Cuma, Ocak 30, 2009

DAVOS'TA, DİK DİPLOMASİ...

Bir kere de, yiğidi öldürmeden hakkını teslîm etsek olmaz mı?
Davos'taki davranışından dolayı Başbakan'a, bütün samimiyetimle; "Helâl Olsun Kasımpaşalı." diye seslenmiştim. Ummadığım yerlerden, ummadığım tepkiler aldım! Türkiye'nin AKP ile geçen 7 senesi, ve önümüzdeki yerel seçimlerde düşünülerek, ciddi ve haklı endişeler var. Benzer endişelerimi, "Helâl olsun" dediğim yazımda, ben de belitmiştim. "Bu geceye kadar söylediğim hiç bir sözümden dolayı, özür dilemeyeceğim! Ama Davos'taki bu, Türkçe duruşunu değiştirirlerse, değiştirttirirlerse, çok üzülürüm! Hatta kahrolurum! Otuz yıldır özlediğim, hayal ettiğim bir duruş sergiledi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Başbakanı..." demiştim. Dikkat buyurulursa tebrik ettiğim davranış, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın davranışıdır. Haçlı dünyasının, özellikle de ABD'nin şımarık teröristine; "Biz kabile şefi değiliz. Bizi başkalarıyla karıştırma!" diye dünyanın gözü önünde atılan fırça, alkışlanmaz mı?
En sevmediğimiz takımın futbolcusu, Millî Takım'da gol attığında sevinmez miyiz? Bozuk saatin bile günde iki kere zamanı doğru gösterdiğini bilmez miyiz? Zamanı, iki kere doğru gösterdi diye bozuk saatle devam edebileceğimiz düşünülebilir mi?
Sorularımı çoğaltabilirim. Verilecek cevapları da az-çok tahmin edebiliyorum. Davos'taki tavrı, tekrar alkışlarken endişelerimin devam ettiğini ve yanılmayı çok istediğimi belirtmek isterim.
Millîci olamayan entellerimizi, 1982 anayasasını savunan, 12 Eylül Kıyameti mağdurlarının kahraman(!) arkadaşlarını, aptallarımızı unuttuk mu zannediliyor? Yıllardır, kötünün iyisine mecbûr değil miyiz?
En milliyetçi partinin genel başkanı; 44 yıllık partisinin, 7 yıllık AKP'nin alternatifi olduğunu iddia etmiyor mu? Alternatif, benzer seçenek değil midir? Hem; 44 yıllık geçmişe rağmen, 7 yaşındaki AKP'ye alternatifliğe soyunup, hem de sadece muhalefet olsun diye, doğruya yanlış denilebilir mi? Denilse de akıllı ve samimi bir davranış mıdır?
Önümüzdeki yerel seçimlerle ilgili endişemi de belirttim "Helâl olsun." derken. Ana muhalefet ve -Başbakan'ın söylemiyle- "Yavru Muhalelefet"in tavrını merak ettiğimi, bütün milletin hoşuna giden bu davranışa; 'Diplomatça değil.' derlerse diye korkmuştum. Korktuğum başıma geldi! Muhalefetin ikisinden de benzer tenkitler yapıldı. Gerçi daha genel başkanlar konuşmadı ama her iki partinin diplomat millet vekillerinden; 'Diplomatik değil.' tenkîdi geldi!
Umarım, Genel Kurmay Başkanlığımız'dan, bu davranış tenkîd edilmez! Olursa; kimler, neler söylerler neler! Ve Cumhuriyet tarihinin en gaddar, en acımasız, en popülist partisini, bir daha "mazlûm" ederiz! Bu gaddarları, bu zalimleri, bu insafsızları, bir daha "mazlûm" tarifine sokarsak, Vallahi cenazeyi kaldırtacak imam bulamayız!
Şimdi; Obama'nın ne söyleyeceğini, AB'nin nasıl bir tavır alacağını; ABD ve AB'nin tavrından sonra İsrail'in nasıl davranacağını ve bizim ne karşılık vereceğimizi, beklemek lâzım. Karakolda doğru söyleyip, mahkemede şaşmak ta, acizleştirilen sistemimizin geliştirdiği bir davranıştır, unutmayalım. Aklın yolu birdir.
Son yüzyılda, korkunun adını da diplomasi koydular, hatırlayalım...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

HELÂL OLSUN KASIMPAŞALI...

Bir "Helâl olsun!" da benden!
Hem de bütün yüreğimle. Birilerinin, uşaklık alışkanlıklarıyla, batıyı takdirle, kapı kulluğu arasındaki farkın farkında olamayan, millî karakterden yoksun korkakların, neler söyleyebileceklerini tahmin etmeme rağmen; "Helâl olsun Kasımpaşalı." Hem de bütün millî duygularımla...
Demokrat, insan hakları savunucusu ve bizim beyinleri işgÂl ve tecâvüze uğramış en-tellek-tüellerimizin cennet diye inandırıldığı bir AB var! Bu AB, sudan ve yalan bahanelerle Irak'ı işgâl eden ve canlı yayında katliamlar seyrettiren Haçlı Silahşörü ABD'ye ses çıkarmadı! Bu AB; iki askerinin öldürüldüğü bahanesiyle, Güney Osetya'da 2000 kişiyi katleden Rusya'ya ses çıkaramadı! Yıllardır Filistin'de insanlık suçu işleyen ve son bir ayda da kimyasal ve en son teknik silahlarla Gazze'de soy kırım uygulayan organize terörist İsrail'e ses çıkarmadı! Balkanlar'daki, Dağlık Karabağ'daki Müslüman Türklere uygulanan kırımları görmezden geldi!
Yine bu AB; Haçlı'nın silahşörlüğüne ve dünya jandarmalığına soyunmuş ABD'nin, Afganistan'da yaptıklarını görmezden gelmekle kalmayıp alkışladı!
Otuz yıldır, başımıza musallat ettikleri PKK belâsına, silâh ve mühimmat desteklerini hiç esirgemediler! Ve her nasılsa, nasıl anlamak lazımsa, hep bizim müttefik(!)lerimiz olarak târif edildiler! Bizimle müttefiklerdi ama PKK'nın mühimmat ve parasını hep onlar sağladılar!
Ortadoğu'nun petrol rezevlerini, kontrol altında tutmak ve istedikleri gibi kullanabilmek için; parayla alınmış topraklarda İsrail diye bir devlet oluşmasını sağladılar! Müttefiklik dayatmasıyla da bu terörist devleti, ilk tanıyanlardan olmamızı sağladılar! Bu terörist devletin oluşmasına karşı çıkanları; komunistlikle, faşistlikle, ümmetçilikle, gericilikle velhasıl birbirine taban tabana zıt bütün sıfatlarla andılar ve hepsini suçlattılar!
Hep söylemişimdir; Recep Tayyip Erdoğan'ı kendi irâdesiyle başbaşa bıraksalar, dünyanın her yerinde Davos'ta yaptığını yapabilirdi. İrticâlen, içinden geldiği gibi davranarak gösterdiği bütün tepkilerini, danışmanları gayr-ı millî kafalı yakınları; ya tevil ettiler, ya da yalanladılar! Bizler de, ağız birliği ile "takıyyeci" dedik, çabuk dönen dedik! Dedik te dedik!...
Bu geceye kadar söylediğim hiç bir sözümden dolayı, özür dileyeceğim beklenmesin! Ama Davos'taki bu çok Türkçe duruşunu değiştirirlerse, değiştirttirirlerse, çok üzülürüm! Hatta kahrolurum! Otuz yıldır özlediğim, hayal ettiğim bir duruş sergiledi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Başbakanı...
Haçlı dünyasının, bilerek palazlandırdığı ve alkışlayarak şımarttığı İsrailin, terörist geçmişli Peres'ine, hak ettiği ve anladığı üslûpla attı fırçasını! Bu Türkçe fırça, öylesine etkili oldu ki, yarım saat sonra dünyayı dinlemeyen ve dünyaya rağmen istediği her şeyi yapan şımarık terörist, telefonla beş dakika özür diledi!
Dünyayı Türkçe Okuyan Yeniçağ Gazetemiz, gece internet sitesinden; "Helâl Olsun!" manşetini attı! İlk defa benden önce yapılandan rahatsız olmadım! Doğruyu kim yaparsa alkışlayacağımızı, yanlışı yapan babamız bile olsa karşı çıkacağımızı söylemiştik hep. Bu tavrımızdaki esnemezliğin keyfini yaşadım.
Şimdi muhalefetin tavrını merak ediyorum! Seçim zamanı muhalefet yapması gereken yer iktidarken, ana muhalefete saldırarak ne yaptığını anlamakta sıkıntı çektiğim, diğer muhalefet partisinin ne yapacağını merak ediyorum! İki muhalefet lideri, bir de; "Başbakan'ın Davos'ta yaptığı diplomatik değil." derlerse, yandı gülüm keten helva!
29 Mart'ta, AKP'ye ciddi bir sandık uyarısı bekliyordum. Rüzgâr da öyle esmeğe başlamıştı. Sadece muhalefet yapmak için yapılan doğruya karşı çıkılırsa, rüzgâr bir daha AKP -pardon- Tayyip yelkenlerini şişirmeye başlar... Demek ki; "Öfke bir hitâbet tarzıdır." özgüveni, boş değilmiş. Helâl olsun Başbakan! İmparatorluk devamı bir devletin Başbakanı'na, bu yakışırdı!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 29, 2009

TÜRK'ÜZ YILMAYACAĞIZ...

Yaklaşık iki yıldır, tamamlanamayan bir dosyamız var Hamdolsun! Bir fal kitabı da diyebiliriz isterseniz! Sabah, bilgisayarımı açıyorum. Sonra; tamamlanamayan dosyamı veya mahkemenin "Ergenekon" denilmesini yasakladığı iddianâme adındaki fal kitabımı açıyor ve her hangi bir sayfasını tıklıyorum! Kimi niyetlerseniz, kimi ararsanız var! Yeter ki; bölünmez devlete, cumhûriyete, Atatürk'e, Türklüğe, Ordu'ya muhabbetli olsun! Kimin eli, kimin cebinde; hangi milliyetçi, hangi dünya vatandaşıyla; hangi mafya, hangi devlet görevlisi ile; hangi siyâsi, hangi devlet ile alışverişte; hangi kahraman, hangi hainle; hangi komutan, hangi düşmanla, hangi itirafçı ile el ele iddiaları v.s.!... Ne hikmetse; sadece diyalogculardan, medeniyetler ittifakçılarından, 'F Tipi' adamlardan kimse yok!
Bu iddianâme adındaki, tele kulakçılarca derlenmiş, muzır külliyatla; ne yapılmak istendiğini ve bu yapılması istenenleri kimlerin yaptırmak istediğini anlayamadım! Bir gün biri, mutlaka anlayacaktır ve anlatıldığında biz de anlayacağız inşallah!
Çoğu yeri "biiiip"li, külliyat hakkında kanaatim: asla millî değil, Türk değil; solcu değil, sağcı değil; ülkücü değil, devrimci değil; ümmetçi değil, lâik değil! Yani kesinlikle bizden yana olmayan; işbirlikçiler eliyle servis edilen, yalan-yanlış bilgileri duyurmakla gazetecilik yaptığını zannedenler sâyesinde, milletin aklı karıştırılmak isteniyor! Epeyce de başarılılar! Milletlikten halklığa, halklıktan kabileye, kabileden aşirete, aşiretlikten sülaleye, sülalelikten aileye, ailelikten bireye doğru, bir çözülme düşünülmüş ve nerdeyse başarmışlar da!
İddianâme adıyla ve yayımcıları devletin savcıları olan "Muzır Külliyât"ı okudukça asıl plânın; milletin, ordusuna ve devletine güvenini sarsmak olduğunu gördüm! Millet devletine güvenmeyecek; devlet, kendisine güvenmeyen vatandaşa öfkelenecek! Kahramanlar hainleştirilecek, hain gay'ler Okyanus ötesinden devlet televizyonundan saatlerce, canlı bağlantıyla konuşturulacak; 'Devletin teminatı ordu' yerine; "Kendini koruyamayanın, kime ne hayrı olur?" şüphesi yerleştirilecek! Milletin devletine, devletin milletine bağlılığı zayıflatılacak! Artık, hür ve millî akılların seslenmesi gerek! Ki, bu hain ve yıllardır hazırlanan kahpe plânın tutmayacağı; bu milletin, asla hiç bir halkının ayrılmasına izin vermeyeceği bilinsin! Bilinsin ki senaristin aklı karışsın! Aklı karışsın ki koordinede kopukluk olsun! Koordinede kopukluk olsun ki, işbirlikçilerin ödleri patlasın! Türk Milleti, cesûrdur. Türk Milleti, îmanlıdır. Yüreğinde Allah korkusu taşıyanlar, başka korku bilmezler.
Heeey işbirlikçiler, kulak verin!
Bilirsiniz ki Türk Milleti, bütündür; sürüden ayrılanın kapılacağını bilir. Türk Milleti, bâkidir; binlerce yıldır, onlarca medeniyetin ve milletin, bitişini izleyerek yaşamıştır. Türk Milleti, sabit adreslidir. Geçen bin yılda Anadolu'daydı, önümüzdeki bin yılda da burada kalmak için ne lâzımsa yapacaktır. Türk Milleti, mutassıptır; kahramanlarını da, hainlerini de bilir ve unutmaz. Türk Milleti; binlerce yıldır devletli olmuş, günümüze devletli gelmiş ve devletliliğe devam edecek, devlet ile Türk Milleti'nin arasına muzır bir şeylerin sızmasına aslâ izin vermeyecektir.
Türk Milleti olarak; önce Allahımız'a, sonra Devletimiz'e, sonsuz güvenimiz var. Güvendiğimiz Devletimiz'in de bize güveninden eminiz. Devlet bizim, biz Türk Devletinin... Tarih, biziz. Devlet, biziz. Biz, Türk'üz. Dünya nizâmı bizden sorulur diye biliriz.
Türk'üz korkmayacağız. Yılmayacağız. Susmayacağız da...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 28, 2009

KİMSESİZLER KİMSESİ...

"Hiç kimse kimsesiz değil herkesin var bir kimsesi
Hiç kimsesiz kaldım medet Kimsesizler Kimsesi..." (Fatih Sultan Mehmet)
Her kes,; bazen, kendini kimsesiz ve yalnız hisseder. Bu duyguya, defalarca düşmüşüzdür. Kendini kimsesiz hisseden herkesin yaptığı gibi bizler de "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınırız... Bu duygu ve düşünceler; sıradan biri için, âvâmdan biri için, çok doğaldır. Ama yaşadığı çağda, herkese kimselik etmekle mükellef birinin, kendini kimsesiz hissetmesi ve "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınması, muhteşem bir kulluk gösterisidir!...
Peygamberimiz(s.a.v.)'den dualı ve övülmüş biri olacaksın, çağ açıp çağ kapatan olarak tarih olacaksın, bütün zamanların Fatih'i olarak nam salacak, efsâneleşeceksin ama bu arada da insan olduğunu, insanlığın en mükemmel rütbesi olan "kulluk" tarifinin farkında olduğunu da tarihe şerh düşeceksin! Bu târif ve tavırlarla elbette Fâtih olunacak, elbette Fâtih kalınacak! Bu teslîmiyetin, bu tevazûnun, bu îmanın sahibi Fâtih olmazsa ne olur?...
Devlet yöneticiliği oynayan parti genel başkanlarımız, Allah rızası için Koca Fatih'in tarifini, bilseler ne olur? Tevazûnun ve kulluk bilincinin bir insanı nasıl büyüttüğünü, nasıl Fâtih'leştirdiğini bir anlasalar! Ama tesadüfen, ama seçimle, ama atanarak bir yerlere, makamlara gelenler, ne olur bir defa bile olsa, yukarılara çıkıldıkça yalnızlığa mahkûm olacaklarını, kimsesiz kalacaklarını, "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınmaktan başka çârelerinin kalmayacağını Fatih'i inceleyerek bir görseler...
Demek ki kolay Fatih olunmuyor! Demek ki yüzlerce yıl Fatih olarak kolay kalınmıyor! En az ikiyüz yıllık planlar ve hayallerle donatılarak yetiştirilen Devlet Adamları'nın nasıl yetiştiğini, Devlet Adamlığının nasıl oluştuğunu, bir araştırsalar ne olur?...
En soldaki partinin de, en sağdaki partinin de, hatta bütün partilerin de tüzükleri ve söylemleri birbirinin nerdeyse aynı! Çünkü, ancak yasaların izin verdiği kadar parti olunabiliyor. Farklı söylemleri söylemek, yasalara karşı suç! Bu yüzden de bütün parti genel başkanları ve kanaat önderleri, fısıltıyla farklı konuşurlar! Çok garip bir gerçek ki, bu farklı konuşmalarıyla da milletten itibar görür veya itibar kaybederler.
Yine çok gariptir, farklı, yasak söylemleriyle milletten itibar görerek seçilenler; hem kendilerini görevlendiren milleti, hem de vaat ettikleri görevlerini, unuturlar! Milleti ve ettikleri yeminlerini unutarak pervasızca yolsuzluklar yapar, beyt-ül mâlı talan ederler! Çünkü seçilenlerin büyük bir kısmı; seçim süresince "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınırlarken; seçildikten sonra, dokunulmazlık zırhıyla tek kelimeyle insafsızlaşır, firâvunlaşırlar!...
Kazandıkları seçimi, sonu gelmez bir kazanım olarak görür, getirildikleri görevin de ilânihaye olduğunu zannederler! Bu bitmez büyüklük vehimleriyle de millete fütursuzca hakaretler ederler! Seçilinceye kadar kesinlikle millet vekilliğine taliptirler ama seçildikten sonra, genel başkanların vekilleri olurlar! Bu kimliksiz davranışları yüzünden de millet nazârında irtifâ kaybederler, siyâsete irtifâ kaybettirirler!
Önümüzdeki, seçim sath-ı mailinde bir daha "Kimsesizler Kimsesi"ne ve kimsesiz zannettikleri millete sığınacaklar! Bu sahtelerle mücâdele de bizlere kalacak, bizlere düşecek bir daha!... Hangi mevki ve makamda olursa olsunlar; "Yüksekten düşenin, canı çok yanar." mantığıyla, bütün devlet ricâlinin, kimsesizlere ve "Kimsesizler Kimsesi"ne sığınabilecek yüzlerinin olması lazım! Bilinir ki yukarılara çıkıldıkça yalnızlık artar!...
Yalaka ve yalamaların yozlaştırdığı hükmetme gücünü yanlış kullananlar, bulundukları yerden düşünce canları çok yanar! Kendilerini, yandaşlarının kimsesi zannederek bu durumlarını, millete zulmetmek için kullananların, Fatih'in yukarıdaki muhteşem dizelerini, günde en az on kere hatırlamaları gerek diye düşünürüm...
Fatih'lik elbette Allah(c.c.)'ın bir lûtfudur. Ama Fatih'in makamına, tesâdüfen de olsa gelmişlerin; Fatih'in Allah'a atfen kullandığı sıfatı, ABD Başkanı'na yakıştırması ise; onu "İnadına" seçenlerin, Allah tarafından cezalandırılması değilse nedir?. ..
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ocak 27, 2009

İPİMİZDEKİ YABANCI CAMBAZ!

Panayırlarda, cambazlar vardır. Seyirciler vardır. Panayırdaki alış-veriş yerlerinden alış-veriş yapmak için doluşan, cambazla alakasız kalabalık vardır. Bir de; "Cambaza bak! Cambaza gel!" diye bağırarak, reklam yapanlar olur. Ayrıca; kalabalığın içinde, cambazı seyredenler arasında; "Aaaa! Cambaza bak!" diye feryâd ederek korkularını saklamaya çalışanlar olur.
Yer yüzü cenneti Vatanımız'ı, panayır yerine çevirdiler. Panayırdaki kalabalık biz olsak, bizimkiler olsa, itiraz etmem! Cambazlar, bizim olsa gene itiraz etmem!
Bizim cirit alanlarımızda, cirit atlarımızla, yabancı jokeylerle hokey oynatıyorlar! Seyirciler arasına, "Cambaza geeeel!" reklâmıyla karışan biz; ne hokeyi, ne hokeyin kurallarını, ne de sonucun nasıl belli olacağını bilmeden; cirit sahalarımızda, kendi cirit atlarımızı izliyoruz! Sahamıza, atlarımıza yabancı jokeylerin, atlarımıza yaptırdıkları yabancı hareketlere ya alkış vuruyor, ya da küfrediyoruz!...
Bazen; "Cambaza geeel! Cambaza baaak!" diye çığırtkanlık yapanlar, seyircilerin gösteriye yabancılığını ve seyretmekten vaz geçeceğini hissedince; içimizden olan ama bizden olmayan birilerini bindiriyorlar âşinâ olduğumuz atlarımıza! İçimizden ama bizden olmayan biniciyi kabul etmeyen at, atıyor sırtından bu süvâri olmayan biniciyi! Yazık ki atın yabancılığını anlayarak sırtından attığı bu binicinin, yabancılığını anlamamakta biz ısrar ediyoruz! Bu bizden görünen yabancının; cirit alanımızı panayıra çevirenlerin emrinde birisi olduğunu anlamamakta ısrar ediyoruz!
Çünkü; bizim dilimizle konuşuyor bu yabancı!
Çünkü; bize, aynen bizim gibi küfrediyor! Önce yüzümüze karşı küfredip sonra çat-kapı birimizin sofrasına oturuyor! İnşallahlı, maşallahlı, hamdolsunlu müslüman ağızlarıyla; dine aykırı, adâlete yabancı işler yapıyor! Yapan yaptığının, yaptıran yapanın yaptığının farkında ama bizler "İnadına!" farkında olmamaya devam ediyoruz!
Efsûnlanmış gibiyiz! Ağzımız, dilimiz, ferâsetimiz bağlanmış gibi!
Yıllarca, hiç saklamadan demokrasiyi araç kullandığını söyleye söyleye, istedikleri yere getirdik biz bu yabancıyı! 400 yıl sınırlarımız içinde vatandaşlarımız olarak yaşamış din kardeşlerimize, akrabalarımıza Haçlı'nın desteği ile zûlmeden Yahudi ile anlaşmalar yapan, bu yabancı! Meydanlarda, televizyonlarda yapılanlara bizden fazla ağlayan, yapılanları bizden fazla bize şikâyet eden ama Meclis'te soran muhalefete; "Bekâra karı boşamak kolay!" diye fırça atan da bu yabancı!
Onlarca yıl, kendilerinden olmayan diğer bütün parti ve partilileri siyonizm yardakçılığı, Avrupa garsonluğu, Haçlı uşağı sıfatlarıyla suçlayarak ve demokrasiyi araç kullanarak iktidara geldikten sonra, ABD'nin solaryumla esmerleştirilmiş yeni Barak'ını Hüseyin'leştirerek; "Kimsesizlerin kimsesi ol." diye sıfatlandıran da bu yabancı.
Oysa; "Hiç kimse kimsesiz değil her kesin var bir kimsesi / Hiç kimsesiz kaldım medet Kimsesizler Kimsesi" diye bu sıfatı, Fatih Sultan Mehmet Allah için kullanmıştı! Fatih'in Allah'a atfettiği sıfatı, bu yabancının kime kullandığının da farkında olmamaya kararlıyız!
Panayır yerindeyiz velhâsıl. Meydan bizim, atlar bizim, kalabalık biziz ama jokey yabancı, oynanan oyun yabancı, "Cambaza geeel! Cambaza baaak!" diye çığırtkanlık yapan, bize benzeyen-bizden olmayanlar yabancı!...
Meydan bizim, ip bizim, cambazın elindeki sırık bizim, cambaz yabancı! Adam akrobat, biz zorla cambaz diyoruz vesselâm!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 26, 2009

BAHÇELİ DE, BAYKAL DA UZAKLAŞTIRILACAK!...

"Körler, topallar, sağırlar; birbirini ağırlar." tekerlemesini seyredeceğiz seçimlerde diyecektim ama aklım karıştı!
Zülfü Livaneli; Deniz Baykal hakkında, çok ağır ithamlarda bulundu. Recep Tayyip Erdoğan'ın; "En fazla iki ay dayanamaz ve kaçar." iddiası ile önünü Baykal'ın açtığını, bunu yaparken de hatalı olacağını söyleyenleri hiç dinlemediğini, hatta tasfiye ettiğini anlattı. Şimdi süren bir dâvada, daha doğrusu soruşturmada; Başbakan "Savcı", Ana Muhalefet olarak Baykal, "Avukat". Hukukta süren davanın sonucunu da, 29 Mart'ta yapılacak seçim hesaplaşmasının sonucunu da bekleyip göreceğiz...
Bir de Devlet Bahçeli'nin, demokrasiye katkı amacıyla, milleti kutuplaşmalardan korumak gayesiyle, Meclis'in rengini tamamlamak gayesiyle, Meclis çalışmalarının tıkanmasını engellemek gayesiyle; Gül'ün Köşk'e çıkarılmasında AKP'ye, çok net katkıları var. Önümüzdeki seçimlerde, bu ikilinin hesaplaşmasının da sonucunu göreceğiz...
Görmesine göreceğiz de; kendilerine bu kadar açık destek verdikleri artık saklanamayan Ana Muhalefet Lideri ve Erdoğan'ın tâbiri ile "Yavru Muhalefet Lideri" hakkında, AKP'nin seçim sonunda, uygulayacağını söylediği bir hazırlığı var. Bu hazırlıkla da, benim aklım karışıyor işte!...
AKP Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ, 29 Mart'taki yerel seçimler dolayısıyla, Yozgat'ta düzenlenen belediye başkan adayları tanıtım toplantısında; "Hem Bahçeli'yi hem de Baykal'ı partilerinden uzaklaştıracak bir demokratik mekanizmayı işleteceğiz." diyor. Haberi, Yandaş Medya'dan aynen kopyalayayım ki, onlara bir şey diyemeyenler bana celâllenmesinler! Haber aynen şu:
"Bekir Bozdağ, Yozgat Yimpaş Kültür Merkezi'nde düzenlenen belediye başkan adayları tanıtım toplantısında muhalefet liderlerine yüklendi. Bozdağ, seçimlerde yenilen liderlerin görevinden ayrılması gerektiğini vurgularken, CHP lideri Baykal'ın kaybettiği seçimlere dikkat çekti. Baykal'ın son beş seçimden de mağlubiyetle ayrıldığına işaret eden Bozdağ, "Baykal, dönüp de kendisine destek olan, oy verenlerden özür diledi mi? 'Ben sizi temsil edemedim, çekiliyorum, siz yeni birini bulun' dedi mi, demedi.'' diye konuştu. Bahçeli'nin de çekilmediğini belirten Bozdağ, yerel seçimin artık 'partilerin kendi içinde yapmayı başaramadıkları değişimleri, dönüşümleri yapma seçimi olacağını' savundu. Bozdağ, şöyle konuştu: "Bu seçim, milletin önünü tıkayanları tasfiye etme seçimidir. Hem Bahçeli'yi hem de Baykal'ı partilerinden uzaklaştıracak bir demokratik mekanizmayı AK Partililer işletecek.Türkiye'nin önünü, ufkunu her kesimde, her yerde yine siz, yine biz, hep beraber el ele açacağız. Yoksa bu yolların açılma şansı asla yok. Bu seçim, bunun bir miladı olacaktır,ben ona yürekten inanıyorum.'' ( 26.01.2009, Pzt.-Zaman)
Her halde; "Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık!" bu olsa gerek! Şimdi Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'nin; demokrasiye katkı adına kendilerine bu kadar destek veren muhalefet parti liderlerine yapmayı düşündüğü, bu hareketin adı; puştluk mu, akıllılık mı, kurnazlık mı, "Köprüden geçene kadar..." ilm-i siyâseti mi?
Ya bu, "Debileri Düşük DB"lerin hallerinin adı ne? Allah aşkına bilen var mı? Bu kadar açmazla; bu kadar çâresizliğin çâre diye dayatıldığı, seçim adında bir zûlüm olabilir mi?
Baykal'dan rahatsız olan CHP'liler, Bahçeli'den rahatsız MHP'liler; sevmedikleri bu genel başkanlardan kurtulmak ümidiyle, AKP'ye mi oy vermeliler? Yoksa "Tayyib'in inadına", yürekleri bir daha kan ağlayarak, küfrederek, sevmedikleri adamlara mı oy vermeliler? Buna ne kurnazlığı denir bilemem ama, ağzımda tükürmemek için sakladığım balgamım yüzünden, midem bulanıyor artık! Çünkü sakal da benim, bıyık ta...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

HEPİMİZ SEVAN'IZ, HEPİMİZ TÜRK'ÜZ...

Olay 1-) "Bölücüler, vatan hainleri, teröristler kadar değerimiz yok! Ben, bu onursuz insanlarla bir arada yaşamak istemiyorum." diyen bir ses. Yarım saat sonra da, önce abdest alıp sonra şakağına dayadığı beylik silahıyla kahpe ve kahpeliklere veda etmeden evinden, ölümsüzlüğe giden, Gazi Abdülkerim KIRCA Albay...
Olay 2-) Gerek gördükleri ile vedâlaşırken ölüme gittiğini kendisi bilen ama sevdiklerinden saklayan; sonra, son dini görevlerini yerine getirmek için Kadıköy'de bulunan Surp Takavor Ermeni Kililesi'ne gelen, duasından sonra belinden çıkardığı silâhını şakağına dayayarak ateşleyen, Türk Ermenisi Sevan İNCE... Sevgili Sevan'ın cebinden çıkan; tarihe millî bir mühür, kör gözlere parmak, sağır kulaklara çöp, mühürlü yüreklere hançer; "Hepimiz Hrant'ız! Hepimiz Ermeniyiz!" diye sokakları dolduran cühelâ ve işbirlikçilere bir tokat olan not: "Allahım sen bu millete akıl fikir ver. Kurban istiyorsan, al sana kurban! " diye yazmış ölüme koşarken Sevan İNCE...
Şimdi sıra bizde! Şimdi sıra, Türk Milleti'nde! "Hepimiz KIRCA'yız. Hepimiz SEVAN'ız. HEPİMİZ TÜRK'ÜZ." diye, sokaklara dökülmesekte penceremizden, balkonumuzdan komşumuza; iş yerinde arkadaşımıza, sokakta yanından geçtiğimiz her kese söylemek sırası bizde...
Birer gün arayla, aynı duygularla millî bütünlüğümüze saldırılardan rahatsız olarak; millete yapılan ihânetlerden ve hainlerin gördüğü itibârdan iğrenerek, ölerek ölümsüzleşmeyi beceren iki asîl Türk Evlâdı... Bu iki Türk Evlâdı'nın mesajı, sadece millete! Bu, iki dev yüreğin uyarısı, sadece Türk'e, sadece bize, millete!
Özürlü kardeşlerimize hakaret olacağı için özürlü değil sadece "hain" sıfatlı özürcülere, bir hatırlatmam daha olacak. Ama; "Hain! Sana söylüyorum Milletim, sen işit!" kastım! Sevan İNCE'nin bir mektûbu daha var. Muhatabı tarafından yeterince duyurulamamış bir mektup. O mektuptan da alıntılar yapacağım:
"Sayın Ahmet FİDAN; 4 Ermeni arkadaş, geçen akşam dernekten çıkmış, Galatasaray'da nargile keyfi yapıyorduk. Laf döndü dolaştı malum konuya geldi. Baktım, herkes aynı husustan dertli; Ermeni asıllı bir Türk ve Sade bir T.C. Vatandaşı olarak Dünya'ya ses nasıl duyurulur? ..... İyi de, biz bu işten sıkıldık. Bizim yerimize, bilir bilmez herkes konuşuyor. Bir tarafta "Ermenilere soykırım yapılmıştır" diyenler; diğer yanda "soykırım yoktur" diyenler. Şimdiki moda ise "tarihçilere bırakalım" diyenler. ..... Gerçeği, benden ve benim gibilerden başkası bilemez. Bizler, hadiseleri birinci ağızdan dinlemiş kişileriz. Bizler Türk Ermenileri'yiz. ..... Mesela, dedem, Erzincan'daki çiftliklerinden abisinin alınıp götürülüşünü ve onu kurtarmak için başçavuşa bir eşşek yükü altın fidye verdiğini anlatırdı. Ne abi dönmüş ne altınlar. Anneannem, köydeki Ermeni delikanlıların nasıl silahlandırılıp çeteci yapıldıklarını anlatırdı. Üniformalarını yabancı lisan konuşanlar getirmiş. Büyükbabam, Kayseri'de tüm sülalesini kurtarmak için çırpınan Osmanlı Yüzbaşı'sı Sinan'ı ağlayarak anlatırdı. Sayesinde o sülaleden kimsenin kılına zarar gelmemiş. Bizler, katliam hikayeleri dinlediğimiz gibi, bir Ermeni arkadaşı tehcire giderken askerin önüne yatan Türk'lerin; veya, yurtlarına geri döndüklerinde onlara tekrar kucak açan Türk komşuların hikayeleri ile de büyüdük. Onun için "bize sorulsun" diyorum. Kimse bizden daha objektif olamaz. ..... Sözün kısası budur. Konuşmak gerekirse biz konuşur olayların uzun hikayesini anlatırız. Bu konuda bizlerden daha iyi tarihçi de olmaz. Fransızlara gelince. Onlara da küflü peynir yemek düşer. Kalın sağlıcakla...Sevan İnce İstanbul, 6 Ekim 2006"
Son söz; Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran ve bekası uğruna gözleri kapalı ölebilen halka Türk denir. Aksi iddia ettirilenlere de b.. yemek düşer... İlla özür gerekiyorsa; millet olarak Kahraman KIRCA'dan, Sevgili SEVAN'dan ve ailelerinden milyonlarca özür...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 23, 2009

ÖLDÜRÜRKEN ÖLDÜLER!...

Sayısız Kahraman'ı gönderdik ölümsüzlüğe, ÖLDÜLER!
Ölümleriyle bir yerlere yükselttikleri çukur kişilikli fâniler, bu ölümsüzlere, GÜLDÜLER!
Her ölümsüzü, gönderdiğimde de Türk gönlümün, "hey heyleri" GELDİLER!
Korkakça, şerefsizce, namussuzca yaşamayı becerenler,YÜKSELDİLER!
Renksizlik, tarafsızlık, kimliksizlik, "bana değmeyen yılan, bin yaşasın!" diye öğretilen, kurnazlık maskeli kahpelik, demokrat(!)lık adını aldı! Yiğitler, GÜCENDİLER!
Meydanlarda, televizyonlarda İsrail aleyhtarı nutuklar atıldı. Kapalı kapılar ardında ikili dev anlaşmalar imzalandı. Muhalefete; "Bekâra karı boşamak kolay!" fırçaları atıldı. Diğer BOP Eş Başkanı Ürdün Emiri ziyâret edildi, ateş kes/il/sin diye! Bu ziyâretler yapılırken Filistin'de kucağındaki oyuncak bebeğini korumaya çalışan kız çocukları, kimyâsal silahlarla yakılarak ÖLDÜLER!
Türbanlı, tesettürlü tâzeler, göbek atarak, Filistin'de katledilen mazlûmlara, yardım toplamak için EĞLENDİLER!
"El elin ölüsüne gülerek ağlar." kimliksizliği ile oynayarak ağlanırken, Filistin'de mazlûmlar, ÖLDÜRÜLDÜLER!
Bizim akıllılarımız; bu insanlık dramıyla, bu insanlığın yüz karası uygulamayla, iç siyâsetimizin müthiş gündemi ekonomik krizi örtmeyi, BECERDİLER!
"Ümrâniye Bombaları" diye başlayıp, "Devlet Yanlısı Çete"ye dönüştürülen, sonra dalga-dalga "Ergenekon"laştırılan bir dosyalar gulgulesi ile en vaz geçilmez argümanımız türbanı bile ÖRTTÜLER!
Kahpelere insan hakları tanınarak, PKK'nın siyâsal uzantılarına Meclis'ten; itirafçılarına "sivil memur"luktan maaşlar ödenirken, Kahramanlarımızı unutulmaya mahkûm ettiler ve kahramanların kahraman arkadaşları, bu eyyamcılıklar/ın/dan utandılar, ölmeden ÖLDÜLER!
Hainler sevindiler, GÜLDÜLER!
Okyanus ötesinde, lazerle rengini koyulaştırdıkları Hüseyin göbek adlı Barak'ı başkan seçen emperyalistler, hainlerin güleceklerini BİLDİLER!
Çünkü yıllar öncesinden bizim millî, "Kırmızı Çizgilerimiz"i SİLDİLER!
Kırmızı Çizgilerimiz'i silenler; çocuklarımızın ders kitaplarına, akıllarındaki, B.O.Projesi sonundaki sınırları belirten haritalarla, 'yaygın basın' adındaki müstemleke basınıyla, her eve GİRDİLER!
"Tayyîban Cumhuriyeti"nin telekulakçılarıyla yetinmediler, dünyanın en gelişmiş teknolojilerini kullanarak, kimlerin yatak odalarında neler yaptıklarını izlediler. Özel hayat masumiyetini ihlâl ettiler! Ucuz kahpe fıtratlı PKK itirafçılarının sözleriyle, kahramanlara saldırdılar-saldırttılar. Gazeteleri tehdîtle istedikleri şekle sokup, sözlerini dinlemeyen Türkçe Sesli ART Televizyonuna "göz altı" uygulattılar! Türkçe duruşu GÖRDÜLER!...
"Deniz Feneri Dosyası" gelmedi, getirilemedi! "Devlet yanlısı Çete" soruştırmasını yürüten savcılar hakkındaki şikâyetler, Adâlet bakanı korumasıyla geri döndü! Devlet Televizyonundan bir gay'in saatler süren uydulu yayınından dolayı, TRT Genel Müdürü hakkındaki şikâyet, Başbakan korumasına çarptı! Duyanlar da, görenler de, izleyenler de GÜLDÜLER!...
Bütün bu olumsuzluklarda; "izindeyiz" diye tatile çıkanlardan hayır gelmeyeceğini görenler; "İZİNDEYİZ ATAM" diye naraladılar! Narayı atanlar da, naraya muhatap olanlar da; önümüzdeki yerel seçim sandıklarında başlarına gelecekleri, GÖRDÜLER!...
Artık dost-düşman her kes, Türk'ün öldürülerek bitirilemeyeceğini aksine öldürüldükçe çoğaldığını gördüler, ÜRKTÜLER!
Çünkü karşılarında duranlar artık, tek kelimeyle vatan sahibi, devlet kuran TÜRK'TÜLER!...
Kahramanlar, kahramanca bir kere; korkaklar aldıkları her nefeste, -gûya öldürürken- ÖLDÜLER!..
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"TAYYÎBAN CUMHÛRİYETİ"

Korkunun tek korkusu, sevgiyi tarifi deneyeceğim!
Zorlanan, zorla zerk edilen, korku aşısından; her insanın, doğduğu anda anasından alarak getirdiği sevgiye geçmeyi deneyeceğim.
Sevginin beklentisinden, sevginin bedelinden bahsetmeğe çalışacağım. Her sevginin, her aşkın bir beklentisi vardır. Beşerî aşkın karşılığı olur. Sevilenin, aşık olunanın, eşliği-evdeşliği hayâl edilir. Her hangi bir mala, maddeye, pahalı bir şeye de sevgi duyulabilir. Bu sevginin beklentisi de, sahip olmak, "Bu benim." diyebilmek hayâlidir. Sevgiyi, alış-veriş mantığı üzerine inşa etmiş, îmanlı(!) şuur altlarında, ilâhî aşkın da bir beklentisi olur. Bu beklenti, sonsuz hayattaki cennettir.
Sadece bir sevgi vardır ki karşılıksızdır, beklentisizdir! Sadece bedel ödenir bu sevgiyi belli etmek için. Uğruna çile çekildikçe, uğrunda ölündükçe bilinir ve belli olur bu sevgi! Bu, Vatan Sevgisi'dir! "Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır." formülüyle belirlenir bu sevgi. Vatanı seven, vatan uğruna ölmek zorundadır. Uğrunda ölmeden vatan sevilmez, uğrunda ölünmeden vatan sevgisi belli olmaz.
İftihâr ederim ki; bu sevgiye sahip, bu sevgiyi bütün dünyaya, bu şekilde kabul ettiren tek milletiz. Türk Millet'inden başka vatan uğruna ölecek kadar sevdâlı ikinci bir millet yoktur, olmayacaktır.
Vatansızlığı, sınırsızlığı; globalleşme adıyla, Büyük Ortadoğu Projesi gibi, Haçlı Birliği gibi, Medeniyetler Arası İttifak, Dinler Arası Diyalog gibi alt başlıklarla; dünya vatandaşlığı gibi kimliksizliği, demokrasi maskesiyle zorla dünyaya dayatan emperyalizm karşısında, direnen tek güçtür, "Türk'ün Vatan Sevgisi"...
İşbirlikçi işgalciliğin cesâretiyle, suçlu şirretliğiyle, hırsızın malını koruma radikalizmiyle milletimize bir saldırı başlamıştır. Baskı uygulanmaktadır. Yanlıştır! Millî olamayan şahıslar, millî olmayan davranışlarla, millî duygulara saldırıyorlar! Yanlış yapıyorlar! Türk Milleti'nin, toprağı vatanlaştırmak, vatanlaştırdığını korumak, bağımsızlığı devam ettirmek için, tek bedel olan canını vermesi gereğini, hatırlatıyorlar! Uyuyan devi, -zorla- uyandırıyorlar! Oysa biliyorlar ki, bilmeliler ki; can verilirken, canlar alınır misliyle!...
"Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen topluluklar millet olamazlar." diye yırtınır dururum. Selâm olsun, ölenlere! Selâm olsun, "ölümü öldürenler"e! Selâm olsun; "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle" tarifini yaşatan, Abdülkerim KIRCA'lara...
Kahramanlardan vaz geçersek, kahramanların hakkını inkâr edersek; bu günün kahramanının on sene sonra yargılanmasına seyirci kalacaksak, on yıl öncenin kahramanlarının şimdi yargılanmasına sadece seyircilik yapacaksak, Türklüğümüzü sorgulayın! Türklüğümüzü yargılayın -ki târih- bu günleri, kendi üslûbunca yargılayacaktır zâten!...
Bu baskı karşısında; tarihe, tarihime, Türklüğüme güvenerek, Türkçe baş kaldırıyorum! Atatürkçe bir daha; "Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır." diyorum. Teferruatla geçirilecek zamana kayıp gözüyle bakıyor ve bir daha Türk kimliğimle; "Haydi yiğit haydi yeni akına" diye ülkücüleşiyorum.
Oktay Vural'ın müthiş adlandırmasıyla; "Tayyiban Cumhûriyeti"nin oluşturulmasına, her türlü bedele rağmen karşı koyulacağının, bilinmesi lâzım. Uğrunda ölmeğe hazır, sayısız insan her zaman olmuştur ve vardır. Çünkü bu millet Türk; bu toprak, Türk'ün Vatanı'dır...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 22, 2009

"KORKU TÜNELİ"NE, GÖNÜLLÜLER...

"Ahvâlimi doğru yazmadı diye,
Şikâyeti kalemimden gönlümün!"
(M.A.)
Akşamdan sabaha, sabhatan akşama değişen, değiştirilen bir gündem kirliliğindeyiz! Demokrasiyi araç olarak kullanıp iktidar ve Köşk amaçlarına ulaşanların hesâbı bitmemiş demek! Şimdi de hukuku, amaçladıkları düzeni getirebilmek için araç olarak kullanmaya başladılar!
Bir insan, niye göz altına alındığını bilmezse; bir televizyonda suç aleti olarak ne arandığı kamu oyuna bildirilmezse; uygulanan hukuk mudur? Yoksa hukukun amaca uydurulması mıdır?
Bunu yazmayan, buna itiraz etmeyen kalemimi kırmam mı ben?
Demokrat cambazlığı ile, demokrasi malzemeli "korku tünelleri" oluşturmaya başladılar. Korku tünellerine, zorla soktukları korkakların "tellallıkları" sâyesinde de her kesi korkutacaklarına, sindireceklerine inandılar! Pervâsızlaştılar iyice!
Bilinir ki; suçlu, saldırgan olur! Suçlu; yerinin ve konumunun sağladığı bütün imkânları şirretçe kullanmaktan çekinmez. Suçlunun yasalara karşı saygısı da, ancak kendisine yaradığı kadardır!
Yine bilinir ki; hırsızın serveti çok kıymetlidir! O serveti yapıncaya kadar sayısız kere yasaları, kolluk güçlerini, hakimleri, savcıları atlatmıştır. Serveti, müthiş bir gayr-ı meşrû emeğin karşılığıdır ve kaybetmekten ödü kopar! Deniz Feneri ışığında aşırılan, götürülen serveti saklamak, muhafaza etmek, kazanmaktan daha zor bir hâl aldı! Bir millet vekilliği döneminde oğluna 600 dairecik kazanmak zordu elbette ama şimdi o serveti muhafaza etmek çok daha zor! Askere gidemeyecek kadar çürük oğula gemicik almak ta kolay iş değil elbet! Ama kamu vicdânına batan sivri uçları köreltmek, -hem de bir seçim öncesi- çok daha zor!
Çâre; demokrat cambazlığıyla, demokrasi ve hukuk malzemeli korku tünelleri oluşturmak!... 'Ümrâniye Bombaları' diye başlayan bir olay; "Devlet Yanlısı Çete" olarak açıklandı. Sonra dalga dalga "Ergenekon"laştırıldı! Ve ardı arkası kesilmeyen, hukukun malzeme olarak kullanıldığı, kontrollü korku dalgaları oluşturulmaya başlandı!
Bu sûni, gayr-ı hukuki dalgaları oluşturanlar, Türk Milleti'ni kesinlikle tanımadıklarını da gösterdiler! Bu milleti tanısalardı; luna parklarda, korku tünellerine gönüllü olarak giren, korkularını yenmeğe kararlı, cesûr çocukların olduğunu hatırlarlardı. Bilirlerdi ki oluşturdukları korku tünellerine girmeye gönüllü, sayısız Türk evlâdı vardır!
Hiç unutmamalılar ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, öldürülmüş "Hasta Adam" sıfatlı bir imparatorluğun molozlarından inşa eden Muhteşem Türk Atatürk'e de; işgâl güçlerinin kontrolündeki yönetim tarafından, şeyh-ül islâm fetvâlarıyla "Çeteci-Şâki" denilmişti! Oysa, işgâlcilere hoş görünmek için "çeteci" dedikleri Muhteşem Türk; milleti teşkilâtlandırmış, hiç bir şeyi olmayan ama îman silahıyla mücehhez milletiyle bir olarak Cumhûriyeti kurmuştu!
Yönetimi, cumhûra teslîm etmişti. Şimdi bir daha yönetimi, cumhûrdan kendilerine almak isteyen bir güçle karşı karşıyayız!
Gücü elinde tuttuğunu zanneden iş birlikçilere, BOP Eş Başkanı ve yandaşlarına karşı, bir daha îman silahımızla karşı durmak zorundayız! Emânete sahip çıkmak, ancak bu yolla olur. Kendilerine muhalif her kesi, çetecilikle ithâm edenlere karşı, mutlaka onların anladığı şekilde birleşerek cevap vermek gerek! Bu bir araya gelmek, en hukûki hakkımızdır. Hukuk ile milleti sindirerek hukuksuzluk yapmak; yarın çok ciddi şekilde hukûka hesap vermeyi gerektirecektir. O günler de uzak değil, görünüyor artık...
Korku tünellerine girmeğe gönüllü, hazır, sayısız Türk evlâdının, artık tarifsiz gerildiğini hatırlatmakta yarar var! Araçlaştırılan hukuka, yakında onların da ihtiyacının olacağınıda...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"ÖLÜMÜ ÖLDÜREN ÖLÜM..."

Büyüklü, küçüklü; ûlemâsıyla, ümerâsıyla; münevveri, avâmıyla; Büyük Milletim'e;
Lise dönemimizde, biyoloji öğretmenlerimiz, derste deneyler yaparlardı. Mesela; bir güvercinin beynini çıkartıp, ölmediğini ama hayatî hiç bir gayret gösteremediğini, deneyle gösterirlerdi.
Beyni alınmış, denekler gibiyiz farkında mısınız?!...
"Abdala âyan olur." muş!... Yıllardır; "Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen toplumlar millet olamazlar." diye iddia ederim. Kahramanlarımızı koyunlaştırma sürecini; hayretle, feryâd ederek, itirâz ederek yaşayıp günümüze geldik!
Bir Yiğidimiz, bir Kahramanımız; "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle" târifini, bütün millete hatırlatmak için öldü farkında mısınız? Askerliğinde; Kıbrıs'ta rumlara ajanlığı tesbît edilmiş, öz kızını bir daire karşılığında satabilecek kadar namustan fukara, itirafçılığa sığınacak, arkadaşlarını satabilecek kadar kahpe, itirafçılıkla affedildikten sonra şerefli insanlar arasında rahatsız olarak yeniden dağa çıkacak kadar vahşî, sonra Haçlı'ya sığınarak canını Avrupa'ya satacak kadar ucuz, korkak ve İmralı mahkûmu'nun amcası oğlu olduğu bilinen bir kahpenin beyanlarını; bokundan kişmiş bulmuşça servis eden, en az itirafçı kadar kahpe fıtratlı, demokrat müsveddelerinin davranışlarına, ölerek kafa tuttu Abdülkerim KIRCA Albay!...
"Ölümü öldüren bir ölüşle" emeklerini ve kahramanlıklarını milletin vicdânına emânet ve havâle ederek ölümsüzlüğe koştu!
Bu, "ölümü öldüren ölüm" ün farkında olamayan hiç kimseye; bu vatanın, bu devletin, bu cumhuriyetin hiç bir şeyi ve kahramanların, şühedânın emekleri helâl olmaz biliyor musunuz?
Kahpeliğin adı kahpelik, korkaklığın adı korkaklık, ihânetin adı da ihânettir ne maske takılırsa takılsın! Erkeğin kahpesinden, kahpeler bile iğrenirler biliyor musunuz?
Avukatıyla yaptığı son telefon görüşmesinde; "Teröristler kadar değerimiz yok! Ben, bu onursuz insanlarla yaşamak istemiyorum." derken, mesajı kimlereydi Kahraman'ın? "Söz ortanındır. Kim alınırsa ona kalır."dan hareketle, kimse bu söze sahip çıkmayacak mı? Hüseyin Nihal Atsız; "İdealleri olan milletler, koyunlardan kahramanlar çıkarır. İdealleri biten milletler ise kahramanlarını koyunlaştırır." diye kırk sene önceden, bu günleri mi tarif etmişti acaba?
Türk Milleti!
"Ve dirildik, ölümü öldüren bir ölüşle." yi, bizzat uygulayarak, kahramanlığını ispâtlayan Yiğidin söylediğini, hâlâ anlamayacak mısın?
Şahsen, bu yiğit mesajdan payıma düşen kadarını alarak; Mustafa Cansız Hoca'nın yaptığını, uygulamaya koyuyorum bu günden itibâren. Mustafa Cansız Hoca'ya; birinin Ebu Hureyre'nin çok hadis yazdığını ve bu yüzden yalan yazmış olabileceğinde ısrar ettiği, söylenir. Cansız Hoca; "Kâğıt kalem hazırlayın." tâlimâtından sonra; "Yazın." der. "1- Hureyre'ye yalancı diyenin anasını-avradını ..." diye başlar,sonra da Hadis ilmi hakkında bildiklerini, maddeleyerek yazdırır. Şimdiden sonra, şahsen; "1- Kahramanlarımıza, teröristlerle göğüs göğüse, canları pahasına mücâdele etmiş yiğitlerimize; dîn adına, demokrasi adına, insan hakları adına, AB'cilik uğruna da olsa, dil uzatanın ... " diye başladım!...
Gerisini; kim nasıl anlarsa, nasıl anlamak ve anlaşmak isterse o dilden anlatmaya gayret edeceğimi, açıklayarak rahatladım!...
Rahat uyu Yiğidim. Allah, taksirâtını affetsin. Ölümsüzleştin Aslanım. Bayraklaştın. Allah, ailene sabırlar versin. Silâh arkadaşlarına da, metânet ve ferâset... Son sözüm de, kahramanımız'ın Kızlarına; "Her şey, her şeye rağmen vatan için Yavrularım. Vatan için."
"KİM BU CENNET VATANIN UĞRUNA OLMAZ Kİ FEDÂ"
"TOPRAK, EĞER UĞRUNDA ÖLEN VARSA VATANDIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ocak 20, 2009

BÜLBÜL İSEN GÜLÜNE...

"Korku" dediler. "Korku İmparatorluğu" dediler. Güvendiklerimiz ise adını, "Korku Kültürü" koydurdular! İtiraz etsek faydasız! "Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" diye feryâd eden Fuzûli'nin hâlet-i rûhiyesi bu olsa gerek!
Hayallerimize, hülyalarımıza, rüyalarımıza tasallût ettiler! İdeallerimizi, ülkülerimizi işgâl ettiler! Her birimizi, fert fert tekleştirip kendimizle kavgaya mecbûr ettiler! Fikir adamı târifli, dâvâ adamı târifli, mücâdele adamı, militan târifli kaç kişiyi, tanıdığımız-bildiğimiz adreslerinde görmek mümkün? Kendimiz de dâhil, kaç kişi siyâsî sıfatını kazandığı kulvarında hâlâ?
Ve bu terk etmelerin, terk ettirmelerin, tard edilmelerin müsebbîbi kim veya kimler?
12 Eylül öncesinin; en sert muhalif siyâset adamları, en çok sâdık taraftarları olan iki dev kanaat önderi, -maalesef- Hakk'ka yürüdüler, öldüler. Ülkücü Hareket Başbuğsuz, demokratik solcular Karaoğlansız kaldılar. Ülkücülerin teşkilâtları işgâl edildi. Sosyal demokratların örgütleri, Karaoğlan'ın sağlığında ortadan ikiye bölündü! İki cenâhta da panik başladı! İki cenâhta da, kaynaşmalar, yalpalamalar oldu hem de çok şiddetle!
Her iki cenâhta da, benzer tesâdüf veya program gereği, adları sanları bilinmeyen, en sessiz veliahtlar çıkıverdi ortaya! Ve yine tarifsiz bir tesâdüfle, her iki cenâhın en az bilinen ve sessiz zannedilen veliahdları; umulandan çok sert, umulandan çok kindar ve umulandan çok tahrîb eden olarak görüldüler!
Türk siyâsetinin 40 yıllık "Üç Hilal"i, üçe ayrıldı ve 20 yıllık "güvercin"inin kanatları yolundu! Milletin bir kısmının; "Umudumuz"u Karaoğlan'ın ve diğer kısmının; "Sende bütün umutlar"ının Başbuğu'nun teşkilât ve örgütleri, milletçe sandığa gömülme ile cezâlandırıldılar!...
Milletin bu ikazını görmezden geldik! Milletin bu uyarısıyla aymadık! Aklımız başımıza geldiğinde; ne teşkilâtlar teşkilâta, ne de yönetici sıfatındakiler teşkilâtçıya benzemiyordu!
Ülkücü cenah olarak, çâreler aradık sessizce, panikle!
Kimimiz; oluşturulan "Gül"e yöneldik. Kimimiz "Oğul Bey"in ATP'sine koştuk ahd-el vafâ duygusuyla. Kimimiz de; "Kan kusup kızılcık yedim." tesellîsi ile, teşkilâtı sandığa gömdürenin yanında kalmaya inat ettik!
Bizler; yâni Türkiye'nin aslî sahipleri, devlet kurucularının aslî evlâtları bizler; vatan toprağı satılırken seyrettik; tahkîm yasalarında, uyum yasalarında sessiz kaldık! Terörist başının boynundan ilmek çıkarmakla, koalisyon ortaklığı arasındaki yanlış tercihe eyvallah ettik!
Ve şimdi, en fazla canı yananlarız! Şimdi en fazla feryât edenleriz!
Gül'den hareketle gülistana yöneldik. Karşılık olarak "Çiçek bahçesi" çıkarıldı ve başına da, gül budamakla kökünü kazımak arasındaki farkı bilmeyen veya bilerek kökünden keserek kurutan bir bahçıvanla muhatap edildik!
İnanmışlık, gericilik; ülkücülük, hayalcilik; devrimcilik, maceraperestlik; kurnazlık, akıllılık; idealistlik, aptallık tarifi aldı ve olan millete oldu, devlete oldu!
Her kesin suçlusu belli! Her kesin şikâyetlendiği yer ve şahıs belli! Ve yine her kesin suçlusunu, şikâyetlendiğini cezalandırma yetkisi kendi elinde! Önümüzde sandık var. Ya; 2009'u, hiç bir matematik kuralına uymayan hesaplama şekliyle 40' tekâbül ettiren mantığa; ya "Babalar gibi satarım." diyen tüccâr zihniyete; ya da nerde, ne zaman, ne yapacağı belli olmayarak milleti zorla AKP'lileştiren "laik"lik taraftarına, mecbûrmuşuz gibi yapay bir manzara var!
Bir yanda da; bülbüllerini feryâd ettirmek için Rabb'im'in bahşettiği dikenleriyle, yaklaşanın canını acıtan bir gül bahçesi... Gül'ü korumak için yaratılmış ve korumuş ama yaratıldığı günden beri, bülbülünü de incitmiş dikenlerin, güle yakınlığından yakınmanın da, haddi hesâbı yok! Oysa;"Gül'ü seven, dikenine tahammül edecek." ve canının yandığını belli etmeyecek! Başka yolu yok! Bakalım bülbülümüz, güle konacak mı? Allah(c.c.), sonumuzu hayretsin.
Bakalım sandığımızdan ne çıkacak?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ocak 18, 2009

ADÂLETİN ADRESİ -2-

Korku ve "Korku Kültürü"nü irdelemeğe devam edeceğiz demiştik.
İnsanın cesâreti,bulunduğu yaşadığı ortamın güvenilirliği ile düz orantılıdır. Korku da, cesârette yaşanılan ortam sâyesinde edinilen, öğrenilen davranışlardır. Yaşadığı ortamda, aile içinde güvencede olan çocuğun, korkuyu unutması çok doğaldır. Aileden topluma atlarsak; toplumsal aileler şekline bürünmüş teşkilatlar da, insan hayatında önemli bir etkendir. Teşkilâtına ve yöneticilerine güvenen taraftarların davranışları cesûrcadır ve bu taraftarlar ataktır.Teşkilâtının, teşkilât başkan veya yöneticilerinin dostlarını ve düşmanlarını tanıyan insan, rahattır dolayısıyla cesûrdur.
Maalesef günümüzde; kardeşlerin farklı siyâsi duruşlarını, çocukların ana-babalarından yüzde yüz farklı siyâsîleşmelerini teşvîk eden ve bunu, demokratlık olarak dayatanlar var! Bölünmüşlüğün, parçalanmışlığın, kopuşun, aile fertlerinin birbirine güvensizliğinin adıysa demokrasi; istemem almayalım!...
"Böl, parçala, yut" tuzağının, en güçlü malzemesi demokrasi midir? Demokrasi adıyla "Haçlı işgalleri"nin dayatıldığı, soy kırımların, insalık suçlarının kamûfle edildiği günümüzde;PJAK'ın silâh bırakması, PKK'nın yaklaşık bir aydır sessizliği, DTP'nin siyâsî tahrîk gezilerine ara vermesi; sokaklarda sadece mermi ve mühimmat bulunup bir tek silâh bulunmaması, tonlarca PKK esrarının ihbar(!)la yakalanması; bir hafta İran'ın, diğer hafta Rusya'nın doğal gaz vanalarını kapatması; siparişlerin durması, üretimin bitişi, bir ayda yüz binlerce insanımızın işinden olması; artık gazetelerin üçüncü sayfalarındaki her gün onlarca gaspın, cinâyetin, tecâvüzün haber özelliğinden çıkması; işsizin-aşsızın bile kendisini düşünmeye zamanının kalmaması; üstüne üstlük, suçlu-suçsuz, taraftar-muhalif, hemen her kesin, güvenlikten sorumlu polis korkusu(!)yla çelik kapılarını kilitlemesi; daha istediğimiz kadar uzatabileceğimiz bu menfîliklerin tamamının sebebi, demokrasi midir?
Demokrasiler; korku ve "Korku Kültürü" oluşturulmasının malzemesi midir? Demokratlık maskesiyle; genel başkanlara mecbûr edildiğimiz sistemde amaç, demokrasiyi araç kullanarak padişahlıkların îlanı mıdır?
Sınırlarımızın güvenliğinden sorumlu Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ile, iç güvenlikten sorumlu emniyet güçlerimizin gittikçe birbirine hasımlaştırılması da, demokrasi gereği midir?
Siyâsi bir mâkam olan İç İşleri Bakanlığı'na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü'nü; iktidar olan her partinin kendisine benzer hale getirmesi mümkündür, yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Siyasallaşmamak için direnen, siyasallaşması -Allah korusun- Atatürk Cumhuriyeti'nin sonu demek olan Türk Silâhlı Kuvvetlerimizin, bu kadar hedef alınması, tesâdüf müdür?
Bu kadar güvensizlik ortamında; vatandaşın, bireyin, milletin siyâsî cesâret gösterebilmesi mümkün müdür?
Seçilinceye kadar; seçmene, vatandaşa, halka, millete abartılı saygı gösterilerinde bulunan, seçildikten sonra yaşadığı sürecin intikamına soyunan genel başkan vekillerinin davranışları, demokratlık mıdır?
Allah aşkına nedir bu bütün menfîliklerin tek sebebi olarak ortaya çıkan demokrasi?
Suçlunun ölesiye korktuğu, suçsuzun sonuna kadar güvendiği ve hissettiği kadar cesûr olduğu kavram değil midir adâlet? Suçluyu korkutup, suçsuzu doğru işlerde cesûrlaştıran adâleti sağlayamayan sisteme, demokrasi diyebilir miyiz?
Ve biz; bu, korku ve "Korku Kültürü"nün akademik olarak öğretilmeğe çalışıldığı günümüzde ne kadar demokratız? .......
Bu konuya; demokrat olmayan demokrasi havârilerinden birilerini incitinceye ve adâletin adresini buluncaya kadar devâm edeceğim...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ocak 17, 2009

ADÂLETİN ADRESİ!...

Ceviz Kabuğu'nu izledim. Hep izlerdim zaten. Çok istifâde ettiğimi de söyleyebilirim açıkça. "Korku Kültürü" adlı kitabı konu almıştı Sevgili Cevizoğlu. Kitabın yazarı da konuğuydu. Öğrencilere yönelik ve mahdût sayıda bastırıldığı için bulunması zor bir kitap olduğunu, yazarı söyleyince her kes öğrendi!
Neyse konum, kitap ve yazarı değil. Sadece korku!...
Kimin görevlisi olduğu belli olmayan, gay birinin, sistemimizin ve adâletimizin kuyusuna attığı bir taşla meşgûlüz! Programın girişinden günümüzde oluşturulmak istenen korku imparatorluğu işlenecek zannederek, katılmak istedim. Yoğunluktan sıra gelmedi!
Nerenin delisi olduğu bilinmeyen, devletin resmî ekranından, her yere tehdîtler savurtturulan gay'e göre; gûya Baykal da MİT'tenmiş! Asıl hazırlanılan deşifre olunca, genel başkan olmuşmuş, görevini yapıyormuş!...
Önce bir konuda anlaşalım: Bu devletin, isminde "millî" olan üç kurumundan birinin mensûbu olmak çok mu kötü bir şeydir? Adında millî sıfatını taşıyan MİT, kötü bir kurum mudur? MİT'in temeli olan, Teşkilât-ı Mahsûsa'yı ve mensûplarını, minnetle yâd etmeyen bir Türk olabilir mi? Süleyman Askerî Beğ'i, Kuşçubaşı Eşref Sencer'i, rahmetsiz hatırlayanımız var mıdır?Dünyada, istihbârat teşkilâtlarından devlet yönetimine çıkan, kim garipsenmiştir?
Ama bizde öyle değil kazın ayağı!
Kim kimi karalayacaksa, "MİT'çi" der, çekilir kenâra! Çünkü MİT'in millîliği, sorgulanıyor millî vicdanlarda. Ufuk Uras'ın da, Doğu Perinçek'in de, bir çok yazar-çizerin de, hatta İmralı hükümlüsünün de MİT elemanı olduğu yazılıp çizilmiyor mu?
Dahası; efsâne siyâset adamı, Ülkücü Hareket'in Başbuğu Alparslan TÜRKEŞ, kendi el yazısı ile; "Devlet Bahçeli MİT'dendir. Arkadaşlarımız MİT'den uzak olmalı, ..." diye bir belge mektup bırakmamış mıdır? Örnekler çoğaltılabilir... "Yapılanlar da ortada..." diye, katkı vermek istedim. Sıra gelmedi!...
Korku ve kültürü(!) işlendi. Program konuğu; akademisyen kimliği ile, suya-sabuna dokunmamayı tercih etti, cesûrca! Ama katılımcılar; korkunun, kültür olamayacağını savundular. Bir öğretmen; Türklerin göçer bir millet oldukları için, korkak oldukları gibisinden bir şeyler söyledi! Program yapımcısı ve konuğu, sükûtları ile bu tanıma katılır gibi oldular, katılımcılar ise aksini savundular. Siyâset dilimize Başbakan'ca katılan kelimeyle; 'Velev ki' Türkler göçer olsalar; bilmediği yerlere at süren toplum, korkak tarifi mi, yoksa korkusuz tarifi mi alır? Ki Türk Milleti, Orta Asya'da da, Anadolu'da da göçer değil yerleşiktir. Hepsinin sâbit adresleri vardır. Yaylaklarının da, kışlaklarının da yeri sâbittir.
Bunlar dursun biraz!
Günümüzün, "korku atmosferi"ne dönelim. Korku, insânî bir davranıştır ve en cesûr insanda da olmalıdır. Ama korku, yenilebilir bir davranıştır aynı zamanda. Korkusunu yenerek efsâneleşen ne kahramanlar dinlemişizdir büyüklerimizden.
Korku ile saygıyı, mutlaka ayırmak gerek. Saygı; toplumsal değerlere, örfe-ananeye uymak için gösterilen, ahlâkî bir gayrettir. Normalinde; milletin yasalara, yasa koyucunun millete saygısı olmalı ve bu davranışın adına da aslâ korku denmemelidir...
Yasalarla, uygulayıcı kolluk güçleri ve yargı, uyuşmazlık içinde olursa; uygulayıcılar yasalara uymazlarsa, o ülkede adâletin varlığı sorgulanır! Bu gün, demokrasi adına, bu dayatmayla muhatabız!
Korkudan hareketle, farklı doğu-batı zihnîyeti de kabûl edilemez! Adâletin adresi, insan gibi insanların, hür vicdânları değil midir? Batı'da başka, doğuda başka adâlet mi olur? Yoksa; batıda, başka, doğuda başka adâlet uygulamaları mı vardır?!...
Bu konuda söylenecek çok şey var, yerim bitti! Konuya; eğer gündeme, yeni bir kimliksiz bomba atılmazsa, mutlaka devam edeceğim!
Adâletin olduğu yerde korku asla olmaz ve zorbalar barınamaz, çünkü;
"ADÂLET, MÜLKÜN TEMELİDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 16, 2009

GÜVENDİK, SUÇLUYUZ!...

Haçlı'nın yüzlerce yıldır ağzının sulandığı, yer yüzü cenneti ülkemizi, Türkiyemizi suç ve suçlular cennetine çevirdiler Allah'tan bulasıcalar!...


Küfredemezsin, suç! Bedduâdan başka, boşalma yolu bırakmadılar!...


İktidâra muhalefet suç! Dokunulmazlık zırhını despot genel başkanlar ve yandaşları paylaştığı için -vatandaşa bir şey kalmadı ve- hükümeti demokratik olmayan yollarla düşürmekle suçlanır, çeteci ilan edilirsin!...


Demokrasi ve demokratlık adına veya adıyla yapılan gayr-ı demokratlıkları söyleyemezsin, suç! Dikta savunucusu ilan edilir, yargılanırsın!...


Devâm eden mahkeme hakkında, gizlilik dereceli bilgiler çarşaf çarşaf servis edilerek yayımlanır bir şey yok! Sen bunlardan hareketle kanaatini söylersin, devam eden mahkemeye etki sayılır, suç! Cuntacı ilân edilirsin!...


Hükümete birşey diyemezsin!


Polise bir şey diyemezsin!


Her kesi takip eden tele kulakçılara bir şey diyemezsin!


Hazineyi soyana, hortumlayana bir şey diyemezsin!


Emânet ceketle resim çektirerek millet vekili olduktan sonra, bakan olan ve beş yıl sonunda oğluna 600 daire(!)cik kazandırana; belediye otobüsü biletçiliğinden başbakanlığa yükselen ve oğluna gemi(!)cik alana, bir şey diyemezsin!


Demokratik bir ülkede, demokratça susma hakkı(!)nı kullanmazsan demokratlar tarafından linç edilirsin!


Susarsan, sus/turul/ma hakkı(!)nı kullan/dırıl/an sanık; susmazsan, suçlusun. Ayağa kalk!


Yeter artık! Yetsin be!...


Atatürk'ümü, Türk'ümü, Türkiyem'i geri verin!


Îmanlı Cumhurbaşkanı da, îmanlı BOP Eş Başkanı Başbakan da, beş yılda Karun'laşan, iş bilen îmanlı bakanlarınız da sizin olsun!


Ağzımızın tadını, huzûrumuzu geri verin!


Hain, hür; eşkiya, terörist, bölücü, katil dağda, elinde silâh ve hür; polis vurabilir, asker vurabilir, karakollar basabilir, tavuk kadar kıymet vermediği sivil vatandaşı topluca katledebilir; sınırsız örgütsel hürriyeti var ve 'Düşman değil, suçlu!'; asla suç işlemeyen-işleyemeyen, yasalara, devlete, güvenlik güçlerine inanan, saygılı vatandaş, çelik kapılarının ardında, evinde mahkûm!...


Dünyanın en güçlü dinleme-izleme aletlerine ve savunma silâhlarına sahip, donanımlı güvenlik güçleriniz sizin olsun! Bekçi Baba'nın, bir düdükle kontrol ettiği, âsâyişi berkemâl sokaklarımızı geri verin! Bekçi Babamızı, bekçi düdüğümüzü geri verin ki sesini duyup özlediğimiz uykuya geçebilelim!...


Dinli dinsizden, dinsiz dinliden korkar birbirini tanımadan! Zâten birbirinden farkı da yok dinliyle, dinsizin!


Eşkiyanın, teröristin şehir uzantıları, sokaklara hâkim; araba yakar, mağaza kundaklar, insan hakları var, demokratik hakları var; arabanın, mağazanın sahibi, evine mahkûm!


Bu mükemmel huzuru, siz getirdiniz sağ olmayasınız! Alın huzurunuzu da, ananızı da gidin artık başımızdan! Getirdiğiniz huzûr ve istikrâr kadar taş düşsün başınıza! Çekin gidin kardeşim! Düşün yakamızdan! Türkiyemizi, yer yüzü cennetimizi, kapıları kilitlenmeyen evlerimizi, huzurlu sokaklarımızı, birbirine akrabadan yakın mahallelerimizi geri verin!..



Donulmazlık zırhıyla Meclis'e taşıdığınız DTP'li, İmralı vekilleri alın sizin olsun. Ömürlerini vatana millete hasretmiş "Devlet yanlısı Çete"(!)ci Paşalarımız'ı, gazetecilerimizi, suç aleti kalemlerimizi, geri verin!


Gidin kardeşim! Düşün yakamızdan! "Allah ile aldatılanlar"ın mazlûmca öfkelerini ve ;"Allah belânızı versin!" diye bedduâlarını duymaz mısınız?


Mazlûmun duâ ve bedduâsının makbûl olduğunu da, hiç duymadınız mı?


Derviş, dervişin arkasına sırayla geçermiş! Alma mazlûmun âhını, çıkar aheste aheste, bilmez misiniz? Devletimize, sistemimize ve sistemin icâdı size güvendiysek suçlu muyuz?


"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."


Selâm, sevgi, dua...


Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 15, 2009

KUYUDAN NE ÇIKACAK?

Bir deliye, bir kuyuya taş attırdılar! Şimdi kırk değil, kırk bin akıllı ne kuyuya yaklaşabiliyor, ne de taşı çıkarabiliyor! Çünkü binlerce kişi, hatta milyonlarca vatandaş; kuyuya atılan taşın mı, çıkarılırsa kuyunun mu önemli olduğuna karar veremiyor! Kuyu korkulu ve pis kokulu, taş ta bir o kadar şaibeli!...
Bir insan, birisini taklît ettiğinde, taklitçiliği kadar başarılı rol yaptığına karar verilir. Rol yapan, kendisini taklit ettiği kişi zannedince ortalık karışıyor! Zannederim dünyada, böyle bir açmazı olan bizden başka bir ülke yok! Çünkü ne senaryo, ne de figüranlar millî değil.
Yıllarca "Kurtlar Vadisi" diye bir dizi ile milleti esir aldılar! Trafik durdu nerdeyse yıllarca! Çünkü dizide anlatılanlar, millete yabancı değildi. Her ne kadar ilk başlangıcında; olayların ve kişilerin hayâlî olduğu yazılsa ve okunsa da; millet dizideki şahısların gerçek hayatta kimler olduğu konusunda, yıllarca ahkâm kesti!...
Dizinin tek doğrusu; başımıza geçirilen çuvalın intikamının sanal da olsa alınmasıydı! Bu aynı zamanda "Metal Fırtına"nın da intikamıydı! Milletin yüreğine su serpmişti! Dizden sonra; 19 aydır süren "Çete dalgaları" başlatıldı. Her göz altına alına kişinin, dizide bir temsilcisi vardı. Tam; derin devlet mi, çete mi galip gelecek diye sona yaklaşılmışken dizi kaldırıldı, gerçeği sahneye koyuldu! Gerçeği, diziden daha fazla izleniyor şimdi!...
Yıllarca Türk Milliyetçiliğinin ne sağcılık, ne de solculuk olmadığını; millet yararına, millî çıkarlarımıza olan her fikri içinde barındırdığını, barındırması gereğini anlattık durduk. Ya anlatamadık, ya da anlattık dinletemedik!
Dinleyenler de dışardan, müttefik(!)lerimizden öğütlü enteller oldukları için inandıramadık! 1952 yılında Milli Şef döneminde; SSCB ve komünizm tehlikesine karşı, ortak savunma amacıyla kurulan NATO'ya girmemizle, millî olmayan derin kuruluşların olduğu söylenmeğe başlandı. Bu derin kuruluşların; Türkiye'de solu, radikal sağı, şövenist bölücüleri, hatta liberalleri çok insafsızca kullandığı söylendi durdu! 12 Eylül Kıyameti öncesi; sabah bir solcu üniversiteliyi öldüren silah, öğlenden sonra bir ülkücüyü öldürdü!
NATO'nun dolayısıyla ABD'nin yanında olanlar devlet yanlısı; karşısında olanlar devlet kartşıtı olarak tariflendi. Bütün bu süreçte Türk Milliyetçileri; "Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin, her şey Türk'e göre, Türk tarafından,Türk için." inancıyla, tamamen bağımsız bir Türk duruşuyla ortadaydı. Ama gören gözleri kapatanlar, duyan kulakları tıkayanlar yüzünden Türk Milliyetçilerinin bu duruşu da saklandı...
Avrupa'da ve orta doğuda her milletin milliyetçiliği, özellikle desteklenir ve tahrîk edilirken; Türk Milliyetçiliği, her zaman devlet ve sistem için tehlike olarak tariflendi! 1944'te Türkçü söylemli bir başbakan döneminde, Milli Şef'in tâlimatıyla Türk Milliyetçiliği tehlike olarak tarif edilip korkunç baskılara, işkencelere, tazyîklere muhatap oldu. Millî Şef, Türkiye'yi NATO'ya sokan ve ABD ile yakın ilişkilerde olan bir siyâset adamımızdı. Çok gariptir bütün dünya mazlûm milletlerince bağımsızlık timsâli olarak kabul edilen Mustafa Kemal Atatürk'ün yakın mesai arkadaşıydı. Bu tarifi, milletin İsmet Paşa'ya itimâdının değişmez argümanıydı.
50 yıl sonra; içerde dîni bir tarifi olan, yıllarca siyonizme karşı olduğunu söyleyen İslamcı bir hareketin ve ABD ile yakın müttefik(!)lik ilişkileri olan bir iktidarın, yine Türk Milliyetçiliğine tazyîki ve baskısı başlatıldı! Ümraniye Bombaları diye başlayan, emniyetin Fetullahçıları tarafından Ergenekon'laştırılan bir davada; ateşle barutu, alevle benzini bir araya getiren, bir "Devlet Yanlısı Çete" tanımıyla karşı karşıyayız!...
Mahkeme sürüyor. Adâlete güvenmekten, yargıya itimattan başka da bir çâremiz yok. Ya bağımsız olduğuna inandığımız yargı; hem kendisini hem kamu vicdânını aklayacak, ya da bir delinin, bir şey attığını bildiğimiz kuyudan ne çıkacak, hep berâber göreceğiz...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 14, 2009

TAŞÇI'NIN TAŞLI YOLU...

"Aynaya bakan kendini görür." demiş Türk'ün aksakalları. Babam rahmetli de; "Her insanın başı üstünde, pamuk ipliği ile asılı, kocaman bir değirmen taşı vardır. Kim aynaya bakar ve kendisini beğenmezse, pamuk ipliği kopar ve değirmen taşı başına düşermiş." derdi.
Bu; benliğin, egonun, nefsin müthîş bir târifi. Nefs yapana, bencillik yapana; yaptığı direk söylense incineceği düşünülerek Türk nezâket ve nezâheti ile ikazın şekli bu...
Önümüzdeki yerel seçimleri, çok ciddiye alanlardanım. Türk'ün ma'kûs talihini değiştirmekle mükellef münevverlerinin ne yapacağını da müthiş bir merakla takip ediyorum. "Ustamızın adı Hıdır, elimizden gelen budur." kolaycılığı ile teslim olmayı da sevmiyorum.
Bir nesil düşünün ki; asılsın, kesilsin, öldürülsün, ceza evlerinde çürütülsün, firarlarda-gurbetlerde kocaltılsın, her ne yapılırsa yapılsın tavrından, düşüncesinden tâviz vermesin! Bir nesil düşünün ki; kırk yıldır Türkiye'nin, müsbet bütün gelişmelerinden sorumlu tutulsun! Bir nesil düşünün ki; siyâseten iktidara hiç gelmemiş olmasına, yanlış temsilcilerle 3,5 yıllık bir koalisyon ortaklığı yüzünden ve teşkilatını ele geçirenler eliyle darmadağın edilmiş olmasına rağmen hâlâ var olmaya, direnmeğe devam etsin!...
Kendilerine "68 Kuşağı" adını vererek, ülkenin kötü olan bütün olaylarının hazırlayıcısı, tetikleyicisi olanlarla; canları, ikbâlleri, istikbâlleri pahasına mücâdele eden Ülkücülerden, Ülkü Devleri'nden, Türk milletinin sevdâlılarından bahsediyorum.
İşgâl edilerek teşkilat içinden estirilen, adı koyulamayan müthiş bir rüzgârla, her tarafa dağıtılan; kim nereye düşmüşse ve tek başına, bulunduğu yerin siyâsetinde kanaat önderliği yapabilen Ülkücülerden bahsediyorum. Sağın ihânete varan davranışları yüzünden, sol ile olan mücâdelelerini erteleyen Türk Milliyetçilerinden bahsediyorum.
"Yedi kardeşiz, yedimizde birbirimizi biliriz." tarifiyle; beraber doğup, beraber yürüyüp, beraber ezilerek büyüyen, büyüdükçe tevazuları gereği teşkilatlarınca unutulan, hele işgâle uğramış partisince, dışlanmışlıkla ödüllendirilen Dâvanın Aysbergleri'nden bahsediyorum.
Erzurum'un şirin ilçesi Oltu'da, bir dönem MHP'den Belediye Başkanlığı yapmış olan; beraber büyüdüğüm, varlığıyla müftehîr olduğum bir ülküdaşımın, Necmettin TAŞÇI'nın kulaklarını çınlatmak istiyorum. Aslında ülkücü hassaslığı, duyarlılığı olsa kulağını çınlatmak istediğim bir başkası! Seçim kazanmamak için yapılması gereken her şeyi yapan, BOP Eş Başkanı'na -her ihtiyâcı olduğunda- kimsenin veremeyeceği ölçüde destek vermekle görevli, "Yavru Muhalefet"in başındaki insanın kulağını çınlatmak istiyorum, neye yarayacaksa!... Önümüzdeki Yerel Seçimlerde, başkan adaylarını açıklarken merakla beklediğim bir isimdi Necmettin TAŞÇI'da... Beklediğim gibi oldu. Ülkücüden hazzetmeyen, ülkücüleri hizmetten ve siyâsetten uzaklaştırmak gibi bir görev yaptığına inandığım; BOP Eş Başkanı Kasımpaşalı'nın deyimiyle "Yavru Muhalefet"in genel başkanı, Oltu'dan Necmettin TAŞÇI'yı aday göstermedi! Kazanılacak bir ilçeyi, -ki bu ilçe bir kültür merkezi, sonradan il yapılan epey yerden nüfus ve konum itibariyle daha gelişmiş bir yer- zorla ötekileştirerek AKP'lileşmeye terk etti! Tabi Taşçı'lar izin verirlerse... Şimdi Necmettin TAŞÇI'nın tavrını merak ediyorum. Kendisine ulaşmaya çalıştım. Ben bu yazıyı yazdığım sıralarda, Necmettin TAŞÇI'nın Erzurum'a doğru uçtuğunu biliyorum. Erzurum'a indiğinde; kendisini bekleyenlere ne diyecek, onlar kendisine ne söyleyecek, duyar gibiyim.
Hissî davranmayacağına inandığım, ülkücü aklını sür'atle devreye sokacağına inandığım Necmettin TAŞÇI'nın vereceği, sağ duyulu karârını merakla bekliyorum. Ailece, sülâlece MHP'li olan TAŞÇI'ların, bu vefâsızlık karşısında sergileyecekleri tutumlarını, uzaktan merakla beklemekteyim... "Taşlı yollar, Taşçı'larla aşılır." diye bir zamanlar, gene söylemiştim...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ocak 13, 2009

TARİH Mİ YALAN, BİZ Mİ YOZLAŞTIK?...

Gündemi, kimse yakalayamıyor!...

Hayâti derecede önemli meseleler varken, teferruattan sayılamayacak meselelerle oyalayıp duruyorlar milleti. Bu kandırılmaya, bu aldatılmaya sebep olanları veya direk bu kandıranları; sorgulamayalım mı? Yargılamayalım mı? Yargılamak için önce bulmak, tesbît etmek gerek bunları! Önce suçu tesbît edip, sonra failini yakalamak, sonra suçuna uygun yasalarla cezalandırmak, adâletin ta kendisi!...

Aydıncılık oynayan, gazeteciliğin yalakalığı-yağcılığı-ispiyonculuğundan geçinen, birilerinin desteği-torpili olmadan, kendilerince başarıyı veya mağlûbiyeti yaşamamışları; bildiğimiz kadarıyla hatırlayalım.

Kimi Cumhurbaşkanı'na yakın, kimi Başbakan'a... Kimi, konutu köşke; kimi köşkü konuta keser!

Kimi AB'ci, kimi ABD'ci, kimi İsrailci, kimi Rusçu, kimi Fransız hayranı, kimi de Küba...

Kiminin entelliği; Fransız gibi yemek yemesinden, kiminin ki şarabının markasından, kiminin marksistliği, kiminin komünistliği, kiminin şövenist Kürtçülüğü, bölücülüğü, işbirlikçiliği tek sermâyeleri!...

Kimi; bir yerlerden servis yapılan bilgileri, 24 saatte kitap diye dizdirir; kimi emperyalistlerin verdiği bilgiler ve yönlendirmeleriyle işbirlikçilik yaparken aydın edâlarında köşe kapar 'yaygın basın'da...

En millîsi; ulusalcılık diye bir sipariş sıfatla Atatürk'ün arkasına saklanır, millî değerleri tahrîb etmek için! En ulusalcısı; laiklik der, Atatürkçülük-Kemâlizm der, milletin dîniyle uğraşır, zorla AKP'lileştirmek için!

AKP Hükümeti'nden önce esâmisi okunmazdı bu zevâtın! AKP'den önce de başka benzer yandaş sıfatlı yalakalara, yağcılara, liboşlara şâhid olmuştuk!

Entel tarifli, aydın rollü, sinek şaplağı görevli, bu kocaman gölgeli cücelerin her biri; bir başka, güneşe arka dönen büyük gölgeli cücenin himâyesinde!...

Târiflerini aksakallı, yaşlı, mağlûbiyeti hiç tanımamış Efe'm söylemişti: "Bey Oğlum! Av köpekleri, tüfenklinin yanında durupdurur!..."

Tek kırmalı veya çifte kırmalı av tüfengi ile ava giden, köpekli avcıları hayâl edelim bu kere... Bu köpekli avcılar, ne avlamaya için çıkarlar; keklik, çulluk, ördek, kaz, bulamazlarsa serçe!... Tavşan avına gidenleri enderdir. Çünkü sürek ister tavşan avı. Av köpekleri de genellikle bıldırcınları uçurmaya, ve avcı vurabilirse itçe yalakalıkla getirmeğe programlıdır...

Kekliği, bıldırcını; onları ürkütmeye programlı av köpeklerini ve köpeğe güvenip ava çıkan avcıyı düşününce de, Dedem rahmetli'nin; "Avcının ahmağı, serçeye saçma atar!" sözü geldi!...

Tüfeklinin yanında durmayı mahâret sayan av köpekleriyle, serçeye saçma atan avcı ahmaklarıyla oyalana oyalana avımızdan da olacağız nerdeyse avlağımızdan da!...

Büyük Milletim, Türk Milleti!

On yılda bir sekteye uğratılarak, boz-yap'a dönüştürülen Muhteşem Türk Atatürk ve arkadaşlarının emânetlerine sahiplik edecek miyiz, etmeyecek miyiz? Kurnazlığı akıllılık diye yutturan takîyyecilerle zaman geçirmeğe devam mı edeceğiz? Emânete hiyânet edene, hâine karşı târihin bildiği, Türk duruşumuzu göstermeyecek miyiz?

Atıyla sürek avına çıkan ve avıyla obayı doyurmaktan başka düşüncesi olmayan avcı gibi avcılarımızı, ne zamana kadar görmezden geleceğiz?

Bizi oyalıyorlar milletim! Sizi kandırıyorlar! Kirâlayarak girdikleri milli mülklerimizi, tâdilât diye, acemi yıkımcılarla darma dağın ediyorlar! Biz bu mülkü kolay edinmedik! Biz bu vatanı kolay ve ucuz elde etmedik! Bu vatan üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti; hepimizin dedelerinin kanları, canları pahasına kurulmadı mı? Bire bin can vererek; "Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ" tarifli vatanımızı, ceddimizin can pahasına kovduğu Haçlı'ya dolarla, euroyla satanlara, itirâz etmeyecek miyiz? Tarih mi yalancı, yoksa biz mi o ırkın ahfâdı değiliz?...

Allah aşkına Türk Milleti, kendine dön!...

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

SENARYO TAMAM, YA FİGÜRANLAR?

Gene bir şeyler oluyor!

PEJAK, silâh bıraktı. Güdümlü basınımıza; "İran, halletti ama biz, yıllardır beceremedik!" şeklinde haberler, yorumlar düştü! Son dört-beş yıldır; "ABD adındaki müttefik(!)imiz, -başımıza çuval geçirerek tepkimizi denedikten sonra- Irak'ın kuzeyinde yeni bir yapılanmayla, PKK'nın tasfiyesine karar verdi." diye yırtındık! İmralı hükümlüsü de benzer haberler gönderdi örgütüne! Birilerinden yana olmayı, iş birlikçiliği kurnazlık; kurnazlığı da mahâret sayan aydıncılık oynayanlarımız yüzünden, bu tesbîtlerimiz arada güme gitti, duyurulmadı.

Kırmızı çizgilerimiz yok edildi. Millî Devlet karakterimizdeki zaafiyetimiz, denenerek görüldü! Irak'ın kuzeyinde düşünülen, oluşturuldu! Terörist başına denk tavrımıza muhatap, Irak'ın iki siyâset fâhişesinin birini, demokrasi getirdikleri Irak'ın; diğerini, Irak'ın kuzeyindeki oluşumun başına koydular! Resmen muhatap aldırdılar!

İçinde dinimizin değiştirildiği, hatta Kur'an hükümlerine ters bir şekilde; "Onlardan dost edinenler, onlardandır." "Acze düşüp elleriyle cizyelerini verinceye kadar onlarla savaşın." emirlerine açıkça muhalefet edilerek, "Dinler arası diyalog- Medeniyetler arası ittifak" ve yetinmeyerek "Ilımlı İslâm" diye; Haçlı'yla, hristiyanlarla, yahûdilerle dostluğu içeren projenin, Büyük Ortadoğu Projesi'nin Eş Başkanlığını, övünerek kabullendik! Diğer eş başkansa bilindiği üzere Ürdün Emîri...

Soğuk su dolu kazanla ateşin üzerine koyulan kurbağa misali, millet pişirilirken; bir demokrat(!)laşma yarışı başlatıldı! Atatürk düşmanlığı, anti laiklik, cumhuriyetle hesaplaşma yürek(!)liliği, PKK'lı teröristlerin insan hakları savunuculuğu, şehit cenâzelerinde yapılan nümâyişleri hor görmeler, terörist leşlerine cenâze merâsimleri düzenlemeler, ırkçı Kürtçülük; demokrasi ve insan hakları hüviyetine sokuldu!...

Kim, ne kadar sert ve açıkça Türk Silahlı Kuvvetleri'ne, yâni Genel Kurmay Başkanı'na ve başkanlığına saldırdıysa, o kadar cesûr demokrat sayıldı!... Terör bitmedi, Ordu yetersiz! Asayiş sağlanamadı, Ordu beceriksiz! Güneydoğuda göç alan ve kontrolsüz büyüyen varoşlar, büyük Harlem'ler oluşturuldu, Ordu köyleri boşalttı! Çatışmalarda gebertilenler içinden; gündüz esnaf, gece terörist olanlar çıktı, Ordu'nun istihbaratı yetersiz! Kazara, bir işbirlikçinin başına duvardan taş düştü, Ordu suikast yaptırdı! Cumhuriyet'in kurucusu Ordumuz'a, olmadık iftirâlar yapıldı!

Siyâsilerimiz mi? Onlar, demokratlaşma yarışındaydılar! Ordumuzu hedefte bırakıp, "Dindar Cumhurbaşkanı" seçiyorlardı! Muhalefettekiler de, milleti zorla ötekileştirerek AKP' ye itiyorlardı!...

Yeni bir şeyler var şimdi! Yıllardır milleti, "Kurtlar Vadisi" dizisi seyrettirerek yoğurup gerçek senaryo gereği, kazılar, başlatıldı. Yer altından silahsız mühimmatlar çıkarılmaya başladı! Hayâliyle kara sevdalıya dönüştürüldüğümüz AB basınında; süren mahkemenin sonucu da yorumlandı: "Genel Kurmay başkanlığı, suskunluğuna devam ederse Recep Tayyip Erdoğan, şimdiye kadar hiç bir siyâsinin cesâret edemediğini gerçekleştirmiş olacak. Suskunluk bozulursa da, Recep Tayyip Erdoğan'ın -yeniden- mazlûmluğu tescillenecek." miş!...

Epeydir unutulmuş olan AB üyeliğimizin ucu açık takvimimiz(!)de yeniden ele alındı! Bir şeyler hazırlanıyor mu, yoksa bana mı böyle geliyor?

Süren mahkeme ile asla ilgili değil bu sorularım. Yargıya da, hukuka da, hukuk adamlarımıza da her şeye rağmen, hatta "savcı" sı olan Başbakan'a, mevcût Adâlet Bakanı'na rağmen, sonsuz güveniyorum.

Susurluk'ta bitti, Ergenekon etiketi yapıştırılan Ümraniye Bombaları da!...

Yeni senaryolara ve yeni figüranlara, -dikkatle- hazırlıklı olalım vesselâm!...

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 12, 2009

ADÂLET, GÖREVİNİ DEĞİL İŞİNİ YAPSIN...

Türk münevverler, siyâsi partilerin sayın genel başkanları, milletin çâre kapıları olan değerli kanaat önderleri; bu gün sözüm, sadece sizlere!

Sizler ve bizler; yâni, 'söylenen millet'in sözlerini, duyması gerekenlere taşımayı kendilerine görev edinmişler; atanmamış, tayin-terfî endîşesi olmayan hür akıllılar, kuvva-y-ı seyyâreler kendi aramızda anlaşamazsak, zâten siyâsi taraftarlıkla bölük-pörçük edilmiş milletimize bir yara da biz vururuz!

Her birimize tek tek inanan, bizleri ciddîye alan insanlara karşı sorumluluğumuz, bir başbakanınkinden çok daha vebâllidir! Başbakan seçimlerde koltuk kaybeder, bizlerse -Allah korusun- karakter zaafiyetine uğrarız! Şahsiyetsiz tarifi alırız ki, bunun telâfisi de yok!

Başbakan'ın; son toplantısında, yerel başkan adaylarını açıklamak için yaptığı konuşmasını dikkatle izledim. Yerel seçimlerde adayların yapması gereken vaatleri bile dikte ettirerek başladı! Bu görev diktesinden önce ise, hedefinde, süren bir mahkeme vardı. Ümraniye Bombaları diye başlayan, sonra "Ergenekon"laştırılan bir soruşturma!... "Bırakın hukuk işlesin! Bırakın savcılar-hâkimler rahat şekilde görevlerini yapsınlar!" diyordu... "Bırakın işlerini yapsınlar." deseydi, dikkatimi çekmezdi. Çünkü hâkimin, savcının işi olur-olmalı. Ama görev;birisi tarafından birine verilir sonra da denetlenir! Başbakan; verdiği görevi yapan görevlilerini denetleyen bir mümeyyiz edâsındaydı!...

Bir kaç gün önce de, süren bir adlî dâvanın savcısı olduğunu, pervâsızca açıklamıştı.

Adâletsiz devletin olması mümkün değil bilirim! Adâletsiz bir idârenin devam etmesi de mümkün değildir. Başındaki mümeyyize, yani iktidarın başına, yani başbakana rağmen işini bî-hakkın yapmayan-yapamayan savcı, "müdde-i umûmi" sıfatını, hak eder mi?

Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu başkanı'nın siyâsi olduğu, Adâlet Bakanı veya müsteşârının olduğu bir sistemde; bu kurulun atadığı ve her an sürgün edebilecek bir savcıdan, bî-hakkın adâlet beklenmez -ki ben- bekle/ye/miyorum!

Savcılığın, iddia makamı olduğu bilinir. Savcı iddia eder, savunma savunur, hâkimler yargılarlar. Bizzat yaşadığım mahkemelerde, savcının iddianâmesine uyulmadığını, çok ender hatırlarım. O ender hatırladıklarımda da savunmanın yani avukatın başarısı söz konusu idi.

Bu sorguda ise; müvekkîlini görmek, müvekkîlinin yanında olmak için adliyeye gelen avukatın, "görevini yapsın" talimatlı savcı emriyle, göz altına alındığını gördük ama asıl haberi atlamayı başarı saydığımız için atladık nedense!..

Devam eden mehkemenin seyriyle alâkam yok. Var da, yasalara saygımdan yok görünüyorum. Ama savcının, adâlete düşürdüğü gölgeyi, estirdiği despotizmi atlayamadım!...

Müvekkil Tuncer Kılıç Paşa; tâkibine gerek görülmeden serbest bıraktırılırken, savunma yapmak için gelen avukat, göz altına alınıyor! Bu adâlete benzemeyen uygulamanın muhatabı, kim acaba? Görev(!)ini yapan savcı mı, "Bırakın görevini yapsın." diye demokratça tâlimat veren ve kendisini davanın siyâsi savcısı ilan eden Başbakan mı?...

Falakalar, elektrik, tırnak sökmeler, tabutluklar gibi fizîki işkence hâneler yok ama; müthîş ve dayanılmaz bir karakterlere-irâdelere uygulanan, dünyada ilki yaşanan, adâlet adına bir işkence türü var! Gûya göz altına alınan, çaylı-kahveli üç günlük misafirlikten sonra;"Kimse yerine ve mevkisine güvenmesin!" diye korku tellallığı yaptırılan, cesûr demokratlar da sustular nedense! Sadece kendileri sussa itiraz etmeyeceğim, konuşmaya niyetlileri de korkutarak susturdular!...

Böyle adâletin de, adâlet sağlayacak savcının da, "Bırakın görevini yapsın." diye tâlimat veren adâletli Başbakanın da kurbanları olayım!...

Geciktirilen adâlet, zûlüm tarifi alır. Zûlüm de ilelebet pâyidâr olmaz...

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

TÜRKİYEMİZİ GERİ VERİN!...

Millet olarak sinirlerimizi boşalttılar!

Kimsenin kimseye güveni, kimsenin devlet kurumlarına itimadı kalmadı! Hiç bir partili, partisine güvenmiyor! Hiç bir yönetici, teşkilâtından emin değil! Kimin kimi izlediği; kimin, kimi, kime, ne zaman ihbar edeceği belli değil!

On yıl öncenin kahramanları hain; on yıl öncenin hainleri kahraman! Moskova'ya indiğinde toprağı öpen, kahraman! Devletin hakimini öldürüp firâr eden, kaçak artist kahraman! Dağdaki terörist düşman değil! Şehitlerimiz kelle, terör örgütü başı, sayın!... Ordu despot, ordu ihtilâlci, ordu demokrasi önünde engel!...

Siz ne diyorsunuz Kardeşim?!...

Ne vatandaşın can ve mal güvenliği, ne de devlet zirvelerinde görev yapmış Cumhuriyet ve Atatürk kazanımlarına sahiplik eden bürokratların kişilik güvenceleri var!... İhtilal yapan, suçsuz günahsız civanları asan adamlar, nü resimler yaparak dolaşıyor; devletin bekâsı için çarpışanlar, ihtilâl hayal ettikleri var sayılarak göz altına alınıyorlar!... Nedeeeeeeen?

Mâdem ki; yıllarca terörle, teröristle canları pahasına savaşan kahramanlarımızı, komutanlarımızı, baş savcılarımızı sorgulayacaktınız; mâdem devlet, elemanlarına ömür boyu sahip çıkamayacaktı, madem canlar emekler zayi edilecekti; bu kadar ana kuzusunu neden kurban ettiniz? Nedeeeeen?!...

Heeey! Bizi bilmezler; Devletin bekâsı için her Türk fedâidir. Her Türk, vatanın bütünlüğü için serdengeçtidir. Her Türk, "Devlet Yanlısı Çete" mensûbu olmaktan gurûr duyar! Duyar duymasına da; devletimiz işgâlde mi, "Devlet Yanlısı Çete" var? Bu çeteyi ilan eden tarafın, adı ne? Kimler; kimlerin talimatıyla, kimleri, ne ile ithâm ediyorlar? Ne diyorsunuz siz?!...

Bu kadar bilgi kirliliğinde, bu kadar güvensiz bir ortamda, bu kadar açık faşist bir yönetimde; demokrat maskeli siyâsi tiranların baskıları yüzünden yüz binlerce işini kaybeden işçinin sesi yok! Sesini çıkaranlar, insafsızca coplanır! Teröristler şehirlerde, sokaklarımızı yakarlar, arabalarımızı kundaklarlar, yağma yaparlar, polise dünyayı dar ederler, bir şey yapılamaz! Onların, insan hakları var!... Artık evlerinde huzursuz olan, devlete ve yasalara saygılı-sadık Türklerin hakları nerde?

Son beş yılda; Türkiye genelinde çelik kapı tüketiminin farkında mısınız? Yoksa o kapı yapan firmalarda mı sizin? Anadolu'da kapı kilitlenmezdi! Dükkân kapısı kapatılmadan Cuma'ya gidilirdi. Şimdi kimsenin, kimseye itimadı yok! Nedeeeeen?

Getireceğiniz huzur bu muydu? Türkiye'nin gelmiş geçmiş en demokrat(!) siyasilerinin sağladığı istikrârın getirdiği huzur bu mudur?

Huzurumuzu geri verin! Düzenimizi geri verin! Düşün artık yakamızdan! Sizsiz, dünümüzü geri verin! 1938'den bu yana, gelmiş geçmiş bütün demokratlar; sağcılar, solcular, sosyal demokratlar, demokratik solcular, liboşlar, AB-D'ciler, hatta bunlarla koalisyon hükümeti kuran milliyetçi geçinenler; hepiniz kurban olasınız Atatürk'ün yokluklar içindeki şahsiyetli Türkiyesine! Gelişmemiş, geri kalmış huzurlu Türkiyemizi geri verin!

İhbâr ediyorum: Türkiyeli değil Türk'üm. Türk milliyetçisiyim. Atatürk'ün ideallerine ölesiye sâdığım. Devlet yanlısıyım. Kimseyle organik bir bağım yok. Tek başıma, hür ve hür akıllıyım. Sizi iktidardan indirebilmek için, meşrû bildiğim her yolu deniyorum, deneyeceğim. Mitinglere koşacağım.Miting yapılmasına izin vermezseniz,tek başıma, milletim adına size,baş kaldırıyorum. Sizden kurtuluncaya kadar, ben de demokratım!...

Gelişinizi fark edemedim, gidişinize teneke çalacağım!...

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

Pazar, Ocak 11, 2009

ÂDİL OLUN. TÜRK OLUN!...

Adâletsiz olmaz! Adâlete güvenemezsek; adâleti de, siyâsi kadrolarla dönüştürmeğe çalışırsak, günün birinde bize de lâzım olacak olan adâletin gâzâbından kurtulamayız, hatırlatırım!
Adâletin gâzâbı olur mu? Olur! Adâletle merhâmet bir arada olmaz. Biliriz ki; 'Kargaya yavrusu kuzgun görünür.' Biliriz ki hiç bir ana-baba, evlâdından; hiç bir yakın, yakınından vaz geçmez! Biliriz ki yakınlar, kanlarının gereği yakınlarının suçluluğunu aslâ kabul etmezler. Biliriz ki hiç bir taraftar, taraftar olduğu siyâsetin yanlışını görmez, suçluluğunu kabûl etmez! Etse, taraftar olamaz! Yakınları, cinâyet işlemiş olsa dahi haklıdır! Kahramandır hatta!...
Ama adâletle merhâmet, bir arada olmadığı, olamayacağı için suçu işleyen, cezâsına katlanmak zorundadır. Yapanın, yaptığı yanına kâr kalmamalıdır. Adâletin gereği budur. Ama yargılayanla yargılanan, cezalandıranla cezalanan; suikast yapılacaklarla, suikast yapacaklar, bir arada örgüt gibi gösterilirse; suçlayanla suçlanan örgüt diye sunulursa; bütün bu senaryonun kaynağını teşkil eden, farklı kişilikli, bir kaç dinli ve bir kaç cinsiyetli birisi; hâlâ, yurt dışında ve elini kolunu sallayarak gezerse; adâleti yıllarca temsil etmiş biri, kuvvet ve ordu komutanları paşalarımız, "Laikliğe karşı odak olmak"la suçlu bir siyâsi iktidarın, Adâlet Bakanlığı kadrolarınca yönlendirildiği iddia edilen, bir adâlet sistemiyle rencîde edilirse adâlete olan güven sarsılır!...
Milletin adâlete olan güvenini sarsmaya, hiç ama hiç kimsenin hakkı olmamalıdır. Devletin olmazsa olmaz kurumları, bu keyfiliğe izin vermemelidir!
Bu devlet, kolay kurulmadı! Bu vatan, ucuza mal olmadı! Müttefik(!)imizin eline silâh vererek dağa çıkardıklarının her saldırısı sonucu, istediklerini vererek, devlet kalamayız! Onlarla hayatları pahasına görevleri gereği mücâdele edenleri, çetecilikle yargılayamayız! Yeniçeriler kazan kaldırmış kelle mi alıyorlar?
Demokrasi kılıcı ve demokratlık maskesi ile devlet kurumları arasına, buzdan duvarlar örerek oluşturulan, bu buz gibi korku imparatorluğu ile âbâd olmayı, hiç kimse hayal etmemeli! Yoktur böyle bir örnek!... Bu adâletsizlik, bir gün geri teper! Hiç bir zûlüm sonsuza dek sürmez. Her zâlimin mutlaka bir hesap soranı çıkar!
Kurtlar Vadisi dizi sahnelerini canlandırarak Türkiye'yi köstebek gibi kazıp dünya gözü önünde komikleşmenin, devlete-millete bir hayrı yoktur! Yapanlara-yaptıranlara da hiç bir yararı olmayacaktır!...
Suçlama, delillerle yapılır. Önce suçlayıp sonra delil toplandığı, dünyanın hiç bir adâlet sisteminde görülmemiştir. Muhteşem Türk Atatürk ve arkadaşlarının da, devrin işgalci müttefik(!)lerinin baskısı ile, şeyh-ül islâmlardan alınan fetvâlarla çeteci ilan edildiğini, hepimiz biliriz. O'nun makamında görev yapmış paşaları;-müttefik(!) haçlı AB-D zoruyla- çeteci ilan ediyoruz, farkında mıyız?!...
Beğler! Bu milletin genlerinde, "Devlet yanlısı" olmak vardır. Hiç bir Türk, "Devlet Yanlısı Çete" mensûbu olmaktan geri durmaz.
Bu millet; bütündür, tektir ve Türk'tür. Bu devlet, Türk'ün Devletidir. Devletin her kurumunda Türk'ün teamülleri, binlerce yıldır yerleşmiştir. Hiç bir siyâsetin, bu teamülleri yok etmeye gücü yetmemiştir, yetmez de...
Müttefik(!)imizin verdiği bumerangla cezâlandırma yapmak isteyenler; bumerangın, mutlaka kendilerine döneceğini bilmeli, görmelidirler!
Yapmayın! Türk gibi âdil olun ki, sonra adâletin gâzâbına muhatap olmayasınız!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 09, 2009

BİR TÜRK VARSA, BİN ÇÂRE VAR...

Bu gün, ters kalktım! Sağımızdan-solumuzdan, altımızdan-üstümüzden, velhâsıl heryanımızdan yapılan müthiş ihânet tarifli tazyiklere,bütün edep ölçülerini aşarak tepki vermeğe, küfüre hazırlanmıştım!...
İdealleri biten toplumların, kahramanlarını koyunlaştırdığını bilirdim. Ve maalesef millet olarak bizi buna alıştırdılar! Devletin bekâsı için çarpışan kahramanlarımızı, ordu komutanlarımızı, kuvvet komutanlarımızı göz altına aldılar-alıyorlar! Sıraya kimleri aldıklarını artık saklamıyorlar bile!
"Adaletin kestiği parmak acımaz." inancımızla, adâlete olan güvenimizle seyrettik-seyrediyoruz! Millet olarak, -belki-; "Seyretmeyip ne yapacaktınız?" sorusuna muhatap olabiliriz! Cevabımız var! Ama şimdi değil! Sadece sükûtumuz, ikrârımızdan değil diyelim!
Bu sözümle, artık millete bir şey demeyeceğim sonucuna da varılmasın! Milletle işim bitmez! Millete ne sitemden, ne de Türk Milleti'ne olan eksilmez güvenimden aslâ vaz geçmem!
Sözüm ve sessiz sitemim; askeri lojmanlardan alınmalarına izin verdikten; eşleri hanfendiler, göz altına alınan komutan eşlerine "Geçmiş olsun!" ziyâreti yaptıktan sonra yapılan, "olağan üstü toplantı" yı yapanlara!...
Ki bendeniz, ordunun kesinlikle siyâset dışında kalmasından yana olanlardanım. Ki bendeniz; "Siz, sınırlarımızı ve Anayasamızın verdiği yetkiyle devletimizi korumaya devâm edin. -Allah korusun- ölürseniz şehîdimiz, kalırsanız gâzimiz, kahramanlarımız olun. Siyâseti; deneme yanılma yoluyla da olsa, doğruyu buluncaya kadar bize, millete bırakın." diye seslenmiş biriyim.
Anlı-şanlı Paşaların; görevde olduklarında yaptıkları hizmetlerinin, "Devlet yanlısı Çete" tarifiyle, baştan komediye dönüştürülmüş iddialarla, derdest edilmeleri; millî vicdânı, tabi ki benim vicdânımı da incitti! Ama "Adâlet var!" inancımla, yasalara güven ve saygımla, seyrettim!
Ta ki; "Ser Müddeî Umûmi" mizin, umumi (genel) haklar adına dâva açabilen tek hâkim, Cumhuriyet Baş Savcımız'ın, adâletin zirvesinde yıllarca görev yapmış Sn. Kanadoğlu'nun evinin, "Devlet Yanlısı Çete" mensûbu olmak iddiası ile aranmasına kadar! Şimdiden sonrasını, sesli düşünüyorum varsayın lütfen. Çünkü düşünce suç değil ya!...
İl ve ilçelerimizde; emniyet müdürleri ve jandarma komutanları, Cumhuriyet savcılarının emrinde olmazlar mı? Aşağıdan yukarıya doğru silsileten çıktığımızda; Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, Emniyet genel Müdürü, -adâlet adına- Cumhuriyet Baş Savcısı'nın emrinde olmalı değil mi? Taşrada böyle, Başkent te başka olursa; "Baş başka yere, ayak başka yere" görünümlü olmaz mı? Cumhuriyet Baş Savcısı'nın evinin aranması; hangi sistemin, hangi demokrasinin veya hangi adı bilinmeyen sistemin uygulamasıdır? "Kanlı mı, kansız mı olacak?" diye, yakın geçmişimizde haberi verilen darbe mi gerçekleştirildi? Bitti mi Cumhuriyet?!
Görevdeki Cumhuriyet Baş Savcımız, Genel Kurmay Başkanımız ile şimdiye kadar neden bir araya gelmediler? Bir mâni mi var? Merak ediyorum. Meraktan, bîçârelikten patlayacağım!
Allah'tan Yeni Çağ Gazetesi'nin müthîş Türk münevverleri var. Telefonla Hayri Köklü'yü, coşkuyla tebrîk ettim. 9 Ocak 2009 Cuma günlü gazetemizi, özellikle saklayın. Altemur Kılıç, Durmuş Hocaoğlu, Arslan Bulut, Hulki Cevizoğlu ve Sebahattin Önkibar'ın bu günkü yazılarını; aynı karargâhtan, birbirini tamamlar mahiyetteki doyurucu, teselli edici Türk tavırlarını; bir daha, bir daha okuyun lütfen...
"Dünyayı Türkçe okuyan" ve dünyaya Türkçe seslenen münevverleri bir araya toplayan sebeplere kızmama rağmen; İyi ki Yeni Çağ var ve bendeniz de, iftihâr ederim ki Yeni Çağ'dayım. Yaşayan tek Türk var olduğu sürece çâre bitmez inancımla...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 08, 2009

"ÎMAN, İMKÂN YARATIR."

Gâlibâ, bozuk moralli görünümü vererek hata yapıyoruz! Gâlibâ, olanların; "Sinek bir şey değil ama mîde bulandırır." dan ciddî olduğunu hissettiriyor ve çakalların kendilerini kurt zannetmelerine vesîle oluyoruz!
Hâlbuki yüzlerce binlerce yıldır; "Çakalın kurt taklîdi, leş görünceye kadardır." gerçeğini biliriz. Yine binlerce yıldır; "Asıl azmaz, bal kokmaz. Kokarsa yağ kokar. Çünkü aslı ayrandır." tesbîtini, yaşayarak yapmış bir milletiz.
Hatalıyız Beğler!
Türk Milleti! Hatalıyız ve hatamızda ısrarcı olduğumuz için suçluyuz!...
Sahipsiz, kontrolsüz ve bakımsız bırakılan her şey gibi, devlet te sahipsiz bırakılırsa yıpranır! Çağa uyacak, zamanı yakalayacak, teknolojiyle barışık, ilme-fenne katkı veren bir millet olmazsa; devlet, unutulmuş olur. Terk edilmiş görünümü verir ve gerekli zamanlarda, gerekli onarımlar yapılmadığı için yıpranır!
"Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için, izmihlâl mukadderdir." tesbîtinde de, devletin sahipsiz bırakılırsa, yıpratılacağı gerçeği saklıdır.
Dinliyi-dinsizi, imanlıyı-imansızı, ancak Allah bilir. Yâni takva, kul ile Allah arasında olan bir olgudur. Hiç ama hiç kimsenin elinde iman metre olmadığı gibi; kimsenin kimseyi dindar veya zındık diye tarif hakkı da yoktur. Takvâ; Allah ile insan arasındadır ve sadece Allah'la kişi bilir, gerçeğini bilmez miyiz? Ehîl bir münevver Yaşar Nuri öztürk; "İnsanlar arasındaki ölçü ehliyet olmalıdır." dedikten sonra, "riya"nın, iki yüzlülüğün, vicdânî namussuzluğun Allah katındaki, müthiş tarifini yaptığında, utandım!...
Haçlı-Yahudi ortaklığı ile Filistin'de yapılan zulmü; grup toplantılarında heyecanla anlatan ve bir vaiz üslûbuyla İsrail'e lânetler-beddualar yağdıran ama, Meclist'en İsrail'i kınama kararı çıkaralım teklifini reddettiren, BOP Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın; "Dindar Cumhurbaşkanı" tarifini hatırladım, utandım!...
Hatırlayınca da; sağlığında ve ölümünden sonra, dinsizlikle "ittiham" olunan ama Peygamberimiz(s.a.v.)'in türbesini yıkmak isteyen Suudiler'e; "Bir tek taşına elinizi sürerseniz, askerimle aşağı inerim." diye telgraf çeken ve Filistin'le ilgili, Peygamberimiz(s.a.v)'in buyruğuna uymak için; "Hemen şimdi kanımızı dökmeğe hazırız." diye, seksen yıl önce Meclis'te kükreyen Türk'ü, Atatürk'ü hatırladım. İki kere daha utandım!
Artık beddua etmeyeceğim! Siyâsî, takîyyeci vâizler gibi dua ile de yetinmeyeceğim! Çünkü hepimiz, en makbûl duanın, çalışmak olduğunu biliyoruz. Sahipsiz zannedilen devletimizin; millet olarak "Allah İle Aldatmak"ı meslek edinmişlere kanmamız yüzünden tahrîp edildiğini, Cumhuriyet'ten intikam gayretlerini, görüyorum biliyorum!...
Ve hemen, bulunduğum yerden çalışmayı başlatıyorum. Her kesi çalışmaya, en makbûl duaya dâvet ediyorum. Her kes en yakınındaki, "Allah İle Aldatılmış"a, işin doğrusunu anlatmaya ve en geçerli duaya, çalışmaya başlamalıdır.
Siyâseten millet olarak yaptığımız hatayı düzeltmek, yine bize düşer. Başka yerlerden, başka kurumlardan medet ummak, siyâseten çaresizliğe kapılmış, demokrat maskeli korkakların işidir! Önümüzdeki yerel seçimlerde; ehîl insanlar seçersek, devlete-millete sâdık cesûr insanları seçersek, kısa sürede Devletimiz toparlanır ve çevresinde de varlığını hissettirerek huzûr sağlar.
Yaşar Nuri Öztürk; "Îman, imkân yaratır. Ama imkân, îman yaratmaz. Kurtuluş Savaşı'nda, imkânımız yoktu ama îmanlıydık, kazandık. Şimdi her imkânımız var ama îman nerde?!" diye soruyordu. Ve Mehmet Akif; "Eeeey dipdiri meyyiiit! İki el bir baş içindir./ Sahipsiz milletin batması haktır/Sen sahip olursan bu millet batmayacaktır." diye uyarmıştı.
Türk Milleti; Îman, imkân yaratır; îman, imkân yaratır...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN SÜTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 07, 2009

"SÖZÜN TAMAMI APTALA SÖYLENİR..."

Daha dün; "İki yanlıştan bir doğru çıkmaz." diyerek endişelerimi belli etmiştim! Bu kadar çabuk şımaracaklarına, bu kadar çabuk dilden sonra toprak isteyebileceklerine ihtimâl vermemiştim!...
Artık ben de çaresizce Recep Tayyip Erdoğan'ı tebrik edeceğim! Bir insan, yanlışları doğru göstermekte ancak bu kadar başarılı olabilir!
Anayasa'yı değiştirecek çoğunluğa sahip olacaksın, Meclis'te muhalefeti görmezden gelerek istediğin yasayı yarım saatte çıkaracaksın, Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı da dahil her kesi dinletebilecek-izletebilecek kadar kendi istihbarat ağını kurmuş olacaksın ve ülke Başbakanı'nı tehdit eden, devletin araçlarını terörist leşlerini taşımakta kullanan, nerdeyse bağımsızlığını ilan etmiş bir belediye başkanını görevden alamayacak kadar insan hakları savunucusu olacaksın! Demokratlaşacaksın!...
AB dayatmalarıyla laşkalaştırılmış yasalarımızı, demokrat ve insan hakları maskesiyle kullanıp terörist örgüt baskılarıyla, bağımsız olarak seçim kazandıktan sonra Meclis'te grup kuran teröristlerin siyasal temsilcileri, partileşecekler ve İmralı'dan genel başkan atanacak; laçka yasalarımızı istedikleri gibi kullanan bu İmralı vekillerini yok sayacak, görmezden gelecek ama Diyarbakır Belediye Başkanı'nı muhatap ve muhalif kabul edeceksin! Bu vcdanları rahatsız eden partililere; "Erkekseniz parti olarak seçime girin!" diye meydan okuyacaksın!...
Meclis'te Kürtçe kitap dağıtılacak, müdahele etmeyeceksin! Kürtçe bayram tebriklerini görmezden geleceksin ve bütçeden; resmi dil olan Türkçeyi korumak ve kollamakla mükellef bir kuruluşumuzdan 24 saat Kürtçe yayın yapmaya karar vereceksin! Beceremediğin Kürtçe ile de, "hayırlı olsun" demeğe çalışırken "hayırsız olsun" diyeceksin!
Ben de içim kan ağlayarak, yüreğim Türkçe isyân ederek, öfkemden tebrîk edeceğim!...
Kanı soğumamış şehitlerin âhı, tutar adamı. Tutmalı!... On binlerce yürekleri yaralı, ağızları bedduâlı şehit ailesinin, âhı, tutar adamı. Tutmalı!...
Emânete böyle mi sahip çıkılır? Cumhuriyet, bölünmez bütünlük, ulus devlet, milletin bütünlüğü böyle mi muhafaza edilir?
Meclis'te muhalefete, meydanlarda millete söylenmeyen anlaşmalar mı var? Kırmızı çizgilerimize son verilmesine, bu anlaşmalar yüzünden mi ses çıkaramıyoruz?
ABD'nin PKK'nın işine son verdiği bu günlerde, İsrail'in Gazze'ye ölüm olup yağması, tesâdüf müdür? Arabuluculuğa soyunup, bir vaiz gibi İsrail'e beddualar yağdırmanın, mantığı ve caydırıcılığı var mıdır? Bu tavır diplomatlık mıdır?
Gûya ateşkes sağlamak için, diğer BOP Eş Başkanı Ürdün'le görüşmenin, bir izâhı var mıdır?
Son günlerde Filistin'e uygulanan soykırımla ilgili tavsiyede bulunan muhalefete; "Bakkal yönetmiyoruz. Devlet yönetiyoruz!" diye fırça atarken; İsrail basınından elçilerini geri çekmeye hazırlandıklarının duyurulması, aynen bizdeki gibi bir iç siyâset uygulaması mıdır? Arkasında bir şey var mıdır?
İsrail adlı terörist kuruluş, elçilerini çekmeye hazırlanırken, Mehmetçiği Birleşmiş Milletler adına Filistin'e iki ateş ortasına göndermeğe hazırlanmanın bir mantıklı açıklaması var mıdır?
Diyarbakır'dan duyulan akortsuz, mide bulandıran sesler; Filistin'e yapılanları millete unutturmak için oluşturulan gündem midir? Filistin'de uygulanan Haçlı-Siyonist ortaklığındaki soy kırım; Türkiye'nin de parçalanmasını öngören Büyük Ortadoğu Projesi uygulamasının bir adımı mıdır?
Bu kadar cevapsız sorunun olduğu, yöneticilerine bu kadar güvensiz bir toplumun olduğu memlekette huzurdan, istikrardan söz edilebilir mi? Daha söyleyeceklerim var ama; "Sözün tamamı aptala söylenir!" uygulamasından sayılabilir ve ben o kadar Kasımpaşalı değilim!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ocak 06, 2009

"BİZ DE SİZDENİZ..."

Sizlerle paylaşacağım yazıyı okurken aynı anda hem yazıyı okuyup hem de yıllar öncesini düşündüm. Bosna-Hersek'te oluk oluk Türk kanının akıtıldığı günleri hatırladım. O zamanki TBMM Başkanı Mustafa Kalemli'nin, o kan gölüne yaptığı ziyareti ve Bosnalı Türk Kızımızın söylediklerini hatırladım. Mustafa Kalemli'ye mihmandarlık ve tercümanlık yapan Bosnalı Kızımız; "Bizim burada İstanbul'u korumak için öldüğümüzün farkında değil misiniz?" diye sormuştu.
Şimdi de güneyimizde katliam var! Ve Abdurrahman Dilipak; "Diyarbakır'ı müdafaa edebilmenin yolu, Filistin'i müdafaadan başlar." anlamına gelen çok doğru bir tesbît yapıyor. Filistin'de Filistinlinin; Kerkük'te, Telafer'de Türkmen'in; Dağlık Karabağ'da Azeri'nin; Balkanlar'da evlâd-ı fâtihan'ın; ölürlerken Anadolu'yu korumak adına öldüklerini bilemezsek, sıra bize gelir ki o zaman da ölümü çoktan ve fazlasıyla hak etmiş oluruz!...
Şimdi benim aklımı uçuran, yüreğimi ağzımda attıran yazı:
"SİTEMİM
“Yabancı” diye hitap etme bana... Yabancı değilim. Aslında o kadar senden, o kadar Sen’im ki... Birbirimize ne kadar benziyoruz tahmin bile edemezsin. Ben ve sen... Aynı türkülerde hüzünleniyoruz, ayni türkülerle halay çekiyoruz. Sizde de Aliş’in kaşları kare, kırmızı gülün de adı vardır eminim. Bayramlarımız da aynı. Baklava ile tadlanıyor, büyüklerimizin ellerini aynı şekilde öpüyoruz. Bayramda çocuklara harçlık verilir değil mi? Maçlarda aynı galibiyetlere seviniyoruz biz. Aynı anda yollara dökülüp, kutlamalar yapıyoruz. Sevdiğimiz şairler, şiirler aynı. Yahya Kemal’i, Cahit Sıtkı Tarancı’yı okuruz uzaklara dalarak... Belki birimiz acılı yeriz, birimiz acısız ama yediğimiz yemekler bile aynı. Kavurma mıdır, hamur işi mi, şerbetli mi farketmez. Bizim yemeklerdir onlar. Benim ve senin. Yaşadığımız aşklar, sevgili icin döktüğümüz göz yaşları. Sevgiliye söylediğimiz aşk itirafları bile tıpa tıp aynı. Sizde de “seni seviyorum” denilir sevgiliye, bizde de. Başka şekilde söylenirse dokunulmaz yüreğin derinliklerine. Gelin olacak kızın hüzünü, düğün adetleri. Sizde de bizdeki gibi gelin olacak kızın eline kına yakılıyor değil mi? Kız evinde biraz hüzünlü bir heyecan, damat evinde de coşku olur değil mi? Yaslarımız da aynıdır biliyorum. Bu kadar da benzerlik olur mu deme, biz aynı dili konuşuyoruz. Düşünsene... Aynı bayrak için kalbimiz bile ortak çarpıyor. Bir hilal ve bir yıldız... İkimizin de gözü sadece onu görüyor. Senin orası nere diye sorma. Sınırın şimdilik diğer tarafındayım, ama yabancı değilim. Yıllarca orada senin tarafından tanınmayı bekleyen, senin hiçbir zaman “merhaba” demeyip de, şimdi ise bir televizyon dizisi tarafindan “elveda” dediğin yerdenim. ATA diye isimlendirdigin o değerli Türk’ün doğduğu memlekettenim... Rumeli’liyim... Filiz NEZİR" www.gencmakedonyalilar.net sitesi'nden aldım. Çok güzel bir yazısı daha var bu Türk Kızı Türk'ün. Nasibolursa bir gün de onu paylaşırım sizlerle. Veya sizler şimdi hemen eğer yakınınızda bilgisayar varsa başına geçip, bu kızımızın ve arkadaşlarının duygularına bir göz atınız...
Aklıma, aksakalımız, bilge büyüğümüz Ahmet Er'in; "Bir gece tan atarken yüce Tanrı Dağı'ndan/Kürşad'ın gür sesi duyulacak/" Atlar vey Irmağı'ndan sulansın/Güneş doğduğu yerde karşılansın."/Emri tekrar edilecek./Gök, toprak, deniz/Bozkurtlar uluyacak bütün Anadolu'dan/Biz de sizdeniz! Biz de sizdeniz!" dizeleri geliverdi, Yeniden Türk Milliyetçiliği hareketinin, bilgi mimarı Prof.Dr.Ümit Özdağ'ın; net duruşlu, Türk edâlı, yiğit hançeresinden çıkan haliyle, sesini kulaklarımda yeniden canlandırarak...
Ne kadar süreceğini bilemem ama geçici olduğundan emin olduğum, sınırlarımız dışında kalmış, hasret çeken ve hasretlerini çektiğimiz Kardeşlerimiz; Balkanlar'da Evlâd-ı Fâtihân, güneyde Türkmen, doğuda Azeri Kardeşlerimiz, dünyanın her yerindeki Türk Kardeşlerimiz; Vallahi de, Billahi de; "Bizde Sizdeniz! Biz de sizdeniz!..."
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 05, 2009

KORUMAYA MECBURUZ...

On gündür İsrail, Filistin'de kan akıtıyor! İslâm âlemi, camilerde, sokaklarda lânetler okuyor, beddualar gönderiyor ve protesto yapıyorlar. 400 yıl sınırlarımız içinde ve yaşayanlarının tamamı tebaamız olan Filistin'e yardım hakkı ve imkânı olan biz olmamıza rağmen, nedense üzerimize düşeni layıkîyle yapmıyoruz! Devletler arası korkaklığın adı diye anladığım "diplomasi", gönlümüzce hareketimize mani!...
Başbakanımız; yıllarca siyonizme ve İsrail'e söylediklerini unutmuşçasına, güçlü hitabetiyle bir cami vaizi gibi, dualar ve temennilerle yetiniyor! Cumhurbaşkanı ve Başbakan da dahil olmak üzere biz beddua edip sokaklarda mitingler yaparken, İsrail Gazze'ye havadan ve karadan bomba yağdırıyor!
Vefasızın, vefa beklemek hakkı yoktur. Arapların vefasızlığını ve birbirini yediğini elbette biliyoruz! Ama fertlerde olduğu gibi, milletler de kendilerine yakışır şekilde davranırlar ve tarih bu özel davranışlar sayesinde yapılır ve yazılır. Atalar; "Zor geldiğinde, fent bacadan çıkar!" demişler. Yani kuvvet gösterildiğinde bütün oyunlar, kurnazlıklar, hatta diplomasi meydanı terk eder. ABD; Okyanus ötesinden gelerek Irak'ı işgâl ettiğinde diplomasi yoktu! Rusya Güney Osetya'da kıyım yaptığında da!... Başımıza çuval geçirildiğinde; "Büyük devletler özür dilemez!" diplomatlığını, bizim büyüklerimizden öğrenmiştik!
Bu gün İsrail; Gazze'de soy kırım uyguluyor ve diplomasiden başka bir şey yok! Saldıran İsrail. Destekleyen ABD ve Birleşmiş Milletler. ABD'nin ve yahudilerin etkisinde olmayan arap ülkesi yok gibi! Diplomatik görüşme yapılacaksa İsrail ve ABD ile yapılması gerekirken; Ürdün'le, Mısır'la, Suriye ile görüşmelerle gün geçiriyoruz, mikrofonlardan dua ve beddualarla vaizlik yapıyoruz!
Siyâsi geçmişleri; Siyonizm ve İsrail düşmanlığı temeline kurulu yöneticilerimiz, nedense tarihin en diplomat yöneticileri oldular! Yıllarca dincilerin, cemaatlerin, 2.Cumhuriyetçilerin ve Osmanlıcıların dinsizlikle ithâm ettikleri Atatürk, Filistin hakkında; "Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip kudretimizi bildiğimiz için İslâmiyet`in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyet`e lâkayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen Peygamber`in son arzusu yani, mukaddes toprakların daima İslâm hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeğe hazırız. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda, bütün İslâm âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.(27 temmuz 1937-Hakimiyet-i Milliye Gazetesi)" derken, mevcut Başbakan; "Yahudi karşıtlığı, utanç verici bir akıl hastalığının tezahürüdür, katliamla sonuçlanan bir sapkınlıktır. (11 Haziran 2005 Yeni Şafak) diyorlar!...
Mevcut Cumhurbaşkanı'da; "Dünya barışı için, barışı korumak için, son 50 senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir. (16 Mayıs 2006 Milliyet)" diyebilmektedir!
Yönetim böyle düşününce de, yandaş medya; israillilerin, Hamas füzelerinden dolayı yaşadıkları zulmü(!) haberleştiriyorlar!...
Filistin'in yardımına bize yakışır bir şekilde yatişmeyen, yollarımızın nasıl beklendiğinin farkında olmayan veya farkında olmasına rağmen diplomaside ısrar eden yönetimimize şimdilik sadece sitemle yetineceğim! Milletin sitemlerinin de farkındayım!
Büyük Elçilerimizi geri çağırıp, büyük elçilerini göndermekle başlayacak uyarıları, Türkçe diplomasiyi hâlâ umutla beklemekteyim... Kapımızın önünü, korumaya mecbûruz. Geçmişimiz ve vicdanımız bunu emreder.
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN