Cuma, Şubat 27, 2009

SON SÖZ MİLLETİN...

Günü, dünle yarın arasına köprü edemeyen akıldan bize ne? Bu günü, dünle yarın arasına bir engel gibi sokanın, samimiyeti olabilir mi? Akılsız ve samimiyetsizlerin hazırladığı, zor günlerdeyiz!
DERİNÇEK'çi ulusalcı kesimin; ".... senin dibin daha kara!" gerçeğini unutarak yaptığı tenkît olmasaydı, ilgilenmeyecektim! Devlet Bahçeli'nin dün tokalaştığı, Mehmetçik katili ellerin sahiplerine;"Hainler cezâlandırılmalı!"şeklinde verdiği tepkinin doğruluğundan hareketle susabilirdim!
İki yanlış cepheden, iki yanlış ağızdan, doğru zamanda iki doğru tenkît yapıldı! Tenkîtler doğruydu, yapanlar yanlış! Yanlış kişiler söyleyince de doğrular, kıymetsizleşti!
Ulusalcıların; "Ülkücülere ve Atatürk Milliyetçilerine Üzülüyorum! Siz yaptınız bâri hâin demeyin! Adamların önünü açan sizsiniz!..." şeklindeki yargısıyla, canımın en sağlam tarafı incindi! Ulusalcılar, "Atatürk Milliyetçileri"ne ve ülkücülere üzülüyorlarmış! Allah, sorsun!...
İtiraza itirazdan önce, kavramlar üzerinde anlaşalım: Kemâlizm'e evet. Atatürkçülük'e de... Atatürk'le ülküdaşlığa, hedef ve hayâl birliğine milyon kere evet te, Atatürk Milliyetçiliği ne demek? Atatürk, bir millet mi? Yoksa; "En büyük fahrim ve servetim Türklüğümden başka bir şey değildir." diyen bir millet ferdi mi? Atatürk, defâlarca kör gözlere soka soka, sağır kulakları yırta yırta; "Türk Milliyetçisiyim." demedi mi? Atatürk'ten geçinenler, Kemalizm'le de yetinmeyip "Atatürk Milliyetçiliği" diye hiç bir ilmî dayanağı olmayan bir söylemle ne yapmak isterler?
Doğu DERİNÇEK'in; PKK kamplarını teftiş edercesine boy boy pozlarını, Apo alçağıyla sarmaş dolaş hallerini unutan veya unutturmaya çalışan bu eğreti yapılanmacılar; -bizi de çok öfkelendiren- davranışlarından dolayı gûya Bahçeli'yi tenkîd ediyorlar! Bahçeli, bu tenkîtleri hak etti mi? Elbette! Hem de fazlasıyla ama "Dinime küfreden bâri müslüman olsa!" tam bu işte!
Sen Bekaa Vadisi'nde, terörist başı ile sarmaş dolaş olacaksın, onların sıktığı kurşunları görmezden geleceksin, sonra İmralı talimatlarıyla bağımsız olarak seçime girip PKK tehditleri desteği ile Meclis'e giren, demokrasinin gayr-ı meşrû çocuklarıyla tokalaşan Bahçeli'yi, tenkîd edeceksin!
Siyasal bölücülerin Meclis'e gelinceye kadar ki sürecine katkınızı unutacaksın; sonra kürsüden ip atıp Meclis'te demokratlaşan ve milliyetçi partisini merkezîleştirmeğe çalışan, İl Başkanı'nın Kürtçe'sini tebrîk eden, farklılıkların farkındalığını belirten, Kurucu Meclis'in rengini PKK'lılarla tamamlayarak ulusalcılaşmaya çalışan; DTP'nin yaşama sebebi olan AKP'nin, "Ne mutlu Türk'üm diyene" formülüne en fazla bozulanını, Köşk'e çıkarmakta AKP'ye yardımcı olan ve Meclis'i 367'den kurtaran demokrasi şövalyesini, Bahçeli'yi tenkîd edeceksin! Olmaz!
Sen de susacaksın, benzerin de! Türk'ün vakarıyla, sabrıyla, karakteriyle sen de oynayamazsın, senin ağa babaların da, benzerin de!...
Sizin yüzünüzden gel-gitler yaşanıyor! Ya farkında değilsiniz ya da bu gel-gitler olsun diye yazılmış bir senaryonun gereğini yapıyorsunuz! Hem onlarca yıl; 'halklar, halklara özgürlük, halkların eşitliği' terâneleriyle oyalanıp 'Türk halkı" söylemiyle milletlikten kopacak hem de 'Atatürk Milliyetçiliği' gibi temelsiz eğreti bir söylemi maske ederek saklanacaksınız! Artık mide bulandırıyorsunuz! PKK kamplarında hain başı ile kucaklaşandan da iğreniyoruz, Meclis'te hainlerle tokalaşanlardan da!
İmralı hükümlüsü'nün; "İddia ediyorum Bahçeli, MHP'nin şahinlerini tasfiye edecek." diye basına düşen sözlerini, umarım artık duyması gerekenler de duyar ve anlarlar! Türk'e gücü yetmeyenlerin, kahpe oyunlardan başka çâreleri yok elbette! Bu senaryoya en kuvvetli oyuncuları aramak ta senaristin işi!
Devletin en etkin kurucu âmili ve korumakla yükümlü, bu konuda Anayasa'ya karşı da sorumluluğu olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, TRT Şeş ve resmî dil konusundaki diplomat(!)ça tavrından, yüreğimin Türk tarafının alındığını da satır arası söylemeliyim!...
Milliyetçiliğin hakkını veremeyen demokrat ve ulusalcılığı suistimâl ederek "Atatürk Milliyetçiliği" gibi eğreti bir kavram arkasına saklanan gayr-ı samîmiler, artık susun! Çünkü söz sırası sandıkta, söz hakkı Türk Milletinde...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KAHRAMANIN VEDÂSI...

Vuruldum milletim! Unut beni!...
Beni düşman vurmadı! Beni hâin vuramadı! Beni kahpe vuramadı!
Beni; sizin adınıza, milletim adına, -siz kıyamazdınız diye- ben vurdum! Unut beni milletim!...
Örgütünden kaçan karakter fukaralarının, itirafçı edilmeleri, devlet erkinin zaafiyete uğratılması yüzünden, canım pahasına koruduğum sınırlarımız yol geçen hanına döndü!
Gazeteci(!)ler, entel markalı işbirlikçiler, hâin kamplarına gittiler! Boy boy resim çektiler, poz verdi, pozlar verdirdiler! Ellerine gitar verip insanlaştırdılar! Onları affettirebilmek için olmadık senaryolar yazdılar! Bu arada onlar, benim "Kınalı Kuzularım"ı kurşunluyorlardı! Üçerli beşerli Türk evlerinde şivan koparken, Mehmetçiğime kurşun sıkanların insan haklarından bahsediliyordu bizi incitmek için!
Davos aslanı başbakanımız, başımıza çuval geçirildiğinde, müttefik(!)imiz önünde elpençe divan duruyordu! Baş danışmanı tarafından "Süpürmeyin! Bu adamdan istifâde edin!" diye müttefik(!)imize yalvarılıyordu!
Bağımsızdık oysa! Kapitülasyonlara 90 yıldır son vermiştik! Bize "hasta adam" diyen "yedi düvel" adındaki Haçlı'yı, Çanakkale'ye gömüşümüzün üzerinden de fazla bir zaman geçmedi! Havada mermiyi vuran mermiler altında, "Çanakkale Destanı"nı yazan şühedânın emekleri yok sayılıyordu!
Nankörlere kızmadan, kızmaya zaman ayıramadan, ölüyordum, ölümü öldürüyordum! Siz, sıcak salonlarınızda, koltuklarınızda, televizyondan izlerken ben; eksi 30 derecede, bir metre kara rağmen, sınır ötesinde hâin peşindeydim!
Üşümüyordum! Yorulmuyordum! Sizin gönderdiğiniz duaları duyuyordum... Beni, o korkunç ayaz donduramadı! Yolumdan döndüremedi! Bizi bekleyen hain pusularda da vurulmadım! Beni düşman vuramadı! Beni hâin vuramadı!...
Beni; sizin adınıza, ben vurdum milletim! Unut beni!
Görevlerimi başarıyla yaptığım için ödüllendirildim! üstün Hizmet ve kahramanlık madalyaları aldım! Senin bunlardan haberin olmadı. Çünkü madalyalar alacağım görevleri yaparken öğünmek için yapmamıştım! Görevimdi. Size karşı sorumluluğumdu yapmıştım ve size anlatmama edebim engeldi!
Sonra...
Bir itirafçı, bana ve kahraman arkadaşlarıma iftirâlar etti! Onu dinlediler! Ona, doğruymuş gibi ilgi gösterdiler! Sen de, onları dinleyenleri dinledin itiraz etmeden! İncindim! Madalyalarım boynuma yük oldu! Onurum anlatamayacağım kadar kırıldı! Sen olanlara itirâz etmedin! Sen, kahramanlarına sahip çıkamadın milletim!
Madem kahramanlığımla yetinmedin, madem ki illâ ölmem gerekti; ben, senin adına beni vurdum! Vuruldum milletim! Unut beni!...
Beni, ben vurduğum için kanım akmadı! Al Bayrağıma renk olsun diye taşıdığım asîl Türk kanım akmadı milletim, dondu!... Vuruldum! Unut beni!...
Bir Devletim'e, bir Bayrağım'a, bir Vatanım'a, bir Atam'a, bir de sana kırılamam milletim! Sen devletli kalasın diye, devlet-i ebed müddet yaşasın diye ölmem gerekiyordu, öldüm! Bu sefer, korkarım ki ölümü öldüremedim milletim!
Vuruldum! Unut beni!...
Yaşarken kendimde Devletimi de yaşattım! Bir benim ölmemle ordu bozulmaz milletim!
Yaşasın diye ölüp ölüp dirildiğim Devletimin zorda oluşuna tahammül edemezdim! Senin adına, sana kafa tutarak, aymazlığına bozularak beni, ben vurdum!
Vicdânın sızlasa da, gözlerin bedenimi yaksa da vuruldum milletim! Söz mermimin!Unut beni!...
Kanım da, canım da, hakkım da helâl olsun! Vatan sağ olsun...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 26, 2009

SEÇİM OLA, HAYR'OLA...

Yerel seçimlere 30 gün kaldı.
Eğer İzmir MHP Büyük Şehir Belediye Başkan Adayı Musavvat Dervişoğlu'nu izlemeseydim; kamu avukatlığına soyunmuş ana muhalefet genel başkanı ile, AKP ve yandaşları adına savcılığa soyunmuş iktidar partisinin genel başkanlarının meydanlardaki körler kavgalarını ve diğer muhalefet genel başkanının sessiz seyirciliğini yorumlamaya çalışarak kendi kendime söylenmeğe devam edecektim! Bu söylenmelerim, teknik takibinin ve dinlenmesinin mümkün olmadığını bildiğimden oldukça hür! Hiç bir sözüme sınırlamam yok, yasağım yok!...
Önümüzdeki yerel seçimlerin, Recep Tayyip Erdoğan ile; İstanbul'da Kemâl Kılıçdaroğlu, Ankarada Mansur Yavaş, İzmirde de Musavvat Dervişoğlu arasında geçtiğini kesinlikle söyleyebilirim! Bir şey daha söylemeliyim; Recep Tayyip Erdoğan'a ciddî mânâda korkular yaşatan ve sayıları ters saydıran bu yerel siyâsilerin taşınmaz en ağır yükleri, genel başkanları!
Bir de itirafım olsun; Musavvat Dervişoğlu'nu izleyince, oylarımı nasıl kullanacağıma kararım değişti!. İzmir'i, İzmir olarak muhafaza edebilmek için kesinlikle AKP'ye teslim etmemek gereğine inananlardanım. Tavrım ve oylarım da bu yönde olacak. İzmir'i AKP'ye teslim etmemek, hayatımın en doğru seçimi olacak.
Henüz seçim yasakları başlamadığı için oylarımın dağılımını da açıklayayım. Meraklıları biliyorum! Başbakan'ın seçim meydanlarında; "Diğerleri, onları telaffuza bile gerek yok!" diye yok sayacak kadar demokrat(!)laştığı bir partiye oy vereceğim. Meclis'te grubu olan dört partinin hiç birine, ama hiç birine İl Genel Meclisi oylarımı vermem!
Tek benim oyum da olsa, Türk Milliyetçiliğine inandığım bir partiye vereceğim. Bu parti, Başbakan'ın "Diğerleri" diye adını anmaya tenezzül etmediği bir fikir partisi. Bu parti; kendi Kürtçü, soyadı Türk ve hain örgütün siyâsal temsilcisi, demokrasi diye dayatılan millî bütünlüğümüze zararlı sistemin gayr-ı meşrû bir çocuğunun, Meclis'te yaptığı Kürtçe konuşmaya Türkçe tepki verebilme yürekliliğini gösterebilen tek parti. Bu bölücülere verdikleri fiili tepkiyle de ayrıca gönlümü hoşnûd eden Alperenler'in hatırlarına, İl Genel meclisi oylarım, Büyük Birlik Partisi'ne, gadasını alsın!...
İlçe belediye başkanı oyum, kesinlikle Millî bütünlüğümüzü özümsemiş, "Türk-Kürt kardeştir, PKK kalleştir." diyen bir başkan adayına. AKP'ye asla ve kat'a oy vermem! Belediye Meclisi Üyeleri oylarımı; Büyükşehir Belediye Başkanı'na meclis oturumlarında destek versin diye, onun partisine... Büyük Şehir Belediye Başkanlığı oyumu ise kesinlikle, Devlet Bahçeli'ye rağmen Musavvat Dervişoğlu'na ve ellerim hiç titremeden vereceğim. Biliyorum ki nasîb olur seçimden gâlip çıkarsa bu başarıda Devlet Bahçeli'nin kesinlikle katkısı yoktur!...
Şimdi biraz da İzmir için paropoganda yapayım! En büyük mahâretleri vergi kaçırmak ve bunu kamufle edebilmek için de 20-30 derslikli okullar yapıp hayır sahibi görünmeyi başaran sermâye sahiplerine korkmadan direnebileceğine inandığım için; demokrasilerde istemesini bildikten sonra alınmayacak hiç bir şeyin olmadığını bilen birisi olarak, seçildikten sonra Bakan ve Milletvekillerinin tehdîtlerine rağmen hükümetten ve devlet kurumlarından isteyip söke söke alabileceğine inandığım için; İzmir'i ağız dalaşından başka hiç bir şey beceremeyen iki siyâset özürlüsünün çekişme malzemesi olmaktan kurtarabilmek için Büyük Şehir Belediye başkanlığı oylarını, Musavvat Dervişoğlu'na vermek akl-ı selîm gereğidir.
Bu seçimlerde, sadece İl Genel Meclisi oylarının, partilere sayılabileceğini bilerek; AKP, CHP, MHP ve diğer -adı kalemimi kirletir- gayr-ı meşrû partinin hâricinde, her hangi bir partiye vermek ise vicdân ve R.T. Erdoğan'a ders gereğidir! Mutlaka sandığa gitmek ise nâmus gereğidir. Keşke Musavvat Dervişoğlu'nu, dinleyenlerin sayılarını artırabilseler. Bir ülküdaşımın; "Musavvat'a, tanıdığını zannedenler oy vermez! Her kes oy verir!" kanaatini de bu gece kabul ettim!
Seçim ola, hayr'ola...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ŞU FELEĞİN İŞİNE BAK!...

Sıkılıyorum! Utanıyorum! İnciniyorum ve tahrîk oluyorum!...
Bura benim vatanım! Bura; "Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şühedâ" diye tarif edilen, atalarımın kanıyla yoğrulmuş, ceddimin canıyla kurulmuş Türk Vatanı... Bu topraklara Türk vatanı ûnvanını verebilmek için Bedr'in Arslanları ile mukayese edilen Çanakkale Arslanlarının emekleri var!
Vatanlaştırılmış toprak üzerinde kurulan Türk Devletini temsîlen dalgalanan bayrağımı târif ederken; "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır." târif ve şerhini tarihe düşen Kahraman Irkımın emekleri var!
Ve benim, o Kahraman Irkımın emeklerine sahiplik ve saygım adına, bayrağıma hitâben ve bayrağımın şahsında atalarıma; "Sana selam vermeden uçan kuşun yuvasını bozacağım." diye ahdim var, sözüm var!
Tahrîk oluyorum!
Aklımdan geçenleri yapmadığım, aklıma gelenleri dilime söyletmediğim için kendimden utanıyorum! Benim vatanımda, benim Al Bayrağımın gölgesindeki Misak-ı Milli hudutları içindeki yerlerde atalarımın emeklerine ihânet ediliyor! Gâzi Meclis'imde, Gâzi Paşam ve arkadaşlarının emeklerine ihânet eden, demokrat(!) davranışlar var! Dilime saldırılıyor! Bütünlüğüme dil uzatılıyor! Birliğime saldırılıyor! Atalarımın kanlarıyla çizdiği sınırlarımızın bütünlüğüne saldırılıyor! Demokrat Başbakan'ım, bir başka demokrat(!) hain tarafından "Diyarbakır'a gelme!" diye tehdît ediliyor! Davos'ta Türkleşerek aslanlaşan Başbakan, Misak-ı Millî hudutlarımız içinde -neye yarayacaksa veya biçilen/verilen rol gereği- demokratlaşarak Kürtleşiyor! Hayatında bir kere Türk'üm dememiş Başbakan, devlet ekranlarından ve meydanlarda Kürtçe konuşarak milletliğime zarar veriyor! Zoruma gidiyor!...
Bölücü başı alçağın adına paçavraların dolaştırıldığı; bu alçağı, bu haini yakalayan, sorgulayan, hapsedildiği cezaevini yöneten görevlilerim, Kahramanlarım sorgulanıyor/yargılanıyor ve ben onlara sahiplik edemiyorum! Gücüme gidiyor!...
Kimden çekiniyorum? Cezaevinden mi korkuyorum? Ölümden öteye köy mü var?
Atalarım; "ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle" diyerek, ölümü öldürürlerken; ben, sen, o, yani biz, yani millet bu demokrat maskeli hainlere susalım diye mi destanlaşmışlardı?
Halklıktan milletliğe, Türklüğe terfi eden İstiklâl marşı Şairimiz Mehmet Akif, Arnavut olmasına rağmen; "Sana yok, ırkıma yok izmihlâl" diye târihin tam kalbine, tarih yazıcılarının tam göz bebeklerine Türkçe imza atarken, bizlere de bir emânet bırakmamış mıydı?
"Edepsizlikte tekleriz/ Kimi görsek etekleriz/ Ne utanmaz köpekleriz!" târifi, yüz yıl önce bizim için mi yapılmıştı? Bu kadar ürken, bu kadar çekinen, bu kadar korkan, bu kadar demokratlaşmaya tenezzül eden, riyâkârlar biz miyiz?
Korku dağlarını yıkmış; "Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen toplum millet olamaz." tarifini mîras bırakmış ırkın ahfâdı biz miyiz? Bu vatanın vârisleri de en az namussuzlar kadar cesûr olmayacak mı?
Şahsen; bin kere dirilip dirilip ölmezsem, her ölüşümde düşmanlarımın kıyâmetleri olmazsam, her dirilişimde düşmanın ödünü patlatmazsam bana yuh olsun! Bir Kürdüm'ün, bir tek telinden vaz geçersem; bölünmez vatanım'ın, bir tek çakılından vaz geçersem, parayla satılan yerleri tek tek geri almazsam ve hesap sormazsam yuh olsun, yuhlar olsun!
Türk'sem; öldürerek ölerek, bir daha destanlaşarak ölümü öldüremem mi? "Tarihi ben mi yazdım, tarih mi beni öğen/ Ben miyim böyle tevekküle baş eğen?" diye bir daha yanlış işleyen zamana kafa tutmam mı?
"Uyan uyan Gazi Paşa, şu feleğin işine bak!"
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 25, 2009

DERE ISSIZ, TİLKİ BEY!...

Bizim oralarda, başından büyük işlere yeltenenler için; "Dere ıssııııız; tilki, bey!" derler. Bu, çok ciddî bir uyarıdır! Issız derede kendini bey zanneden tilkiye, bir köşeden kurdun çıkabileceği ve kurdun çıkışıyla da tilkinin beyliği bitmekle kalmayıp kurda yem olacağı hatırlatılır...
Yine bizim oralarda; "Ürümesini bilmeyen it, yürümesine kurt çağırır." derler. Köpek, bütün köpekliğine rağmen, bazı görevlerin de sahibidir. Kapıyı gözetleyecek, her hangi bir yabancının gelişinde kapı zili görevi yapacak, koyunları kurda karşı korumak için çobana alarm görevi yapacaktır. Kurtçul diye tâbir edilen koyun köpeklerinin özellikleri, gereksiz havlamamalarıdır. Bu köpekler havladığında ciddi alarmdır. Huyu bilinmeden koyuna götürülen köpekler, gereksiz havlamalarıyla kurdun dikkatini çeker ve kendi yerini kurda belli ederek yem olmaktan kurtulamaz.
Şimdi; "Taşlamayla sürüye giden it, koyunu kurda verir." tesbitini yaşıyoruz! Çünkü; dere ıssııız, tilki, bey! Çünkü; ürümesini bilmeyen it, yürümesine kurt çağırıyor! Üç tane daha fazla oy alabilirim düşüncesi ile AB ve ABD dayatmalarıyla, zâten demokrasiyi trene benzeten ve belirledikleri duraklarda istediklerini indirip bindiren zihniyetin iktidârında; tilkiye dere beyliği verilmiş!
Bizim olmayan, millî olmayan dolayısıyla da bizi rahatsız eden, milleti rahatsız eden AB dayatmaları tâvizleriyle yüklü yasalar yüzünden bir "suçlular cenneti"ne dönüştürüldü memleketimiz!
Yasalara uymayarak suçlu târifi alan vatandaşlarla; devleti tanımayan, devlete baş kaldıran âsiler, aynı gösterilmeğe çalışılıyor ve bunun adına demokrasi diyorlar! Suçlu târifindekiler, yasaların gereğine katlanırlar. Sessiz sedasız cezâlarını çekerler! Ama bu âsiler, devlete baş kaldırmanın adını demokrasi koyarlar! Devlete isyân etmenin adını siyâset koyarlar! Dere ıssız olunca da tilki gibi beyliğe soyunurlar!
Memleketin yaklaşık elli yaşındaki, en milliyetçi tanımlı partisinin Genel Başkanı, "Gel Hasip! Meclis'in rengini tamamlayalım!" diye iltifât eder bu tilkiden beylere! Yine bu en milliyetçi tanımlı Genel Başkan; kendi teşkilât mensuplarıyla tokalaştığında ellerini kolonyalı mendille üç kere siler, yetinmez gider yıkar ama Meclis'te yasalarımızın boşluğundan istifâde ederek millet vekili ünvan ve dokunulmazlığını kazanmış, bölücü temsilcileriyle tokalaşır ve on buçuk saat ellerini silmeden, yıkamadan oturur!
"Ne mozaiği ulaaan! Gerekirse kan dökeriz!" diye kükreyen kurucu genel başkanının tavır ve sözlerini hem unutur, hem unutturur! İmralı hükümlüsü ile aynı ağızla 'farklılıkların farkında'lık gibi bir bölücü siyâsete çanak tutar!
Böylece Anayasal suç sayılan bazı fiiller, demokratiklik ve fikir özgürlüğü tanımlarıyla; milletimizin ve devletimizin kalbi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne kadar taşınır! Özürleri kabahatlerinden büyük olur! "Başbakan, Devlet televizyonundan Kürtçe konuşursa, ben niye konuşmayayım?" diye bir savunma geliştirirler!
Aslında hem AKP, hem de DTP adındaki siyâsetin gayr-ı meşrû çocuğu, kendilerini kapattırabilmek için ne lâzımsa yaptılar, yapıyorlar! Dünya hakimi müttefik(!)imizin sahiplenmesi sâyesinde de kapatılmıyorlar! Her ikisi de, demokrasiyi araç kullanan gayr-ı samimi demokratlar! Zâten bu demokrasi denen şey her neyse, kesinlikle millî devlete hasım gâliba!
Demokrasi denilen bu acayip sisteme göre; devlete karşı, millî hassasiyetlere karşı yapılan her şey mûbah ve demokratik ama bütün millî düşünceler suç! Devlete sadakat suç! Milleti, Bayrağı, Atatürk'ü, Vatanı sevmek suç!... Millî değerleri sevmek suçu(!)nu işleyenlerin nerdeyse tamamı da "Devlet Yanlısı Çete" kurmakla ithâm edilerek Silivri'de mahpuslar! Seçimler bitinceye kadar da oradalar!...
Her şeye rağmen; dereyi ıssız görüp kendilerini bey zanneden tilkilere seslenmek isterim: Akıllı olun! Her an, her köşeden bir kurt çıkabilir! Millet, kurt sabrıyla sizi yıllardır izliyor! Milletin sabrıyla daha fazla oynamayın! Gereksiz ürümelerinizle, yürümenize kurt çağırıyorsunuz!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BEYLER DÂİM BEY OLUR...

Her hızlı koşan, atlet olmuyor! Ne süratli kapkaççılar izledik ve izlettik televizyonlardan! Her kuvvetli, pehlivan olmuyor! Dişleriyle ne tırlar çekenler gördük ve gösterdik medyadan, basından! Her babası kör olan Köroğlu olamıyor! Körün oğlu olarak ve ayıbıyla başbaşa, babalarını kör edenleri gördük ama bunları gösteremezdik, etik (ahlâki değil) olmazdı!
Her cesûr kahraman olamıyor, her kahraman şehît olamıyor, şehît olamazsa gâzi olamayanlar ise kahraman bile olamıyor! Her şeyin olduğu gibi kahramanların da ne sahtelerini gördük ve gösterdik yaygın basından, medyadan!...
Her güzel konuşan, doğru söylemiyor! "Şeytân cennetten rübailer okuyor." tarifli ne hâtipler izledik ve izlettik yandaş medyâdan yandaşlık etiğine uygun olarak!...
Asker olunuyor. Teğmen, üstteğmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbay, albay, general olunuyor. Tümgeneral, korgeneral, orgeneral olunuyor ama her general, Paşa olamıyor! Millet, her generale "Paşa'm" demiyor! Paşa diye dayatılan ne emekli-emeksiz generaller gördük ve gösterdik yandaş medyadan!...
Kırmızı Çizgilerimiz ihlâl edildiğinde, generaller vardı ama "Paşa"laşacak, çıkmadı içlerinden! Başımıza çuval geçirildiğinde de generaller vardı ama "Paşa" çıkmadı içlerinden! Çok demokratlardı!
Kaç yılda olur bilmem ama normal terfi süresince, üstüne saygılı davranarak, terfide kendisine râkip gördüklerini ispiyonlayarak terfi ettiği söylenenleri de duyarız yıllardır. Yâni rütbeli her askerin generalliğe terfisi mümkün. Ama her general, Paşa olamıyor gönüllerde!
"13 aydır tutukluyum. 13 aydır paşa paşa yatıyorum. Lütfen beni rahat bıraksınlar." diyor, bir gönüller Paşa'sı!...
On üç aydır ilk defa konuşuyor; "Hastaneye yatmak istiyor, denmesini engellemek için kontrole gitmedim." diyor ki kalbinin altı ayda bir kontrol edilmesi, tıbbın emri!
Başka; "Ben 35 sene bu ülkeye hizmet ettim. Ölünceye kadar da hizmet edeceğim. Bir diyet ödetilecekse ben bunu ödeyeceğim. Ben burada tutukluluğu bir ceza olarak görmüyorum. Vatanım'a, Bayrağım'a, Atatürk'e yaptığım bir hizmet olarak görüyorum." diyor ve Paşa Paşa yattığını ifâde ediyor bu gönüller Paşası!...
Demek ki neymiş? Kolay Paşa olunamıyormuş! Demek ki neymiş? Suya sabuna dokunmadan, "Gelene ağam gidene paşam!" eyyâmcılığı ile terfi edilebiliniyormuş, generalleşilebiliniyormuş ama Paşa'laşılmıyormuş!
Veli KÜÇÜK Paşa'dan bahsediyorum. Tanışmamışlığımı da müthîş bir eksiklik sayarak! Üç gün göz altına alınıp bırakıldıktan sonra, "Korku Tellallığı"na soyunan kahraman(!)larla, 13 aydır aslanlar gibi, "Paşa Paşa" yatan, duruşundan, inancından, karakterinden ve değerlerinden tâviz vermeyen, kimsenin değilse bile benim gönlümün Paşasından, Veli Paşa'dan bahsediyorum!...
Adâlet Bakanı'nın, hükümetten olmayan belediye başkan adaylarına oy verecek vatandaşları tehdit ettiği; yine Adâlet Bakanı'nın yolsuzluk ve çetecilik iddiası ile göz altına alınan bir Belediye Başkanı'na; "Dünyada mekân, ahrette îman!" samimiyetiyle, gayr-ı menkûl alımına vekâlet verebildiği bir ülkede; Muhteşem Türk Atatürk ve arkadaşlarının, gönüllerde ilelebet Paşaların emânetlerine; özgürlüğü hatta canı pahasına sahiplikten tâviz vermeyen Veli Paşa'nın yargılanmasına, bir şey demem! Tutuklu hâlinin devamından, sağlığının bilinerek ihmâlinden rahatsız olduğumu belirtirim ama!
Türkiye'nin en eski bir sendikasının 70 yaşındaki Genel Başkanı'nın; seçimler süresince muhalefetini engellemek olarak algılanan bir tutumla tutukluluğunun devamından rahatsızlığımı da!...
Teröristlerin ve hainlerin alkışlandığı bir memlekette, gönlümün Paşa'sını ve Bey'ini alkışlamasam kendimden iğrenirdim! Bura Türkiye Beğler, bura Türk vatanı...
Demek ki neymiş? Her general paşa olamadığı gibi, her sendika ağası da Türkmen Beyi ÖZBEK o-la-mı-yor-muuuuuş!... Gönüllerin terfîsinin de tenzîl-i sınıfı mümkün ol-mu-yor-muuuuş!...
Biz, beğlere beğ deriz; beğler daim beğ olur...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 24, 2009

BÜTÜNDÜK, MİLLETTİK, TÜRK'TÜK...

Sevdâ eylemiştik sevgilerimizi. Dağlara yönelmiştik Ferhat'ça! Kurşunlardan esas duruşlar almıştık, dar ağaçlarından merâsim kıtası selâmları...
Sırtımızı kahpelere nişangâh, sînemizi körük eylemiştik dağları eritsin diye Ocak'lara...
"Milliyetçi Türkiye" koymuştuk Türk'ün ikinci Ergenekon'unun adını. İkinci Ergenekon'dan, Turan'a sefere çıkılacaktı Kur'an rehberliğinde...
Aksakallarımızla, ülküdaşlarımızla; 26 Ağustos 1971'de, Malazgirt'e tepeden bakan tepelerin yamacında, kavilleşmiştik binlerce Türk, Allah(c.c.)'a and içmiştik Başbuğumuz'un huzûrunda! Çoğumuz ülkücü de değildik! Aynı sefere gönüllü katılan "Genç Osmanlar"dık bıyıkları tarak tutmayan!
Tuğumuz vardı Üç Hilâl'li, Başbuğumuz vardı çevresi aksakallı... Malazgirt'te çayırların yataklık, taşın yastıklık edeceğini kim söylese inanmazdık. Çayır yatak ılıklığında, taşlar yastık yumuşaklığında, binlerce Türk'ün nefesiyle gök sıcak, Başbuğ'un komutasında yol açık, 900 yıl önce Sultan Alparslan'ın Malazgirt'e vurduğu Türk mührü, taptaze dipdiriydi!...
Malazgirtliler milleti, millet adına ülkücüler Malazgirtlileri sarıp sarmalamıştı. Ne alt kimlik vardı, ne de üst kimlik! Malazgirt Zaferi'nin 900. yıldönümünde Malazgirt'te toplanmış ülkücülerle Malazgirtliler birdik, bütündük, millettik! Sevdâlaştırıp sevgilerimizi, sunmuştuk Malazgirt'te. Karşılık olarak Türkçe muhabbet almıştık "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen millet fertlerinden...
1973 Yılı'nda, Erzurum'un Karayazı'sında, tutukluyken, hükümlü ve tutuklular arasında Kürtçe bilmeyen üç kişiydik. Moskova ve Erivan'dan Kürtçe yayın yapan radyolara itiraz ederek
"Neden Türkiye Cumhuriyeti olarak biz Kürtçe yayın yapmıyoruz?" diye soran mektuplar yazabilecek kadar cezaevinde de olsak birdik kardeşlerimizle!
Biz üç kişi, onlar kadar Kürt'tük. Onlar, yetmişten fazla kişi, bizim kadar Türk'tü. Kimse öteki değildi, kimse beriki edâsıyla kabına çekilmemişti. Sevdâlaştırmıştık sevgilerimizi ve aslâ sakınmamıştık bir birimizden. Birdik, beraberdik, iriydik, diriydik, hep berâber, Türk Milletiydik... Gûya fikir taassûbu ile yapılan, çok sert, silâhlı bir kavgadan tutukluyduk. Dışarda kurşunlaştığımız kişilerin birinci dereceden yakınlarıyla bir aradaydık ve hasımlarımızın içerdeki yakınları, kavgamızı çocuk dalaşı sayıp bize hiç öteki gözüyle bakmamışlardı! Bizim de aklımıza, ötekiler gözüyle bakmak gelmemişti!...
Çok sert bir kavganın tortularına rağmen hâlâ Karayazı'lı Kürt dostlarımız var. Basîretsiz siyâsilerin aymaz davranışları yüzünden onlarca yıldır devlete ihânet eden, devlet-millet haini PKK'lılara rağmen Kürt Ülküdaşlarımız var. Sevdâ eyleyip sevgilerimizi, paylaşmıştık çünkü milletliğimizle. Sevgi alış verişi yapmıştık birliğimizle. Sonunda şifremizi çözdüler!...
Sevdâlaştırdığımız, kaynaştırdığımız sevgimizi, milletliğimizi hedef aldılar, birliğin yüz karaları! PKK'nın siyâsal temsilcilerine oy vermeyenler, savaşa oy verirlermiş! Önümüzde sandık var!
Ooooy ki oy!...
Demokratik yetkili yetkililer; ya bu densizlere hadlerini bildirin ya da -milletin su kesen sabrını hatırlatarak- millî öfkeden koruyun bu salak piyonları!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 22, 2009

AÇIK MEKTUP...

Sayın Genel Kurmay Başkanım;
İlker Paşa'm!
Hasım sahibi, düşman sahibi her şahsın maddî gücü nisbetinde silahlandığı ve sıkıştığında silâhına el attığı, bilinen insânî bir gerçektir. Tamamen sivil insanların, sivil çocukları olmamıza rağmen çocukluğumuzda aldığımız eğitim ve öğretimlerde bize; "Su uyur, düşman uyumaz!" öğretilmişti. Bir Türk'ün dünyaya bedel olduğunu da öğrenmiş ve inanmıştık. Bizim kuşakta hâlâ bu inanç dipdiridir.
Milletlerin devletleştikten sonra savunma araçları, silâhları sizce de bilinir ki ordusudur. Hele Türk Silâhlı Kuvvetleri gibi Cumhuriyeti kurmuş bir kurumun, Türk Milleti nazarındaki yeri değişmezdir, tektir. Türk Milleti, her sıkıştığında gözünü Ordusuna, Genel Kurmay Başkanına çevirir! Siyâset lümpenleri, kıravatlı mafyalar, îmanlı-imansız soyguncular, hortumcular ise; kontrollerindeki basın ve medya aracılığı ile, halkın (onlar millet demezler!), askerin siyâsete karışmasını istemediğini, demokrasiye müdahele etmemesi gerektiğini söylerler ha bire!
Paşam!
Bendeniz de defâetle; "Asker kışlasında, imam camisinde kalsın." diye seslendim. Hatta, daha da ileri gidip ve emekli Paşalarımızın siyâsetle ilgilenmelerine; "Biz memleketi, emekli olduktan sonra vatan kurtarmaya soyunanlardan kurtardığımız gün kurtarırız." dedim. Sizden önceki Genel Kurmay Başkanımız'a seslenerek; "Paşam, siz sınırlarımızı koruyun. Düşmanlarımıza karşı koyun ve cevap verin. Allah korusun ölürseniz şehîdimiz, kalırsanız gâzilerimiz, kahramanlarımız olun. Siyâseti, deneme yanılma metoduyla doğruyu buluncaya kadar bize, millete bırakın." diye seslenmiştim. Bu seslenişlerim; "Ordu Millet" inançlı bir Türk'ün sesiydi.
Paşam! "Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlâl mukadderdir." öğretisini çok ciddiye alan bir Türk olarak, şimdi de size sesleniyorum. Lütfen beni duyun!
Görevlerini bî-hakkın yapan ve başarılarından dolayı, üç altın madalya, 180 takdirnâme almış; üç üniversite bitirmiş, 22 ayrı özel eğitimi başarıyla tamamlamış bir Kahramanımız'a, Levent Göktaş Albay'a yapılanları size şikâyet ediyorum! Biliyorum ki farkındasınız ve çok hassâsiyetle izlemektesiniz! Ama Türk Milleti olarak sadece hassâsiyetinizle yetinemiyoruz!
Paşam! Levent Göktaş Albay'ın, Atila Uğur Albay'ın, Hurşit Tolon Paşa'nın, Şener Eruygur Paşa'nın, Veli Küçük Paşa'nın sizlerden başka kimsenin desteğine ihtiyaçları yoktur! Yetişme tarzları ve karakterleri gereği başka hiç bir himmete tenezzül de etmezler! Türk Milleti olarak, yeni bir "Boğazlayan Kaymakamı" olayına tahammülümüz, yoktur! Apo alçağını yakaladığı, sorguladığı ve gözetim altında tutulduğu cezaevinin komutanlığını yaptığı, işbirlikçi-muhbîr basın tarafından yazılan askerlerimizin, acayip bir tesâdüfle ve "Devlet Yanlısı Çete"cilikle hatta terör örgütü mensûbu suçlamalarıyla yargılanmaları, millî vicdânımızı çok yaralıyor!
Paşam! Millet olarak Vatan savunmasında, devlet adına aldıkları görevleri başarıyla yapmaları yüzünden sayısız madalyalı Kahramanlarımızın; onurları, izzet-i nefsleri, itibarları, millet vicdânına dolayısıyla komutanları ve silâh arkadaşları olarak size emânettir! Kahramanlarımıza lütfen sahip çıkın! Sâhip çıkın ki bütün bu olumsuzluklara rağmen, tek evlâdının ellerini kınalayarak Vatana kurban gönderen milletin onuru rencîde olmasın! Sahip çıkın ki yeniden millî görevlere gönüllüler bulmakta sıkıntı yaşanmasın!
Paşam! Hukuksa hukuk, yargılamaysa yargılama, hukûken imkânı ve oluru varsa lütfen Kahramanlarımız'ı, o AB-D kampüsünden alın! Alın yargılayın ve mahkeme sonuçlanmadan da aslâ tahliye etmeyin! Suçları varsa asın! Bu kahramanlarımız ne yapmışlarsa, fiilen görevliyken görev diye yapmadılar mı? Görevlerini bî-hakkın yaptıkları için de terfi ederek generalliğe yükselmediler mi? Başarılarından dolayı sayısız ödül almadılar mı? Alınan ödüller ve terfiler sonradan suç sayılacaksa yeni kahraman bulabilir miyiz Paşam? Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen toplum millet mi olur Paşam?
Bu mektûbum size ve şahsınızda Yüce Türk Milletinedir...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 21, 2009

İPİN UCU...

"Sevigen’in ipini Sav çekti."(Hürriyet)

Sevigen'in istifâsıyla CHP tabanının, bilhassa İstanbul'da Kılıçdaroğlu'nun aldığı derin nefese geçmeden, "Yitik Zaman"da, biraz geriye gideceğim.
Erzurum'dan, bir Erzurum delisi'nden, bir Erzurum sevdâlısı'ndan bahsedeceğim. Gençlik, delikanlılık, öğrencilik yıllarımdan arkadaşım bu Erzurum sevdâlısı... Her yerin, her yörenin elbette kendine has özellikleri, güzellikleri vardır ama her yöreyi güzellikleriyle destekleyen güzel insanları unutursak, yörenin güzellik târifi eksik kalır.
Nazmi Ilıcalı, insânî güzelliğini coğrafyasına, doğduğu-doyduğu ve yıllardır sayısız insanının doymasına vesîle olduğu topraklarına katabilen bir insan... Doğu Anadolu Tarımsal Üreticiler ve Besiciler Birliği`nin kurucu başkanı Nazmi Ilıcalı.
Nazmi, eski/meyen solculardan. Klâsik Paşacı CHP'li bir ailenin çocuğu. İslâmı ve İslâmiyeti ihlâsla yaşayan, yaşadıklarıyla yaşattıklarının farkında olmayacak kadar, yaşadıklarıyla yaşattıklarına vesîle olduklarıyla övünmeyecek kadar mütevekkîl, edepli bir ailenin solcu çocuğu...
Yıllardır Nazmi ile, birbirimize özelleştirdiğimiz bir hitâbımız var. Ben ona; "Komünist Gardaş", o bana; "Faşist Gardaş" deriz... Ne onun komünistliği, ne de benim faşistliğim var. Biri solcu, diğeri ülkücü iki arkadaş olarak yıllarca birlikte içki de içtik. Yıllarca nelerin-nelerin hesabını yapıp, nelerin hayâllerini kurduk. Tebaalıktan vatandaşlığa, halklıktan milletliğe, milletlikten muktedîr devletliğe ve nihâi anlamda mevkiler mevkisi, gerçek manada tek kudrete kulluk hayâlleri kurduk, hem de alkol sohbetlerimizde!...
CHP ile ilgili, Nazmi'nin canını acıtacak her hangi bir şey olduğunda benim de canım yanar yıllardır. Sevigen şayiâsı duyulduğunda Nazmi'nin canının yandığını hissettim ve aradım. Yanılmamıştım. Nazmi şayiâdan ziyâdesiyle rahatsız olmuş, incinmişti. Yıllardır iki zıt uç tarifli, iki kafadar söyleştik epeyce. Nazmi'nin D.B.'si ile benim D.B.'min dedikodusunu yaptık dillerimize hürriyetini vererek. Demokrasiyi trenleştiren ve uygun duraklarda, uygun gördüklerini indirip bindirerek on yıllardır seyreden AKP'li makinistlerden kurtulma ışığı sezmiştik ikimizde. İstanbul'u kazananın, Türkiye'yi kazanacağını biliyorduk. Veya aksi olursa kaybedenin siyâseten Türkiye'yi kaybedeceğini...
Nazmi ile ikimiz de iki isimde mutabıkdık. Bu iki ismin yüklediği, şaibeli ağırlıktan kurtulmalıydı, kurtarılmalıydı CHP. Bu iki isim; Önder Sav ve Mehmet Sevigen'di. Ya Nazmi, ya da ben, ya da her ikimiz de; bu iki ismin partilerinin yükselişini engellememek için istifa yürekliliğini gösterip gösteremeyeceklerini, eğer istifa etmezlerse Baykal'ın görevden alıp almayacağını temennî ederek dillendirdik birbirimize. Sohbetimizin akşamı, Sevigen istifa etti. Şahsen sevindim CHP tabanı, bilhassa Nazmi adına... Ama Hürriyet'in haberini okuyunca sevincim eksildi. Bu istifa eksik gibi geldi. Biliyorum ki Nazmi'ye göre de eksik! Bir istifâ daha lâzım...
Aklıma bir fıkra geldi. Akla gelebilecek her kesi, özellikle Sav ve Sevigen'i tenzîh ederek anlatayım: Yeni vaiz, hata yapmaktan korktuğu için inandığı güvendiği biriyle bir anlaşma yapar. Anlaşmaya göre vaiz, kürsüye çıkmadan ayak parmağına bağladığı ipin ucunu güvendiği kişi alacak ve olası bir hatasında ipi çekecektir. Böylece genç vaiz, hatasından hemen dönecektir. Bu anlaşma başarıyla uygulanır ve işler yolunda gider. Mukallit biri bir gün ipi fark eder. Ve belli etmeden ipi ele geçirir. Vaiz kürsüde söze başladığında, her kelimeden sonra ipi çekmeye başlar. Vaiz bir terslik olduğunu anlar ve vaazı keserek kürsüden iner. İpi takip ederek, bir başkasının eline geçtiğini görür ve vaaz etmeden hemen namaza durur. Namazdan sonra cemaat; "Hocaefendi, bu gün neden vaazı yarı kestiniz?" diye sorduğunda; "İpin ucu puştun eline geçmişti Kardeşim! Nasıl konuşacaktım?" der...
Kimin ipi, kimin elinde? Bir bilebilsek! Bilsek te vaazı kesip namaza bir durabilsek!...
"ELİN SÖZÜ BİR OLSA, DAĞ OYNADAR YERİNDEN." (él: millet, toplum)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 19, 2009

İTİRÂZIM VAR!...

"Burnumdan kustuğum kafatasım" patlamasın diye, başımı bir mengeneye soktum! Mengenenin kıskaçlarından soldaki Ulusalcılık, sağdaki Milliyetçilik! Kolu ise Savcı Öz'ün şahsında, zorla 'Ergenekon'laştırılan "Ümraniye Bombaları" soruşturma dalgaları! Devam eden bir mahkeme... Yargıya güvenden başka çârem, yok! Yargı yansızlığından kuşku duyarsam devlete güvenim sarsılacak! Adâletsiz devletin olmayacağını, zûlümle âbâd olunamayacağını bilirim...
"Ümraniye Bombaları" diye başlayıp sonra 'Yandaş Muhbîrler' ve işbirlikçiler tarafından,-kanûnen yasaklanmasına rağmen- Ergenekon'laştırılan soruşturma kapsamında, göz altına alınanlara ve gösterilen tepkilere takıldım günlerdir! Emekli Paşalarımız'ın, Albaylarımız'ın, hatta ordu mensuplarının tamamının, -eğitimleri ve yetiştirilmelerinden- tavırlarını anlamakta ve tarifte bir sıkıntım yok.
Fikir temsîlcilerinden, mücâdele adamlarından sayılan kişileri hatırladığımda, Milliyetçi damarım kabarmaya, "Korku tellalları" dediğim cenâha öfkem artmaya başlıyor! Mâlûm soruşturma kapsamında göz altına alınanlardan, bildiğim kadarıyla Ülkücü bilinen dört kişi var: Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol, Güler Kömürcü, bir de "Ben Türk Milliyetçiyim. Ölsem de yine haykıracağım." diye fikrini tarif eden, Türkmen Beği Mustafa Özbek... Millî duruşunu yazılarından gözlemlediğim Vedat Yenerer var bir de...
Avrasya tv. ve Yeniçağ Gazetesi olmasa bu beş kişiyi savunan var mı? Şahsen, ülkücü kimliğimle, bu soruşturmada göz altı yapılırken vicdânımı rahatsız eden her uygulamaya tepki verdim. Ulusalcıların, Sevgi Erenerol'a bir erkek ceza evinde tutularak revâ görülen insanlık suçuna ilgisiz kalışlarını kınıyorum! Kemal Kerinçsiz'i desteksiz bırakmalarını ayıplıyorum! Erenerol, Kerinçsiz ve Kömürcü konusunda, MHP'nin sessizliğini de anlamam mümkün değil!Mustafa Özbek'e neden sevindiklerini, "Balgat Dolma Kalemleri"nden az çok biliyorum! İşini gücünü kaybeden Güler Kömürcü'ye revâ görülen yalnızlığa, Vedat Yenerer'in itildiği yalnızlığa sessizliklerini hazmedemiyor, itiraz ediyorum!...
Siyâsi olduğu söylenen gerekçelerle, aynı suçlamayla muhatap kişilerden; Türk Milliyetçilerinin, Ülkücülerin, ulusalcılar tarafından yalnız bırakılmalarına itirazım var! Bu itirâzım, her kese gider!
Düşüncem gereği Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına sâdık her kese destek veririm. Bu desteğimde ısrarcıyım. Hür aklım ve vicdânım böyle istiyor. "Sağın ihânete varan davranışları yüzünden, sol ile mücâdelemi erteledim."diyeli yıllar oldu. Benim ertelediğim mücâdelemi, değişim/gelişim zanneden her kese de kafa atarım!...
Türk Milleti adına, Atatürk adına, Cumhuriyet ve millî hâkimiyeti, millî emeği savunma adına, şu anda yalnızlıkla başbaşa bırakılan Mustafa Özbek'e, Kemal Kerinçsiz'e, Sevgi Erenerol'a, Güler Kömürcü'ye ve Vedat Yenerer'e verilen destekleri görmek, duymak; varsa bilmek, rahatlamak istiyorum!
Sendikâl haklar diye toplanıp bünyelerinde bölücü yandaşlarına da yer verenlerin; Türk Metâl mensuplarına, Özbek posteri açtıkları için yaptıkları saldırıları da şiddetle kınıyorum!
Bir Türk Milliyetçisi olarak; Muhteşem Türk Atatürk'üm'ü, Türklüğümü, Türkiyemi, dilimi, bayrağımı, bölünemez vatanımı, tek devletimi seven her kesi, "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyen her vatandaşı seviyorum. Bu değerlerimi sevmeyen her kesi de, otomatikman hasım îlan ediyorum ki bunu yıllardır haykırırım...
Mustafa Özbek, Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol, Güler Kömürcü, Vedat Yenerer'e ve onların şahsında bütün Türk Milliyetçilerine, sesleniyorum; destek verenleri alkışlarken, biliniz ki kimse kalmasa, tek başıma da kalsam size yapılanlara tepki vermeğe, baş kaldırmaya devam edeceğim. Çünkü ben Türk'üm. Türkiye'de Türk'e destek vermek te, canımı yaksa da Türklüğümün gereği...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"BULDUK KIRKI, ÇIKTI KORKU..."

"2009'un sıfırlarını görmeyin. Toplayın, 2+9=11... Şimdi ortadaki sıfırları görmeden 29'la, 11'i toplayın, 29+11= 40... " Allah'ın hikmeti, MHP kırk yaşında!
"Kırkıncı yılda, kırk günlük çalışmayla, kırk belediye." Bilmediğimiz hikmetli hesapla bulunan kırktan sonra, kırklar gırla! Anadolu'da; "Bulduk kırkı, çıktı korku." diye boşa dememişler demek ki!...
Bu "eqonomi" doktorunun, kılı kırk yaran hesabına; seçimlere kırk gün kala, bulaşmamak için kırk dereden su getirdim! Ama; "Bir hilâl uğruna kırk yıl" sloganı ve D.B. resimli pullar, aklımı aldı! Bu kadar kırkın içinde "Ali Baba ve Kırk Haramiler" hikâyesi geldi aklıma, 2009'dan çıkan kırk yüzünden!
Kırk Haramiler, ticâret kervanlarının geçmeye mecbûr olduğu bir boğaza konuşlanırlar. Her geçen kervandan, yüküne göre haraçlarını alırlar. Tüccarlar, bu haraçtan rahatsızdır ama hükümdarın gücü Kırk Haramiler'e yetmemektedir. Şikâyetçi olan tüccarların haraçları da artmaktadır. Tüccarın biri, epey hazırlıktan sonra sefere çıkacaktır. Ama Kırk Haramiler yüzünden huzursuzdur. Mallarını az göstererek nasıl geçirebileceğini düşünürken, birinden bahsederler. Ali Baba adındaki bu cengâver; tek başına ordular bozmuş, tek başına kaleler fethetmiş biriymiş. Kırk Haramiler'in hakkından gelirse ancak Ali Baba gelirmiş! Tüccar, sonunda Ali Baba ile görüşmeye karar verir. Ali Baba, anlatılanlardan daha heybetli bir cengâver. Meseleyi konuşurlar. Ali Baba, kervanı Kırk Haramiler'den 1000 altın karşılığında geçirmeyi taahhüt eder. Ücretini de kervanı kurtardıktan sonra ister. Kırk Haramiler'e verilecek haracın yanında, 1000 altın çerez bile değildir. Pazarlıkta anlaşırlar.
Ali Baba'nın, yolculuk için bazı özel istekleri olur. Kendisine kecâbalı bir bir deve tahsis edilecek ve yetecek kadar şarap hazırlanacak... Bunlar da kabul edilir. Yolculuk başlar. Ali Baba, kecâbasında, şarabını içerek, keyifle, güzel bir yolculuk yapmaktadır. Kervandakiler, Ali Baba'nın varlığından dolayı huzurlu, Ali Baba ise bu rahat yolculuktan memnundur. Huzur ve keyifle süren bir kaç günden sonra kervan, Kırk Haramiler'in konuşlandığı boğaza girer. Develeri duyan haramiler; "Duuuur!" diye komutu patlatırlar. Tüccar; "Ali Babaaa!" diye seslenir. Kırk Haramiler, bu seslenişi kaale almazlar ve yükün onda birini isterler. Kervancı bu kere biraz daha yüksek sesle; "Ali Babaaaaa!" diye seslenir! Kırk Haramiler, merak ederler Ali Baba'yı ve sorarlar. Kervandan biri, Ali Baba'nın kiralanmış bir fedai olduğunu söyleyince Haramiler öfkelenirler. Bu sefer yükün yarısını isterler! Kervancı bir daha ve bu sefer çaresizce; "A-li ba-baaaaa!" diye inler! Harami başı, Ali Baba'yı ister. Ali Baba, kecâbasında, sızmıştır! Sürükleyerek getirirler. Harami başı, bu sızmış sarhoşa iyice öfkelenir; "Soyun bu sarhoş pezevengi! Sırayla üzerinden geçin!" emrini verir. Söylenen uygulanır! Haramiler, sırayla Ali Baba'nın üzerinden geçmeye başlarlar. 1,3,5..10..15..20...30...38,39. da Ali Baba uyanır! Halini ve üzerinde bir adam görünce çıldırır! Kılıcını kaptığı gibi Haramileri darmadağın eder. Olanları seyreden Tüccar, öfkelidir! Ali Baba'nın 1000 altınını verir ve bir daha görünmemesini söyler. Ali Baba, görevini yaptığını söylediğinde Tüccar; "Haklısın da! Ya haramiler kırk değil otuz dokuz olsaydı halim nic'olurdu?" diye sorar...
Tüccar çok! Harami çok! Kecâbalarda zevkli seyyahlar çok! Kervan da boğaza girdi! Ali Baba var mı? Bilemem!... 2009'dan kırkı bulan ve bu hesâbı alkışlayanlar bilsin...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 18, 2009

SAYGISIZIM! VAR MI ÖTESİ?

Alan memnûn, satan memnûnmuş! Ya seyrederken ağzı sulanarak, midesini yutkunarak şişirenlerin ağız dolusu küfürleri... Abdulhak Hamit; "Bu millet söylemez, söylenir." demişti.
Laik-antilaik veya Cumhuriyet ve Atatürk taraftarları ile Atatürk düşmanları ve 2. Cumhuriyetçiler diye netleşmiş iki kutuplu Türkiye’de millet, sesli söyleniyor!
Artık sadece fısıltıyla söylenmedikleri için de uçmuyor söylentiler! Elden ele, dilden dile; gazetelerden on iki saat, televizyonlardan sekiz saat önce de internetten milyonlara ulaşıyor! Yazılı olduğu için de kalıcı! Kimin yazdığı veya kimin kayda aldığını tesbît te mümkün!
Yâni Ergenekoncular’ın milyonları aşan sayısını, tesbît te mümkün!...
Kendimi yargılıyorum! Bölücünün, PKK’lının, işbirlikçinin, dinlerarası diyalogcunun, medeniyetler arası ittifakçının, vatanı "babalar gibi" satanların, hortumcunun, hazinenin verdiği trilyonu iç eden imanlıların serbestçe dolaştığı hatta ikbâlin zirvesine konduğu günümüzde, Türkçe öfkeliyim!
Beni de al/dır/ırlarsa antrenmanlı olayım diye kendimi hazırlıyorum! Sorulacağını tahmîn ettiğim sorulara cevaplarım hazır:
*Cumhuriyet’in neresindesin? Tam merkezindeyim. Çünkü cumhurum, cumhurdanım.
*Demokrasinin neresindesin? Vallahi onun da tam göbeğindeyim! "Demokrat ve demokrasi taraftarı değilim! Apo alçağının yakınlarının oyları ile aynı güce indirgenmiş oyumdan utanıyorum!" diyebilecek kadar, yazabilecek kadar hürriyetimin tadını çıkarıyorum!
*Atatürk’le aran nasıl? Tek Muhteşem Türk’üm. Şükürler olsun ki O’na bu ûnvanı ben verdim. Hep "Muhteşem Türk" diye hitap ediyorum. Ama hiç “Atatürk Milliyetçisiyim” demedim! Fransa’da Napoleon, Amerika’da Kennedy, Arabistan’da Faysal, bilmem nerede ne milliyetçiliği diye aptalca bir tarif yok! Muhteşem Türk gibi, Türk milliyetçisiyim. Türk Milleti’ni Atatürkçe seviyorum.
*Laikliğin neresindesin? Onun da tam göbeğindeyim. "Eşhedü en lailâheillallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûluhu" diye haykırarak, yazarak ikrâr ettikten sonra; "Amentü’de birliğimiz var. Lailaheillallah desek yeter. Muhammeden resulullah demesek de olur." diyen dindışı diyalogculardan da her iki cihanda davacıyım. Adına latin alfabesi diyerek küçümsemeğe çalışanları çatlatmak için; "Türkçe yazdım. Türkçe düşünüyor, Türkçe konuşuyor, Türkçe okuyup yazıyorum. Muhteşem Türk’ün, harf inkîlâbından memnunum." diye nâra atmaktan keyif alırım.
*Ya tesettür? Kıyâfet inkîlâbı ile de aram hoş! İstediğim kıyâfeti giyiniyorum. Eşimin, kızımın, gelinlerimin, bacılarımın ve annemin kıyafetleriyle de sorunum yok. Meslekleri gereği, başları açık olan da var, başörtülüler de ama asla türbanlı değiller!...
*İktidara neden muhalifsin? Bir kişi de kalsam; cumhuriyet ve demokrasinin bana tanıdığı, Muhteşem Türk Atatürk’ün bana bahşettiği huzûrumu, bin AKP'ye, bir milyon Recep Tayyip'e, bir milyon Bahçeli'ye veya Baykal'a, bölücülere toleranslı demokratlara değişmem!
*Ergenekon'un neresindesin? "Ergenekon yurdun adı/Börteçine kurdun adı/Dört yüz sene durdun hadi/Çık ey yüz bin mızrağımız." desem, yerim belli olur mu?
Öfkeden bencilleştim mi? Vallahi değil! Recep Tayyip Erdoğan’ın, megalomanlık fışkıran egoizminin milyarda birini; Devlet Bahçeli'nin, Deniz Baykal'ın bencilliklerinin milyarda birini bile, kullanabilmiş değilim!
Bunları söyledim diye saygısız mıyım? Tekrar edeyim; Atatürk’üme, Türklüğüme, Devletim'e, Şehîdime, Kahramanlarıma, Cumhuriyetim’e saygı göstermeyenlere saygılı davranıp yalakalaşamam! Evet saygısızım. Var mı ötesi?
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

MİLLETİM; İŞ BAŞA DÜŞTÜ...

Bu yanlış ve sakat gidişe "Dur!" diyecek ortak aklı, bulmak zorundayız artık!
Yoksa; demokrasi denen, ne milletin anladığına ne de millete yaradığına inanmadığım bu sistem, Türk Devleti'ni yok etmek için mi var?
Tayyip Erdoğan, başbakan kalsın diye; hem yandaşlarını, hem başkalarının burslarıyla okuyacak kadar sıkıntıdaki ve askere gidemeyecek kadar hasta ve "çürük" çocuklarını zengin etsin diye, milletliğimiz yok ediliyor!
"Gömlek değiştim!" diyen biri Köşk'e çıksın diye; metropollerde ve Başkentte on beş yıllık belediye başkanlarıyla yağma, talan devam etsin diye; okul arkadaşlarından ve yakınlardan oluşan "yandaş" kalemler, kazançlarına kazanç katsınlar diye, sitem çökertiliyor!
ABD'nin ve AB'nin, Haçlı'nın plânları aksamasın; Başbakanımız(!)'ın BOP Eş Başkanlığı devam etsin diye; Yugoslavya ve Gürcistan gibi Irak'ta resmen parçalansın, Irak'ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulsun diye, Kırmızı Çizgilerimiz, millî siyâsetimiz fedâ ediliyor!
Dinciler; Atatürk'ten, laiklikten intikam alsınlar diye, Cumhuriyetimiz lağvediliyor!
Devlet Bahçeli'nin genel başkanlığı devam etsin diye; Deniz Baykal'ın Ana Muhalefetliği devâm etsin diye, bölücülerin temsilcilerinin vekillikleri devam etsin ve "Meclis'in rengi" tamamlansın diye, Vatan bölünüyor! Buna da siyâset veya demokrasi deniliyor!
Şehitlerimiz; tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek dil ve bölünmez vatan için ölüp öldürmediler mi? Tek dil mi kaldı? Güneydoğu'da, metropollerde devlet otoritesi mi kaldı?
Devlet Bahçeli veya Deniz Baykal seçim mitingi yapmak için Güneydoğu'ya gidebilir mi? Başbakan dahi, devlet güçleri, özellikle de Ordumuz'un koruması olmadan gidebiliyor mu?
Bana ne kardeşim,sizin genel başkanlık ihtirasınızdan? Bana ne, sizin Başbakanlık ihtirasınızdan? Devletimi zora, milletimi dara soktunuz! Milletimi parçaladınız! Devlet Televizyonundan, dil bütünlüğümüzü bozarak PKK isteklerine, boyun eğdiniz! Otuz binden fazla vatandaşımızın -ki çoğunluğu Kürtlerdendi-, yaklaşık on bin görevlimizin, Mehmetçiğimizin kanını yerde koydunuz! Devlete baş kaldıranların, teröristlerin insan haklarını savunmak gibi bir acziyete düşerek Devletimize itibar kaybettirdiniz!
İktidarı, muhalefeti; Devlet otoritesi, üniter bütünlüğümüz, vatan savunması söz konusu olduğunda, millî durmadınız, duramadınız! Olanlarda hepiniz suçlu, hepiniz suç ortağısınız! Maskeniz insan hakları, kalkanınız demokratlık, aracınız demokrasi! "Demokrasi treni"ne bileti iktidardan alanları, en görkemli duraklarda indirdiniz! Muhalefet, sizler de yardım ettiniz! Deniz Baykal; Tayyip Erdoğan'ın yasağını kaldırmaktan; Devlet Bahçeli, "Demokrasi treni"nin Çankaya Köşkü'nde durmasından ve oraya İktidardan biletli birinin indirilmesine yardım etmekten suçludurlar!
Muhterîs insanların, şahsi hesaplarından bana ne? Devletim darda, milletim zorda! İşsizlik, aşsızlık yetmez gibi talan, yalan boyu aştı! Al birini vur ötekine! Millî duruşlu siyâsi partilerin adını, kendi yaptırdıkları anketlerde "diğerleri" diye özellikle küçük tarif ettirerek, "demokrasi treni"ne yolcularını bindirip indiriyorlar! Her yerine ingiliz anahtarı uydurularak gevşetilen sistem, artık kendini koruyamıyor! Devlet, korunma refleksini kaybetmek üzere!
Artık kurumlardan umudumu kestim! İş başa düştü! Türk Milleti; Allah aşkına, kendilerini dünyanın merkezi zanneden bu bencillere hadlerini bildirelim! Meclisteki dört partiyi de sandığa gömüverelim ne olur? Bunlar millete, yani size, yani bize aptal muamelesi yapıyorlar! 29 Mart'ta ya aptallığı kabul edelim, ya da bu renksizlere hadlerini bildirelim artık...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 17, 2009

BEN ASAR, BEN AĞLARIM!...

Bu gün ulusalcıların, devrimcilerin, sosyal demokratların, demokratik solcuların, liberallerin ve, ve "demokrasi treni" yolcularının yüksek müsaadeleriyle Türk Milliyetçilerinin farkını ortaya koyup neden Türk Milliyetçileri olmadan olmayacağını, neden Türk Milliyetçiliğinin, Türk Devleti'nin nabzı olduğunu belli etmeğe çalışacağım.
Bir haberden incindi Türk Milliyetçisi duygularım.
Bu haberde Türk yanım, Devlet yanım, "Bağımsızlık karakterimdir." yanım incindi, canım yandı! Amerika'daki bir avuç Türk vatandaşımız; Beyaz Saray'ın önünde, AKP'yi, yani mevcût hükümetimiz(!)in uygulamalarını protesto etmişler! Onlar, Barak Obama'nın gözüne yalakaca girebilmek için, Beyaz Saray önünde; "Türkiye laiktir laik kalacak." diye bağırırlarken, "Teokratik baskıya son." diye yalakalaşırlarken, "Bir dakika, Türkiye’deki adalete ne oldu?" diye bağırırlarken benim aklıma; ABD'nin Irak'ta katlettiği müslümanlara, ırzına geçilen kadınlara getirdiği demokrasi geldi! Aklıma; sağlığında çok öfkelenip küfrettiğim ama erkekçe ölümüne ağladığım Saddam'ın heykelini terlikleriyle döven, kapı köpeği Araplar geldi! Ve Okyanus ötesine; adı beyaz içine yeni oturanın ve programlarının kapkara olduğunu bildiğim kara vicdanlılara; "Hüseyin! Barak! Ben ısırırım ama ne sana, ne AB'ye, ne de Haçlı'ya teline bile dokundurtmam!" diye bağırmak istedim!
Bu; "N'olur? Bu adamı foseptiğe süpürmeyin!" diye yalvaran satılıklarla, bardağa dolu tarafından bakmayı mahâret sayan diplomatlarla, Türk Milliyetçisinin duruş farkıdır!
Daha önce de yazmıştım. Baş danışmanının ABD'de;" Bu adamdan istifâde edin!" diye yalvardığı günlerde, ABD'de yaşayan, yazar bir haber kaynağım; "Sana bir haberim var. İlk sen yaz! Amerika Tayyip'ten vaz geçti!" diye fısıldamış ve haberi detaylandırmıştı. Ben de gerçekten ilk olarak yazmıştım. Ve Amerika'ya; "Ne ABD'ye, ne de hiç bir güce benim yönetimime müdahele hakkı vermem! ABD'nin vaz geçtiği Tayyip'i şimdi ben inâdına tutarım!" diye nâra atmıştım!... Başbakan'ın şimdi yasakladığı, 'Yaygın Basın'ın gürültüsünden arada kaynayıp gitmişti bu Türk tavrımız!...
Beğler! "Bağlı aslan, tilkiye bile yem görünür." ata sözümüz, size bir şey söylemez mi? Hadi sizin en-tellek-tüelliğinize uysun diye Napoleon'un; "Acı çekmek, ölmekten daha çok cesâret ister!" sözünü de mi hiç duymadınız?
Ben, "Demokrasi treni"ne hiç binmedim. "Demokrasi treni"ne binenleri, inenleri ve bu trenin duraklarını, çok iyi takip ediyorum ama!...
"F tipi" karanlıkçı ampüllerimizin Erbil'deki toplantılarını da atlamadan; bana, "Hocam! Fetullah Gülen'e çok ağır saldırıyorsunuz! Bizim bir sürü 'Fetullahçı Ülküdaşımız' var!" diye sitem eden, Ülkü Ocağı zirvesi'nin düşündükleriyle; ABD'de "Demokrasi treni"ne binmiş Başbakanımız(!)'ı Hüseyin Barak'a şikâyet eden ucuz demokratın ne farkı var?
Bir önceki Genel Kurmay Başkanımız'a; "Paşam! Siz sınırlarımızı koruyun. Düşmanlarımıza karşı koyun ve cezâlandırın. Allah korusun ölürseniz şehidimiz, kalırsanız kahramanlarımız olun. Siyâseti, deneme yanılma yoluyla doğruyu buluncaya kadar bize, millete bırakın." diye seslendiğimizdeki, millî duruşumuzu fark ettirebildik mi artık?
"Deniz Feneri" yandaşları; "Kendim ısırır, köpeklere yalatmam!" diye hırlamışlardı! Şimdi ben Türkçe diyorum ki; "Ben ısırırım ama ne AB'ye, ne ABD'ye, ne de Haçlı'ya saçının teline dokundurtmam!" Ben erkim, ben Türk'üm. Günü geldiğinde ben yargılar, ben asar ve ben ağlarım!... Sandıkta, ilk durakta bindiği 'demokrasi treni'nden indiririm!
Çünkü ben hür akıllı, hür vicdanlı, bağımsızlık karakterli bir Türk'üm. Demokrasi Treni yolcularına, demokrasi duraklarında, bir beyaz mendille; "Anca gidersin!" diye el sallarım!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 16, 2009

SIRADA ASLANCA ÖLÜM VAR!...

İki partili, iki kutuplu, "yandaş ve düşman" gibi uç tarifli günlere doğru dolu dizgin giderken, birilerine seslenmek istiyorum. Düşman kim? Dost kim? Sâdık kim? Hâin kim? Suç ne? Suçlayan kim? Suçlanan kim?... Kim'ler o kadar çoğaldı ki!
Türk olduğumuzu, Rumeli'ni, Türkiye eden bir ırkın ahfâdı olduğumuzu biliyorum. Bin yıldan fazladır buraları, can bedeli ödeyerek vatanlaştırdığımızı biliyor ve önümüzdeki bin yılda da burada olacağımıza îmanım var. Göktürkler olarak geldiğim Rumeli'nde; önce Selçuklu'laşıp sonra imparatoluk gereği her kesi Osmanlı'laştırdığımı biliyorum! Yedi Düvel'in altı yüz yıl burnunu defalarca sürttükten sonra, yeniden kabıma çekilerek, imparatorluktan "Ulus Devlet"e Türkiye Cumhuriyeti'ne döndüğümü biliyorum. Haçlı'da biliyor!
Benim Türk Milleti olarak, hayâllerimi ve hayâllerimi gerçekleştirebilme özelliğimi ben de biliyorum, "Yedi Düvel"de, Haçlı'da biliyor!
İster, turistik gezi niyetiyle gelip kalanlar; ister "Çanakkale Geçilmez!" diye Yedi Düvel'in göz bebeğine yazdığımız Destan sonrası, Çanakkale'de kalanlarını ziyârete gelerek kalanlar; ister Batılılaşacağım diye dîninden vaz geçmeyi, soyunu inkâr etmeyi, kahramanlarına hakâretler etmeyi, Ordu'ya saldırmayı, uzaktan kumandalı alınıp-satılabilen "Dolma Kalemler"e Devlet-Millet aleyhinde yazılar yazdırmayı mahâret sayanlar deyin, yabancılar çoğaldılar! Türk, kendisini vatanında garip ve parya hissetmeğe başladı!
Türk'ün garipliğinden korkun!
Garipliğimiz; akıncılığımızı, tahrîk eder! Garipliğimiz; pis ağzından pis kokular yayılan bir "Dolma kalem"in, 'ossuruktan' diye edepsizce saldırdığı, "İncili Kaftan"ı kendi parasıyla alan ve gittiği yerde bırakarak dönen, fakîr ama mağrûr gönlümüzü tahrîk eder!
Sayısal kalabalığı güç vehmedenlerin, tek zannettikleri kahramanlarımıza saldırmaları, artık dayanamayan yüreğimizin, kahraman tarafını tahrîk eder!
Vatan, bizim. Toprağı vatanlaştırabilmek için yüzlerce yıldır ölen, biziz! Ordu, bizim. Devlet-i ebed-müddet için şart olan Ordumuz'a elleri kınalanarak, Vatana kurban niyetiyle asker olarak giden, biziz! Devlet için, Bayrak için, Allah için, hürriyet için, Cumhuriyet için ölen de, öldüren de biziz! Bu yaptıklarımız sadece Allah rızasına olduğu için, yaptıklarımızın siyâsi malzeme edilmesinden incinen de, biziz!
Bir belgeselde izlemiştim. Bir bufalo sürüsü, iki üç tane aslan yavrusuna saldırmış ve ayakları altında ezmeye, boynuzlamaya başlamışlardı. Aslan yavrularının kaçma şansları yoktu. Zaten kaçamadılarda! Biri, yavruluğuna rağmen, kendisine saldıran bir bufalonun burnuna geçirdi yavru aslan dişlerini. Gerçi bufalolar, dişleri saplanmış aslan yavrusunu da öldürdüler ama, kocaman bufalo sürüsü olarak, bir aslan yavrusunu teslim alamadılar! Yavru aslan, aslan gibi bufalonun burnunda asılı olarak öldü! Merâmımı bilmem anlatabildim mi? Bufalo sürüsü gibi, tozu dumana katarak, büyük gürültülerle yaptıklarınızdan aslan gönlümüz ziyâdesiyle rahatsız! Hiç bir şey yapamazsak ölümüne, burnunuza atlayacağız bilesiniz!...
Bir iki söz de diğerlerine: Önümüzdeki seçimler, yerel seçimler. Adaylar belli! Genel başkanlar olarak inin artık adayların sırtlarından! Taşınamayacak külfetlersiniz!
İstanbul'da; Kılıçdaroğlu gibi biri varken Sayın Baykal, Allah aşkına siz İstanbul siyâsetini bırakın! Bırakın Kılıçdaroğlu, kelle almaya devâm ederek siyâsetini yapsın!
Ankara'da; Mansur Yavaş gibi bir hizmet adamı varken Sayın Devlet Bahçeli, Allah aşkına susun siz! İstanbul'da da, Ankara'da da; AKP'ye haddini bildirebilecek rüzgârı estiren adayların, en büyük engelleri, sizlersiniz!
Allah aşkına seçimler bitinceye kadar siz, Anadolu'nun diğer yerlerini dolaşın, mitingler düzenleyin. Meselâ, -Diyarbakır'a gidemezsiniz de, Adana ve Antalya'yı da ben saymam- sırasıyla Tunceli'ye, Kars'a, Van'a, Mersin'e giderek, milletle buluşsanıza!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 14, 2009

YENİÇAĞ'LININ ÜSLÛP FARKI...

Okurlarının hâricinde hiç bir gücün satın alamadığı ve alamayacağı Yeniçağ'ın duyarlı okurlarından, tebrîkler ve tenkîdler almaktayız. Şahsen, tamamına cevap vermeğe özellikle özen gösteririm. Bazen, değişim hızına yetişemediğim sûni gündemler yüzünden, geciktirdiğim cevaplar olur! Bu yüzden defâetle özür diliyorum.
Ve izninizle bir konunun da açıklıkla bilinmesini istiyorum; sizlerin yani dünyayı Türkçe okuyan Yeniçağ okurlarının bizleri sevdiğinizin defalarca misliyle biz de sizi seviyoruz.
Biliyoruz ki, kuş kanatsız uçamaz. Yine biliyorum ki; ağzımıza geleni değil aklımıza geleni, hür vicdânımızda sorguladıktan sonra yazdığımızda, bizden ürken-korkan, rahatsız olan ve bize kinlenen işbirlikçiler, bize karşı yapabileceklerini düşünürken arkamızdaki on binlerce Yeniçağ Okuru'nun tavrını da hesâba katıyorlar!
Biliyoruz ki; okurlarımız bize arka verdikçe biz coşuyor ve bizler coştukça geleceğimizin teminâtı gençlerimiz, -inşallah- aydınlık günlere doğru koşuyorlar.
Kelimelerle oynamayı seven ve zannedersem beceren biri olmama rağmen, bendenizin karakter duruşumu netleştiren okurlarımızı ifâdede ve onlara iltifatta yetersiz kaldım biliyorum! Başka anlaşılmasından, başka yorumlanmasından endişeliyim aslında! Neyse...
*******
Ülkemizi ve dünyayı Türkçe okuyan duyarlı bir okurumuz; kimliğini ve mesleğini de açıkça yazarak, bir konudaki tesbîtini paylaşmış benimle. Millî duruşa ve millî duruşlu Türklere özel kîni olduğu söylenen yetkililerden bir zarar görmemesi için bu okurumuzun mesleğini yazmayacak, adını da kısaltarak vereceğim.
Y. YÜREK isimli okurumuz; son Davos olayını ve o ana kadar olanları, hür mantığından süzdükten sonra diyor ki; "Ey Davos'ta beş dakikalık asil duruşa(!) onay isteyenler! Vatandaş, AKP'nin 6 yıllık iktidarında ABD, AB, Talabani, Barzani ve PKK karşısında sergilediği ezik duruşu oylamaya kalkarsa, haliniz ne olacak? Ve hatırlatmaktır görevimiz; Şimon Peres'i 2007 yılında TBMM'de ayakta alkışlayıp karşılayanları… Ama Hamas lideri Halid Meşal, Ankara’ya geldiğinde, onunla resmi olarak muhatap olmaktan kaçınan ve bunu ısrarla deklare edenleri… ABD ve İsrail korkusu sebebiyle Meşal'in konvoyu ile karşılaşmamak için kaldırım değiştirip bir mobilyacıya girenleri… Korkudan, Hamas lideri ile Dışişleri Bakanı kimliği ile değil AKP'li kimliği ile konuştuğunu söyleyenleri… Hatırlatmak ve unutturmamak da bizim görevimiz… ACİZÂNE Saygılarımla."
Tesbîtlere aynen katılmaktan öte ,bir yönüyle daha iftihâr ettim okurumuzun, okurlarımızın: Kocaman köşe yazarı ünvanıyla, "ağzından yellenen"lerle, okurlarımızın üslûbu arasındaki farkla övündüm, gururlandım.
Bu farkla ve böylesi ehîl yüreklerin tanıdıkları farklılığımızla, övünmeyelim mi?
Tanrı, bu güzel Türklerin sayısını artırsın. Sayılarının milyonlar olduğundan emîn olduğum bu güzel Türklerin bir arada durmalarını nasîb etsin... Bu güzel Türkler, bu edepli-âdaplı ve cesûr duruşlarıyla bir arada olurlarsa, bu muhteşem görüntüden ürkmeyecek/korkmayacak hain mi olur? Bu muhteşem birliğe teslîm olmayacak korkak mı kalır?
"YÜZDE YÜZ TÜRK OLDUĞUN GÜN, CİHAN SENİNDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 13, 2009

BAŞBAKAN'DAN MEKTUP VAR' mış!...

Başbakan'dan mektup varmış!
Henüz bana gelmedi ama almış saydım kendimi! Bizleri otuz sene geriye götüren, mektupların unutulan romantizmiyle buluşturan Başbakan'a ve hakkını yemeden bir kaç gün önce kendi resmiyle süslediği özel pullarla elli bin ülkücüyü mektupla şereflendiren, Devlet Bahçeli'ye de teşekkür borçluyum.
Başbakan'ın bana ulaşmayan ama aldım saydığım mektubuna cevap vermezsem, saygısızlık olur!
'Değerli hemşehrim' diye başlamış "Sayın" Başbakan.
Ben Siirtli değilim. Rizeli de değilim, Kasımpaşalı da! Hele Türkiyeli hiç değilim! Ben Türk'üm, Türkiye benim ve toprakken vatanlaştırdığım vatanım...
Yoksa bu mektup bana yazılmamış mı? Olsun ben cevap vereceğim!...
'Sayın' Başbakan; bendeniz, "Aldığı KELLE lerin hesâbını vermeyen Sayın İmralı makûmu" ile kan davalı bir Türk'üm! Asla; "Alt-üst kimlik" vehmine tevessül etmeyen, Türklük'ten başka hiç bir sıfata tenezzül etmeyen; "Ne mutlu Türk'üm diyene." derken kabından taşan ve böyle diyenlerin tamamını yüreğine sığdırabilen bir Türk'üm.
Bana mektup göndermezsiniz ama olsun! Bendeniz almış sayacak ve cevap vereceğim!
"Gücümüzü milletten alıyor, milletimizle aynı yönde bakıyor, milletimizin vicdanının sesi oluyoruz." buyurmuşsunuz! 'Sayın' Başbakan; kimlerle, nereye , hangi yöne bakıyorsunuz bilemem ama bendeniz, sizin baktığınız yerlere baktığım zaman tansiyonum yükseliyor! Türkiye'den okyanus ötesini görebilecek ferâsetim var ama dürbünüm yok! Oysa kurt gibi, kartal gibi, Türk gibi bakarım ben! Tarih boyu, yendiğim düşman komutanlarını affetmiş, misafir etmiş, sapı bizden olan içimizdeki baltalarımıza gülme olgunluğunu göstermiş bir târih mimarıyım ben!
Haçlı ile dâvam bitmedi! Ben defteri kapatsam bile Haçlı, kuyruk acısını unutmuyor! Dört yüz yıl tebaam olmuş Irak'a demokrasi getirmek için; "Haçlı Seferi" adını verdiği işgâle, ben sizin gibi memnun olamadım! Şu an Köşk'e oturttuğunuz "Kardeş"iniz gibi, Irak'ı işgâl eden ABD askerlerine aslâ dua etmedim! Dahası, çok ta öfkeliyim!
Siz her halde bana mektup göndermezsiniz! Ama olsun, nezâketen almış sayacağım!...
"Durmak yok! Yol/may/a devam." buyurmuşsunuz! Ve sanki başbakanlığı bırakıp, bütün illerin belediye başkanlığına adaymışsınız gibi, yerel propogandalar yapıp, yerel siyâsî rüşvetler dağıtıyorsuz! Allah razı olsun. Elbette "Veren el, alan elden hayırlıdır." Ama beyt-ül mâl'dan bir parça kumaş aldığı için cenâze namazı kılınmayan Sahâbi'yi de biliyorsunuzdur umarım!
Her gün binlerce insanımız işini kaybeder, he gün onlarca iş yerimize kilit vurulurken; bütçe açığını tamiri mümkün olmayan boyutlara taşıyarak dağıttığınız seçim rüşvetlerinin hesâbını, ahirette nasıl vereceğinizi, çok düşünüyor ve sizin adınıza, korkuyorum!
Galiba, siz bana mektup göndermezsiniz! Ama olsun, ben almış sayacağım!
Çünkü ben; kendi ellerimle seçip, ülkemin talan edilmesine, kan bedelli vatanımın satılmasına görevlendirdiğim, millî değerlerimizin yok edilmesi göreviyle seçtiğim sizden, bir şeyler sormak durumundayım...
" 6 yıl önce yola çıkarken sahip olduğumuz heyecanı, coşkuyu, enerjiyi ilk günkü gibi muhafaza ediyoruz." buyurmuşsunuz. Aksi olsa şaşardım! Altı yılda; sizin çocuklarınızın, Kemal Abi'nin çocuklarının, Pepe'nin çocuklarının ve yandaşlarınızın îmanlı çocuklarının; ülke her gün batarken gösterdikleri müthiş ekonomik yükselişe, dur demenin elbette mantığı yok! Millet olarak bizlere düşen de, Aziz Nesin'in teknolojiye katkımızı tarif için söylediği gibi, sizin çocuklarınızın yükselişlerine "maşallah!" demek galiba!...
"Sayın" Başbakan; nâzik ve çok romantik mektubunuza teşekkürler ederken, bilmukabil ailenizin ve yandaşlarınızın bahtınızı Allah'a havâle ederim vesselam...
Bâki hörmetlerimle...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BAŞINIZI YESİN BAŞ ÖRTÜSÜ!...

Hay baş örtüsü, başınızı yesin; çarşaf ta kefeniniz olsun sizin!...
Yemekteyiz diye bir programa mecbur edildim bu gece! CHP'nin "çarşaf açılımı" tartışılacak diye saat 01.00'e kadar bekledim ve beklerken "yemekteyiz" programı ile dövüşüp durdum!
Sonra beklediğim program başladı! Yemekteyiz programını mecbûren seyrettiren tv yöneticilerini, yemîn ederim alkışladım! Böylesine seviyesiz, böylesine sığ ve sadece laf kalabalığı yapıp hiç bir şey söylemeyenlerin bir araya toplandığı ve artık sadece seyredeni siyâsetten soğutmaya yarayan bir programa feda ettim uykumu!
Bir yanda; yandaşlıklarını gazetecilikle kamufle etmiş ve söyledikleri kendilerini bile bağlamayan AKP'nin siyaset amigoları, diğer tarafta Millet vekilliği hasebiyle her söylediği partiye mal edilen bir hanım millet vekili! Böylesine dengesiz, böylesine eşit olmayan şartlarda, bir CHP milletvekilinin linç edilmesine hazırlanılmış ortam!
Kriz yoktu sohbette! Davos yoktu! Ne deniz Feneri, ne Tunceli'de dağıtılan siyâsî rüşvet yoktu! Yüksek Seçim Kurulu'nun yasağına kafa tutan, demokratik(!) yasa tanımazlık yoktu! "Ümraniye Bombaları" diye başlayan "Devlet Yanlısı Çete" soruşturması da yoktu!...
CHP'li bir Millet Vekiline karşı izinsiz ve kontrolsüz saldırılarla sorulan ve paylaşılamayan AKP'nin baş örtüsü ile, CHP'nin çarşafı çekiştiriliyordu mantıksız bir rekâbetle!
Konuşma adabı yok! Edep hiç uğramamış! Son zamanların yandaş medya tarafından popülerleştirilen süslü bir delikanlısı; eski Yeşilçam filimlerindeki Salih Güney veya Önder Somer'in kötü adam edâlarında, çok edepsizce bir ayak ayak üstüne atışla gûya, din/ahlâk/doğruluk ve baş örtüsü savunuyordu!
Bir dönem millet vekilliği de yapan, "Laikliğe karşı odak" bir patinin, şaraplı yemekler vererek dengeciliğine soyunan bir eyyâmcı kadın daha vardı ki, artık ona midem tahammül etmiyor! Fikren ikide bir dönmelerine, özel yaşantısına ahlâk kuralları bile pes etti yıllardır! Çok bilinen haliyle de, baş örtüsü ve çarşafı savunuyordu din adına ve demokratlık adına!
Her halde en az, otuz kere; "Hay başınızı yesin baş örtüsü!" diye homurdanıp durdum!
Bir yanda Ana Muhalefet, diğer tarafta MHP, diğer tarafta DSP'nin Sarı Oğlan'ı, el ele vererek önümüzdeki yerel seçimlerde AKP'nin kazanabilmesi için ne lâzımsa onu yapıyorlar!
Bu kadar kiralık oldukları belli olan, bu kadar açık amigolarla, 'yaygın basın ve medya'yı işgal eden AKP ve gûya muhalefet yapıyorum derken zorla milleti AKP'lileştiren en-tellek-tüeller varken, millet olarak işimiz zor!
Olmadık şey değil! Milletin yapmadığı bir şey de değil! İktidarı-muhalefeti, Meclis'teki bütün partileri sandığa gömen bu millet, bir daha aynı dersi vermez mi diye çok düşündüm ve hayâl kurdum.
Önümüzdeki yerel seçimlerde millet, Meclis'te bulunan partilerin tamamına -bir daha- haddini bildirir mi diye merak ettim!
Hükümet siyâsi rüşvetler dağıtıyor, muhalefet bol keseden vaat ediyor!
Ve millet te bunlara oy verecek öyle mi?
Her gün yüzlerce insanımız işini kaybederken, her gün onlarca iş yeri kepenk indirirken, milyonlarca kişi kredi kartlarından dolayı icra takibindeyken, iflas eden iş adamları, evine ekmek götüremeyen işsizler, emekliler, intihar ederken, yine gündemin baş köşesine baş örtüsü ve çarşaf taşınmaya çalışılıyor!
Başınızı yesin baş örtüsü sizin! Kefeniniz olsun kara çarşaf sizin!
Havanda su döverek ve milletin asla ilgilenmediği konularda, çene yarıştıradurun siz! Allah, milletin, sandık başında, bu kere efsûnlanmasına izin vermeyecektir eminim! Seçimde de işimiz Allah'a kaldı vesselâm!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 12, 2009

PİS AĞIZIN, PİS KOKUSU...

Kendilerine "Ulusal" adını koymuşlar ya!
Kendi kendilerine "Ulusal" deyince millî olduklarını zannedecek kadar da aptallar bu zenneler, köçekler! Kimin önünde fazla gerdan kırar, fazla zil çalarlarsa bahşişin bol olacağını da şartlı refleks olarak öğrenmişler!
Milyon dolarlarla transferler ayarlayıp, "Şeyh'ül Muharrîrin" sıfatını da kendi aralarında, en pahalı transferi yapan, satılık, pahalı, "Dolma kalemler"e vererek kendileri de o transferin hayaliyle yaşarlar ya! Milletine hakaret edene, "Nobel Ödülü"nün verildiğini de gördüler ya!
Artık kim tutar bunları? Artık kim frenleyebilir bu ağızlarından yellenen, "Dolma kalemler"i?...
"Bu tür osuruktan kahramanlık hikâyelerini "diplomasi" zannederek büyüyen toplumlarda, olur böyle vakalar... " diye ağzından yellenivermiş Aydın Doğan'ın kara turpunu fazla lüpleyen biri!
İçimden, -hem de yüzüne karşı- neler neler diyorum, mutlaka tahmin ediyordur!
Ama edebin olduğunu, yazı dilinde mutlaka "İlm-i edeb"e uyulması gereğini öğrenerek okuduk, büyüdük. Gazeteci değildik ama, gazetenin toplum hayatındaki yerini, hele "muharrîr"in yani köşe yazarının, kırk düşünüp bir yazması mecbûriyetini de okuyarak öğrendik...
Öğretmen yetiştiren Eğitim Enstitüsü mezunu bir öğretmenim. Bu ağzından yellenen, kocaman gazetede, kocaman köşe verilmiş ve kocaman maaşla yazdığını tahmin ettiğim, "Dolma kalem" benim öğrencim olsa, kesinlikle okuldan tard ettirirdim!
Romanların, hikâyelerin, masalların hatta fablların; olmamış ama olması muhtemel olayları hayal ederek anlatırken ders vermek amacıyla yazıldığını bilemeyecek kadar veya bunu bilip millî mesajlar veren hikâyelerden ve yazarlarından rahatsız olacak kadar ruhen aşifteleşmiş, bu "dolma kalemler"in elinden kalemi, mutlaka alırdım...
Matbaanın temizliğinde bile kullanmazdım bu edepten bî-nasîbi!
Ne kadar etkili olur, ne kadar duyurabilirim bilemem ama, Aydın Doğan'a sesleneceğim. Hayatımda hiç şikâyetçi olmadım. Hayatımda hiç davacı olarak mahkemeye gitmedim. Ve hayatımda hiç muhbirlik yapmadım. Hayatımda ilk olarak birini, patronuna şikâyet edeceğim! Anadolu terbiyesiyle büyüdüğünü bildiğim Aydın Doğan'a; gazetesine veya gazetelerine böyle ağızdan yellenenlerin yakışmadığını söyleyeceğim! Yıllardır bu edepten bî-nasîbler yüzünden Doğan Grubu gazetelerine para vermiyordum. Artık, elinde bu gruptan gazete gördüğüm tanıdıklarıma da rica minnet ederek aldırmamaya gayret edeceğim. Bu millîlikten uzak, milletin değerleriyle alay etmeyi aydınlık zanneden en-tellek-tüeller yüzünden yapılan hakaretlerin büyük bir bölümünün de gazete patronuna gittiğini haber vereceğim.
Gazetelerini istediği gibi kullanabilir, aslında gazetecilik ahlâkına uymaz ama alıştık! Gazetelerini ve "dolma kalemler"ini istediği gibi hükümetlere karşı kullanabilir. Bu da gazete ve gazetecilik edebine uymaz ama buna da alıştık!
Daha düne kadar el konulan gazetedeki köşesinde, bu ahlâkı savunan "dolma kalem"in de haçı koynundaymış bilememişiz! Daha dün, geldiği gazetedeki, sansürlenen son yazısında; "Ne tesadüf di mi? Böyle bu işler. Sıradan insanların, aklıyla, çabasıyla, samimiyetiyle, yüreğiyle büyüyenler... Çizgi kahramanları gerçek sandılar. Hatta o hale geldi ki... Pokemonlar bile havaya giriyor artık." diye hâlden şikâyetlenen kişi, her halde kara turpu çok yemiş olmalı ki, ağzından yellenivermiş!
Ağzından yellenen bu "dolma kalem"in ağız kokusunu, en yakınındaki Aydın Doğan'ın duyması ve bir daha bu ağzını kontrol edemeyen ucûbeye turp yedirmemesini nasıl söyleyebilir, başka ne yapabilirim bilemedim!...
Bu pis ağız kokusuna dayanamadım! Dayanabilene de şaşarım!...
Bu pis koku, kara turpu fazla kaçıran "dolma kalem"in ağızdan yellenmesinden mi; yoksa Topbaş, intikam olsun diye İstanbul kanalizasyonunu Hürriyet Center'den mi geçirmiş?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Ben; "DEVLET YANLISI ÇETE" denim!

"Öteki"leştiler AB istedi diye!
"Biz" burada yerimizde, olduğumuz gibi dururken; AB istedi diye, ABD istedi diye, Haçlı arka verdi diye "Öteki" oldular kendi istekleriyle!
"Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen her vatandaşı gözümün ışığı, başımın tacı sayan; tarih boyu halkları toplayıp milletleştirebilen tek gücün, Türk Milleti'nin bir ferdi olmaktan gurur duyan ben bile, bu el kapısından yal yiyen kapı köpeklerimizi, "ÖTEKİ"leştirdim!...
Onların adı, "ötekiler" artık bundan böyle!...
Biz saygılıyız, ötekiler çok saygısız!
Biz edepliyiz, ötekiler çok edepsiz!
Biz, aptal derecesinde sadıkız, ötekiler hain!
Biz merdiz, ötekiler namert!
Demek ki biz korkağız, ötekiler çok cesûr öyle miii?!
Artık onlar, ötekiler; biz'se biz!
Azdan az, çoktan çok! Kaşındılar vesselâm!...
Kanun tanımazlar! Yasaya uymazlar! İşlerine geldiğinde yasaları alkışlar, işlerine gelmediğinde yasaları yerden yere vurur ve rahatsız olduklarını, korktukları Türkleri, yasalara ihbâr ederler bu muhbîr şerefsizler!
AB'ye ihbar eder, şikâyetlenirler! ABD'ye ihbâr eder, şikâyetlenirler! Vatikan'a ihbâr eder, şikâyetlenirler! Abant'ta toplanır, AB-D'nin, Haçlı'nın dikte ettirdiklerini; "F Tipi" basın-yayın yoluyla, "F Tipi" üslûpla, -gûya- açıklar, yetinmezler! "Demokrasi Treni"nin duraklarından ettikleri Köşk'e çıkar; "Konuşulmayan, üzeri kapatılan her şey kokuşarak geri geliyor..." onayını alırlar!
Cumhuriyet'e, İkinci Cumhuriyet adıyla; Atatürk'e, "Kemâlizm bulaşıcı hastalıktır." edepsizliği ile; dînimize, "Ilımlı İslâm"la; milletliğimize, "halklar, halkların kardeşliği, halklara eşitlik, anadil, insan hakları"yla; laikliğe, dinci ve Allah'çı maskesiyle; fakirliğe/fukaralığa, "Sosyal devlet" maskeli, sadaka adlı siyâsî rüşvetle; Türklüğümüze, alt kimlikle; şühedâmıza, dağlarda itlâf edilen terörist leşleriyle; Kahramanlarımıza, bir parça yal için her kapıya kuyruk sallayan kancık itirafçıların iftiralarıyla; saldırırlar da saldırırlar!
"İt korktuğu yere ürür!" biliriz.
"İt ürür, kervân yürür!" biliriz.
"Taşlamayla giden it, koyunu kurda verir." biliriz.
"İt, iti düzer, sonra kıçını yalar." biliriz.
"İte vurma sinsidir, bu it te o itin cinsidir." biliriz.
Binlerce yıllık devlet teamülümüzden hareketle; haini de, ihâneti de, muhbiri de, ihbârı da biliriz ve bunlara ne yapılacağını da biliriz. Bildiklerimizi, -son seksen senede- her halde anlatmadık ki, her halde gereğini yapamadık ki şerefsizler, onursuzlar, hainler, muhbirler, sokaklarımızda ellerini kollarını sallayarak ve ürüyerek, salya sümük dolaşmaya başladılar!
Vatanı "bir kadın memesine" satabilecek kadar, çift yönlü uçkur düşkünü sapıkların, reçeteleri çarşaf çarşaf piyasada!
"Devlet Yanlısı Çete" mensûbu olarak ihbâr ettiklerinden bazıları, adâletin işleyen terâzisinden nasiple serbest bırakılınca; adâlet terâzisini adilâne işleten yargı mensuplarımızı ihbâra başladılar şimdi de!...
"Kanuna karşı boynumuz kıldan ince" doğrudur. Yasalara uyarız ve uyduk! Yasa koyucu, yürütme ve yargı millî olmazsa, bizden olmazsa, devlete-millete sâdık olmazsa; "Fermân padişahın dağlar bizimdir." kükreyişimiz de yüz yıllardır yankılanır dağlarımızda!...
Bizi işgâl edecek gücün olmadığını; "Çanakkale geçilmez!" diye tarihin göz bebeğine, iki yüz elli üç bin can imzasıyla yazışımızın üzerinden fazla zaman geçmedi!...
Sokaklarımızda salya sümük dolaşan, başı boş kalmış kapı köpeklerimiz, akıllı olun! Elimize sopamızı almak üzereyiz haberiniz ola!...
Hoooşşşt sokak itleri! Hooooşt!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 11, 2009

GÜN OLA HARMAN OLA...

Günümüze çok yakışan, bilinen ama ne hikmetse bu aralar pek hatırlanılmayan bir olayı anlatarak başlamak isterim:
1933'ün ilk günlerinde Bursa'da irticacı bir grup ayaklanır. Baş kaldırı, kısa sürede bastırılır. Olay üzerine Atatürk Bursa'ya gider. Onuruna verilen akşam yemeğinde bir kişi; "Bursa gençliği olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıtaya ve adliyeye olan güveninden ötürü..." diye anlatmaya başladığında Atatürk; günümüze çok yakışan, günümüze de ışık tutan muhteşem konuşmasını yapar ve der ki:
"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek; ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “Demek adâlet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek...”
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “Ben, inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.” İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"
5 Şubat 1933'te Muhteşem Türk Atatürk, müthîş ileri görüşü ile günümüze de müdâhil olmuş...
Aydıncılık oynayan, yerli işbirlikçilerimize, oluşturmak istediği korku atmosferinden ve Davos'taki iç siyâsete yönelik senaryodan siyâseten nemalanmaya çalışanlara, bir hatırlatma yapmamız şart artık!...
Vatan sevgisinden, millet sevgidinden, bayrak sevgisinden başka bütün sevgilerin bir getirisi, bir menfaat karşılığı vardır. Sadece vatan severliğin, bayrak severliğin göstergesi, fedâkârlık ve bedel vermektir. Vatan sevgisinin tek bedelinin can olduğunu bütün dünyaya öğreten bir ırkın ahfâdı olarak her türlü bedeli ödemeğe hazırız, ödüyoruz ve ödeyeceğiz!
Lunaparklardaki korku tünellerine benzeyen bu yapay korku tünellerine, gönüllü girmeğe hazır sayısız Türk'ün olduğunu da her kesin bilmesinde fayda var. Suçlu saldırganlaşacak, hırsız çok kıymetli malını korumak için insafsızlaşacak ama bir gün mutlaka hâkimiyet gerçek sahiplerine geçtiğinde, hukuk önünde hesaba çekileceklerdir. Bu hesaptan ve hesaplaşmadan asla kaçış yok!
Adâletin tek tek salıvermeğe başladığı vatanperverlere; Hurşit Paşa'ya, Şener Paşa'ya, Sevgili Vedat Yenerer'e ben, geçmiş olsun demeyeceğim! Her birini tek tek kutlayacağım. Hâlâ göz altında olan vatanperverleri de bütün gönlümle tebrîk edeceğim. Alkışlayacağım. Türk Milleti adına; Atatürk emânetlerine sadâkatin, vatanperverliğin, bayrakseverliğin bedelini ödeyen kahramanlarımızdır onlar.
Hele Levent Göktaş adındaki yiğidimize, Paşalarımıza, vatanperver Gazetecilerimize, özellikle Vedat Yenerer'e, Türkmen Beği Mustafa Özbek'e revâ görülenleri, ne târih, ne de millet vicdânı aslâ unutmayacaktır. Devletin bekâsı için destanlar yazan yiğitlerimizin hakkını ve hesâbını; Cumhuriyeti ve Atatürk emânetlerini sahiplenen milletimiz, adilâne işleyen adâlet sistemimizle, mutlaka soracaktır.
Keser dönecek, sap dönecek, bir gün de mutlaka hesap dönecektir. Gün ola harman ola...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 10, 2009

KALEMİMLE MUHABBET

Ahvâlimi doğru yazmadı diye
Şikâyeti, kalemimden gönlümün;
Hayata tavrını bozmadı diye
Cesâmeti, ölümümden gönlümün.

Dile değil, akla gelen sözüyle
Okça saplandığı düşman gözüyle
Baharları kış eyleyen güzüyle
Şerâfeti, elemimden gönlümün.

Küfre kafa tutan keskin dilimle
Seferdeler yorulmayan elimle
Dingin yüreğimden taşan selimle
Cesâreti, kelâmımdan gönlümün.

Tokkalı'yı yarı yolda koymadan
En sert kavgalardan yılıp doymadan
Geriye bakmadan, günü saymadan
Fi'liyyâtı, kalemimden gönlümün. 10.Şubat.2009 Mustafa Aslan

Kelimeler:
cesâmet: büyüklük, irilik; şerâfet: asâlet, soyluluk; fi'liyyat: gerçekten işlenen işler
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 09, 2009

DURMAK YOK! YOLA DEVAM...

Hükümeti zorla yıkmaya teşebbüs eden terör örgütü mensûbu, hatta örgütün belki de bir numarası Hurşit Tolon Paşa, delîl yetersizliğinden tahliye edildi. On bir ay sonra! Şimdi birileri, hatta ben bile bu kadar boşa giden, demokrasi adına gasp edilen zaman ve itibar kaybı(!), nasıl telâfi edilecek diye soracak, sorgulayacağız!...
Ümraniye Bombaları ile başlayan bir operasyon, sonradan Ergenekon'laştırıldı ve akıllar karıştırıldı. Önce; "Devlet Yanlısı Çete" diye, hiç bir Türk'ün yüksünmeyeceği bir târif yapıldı! Sonra, "Hükümeti yıkmaya çalışan örgüt" diye bir iddia!...
Suçunun ne olduğunu bilemeden ölen, cenâzesi parasızlıktan ortada kalan örgüt kasaları oldu! Parasız örgüt kasası rahmetli olunca, Türk işçi hareketinin düayenlerinden ve işçi hareketini sınırlar dışına taşırarak örgütleyebilen bir Türkmen Beği, Mustafa ÖZBEK örgüt kasası iddiasıyla tutuklandı! Suçunun ne olduğunu bilemeden yaklaşık iki yıldır içerde yatanlar var! Ve adâletin şaşmaz terâzisi devreye girdi, tahliyeler başladı. Tahliyelerin devâm edeceğinden zerre kadar endişem yok.
Sadece; boşa giden zamana, sekteye uğratılan Sivil Toplum Örgütleri'nin organize ettiği, milyonları bir araya getirebilen, demokratik mitinglerin yok edilişine yanarım!
Son "Davos Fütûhatı"ndan sonra, tamamen alternatifsiz kalan AKP'nin; demokrasi treniyle, uygun durakta inmek üzere yaptığı; "Durmak yok! Yola devam!" yolculuğuna ve bu trene binme yarışına yanarım!
Yol da AKP'nin, tren de! Maalesef vagonlardaki yolcular da AKP'nin, ona yanarım! Hâlâ niye yaptığını anlayamadığım, yorumlayamadığım Abdullatif Şener'in istifâsını; "Bu trenden inenler, yolda kalırlar." böbürlenmesinin -sanki- gerçekleştiğini gördüğüme yanarım!
Osman Pamukoğlu Paşa'nın Hak ve Eşitlik Partisi'nin yerel seçimlere katılamayışına; Büyük Birlik Partisi gibi, Bağımsız Türkiye Partisi gibi millî duruşlu, Demokratik Sol Parti gibi solcu partilere karşı yürütülen fısıltı kampanyalarının müthiş başarısına ve milletin ısrarla hiç bir şeye yaramadıklarını yıllardır bildikleri partilere karşı yaklaşımlarına yanarım!
Türkiye'de 12 Eylül Kıyameti'nden sonra; öğrenci hareketleri yani anarşi yok! İşçi hareketleri, işçi mitingleri yok! Demokratik hakkını kullananların tamamı cezaevlerinde! Yaklaşık otuz yıldır,varsa yoksa tek anarşi ve anarşist; Güneydoğu'da başlatılıp sonra Doğu'ya, sonra da metropollere taşınan PKK bölücülüğü... Yıllardır canları pahasına, teröristlerle mücâdele eden kahramanlarımızı, paşalarımızı, gazilerimizi; "Hükümeti Yıkmaya Çalışan Örgüt" diye suçlama ve tevkifler var!
Hadi be! Hadi ordan be!...
Askerimizin başına çuval geçirilip millî haysiyetimiz rencîde edildiğinde, baş danışmanı tarafından; "Bu adamı foseptiğe süpürmeyin. İstifâde edin!" diye yalvarılıp rencide edildiğimizde tıkı çıkmayanların, Davos'ta önce kükreyip sonra; "Moderatöre öfkelendim!" diye yan çizmesinin adının, kahramanlık koyulmasına yanarım!
Demek ki; başımıza çuvalı geçiren de, başbakanı foseptiğe süpüren de, yıllardır binlerce mehmetçiğimizi şehit eden de, kameralar önünde Filistinli'nin kolunu taşla ezen de, Filistin'de ve Irak'ta katliamları yapan da, Irak'a demokrasi getirip bir milyondan fazla Müslümanı katleden ve tesettürlü Müslüman kadınlara tecâvüz eden de, o moderatörmüş! Dünyanın en büyük ve güçlü suçlusunu tesbît ederek Davos'ta fırçalayan Başbakanımız'la ne kadar övünsek az değil mi? Başına çuval geçirilen, başbakanı foseptiğe süpürülen, parayla toprakları ve madenleri satılabilecek kadar, küresel krizi teyet geçiştirebilecek kadar sağlam bir Türkiye yönetiminden endişe etmek, ihânet olmaz mı?
AKP treni, yerel seçimler durağında! Binmeyen ve inen yolda kalır, ona göre! Benden de bir beyaz mendil ve "Anca gidersin! Güle güle!" temennisi...
"Durmak yoook! Yola devaaam!"
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 08, 2009

KÜRDÜN KIZI TADINI ÇIKARIR...

Nerdeyse zamandan bile sür'atli gündeme yetişmek mümkün değil! Neye, ne zaman, nasıl tepki vereceğimizi karıştırır olduk!
Son açılımlar veya kapanımlar dolayısıyla Deniz Baykal'a yönelik övgü ve yergilere müdahil olmakta umarım geç kalmadım!
Baykal'ın samimi bir Türk olduğuna inanmak istiyorum! Çünkü samimi bir Türk siyâsetçiye çok ihtiyâcımız var! Türk milliyetçiliğinin siyâseten tek adresi tarifli partinin düştüğü tarifsizlikten-reksizlikten dolayı, bütün Türk Milliyetçilerinin çâresizliklerini biliyorum!
Baykal'ın; samimi olarak milletle cumhuriyeti, hatta milletle devleti barıştırmaya gayret ettiğine de inanmak istiyorum! İnanmak istiyorum çünkü buna da siyâseten çok ihtiyâcımız var!
Bir Türk'üz. Türk Milleti'yiz. "Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran halklara Türk Milleti denir." târifini yapan erkin, aslî sahipleriyiz. "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenleri baş tacımız, göz bebeğimiz eden; millî bütünlüğümüze kem bakan gözleri de çıkarmakla mükellef olanlarız. Tarihte ve günümüzde; "devlet-i ebed-müddet" diyenlerden olarak tarihe geçmek isteyenlerdeniz. Devletimizin bekası, vatanımızın bölünmez bütünlüğü için tek bedel olan canı vermekten çekinmemiş ve sonsuza kadar da bu bedeli gönüllü vermeğe devam edecek olan milletiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Muhteşem Türk Atatürk'ün emânetlerine ölümüne sadıkız. Atatürk ve Cumhuriyetin bize sağladığı kazanımlardan olan siyâsi partililiğimizi, fanatik taraftarlığa döndürmeyen, hür akıllılarız. Bu tavrımız ve tarzımızdan hareketle; gerektiği yerde ve zamanda gereken tepkimizi veririz.
Allah ile aldatanların; Muhteşem Türk Atatürk'ü bile dinsizlikle ithâm edebildikleri günümüzde, Atatürk'ün kurduğu partiye de aynı tarifle saldırılması kadar doğal ne olabilir? Yanlışa yanlışla mukabele, iki yanlış yapmaz mı? Yanlıştan örnek olur mu? Yanlış olduğu bilinen ve Anayasa Mahkemesi'nce; "Laikliğe karşı odak olmak"tan suçlu bir partinin yaptıklarına, aynı şekilde mukabele edilebilir mi? Dini siyâsi malzeme etme yanlışına veya bu tarife bu kadar kolay düşülebilir mi?
CHP'liler, rahmetli Kasım Gülek'i hatırlamazlar mı?. Bir seçim gezisinde, Anadolu'da cami şadırvanında abdest alırken resmini çeken gazeteciye müdahele ederek; "Abdestimi, namazımı propoganda malzemesi ettirmem!" diyerek filmi alan ve görüntülenmesine izin vermeyen samimi inançlı Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri'ni hatırlatmazlar mı?.
Bu din tâcirlerinin, Allah ile aldatanların yıllardır yaptıkları yanlışlarını meşrulaştırmaya kimsenin hakkı olmamalıdır! Hele Atatürk'ün Partisi'nin böyle bir gaflete düşmesine aslâ izin verilmemelidir.
Milletin AKP'den kurtulabilmek için bu yerel seçimlerde, CHP üzerinden bir sandık muhtırası vermeğe hazırlığı var gibi! Onlarca yıldır "kötünün iyisi"ne mecbûr edilmiş olan millet, millî ferâsetiyle bir sandık ihtilâline hazırlanıyor! Bunu göremeyenler, bu millî şahlanıştan kendilerine pâye çıkarmaya niyetlenen siyâsi zekâ özürlülere, Baykal'ın müdâhil olması, akıl gereğidir.
"Davos diklenmeden dik duruşu"nun telâfisi için, İsrail'den özür dileme ekibine millet vekili katkısı veren MHP yönetimi aksine, o ekibe katılmayı reddeden CHP Yönetimi çok müspet bir adım daha atmıştır.
Bırakın imamlar camilerde, asker kışlasında kalsın! Millet olarak deneme-yanılma metodu ile, en doğruyu buluncaya kadar sandıklarda çâre arayalım! Yıllarca "Allah İle Aldatanlar" diye tenkîd edilen siyâsi kervâna, isterseniz siz de katılın!...
Hayatım boyunca sola, sol gözüyle bile bakmamış biri olarak bana ne CHP'den! Bana ne Baykal'dan! "Her kes sakız çiğner de Kürdün kızı tadını çıkarır." tesbîtini yapan milletin aklını karıştırmayın lütfen! Bırakın Kürdün kızı, tadını çıkarsın...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

FAYTONLA FİLİSTİN'E ...

Bir sürü bakarkörü, kocaman bir memâlikin etrafına dizmiş ve "Bu nedir?" diye soruvermişler! Götüren kim? Memâlikin etrafına dizen kim? Soran kim?... Bakarkörler susmadan, hep birden ve farklı farklı şeyler bağırıp duruyorlar! Bakarkörlerden sesi en yüksek çıkanınki bazen diğerleri yorulunca duyulur gibi oluyor ama biraz sonra bir başkasının dinlenmiş sesi çıkınca, o da arada kaynıyor!
Memâlikin adı Türkiye. Dünya tarihinin son Türk imparatorluğunun bakîyesi. Haçlı dünyasının son üçyüz yıldır, leş yiyici akbabalar misali parçalamaktan bıkmadıkları, öfkelerini bir türlü dindiremedikleri bir imparatorluğun devamı.
Uygulanan, Türk'ün Avrupa'dan çıkarılışıyla yetinmeyen Haçlı'nın; Tırakya'yı, Boğazları, İstanbul'u, dahası Ege'yi, İzmir'i, Akadeniz sahilleri'ni, Kıbrıs'ı hâlâ elinden alamadıkları Türk'ten almaya çalıştıkları bitmez intikamı!
Bakarkörler -ne yazık ki- bizimkiler! Gûya bizden bu körler! Bu milletin mekteplerinde okumuş, bu milletin her türlü imkânından istifâde etmiş; yetişmiş-yetiştirilmiş ve geleceğe çâre beklenen bizimkiler! Yorgun düşen memâliki sağken didik-didik didikleyen Haçlı'nın etrafına dizdiği kocaman gövdenin etrafında el yordamıyla tutabildikleri yere göre tarif yapıyorlar!
Birileri; Cumhuriyet diyor, tuttuğu yerden tarifle. Cumhuriyet; yâni cumhûrun yöneticilerini seçtiği sistem. Cumhur yani millet, yöneticilerini seçebiliyor mu? Genel başkan adındaki, demokratik padişah(!)ların dediklerinin haricinde birileri, seçim adı verilen sandığa girecek bir metre uzunluğundaki kâğıda adını yazdırabilir mi?
Birileri; en şahlanmış millî duygularıyla tutabildiği ve el yordamıyla benzetebildiği kadarıyla Türk Halkı diyor! Dünyada ayak basmadığı yer kalmamış, atını sürmediği kıta kalmamış; gittiği her yerde, tarihin her döneminde halkları toparlayarak milletleştirebilmiş tek güce, Türk Milleti'ne, halk diyor! Son kırk yılımızda; "halklar, halklara eşitlik, halklara özgürlük, halkların kardeşliği" terâneleriyle milletlikten çıkarılmak istenen, bütünlüğümüzü hedef alan bu art niyetli söyleme, en milliyetçi tavrıyla destek veriyor!
Birileri; Allah ile aldatarak, dîni söylemlerle, îmanlı siyâsi(!)leri demokrasi trenine uygun durakta indirmek üzere bindirerek, demokrasiyi araç kullanıp amaçlarına doğru sür'atle ilerleyerek, "İkinci Cumhuriyet" diyor, tuttuğu yeri tarifle! İkinci Cumhuriyetle de yetinmeyip "Yeniden Osmanlıcılık" diyor! Demekle yetinmiyor! Yeniden Osmanlıcı tarif edilen Hükümetimiz, Filistin olaylarında Hamasçı! Arap dünyası, Hamas'a kızgın! AP Haber Ajansı'nın haberine göre; "Amerikan yanlısı Arap ülkeleri; Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn, Ürdün, Fas, Tunus, Yemen ve Filistin Yönetimi dışişleri bakanları yaptıkları Gazze konulu toplantıdan sonra bir bildiri yayınlamışlar. "Arap olmayan taraftarların Arap ülkelerindeki gelişmelere yıkıcı şekilde karışmasından rahatsızlık duyuyoruz, bu nahoş ve yapıcı olmayan müdahaleleri durdurmak yolunda bir Arap mutabakatı yaratmaya çalışıyoruz. Amacımız, Filistin halkının tek temsilcisi Filistin Yönetimi ve Filistin Kurtuluş Örgütü'ne (FKÖ) desteğimizi canlandırmak, Arap barış girişimine destek vermek için Arap Birliği'ni güçlendirmektir." diyorlar! Yani, iç siyâsete malzeme olarak hazırlanan Davos fütûhu, Araplarca iç işlerine müdâhele! Filistin'e yardım diye toplananlar aslında Hamas'a yardım ve Araplar bu yardımı istemiyorlar!
Milyonlarca aşsızımız, işsizimiz varken, işsizlerimiz intihar ederken; ayran bulamıyoruz içmeğe, faytonla gidiyoruz Filistin'e yardım etmeğe! Orada da yolumuzu İsrail kesiyor, yarım saat "diklenmeden dik duruşla" faytonumuzun/arabamızın içinde bekliyoruz sessiz sadâsız!
Memâlik ortada, etrafına dizilen bakarkörler hâlâ tarif yarışında! Önümüze de yakında bir metrelik kâğıtları atmaya mecbûr olduğumuz, demokratik padişahların sihirli sandıkları gelecek! Bakalım bu sihirli sandıktan keklik mi çıkacaaak, kuş mu çıkacak?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 07, 2009

SEÇİM VARMIŞ, HADİ BE!...

Tuhaflaştık, acayipleştik! Yabancılaştık birbirimize, yabanlaştık kendimize! Sağımızdaki solakla, solumuzdaki sağlakla saf tutmayı, demokratlık diye dayattılar, itirâz edenimiz olmadı. Hatta bu ters kollu, ters gardlı duruşa gönüllülerimiz oldu epeyce!...
Renklerin ve kavramların netliklerini kaybettik! Adların yerine lâkapları, sistem yerine lâkap taktıklarımızın davranışlarını, savaşçının yerine lafazanı, ekonomistin yerine kalpazanı biz koyduk!
Kahramanlarımızı koyunlaştırdık! Büyük idealleri, mefkûreleri, ülküleri oyunlaştırdık! İmansızlığın adını ilericilik, takıyyeciliğin adını "ilm-i siyâset"çilik, dilenciliğin adını sosyal paylaşımcılık, yalancılığın adını "hızlı düşünme" koyduk!
Allah ile aldatıla aldatıla Allah'tan, din ile kandırıla kandırıla dinden olduk! Demokrasi denen illetin mûcitleri; "Demokrasi iyi bir şey değil ama, daha iyisi de yok!" diye tarif ederken biz, hep kötünün iyisine mecbûriyeti, demokrasi diye kabullendik! İsyân eden yerimizi, yargılayan-sorgulayan aklımızı işgâl ettiler!
Teknoloji sâyesinde; gözlerimizden zerk ettiler haramın dik-âlâsını! Her birimiz ayrı bir şeyin bağımlısı olarak, her birimiz bir başka yabancı kavrama taraftar olarak bağımsızlık mücâdelesi verdiğimizi zannettik!...
Sağcılık, solculuk masallarda kaldı! Ülkücülük, devrimcilik; cezaevlerinde, zindanlarda, firarlarda! Soy sop aramak, araştırmak gericilik ve ayıp! Devir piç devri, yönetim dünya puştlarının elinde!...
Hayatında eşek görmemiş adamlar, ata bindiler düşe-kalka! Elif'e mertek diyen câhillerden dersli cemaat mensupları; elli-altmış kitabın yazarı ilâhiyat profesörlerine câhil dediler! "Tesettürü, yasalara değil ûlemâya sormak gerek." diyenleri; âlimlere câhil diyen cühelâ, seçerek başımıza getirdi!
Adâlet yok! Ekonomi iflas etmiş! Torunumuzun adına bile yabancı sermâye sâyesinde borçluyuz! Bizim diyebilmek için, vatan edebilmek için, dünyaya "Çanakkale geçilmez!"i ispat etmek için ölümsüzlüğe gönüllü koşanlarımızın emeklerini inkâr ederek, onların uğrunda öldükleri bütün değerleri, yok pahasına satanlara; "İmanlı, akıllı, işbilir" siyâsiler dedik!
Vatansızın, kimliksizin, asılsızın, soysuzun îmanı mı olurmuş?
Îmansızın, bayraksızın, topraksızın, ahlâksızın, ordusuzun, kahramansızın, şehitsizin, şerefsizin adâleti mi olurmuş?
Üretenin ilk akla geleni çiftçiyi; evinde televizyon karşısına mecbûr eden, ekmediği her dönüm toprak için bir milyon para veren; ithâl edilen ziraat ürünlerini, mısırları, yumurtaları oğulcuklarına ithâl ettiren ve diğer yandaş oğlunun gemicikleriyle taşıtan akıllı, îmanlı, bağımsızlıktan yana olan mücâhit eskilerinin yapacağı, başka ne olabilirdi ki?
Hırsızı, nursuzu, uğursuzu, ahlâksızı, yalancıyı, talancıyı kıskanarak; daha hırsız, daha nursuz, daha uğursuz, daha yalancı, daha talancı, daha hortumcu olabilmek mücâdelemizle kendimizi bu günlere kendimiz getirdik!...
Sebebi de açık! Kabil'in, Habil'i kıskandığı için öldürdüğü bilinir. Sonra çok pişman olduğunu, yaptığı müthiş yanlıştan kurtulabilmek için çok uğraştığını biliriz. Kabil'den töreyenlerin çok uğraşıp âlimler olduklarını biliriz. Bu Kabil soylu âlimlerin, kendilerini çok sevdirdiklerini ve sevenleri tarafından öldüklerine inananılmadığı için heykellerinin yapıldığını ve putperestliğin icâd edildiğini biliriz. Biliriz ama en bildiğimiz yanlışta ısrar ederek; her birimiz kendi sevdiğimizin heykelciğini yapar putlaştırır, put perestleşir sonra da doğru söyleyenlere "câhil" der çıkarız kenara!
Daha çoook göreceğimiz, daha çoook çekeceğimiz var! Çünkü olan her şeyi olduranları; inadına-inadına seçmeğe, seçtiklerimize biyat etmeyenleri ihânetle suçlamaya devam ediyoruz inadına... Kabil'den töreyenleriz bidâyetinde.
Önümüzde de seçim varmış! Hadi be, hadi be, hadi beeee!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 05, 2009

"BİR HİLÂL UĞRUNA KIRK YIL"

Ülkücüler ve halk arasındaki fısıltı açılımıyla. "Alparslan Türkeş Partisi", ATP' nin Genel Başkanı kırk yıllık dostum ve Ağabeyim Sayın Oktay ÖZTÜRK'ün kulaklarını çınlatarak başlamak istiyorum. Hayatını ülkücü olarak yaşamış ve hareketin, Anadolu'dan seyreden hemen her milimetre karesinde olmuş bir ülkücü Oktay Öztürk. Başbuğumuz'un son döneminde de, Ülkü Ocakları ve gençlikten sorumlu Genel Başkan Yardımcısıydı...
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, her seçim döneminde; kendine yandaş adayları açıkladıktan, Anadolu'daki Dâvânın Aysbergleri, Ülkü Devleri'ni devre dışı bıraktıktan sonra yaptığı bir uygulaması gündemde yine!
Yaklaşık elli bin kişiye, PTT'ye özel yaptırılan Devlet Bahçeli resimli/pullu davetiye göndermiş! Devlet Bahçeli'ye göre -küskün olan- elli bin kişiyi, yeniden birlik-beraberliğe dâvet etmiş!
Özel yaptırılan pullarda, "bir hilal uğruna 40 yıl" sloganı; mektupta ise, "Küskünlükleri sona erdirelim, birlik ve beraberlik içinde olalım. Geçmişte ne olduğu önemli değil, önemli olan bugün." mesajı iletilmiş!
Anadolu'da; "Aynaya bakan, kendini görür." diye müthiş bir doğru vardır. Devlet Bahçeli de aynaya baktığında kendini görüyor ve her kesi de kendisi gibi zannediyor demek ki! Tam burada Sn.Oktay Öztürk'ten dinlediğim bir kıssayı aktarayım: Şeytan, aklına ve sözüne inandığı birine dert yanar. "Yahu; kırk milyon sene ben, Allah'a hizmet ettim. Bütün meleklerin en bilgesi bendim ama, bir hatamdan dolayı Allah beni cennetten kovdu! Kıyamete kadar da kovulmuş, taşlanmış ve lânetlenmiş îlan etti. Haksızlık değil mi bu?" Muhatabı şeytanın sözünü kesmeden dinler ve; "Bak Şeytan. Doğrudur sen kırk milyon yıl Allah'a hizmet ettin ama bir an olsun inanmadın! İnansaydın emrettiği anda Adem'e secde ederdin." der.
Kıssadan hareketle önce Devlet Bahçeli'ye; en yakınındakilere, en fazla hizmetinde olduğunu zannettiklerine dikkat etmesini öneririm. Kendisine inanan kaç kişinin olduğunu veya yarın elindeki makamı kaybettiğinde yanında kaç kişinin kalacağını düşünmesini öneririm. Uyarıdan sonra mektuba dönelim:
1967 yılından beridir yani 42 senedir ülkücüyüm. Demek ki MHP, kırk yaşından büyük! Benim harekete intisabımdan 6-7 sene öncesi de var. CKMP dönemini MHP tarihinden ayrı saymak, ya bilgisizliğin ya da samimiyetsizliğin işâreti olmaz mı?
Bana mektup gelmedi! Şaşırmadım! Çünkü mektubun küskünlere yazıldığı söyleniyor. Bizler ülkücüler olarak Başbuğumuz'dan; "Ülkücü kimseyi küstürmemeli, kendisi de küstüm otu olmamalı." diye dersliyiz. Biz küsmeğe tenezzül etmeyiz. Umulandan küsüleceğini, kuldan da küsülecek cesâmette birinin olmadığını biliriz. Tanıdığım hiç bir ülküdaşım da, kimseye küsmeğe tenezzül etmez. Ve hiç bir, "ülkücü gibi ülkücü"nün mektup almadığını biliyorum. O zaman! Demek ki, aslâ küsmeyeceklerini bildiği Ülkü Devleri'nden küsen bir Devlet Bahçeli var! Küstüğü, dolayısıyla umduğu, dolayısıyla korktuğu Ülkü Devleri ile barışmayı aslâ düşünmemiş!
Sadece; "Bir hilâl uğruna kırk yıl" gibi eksik bir sloganla MHP'nin "Üç Hilal"ini teke düşürdüğünü, yol arkadaşlarının şuur altlarına yazma gayretinde! Ülkücüler; "Bir hilâl uğruna Ya Rab, ne güneşler batıyor" daki hilâlin ne olduğunu, bilirler. Siyaseten sancaklarının, "Üç Hilâl"li olduğunu da...
Tam da seçim zamanı; yandaşlarından yaptığı adaylarla, diğer partilerin hatta AKP'nin yolunu bulmakta mahir, dışlanmış belediye başkanlarını listesine aldıktan sonra, böyle bir uygulamaya kalkmış!
Sn.Oktay Öztürk'te dahil, mektup alan bir ülkücü bulamadım! Demek ki kendisine yakın ve yandaş olan ve listede yer alamayan küstürdüklerine gönderilmiş mektuplar. Balgat Cenahı'ndan birileri; genel başkan yardımcılarına ve millet vekillerine mektup gönderildiğini söylediler. Hayırlı olsun!...
DB pullu, beş-on damgalı mektupla, seçim süresince susma kararımızı da bozmayı başardılar vesselâm!...
Şimdi seçimi, MHP'nin adayları mı yoksa Devlet Bahçeli mi kaybedecek? Rakip te, makamını ortaya koyan, Davos fatihi Kasımpaşalı Başbakan iken...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN