SAĞ OLSUN...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 05, 2009

OLMAZ, BECEREMEZSİNİZ!...

Açılım maskesiyle demokratçılık oynayan sahtekârlar başaramazsınız! Aynada Aziz Nesin'in tarif ettiklerini görüp, her kesi kendileri gibi sananlar beceremezsiniz!
Bu memlekette defalarca ciddi aldatmalar yaşandı! İngiliz, Fransız, Haçlı taşeronları vatandaşlarımıza kalleş pusular attılar; soygunlar, tecâvüzler, cinâyetler yaptılar, sonra da yıllarca dünyaya Türkleri suçladılar!
Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni Lozan'da, Mondros'ta, Sevr'de suçlu gösterebilmek ve parçalamak için ne lâzımsa yaptılar!
Senaryoyu bu kere Kürtler üzerinden uygulamak için müthiş ihânetler sergileniyor!
Bütün dünya, özellikle Haçlı bilir ki Türk'ün öfkesine dayanılmaz. Haçlı, onlarca kere birleşerek saldırmasına rağmen dalgakıran misâli çarparak paramparça olduğu "îman dolu serhad"di çok iyi tanır! O îman dolu sînedeki yüreğin merhâmetini de tanıyor Haçlı; "Kükremiş sel gibi bendini yıkan" îmanını da... Esâretten kurtulup hürriyet aşkına esîr olan duygusallığını da tanıyor Haçlı; "Bedr'in arslanları ancak bu kadar şanlı idi" tarifindeki kahramanlığını da...
Ev danası öküz olmaz ya! Anlamayan/tanımayanlar; bizim Aziz Nesin târifindeki ucuz, 'Dolma Kalem' entellerimiz!
Kürt Açılımı, Daha Fazla Demokrasi ve Millî Birlik Projesi diye üç kere adı değiştirilen laçka bir planla, içi bomboş bir paketle Türk-Kürt çatışması hayaliyle ne lâzımsa yapılıyor!
Bir yanda demokrasiyi araç kullanan kurnazlar; diğer yanda terörizmi, anarşiyi araç kullanan sahtekârlar!
Bir yanda dîni, îmanı, mezhebi, tarikati ve cemaati araç kullanan, Allah ile aldatan îman tâcirleri; diğer yanda haksız paylaşımı, işkenceleri, ağa zulümlerini, şıh baskılarını araç kullanan şövenist-ırkçı Kürt pazarlamacıları!
Bir yanda devleti ve kadrolarını araç kullanan psikopatlar; diğer yanda araçlaştırılan devlet kurum ve kadrolarının uygulamalarını abartarak, insafsızca kullanan kaleşnikoflu, bombalı, mayınlı kan içiciler! İttifak halindeler! Her iki taraf ta anti demokrat!
Biri mer'î yasalara göre Laikliğe Karşı Odak Olmak'tan suçlu ve sâbıkalı; diğeri defalarca teröre-teröriste yardım ve yataklıktan sabıkalı iki suç ortağı; Türk'le Kürd'ü çatıştırabilmek için ne lâzımsa yapıyorlar ama ol-mu-yoooor!...
Binlerce yıl aynı coğrafyayı paylaşmış, yüzlerce yıl aynı Kıble'ye yönelmiş, yüzlerce yıl aynı camilerde aynı saflarda, aynı âyet ve dualarla Allah'a el açmış; iki Türk evinden birinde mutlaka Kürt gelinin olduğu, iki Kürt evinden birinde mutlaka Türk yeğenin bulunduğu kan-can karıştırmış, birleşmiş, tekleşmiş milleti ayrıştırmayı, çatıştırmayı başaramıyorlar!
Kürtlerin kahhar çoğunluğu kırk bin insanımızın katiline yapıldığı iddia edilen yalan bahânelerle ilgilenmiyor ve Türk'ün kahhar çoğunluğu devletin verdiği yetki ve ünvanlarla psikopatlaşan karakter fukarası işkencecileri tecrît ediyor!
Açılım adıyla milleti ayrıştırma plânı olduğu artık görülen bu senaryonun ortak figûranlarına, demokrasiyi araç kullanan bu cumhuriyet düşmanlarına; sokakları yangın yerine, dağlarımızı ve kırsalımızı savaş yerine çevirttiren bu ucuz taşeronlara denilse ki; "Çekilin kenara! Mâdem bütün mes'ele İmralı yaşam koşullarının düzeltilmesi, mâdemki olmadan huzûr olmayacak hayâllerden fazlasını yapalım! İmralı'daki cânîyi, katlettiği otuz bin Kürdümüz'ün ailelerine, kurşun sıktığı kundaktaki bebeklerin ana-babalarına; ellerinden yiyecekleri, hayvanları ve yetmemiş gibi oğulları-kızları zorla alınarak dağa götürülen ve Habur'da silah tehdîdiyle zılgıt attırılan Kürtlerimiz'e teslîm edelim! Olacakları da sadece seyredelim ne dersiniz?"
Böyle devlet yönetimi de olmaz, böyle acizleştirilmiş demokrasi de!
Ömür boyu hapse mahkûm bir caninin ceza evinden yönettiği örgüte teslim olmuş bir hükümet olabilir mi? Terörü siyasallaştırmış sahte demokrat DTP'lilerin tehdît olarak kullandıkları istifâyı, hükümet hiç düşündü mü? Veya huzûr ve istikrâr hayaliyle AKP'ye oy verenler; AKP'nin istifasını neden istemezler? Gerçek demokrasi bunu gerektirmez mi?
Kemirgenin kemirmesi, kediye veya tilkiye yem oluncaya kadardır vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 02, 2009

SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR...

Memleketteki bütün karmaşanın, huzursuzluğun, asayişsizliğin müsebbiplerini öğrendik sonunda şükr'olsun: Köşe Yazarları!...
Abdülhak Hamit; "Türk milleti söylemez, söylenir." demiş zamanında... Biz de fırsat buldukça millet adına, milletin söylendiklerini söylediğimizi tekrarladık durduk ve sonunda kabağı başımızda patlattık!
Ne demek olduğunu artık söyleyenin de bilmediği istikrârı, biz bozuyormuşuz! Biz; "... barış, millet ve devlet düşmanları"ymışız! Bizden kastım, Sn. Başbakan'ın tâbiri ile köşe yazarları! Sn. Başbakan; "Bunların yaptıkları tahrikten başka bir şey değildir. Bunlar barış, millet ve devlet düşmanlarıdır." diye teşhis buyurdular!
Haksız da sayılmaz! Sıfatlarıyla müsemma "12 Kötü Adam" hariç; demokrasiyi araç olarak kullandığını hiç saklamayan, demokrasi tramvayından gereken durakta inebileceğini saklamadan söyleyebilen, kendisi ve yandaşlarına çok yarayan istikrârı koruyabilmek için her kesin, her kesi dinleyebildiği huzûrlu Türkiye'nin huzûrunu, köşe yazarları bozuyorlarmış!
Siparişle yarım saatte yazılar yazdırdığı sözlerinden belli olan Başbakan'dan özellikle bir ricam olsun; başta kendileri olmak kaydıyla, bu fakîre siparişle bir yazdırmayı başarsınlar intihâr etmek için köprüye çıkmayacağım! Daha fazla demokrasi isteyen demokrat PKK'lıların molotof kokteylleriyle yakabilecekleri bir belediye otobüsüne bineceğim! Yoksa bütün köşe yazarlarını, etraflarında güvercin taklaları atan "Dolma Kalemler"den mi sandılar?
Ergenekoncular hapiste! Kafes'çiler kafeste! Muhalif her nefes telekulakça takipte! Asker konuşamaz! Yargı, yargılayamaz ve istikrara muhalif bir karar veremez! "Laikliğe Karşı Odak Olmak" suçundan verebildiği, hazineden verilen trilyonlardan birazını kesmek cezâsının bedelini, misliyle öderler! Her yer, her kurum kontrolde amaaa kontrol edilemeyen sadece bu köşe yazarları!
Daha fazla demokratik hak için şehirleri cehenneme çeviren, onlar! Güvenlik güçlerinin can emniyetini yok eden saldırgan demokratlar, onlar! Mahkûm önderlerinin talimatıyla dağdan inen, "Barış Elçileri" olduklarını söyleyen, resmî törenle karşılanan, elçi sıfatıyla isteklerini mobil mahkemelerde hakimler-savcılar vasıtasıyla duyuran, bir kaç gün sonra da PKK'nın kuruluş yıl dönümünde, devleti tehdît eden basın toplantısını yapanlar da onlar!
"One minute!" Sayın Başbakan!
Bağırıp bakanlarınızı korkutabilirsiniz! Milletin değil sizin vekillerinizi susturabilirsiniz! Ama bize bağırdıkça mukabil nârâmızı duyarsınız! Bizi ne kadar derin kuyuya atarsanız sesimiz gök kubbeye o kadar direk ve güçlü ulaşır!
Millet aç! Can ve mal güvenliği yok! Belediye otobüsleriyle karın tokluğuna çalıştıkları işlerine giderken özellikle hedef seçilip diri diri yakılıyorlar açılımcı demokratlarca!
Dişten tırnaktan, boğazdan artırılarak, borçla alınan arabalar da hak peşindeki açılımcı demokratların hedefleri ve bunları yazan, söyleyen, bu anti-istikrar köşe yazarları!
"12 Kötü Adam" hâriç; sağcı-solcu, milliyetçi-ulusalcı, ülkücü-devrimci, dindar-laik, Atatürkçü-Cumhuriyetçi köşe yazarları, el birliği ile emânetlere sahiplik, Atatürk gibi bir millî karaktere sadâkat düşüncesiyle; daha fazla demokrasi uğruna sokakları yangın yerine çeviren, Güney Doğu'da hâkimiyetlerini îlan eden, İzmir'de PKK'ya gösterilen tepkiye; "Sizde bizim oralara gelemezsiniz!" tehdîdiyle cevap veren, siyâsallaşmış demokrat açılımcılara köşelerinden karşı koyanlar, onlar!
Hiç biri de milyon dolarlarla transfer olmazlar! Hiç birine ABD'de mûkim cemaat liderinin televizyon kanalları tahsîs edilmez! Bu istikrar düşmanlarının hiç biri, yandaş televizyonlardaki önceden hazırlanmış açık oturum komedilerine davet edilmezler! Ama bütün bu ambargolara rağmen susmazlar, susturulamazlar!
Sayın Başbakan bilesiniz ki; bu köşe yazarlarının köşeleri kapatılsa bile, hapsedilseler bile huzûrsuzluk-asayişsizlik-anarşi yaratan istikrârınıza karşı çıkarlar! Millet söylendikçe, onlar söylerler!
Âlemlerin yaratıcısı ve tek hâkimi Allah(c.c.) bile, şeytâna kıyâmete kadar kulları saptırma izni vermişken sizin muhalefete tahammülsüzlüğünüzün adını Allah aşkına söyler misiniz?
-Hâşâ- Allah mısın be Demokrat Sultanım? Bu kadar mağrûr olma! Senden büyük Allah var...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 01, 2009

EDEP YÂ HÛ!...

Milyonlarca hacının Kâbe'de nefslerini, benlik şeytanlarını taşladıkları bu mukaddes günlerde; aynaya bakarak gördükleri şekli acemide resmedip internet ortamında kendilerinden olmayanları fitne çıkarmakla ithâm eden müfterî cühelâya seslenmek şart oldu!...
Kendini Türk hisseden, Müslüman Türklüğünün gereği kendini dünya nizamından sorumlu tutan mücâhîd gönüllü, Türk Birliği ideali Tûran'a inanan cesûr yürekli, ölümü öldürerek ölümsüzlüğe inanmış şehâdete hevesli, îmanlı Ülkücülere, Tûrancılara, Türk Milliyetçilerine selâm olsun...
"Dînime küfreden bâri müselmân olsa..." sözü, hiç bu kadar yakışmamıştı ortama! Aynadan resmedilen Haçlı kaynaklı bir görüntü içine millet sevdâlılarının, Turan Savaşçılarının adlarını gizleyerek, "şeytanca Cennet'ten rübâiler okuyan" ve bir şey yaptığını zanneden âcizlere cevâp şart oldu!
"Köşk'e imam hatiplinin çıkacağı günler yakındır." sözüyle yandaşlarına müjde, rakiplerine tehdîdin sahibi R.T.Erdoğan'a; seçtirilenler mazbatalarını almadan, yemîn etmeden yâni millet vekili ûnvanlarını kazanmadan, Meclis'i çalıştıracak sayıyı sağlayacağı müjdesini veren ve Abdullah Gül'e köşkü tepside ikrâm eden "Balgat Sâkini Nebâtatçı"ya taraftarlığı, yanlışa yandaşlık ederek Türk Milletini parçalamaya uğraşan taşeronlara desteği Dâvâ Adamlığı zanneden, tuttukları saftan dolayı ma'zûr gördüğümüz kişilerin, Türk Milliyetçilerini fitne ile ithâm edebilmelerini anlayabilene aşk olsun!...
Ne olduğunu bile bile, 'ağabey' sıfatlı "Türkeşsiz MHP" lilerce, yüreğimize yerleştirilen "kurtçuk" eliyle; onlarca yıllık, milyonlarca ikbâllerin, binlerce şehîdin semeresi, içten içe çürütülürken; Ülkücü olmadıkları, vatan-millet sevdâlısı olmadıkları için canları acımayan kurnaz yabancılar, ayrık otu kadar bile ömürleri olmayacak olan nebâtat, millet evlâtlarına edepsizce dil uzatıyorlar! Elbette canımızı sıkıyorlar! Sapı bizden olan, dalımızı-budağımızı budayan baltanın demirine itirazımız sağırlarca duyulmuyor, körlerce görülmüyor!
Yalancıya inanmamaktan doğal ne olabilir? Bir Hıristiyan ilâhiyatçının okuduğu Kur'an'dan hareketle, sözlerinin islâmîliğine inanmak, aptallık değilse cehâlet değil midir?
Abdestli ülkücülerle tokalaştığında ellerini defalarca yıkayıp kolonyalı mendille dezenfekte eden birinin Hasip Kaplan'la Gâzi Meclis'in rengini tamamlamadan önce, siyâsallaştırılan PKK'lılarla tokalaşıp on buçuk saat kıpırdamadan oturduğunu, yıkanmadığını görmezden gelen taraftarların; Ülkücülüğe, Turancılığa verdikleri zarârın farkında olabilmelerini beklemek, en hafif söylemle iyimserlik değil midir?
Edep Yâ Hû! Türk Milliyetçiliği adıyla getirildiğimiz, mecbûr edildiğimiz hali görün artık! Vatan parçalanıyor, devletin neresine el atsak elimizde kalıyor, erkek olan "Türk'üm." desin!
Sözün bir gönülden kopup bin gönülü hizâya soktuğunu veya bin gönülü târ u mâr ettiğini bilemeyenlerin sözden hicâb etmeleri gerekmez mi?
Sükûtumuz ikrâr mı zannediliyor yoksa? Eğer nebâtatçılar; "Merek yanar sıçanlara da kalmaz!" psikopatlığı ile uğraştaysalar bilmeliler ki yaktıkları ateşin yakıcı sıcaklığı önce onların yüzünü kızartacaktır! Çıkarılan, millî onuru inciten bu yangını söndürmek te gene Türk Milliyetçilerine düşecektir!...
Defalarca söyledik, bir daha tekrâr edelim: Kurdun kurtça, itin itçe davranması yaratılışı-fıtratı gereğidir. Bu yüzden kurt köpeklerinden endişeliyiz! Çünkü ne zaman kurtça, ne zaman itçe davranacağı bilinmez bu kırmaların! Ve biliriz ki en kurtçul kurt köpeği bile arkasında çoban yoksa kurttan korkar!
Bozkurtların net duruşlarıyla, kurt olmayanların ödlerini patlatacağı günlerin yakınlığını hissediyoruz. Allah(c.c.), hiç bir zaman ibreti ahrete bırakmaz. Ve yine Ol Yüce Âdil Allah(c.c.) aslanı kediye, kurdu kurt köpeğine alt ettirmez. Bir gün mutlaka yanlış hesap Bağdat'tan döner... Bozkurt vakarı ve sabrıyla o hesâp gününü beklediğimizi de bir daha söyleyelim!...
"Görelim Mevla'm n'eyler/N'eylerse güzel eyler..."
TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 30, 2009

SENARYO DA KAFES'TE, SENARİST TE!..

Kafesteki aslanı seyretmek için, kafeslere tıkılan aslanlardan intikam alabilmek, orasını burasını kaçakça çekiştirmek için sirklere para öderiz! Aslandan korkuyor muyuz, aslanı seviyor muyuz bilinmez!
Korkunçluğunu, heybetini, krallığını yok eder kafes aslanın! Kafes; aslanın aslanlığını, saygınlığını, sıfatlaşmış karakter tarifliğini bitirir! Bu yüzden de çocuklar sirke götürüldüğünde en fazla seyredilendir aslan... Kafeste aslanı olmayan sirk, eksiktir.
Avcılar hakkında pek müsbet tarif yoktur. "Ummaz avcı..." ama aslan avcılarına farklı bir saygı vardır! Aslan avcılarının diğer avcılardan bir farkı, övgüyü hak eden farklı özellikleri vardır...
Aslanlarla, aslanları kafese koyanlarla, kafeslerle ve aslan avcılarıyla muhatab edilmek isteniyoruz son günlerde hem de demokratik zorlamalarla!
Aslan, ormanda aslanca kükreyemezse; aslan kendi dünyasında aslanca yaşayamazsa, aslan bulunduğu yerde doğal bir sessizlik sağlayamazsa aslan mı olurmuş? Kafeslerde çocuklara; "Bak ciciii!" diye târif edilerek korkunun yok edilmesine vesîle edilen yeleliden aslan mı olurmuş?
Aslanı aslan avcısından çok büyük paralarla alarak kafeslere koyup sirk oyuncağı eden kurnazların şuur altlarında, aslan korkusundan intikam mı vardır diye hep düşünmüşümdür. Sıklıkla olmasa da terbiyecisini parçalayan aslanlar da iç güdüsel olarak intikam mı alırlar?
Sirkle, aslanla, kafesle, biletli çocuk seyircilerle ve kafesteki aslandan korkmayan korkak cesurlarla, aslan terbiyecileriyle ilgili olmadık senaryolar düşleyip, olmadık komplolar hazırlamağa çalışırken; birden bire aslan miyav dedi, minik fâre kükredi!...
"Bayramdan sonra ne Danıştay kalacak, ne Bülent Arınç!.."
Farenin bu aslanca kükremesinde; yeni safariler mi, yeni aslan sürek avları mı, aslan avcılarıyla pazarlıklar yapılarak hazırlanmış yeni kafesler mi işâret edildi anlayamadık!
Zâten anlaşılsın diye sarf edilmiş bir söze de benzemiyor! Sirk tellâlının; "Başlıyoooor! Acele edin başlıyooooor!" seslenmesinin, aslan kükremesi taklidiyle yapılmışı gibi bir şey!... Milletin "aslanım" diye sevdiği askerler "kafes" adı verilen senaryosu ezberlenmiş bir sürek avıyla kafeste!
Sıra, sanki son zamanlarda aslanlığın onlara kaldığı hukuk adamlarına geldi gibi! "Hazmede hazmede, hazmettire hazmettire" sürek avının baş aslan avcısının avlanma perdelerini seyrediyoruz!
Demokrasi ormanında, demokratik orman kanunlarıyla, demokrat maskeli demokrasiyi araç edinmiş gayr-ı demokratların, teknolojik tele-kulağı ekolojiye monte ederek, hazmettirerek çalışan bir demokrasi tramvayı vatmanının seferlerini seyrediyoruz!
Millet sirke sokulmuş; "Cambaza baaak!" fısıltılarıyla dikkatler yukarılara çekilirken usta cepçilerin cepleri boşaltmasından sonra "minik fare kükremeleri"yle kafese koyulmadan kafes aslanlıkları ilan edilmiş aslanlara bakıyoruz!
Ve hepimiz millet olarak o kadar demokratlaştık ki esâretin timsâli kafeslerle, demokratlık gösterileri yapan; demokrat maskeli, teknolojiden ve Haçlı Müttefik(!)ten lojistik destekli, îmanlı sürek avcılarına, kafese tıktıkları her aslandan sonra demokrasi havarileri diye alkış vuruyoruz!
Allah'a hamd olsun ki sanal âlemde gönlümüzü hoşnûd eden bir Polat Alemdar'ımız var! Devlet adına, devleti korumak adına, tek başına olmadık başarılara imza atarak başımıza geçirilen çuvalın intikamını almıştı şükr'olsun! Gladyo'dan da intikamımızı alacak!... Can Polatımız'ın bir gün de bu kafesçilerden alacağı intikamımızı bekleyeceğiz artık!
Hürriyetin mânâsını unutmuş, demokrasinin ne olduğunu algılayamamış, cumhuriyet nîmetlerini hazmedemediği için midesi bulanan obur halkların, milletliğe kast eden aslan avcılarına alkış vuranlara karşı, hamd olsun ki sanal bir Polatımız var!
Bakalım bayramdan sonra; "Bayramdan sonra ne Danıştay kalacak, ne Bülent Arınç!.." slogan kükremesinin kullanılışında, demokrat maskeli aslan avcımızın sanal rolü ne olacak?
İş senaristin mahâretine ve zekâsına kaldı!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 28, 2009

BU, SINIF YOKLAMASI DEĞİL!...

Ben; en hakir bir insanı, kardeş sayan bir rûhum,
Bende esîr yaratmayan bir Tanrı'ya îman var,
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar...
................
Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et!
................
Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir
Bu zavallı sürü için ne merhâmet, ne hukuk,
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!.. (M. Emin Yurdakul)

Türk Milleti;
Öncelikle Bayramın mübârek ola...
Hemen peşine; sana aşık, sana sevdâlı, mensûbun olmaktan onurlu, Allah(c.c.)'a Türk yaratıldığı için şükrünü ifâdede eksik kalan bu evlâdına, bana kulak ver! Beni dinle! Beni duy Allah'ını seversen Milletim!
Sese ses vermeyenin, imdâd isteyene yetmeyenin; sesine ses verecek, dâdına yetişecek kimse kalır mı? Bir adım gitmeyene, kim bir adım gelir?
"Millî çıkarı arkaya atıp ta tarafsız davranmaya kalkmak, gerçekte tarafsız olmak değil karşı tarafların yanında yer almak demektir. Aydınların bu türlü gafletlerini milletler çok acı şekilde çeker." diye dışlamış Nihal Atsız tarafsızlık adındaki korkaklığı...
Aydın geçinen bir tarafının, "Bir çift kadın memesine vatan satarım!" dediğinin; diğer tarafının Allah adıyla Allahsız taraflara destek verdiğinin, emrine televizyonlar tahsîs ettiğinin farkında olmayacak mısın?
Tarafsız diye duyarsız kalan korkakların, ihtiyâcı olduğunda yanında sâdece yalnızlığı kalmaz mı?
"El eli, el de döner yüzü..." ne düşündürür akl-ı selîme?
"Ey dipdiri meyyît, iki el bir baş içindir!" feryâdı, ne der duyanlara?
Bildiklerinizi Allah aşkına hatırlamağa çalışın: Doğum adım-adım, kadem-kadem; Ölüm de adım-adım, kadem-kadem değil mi? Ruh bedeni terk ederken vücût ayaklardan soğumaz mı?...
Hareketin en belirgin göstergesi yürümek, hızın târifi koşmak değil mi? Yarışlar koşarak yapılmaz mı? Bu yüzden bilenler ellerden önce ayakları bağlamaz mı? Ayaklarının bağlanıp ellerinin sıraya alındığının farkında olmayacak mısın? Ayağının prangalandığını, bileklerinin kelepçelendiğini fark ettiğinde bağıran, küfreden, aman dileyen dillerin etkisi ne olur, neye yarar?
Bu Bayram günlerinde Allah aşkına kendine gel ki bayramın kara gelmesin Türk Milleti!
Kerkük'ü, Karabağ'ı, Balkanlar'ı, Kıbrıs'ı, Türkmenistan'ı, kulakları patlatan feryâtlarına rağmen duymazdan gelirsen yarın senin atacağın savaş nâranı kim duyar?
Hadi Allah aşkına, tarih yapan kahraman ırkın ahfâdı!
Hadi Allah aşkına, Peygamber Âguşu'nu dolduran şühedânın evlâdı!
Allah aşkına davran artık! Gün, bu gün! An, bu an!...
Bu yoklama, sınıf yoklaması değil!
Artık millî istikbâlinin hedefe alındığı bu gayr-ı millî yoklamada; sese ses vermeyenin, imdâda gitmeyenin, inleyen mazlûmu duymayanın, el atsa yeteceği yere uzanmayanın, cesurca atılıp kahramanlaşmayanın, "Ölümü öldürerek" şehîtleşmeyenin varlığını kim, nasıl fark edecek?Varlıklarıyla yoklukları belli olmayan; renksizlerden, kimliksizlerden, kişiliksizlerden milyonlar olsa ne yazar? Bu milyonlardan ordu olsa neye yarar?
"Allah var, ne gam var?" demez misin sen? "Dost ararsan Allah yeter." demez misin sen?
Dağlar gibi yığdığın kemiklerine, seller gibi akıttığın kanına bak, düşün! Türk Milleti Kendine dön! Türk Budun, ökün!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 24, 2009

ÖĞRETMENİM'İ VERİN!...

"Dünyaya bin kere gelsem, bininde de öğretmen olmak isterim." derdim çocuklarıma! Çocuklarım derken; acısıyla-tatlısıyla, ölümüyle-doğumuyla, cenâzesiyle-düğünüyle akıp giden hayat içinde; her sene, son sınıflarını uğurladığım, birinci sınıflarını uğurladıklarımın yerine koymağa gayret ettiğim, her yeni gelenin her gideni mutlaka arattığı Öğrencilerimden bahsediyorum...
Dostlarım bir öğretmen olduğumu bilirler. Benim de günüm vardı! Günün siyâsilerine öfkelenip öğretmenliğimden vaz geçtiğim, çocuklarımdan sessiz sedâsız kaçarak terk ettiğim ve aczim şeklinde yorumlanmasın diye içime ağladığım gün; yapmacık ve öğretmenle alay edercesine "Netekim Paşa" dayatmasıyla kutlanan günümü de, gönlümde defnetmiştim!
Ama her Öğretmenler Günü'nde de mutlaka öğretmenlerimi ve öğretmenliğimi yâd ederdim. Bu sene; hem kendim, hem kuşağım, hem de bizden sonraki öğretmenlere, en fazla da kendime öfkelenerek Öğretmenler Günü'nde sustum! Firâr ettim kendime, içimdeki öğretmenliğime!
Susmam gerekti! Çünkü utandım öğretmenlerimden! Çünkü "Ustamın adı Hıdır/ Elimden gelen budur!" kaçamağı sâdece öğretmene uymazdı! Uymamalıydı!
İlköğretim 7.-8. Sınıfları için yazılmış bir Türkçe Ders Kitabında okuma parçası olarak kullanılan bir şiirimde:
"Duygu mîmarıyım ben:
Saygının kaynağı,
Kaygının yok oluş durağı,
Seven-sevmeyen gönüllerde
Benim dalgalandıran Bayrağı..." demiştim öğretmence!
Yine aynı şiirimde:
"Kalem tutamayan minicik eller
Anneden başka söz bilmeyen diller
Benimle büyür dünyalar kadar.
Benim emeğimdir bütün oluşlar.
Ben sevdiririm cumhuriyeti,
Atatürk'ün ölmesine izin vermeyen,
İlkelerinden ödün vermeyen benim
Ben; Öğretmenim..." diye öğretmenlenmiştim!
Hızımı alamamış, coşkuma, hissiyâtıma, hamâsetime dur dememiş ve:
"Toprağı vatanlaştıran
Dünle bu günü kavuşturan
Bu günü yârınlarla yarıştıran benim,
Ben; Öğretmenim!..." diye Türkçe-Öğretmence nâra atmıştım!...
Bu sene sustum! Utandım çünkü! Çünkü ne emânetlere sâhip çıkabilmiş ne de emânetlere sâhiplik edecek evsafta insan yetiştirebilmiştik!...
Eğer bu gün huzûrsuzsak, eğer bu gün Atatürk'ün, ilkelerinin, Cumhuriyet'in yargılanmasına-sorgulanmasına seyircilik yapıyorsak, millet gözümüzün önünde halklara ayrıştırılıyorsa; ilkini 24 Kasım 1981'de, 'Netekim Paşa' zorlamasıyla kutlama(!)ğa başladığımız, millî ülkücülerle/idealistlerle, millî kanaat önderleriyle, arabanın ön tekerlekleriyle, öğretmenle alay edilen 'Öğretmenler Günü'ne katılmakla, kutlama komedilerine figûranlıkla bu günlere hazırlandık, anlayamadık ve suçluyuz!...
Her mesleğin bir pîri olduğunu, öğretmenliğin pîrinin Allah(c.c.) olduğunu çünkü Öğretmenin malzemesinin insan olduğunu hem unuttuk, hem de unutturduk! Hızlandırılmış 40 günlerde; öğretmenlik formasyonu almayan kimselere çocuklarımızı emânet etmeğe başlayan sisteme yeterince kafa tutamadığımız, öğretmence direnemediğimiz için zâten öğretmenlik vasfımızı da kaybetmiş veya 'Netekim Paşa'nın silahlarına teslîm olmuştuk!
Böylesi suçluların nesine lazım özel gün?!
Cüzdanı değil vicdânı, sînesinin sol yanı sevgi dolu olmayanların, gözü-gönlü zengin ve tok olmayanların, idealist olmayan, millî heyecanları olmayanların ne alâkası var öğretmenlikle ve öğretmen olmayan-olamayanların neyine lâzım özel gün?...
Ya bana öğretmenimi verin, ya da beni öğretmenime ki başaramadığım için çeksin kulaklarımı acıtan ama incitmeyen, eğiten muhabbetiyle!....
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 20, 2009

EHVEN-İ ŞERR'E MECBÛRİYET!...

"Zırva tevil götürmez diye bir söz vardır. Çok mu ağır kaçtı?" O zaman; "Şeyini şey ettiğimim şeyi" diyerek her iki cümlenin sahibin üslûbuyla şeyi şeyleştirebiliriz!
AKP'nin ak-pak kişiliklerinden birinden, Bülent Arınç'tan bahsetmek istiyorum biraz. Neden mi? Kurucularından olduğu AK sıfatlı, değişken partiye rağmen, yıllardır değiştirmediği üslûbu hele Recep Tayyip Erdoğan'ın yasaklılığından dolayı Başbakan olamadığı AKP'nin ilk seçim zâferindeki, liderine sadâkatini vücut dili ve göz yaşlarıyla tevilsiz sergilediği günden beri, Arınç'a hep muhabbetle bakardım.
Meclis Başkanlığı'nı, partisinden ve bütün parti kurmaylarından bileğinin zoruyla aldığının yazıldığı günlerden beri ise mücâdeleciği ve hakkını aramaktaki ısrarcılığı ile biraz daha muhabbetim artmıştı.
Net duruşlu, inandığı gibi yaşayan veya yaşadıklarına inanan samîmi kişilere, fikren muhalif olunsa da saygı duyulur. Arınç'a hep bu târifle bakar ve hep bu tarifinden dolayı da saygılı, muhabbetli yaklaşırdım. Yaklaşırdım derken Arınç hakkında ilk defa yazacağım! Arınç'a saygım dolayısıyla, bulunduğu hatta lokomotiflerinden olduğu bilinen AKP'ye rağmen bir şey söylememiş, yazmamıştım!
Ta ki; Meclis Başkanlığı görevi bittikten sonra kısa bir süre dinlenmeğe alınıp yeniden aktif siyâsetin göbeğine çekilinceye, Başbakan Yardımcısı olarak Kabineye dâhil edilip MGK'ya katılanlardan oluncaya kadar, muhabbetim bakiydi!
Türkiye'de sistem gereği kamu kurum ve kuruluşlarının denetim ve kadrolarının tanzîmi, bakanlıklar arasında paylaştırılır. Bu paylaşım, iş başındaki hükümetin siyâseti ve programına göre yapılır.
Millî ahlâk ve kültürümüze katkısı veya zararı münakaşasız olan radyo ve televizyonların kontrolünden sorumlu RTÜK te, kabinede bir bakana bağlı. Yakın bir geçmişte Başkanlığını Zâhid Akman'ın yaptığı RTÜK; Devlet Bakanlığı'na yâni Bülent Arınç'a bağlı.
AKP ve liberal bütün partilerin siyâseten kıblesi olmuş AB'nin mahkemelerinin; "Asrın Dolandırıcılığı" adıyla yargılayıp suçlu îlan ettiği Zâhid Akman adı basına düşünce; karakterine ve kişiliğine çok ihtirâm gösterdiğim Bülent Arınç, basın yoluyla istifasını istemişti. Doğru bir istek, kişilikli bir tavırdı. Gerçi neden işten el çektirmedi, mesele sonuçlanıncaya kadar neden istifasını resmen almadı anlayamamıştım ama tavrında direnemeyişini hiç anlamamıştım! Kabinenin patronu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, anılan kişi hakkında; "Temiz bir kardeşimizdir." destek târifini yapınca; yıllarca karakteri ve net duruşundan dolayı üzerine toz kondurmamak için hakkında hiç yazmadığım Bülent Arıç; hayâl aynamda tuz-buz oldu! Dağıldı!
Kimseye açıklamadığım gizli muhabbet ve tarifimle başbaşa sustum yine bu konuda!
10 Kasım'da Devletin ve sistemin bânisinin ölüm yıl dönümünde; "açılım" adıyla piyâsaya sürülen parçalama programı üzerinde kopartılan fırtınanın toz dumanı içinde bile gözden kaçması mümkün olmayan işler oldu! Bu işleri yapanlardan biri de Arınç'tı!
Meclis Kürsüsünden yanlış olmayan bilgi ve cümlelerle, deneyimli siyâset ve diplomat üslûbuyla Onur Öymen, geçmişten ve Dersim İsyânı'ndan da örnek verdi! Art niyetlilerce kızıl kıyamet koparıldı!
Bu koparılan kıyâmette de Arınç'a odaklıyım! Bir yerel televizyonda; " Şimdi aslında bu konuda CHP içinde en azından sesini yükseltmesi, itiraz etmesi gereken pek çok milletvekili var... Kılıçdaroğlu 2 gün sonra küçük bazı şeyler söyledi. Ama baktı ki Baykal, Öymen'den yana, o da sesini kesti. Bu, CHP'nin içinde bulunduğu hâlet-i rûhiyeyi çok güzel anlatıyor.'' dedi...
Ben de; "Olmadı Bülent Arınç olmadı! Bâri bu sözü söyleyen sen olmayaydın! Gözümüzdeki, gönlümüzdeki net duruşlu Arınç'ı katletmeğe neden bu kadar heveslisin?" diye bu kere sesli olarak sormak zorunda kaldım!
Zâhid Akman konusunda, Başbakan'ın arkalaması üzerine; istifa isteğinden susarak vaz geçen, kendi istifâsı gibi bir erdemi hiç hatırlamayan ve bunu partisine sadâkat diye yorumlayan Arınç; partisini korumak adına söyleminde diplomatik bir manevra yapan Kılıçdaroğlu'na, bunları söylemek hakkına sahip değildir!
Demezler mi adama; sana helâl ve mubah olan Genel Başkana karşı susmak; Kılıçdaroğlu'na veya bir başkasına neden haram olsun?
İkinizin davranışı da yanlış ama artık dînimize küfredenin mutlaka Müslümân olmasını tercîh ediyoruz! Ehven-i şerr'den gayrı seçimimiz kalmadı gayrı!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN