Çarşamba, Nisan 29, 2009

VATAN SAĞ OLSUN...

Canımız yanıyor farkında mısınız?
Ciğerlerimiz paralandı, yüreklerimizden parçalar koptu, duydunuz mu?
Biz Milletiz. Türk Milletiyiz.
Biz, devletin aslî unsuruyuz. Bizim çocuklarımızın çürük raporları yok!
Bizim çocuklarımız, para verip bedelli adıyla askerden kaçmaz! Askerliğini tamamlamayana kız verilmez, verilen kız gelmez çürüğe bizde! Gerçi paramız yok, zengin değiliz biz! Yeşil renkli gâvur paralarına esir değiliz biz. Kazancımız; sattığımız buğday kadar, yumurta kadar, patates kadar, ürettiklerimiz kadar. Bunlar da dolarla kymet ifâde etmez. Etse de, paramız çok olsa da parayla askerlikten kaçmaz bizim çocuklarımız!
Epilepsi-sara hastalığını askerlik şubesinden, bölüğünde komutanlarından saklayarak sıcak çatışma bölgesine gönüllü giden Süleyman Çelebi bizim çocuklarımız...
Bizim çocuklarımız kan döker ki Bayrak solmaya...
Bizim çocuklarımız can verir ki devam etsin toprak vatan olmaya...
Sizler ne yaparsınız aymazlar?
Sizler ne yaparsınız gaflettekiler, dalâlettekiler?
Millet kadar canı yanan kimseler çıkmayacak mı hâlâ devlet ricâlinden?
Daha dün, Bostanlı'da, bir kişi olan terörist; bir güvenlik görevlimizi şehid edip yoldan geçen bir masumu 18 yaşındayken katletti! 7-8 görevlimiz yaralı ve operasyon başarılı!...
Bu gün, Şemdinli'de tâciz ateşi, bir şehit...
Lice'de uzaktan kumandalı, zırhı dağıtabilecek güçte bomba ve 9 şehit!...
Aynı gün, Ankara'da canlı bomba! Bir başka canlı bomba tesadüfen yakalanıyor!
Aynı gün, İstanbul'da araçlar kundaklanıyor ve yandaş korku tellalı medyada manşet; "Kâbus, geri döndü!"
Yâni kâbus, istediği zaman gidip istediği zaman gelebiliyor! Asayişse yol geçen hanı!...
Ve siyâsi istikrar varmış!
Böyle istikrara lânet olsun! Alın istikrarınızı da, ananızı da gidin kardeşim! Bekçi Baba'nın asayiş berkemal dedirten düdüğünü geri verin!
Biz o halimizi özledik! Atlattığınız çağ da sizin olsun, Burak Hüseyin ettiğiniz Haçlı Barak Obama'da sizin olsun! Gidin kucaklaşın, koklaşın, ne halt ederseniz edin! Bizden uzak olun Rabbiniz'e yakın olun!...
On eve şîvan düştü! His-se-di-yor musunuz?
Çocuklarınıza çürük raporu alıp, Berlusconi'nin nikâh şâhitliğinde düğün yaptığınız için, oğlunuzu vatana kurban vermeyecek kadar aptal olmadığınız için huzurlu musunuz?
Üstün hizmet madalyalı kahramanlarımızı kelepçeleyip cemaat referanslı oldukları yazılan çocukları bir teröristin üzerine salıp şehît ettirdiğiniz için, yoldan geçen gariban çocuğu katlettirdiğiniz, yedi sekiz görevliyi yaralattırdığınız için hâlâ başarılı mısınız?
İstifa denen erdemi hatırlayan bir millet vekili çıkmaz mı 550 kişi içinden?
Ana-baba evlâtları Türk Çocukları patır patır şehid olurken, bedelli askerlik teklifi edebilen kişiler hâlâ Türk Milliyetçisiyim diyebiliyor musunuz?
Dinli-dinsiz, imanlı-imansız, cemaatçi-mezhepçi-tarikatçı siyâsilerin hepsini topladım bir elime ve vurdum solcu-laik-Atatürkçü geçinen diğer siyâsilere!...
Düşün kardeşim yakamızdan!
Çürük raporu mu alırsınız, bedelli askerlikten mi kaçarsınız ne yaparsanız yapın ama Allah rızası için bir kere vicdânınızı dinleyin ve sîne-i millete dönmek adı koyulan istifayı düşünün!...
Düşünmezseniz -ki zaten düşünmezsiniz- vallahi biz de artık sizi düşünmeyiz...
Canımız yanıyor, yüreğimiz kan ağlıyor ama hepinizin inadına; VATAN SAĞ OLSUN...
ŞühedÂma rahmet, Milletime baş sağlığı dilerim...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 28, 2009

SİLAHSIZ SUİKAST MERMİLERİ...

İstanbul Bostanlı'da, bir terör hücre evine yapılan operasyon, saatlerce sürdü! Yoldan geçen mâsum bir delikanlı ve görevi başında bir polisimiz şehîd oldu. Her ikisine de Tanrı'dan rahmet, ailelerine ve Milletime baş sağlığı dilerim.
Yasa ile yasaklanmasına rağmen ETÖ adı koyulan; vakitli-vakitsiz evlerinden gece yarısı, sonra sabahın ilk saatlerinde, sonra çok nâzik davranışlarla ilk mesai saatlerinde derdest edilen darbecilerin hiç birinin evinde silah patlamamıştı! Ki her evde, en az beş darbeci vardı!...
Evlerinde derdest edilen tarih akışını değiştirebilecek güç ve kapasitedeki emekli darbecilerin evlerinde tek silah patlamazken; insan hakları ihlâl edilen, "Türkiyeli Halklar"dan birinin mensûbu, özgürlükçü bir demokratın evine yapılan operasyonda, bir görevlimiz ve yoldan geçen bir delikanlımız hayatını kaybetti!
Artık mîde bulanıyor! İnanın ağlanası hâlimize gülmekten mîdem bulanıyor!
"Bir Daha İhbâr Ediyorum" diye kendimi ihbâr ediyorum! YARSAV Başkanı Eminağaoğlu'na gücüm kadar destek verdiğimi açıklıyorum. "Devlet Yanlısı Çete"denim diye haykırıyorum. Muhteşem Türk Atatürk'ün, imparatorluk küllerinden devlet kurabilmek için kurduğu çeteden olmaktan onur duyduğumu haykırıyorum. Bir AKP'li yandaş vatandaş; "Seni Başbakan'a ihbâr edeceğim!" diye tehdît iletisi yazıyor! Duygu ve düşüncelerimi "Başbakan'a Açık Mektup" başlığı ile bizzat duyurduğumdan habersiz bu yandaş vatandaş! Çünkü Türkiye'ye Yandaş Medya ve Basından bakıyor yandaş garibim!...
Aylar süren gözleme ve izlemelerden sonra tesbît edilen hücre evine yapılan operasyonda; bir kişi teröristler diye duyuruluyor ve polis telsiziyle ölene kadar savaşacağını açıklayan biri, saatler süren gayretle, komşu evin duvarı yıkılarak girilebilinen evde, kurduğu bubi tuzağının patlaması sonucu kendi kendisini yok etmesiyle sonuçlanıyor ve başarılı bir operasyon!..
Terziye demir, demirciye kumaş verilirse olacak olan bu! Ömürlerini devlet-millet uğrunda harcamış, üstün hizmet madalyalı kahramanları evlerinden derdest eder, cemaat referanslarıyla ellerine silah verdiğiniz çocukları teröristin üzerine salarsanız olacak olan bu!
Yandaş medyada çatışma naklen yayınlanırken, tezvîrattan da asla kaçınılmıyor! Kim olduğu, örgütünün adı, geçmişte katıldığı olaylar da dahil bilinen teröristin de ETÖ'den olduğu/olabileceği satır aralarına sıkıştırılıyor!
Allah belânızı versin! Âciz, âdî müfterîler!
Yapılanlara çocukların bile güldüğünü görmüyor musunuz? Ki göremezsiniz! Saraylarınızda, kalabalık koruma ordusunun arkasında dinlenirken; millet kahvelerde, parklarda, cami bahçelerinde olanları anlatıyor gözüyle görmüş gibi. "Askerin listesinde kayıtlı silâhlar, askerler tarafından depolardan çıkarılıp, gösterilen yerlere gömülüyor. Sonra bir internet cafeden isimsiz bir ihbâr yapılıyor. Bu isimsiz ihbâr müthiş bir bilgi olarak hemen değerlendiriliyor ve gömülmüş silâhlar çıkarılıyor! Sonra da emekli Genel Kurmay Başkanı'nın İzmir'e ayağına gidiliyor, tahsis oluna özel bir odada sekiz saat ifâdesi alınıyor!"
Bulunan silahların Başbakan'a suikastta kullanılacağı da kesin! Lav silahı var boş! Mermiler var binlerce ama silah yok! Silahsız mermilerle, boş lav silahlarıyla Başbakan'a suikast yapılacağı bilinip önleniyor ama insan hakları ihlâl edilmiş bir halk çocuğunun, belki de dağda gitarıyla poz vermişlerden olan bir mağdur-teröristin bir görevlimizi şehîd etmesi, yoldan gecen 18 yaşındaki mâsum bir delikanlının katli engellenemiyor!
Kutadgu Bilig'den; "Yasalarına uyarız ama âdil olursa! Vergilerimizi öderiz ama gümüşün ayarını düşürmezsen! Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan!"
Benden hatırlatması "Son Pâdişâh"ım-Hünkârım!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 27, 2009

"GENOCİDE" VEYA "MEDS YEGHERN" NE FARK EDER?

Gelişi toy bayram, gidişi ağır olan Obama'ların Barak Hüseyin'i, gözümüze soka soka taşıdığı haçını, 24 Nisan'da koynundan çıkardı ve bizim müslüman kardeşlerimiz de gizli müslüman değil açık hristiyan, açık ermeni dostu olduğunu anladılar galiba!
Anlayıp anlamadıkları henüz belli değil ama kandırıldığımız, hatta bizimle nasıl alay edildiği ortada! "Ha ali-veli, ha veli-ali" diye Erbakan'ın tarif ettiği gibi, "soy kırım" veya "katliam" demesi neyi değiştirdi? ABD'nin artist başkanı Ronald Reagen "soy kırım" dememiş miydi?
O zamanki yönetimimiz ne yaptırım uygulayabilmişti Reagen'a? Şimdi ne yapmamız veya ne yapılması bekleniyor? "Bekâra karı boşamak kolay." "Müzik notası mı?", "Devlet yönetmek market yönetmeğe benzemez!" mantıklı diplomat demokratlarımızla, ne yapmamız bekleniyor?
Devletimizin kurulduğu Gâzi Meclisimiz'de, kuruluş yıl dönümünde bölücülerin siyâsal temsilcileri oturma eylemi yapıyorlar! Meclis'te Kürtçe konuşulmasını, yasalarımız suç saymıyor! Gâzi Meclis'in bağımsızlık karakterli vekillerinin yerinde olan vekillerimize, yasalar dikte ettiriliyor! Hepsine de değil, hükümet eden partinin genel başkanına dikte ettirilen metin, onun işâretiyle emme-basma tulumba gösterisiyle; "Kabul edenler- Etmeyenler-Kabul edilmiştir." tekerlemesiyle yasalaşıyor!
Kurtuluş Mücâdelemizde; "Kardeş kardeşe borç vermez." kardeş mantığıyla bize görevlerini yapan Azerbaycan'lı Kardeşlerimizi, Ermenilerin ayakları altına terk ediyoruz! Kerkük, can çekişiyor! Kıbrıs'lı Türkler son seçimlerdeki millî duruşlarından dolayı cezalandırılmaya, terk edilmeye hazırlanılıyor!
İsrail, gözlerimizin içine baka baka Filistin'e soy kırım uyguluyor! Hâlâ Nato mensûbu olarak dünyanın öbür ucuna, ABD'ye fedâilik etsin diye Mehmetçik gönderiyoruz!
Devletin başı Cumhurbaşkanı ile, icranın başı Başbakan arasında, dış politikamızda farklılık var ve açıkça görülüyor! Ben hâla, ısrarla, Başbakan'ın Kasımpaşalı kabadayı yüreğinin Ermenistan'la yol haritasına razı olmadığında ısrarcıyım!
İnternet sitelerinde Babacan'ın istifasını verdiği, Fetullah Gülen'in sabırlı olmasını tavsiye ettiği haberleri dolaşıyor!
Keçi can havlinde, kasap yağ arıyor! Obamaların Barak Hüseyin'i soy kırım dese ne olur, katliam dese ne olur? Ermeni'nin Azerbaycan'a saldırırken Türkleri öldürdüğünü söylediğini; Ermeni'nin ABD ile hâlâ mevcut sınırlarımızı tanımadığını bilmemize rağmen tanınmayan sınırların açılmasıyla yapılacak tarihi sorumluluğu kim üstlenecek?
Azerbaycan farklı müstakil bir devlet tamam. Ama bir milletin iki devleti olduğumuzu hem Azerbaycan'ın, hem de Türkiye'nin vatandaşları söylemiyor mu?
Yönetimle millet, bu kadar birbirinden farklı, bu kadar birbirine uzak olabilir mi? Muhalefet neden bu konuyu referanduma götürmez? Avrupa'da Fransızlar ve başkaları Türkiye'nin hayali AB üyeliğini referanduma götürürken; kardeş iki Türk devletine, birinin topraklarını işgâl ederek, birinin sınırlarını tanımadığını saklamadan hakaret eden düşman bir devletçikle sınırların açılması neden referanduma götürülmez?
Heyyy! Ankara'dakiler, Çankaya'dakiler, Gazi Meclis'tekiler; Azerbaycan'ı incitecek her uygulama Türk Milletini de incitmektedir görmüyor musunuz? Duymuyor musunuz? Emperyalistlerin, ABD'nin, AB'nin, Haçlı Birliği'nin isteklerinden, çıkarlarından bize ne? Bu kadar mı korkar olduk diplomasiden, notadan, ültimatomdan ve sonuç olarak savaştan? Savaş olmadan 30 yılda yaklaşık 50.000 can vermedik mi? 50.000 candan vaz geçeceğimizi belirteceğimiz bir savaşı, hangi Haçlı'nın yüreği yer?
Allah aşkına millete kulak verin! Millete rağmen, Azerbaycanlı Kardeşlerimizi ve bizi incitecek uygulamalara tevessül etmeyin. Allah'tan korkmuyorsanız, kuldan utanın!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Nisan 26, 2009

BİR YENİÇAĞ OKURUNDAN...

Kendilerine "ulusal" diye iftira eden boyalı, yaygın basını takip edenlerle, Yeniçağ Gazetesi okurları arasındaki farkı gösterebilmek için bir okurumuzun yazdıklarını paylaşmak istedim. Şahsıma iltifatları ve altına imzamı atacağım bazı yorumları Basın Yasası'na muhalif zannettiğim için çıkarıp ufacık bir iki tashîhle...
"Mustafa Bey,
Çıktığı günden beri Yeniçağ okuyorum ve büyük bir keyif alıyorum. Ata'mızın; " Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır" sözüne olan sarsılmaz itikâdım daha da kuvvetleniyor! Benim haykırmak istediklerimi yazıyorsunuz!
O kadar zor günlerden geçiyoruz ki! .... Tertemiz yürekli insanlarımızın kirli ellerin oyuncağı olmasına kahroluyorum, yüreğim daralıyor! Fakat sonra; "Allahın rahmetinden umudunu kesen bir tek şeytandır!" uyarısını hatırlıyorum. Sonra da Gençliğe Hitâbe'yi tekrar tekrar okuyorum! "Şu Çılgın Türkler günü gelip çıldırdıklarında acaba düşmanlarını onlardan kim koruyacak?" diyorum! Gerçi düşmanına merhâmet eden herhalde bir tek bizim milletten çıkar. ....
Mustafa Bey, halkımız bekliyordu. Devletine itaatsizlik etmemek, ele güne "Türkler artık devletine sahip çıkmıyor!" dedirtmemek için bekliyordu! Ancak iş öyle bir hal aldı ki, Türk milleti, artık istemiyor padişah bozuntularını! ..... Biz öyle bir milletiz ki, başımıza getirdiğimiz adam çizgiyi aştığında padişahlığı bile onu koruyamaz! Hakkımızı kimseye çiğnetmeyiz! Şehzâde Mustafa katledildiğinde koskoca Kânûni bile ordugâhtan apar topar ayrılmak zorunda kalmıştı. Çünkü ordu ve halk, şehzadesine kıyan Kânûni'yi paramparça ederdi! Dikkat edin lütfen Anadolu'nun Osmanlı'ya itaatsizliği Şehzade Mustafa ile başlar!
Öfkeliyim Mustafa Bey! Atatürk'ün karşısına Vahdettin gibi atalarının asâletine yakışmayan hareketler sergileyen bir padişahın çıkarılmasına öfkeliyim! .... Birisi de keyif almıştı "Son Osmanlı Padişahı" diye pankart açılınca! Takdir-i ilâhi midir yoksa takdir-i insâni midir orasını bilemeyeceğim, "cuk" diye oturuvermişti hazretin kişiliğine ve karakterine! .... Hep söylerim "Ampul partisi kendine hep Osmanlı'nın dramatik dönemlerini örnek alıyor" diye! Bakın biçe biçe halk, seyrek badem bıyıklı zâta "Son Osmanlı Padişahı" mertebesini lâyık gördü! Neden Fatih'liği yahut Yavuz'luğu layık görmedi? .... Bir de Kadir Topbaş; "İstanbul'a Lale Devri'ni yaşatacağız!" demişti. Sormak lazım; "Sayın Topbaş, ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Lale Devri halkın yoksullaştığı, Osmanlı bürokratlarının zenginleştiği bir dönemdir ve sonu da Patrona Halil İsyânı ile bitmiştir! Bilmiyor musunuz?" diye. ....
Atamız bize her koşulda ve şartta bu ülkeyi ve Cumhuriyeti koruyup kollama görevi verdiyse kanımızın son damlasına kadar koruyup kollarız! Bu ülkeyi kimseye çiğnetmeyiz! Fakat ne gerek vardı toplumu böyle huzursuz etmeye? Ne gerek vardı bu milletin geleceğini ipotek altına sokmaya?
Korkuyorlar! Korkularını yüzlerinden okuyabiliyorum! Ne sahte şeyhlerin, hacı hocaların elini eteğini öpen bir toplum yaratabildiler, ne de gırtlak gırtlağa birbirine giren bir toplum oluşturabildiler! .... Türk, varlığını ve bütünlüğünü tehlikede gördükçe birbirine sarılmaya başladı. Kenetlendi. Kader birliği yaptı ve bir kez daha en büyük Türk'ün mânevî önderliğinde yürümeye başladı! Silah ters tepti! ....
Türk Milleti, sever zor zamanları! Zor zamanlar millete, millet olduğunu hatırlatır. Zor zamanlar, herkesin hesaplarını alt üst ederek halkın içinden liderler çıkmasına vesîle olur! Kısacası zor zamanlar güzel zamanlardır! Yıpratıcıdır ama sonuçları milletin faydasına olur! Ben de, bu zor zamanların ardından Türk'ün önlenemez yükselişinin başlayacağını düşünüyorum! ......
İngiliz ve Amerikan Türkiye Cumhuriyeti'nden bir karış toprak dahi koparılamayacağını çok iyi biliyor fakat uşakları yazık ki bilmiyorlar! Hem de bizimle iç içe yaşadıkları halde!
Uzun lafın kısası; Allah'ın izniyle Haçlı'nın oyunları bir kez daha "vatanın hârim-i ismetinde" yok olacaktır! Ben düşmanlara değil düşmanların oyunlarına alet olan gafillerimize acıyorum! Sonlarının ne olacağını bir bilselerdi bu işlere hiç kalkışmazlardı! .... GÜNEYHAN "
Sütûnuma sığsaydı vallahi hiç kesmezdim!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Nisan 25, 2009

OOOH NE RAHAT, DEMOKRAT HAYAT!...

Bu gün, ben de rol yapsam diyorum!
Olaylara ve dünyaya başka bir gözle, bir başka pencereden, san'at yaparak baksam! Taklitçiliğin soytarılık olarak târif edildiği töremize rağmen taklitçiliklerini san'at olarak dayatan en-tellek-tüellerimizi anlamaya çalışsam diyorum! Yalandan kim ölmüş!...
Olaylara bir "İnadına Tayyip"çi gibi, erkek işbirlikçi(!) taraftar gibi baksam diyorum! Karakolda doğru, mahkemede şaşsam diyorum! Bir yerlere mesaj için bir şeyler söylesem, ertesi gün bir yol arkadaşım te'vîl etse, düzeltse ben de özür dilesem, günü kotarsam diyorum!
Bu gün "Allah-Lillah" desem; Avrupa'ya, Batı'ya küfretsem, atsam-tutsam; Batıcılara "Garson" desem, "Haçlı uşakları" desem, oyları topladıktan sonra M.Yılmaz'dan daha ateşli bir AB sancaktarı olsam, "BOP Eş Başkanlığı"na terfî ettirilsem diyorum!
İHL desem, baş örtüsünü tesettürleştirerek "türban" desem, cemaat ve tarikatları STK olarak târif etsem, türbanı yasalara değil "ûlemaya sorun" diyerek îmanlılaşsam, seçimler biter bitmez de demokratlaşarak Avrupa'da "Sağcı Hristiyanlar Birliği"ne girsem diyorum! Oooh ne rahat!İstanbul'da, Küresel Kriz'e rağmen belediyeye binlerce işçi alınacağını duyursam, müracaatları almak için önce oyları garantiye alacak anlaşmalar yapsam, seçimler bittikten sonra, on binlerce hayâli çöpe atarak işçi alınamayacağını açıklasam diyorum! İşsizliği devlet adına önleyeceğim diye, çöpten pet toplayan garibanların işine göz diksem, işsizlikleriyle yetinmediğim garibanları ölüme mahkûm etsem ve inadına merhâmetli kalabilsem diyorum!...
AB emrettiği için çiftçiye kota koysam, ekilmeyen her dönüm için AB parası versem, sonra "Gözünüzü toprak doyursun!" diye fırça atarak oyunu alsam diyorum! Millî Görüş desem, Millî Sanayi desem, Hoca'yı seçim süresince hapsetsem, oyları Allah adıyla topladıktan sonra üretim yapan bütün millî kuruluşları satarak kapattırsam diyorum!
Karabağ'da Ermeni soy kırım yapmışmış umurumda mı? Azerbaycan'daki "Tek millet, iki devlet" diyen Kardeşlerimizi Ermeni'nin ayakları altına terk etsem, ön şartsız sınır açmaya hazırlanırken Erivan'da Türk Bayrağı'nın yakılmasını görmezden gelsem ve buna itiraz edenleri, iktidara darbe yapmaya hazırlanan "ETÖ" üyeliğiyle suçlasam Silivri'ye tıksam diyorum!
Haçlı'dan, ABD'den, dünyadaki toplam nüfusu üç milyon olmayan Ermeni'den korksam, bir televizyon sunucusuna; "One minut!" desem ve kahramanlaşsam diyorum!
Bir günlüğüne, "Kasımpaşalı" olsam; "Azerbaycan'la Ermenistan arasındaki Karabağ meselesi halledilmeden sınır açılamaz!" desem; Köşk ve Köşk'e bağlı Dışişleri Bakanı gitse koşulsuz "Yol Haritası" anlaşması yapsa gelse diyorum! Yalandan kim ölmüş!...
BOP Eş Başkanlığı'ndan, Medeniyetler Arası İttifak Eş Başkanlığı'na terfi ettirilerek hâlâ milletin gözünde en îmanlı millîcî diye kalmayı başarsam diyorum! Rol yapsam, yalan söylesem ve adını san'at koysam diyorum!
Bütün rol yapan artistleri, geçmişin en hızlı "eski tüfek" çakaralmazlarını bakanlıkla taltîf etsem, cezaevinden teröristlerin seçime girip Meclis'e girmelerini seyretsem, dokunulmazlık kazananlara zaten dokunamam da, Doğu Anadolu'da PKK'nın kazandırdığı Belediye Başkanları'nın tehditlerine demokratlık adına boyun eğsem ve Kabadayılığım devam etse diyorum! Ne güzel şey! Oooh ne rahat, demokrat hayat...
Türk'ün rol yapması da bu kadar olur! Korkaklığın, ürkekliğin, teslîmiyetçiliğin, kardeşe ihânetin adı, nasıl erkeklik olabilir diye düşünüyor "Isır diye tepinen gözbebeğim"e söz geçiremiyorum!...
"Türk, Ulu Tanrı'nın soylu gözdesi"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Nisan 24, 2009

BAŞBAKAN'A AÇIK MEKTUP...

Sayın Başbakan;
Sevgili Kasımpaşalı Recep Tayyip Erdoğan; mektubuma vatandaşlığım gereği iki kere seçilmiş Başbakan'a hürmetlerimle başlarım.
Ben, bir Azerbaycan Türküyüm. Kurtuluş savaşımız sonrası -ABD ve Ermenistan'ın hâlâ kabûl etmediği- çizilen sınırlar sonrası, kardeşlerinden ayrı düşmüş bir Türk'üm. Vatanım'a, Bayrağım'a, Türkiye Cumhuriyeti Devletim'e, Türklüğüme, Atatürküm'e ve şühedâm'a Türkçe sâdığım.
Kastım saygısızlık etmek, hamâset yaparak bir yerleri tahrîk etmek değil! Öğretmenliğimden ve fırtınalı geçen hayat tecrübelerimden kazandığım, vücût dilinden karakter hakkında fikir sahibi olabilmemden hareketle, samîmiyetimle ve milletim adına size seslenmek istedim.
Sayın Başbakan;
Sizin kullandığınız; "Arapça milel, din, mezhep, makule, sınıf, topluluk" anlamlı "millet" ile benim kullandığım ve ortak dili, kültürü, ortak tarihi, ortak vatanı, ortak ülküleri kapsayan millet arasında elbette büyük bir fark var. Sizin kullandığınız ümmet te benim anladığım milletin bir parçası olduğu için millet deyiminize mektubumda sert muhalefet etmeyeceğim!
Dînî duygu ve söylemleri ön plâna çıkararak millet deyip; Afganistan, Türkistan, Bosna-Hersek, Filistin, Irak ve Dağlık Karabağ'daki müttefik(!)ler destekli soy kırımlara seyirci kalan, Azerbaycan'daki kardeşlerimize Rusya desteği ile vahşîce zûlmeden Ermenilerle "Yol Haritası" çizen, çiz/dir/ilen işbirlikçi yol haritasına sizi de mecbûren ortak eden zihniyetin millet deyimiyle, benim ve milletin millet anlayışımız çok farklıdır!
Sayın Başbakan;
Kurduğunuz günden beri iki başlı olduğu belli olan partinizin özellikle dış politikada millî olmadığı, olamadığı veya millîleşmesine izin verilmediği, ilk Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül'ün uygulamalarından, kapalı kapılar ardında AB ile imzaladığı anlaşmalardan belli olmuştu. Basına yansıyan ve tekzîp edilmeyen bu anlaşmanın imza sahibi Abdullah Gül'ü; Devlet Bahçeli'nin demokrat(!)lık adına verdiği müthiş destekle Köşk'e taşıdığınızda yaşadığınız zorluğu da suratınızdan okumuştum!
Dış Politikada -sanki- Abdullah Gül'le mutabakatınızın olmadığını hissediyorum! Bu konuda yanılmadığımı ve milleti sizin yanıltarak bütün Türk Dünyası'nda yalancı tarifi almayı göze alamayacağınızı duruşunuzdan, irticâlen verdiğiniz tepkilerinizden anlıyorum!
Partide iki başlılığın devâm ettiği, kabinede yapmayı düşündüğünüz, seçim sonrası çok haklı gerekçeleriniz olmasına rağmen Dış İşleri Bakanı da söz konusu olduğu için zorlandığınız da basında seslendiriliyor.
Şu an Azerbaycan Basını'nda sizin için, hiç te hoş olmayan sıfatlar kullanılıyor! Bu da bir Türk vatandaş olarak zoruma gidiyor! Siz; "Karabağ meselesi halledilmeden Ermenistan'la sınır açılması söz konusu değildir." diyorsunuz. Köşk'e bağlılığı ve direktifleri Köşk'ten aldığı yazılan-çizilen Dış İşleri Bakanı, Ermenistan'la Yol Haritası mutabakatının sağlandığını açıklıyor!
Sayın Erdoğan;
Milletin gezişini, duruşunu, kükreyişlerini sevdiği Kabadayı Kasımpaşalı; bu târifleri hak etmediğinizi, bu tariflerden rahatsız olduğunuzu, partinizin yönetiminin -demokratik olmasa da- sizde olduğunu şimdi göstermezseniz; hem bu gün, hem de tarihte çok kötü yâd edileceksiniz!
Tarih kâtiplerinin görevlerini yaptıklarını, bizlerin de tarih kâtiplerine döküman sağladığımızı, Kasımpaşalı-Kabadayı yüreğinize hatırlatmak istedim.
Türk olmayabilirsiniz! Allah'ın sizi Türk yaratmayışının hikmetini suâl edemeyiz inancımız gereği. Türk olmadığınız için Türk Milliyetçiliği de yapmayabilirsiniz ama çok yürekten ifâde ettiğiniz -ümmet anlamlı- millet kavramına sadakat ta Ermenistan'la sınırların açılmasına manidir diye düşünüyorum. Bu konuda sizin Türk Milleti gibi düşündüğünüzden emin olmak istiyorum.
Sayın Başbakan;
mektubumu şiiri sevdiğinizi bildiğim için bir dörtlükle seslenerek millet adına sizden millet gibi bir duruş beklenildiğini hatırlatarak bitiriyorum. Karar sizin, yargılayacak olan millî vicdan ve tarihtir vesselâm.
"Ben ninemden muhabbet, dedemden kin almışım
Çini bir kâse kadar başkadır içim dışım,
Elini öpmek için yalvarsa da bakışım
Isır diye tepinir gözlerimin bebeği."(F.N.Çamlıbel-Verâset'ten)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

AKIN, TÛRAN'DA BİTER...

Türk Milliyetçileri;
Yüzlerce yıl, Türk tarihini Selçuklularla başlatan eksik bilgilenmeler ve bilgilendirmeler yüzünden millet olarak çok zaman kaybettik maalesef. 1889 yılında Rus arkeologlar tarafından bulunan Orkun Yazıtları'yla tarih bilgilerinde ciddi değişiklikler oldu. Nihâyet Göktürkler'in yıkılmasından 1178 sene sonra Türk adıyla yeni bir devlet kuruldu ve devletin kurucusu da Ata-Türk adını aldı.
Orkun Yazıtları'nda görüyoruz ki Türk Kağanları'nın ilk işleri; yoksulluğu bitirmek, açları doyurmak, çıplakları giydirmek sonra da barışı sağlamak için uzanabildikleri her yerdeki halkları toplayıp milletleştirmek, bunu yapabilmek için de başlıya baş eğdirmek, dizliye diz çöktürmek olmuştur. Türk Kağanları'nın önce milleti ve yoksulları düşündüğü devirlerde Avrupa'nın derebeylerinin şahsî servet edinmekten ve servet edinebilmek için yoksulları öldürmekten, hayvanlara yem etmekten başka bir düşüncelerinin olmadığını da Avrupa tarihçilerinden öğreniriz!...
Göktürkler'den 1178 sene sonra Yeniden Türk Milliyetçiliğini hayata geçiren Muhteşem Türk Atatürk'ün ilham kaynağını da Orkun Yazıtları'nın oluşturduğunu biliyoruz. 1938'de Türk Milleti, dâhi önderini kaybedince, zamanın şartlarına Batı gözüyle bakan İsmet Paşa ve sonraki millîlikten rahatsız olan hükümetler, Atatürk'ün Yeniden Türk Milliyetçiliği Mefkûresinin içini maalesef boşalttılar! Bu, İsmet Paşa ve arkadaşlarına düşmanlık beslememizi belki gerektirmez ama yaptıklarını da millî tecrübe adına, görmezden gelemeyiz.
Daha sonra Başbuğ Alparslan Türkeş; bir daha Yeniden Türk Milliyetçiliği'ni siyâset sahnesine taşıyıp gençliği, Türk Birliği Ülküsü (Tûran) etrafında toplayarak müthîş bir millî heyecan oluşturdu. İki kutuplu dünyanın soğuk savaş dönemlerinde; Amerika'nın desteklediği Komünizmle Mücadele Dernekleri'ni; Alparslan Türkeş'in Ülkücü gençliği ile ilintilemek bilgisizlik değilse kesinlikle iftirâdır! Amerika'dan alınan maddi desteklerle bir araya gelen paralı lejyonerler, ücretle Komünizme karşı direniyor görünenler, zenginleştikten sonra piyasadan çekilince her türlü emperyalizmle ve komünizmle mücâdele, Türk Milliyetçilerine kaldı. Her türlü emperyalizm ve komünizm karşısında aşılmaz bir engel olmayı başaran Ülkücü Hareket, 12 Eylül Kıyameti ile bir süre durdurulur gibi oldu.
Yıllar süren cezaevleri, işkenceler ve îdamlarla dolu zor bir süreç sonunda yeniden partisinin başına geçen Alparslan Türkeş'i bu sefer de, -cezaevinde olduğu yıllarda- başka yerlere, başka partilere giderek ikbâli ve parayı tanıyan kişilerin, insafsız tenkîtleri bekliyordu! Başsızlıktan, teşkilâtsızlıktan kaynaklanan ve "Türkeş'siz MHP Kumpası"nın oluşturduğu dağınıklık yok edilip yeniden heyecan sağlanmışken Alparslan Türkeş'i kaybetti bu sefer de Türk Milleti...
Tarih maalesef bir daha tekerrür etti ve Alparslan Türkeş'in, Bumin Kağan ve Atatürk'le ülküdaşlığı ve Yeniden Türk Milliyetçiliği, bu sefer de ABD ve AB taraftarı kişilerce içi boşaltılarak sekteye uğratıldı. 12 Eylül Kıyameti'nin bilmeden sağladığı samîmi Türk Milliyetçileri ve samîmi Devrimci solcuların tanışması, kardeş düşmanlığının bitmesi, dış güçleri bilhassa ABD ve AB'yi telaşlandırdı! Misyonerliklerle, Soros ve benzeri Haçlı para sipekülatörlerinin gayretleriyle; bölünmeğe zemîn hazırlayan her türlü etnik ırkçılığın serbestleştirildiği Türkiye'de, birliği ve bütünlüğü savunan Türk Milliyetçiliği -maalesef- tehlîke olarak tarif edilmeğe başlandı!
Basın ve medyamızın büyük çoğunluğu ya satın alındı, ya da Haçlı kredi destekleriyle yemlenerek işbirlikçi edildi! Basınımız "Dolma Kalemler"le dolduruldu. Milleti bilgilendirmekle mükellef basın işbirlikçiliği; demokrasi, insan hakları, halkların eşitliği ve özgürlüğü diye AB'nin dikte ettirdiği şekilde sunarak millî bütünlüğümüzü hedef alınca, teröristleri savunup Ordumuzu ve kahramanlarımızı hedef alınca Yeniden Türk Milliyetçiliği fikri, bir daha kabardı. Hem de bu sefer; "Sonsuza kadar Yeniden Türk Milliyetçiliği" denilerek...
"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak." değil midir Türk'ün parolası? "Mevzû-i bahs vatansa gerisi teferruattır." diye öğütlü değil midir Türk Milliyetçileri? Türk tarihine, Türk kimliğine, Muhteşem Türk Atatürk'ün kazanım ve emânetlerine, Başbuğ Türkeş'in ideallerine, ABD ve bütün emperyalistlere karşı gösterilen millî dirence sâdık, bir tek Türk'ün varlığı bile bu ülkünün devamı için yetmez mi?
Eğer ölçü, sayısal çoğunluksa, necâsete toplanmış sineklere güç mü yeter? Bir el sallaması ile pisliğe üşüşen o sinek topluluğu dağıtılmaz mı? Muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızdaki asil kanda mevcûdiyetini hissederek ve Türkçe, Atatürkçe, Türkeşçe; "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyenlerin sayısını çoğaltmak ta Türk Milliyetçilerinin millî görevi değil midir?...
Bu görev, her Türk'ün aklı kesince başlar. Ne zaman mı biter? Bizim ki biz ölünce! Bizden sonrakilerin ki ise; Bumin Kağan'ın, Atatürk'ün, Alparslan Türkeş'in ülküleri olan Büyük Türk Birliği'ni yâni Turan'ı gerçekleştirdiklerinde...
"UDAÇI ERTİ TÜRK BUDUN... ÖKÜN!..."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Nisan 22, 2009

ZORLA KABARTILAN MİLLÎ ÖFKE!...

Ürümesini bilmeyen it, yürümesine kurt çağırıyor gene!
Demokrasiyi araç kullanan demokrat maskeli âcizler yüzünden, kucağımızda oturttuklarımız sakallarımızı yolmaya, canımızı acıtmaya başladılar! Gözlerinin içine baka baka Gazi Meclis'te tehdît edildiklerinin farkında olmayan âcizler yüzünden millet, öfkesini kontrol için "Ya sabır!" çekiyor!...
Millet söylenmiyor, söylüyor, hatta nâra atıyor duymuyor musunuz?
PKK'nın Gazi Meclis'i murdarlayan aynasız Ayna'sı; DTP'ye yönelik göz altı ve tutuklamaları protesto etmek ve PKK'nın "1 Haziran'a kadar çatışmasızlık kararı"na karşı, Askerî Operasyonların durdurulması için 17 Mayıs'ta, Türkiye'nin her yerinden Ankara'ya yürüyeceklerini söylüyor!...
Höööössst! Geriii, geriiiii!...
Gâzi Meclis'imizi murdarlamanızı demokrat(!)lıkları yüzünden göremeyenleri, yanılarak Meclis'e gönderen ve vekîl sıfatı veren Millet, teyâkkuzda!... "Bir millet, iki dövlet" tarifli kardeşlerimizi incitenlerin, Okyanus ötesinden aldıkları/alacakları talimatlarla meşgûliyetleri yüzünden yaptığınız edepsizlikleri görememelerine aldanmayın! Akıllı olun!
Seçim sistemimizi komediye dönüştürerek teröristlikten tutuklu hâinlerin, İmralı hükümlüsünün onayı ile, PKK tehdîtleriyle seçilip Gazi Meclis'te grup kurmalarını seyreden demokrat maskeli âcizler yüzünden; demokrasi de, Cumhuriyet te, Sistem de, savunmamız da, Güvenlik Güçlerimiz de, millî refleksimiz de, yapay-yanlış yasalar yüzünden çaresiz! Türk Milleti ise tahmîn edemeyeceğiniz kadar öfkeli!
Türkiye'yi yönete/meye/nler, Beğler;
Son şeyh-ül islâmı, son Dâmat Ferit'i, son Ali Kemâl'i ve son işbirlikçilerini yıllarca doldurup sonra Türk'ün müthîş öfkesi karşısında yalnız bırakan müttefik zannettiklerinizin, sizi de terk ederek geldikleri yere kaçacakları günlerin yaklaştığının farkında değil misiniz?
Türk Milleti'nin müthîş öfkesinin "kükremiş sel gibi" olduğunu, unuttunuz mu?
"Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar"ı, domuz benzeri tek dişinden yakalayarak geldikleri pisliklere fırlatan millî öfkeyi, unuttunuz mu?
İşbirlikçilerin, kahpelerin, hâinlerin en son örneği Apo çukurunun, gözlerindeki bant açılır açılmaz nasıl Türk'leştiğini, unuttunuz mu?
Kendileri bağırtarak her gün suçlu îdam ederken, bizim yasalarımızdan îdam cezasını kaldırtan ve kaldıranlara karşı, gün geçtikçe artmakta olan Millî Öfke'yi görmüyor musunuz?
Kör müsünüz?
Sizi yok sayan, sizi tehdît ukalâlığını gösteren ama Millî Öfke'nin farkında olduklarını Türk Milliyetçiliğine ürüyerek belli eden hainlere bakarak siz niye bu Millî Öfkeden iki kere korkmazsınız?
İmralı'dan avukatları vasıtasıyla tâlimatlar göndererek sizleri tehdît eden çukurun vekillerinin, millî bir tavır olan "Sîne-i Millete dönmek" tavrını sulandırmaya çalışmalarına nasıl müdahîl olmazsınız? Bu kadar mı millete yabancısınız? Bu kadar mı; "gaflet, dalâlet" içindesiniz? Sesine kulak vermediğiniz millete, kulaklarınızı kaptırmak üzere olduğunuzun farkında değil misiniz? Kör müsünüz? Sağır mısınız? Yoksa hâinler ve Millî Öfke arasında korkudan aklınız mı kaçtı, meczûp musunuz?
Ya köpeklerine sahip olmayan komşuların kulağını çekin, ya komşunun bu kuduz köpeklerini bir tane kalmamacasına itlâf edin, ya da işi millete havâle edip kenardan seyredin! Yoksa millet, kendi işini kendisi ele alırsa bu Millî Öfke'den sizler de nasiplenirsiniz!
"Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olur." bilmez misiniz?...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 21, 2009

İŞ, YANLIŞ HESÂBA KALDI!...

MHP ve Sn. Koray Aydın'la ilgili bir kaç kelâm etmeliyim. Zannederim buna çok hakkım var!
1967'den beri Hareketin içinde ve ömrünü MHP Propogandisti olarak geçirmiş bir Türk Milliyetçisi olarak; "Örülü duvardan tuğla istenmezmiş! Tuğla benim. Bizim olmayan duvarın sahibinden bana ne?" diyerek 2005'in son gününde mevcût, işgâlci yönetim ile bütün bağlarımı kesmiştim. Hayatımızı tek tip yaşadığımız için gittiğimiz her yerde sohbet konusu, mutlaka MHP oluyor hâlâ! Buna da itiraz ediyorum! Ne MHP, ne de işgâlci yönetimi hakkında konuşmuyorum çünkü ilgilenmediğim bir parti hakkında konuşmak hem mesai kaybı, hem de istemeden mevcût yönetimin propogandası oluyor!
Teşkilât içinde Başbuğum'dan sonraki üç kongrede D. Bahçeli'den yana olmamıştım ama her kongreden sonra; "Ülkücü irâde tecellî etmiştir." diye yazarak seçilen yönetime biatımı açıklamıştım.
Başbuğ Türkeş ve Ülkü Ocakları tedrîsli Sn. Koray Aydın'ın dününe şâhit, yarınına kefâlet verebilecek yaşta ve donanımda bir ülkücüyüm. Buradan hareketle fısıltıyla Koray Aydın'ın Genel Başkanlığa aday olacağını duyduğumda heyecanlanmıştım. Gazetemizin verdiği bir iftar yemeğinde bizzat sorarak aldığım; "Henüz kongre sürecinde değiliz ve şimdiden bir şey söylemek erken." cevabıyla da aday olmayacağı kanaatine varıp susmuştum.
Mevcût Genel Başkan'la, 2005 yılının son gününde, yüz yüze yaptığımız bir görüşmeden sonra, "Teşkilâtlarımız artık bizim değil!" isyânımla terk ettim! "Ne mozaiği ulaaan! Gerekirse kan dökeriz." diye kükreyen Türk sese mukâbil; "Çiçek bahçesi, renk tamamlama ve farklılıkların farkındalık" politikasını, kabûlüm mümkün değildi.
Ayrıca; insan ömründe kuşak denilen bölümün 40 yılla tarif edildiğini bilmemize rağmen 45 yaşındaki bir siyasi parti mevcutları içinde 6-7 farklı kuşağın varlığını ve bundan rahatsızlığımı Bahçeli'ye arz etmiş, bunun bitirilmesinin gereğini hatırlatmıştım. Bu yapay kuşaklar arasında köprülük sağlamakla görevli, teşkilat içi bir birimin kurulması, başına her kuşağın tanıdığı bir ismin getirilmesi ve bu kişinin de sadece Genel Başkan'a karşı sorumlu olması düşüncemi arz etmiş ve ilgilerini çekmiştim. Konuyla fazlasıyla ilgilenip önerebileceğim bir kişinin olup olmadığı sorusuna cevâben söylediğim isim üzerine; "Siz ne yapıyorsunuz? Neyin peşindesiniz?" şeklindeki öfkeli soruyla, mantığım durmuştu! Bahse konu "Ağabeyim" hâlâ, Bahçeli'ye rağmen orada!...
O gün, teşkilâtlarımızın işgâl edilmiş olduğunu ve kurtarmaya gücümün yetmeyeceğini görmüştüm! Teşkilatsız kalan kendimi; "Elinden en sevdiği oyuncağı alınan yaramaz çocuk" diye tarif etmiş; "Alparslan Türkeşli MHP'ye ömrümü hîbe etmiştim helâl olsun, helâl olsun, helâl olsun. Devlet Bahçeli'li MHP'ye ise, ne yapmışsam bu dünyada da, ahrette de harâm olsun!" diye âh ve feryâd etmiştim!
Teşkilât içinde son meşrû mücâdelemi de Sn. Ümit Özdağ'la birlikte vermiştim. Yeri gelmişken PKK'lılara ve bölücülere karşı oda hapsi verilen genç ülkücülerin, Ümit Özdağ ve bizim üzerimize saldırtılmalarında Sn. Özdağ'ın vakûr ve cesûr davranışlarının hakkını da bilvesîle teslîm etmem gerek. Meselâ; Malatya'da en az bin kişilik ömürleri sıcak ve sert kavgalar içinde geçmiş kişilere saldırttırılan dört delikanlının, linç edilmesini engelleyen Ümit Özdağ'a hem ülkücü hareket hem de o dört delikanlının aileleri, ömür boyu teşekkür borçludurlar!
Sn. Koray Aydın'a, birini tenkîd edebilmek için tenkîd edilenle mutlaka boy ölçüşmek veya kantara çıkarak sıkletleri karşılaştırmak gerekir derim! Hâlâ görevde olan genel başkan yardımcılarından kimlerle, hem de genel merkez odalarında Bahçeli aleyhinde neler konuştuklarımız, aklımda. Elbette onların da akıllarındadır. Vicdâni nâmusumuza emânet o anların gereğinin, ne zaman yapılacağını da heyecanla, hevesle, sessizce bekleyenlerdenim!... Keser döndü, sap döndü! İş, yanlış hesâbın dönmesine kaldı!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 20, 2009

ERGENEKON'DAN ÇIKIŞ!...

"YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı telefonla aradı." Haberini duyunca aklıma; "Derviş, dervişin arkasına sırayla geçer." Sözü geldi!
Zamanın sür'atli, acımasız ve programlandığı şekilde geçtiğini zor da olsa öğrendik. Zamanın sadece sevgiye yetmediğini de öğrendik! Her vuslatta veya her ayrılıkta zamanın sevgiye nasıl cimri davrandığını veya sevgiye ne kadar az zaman ayırdığımızı fark ettim!
Utandım! Zamandan utandım! Adını ömür koyup alıp vereceğimiz her soluğu programlayarak zamanımızı verenden, kulluğumdan utandım! İthâl beşerî sistemlerin kontrolünde zamanımızı isrâf edişimizden utandım!
Öfkeye, kîne, intikama şeytanın organizesiyle fazlasıyla yetirdiğimiz zamanımızın; sevgimize sıra geldiğinde nasıl kısıtlandığını, nasıl sakındığımızı hatırlayınca aklımdan, vicdânımdan, îmanımdan utandım!
"Îmanlı" sıfatlı(!) merhâmetsizlerin, onar yıllık aralıklarla nasıl insafsızca hesaplaştıklarını hatırlayınca zamandan da, programlayıcısından da, takvâ'nın kul ile Allah arasında olduğu öğretisine rağmen "îmanlı" sıfatından da, îmanlı sıfatlılardan da utandım!
Öncelikle YÖK Başkanı'nın bu geçmiş olsun aramasını, kendimi çok zorlamama rağmen samîmi bulmadığımı söyleyerek ben de zamanımı kötü kullanmak hakkımı kullanacağım!
"Derviş, dervişin arkasına ..." darb-ı meselini defalarca yaşadık. Bir daha yaşayacağız! Adına demokrasi denilen, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde hesaplaşma gününe ulaşmak için vâsıta olarak kullanılan bir sistem sâyesinde, onar yıllık aralıklarla hesaplaşmalar izleyerek yaşadık! On yıl öncenin kahramanlarının hainlikle ithâm edilerek yargılanmalarını, on yıl öncenin hâinlerinin iade-i itibar edilerek kahramanlaştırıldıklarını izledik defalarca!
Hamâsi, duygusal ve öfkeli düşüncelerimin içinde; bir öğretmen olarak, öğretmen olan Yusuf Ziya Özcan Hoca'ya seslenmek isterim:
Hoca, Hoca! Derviş, dervişin arkasına sırayla geçiyor! Şu anda kendisini hâkim ve hükümrân gören kadronun on yılını ikmâline, fazla bir zaman kalmadı! Demokrasi sâyesinde intikam almak için ve yine sandıktan gelecek olan size göre îmansız, kendilerine göre ise en inançlı kadroların, sizi göreve getirenlerden ve tabi sizden hesap soracağı zaman, çok yakın! Sevgiye, dostluğa, muhabbete yetmeyen zamanın bu hesaplaşmaya nasıl yettiğini, hep beraber bir daha yaşayacağız!...
Hoca, Hoca! Elimizdeki bize teslîm edilmiş genç kuşaklara zamanı doğru kullanmayı öğretmektense geçmişte öfkelendiklerimizden intikam almakla ziyan ettiğimiz zamanın, başkalarına da fırsat vereceğini hiç mi hatırlamazsınız? Hoca; "Derviş dervişin arkasına sırayla..." tesbîtinin hiç sekmeden işlediğini fark etmeyecek misiniz?
Keserin döndüğünün, sapın döndüğünün ve sıranın hesabın görülmesine geldiğinin farkına, öğretmen olarak en önce bizim varmamız gerekmez mi?
Zamanın sür'atli ve acımasız olduğunu, sırasını savanın mutlaka arkaya geçmesi gerektiğini ve sadece geçmiş olsun telefonunuzun yetmeyeceğini; daha fark edilir, daha münevver bir tavır sergilemeniz gerektiğini hatırlatsam, düne bakarak bu günden ders almak gerektiğini hatırlatsam, zamana karşı öğretmenleşebilir miyim?
Türk'e de Türkçe kullanacağı zaman gelecek elbette! Ümrâniye diye başlatılıp sonradan Ergenekon'laştırılan uygulamayla, yeniden bir "Ergenekon'dan Çıkış" zamanının, farkında değil misiniz? Korkmayın ama! Zamanı geldiğinde biz sizi, Türkçe sevgiyle yargılayıp öğretmence sevgimizle, bağışlayarak döveceğiz!...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Nisan 19, 2009

BUYURUN DİPLOMASİYE!...

".... Mahmud Memmedguliyev, Babacan’a yaklaşarak kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı. ... Ali Babacan, kendisine sert bir şekilde hitap ederek dışarı çıkması için kapıyı gösterdi. Beklemediği karşılık üzerine şaşkın duruma düşen ve morali bozulan Azerbaycanlı bakan yardımcısı sinirli bir şekilde oradan ayrılarak çıkış kapısı yerine tuvalet kapısından içeri girdi."
Azerbaycan Yeni Musavvat Gazetesi'nin duyurduğu haber!...
Arzuhalimizi Kars'a yazmak için gittiğimizde; Azerbaycan Başkonsolosu Hasan Sultanoğlu Zeynalov'la yaptığımız görüşmede; "Gardaşın gardaşa yapacağı yanlışın adı, tek kelimeyle ihânet olur! Kardeşlerimiz; emin olun ki sizin nereniz ağrıyorsa, bizim de oramız ağrıyor." benzeri bir şeyler söylemiştim ki bir Türk olarak bütün samîmiyetimle ifâde etmiştim duygularımı!
Gençliğimiz, Azerbaycan Türkleri'nin bize yazdığı ve seslendirdiği "Selâm Türk'ün bayrağına" ezgileriyle dopdolu. O yıllarda Sovyet işgâli ve zûlmü altında kimlikleri, inançları baskı altında olan Azerbaycanlı Kardeşlerimizin hürriyet mücâdelelerine destek verebilmek için, marşlaştırdığımız bu türküye biz de ilâveler yapmıştık:
Aşacağız taşacağız
Türk'ü Türk'e katacağız
Türk'ün şanlı Bayrağını
Moskovaya asacağız!.. Demiştik onlarca yıl... Önce Muhteşem Türk Atatürk'ün, sonra Başbuğ Alparslan Türkeş'in öngördükleri gibi Sovyetler dağıldı. Sovyet işgâli altındaki kardeşlerimiz bağımsızlıklarına kavuştuşlar. Azerbaycan'ın ilk Cumhurbaşkanı rahmetli Elçibey'le başlayan Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Heydar Eliyev zamanında; "Bir millet, iki dövlet" tarifini aldı.
Sonra demokrasi adındaki iç korkaklık maskesini ve diplomasi adındaki dış politika acziyeti maskesini takan siyâsilerimiz sâyesinde, bize hasret ve onlarca yıl bizim hasret çektiğimiz kardeşlerimizi incitmek için ne lâzımsa yaptık!
Diplomatlaşarak öyle korkaklıklar sergiledik ki Azerbaycanlı Kardeşlerimiz'i, esâretlerinden çıktıkları Sovyetlerin devamı olan Rusya'nın kucağına ittik bir daha! Böylesine kimliksiz-kişiliksiz ve adı demokrasi koyulan iç politikaya da; böylesine korkak-ürkek-kimliksiz-kişiliksiz ve adı diplomasi koyulan dış politikaya da en kibar söylemle; "Yuh!"...
Azerbaycan'lı şair Azaplı Mikail'in;
"Azaplı; o zâlim, zûlme 'nûr' deyir
Deryâlar üsdünde saray gur deyir!
Bir özge ses mene 'Durma vur!' deyir,
Sen deme, döğdüğüm öz başımıymış!" şikâyeti, bu günleremiymiş? Gene Goca Gartal Azaplı'nın; "Sazımın sesinde, şiirimin sözünde hep sizlerle beraberim. Türk Gardaşlarıma hoşbahtlık ve mutluluğ diliyirem." diye gönderdiği selâma mukabelemiz, Rus'un karşısında Azerbaycan Dışişleri Bakan Yardımcısı'nı kovmak şeklinde mi olmalıydı? Yapılanın adı da; "Diplomasi"ymiş! Böyle diplomasiye de en kibar söylemle "Yuh!"...
"Bir âfet, düz yoldan gaytarır meni
Ele bil dünyamdan goparır meni
Gördüm bir taşkın sel aparır meni
Sen deme, özümün göz yaşımıymış!"
Beyler! İçerde demokrasi, dışarda diplomasi adı verilen ithâl kavramlara sığınarak ta olsa kardeşin kardeşe ihânetinin mazereti ve savunması olmaz! "Bir millet, iki devlet" tarifli kardeşlerin arasını açmaya Ermenistan'la sınır açarak; ne AB'nin, ne ABD'nin, ne Rus'un, ne sizin, ne de hiç kimsenin gücünüz yetmez!
"Aşacağız, taşacağız/Selâm Türk'ün Bayrağı'na"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Nisan 17, 2009

BİR DAHA İHBÂR EDİYORUM...

YARSAV Başkanı Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU hakkında, meslekten ihrâç istemiyle soruşturma başlatılmışmış! Ümraniye Bombaları Soruşturmasında hukuka aykırı uygulamalar yapıldığı gerekçesiyle, Türkiye'nin en ehîl hukuk adamlarının ve YARSAV Başkanı'nın yaptığı müracaatları görmezden, duymazdan gelen Adâlet Bakanı, hukukun nasıl siyasallaştığını gösterircesine bu soruşturmaya izin vermişmiş!
Bir hukuk adamı değilim ama hukuktan başka hiç bir gücü muhatap almayan, hukuktan başka hiç bir güce boyun eğmeme kararlılığında bir Türk vatandaşıyım. Bireylikten toplumculuğa, kişisel zenginlikten sosyal paylaşımcılığa, şahsî çıkar düşünen ferdî kurnazlıktan toplumu düşünen millî akıllılığa dolayısıyla hayvanlıktan insanlığa terfî ettirilen bir yaratılanım.
Hukuku tanıyan, kavram temeli "Hakk" olan hukuku layıkîyle temsîl eden; "F Tipi" örgütlenmenin devletin her kurumuna sirâyet ettiği günümüzde Hukuk Adamı tavrı ve müktesebâtı ile bu yapılanmaya kafa tutarak direnen EMİNAĞAOĞLU'na bütün varlığımla destek vermeğe kararlı bir Türk'üm.
Bütün çarpıcılığıyla ben milletim, Türk milletindenim. Milletimin teşkilatlanarak oluşturduğu Cumhuriyet Devletim'denim. Devletimi, cumhuriyetimi tahrip ve işgâle çalışan bütün güçlere karşı "Devlet Yanlısı Çete"denim. Muhteşem Türk Atatürk'ün, işgâl güçlerine ve işbirlikçi yönetime karşı kurduğu çetedenim.
Beni de göz altına almadıkları her gün; sesimi yeterince duyuramadığım için başta kendime, sesimin duyulmasına yardımcı olmayan bütün basına ve medyaya öfkeliyim! Kendimi defalarca ihbâr ettim. Ya duyulmadım, ya da kaale alınmayarak incitildim! Bir daha ihbâr ediyorum!
Bu defa ihbârımı; yandaş medyaya, yandaş basına, Dolma Kalemler'e yapıyorum!
Beyler; ben, ısrarla 'Devlet Yanlısı Çete'denim.
Atatürk'üm'ün ve bütün şehitlerimin üzerlerini ana muhabbetiyle kundaklayarak örten Vatan Toprağı'nın her zerresini F. Gülen'den de, A. Gül'den de, R.T.Erdoğan'dan da, Allah ile aldatan kandırıcılardan da bin kere fazla seviyorum.
Devletin bütün kılcal damarlarına nüfûz edinceye kadar, saklanıp yeterince güçlendikten sonra Atatürk'ten, Cumhuriyet'ten, Laiklik'ten, Anayasa'dan, Yargıtay'dan, hukuktan intikama soyunan "F Tipi" ümmetçilere karşı, en uç isim kimse, ondan yanayım.
Hayatım boyunca siyâsi fikirlerine katılmadığım, Türkiye'nin bu günlere ge/tiri/lmesine zemîn hazırladıklarına inandığım ama ölümcül hastalığın pençesinde can çekişirken; "Biraz daha yaşamam gerek!" diyerek Azrail'e teslîm olmayıp direnen Türkân Saylan'ın -bütün inanç değerlerime ters olmasına rağmen- dirençli, kahraman tavrının yanındayım.
Ahd el vefâyı -örnek teşkil edecek bir tarzda- bir daha gösteren; hava alanına kadar takip edip dostunu uğurlayan Süleyman Demirel'in vefâsının yanındayım.
Atatürk'ün kazanımlarına inanmış, "Devlet Yanlısı Çete"denim. Göz altına alınmadığım her gün, yaşadığım ve teslîmiyetçilik kokan hürriyetimden utanıyorum!
Fetullah Gülen, yandaş medya, fetullahçılar, nurcular, Dolma Kalemler duyun beni! İhbâr edin, yandaşınız hukukçulara tutuklanmamı tavsiye edin! Tutuklatın beni!...
Söz veriyorum ağlayıp sızlamayacağım! Yanlış olduğuna inandığım ve külliyen reddettiğim siyâsi fikirlerine rağmen, hasta haliyle Atatürk ve kazanımlarını, kendisini değil başkalarını savunan Türkân Saylan gibi direneceğim, söz!...
Ölümcül bir hastadan korkup evini basarak korkaklığını belli eden "F Tipi" örgütlenmeden korkmadığımı haykırarak böyle bir hukuk anlayışından utanmaktan, tutuklanarak kurtulmak istiyorum!...
Ben, DEVLET YANLISI ÇETE'denim!... Kendimi bir daha ihbâr ediyorum!
"MEVZÛ-İ BAHS VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KARS'A YAZDI / KARS AYAZDI...

'Kars ayaz
Gece uzun Kars ayaz.
Kâtip kurbanın olam
Arzuhalim Kars'a yaz.' (Anonim)
Yiğit duygusal olur veya duygusallar yiğit olur tarifinin net timsâlidir Kars insanı... Ümmîsinden okumuşuna, rençberinden bürokratına, açından tokuna, kadınından erkeğine, çocuğundan yetişkinine; müslümanından hristiyanına, sünnisinden alevisine, yerlisinden muhacirine, Türk'ünden Kürt'üne, velhâsıl-ı kelâm etnik ve inanç farklılıklarının bütünleşmiş her kesimine kadar dikkat edildiğinde Kars insanının duygusallığı fark edilir.
Yine dikkat edildiğinde duygusal Kars insanının yiğitliği, doğal/fıtratî özelliği olarak fark edilir. Ne zaman, kimler tarafından sadece ayrımcılık kastıyla hafızalara yerleştirilmiş Kafkasya Türkleri arasındaki Azeri-Terekeme yapay farklılığının bile kültürel zenginliğe katkısı, fark edilir.
Türk Milleti adına arzuhalimizi yazmak için Kars'taydık. İç politikada acziyetin maskesi demokrasiyi ve dış politikadaki acziyet ve korkaklığın maskesi diplomasiyi millete şikâyet etmek ve "diplomat demokrat" geçinen emperyalist Haçlı'ya baş kaldırmak için Kars'taydık...
"Can sağ iken yurt vermeyiz düşmana" diye tarihe şerh düşmüş Şenlik Baba ağzıyla bir daha nâra atmak için Kars'taydık...
"Gardaşı,
Garlı dağdan gar daşı
Hasta gönlü narı ister
Gardaş könlü gardaşı." kültürel gerçeğini yaşadığımızı, yaşattığımızı; gardaşımızdan, gardaşımızın saçının bir telinden vaz geçmeyeceğimizi haykırmak için Kars'taydık...
Kafilemizin en delikanlısı, 85 yaşındaydı. Aksakallarımız; Sami Yavrucuk, Sadi Somuncuoğlu, Muhittin Nalbantoğlu ve duyarlı Türk yüreğimizin mihmandarlığında Kars'taydık...
Gardaşlarımızın Türkiye'deki temsilcisi Başkonsolos Hasan SULTANOĞLU ile elele, gönül gönüle, kucak kucağa Kars'taydık...
Azerbaycanlı Gardaşlarımız'ın can ağrılarını paylaşmak, can ağrılarımızın aynı şiddette ve aynı uzuvlarımızda olduğunu söylemek için, "gardaş könlünün gardaşı" arzuladığını söylemek, özlediklerini görmek için Kars'taydık...
Aksakallarımızdan, Türk Milliyetçiliği hareketinin siyâset sahnesindeki ehîl temsilcilerinden Sâdi Somuncuoğlu'nun şahsî kederini, kafilenin morali bozulmasın diye yüreğine hapsederek bir daha büyüdüğü bir duygu seliyle Kars'taydık.
Bilvesîle tanımakla, tanışmakla müftehîr olduğum çok az sayıdaki ağabeylerimden birisi olarak kalan Sâdi Ağabeyim'in; seyahat esnasında haberini aldığı, kafile ve moraller bozulmasın diye seyahat sonuna kadar sakladığı, dönüşte kafile temsilcisi Ahmet Yabuloğlu'na Ankara'da sessizce bildirerek cenazesinin başına koştuğu Ağabeyisine Allah'tan rahmet; Sadi Ağabeyim'e acısını -milletperverlik adına- saklayarak gösterdiği metâneti karşısında hürmetle baş eğerek, fedakâr yüreğini alkışlayarak baş sağlığı ve sağlıklı ömürler diliyorum.
'Kars ayazdı,
Hava karlı, Kars ayazdı
Milliyetçi Türk neferler
Arzuhâli Kars'a yazdı...'
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 14, 2009

KESER DÖNDÜ, SAP DÖNDÜ...

"Söz gümüşse, sükût altındır." öğretisini, töre içinde uygulamanın farkının, fark edilmesi zamanı. Konuşacak sözü, düşünceleri olmadığı için ya yazılanları oku/yama/makla, ya da "Gâzi Meclis'in renkleri" bölücülerin siyâsal uzantılarıyla muhabbetle tokalaşıp koklaşırken, teşkilât içindeki heyecanlı yüreklere yerli-yersiz bağırmalarıyla malûm kişinin susmasıyla, bilerek gerçekten susanın farkının, fark edilmesi zamanı...
AKP'nin yönettiği Türkiye'ye Obama geldi! Aklımızı ve ipotekli vicdanlarımızı Barak saçına döndürerek çekip gitti. Oysa dolaşık olmasın diye de kısacık kesikti saçları!
Sözde soykırım hakkındaki düşüncelerinin değişmediğini söyledi; "Suskun Adam"ın renklerini tamamladığı Gâzi Meclis'teki suskunlar alkışladılar!
İç ve dış politikamızı yönlendiren talimatları verdi, alkışladılar! Alkışlar arasında; "Güçlü azınlık hakları, tüm vatandaşların eksiksiz katkısından fayda görür. Bunu, kısa süre öncesine kadar benim gibi görünen insanlara oy hakkı vermeyen bir ülkenin Başkanı olarak söylüyorum." diye, önümüzdeki günlerde uygulanacak bölücü stratejiyi açıkladı, alkışladılar!
Gündem değiştirmeyi, gündemin üstünü örtmeyi Okyanus Ötesi'nden öğrenmiş siyâsilerimiz taktiklerini uygulamaya koydular Barak Hüseyin gider gitmez!
AKP; Ermenistan Sınırı'nın açılmasının, aşsızlığın-işsizliğin, kendilerini teyet geçen Küresel Krizin, millet açlıkla boğuşurken milyon milyon dolarlara mal edilen yeni Makam Uçağı'nın, "Benim Valim" tarifli valilerin dördüncü dört çekerli makam araçlarının, seçimler bittiği için peşpeşe gelecek olan tasarruf ve zam uygulamalarının kamu oyunda yaratacağı infiâli bilerek bir Ümraniye Dalgası'nın daha önünü açtı! Aç vatandaşlar, başka sıkıntıları olmadığı için göz altına alınanları düşünecekler ya!
MHP; kırk beş yıllık partisini, yedi yaşındaki bir partiye alternatif diye tarif ederek girdiği, ip atmadan ip atlayamadığı bir seçimden, muhalefette olmasına rağmen küçülmeden çıkmayı başarı diye ilan edip, gündem örtüsü Ümrâniye Bombaları dalgasının arkasına sığındı! AKP'nin işleriyle ilgilenemeyen, belediye seçimlerini kaybettiği yerleri cezalandırmakla meşgul AKP'nin yaptıklarını düşünemeyen aç-açık milletin; Suskun Adam'ın genel başkanlığından, parti tüzüğüne Başbuğ'un koyduğu 43. maddeden başka endişesi ve işi yok ya!
Seçimlerde; ülkücülükleri bilinen belediye başkan adaylarına, belediye meclis üyelerine desteği namus borcu sayan ama il genel meclisi oylarını MHP'ye verdirmemek için gayret sarf eden Ülkü Devleri yerine Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ'a, Ümraniye Dalgalarıyla saldırmayı tercîh eden Suskun Adam'a karşı, bozulan suskunluğun farkını fark etmek zamanı.
Prof.Dr.Ümit ÖZDAĞ'ın; "Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanlığı’na adaylığımın, illegal bir örgütün, sözde camia dışından bir şahıs marifeti ile partiyi ele geçirme operasyonu olarak takdime kalkışılması ; yalnız şahsıma değil, 45 yıllık siyasi gelenek ve geçmişe sahip bir partiye, onun delegelerine ve dolayısıyla ülkücü irâdeye de hakaret anlamı taşır. Bu camiaya, dışarıdan genel başkan tayin etmeye, hiçbir odak, güç ya da örgüt muktedir değildir." diyerek bozduğu suskunluğun farkını, fark etmek zamanı...
Yeniden Türk Milliyetçileri; kuruluş plânının bile Oval Ofis'te yapıldığı yazılan çizilen AKP ile, muhalefet yapıyormuş görüntüsüyle gündem örtülmesine ortak olan gayrı millîlere karşı müteyakkız olmak ta sizin göreviniz.
Abdulhak Hamîd'in;"Türk milleti söylemez, söylenir." tesbîtinden hareketle milletin söylendiklerini, haykırarak söylemek te sizin işiniz. Siz susarsanız, Türk Milleti sessiz zannedilir. Siz susarsanız, Türk Milliyetçiliği sustu/ruldu zannedilir!...
Şeriatın yani adâletin kestiği parmak acımaz ve yanlış hesap mutlaka Bağdat'tan döner... Keser döndü, sap döndü. Sâdece hesâbın dönmesine kaldı iş. Hadi kolay gelsin...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 13, 2009

NEREDESİNİZ?...

Dalga; dalga dalga, dalgalanıyor...
Bu; bir korkutma, sindirme ve susturma hareketidir.
Bu; AKP'nin kendi derin devletini kurma ve polis devletine doğru gidiştir.
Buna benzer uygulamaları yakın tarihimizde iki kere hatırlıyoruz. Bir, Sovyetler zamanında komünizme karşı olanlar ya hapsediliyor, ya tımarhaneye atılıyordu. Bir de Nazi Almanya'sında Führerci olmayan veya iktidara muhalefet eden her kes ya hapsediliyor, ya da akıl hastanelerine tıkılıyordu.
Şu an biz de de niye tutuklandıklandıklarını kamu oyunun bilmediği, anlayamadığı yetişmiş kalifiye tarifli ama bu günlerin hazırlayıcıları olduklarını hatırladığımız, kumandalı aydınlar, koca koca paşalar, üstün hizmet madalyalı kahramanlar göz altına alınıyorlar. Çoğu hapishanede, ya da hastanedeler!
Ne oluyoruz? Neler oluyor? İşgalde miyiz? İşgâl günlerinde işgalcilerin ve işbirlikçi hükümetin kimleri göz altına aldığını hatırlıyor muyuz? Nerede vatanperver, milliyetperver münevver varsa, nerede işgal devletlerine ve padişah'a muhalif insan varsa göz altına alınıyor, hapsediliyor veya sürgün ediliyordu!
Ne oluyoruz? Roj tv'nin muhabirlerinin canlı yayın yapabildiği, cirit attığı günlerde Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkan Türk münevverleri toplanıyorlar! Vatan sever, Cumhuriyetçi, laik, Atatürk'e sâdık, Türk olmaktan, "Ne mutlu Türk'üm diyene." demekten onur duyanlar, yasa adıyla, emniyet güçlerimize taciz ettiriliyor!
İkinci Nemrût Mustafa Divanı'nı mı izliyoruz? Yeni Boğazlayan Kaymakamları mı aranıyor?
Daha dün, hâin bölücülerle çatışmada şehit düşen iki Mehmetçiğimizin haberi ile yanmıştı ciğerlerimiz. Bu kahraman Mehmetçikler bizim çocuklarımız. Atatürk'ün emânetlerine, demokrasiye, vatanın bütünlüğü uğruna, bölünmez devlet yapımıza zarar gelmesin diye ölmüyor mu evlâtlarımız?
Obama'nın, AB'nin dikte ettirdiği direktifler doğrultusunda PKK'lıların affedilmeye; kahramanlarımızın, paşalarımızın, profesörlerimizin, yazarlarımızın, gazetecilerimizin, hayatta bir arada görünmeleri mümkün olmayan kişilerle bir arada gösterilmeye çalışıldığını, yanlış mı anlıyoruz?
Sorgulanan ve yargılanıp yargılanmayacakları henüz belli olmayan çünkü iddianamesi tamamlanmayan bir süreci yaşayanların tamamı; vatan bölünmesin, bayrak inmesin diye mücadele eden duyarlı, yetişmiş vatan evlatları değil mi?
Televizyon ve gazete ofislerinde haber özelliği taşıyan bilgi ve belgeler dışında ne olabilir ki yayınlanmış haber metinleri toplanıp götürülüyor?
İşgalde miyiz?
Kinci İkinci Cumhuriyetçiler yıllarca; "On Kasım'larda sap gibi dikilmenin ne anlamı var?" diyerek, "Dağlara taşlara ne mutlu Türk'üm diyene" yazmak, birilerini tahrik ediyor bölücülüğü tahrik ediyor!" diyerek; demokrasiyi amaçlarına ulaşmak için araç olarak kullandıklarını söyleyerek bu güne gelenler, intikam mı alıyorlar?
Yakın geçmişte kendilerine ceza veren hukuktan, partilerini laikliğe karşı odak olmaktan suçlu bulan ve cezalandıran Yüce Divan'dan intikam mı alıyorlar?
Artık memleketin namusluları da en az namussuzlar kadar cesur olmak zorunda! Susarsak, sadece seyredersek ve sıramızı beklersek biz bu uygulamaları hak ettik! "Türk milleti söylemez söylenir." tarifli milletin söylendiklerini söyleyen, yazanlar olarak susarsak, biz bu uygulamadan daha fazlasını hak ettik!
Oğuz Kağan, Atatürk ve bütün Atalarımız'ın ruhlarına karşı suçlu değil miyiz? Eeey Atalarımız; Gazi Paşam'ın, Sarı Paşam, Atatürküm ve arkadaşları, Çanakkale ve diğer vatan topraklarında şehit düşen yiğitlerimiz neredesiniz? Bize haklarınızı helâl eder misiniz?
Biri Erdoğan'ın siyasi yasaklarının kaldırılarak Başbakan olmasına, diğeri Abdullah Gül'ün Köşk'e çıkmasına yardım etmiş, yol açmış muhalefetle biz bunlarla baş edemeyiz! Cumhuriyet ve kazanımlarıyla hesaplaşılıyor! Neredesiniz?
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÛNVANDAN SÜTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Nisan 12, 2009

GEÇME ALİCAN KÖPRÜSÜ'NDEN!...

Tanrı'nın iskeletsiz ve omurgasız yarattıklarından kurtçuklar; meyvelerin hep göbeklerinde, merkezlerinde, çekirdeklerinde olurlar! Ve en merkezden kemirerek meyveleri çürütürler!
Maalesef bizim kurtçuklarımızda, tam merkezimize düştüler! Meyvemizin tamamını çürütmeden, bu kurtçukları temizlemek zorundayız! Nasıl yaparızı bize söylemek zorunda olan ziraat mühendislerimiz olmalı! Bir ses verseler veya söylediklerimizi duyduklarını bir duyabilsek!...
"Keser döner sap döner, bir gün de hesap döner." ümidiyle bekliyoruz. Artık kimlerin sâdık, kimlerin hâin olduğunu; kimlerin, kime ve neye sâdık olduğunu veya kimlerin, kime ve neye ihânet ettiklerini, Türk Milliyetçileri anladılar zannediyoruz!
Zarârın neresinden dönülürse kârdır! Sadece "Dostlar alış-verişte görsünler." mantığı da bizimdir! Pahalıya alıp ucuza satmanın ticâret diye ironik bir öğretiyle bize bizden sunulduğu da gerçeğimizdir! Yüzlerce yıldır sözümüzün en ciddîsini şakayla söyleyerek uyardığımızı, uyarıldığımızı da biliriz! Gerçi "Hafızayı beşer, nisyân ile malûldür" tarifini de biz, bize yapmışız! Böylesine zengin, böylesine her şeyin zıddıyla kâim olduğu bir kültürün, kolay mağlûp olmaması gerekmez mi?
"Seller gibi akıttığın kanından, dağlar gibi yığılan kemiklerinde utan! Türk Milleti, kendine dön!" diye 1500 sene önceden uyaran Atalarımızı, artık duymaz mıyız? Atalarımızı, kinimizi, dilimizi, dinimizi, geçmişimizi unutarak geleceğimizi tehlikeye attığımızın farkında olmayacak mıyız?
İthâl düşünce ve kavramlarla her geçen gün biraz daha acze düştüğümüzü görmeyecek miyiz? Taktığımız ithâl ve markalı güneş gözlükleri yüzünden bütün millî renklerimizin flûlaştırıldığını, grileştirildiğini fark edebilmek için millî güneşimizin ışığında gözlüksüz bakmak zorunda değil miyiz?
Komşumuzla kavga eden kardeşimize karşı, komşumuzun yanında durmak, töremizdir ama düşmanımızla savaşan kardeşimizi, düşman karşısında yalnız bırakmanın adı nedir? Demokrasi midir, diplomasi midir veya her ne ithâl zıkkımdır?
İstiklâl Mücâdelemizde bizimle beraber ölmüş-öldürmüş; "Hasta Adam"ın narkozsuz parçalandığı müttefik ameliyat masasından, aramıza sınır çekilerek kalktığımızı biz unutursak, Azerbaycan'la aramıza hançer gibi zorla sokulan Ermenistan yapay devletçiğini ciddiye alarak kardeşlerimizi incitirsek, yarın da biz incinmez miyiz?
Bütün dünyadaki toplam nüfusları 2,5-3 milyon olan Ermenilerin tamamı, bize düşman olsa ne yazar? Dünyadaki bütün insanları, Yaratan'ın hatırına sevmekle mükellef olduğumuz halde, boyundan büyük işlere soyunan Ermenistan'a haddini biz bildirmezsek Okyanus ötesinden gelen işgalgi, emperyalist müttefik(!)imiz, bize had bildirmekte Ermenistan'ı malzeme kullanmaz mı?
Millî Şef döneminde, Sovyet zulmünden kaçarak bize sığınan kardeşlerimizin; diplomasi adındaki korkaklığımız, kansızlığımız sonunda Sovyetler'e teslim ettiğimiz köprü olan Alican Köprüsü'nden geçer geçmez gözlerimiz önünde kurşuna dizildiklerini unuttuk mu?
Aynı Alican Köprüsü'nü açarak Azerbaycan'la aramıza hançer gibi sokulan Ermenistan üzerinden bölücü teröristlere hareket kolaylığı sağlandığının farkında olamayacak mıyız?
Binlerce yıllık emekler karşılığı yetiştirdiğimiz Devlet Meyvemiz'in göbeğine yerleşen omurgasız, iskeletsiz kurtçuklardan kurtulmanın yolunu bilen bir Türk Ziraat Mühendisimiz çıkmayacak mı? Canımızın yandığının farkında olan millî stratejistlerimiz, millî stratejilerimizi ne zaman açıklayacaklar? Milletin, millî bir ses beklediğini kim, ne zaman fark edecek?
Sana yapılırken ben, bana yapılırken sen, kardeşimize yapılırken biz susarsak bize yapılacak saldırıda yalnız kalacağız! Yıkmayın Alican Köprüsü'nü... Geçmeyin Alican Köprüsü'nden...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BARAK SAÇINA DÖNDÜRÜLEN İŞLER!...

Türk Milleti,
Duyarlı millet evlâtları Türk Milliyetçileri;
Atalarımız; "Aslını inkâr eden, haramzâdedir." demişler. Yâni aslını inkâr edene; veled-i zinâ, harâm zamanda peyda olmuş harâm bir şey gözüyle bakmışlar. Hem de haklılar. Atalarımız haklı da, biz mi haksızız? Aslını inkâr edene, biz de haramzâde diyelim tamam, ya aslımız bizi inkâr ederse ne yaparız? Farkında mıyız, aslımız bizi inkâra hazırlanıyor!
"Türk Milleti, zekidir çalışkandır." diyen Atatürk'e cevap; "Türk Milleti'nin %60' ı aptaldır." şeklinde oldu! Onlarca yıldır, bu ikinci târifi haklı çıkarmak için ne lâzımsa yaptık millet olarak! Bu tarifteki veya tarifsizlikteki gürûhu, atalarımızın inkârdan başka çâresi var mı?...
Meseleyi tesbîtlerimizi doğru yaparak irdelemek zorundayız. Atik olmazsak, atak yapmazsak; en iyi müdafaanın taarruz olduğunu unutarak sadece başımızı kollamak için kollarımızla başımızı kucaklarsak, yanımızdan her geçen, kıçımıza bir tekme vurur-geçer!
20.yy. başlarında; paylaşılmak üzere ameliyat masasına yatırılan, narkozsuz kesilen/parçalanan bir "Hasta Adam"dık! Ameliyatçıların tamamı, müttefik(!)imizdi! Olmazı oldurduk! Ameliyatçıları ameliyat masasında öldürdük ve narkozsuz parçalanmak istenen "Hasta Adam"dan, Osmanlı'nın küllerinden yeni bir devlet çıkardık!
Narkozsuz kesilen-biçilen, kopan her parçada bağıran "Hasta Adam"; "Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini/ Yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini" diye feryâd etti! Bu canhıraş feryâdı duyan, devrin Yeniden Türk Milliyetçileri; "Kükremiş sel gibiyim..." coşkusuyla milletin gönlüne ve sosyal hayatımıza doldular! Bir sel coşkusu ve öfkesiyle gelen bu hürriyet aşıkları; gelirken yolu üstündeki her şeyi toplayarak geldiler! Geçtiği yataklardaki bütün madenleri, cevherleri toplayarak gelen bu, "Bağımsızlık aşkı seli" aynı zamanda geçtiği yerlerin bütün pisliklerini de toplayarak getirdi! Dünya ve tarih nizamından sorumlu Türk Milleti, bir daha çevre temizliği yaptı.
Can acıtan sancılarımız bu yüzden! Bağımsızlık aşkı selimiz'in geçtiği yerlerden toplayarak getirdiği pisliklerimiz, haramzâdelerimiz yüzünden ağrılarımız! Halkları toplayarak milletleştiren özeliğimiz yüzünden, içimizde; Göktürkler'den 1400 sene sonra yeniden Türk Milliyetçiliği'ni canlandırıp Türk soyadını alan ve yeniden bir Türk Devleti kuran Atatürk ve arkadaşları; "Ben bir Türk'üm, dînim cinsim uludur" diyen, "Türk'üm. Bu ad, her ûnvandan üstündür" diyen mağrûr Türkler olduğu gibi alt kimlikli, aşağılık kompleksli, haramzâdelerimiz de var!
İçimizde; asıl ve asil Türkler'in yanında, az da olsa İngiliz, Fransız, Alman, ABD veya Haçlı Muhibleri de var! Bunların hepsini de, ölüden diri çıkarmayı başaran Yeniden Türk Milliyetçiliği selimiz getirdi!
Aklımızı başımıza devşirmek zorundayız! Kinci İkinci Cumhuriyetçilerin, Atatürkümüz'ü ve onun kazanımlarını yok etmelerini, aptalca seyredemeyiz! "Hasta Adam"ı, ameliyat masasına yatıran ve narkozsuz parçalayan medenî maskeli psikopatların yanında durmayı akıllılık zanneden korkak kurnazlara karşı, millî-ortak Türk aklıyla çıkmak zorundayız. Önce dilimize sonra sırasıyla kültürümüze, tarihimize, gelenek ve göreneklerimize, dînimize, devletimize, vatanımıza, kahramanlarımıza sahip çıkarak milletliğimizi korumak zorundayız.
Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan-Amerika-AB ilişkilerinin, kelimenin tam anlamıyla Barak Obama saçına döndüğünü görmek zorundayız! Bu kıvırcık karmakarışık saçın tarakla-taramakla düzelmesi, mümkün değil! Bu Obama saçını ya kısacık keseceğiz, ya da Türk berbere usturayla kazıması tâlimatı vereceğiz!...
Aslını inkâr eden haramzâdedir biliriz de, böyle devâm edersek aslımız bizi inkâr edecek farkıda mıyız?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Nisan 11, 2009

TARİH IŞIĞINDA YENİDEN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

Bazı köşelerde ve internet sitelerinde; Yeniden Türk Milliyetçiliği Hareketi'ne karşı tenkîdler gördüm. Samimi olduklarına inanmak istediğim ama tenkîdlerin altından siyâsi parti propogandaları veya taraftarlığının kokularını aldığım için de ziyâdesiyle rahatsız oldum!
Tarih; dünümüzü bilip, bügünü yaşarken yarının da tedbîrini almamız için en mükemmel öğretmendir.
Tarihimizi bilmeden; milletliğimizi ve halkları nasıl toplayıp milletleştirdiğimizi ve bu milletleştirmede tek argümanımızın töreli-türeli yani yasaları olan ve geleneklerine sahip olan devletlerimizin olduğunu bilemeyiz. Milletliğimizi koruyamadan, devletimizi koruyamayız! Bunu bilen Batı; kurnazca ve sabırla yüzlerce hatta binlerce yıldır savaşta yenemediği Türk Milleti'ni; milletliğini yok ederek devletsizleştirmek yolunu gütmeğe başlamıştır. Buna ancak milletlik şuuru ve tarih bilincimizle karşı koyabiliriz.
Kül Tigin Anıtı'ndaki; "Aç olunca tokluk bilmez, bir doyunca da açlığı düşünmezsin." öğüdünü bilmeden ve töreden-türeden kısa süreli çıkarlar, vaatler veya kişisel ödüllerle uzaklaşır, vaz geçersek sonumuzu fark edemeyiz!
Muhteşem Türk Atatürk'ün, Göktürkler'den 1400 sene sonra meseleyi fark ederek Türk Milliyetçiliğini devlet sistemi haline getirmesini, tesâdüf veya kişisel bir düşünce olarak algılamak ta bizi yanıltır. Atatürk'ün Orhun Yazıtları'ndan istifâde ederek şekillendirdiği Yeniden Türk Milliyetçiliği; maalesef sonraki yöneticiler tarafından ihmâl edilmiş ve günümüzde de maalesef Türk Milliyetçiliği ve Atatürk nerdeyse suçlanır bir hale gelmiştir!
Bu acı gerçeklerin farkında olan duyarlı Türk evlâtlarının Yeniden Türk Milliyetçiliği Hareketi, şahsen bende müthîş bir heyecan vesîlesidir. Yakın geçmişimizde, iz bırakmış isimsiz Türk Milliyetçilerinden birini, bir Türk Milliyetçisi tarih öğretmenimizi de yâd ederek, Yeniden Türk Milliyetçiliği Hareketi'ni desteklemeye gayret edeceğim.
Tarih Öğretmeni Yüksel TURHAL'dan bahsetmeğe ve oradan Orhun Yazıtları'na da baş vurarak Yeniden Türk Milliyetçiliği'nin ne kadar elzem olduğunu vurgulamaya çalışacağım.
Niğde-Bor Şehit Nuri Pamir Lisesi'nde görev yapan müdürler arasında olduğunu öğrenebildiğim ve hakkında bulabildiğim kısacık bir bilgi ile bahsetmeğe çalışacağım bu tarih devinden! Yüksel TURHAL Hoca'nın öğretimini almış ve çoğu yaşayan ve iz bırakmış kanaat önderlerinden olan kişilerin Yüksel TURHAL hakkında bir çalışmaları, araştırmaları yoksa hem Yüksel TURHAL adına hem de Türk tarihi adına, sitemler edeceğim!...
Elimde 1963'te, Kars Bugün Matbaası'nda basılmış "GÖKTÜRK İMPARATORLUĞU VE ORKUN ANITLARI" adlı, küçücük bir dev eser var. Devrin teknolojisiyle yâni kurşun harflerle basılmış kitapçık. Bir lise tarih öğretmeninin, milletine ve mesleğine verdiği önemi; tarihini bilmeyen gençliğin yozlaşacağını yürekten hissederek Türk Tarihi'nin, bilhassa Osmanlı döneminde tozlanmaya terk edilmiş sayfalarını aralayabilmek için verdiği insan üstü gayretini düşünerek ve gözlerim buğulanarak hâtırası önünde tâzimle, saygıyla, hürmetle, minnetle eğilirim bir öğretmen olarak.
Kitapçığın hazırlanmasındaki emeği, birazdan hepimiz, ön sözün satır aralarında fark edeceğiz. Kitapçığın basım parasını, maaşından verdiğine ve öğrencilerine bedelsiz dağıttığına da emînim. Çünkü bize de lisede tarih öğretmenimiz (Allah razı olsun.) bedelsiz olarak dağıtmıştı bu kitapçığı.
Kitapçığın ön sözünü, kopyalama-yapıştırma şansım olmadığı için kelime kelime okuyarak ve yazarak aynen aktarıyorum:
"Orkun Yazıtları'nın bulunduğu devire kadar (1889) pek çok kimse, Türk tarihi'nin Selçuklular'la başladığını zannediyordu. Rus âlimi Yadrintseff bu anıtları bulduğu zaman (yazısı henüz çözülemediğinden); Cermenler'in, Macarlar'ın, Finler'in hatta Slavlar'ın cedlerine ait yazıtlar olduğu ileri sürülmüş, Türkler'e ait olabileceği kimsenin hatırına bile gelmemişti. Fakat Danimarkalı âlim W. Thomsen kitâbeleri okumaya muvaffak olupta Türkçe olduğu meydana çıkınca, bütün dünya sadece hayret etti. Bunun neticesidir ki Avrupa'da Türkoloji çalışmaları hızlandı. Bizde ise hakaret manasına kullanılan "Türk" kelimesi baş tacı edilmeğe başladı. Nihâyet Büyük Kurtarıcı, kendi soy adı ile birlikte kurduğu devletin ismine de Türk dedi.
Bu (yazıda) kitapçıkta; tarihi kat'î olarak belli olan, Türkçenin ilk tarihi eserlerinden biri olması dolayısiyle, gerek dil ve gerek tarih bakımından fevkalâde değerli bulunan bu anıtların (bir kısmının) metin ve bugünkü dile tercümeleri verilmektedir. (Tercüme bize ait olduğu için bir takım hatalar bulunabileceği tabiidir; zaten ilmî bir hüviyete sahip olduğu iddiasında da bulunmuyoruz.)
Orkun Anıtları Orta Asya'da Baykal Gölü'ne dökülen Orkun Irmağı civarında Koşo Tsaydam havalisinde bulunmuştur. Kül Tigin Anıtı 732, Bilge Kağan Anıtı 734' te dikilmiştir. Yazıtlardaki ifâdeden gayet sârih olarak anlaşılıyor ki Kağanlar, Türk kara kamağının (halk tabakasının) rahat ve refâhı için çalışıyorlar. Açların ve çıplakların koruyucusu mevkiindeler. Halbuki ortaçağda (Avrupa'da) yaşayan devletlerin idarecileri arasında bu zihniyete sahip bir başka misâl göremiyoruz.
Ayni şekilde "Üze Tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk Budun ilingin, töringin kim artatı? Udaçı erti Türk Budun... Ökün!" (Üstte gök çökmeyince, altta yer delinmeyince Türk Milleti, ilini töreni kim bozabilir? Türk Milleti nâdim ol (pişman ol, utan) kendine dön.) diyen anıtlarda Türk Milliyetçilik ideâli ne kadar canlı ve güven vericidir.
(Bugünkü telâkkilere göre bu devir, Türk tarihi için ideâl bir devir olarak görünmeyebilir. Fakat, büyük medeniyetler ve dinlerin tesirlerinden önceki hakiki Türk vasıflarına fazlasıyla mâlik bulunan bu devrin bizi kuvvetle çeken câzibeleri olduğu şüphesizdir. .... Göktürkler bulundukları şartlar içinde yaşamışlar, mücadele etmişler, varlıklarını idâmeye çalışmışlar, kendilerine göre eğlenmişler, sevinmişler veya ızdırap çekmişlerdir. Göktürk Yazıtları'nı kıymet vererek, severek ve anlayarak, sözüne ve özüne nüfûz etmeye çalışmak sûretiyle okuduğumuz zaman, bundan 1400 yıl evvel yaşayan kahraman ata ve cedlerimizin, hâkimâne görüşlerini anlar, silah şakırtılarını, sevinç kahkahalarını duyar veya ızdırap gözyaşlarını görür ve yaslarını içten hisseder gibi oluruz.) Yüksel TURHAL"
Ön sözünün son bölümünde parantez içinde verdiği bölümün, hocası Prof. Dr. A. N. Kurat'a ait olduğunu da dip not olarak düşecek kadar nezâket sahibi bir öğretmen. Teknolojinin çıldırdığı günümüzde, internetten aldıkları başkalarının yazılarını kendilerininmiş gibi yayınlayanlarla kıyaslayınca Yüksel TURHAL Hoca'nın ahlâklı Türk karakteri, iyice abideleşiyor.
Bu vesile ile; Niğde'ye, Bor'a ve Yüksel Turhal Hoca'nın öğrencisi olmuş her kese seslenmek istiyorum: Lütfen Yüksel TURHAL'ın başka yazılmış eserleri, makaleleri varsa ya yayınlasınlar, ya da lûtfedip bildirsinler.
Atatürk Cumhuriyeti'nin bir devrinin mîmarları olan bu fikir devlerinin emeklerinden çocuklarımızı, gençlerimizi hatta aydıncılık oynayan zavallılarımızı istifâde ettirmeliyiz! Bu, hem Yüksel Turhal Hoca'ya hem de milletimize ve devletimize borcumuzdur.
Belki o zaman; yönetim olarak, siyâseten ve ahlâken içine zorla itildiğimiz aşağılık kompleksimizden kurtulur, Türk Milleti'nin asla yönetilen bir millet olmayıp tarihin her döneminde yöneten olduğunu ve aslâ öğrenen bir millet değil aksine -başta Avrupa olmak kaydıyla- bütün dünyaya medeniyet öğreten bir millet olduğunu öğrenir ve onlara karşı duruşumuzu, yeniden gözden geçirebiliriz!
Her millet mensûbunun milliyetçilik yapmak gibi doğal ve insâni bir hakkı vardır. Ermeni'nin, Fars'ın, Arap'ın, Yunanlı'nın, Rus'un ve yakın çevremizden uzaklaşınca da Alman'ın, Fransızı'ın, İngiliz'in yaptığı ve hakları olan milliyetçilik, ne hikmetse Türk'e gelince korku sebebi hatta suçmuş gibi târif edilmektedir. Aslında tarihimizi bilsek, Avrupa'nın hak ettiği aşağılık kompleksini ve Türk Milliyetçiliği'nden haklı korkusunu da anlayabiliriz!
Milliyetçiliği bile bizden öğrenmiş derebeylerin, klanların; bize milliyetçiliğimizi yasaklamalarına, unutturmaya çalışmalarına karşı çıkmak, kafa tutmak, gerekirse bu uğurda zindanları, ölümü göze almak her Türk'ün, kendisini Türk hisseden her ferdin, birinci görevidir.
Bir insan kişisellikten, bencillikten, fertçilikten milliyetçiliğe terfi etmişse; kendisinden önce milletinin refah ve rahatını düşünmeğe başlamışsa, kurnazlıktan akıllılığa ve hayvanlıktan insanlığa terfi etmiştir.
Yüzyılımızda bütün dünya da hakim olan ve açıkça yaşanan-yaşatılan milliyetçilikler karşısına, ancak Türk Milliyetçiliği ile çıkmak mümkündür. Yaklaşık 1500 yıl önceden Türk Milleti'ne yazılı öğütlerini bırakan atalarımızın sözlerini; lütfen günümüze uyarlayarak oradaki Çinli yerine Avrupalıyı, Haçlı'yı, AB'yi koyarak okuyalım:
"Çin milletinin sözü tatlı, serveti bol imiş. Tatlı sözüyle, servetiyle aldatarak uzak kavimleri böylece yaklaştırırmış. Yakın geldikten sonra, yaman bilgisi anlaşılırmış. Bilgili ve akıllı kişi gitmezmiş. Bir kişi yanılsa ailesi, kabilesi beşiktekine kadar yok olurmuş. Tatlı sözüne, çok malına aldanıp pek çok Türk kabilesi yok oldu. Türk kabilelerinden bir kısmı güneyde Çugay Ormanı'na yerleşeyim dese, o zaman kötü kişi hemen şöyle öğretirmiş; 'Uzak isen kötü mal verir, yakın isen iyi mal verir.' deyip böyle öğretirmiş. O söze kanan bilgisiz pek çok kişi (Çinlilere) yaklaşıp yok oldu. Oraya gidersen Türk Milleti ölürsün! ..... Aç olunca tokluk bilmez, bir doyunca da açlığı düşünmezsin. Bunun için seni doyuran kağanının sözünü dinlemeden başka yerlere gittin. Çok zaman yok oldun. .... Üstte gök çökmeyince, altta yer delinmeyince Türk Milleti ilini, töreni kim bozabilir? Türk Milleti; nâdim ol kendine dön."
Tarihi taşlara yazarak bırakacak kadar medenî olan atalarımızın devrinde, tuvaleti ve banyoyu bile bilmediklerini kendileri itiraf edenlerin; atı, oku, kılıcı ve düzenli orduyu bizden görüp binlerce yıl uzaylı görmüşçe korkanların, şimdi bize medeniyet dayatmalarına ancak Yeniden Türk Milliyetçiliği ile karşı durabiliriz.
Kendini ve dününü bilmeyene ancak deli denir ve delinin özgüveni olmaz! Önce milletimizi günümüzün aydıncılık oynayan kimliksiz meczûplarından kurtarıp, düşünen üreten Türk Milliyetçilerinin sayılarını çoğaltarak devlet yönetimine talip olmanın yolu; Yeniden Türk Milliyetçiliği ile başlar.
Milliyetçilik milletini dolayısıyla insanlığı sevmektir. Sevgi üzerine inşa edilmiş bütün düşüncelerin başarısı da mukadderdir.
Atatürk'ten sonra Milli Şef İnönü tarafından; yaklaşık elli yıl sonra Türkeş'ten sonra Bahçeli tarafından yozlaştırılan ve içi boşaltılan Türk Milliyetçiliği kavram ve düşüncesini Yeniden şekillendirmek her Türk münevverinin tarihi görevidir ve birinci görevidir.
YAŞASIN;HER ZAMAN, YENİDEN VE KIYÂMETE KADAR TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Nisan 10, 2009

HIRSIZ EVDEN OLURSA...

"Teşbîhte hatâ olmaz." Kullanacağım teşbîh, âmiyâne kaçsa da çâresizim ve özür dileyerek kullanacağım. "Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek..." derler buna!
Bir kara 4 Nisan'da imâmesiz kalan 'ülkü tesbihi'nin ipini koparmakla işe başlayan, seçmene ve partililere yalanı defalarca ispatlı birinden, ömrünü "Türkeş'siz MHP Kumpası" içinde geçirmiş birisinden Başbuğ'a sadâkat beklemek, safdîllik değilse nedir?
Yıllarca; kongre falan söz konusu değilken genel başkanlığa adaylığını açıklayan ve teşkilâtlarda Bahçeliciliğin biraz daha fanatikleştirilmesine zemin hazırlayan davranışlara tepki vermiş ve bu zamansız açıklamalara hep temkinli davranmıştım!
12 yılda defalarca gündeme taşınan Ramiz Ongun argümanının orijinalitesini kaybetmesiyle, zannederim yeni argümanlar devreye sokulmaya başlandı! Başbuğ'suz geçirilen yakın yıllarda; mevcût genel başkanın Anadolu teşkilatlarında itibar kaybı söz konusu olduğu her dönemde, Yaygın Basın'da, birden bire Ramiz Ongun manşetlere çıkarılır ve taraftarlarına Bahçeli'yi savunma zemîni hazırlanırdı! Bahçelici olmayan her kes, kim olursa olsun 'hâin' yaftasıyla adlandırıldığı için de Anadolu'da tanınmayan, bilinmeyen bizlerin itirazlarımız kalabalıklarda kaybolup giderdi!
Dostlarımız, yakın geçmişte; "Devlet Bahçeli, genel başkan olduktan sonra hem Anadolu'daki teşkilatçı ülkücüleri 'Devlet Hoca'sız bıraktı, hem de taşıyamayacağı bir yükün altına sokularak teşkilâtı yok olma sürecine soktu! Üzüntüm bu yüzden iki keredir." diye yazdıklarımı hatırlayacaklardır.
Türkiye'de mevcût yasalar çerçevesinde dernekçiliği ve teşkilatçılığı en ince teferruâtlarına kadar bilen bir kaç kişiden biridir Devlet Bahçeli. On iki yıllık genel başanlığında ve yaptığı beş kongrede, otuzdan fazla maddesini değiştirdiği parti tüzüğünün 43. maddesini atlamadığına, atlamayacağına kalıbımı basarım. Zâten içten içe kaynayan teşkilâtları kontrol sıkıntısı yaşamamak için 43. maddeyi bilerek ve zamanı gelinceye kadar ertelemiştir!
Ciddî mânâda alternatif genel başkan adayı olan Prof.Dr.Ümit Özdağ'ı; çok iyi bildiği dernekçilik çalımları ve gayr-ı meşrû yollardan tasfiye eden Bahçeli'nin, o karmaşada 43. maddeyi değiştirmeyi, riskli hatta tehlikeli gördüğüne de kalıbımı basarım!
Önümüzdeki kısa bir sürede; mevcût teşkilatların çoğunluğunun isteği ile bir tüzük değişikliği kongresi yapılmaz ve Bahçeli'nin ölünceye kadar genel başkan kalmasının yolu açılmazsa, ben kendimi komplo teorisyeni olarak i'lân ederim.
Ne Obama'nın kaç yıldır genel başkan olduğunu sormasını, ne de 43. maddenin hatırlatmasını tesâdüf olarak yorumlayamıyorum!
Koray Aydın'ın şahsına olan sevgimi ifâde etmeliyim! Yüce Divan'da aklandığı mahkemede bizzat vardım. Koray Aydın'ın şahsında Ülkücü Hareket'in aklandığını, belki de ilk söyleyen ve yazanlardanım. "Asrın Afeti" depremi, 'Türk Mûcizesi'ne çeviren bir Ülküdaşımızın günah keçisi i'lân edilmesine de çok sert ve açık tepki vermiştim. Bahçeli'nin Hükümet ortağı olarak imza attığı tarihî hatalara rağmen Trabzon, Erzurum ve bir çok ilde eriyen ama yok olmayan MHP oylarında, Koray Aydın etkisini bizzat bilenlerdenim. Koray Aydın'ın Ülkü Ocakları tedrîsli bir Dâvâ Adamı olduğunu da bilirim.
Koray Aydın'ın Yüce Divan'da aklanmasını en son tebrîk zorunda kalan kişinin, Bahçeli olduğunu da net hatırlıyorum ama bu son madde hatırlatmasını bir türlü samimi olarak yorumlayamadım! Koray Aydın gibi vefâlılığı tescîlli birinin, basın toplantısında Muhsin Yazıcıoğlu'nu yâd etmemesi de ülkücüleri epeyce incitti! Dip not olarak hatırlatan ben olayım!
Anadolu'da; "Hırsız evden olursa, öküz bacadan çıkar!" diye müthîş bir tesbît vardır. Dedim ya, sütten ağzı yanmış bir Türk Milliyetçisi olarak ben bu yoğurda, daha çoook üfleyeceğim!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Nisan 09, 2009

BU YOĞURDA ÜFLEYECEĞİM!...

Koray Aydın bir basın toplantısıyla, Bahçeli'den olağanüstü kongre toplamasını ve MHP'nin önünü açmasını istedi!...
Komutan;tatbikattan sonra, başarılı bir askerini karşısına alır.
- Oğlum! Teksin! Karşıdan kalabalık bir düşman kuvveti geliyor! Ne yaparsın?
- Mermim bitinceye kadar öldürürüm komutanım!
- Mermin bitince?
- Haber vermek için geri dönerim komutanım!
- Arkan çok sarp bir kayalık!...
- Sağdan giderim!
- Çok derin ve korkunç bir uçurum!
- Soldan giderim!
- Bahar yağmurlarıyla taşmış, azgın bir sel geliyor, götürür seni!...
Düşünür asker! Sağı, solu, arkası aşılması mümkün olamayan engellerle kapalı ve karşıdan da düşman ordusu geliyor! İsyân eder:
- Komutanım! Bütün kıyamet, benim başımda mı koptu?
Türk Milliyetçileri olarak, tatbikattan sonra imkânsızlıklarla sınava tutulan asker durumundayız! Siyâsi çâreler, siyasilerce yok edildi! Demokrasi, demokrat maskeli demokratlar tarafından katledildi! Ekonomi; ulusalcı, milliyetçi ve liberal siyasilerin kurduğu, dört ayaklıyken, bir ayağı kırılan, üç ayaklı sakat masa tarifli koalisyonun "müstemleke valisi" tarafından iflâsa hazırlandı! Hukuk; "Tahkim Yasaları"nı kucağında bulan ve hukuku, meclisteki sayısal çoğunluğuna güvenerek tanımayanlarca sakatlandı!
Aydınlarımızın kimi AB'ci, kimi ABD'ci, kimi İngiltereci, kimi ümmetçi/cemaatçi, kimi işbirlikçi, kimi BOP Eş Başkanlığı alkışlayıcısı, kimi Karen Fogg çocuğu, kimi 'Dolma Kalem'... Sağcıya göre solcu, solcuya göre sağcı hain! MHP genel merkezine göre de Bahçelici olmayan ülkücü hain!...
Seçimler sonrası, ortalık toz-duman!
ABD Büyük Elçisi'nin göreve başlamadan, Meclis dışındayken MHP Genel Başkanı'na;"Sayın Genel Başkan sizinle çok uzun süreli birlikteliğimiz olacak!" temennî tâlimat veya tâlimat temennîsi, daha sıcaklığını korurken; Obama'nın aynı Genel Başkan'a siyâsette kaçıncı yılı olduğunu ve kaç yıllık genel başkan olduğunu sormasını, yorumlamaya çalışıyorum!
Sorudan sonraki ilk grup toplantısında Bahçeli'nin;"Merhum Türkeş Bey’in ortaya koyduğu ilkeler ve hedeften hiçbir kırılma yaşanmadan ulaşılan bugünkü netice, bir taraftan mücadele ile taşınan emânetin emin ellerde olduğunu, diğer yandan ise merhûm liderimizin attığı temelin ve gösterdiği yolun doğruluğunu kanıtlamaktadır." söylemini, alıyorum.
Hemen peşine Koray Aydın'ın; "9 Ekim 1994 tarihinde, tüzüğümüzün 43. maddesinde yapılan bir değişiklikle siyasi parti liderinin de görev süresinin bir sınırı olduğu anlayışı 'Aynı kişi ara vermeksizin 5 defadan fazla seçilemez' hükmüyle getirilmiştir." hatırlatmasını, parti tüzüğünün otuzdan fazla maddesini değiştiren ama bu maddeye dokunmayan Bahçeli'ye teşekkürünü birbiriyle ilintiliyorum! Peşine, MHP'nin önünü açmak için iki kere seçimlerde başarısız olan Bahçeli'den bir olağanüstü kongre toplaması talebini koyuyorum!
Oktay Vural'ın hemen; "Liderimizin önünde tüzük engeli yoktur." cevâbını; artık fısıltıdan daha kuvvetli söylentilerdeki doktorunun Bahçeli'ye kesin istirahat önerdiği duyumlarımı ekliyorum.
Hemen peşine de, Balgat Cenâhı'nın Koray Aydın'a yönelttiği; "İki gün önce ABD Başkanı Obama, MHP Lideri Devlet Bahçeli ile baş başa görüşmesinde kaç yıldır siyaset yaptığını ve kaç yıldır Genel Başkan olduğunu sormasından 2 gün sonra, Koray Aydın'ında MHP Liderinin Genel Başkanlık kronolojisini çıkarması ilginç bir tesadüf değil mi? (etikhaber)" sorusunu ekleyince aklım karışıyor!
Bütün bu kıyâmetler, Türk Milliyetçiliği Hareketi'nin başında mı kopuyor? Sıcak sütten ağzı yanmış bir Türk Milliyetçisi olarak, bu yoğurda biraz üfleyeceğim izninizle!...
TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Nisan 08, 2009

EDEPSİZLİKTE TEKLERİZ...

Obama'ların Barak Hüseyin'i teşrîf ettiler. Yer yerinden oynadı!
Her yer USA bayraklarıyla donandı, Hüseyin'in hoşuna gitsin diye! Biz bağımsız ve bağımsızlık karakteri olan bir milletiz ya! Başımıza ne geldiyse, geçirilen çuval da dahil müttefik(!)imizden ya, önemli değil! Vardır diplomatik bir izâhı!
Danimarka Başbakanı Rasmussen'e vetomuzu, Obama'nın şahsî kefâletiyle kaldırdık! Medeniyetler Arası ittifak toplantısında, özür dileyecekti! Dilemedi! ABD'deki müslüman ailelerden birinden olduğunu söyleyen, kahvaltısında özel anonsla domuz salamı isteyen ama camiye ayakkabısını çıkararak girdiği için alkışladığımız gizli müslüman Obama'ya şikâyet ederiz, o da diplomatik bir ceza uygular elbet! O kulağını çekinceye kadar, bir otuz yıl da onun özürünü bekleriz!
Devlet yönetmek, market yönetmeğe benzemez ya! Bekâra karı boşamak kolay ya! Demek ki anlayamadığımız, çok güzel işler bunlar!
Meselâ; ABD, Avrupa Birliği'nde değil ama Türkiye'nin üyeliği için acayip torpil! Medeniyetler Arası ittifak'la da ilgili değil. Toplantıya katılmadı ama Ermenistan'la aramızdaki medeniyetler ittifakını -nerdeyse- sağladı! Sınırları açın rica talimâtını da unutmadı!
Dinler Arası İttifak'la da alâkası yok! ABD'deki müslüman aileleri biliyor çünkü kendisi de o ailelerden birinin çocuğu ama Fener Rum Kilisesi Papazı'nın ekümeniklik isteğini, çok demokratik bir hak olarak gördüğünü söyledi, alkışlandı!
Adam, hem gizli müslüman, hem de Müttefikimiz! İşgâl edilen Irak'taki müslümanları, gâliba kum fırtınası öldürmüş! Gâliba ingilizce konuşan Araplar, Arap kadınların-kızların ırzlarına tasallût etmiş! Baksanıza adam, müslümanlarla savaşmayız diyor!
Meclis'te Başbakanımızı öptü diye, yeri yerinden oynattık! Meclis'te kopan alkış tufanı, Köşk'te de oldu mu acaba? Cumhurbaşkanımız'ı da öptü mü acep Obama'ların Hüseyin?
Yılda bir iki kere ABD'ye giderek müttefiklik gereğini yerine getirdiğimiz için siyâsilerimizin tavırlarını kanıksadık ta zannederim benim kadar çoğu insanın da tuhafına giden bir davranışı Komutanlarımız sergilediler! 21 aydır, girmedikleri Mecliste idiler! Obama'yı da balkondan kulaklık takmadan mükemmel ingilizceleri ile dinlediler!
İlköğretim müfettişlerinin öğretmenleri, okul müdürünün odasına tek tek çağırarak tâlimât vermesi veya tanışması edâlarıyla, Meclis Başkanımız'ın makamında muhalefet genel başkanlarını kabûl ederek tanıştı Adam! Daha ne yapsın dostluğunu belirtmek için?
Yıllardır ABD karşıtlığıyla mâlum 68 kuşaklı çakaralmazlardan, çıt yok! Her türlü emperyalizme karşıtlık yine Türk Milliyetçilerine kaldı! Hani bu memleketin milliyetçileri, ABD'nin yandaşıydı?
Daha önce de Papa ölünce Bayrağımız'ı yarıya indirmiş, bir patlamada bir kaç Avrupalı ölmüştü diye yas tutmuştuk! Ne Diyarbakır'daki, ne de İstanbul'daki patlamalarda, hiç bir müttefikimizin kılı kıpırdamamıştı Avrupa'da, ABD'de!... Bizim 68 kuşaklı çakaralmazlarımızın da, demokratlık damarları kabarmış ve bombacı teröristlerin dağ kadrolarının insan haklarını savunmaya soyunmuşlardı!
Devrin ABD Büyükelçisinin anılarından okuduğumuz; 27 Mayıs'ın Kudretli Albayı Türkeş'in tankla elçiliğe giderek ABD'den istediklerini alışını ve Sebahattin Önkibar'ın anlattığı Süleyman Demirel'in; "Azerbaycan'ı ağzına alma! Bundan böyle Azerbaycan'a yan bakarsan dünyayı başına yıkarız." tavrını ve bu iki ABD yandaşı(!)na yaptıklarımızı hatırlayınca, bize bu günler, toy bayram! Her şeye müstehâkız hem de fazlasıyla!
Gel de; "Edepsizlikte tekleriz/ Kimi görsek etekleriz/ Hak'tan da yardım bekleriz/ Ne utanmaz köpekleriz" diyen Nâmık Kemâl'i rahmetle hatırlama!...
TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YARINLARA SELÂM!...

Kendimle hesaplaşmadayım günlerdir! Bütün ertelediklerim ve ertelediğim için asla telâfisi mümkün olmayan geç kalmışlıklarımı gördükçe kendime öfkem, kontrol ettiğimi zannederek gururlandığım nefsime yenilgilerimi bildikçe aczimi görüyorum!...
Oysa çok iri, hatta iriden de iri laflar ederdim! Kendimi, korkusuz ve yalansız diye tarif eder ve duruşumun, tavrımın bu târife uymasına gayret ederdim. Bilmeyenler, içimdeki tûfanları göremeyenler, tavrımı sever veya beni ukalâ diye tarifleyerek çeker giderlerdi!
Günlerdir kendimde değilim! Bir kara Çarşamba'da Erzurum'dan almıştım kara haberi! Berâber büyüdüğüm tek kelimeyle can yoldaşım, sırdaşım, arkadaşım, ülküdaşım Selâmi'ye gelmişti ecel sırası! Gözümün yaşını daha hizâya sokamamışken bir hafta sonraki daha kara, kapkara bir Çarşamba'da kara haber Maraş'tan geldi!
Belim kırıldı zannettim! Çolak kaldım, kötürümleştim zannettim! Yıllarca; "Yalnızken Allah'a sığınıp dik durmak, Türkçe durmak Ülkücünün işidir. Ülkücü yalnızlaştıkça Allah'a sığınır ve tarifsiz cesûrlaşır." derdim! Sonsuzluğa, "Sonsuzluğun Sahibi"ne ulaşmak için bir geçit olan hayat yolculuğunun yalnız yapıldığını bilirdim gûya! Bu sarp geçitte yalnızlığın, şans olduğuna inanırdım! Dertlerin tek çekilmesi, huzûrun paylaşılması gereğine inanırdım!
Tanıdıklarım hep öyle yaparlardı! Ülküdaşlarımın her biri, tek başına birer karakter deviydi. "Bana arkadaşını söyle..." el gözü terâzisine hep bu sîkletle çıkmaya çalıştım! Arkadaşlarıma benzemek için özel gayrette oldum hep! Sonsuzluğa, "Sonsuzluğun Sahibi"ne yolcu ettiğim her dostumda, her ülküdaşımda tünelin sonuna biraz daha yaklaştığımı, sıramın yaklaştığını hissederek sona yaklaşmanın huzûrunu yaşadım belli etmeden!
Bunlar, kendime uyguladığım züğürt tesellîlerimmiş! Yalnızlığa hazır değilmişim! Nefsime
hiç gâlip gelememişim Dostlar, Becerememişim! Ölümler elbette hep erken! Hiç bir ölüm vak'âsı güzel değil! "Ölüm kötü olsa, Peygamber(s.a.v.) ölür müydü?" diye hep kendi kendimi tesellî etmişim birilerini tesellî edeyim derken!
Hayatımda iki kere kendimi, elinden en sevdiği oyuncağı alınmış yaramaz çocuk gibi hissettim! Her ikisinde de yaramazlığım coştu kabardı ama çâresiz kaldım delice çırpınarak! "Başbuğ'suz ne yaparım?" diye ağladığımda Eşim; "Kalk! Bir teşkilâta falan git! Acını paylaş!" diye beni evden teşkilâtlarıma göndermiş ve gittiğim MHP İlçe Teşkilâtında acımızı paylaşarak hafifletmeğe çalışmıştık!
Bu sefer bir yere de gidemedim! Her kesin, yanlış duyum ve bilgi kirliliği içinde Türkiye'ye yayıldığı günleri, Ankara'daki Dostlarla telefonlaşarak evde tek başıma geçirdim! Acım ağırlaştı! Acım, gittikçe dayanılmazlaştı! Dünyadaki yalnızlığımı, çok net olarak fark ettim!
Her sevdiğim yeri, orayı bana sevdiren sebepler yok oldukça kara listeme alırdım yıllardır! Bir hafta önce Erzurum'u artık gitmemek üzere kara listeme almışken bir hafta sonra kara listemin başına Ankara düştü! Artık Ankara'ya da gidemem! İkbâl ve menfaat çatışmalarının en çirkinlerinin yaşandığı Ankara'da, Ankara'yı güzelleştiren sebebim, yok artık! Ankara'nın çok sevdiğimi zannettiğim bütün makyajı dökülüverdi! Artık Ankara'ya yabancıyım, Ankara bana birinci derecede gurbet! Atsız Hoca demiş ya;
"Od düşmüş yüreğime,
Söndür de derdine yan!
Muhannet yolu kesmiş
Çöldeki merdine yan!
Yarınlar kalleş dolu,
Mert olan her düne yan!..."
Özlemeğe başladığım, her geçen gün özlemimin katmerleşeceği dünlere özlemimle; kalleşlerle dolu yarınlara selam olsun gene de...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 06, 2009

YENİDEN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ MEŞ'ALESİ...

Türkiye'deki liderleri tesbîte çalıştım! Sizlerle pasta değil bir liste paylaşacağım! Vallahi paylaşılacak pastamız, hiç olmadı! Ömrümüzden, ikbâllerimizden, istikbâllerimizden ve canımızdan koparılan canlarımız yüzünden acılarımızdan başka paylaşılacak metâmız hiç olmadı hiç!...
İşte listem: Salih Uzun, Ali Öner, Cem Toker, Bülent Şimşek Özçelik, Mehmet Beşir Bilgiç, Levent Tüzel, Şevket Doğan Tarkan, Gencehan Tunay, Mahmut İhsan Özgen, Bilge Contepe, Ümit Şahin,Bektaş çelebi, Mustafa Özman, Erkan Baş, Bayram Bozyel, Cevdet Anaçoğlu, Filiz Koçali, Mehmet Yücel Ağargün, Necati Bektaş, Hakan Öztürk, Yusuf Erikel, Ahmet Yılmaz, Nurullah Ankut, Tekin Erenem, Kadir kartal, Zeki Kılıçarslan, Mahmut Yılbaş, Tuna Bekleviç, Şerafettin Elçi, Sezai Karakoç, Mehmet refik Yücel, Çetin Özaçıkgöz, Yavuz Uysallı, Hamza Baş, Cenk Tozkoparan, Demir Çelik, Gökçe Fırat Çulhaoğlu, Mustafa Reşit Burkan, Sevim Belli, Dursun Güneş... Bunlar, partileri olan liderler! Bu listenin eksikliğini, biliyorum. Hani her partinin seçilmiş genel başkanına veya parti kurarak kendisini genel başkan ilan etmişlerine lider diyorlar ya! İşte bu, onların listesi! Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel ve hepsi hayatta olan eskimiş parti genel başkanları, yok listede!
Türkiye'de iki kavramın bozulmasına hep itiraz edeceğim!
Birincisi; tarih yapan ama yazmayan, gittiği her toprağı canıyla kanıyla vatanlaştıran ve her vatanlaştırdığı yerde devlet kuran Türk Milleti'ne; halkları toplayarak milletleştiren, başlıya baş eğdiren, dizliye diz çöktüren Türk Milleti'ne, en milliyetçi ağızlardan bile Türk Halkı denilmesine, ölesiye itirâzım var!
İkincisi; her parti kurana veya her parti genel başkanına lider denilmesine! Sadece sözlüğe bakarak bu anlam verilebilir ama yaşayan ve canlı olan dilde, her kavramın sözlük anlamıyla kalmadığı, bir gerçektir.
Lider: Düşünen ve düşündüklerini uygulayandır. Lider; arkasından gelenleri asla merak etmeden, tesbît ettiği hedefe yürüyendir."Bayrağı aldım. Arkama bakmadan yürüyorum. Düşersem bayrağı kapın. İleri, daha ileri gidin. Dönersem vurun. Dâvâya katılıp dönen her kesi vurun." sözünden dolayı idamla yargılanan ama aslâ milletine ve devletine küsmeyendir. Lider; kendisini ve ikbâlini düşünmeğe zaman ayırmayandır. Lider; en tanımadığı taraftarı tarafından hayatı çalınandır. Lider; on dört yıl cezaevinde kendisini öpmeği, gıdığını koklamayı hayal ederek yatan taraftarını bağrına basarken insanca göz yaşı akıtandır. Lider olunmaz. Kimse lider edilemez. Lider doğulur. Lideri şartlar çıkarır. Ya da şartları ve meseleleri milli menfaatlere te'vîl edebilendir lider. Gelene yenge, gidene sağdıçlık edenlerden, Meclis'te AB ve ABD'nin dikte ettirdiklerini millet adına yasalaştıran veya yasalaştıranlara itiraz edemeyenlerden lider olmaz! Türk Milliyetçiliğini siyâsî alana sokan; milleti cemaatçilikten-mezhepçilikten Kur'an'a, Anadolu'dan Turan'a yönlendirmeği başarmış bir Lider'in mîrası üzerine oturup 'farklılıkların farkında olan"lardan, 36 alt kimlik safsatasına 'Çiçek bahçesi'yle destek çıkandan da lider olmaz!
Iğdır'da iki kere seçim kazanmış Belediye Başkanı'nı aday göstermeyip bir başka adayla Türk oyları ikiye böldürerek aradan PKK'nın çıkmasına zemin hazırlayandan da!
Kars'ta; MHP'ye millet vekili çıkaran teşkilatın başkanını aday göstermeyip, geçen dönem seçim kaybetmiş taraftarda ısrarla, ülkücünün ülkücüyü öldürmesine sebeplik edenden de olmaz lider! Korkum ve endişem, çok!...
Türk Milliyetçiliği siyâseten sahipsizliğe itilince yeniden toparlanmak için fikir alanına çekildi! Her türlü bölücü şövenizmin halkçılık ve farklılıkların farkındalık olarak tarif edildiği Türk Vatanında Türk Milliyetçiliği; yasaklanan, korkulan tek düşünce ilan edildi! Buna göz yuman, sessiz kalan genel başkana da hâlâ lider denmez mi? Aklım uçuyor!...
Şükr'olsun ki; fikir bazında da olsa "Yeniden Türk Milliyetçiliği" diye bir meş'alenin ışığı var.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Nisan 04, 2009

SIRA, UYUYANDA!...

Seçim bitti. Şimdi, nisyân ile malûl beşer hâfızasının unutması için oyalanma zamanı!
Kazanırken kaybeden, kazansa da kaybetse de kaybeden partilerimiz, particilik oynayanlarımız, uzaktan kumandalı siyasi rüzgâr güllerimiz, ipleri başkalarında olan siyâsi topaçlarımız, mürekkepleri ve renkleri ithâl olan entel 'Dolma Kalemler'imiz; esmeğe, dönmeğe, yazmaya devam edecekler sahalarında!
Saha dediysem saha değil, açık değil! Kapalı alanlarda, kendilerine saha ettikleri genel merkezlerinde, internetten bile okunmayan ama yabancı adlı, ulusal olmayan tv'lerden okutularak esmelerine, dönmelerine, yazmalarına devam edecekler!
Atatürk'ü, Atatürk'le ülküdaşlığını seksen yıllık ömründe haykırarak giden Alparslan Türkeş'i siyâseten sahipsizliğe; iki Başbuğ'un dillendirdiği Türk Milliyetçiliğini şahsî gayretleriyle sıcak tutan, bölücülüğe ve bölücülere karşı emniyet subabı gibi hissedilen Muhsin Yazıcıoğlu'nu meçhûl-şaibeli bir kaza ile ölüme teslîm ettiğimiz bu sıcak günlerde, ilgililere sorularım var.
Merkezci yâni renksiz, yâni rakım olarak sıfır partilere; sağcı partilere, solcu partilere; liberal, laik, Atatürkçü geçinen partilere; milliyetli-milliyetsiz partilere; dinli-dinci partilere-patates dinli partilere; AB veya ABD'ye teslîmiyeti demokrasi diye yutturmaya çalışan demokrat maskeli partilere; teslîmiyetçi partilere karşı çıkıyormuşçasına Silâhlı Kuvvetlerimize taraftarlık yapar görünüp Ordu'yu siyâsetin merkezine çekmeğe çalışan darbe hayalcisi partilere sorularım var.
Hükümet olan-olmayan, muhalefet eden-edemeyen, Meclis'e giren-giremeyen, alt-üst kimliği olan-olmayan partilere, velhâsıl topyekûn bütün partilere-particiklere sorularım var.
On binden fazla Mehmetçiğimiz'i, Güvenlik Görevlilerimiz'i, Korucularımız'ı, Öğretmenlerimiz'i, Hemşîrelerimiz'i, Doktorlarımız'ı neden şehîd ettirdiniz? Otuz binden fazla vatandaşımızı, tamamı Kürt olan köylülerimizi neden katlettirdiniz?
Ordumuz'a Meclis'ten sınırlarımızı kollamak görevi vermediniz mi? Sınırlarımızı ve devletin, milletin, vatanın bölünmez bütünlüğünü koruma-kollama görevi vermediniz mi? Defalarca sınır ötesine akınlara göndermediniz mi? Bu uğurda şehîd olanları resmî törenlerle uğurlamadınız mı? Kalanlara Gâzi ûnvanı vermediniz mi? Başarılı görev yapanlara üstün hizmet madalyalarını, kahramanlık-gâzilik madalyalarını resmî törenlerle Köşk'te takmadınız mı?
Şimdi AB ve ABD emrediyor diye bu madalyalı kahramanlarımızın yargılanmasını, başarılı görevlerinden dolayı sorgulanmasını demokratlık olarak tarif ederken yüzünüz kızarmıyor mu? Mâdem böyle yaparak demokratlaşacağınızı zannediyordunuz, on binlerce Mehmetçiğimiz'i neden şehîd ettirdiniz?
Teröristleri ceza evinden seçimlere sokarak neden Meclis'e taşıttınız? Şimdi onların PKK adına seçime girip kazanmalarının veya kaybetmelerinin hesâbını, milletten mi soracaksınız?
DTP adındaki, Meclis'te kurulmalarını seyrettiğiniz PKK partisinin, tehdîtlerle gasp ettiği belediyelere, demokratik sonuç olarak mı bakıyorsunuz?
Cemil Çiçek'in millî vicdâna sözcülük eden tavrını; Batı muhibbi siyâsilerin linçine nasıl teslîm edersiniz? Iğdır'ın, Van'ın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun hesâbını kimden soracaksınız? Maskeli vekillerinizin, PKK temsilcileriyle yaptıkları söylenen toplantıları unuttuk mu? Kazandığınız seçimlerde neler kaybettiğinizin farkında mısınız? Farkındaysanız intikama mı hazırlanıyorsunuz?
Sorularımızın cevâbı da bizde! Herhalde erken gelecek olan sandıkta, millî hesaplaşmaya hazır olun diye uyarmak ta bizim görevimiz olsun! Nasıl taraf olunurmuş, millî taraftarlık nasıl olurmuş görürsünüz! Keser dönecek, sap dönecek, bir gün de hesap dönmeyecek mi?
Rüzgâr eken fırtına biçer beyler! Sayılı günler de Vallâhi tez geçer. Uyuyana sıra tez gelir!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÜMİTSİZLİK, ÎMANSIZLIKTIR...

Allah'a îman etmiş, Allah'a teslîm olmuş hiç bir kulun, ümitsizlik gibi şeytâni bir duyguya kapılma hakkı, yoktur...
Çârelerin tükendiği yerde çâre üretmek te liderlere has bir Allah vergisidir. Bütün kavramların sabote edildiği, içinin boşaltıldığı günümüzde; sözlük anlamından daha kapsamlı ve mes'uliyyetli anlamı olan liderlik, basite indirgenerek kullanılmaya başlandı!
Yasaların istediği sayıda kişiyi bir araya toplayıp, müracaatla parti kuran her kese, lider denilmeğe başlandı! Veya bir türlü ele geçirilen genel başkanlıara; "kanun hükmünde kararnâme"lerin sağladığı padişahlıkla, istediklerine delege ünvanı veren despotlara, lider denilmeğe başlandı!
Tevâfuken olduğuna inandığım bir zamanlama ile; "Lider-teşkilât-Doktrin" üçlememize de deyineyim. Başbuğumuz'un, siyâseten tek ve değişmez Liderimiz'in Hakk'ka yürüyüşünün üzerinden on iki koca yıl geçti. Ne kadar "Artık Türkeş öldü! Hareketin lideri Devlet Bahçeli" diye diretenler ve D.B.'yi lider değil genel başkan olarak bile kabul etmeyenlere dayatmalar, zorlamalar, saldırılar yapıldıysa da; Başbuğumuz'un Başbuğluğu ve Liderliği o kadar pekişti. Başbuğumuz o kadar ölümsüzleşti.
Başbuğumuz'u, Liderimiz'i fâni tarif ederek hâfıza ve gönüllerden silmeğe kararlı bir grup; sadece her 4 Nisan'da medyâtik bir kabir ziyâreti ile, sahte demokratların her 10 Kasım'da yasaların emriyle katıldıkları törenlerdeki suratlarının benzeri çehrelerle, siyâsi şov yaptılar on iki kere!...
Sağlıklarında; Başbuğumuz ile Muhsin Başkan'ı birbirinden koparan sonra Muhsin Başkan'ı dışarda bırakarak yeniden partiye dönenlerin ne yapmak istediklerini, sorgulamamakta direndik! Yine sağlıklarında Muhsin Başkan'ın Başbuğ'la barışmalarını -ki hiç küs kalmadılar- engellemek için her yolu deneyenler, her ikisinin de Hakk'ka yürümelerinden sonra, en duygusal konuşmaları yapmağa başladılar! Bu konuyu bizzat şahitlerinin de artık susmamalarını rica ederek mutlaka vuzûha kavuşturmak gerek. Konum şimdilik bu değil!
İçine itilmek istendiğimiz ümitsizliğe dönmek istiyorum. Ümitsizlik, îmansızlıktır hükmünü bir daha hatırlattıktan sonra; "Söz ortanındır, kim alırsa ona kalır." darb-ı meselinden hareketle bir şeyler söyleyeceyim.
Kıyametlere, tufanlara denk bâdireler atlatmış, on binlerce yıldır sağ ve ayakta kalmayı başarmış Türk Milleti olarak; Allah(c.c.)'tan övgülü, Peygamberimiz(s.a.v.)'den dualı bir millet olarak uzun süreli zillet yaşamayacağımıza îmanım tamdır.
Türk Milleti'nin, hele Yeniden Türk Milliyetçiliği'nin aslâ ümitsiz olamayacaklarını ve tesâdüfen veya tevâfûken bir Ümit'lerinin olduğunu bildiğimi, söylemeden edemem.
Umarım haddi aşmak olarak yorumlanmaz! Demir tavında dövülmezse soğur ve bir şeye yaramaz diye hatırlatmak isterim.
Türk Milleti ve Türk Milliyetçilerine karşı; her türlü saldırının, kıyımın fiilen yapıldığı ve artık alenîleştiği günümüzde, ümidimizin varlığını hissettirmesi zamanı diye düşünüyorum ki bu Ümit yapacağı vakûr ve âdaplı çıkışıyla sadece Türk Milliyetçilerinin değil Türk Milleti'nin Ümit'i olmaya çok müsait... Anadolu'da, evlerine hapsolmuş, volkan yürekli "Dava Aysbergleri", "Ülkü Devleri", vatanseverler, milliyetçiler bir işâret, bir kıvılcım beklemektedirler.
Şu anda siyâseten sahipsizliğe mahkûm ve terk edilmiş Türk Milliyetçiliği'ne hemen sahiplik edilmezse, korkarım yarın biraz daha geç kalınmış ve mücâdele zorlaştırılmış olur.
Başbuğu'nu on iki yıldır kaybetmiş Türk Milliyetçileri, her şeye rağmen Ankara'da dağları olarak gördükleri Muhsin Başkan'larını da dağlara kurban verince şahlanmış bütün öfke ve hissiyatları ile bir işâret beklemektedirler.
Ümit'ten hemen, ümit veren bir Ümit'likle işâret vermelerini beklediğimi, şahsen söylemeliyim. Erken çıkanın yol aldığını bilirim. Kurnazlar düşününceye kadar, Ümit'in atlanıp yürümesini istemekte ve dilemekteyim Mevlâm'dan. Türk Milleti'nin son sistemi Cumhuriyeti ve demokrasiyi araç olarak kullananlarca onlarca yıldır durağanlaştırıldığını gören ve itiraz eden bir davranışın, Ümit'i, Liderliğe taşımasını da ümîd ediyorum.
Nerde hareket, orda bereket ilkesiyle; Hadi, Yeniden Türk Milliyetçiliği'nin Ümit'i!... İşâreti, Yeniden Türk Milliyetçiliği'nin Sancağı'nın açıldığı muştusunu verin lütfen... Ümitsizlik, îmansızlıktır.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN