Salı, Mart 31, 2009

DAĞLAR...

Dağlar!
Başı dumanlı dağlar! Hani bize yuvaydınız?
Hani padişah fermanına karşı bizimdiniz? Bize kastınız neydi? Kıskandınız mı sevgimizi dağlar?
"Dağ başından kış, yiğit başından iş eksik olmaz." derdi atalar. Senin başındaki kışa eyvallah ta Yiğidimiz'in başındaki işe ne demeli Dağlar?
Size gereken ihtirâmı mı göstermedi? Sizdeki yarpuzlu koyakları, ondan başka bilen kaç siyâsetçi var ki kıydın Yiğidimiz'e Dağlar?
Bizden öncekilerin çileleri tarih oldu! Bizim neslin hakkında tam kırk yıldır fermanı var padişahların! "Ferman padişahın dağlar bizimdir" diye kafa tuttuk kırk yıldır. Güvendiğimiz dağlara kar mı yağdı Dağlar?
Dağlar, bizi niye dağladınız?
Yiğidimizi aldıktan sonra pusunuzu, sisinizi niye dağıttınız dağlar?
Yiğidimiz'i; bu hava koşullarında size gönderenlerin üzerine niye çığlarınızı salmadınız? Kahpe felekle, kahpelerle, işbirlikçi teslimiyetçilerle, hainlerle sizinde mi ortaklığınız var Dağlar?
"Dağlar dağımdır benim
Gam ortağımdır benim" diyen bizden başka kim kaldı Dağlar?
Dağlar! Ferhat olacağız hepimiz! Dağlar, seni delik deşik edeceğiz! Dağlar, artık sizi sevmeyeceğiz!
Türk Milleti'ne, bize kastınız neydi dağlar?
Dört yüz yıl, Ergeneko'nu Çinliden saklayan siz değil miydiniz? Onlarca yıl Köroğlu'na, onlarca yıl Dadaloğlu'na, Onlarca yıl Şeyh Şamile, onlarca yıl Osman Batur'a açılan kucağınızı neden Yiğidimiz'e kapattınız? Yol verseydiniz yıkılır mıydınız?
İşgâlde misiniz? Siz de mi satıldınız Dağlar?
Yaylaya çıkmayanlara, kızdıysanız haklısınız! Yiğidimiz'in taksirâtı neydi dağlar? Sizinde mi gücünüz sevdâlınıza yetti? Yoksa sizde mi ülkücüsünüz?
Namlulara verdiklerimize alışmıştık! Dar ağaçlarından selâm alan Yiğitlerimiz'e ağlamaya alışmıştık! Yasalarımıza zorla mahkûm ettirilen Yusufiyelilerimiz'e alışmıştık! Terk edenlere, terk ettirenlere, terk etmemekte direnenleri ihraç edenlere alışmıştık! Siz ne istediniz bizden dağlar?
Vicdânımız, îmanımız küsmeğe izin vermiyor! PKK'lıya karşı susup Bozkurtlara saldırtılan genç kurtlara kızamıyoruz! Bize "hâin" diyenlere kızmağa tenezzül etmiyoruz artık! Millete ters düşenlerin, bize ne dedikleri umurumuzda bile değil!
Ya siz dağlar, ya siz? Siz ne istediniz Yiğidimiz'den?
Ankara'da güvendiğimiz tek Dağımız'ı neden aldınız? Dağlığınız yetmedi mi dağlar? Dağlar gibi dik duruşunu mu kıskandınız? "Çukurlar" arasındaki dik duruşunu, bizden çok mu sevdiniz yoksa? Sizin kabul etmediğiniz nefsi kabullenerek sonra Cihâd-ı Ekber'le mağlûp eden Dağımız'ı kıskandınız mı?
Yıkılasınız dağlar! Vîran olasınız!
Kartallar konmasın taşınıza! Bozkurtlar çıkmasın başınıza! Tek kalasınız! Teklikten çatlayıp ufalanasınız! Yanar dağ ola, bizim gibi yanasınız dağlar!

Be Beğ'im,
Dağlar sisli Be Beğim!
Biz sana Beğim dedik,
Dağlar ise bebeğim...

"İnna lillâhi ve inna ileyhi râciûn" Muhsin Başkanımız'a Allah rahmet eylesin...
Selâm, sevgi; dua, dua, dua...
Mustafa ASLAN

MUHSİN BAŞKAN'A...

Mart'a bak
Nisan'a bak, Mart'a bak
Bir Nevrûz'la berâber
Yürek yakan dert'e bak...
Mart ayı, dert; Nisan'sa mâtem ayımdı. Artık mâtem aylarım birleşti! Her 31 Mart'la başlayacak mâtem'im 4 Nisan'la katmerleşip, mezârıma kadar benimle artık...

Yiğitler destânı kanla yazarlar
Tarih seferinde eser tozarlar
Bütün tuzakları canla bozarlar
Yiğitler can verir millet canlanır
Canlı millet, yiğidiyle şanlanır...

Ölen her yiğitle millet dirilir
Her ölümle târihe şan verilir
Ancak böyle yüreklere girilir
Yiğitler can verir, millet şân alır
Her şâna arkadaş, bir tûfan kalır...

Uğrunda ölmezsen nedir ki toprak
Kapkara toprağa düşen yüze bak
Her düşen yiğitten bir nûr çıkarak
Nurlanır topraklar ve vatanlanır
Yiğitler can verir, millet şânlanır...

Yazıcıoğlu'na yazdırmaz amma
Yazılan yazıyı bozdurmaz amma
Ölümde ecele kızdırmaz amma
Yiğit ölümüyle can dumanlanır
Can verdikçe yiğit, millet canlanır...

Sıra dağlar gibi durmazsak eğer
Sebepten hesâbı sormazsak eğer
Nasıl belli olur verilen değer
Muhsin uçar dağlarda ihsânlanır,
Muhsinler can verir, millet canlanır...

Dünya dönecek ki târih işlesin
Gören bilecek ki zâfer düşlesin
Yiğidim dağlarda karda kışlasın
Sefer başlamazsa, sağlar sızlanır
Yiğidim can verir, millet canlanır...

Taceddin Dergâhı, bekliyor O'nu
Erenler, Kırklar'a ekliyor O'nu
Sonsuzluk Sâhibi saklıyor O'nu
Cananlar canında ölür canlanır
Muhsin'ler can verir dâvâ şanlanır...

Reisim, Muhsinim, canım Başkanım
Çilelere gülen hoş gülistanım
Daha başlamadı sana destânım
Sence üşüyene nâdir rastlanır,
Üşüyen ölürse, millet canlanır...

TÜRK MİLLETİ, BAŞIN SAĞ OLSUN...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 30, 2009

NÖBETTE MİYİZ?

Savaşta da, barışta da en büyük sorumluluk, nöbetçilerindir. Nöbetçilerine güvenen toplumlar, kendilerini emîn hissederler. Bu yüzden saldırganlar, önce nöbetçileri hedef alırlar.
Otuz yıldır, meseleleri akıl süzgecimizden süzerek seyretmeye başladık başlayalı; Türk Milleti'nin, en ehîl nöbetçileri yok ediliyor! Halkları milletleştirmek için insan üstü gayret gösteren millet sevdalıları, halkçılığa, bölücülüğe karşı çıkan Türk Yiğitler yok ediliyor! Farkında olanlar da, olamayanlar da ağlıyorlar, ağlıyoruz sadece!
Nöbetçilerinin ölümüne ağlayan millet, yok edilen nöbetçilerinin yerine yeni nöbetçiler dikmezse, görevlendiremezse saldırıya en müsait yerleri açıktır!
Nisyân ile malül hafızalarımızı hemen yoklayarak, şehîd edilmiş nöbetçilerimizi hatırlamak ve onların nöbet yerlerine yeni nöbetçiler koymak, kimseye güvenemiyorsak kendimiz nöbete geçmek zorundayız!
Emperyalistler; her yandan, her kılıkta saldırıya geçtiler!
Ilımlı İslâm adıyla, Dinler Arası Diyalog adıyla, dindâr maskesiyle saldırılar var. Ûlema, Allah rızasına ses verin: Nöbette misiniz?
Medeniyetler Arası İttifak, BOP Eş Başkanlığı, Birleşmiş Milletler geçici Başkanlığı, Medeniyetler Arası İttifak Eş Başkanlığı adıyla, açılan gediklerden saldırılar var ve artacak! Siyâsiler, nöbette misiniz?
IMF veya Dünya Bankası adıyla, ekonomimizi satın aldılar! Bankalarımız bizim değil! Üreten KİT'lerimiz artık bizim değil! Önce satın alıp, sonra iş yerlerimizi kapatıyorlar! İş adamlarımız, nöbette misiniz?
Silahla, bombayla, trafik kazalarıyla, şaibeli ölümlerle kanaat önderlerimiz otuz yıldır öldürülüyorlar! Devleti suçlamak için dağlarda gebertilmiş terörist leşi arıyorlar! İtirafçıların gösterdiği leşlerle Ordumuzu zan altında bırakmaya çalışıyorlar! Münevverler, nöbette misiniz?
Biz dört biliyorduk! On altı şüpheli kaza geçiren ve sonunda, helikopter kiralayacak gücü hiç olmamış bir Millet ve Devlet sevdâlısı Yiğit, helikopter kazasında şehîd ediliyor! Kazayı haber veren muhabir, bulunamıyor! Bu puslu, acılı günlerde insanlık gösterileri altında seçim yapıldı! Muhsin Yazıcıoğlu'nun, mitinginden sonra helikoptere binmeden, yanındakilere; "Beni öldürecek misiniz?" sorusunu sorduğunu anlattılar! Bu soru ve soruya muhatap olanlar, nöbette misiniz? Alperenler, nöbette misiniz?
Başbakanlık'ta kurulan ve başında Başbakanlık Müsteşarı'nın bulunduğunu BBP Yetkililerinden duyduğumuz Kriz Masası'nın; BBP Genel Merkezi'nde ve Türkiye'nin her yerinde bekleyen Yazıcıoğlu sevdâlılarını haberdâr etmemelerinden, BBP'li yetkililerin bizzat Kriz Masası'na giderek haberlere ulaşmaya çalışmasından, şüphelenen var mı? Şüphelenenler, nöbette misiniz?
Yıllardır aydınlatılmamış faili meçhûl cinâyetler varken, sadece kaza diyerek teslim mi olunacak? Meclis araştırması yapılacağı söylenen bu kazayı, Meclis'te millet adına kimler takip edecek? Hâlâ varlıklarına güvendiğimiz millî refleksli Millet Vekilleri, Allah rızası için nöbette misiniz?
Muhsin Yazıcıoğlu'nu ebedî istirahatgâhına koyduktan, cenâze merâsimlerinden sonra mesele kapanacak mı? Kapatılacak mı? Bütün Zamanların Ülkü Ocağı Genel Başkanı'nın hayâlleri, ülküsü, mücâdeleleri bitecek mi? Ülkücüler, nöbette misiniz?
Bütün sevdâlıları tek tek yok edilen Türk Milleti, müteyakkız mısın? Yapılacak saldırılara hazır mısın? Uyanık mısın? Nöbette misin Türk Milleti? Türk Milleti, nöbette misin?
Cenâze görüp ağlamış, düğün görüp oynamış; tecrübeli, donanımlı, dayanıklı Kutlu Sefer Süvârileri, uyanık mısınız? Allah aşkına nöbette misiniz?
Türk Milleti; bir daha, 'Bir ölüp, bin diriliriz" der misin? "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" demezsek, tehlikedeyiz farkında mısın? Milletim: Nöbette misin?
Vallahi; "Su uyur düşman uyumaz." Billâhi; nöbet, en makbûl ibâdettendir...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BİTTİ, HAYIRLI OLSUN...

Seçim bitti, geçim başladı! Ne olacaksa olacak ve kime ne yapılıyorsa her kese o yapılacak! Biliyorum ki benim canım yandığında, -kullanan kullanmayan- oy sahibi 48 milyon insanın canı da yanacak! Oooh olsun!...
......................
Seçimi, seçim meydanlarını karartan, bütün vicdanları sızlatan, kahredici bir kaza ile Anadolu Türkmeni, Yiğit bir Dâva Adamı Muhsin YAZICIOĞLU'nu, özlediği 'Sonsuzluk Sahibi'ne uğurladık! Allah (c.c.); Yazıcıoğlu'na, şehâdete birlikte gittiği arkadaşlarına, görevleri başında şehîd olan muhabir ve pilota rahmetler etsin, ailelerine-sevenlerine sabırlar versin. Türk Dünyası'nın, Ülkücü Camia'nın başı sağ olsun...
.....................
Anadolu'da; "Geç, hiçten iyidir." derler. Türk'ün aklının başa, bu kadar geç gelmesinden artık bizârım! Bu kadar yolsuzluğa, yoksulluğa, işsizliğe-aşsızlığa, bu kadar kapanan-kapatılan iş yerlerine, işten çıkarmalara rağmen seçim sonuçlarını, anlayamıyorum! AKP kendisini korurken, Ana Muhalefet ve Yavru Muhalefet'in bu kadar müsait bir ortamda büyüyememelerini, anlayamıyorum! Demek ki; "Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ..." diyen Anadolu insanı, bizi târif ediyormuş, anlayamamışım!
AKP'nin, hakkındaki şâibelerden dolayı aday göstermediği birini Adana'da aday gösteren Balgat cenâhı; Iğdır'da -MHP'den- iki dönem seçim kazanmış birini aday göstermeyerek AKP'ye itti! MHP'nin kemikleşmiş oyları ve çok sert geçen seçimler sonucu, milliyetçi-ülkücü-devletçi oylar bölünürken aradan DTP, vurdu çıktı! Şimdiden sonra Iğdır'da olacağından korkulan olayların hesâbı, kimden sorulacak?
Merhûm Yazıcıoğlu'nun, il genel meclisi oylarında hedeflediği % 4'ün çıkmama sebepleri, kıyâmet koptu zanneden ülkücü ve milliyetçiler'in sandık başına gitmediği belliyken, bu haklı sebepten en az % 3'lük bir milliyetçi oyun kullanılmadığı ortadayken, AKP'nin hâlâ kendisini muhafaza ettiğini söylemesini; kim, kime nazıl izâh edecek?
Ankara'da Mansur Yavaş'ın, İstanbul'da Kemal Kılıçdaroğlu'nun özlenen hizmetlerinin, millî ve halkçı edâlarının Genel Başkanlar'ın gölgeleri altında yok edilmesinin hesâbını; kim, kime nasıl verecek? Bu vebâl kimden sorulacak?
Beş yıl daha! Kim öleee, kim kala!
"Durmak yok!" diyor Başbakan. Yolunuz açık olsun! Bu hak eden ve ciyaklamadan yolunmaya hazır milleti yolmaya devam! Vallahi doğru; "İş bilenin, kılıç kuşananın." Kendi ağzından AKP'ye alternatif olduğunu açıklayarak maça mağlûp başlayan bir muhalefetle seçime gitmeğe ne var ki? "Yenildim ama ezilmedim!" tarifli, başarısızlıkta dünya rekortmeni iki "demokratik padişah"la yarışa ne var ki?
Şahsen; Ankara'da, yaşatılan korkudan dolayı hakkımı iki cihanda da helâl etmem Ana ve Yavru Muhalefet'e! Mansur Yavaş ile Melih Gökçek çekişirken, Iğdır misâli aradan Karayalçın'ın çıkmasından ödüm koptu! Nedenini, Karayalçın'ın HADEP'le yaşadığı ittifaklarında arasın merak eden! Gökçek'in dolayısıyla AKP'nin kazanmasına şükredeceğimi rüyamda görsem kızardım! Şükrettim demesem yalan söylerim!
Seçim bitti, geçim başladı! Küresel ekonomik krizin, teyet değil ne kadar direk olduğunu, en fazla 15 gün içinde görürüz! Her kese neyse bana da o! Şimdiden; "Oooh olsun!" bir daha! Ya seçmeyeceksin, ya da bile bile seçtikten sonra, seçtiğine küfretmeyeceksin kardeşim! Genel seçimlerden sonra da demiştim; Artık AKP'ye küfredene, küfrederim!
Fransız şair Paul Valery; "Arslanın vücûdu, yediği hayvanlardan oluşur"; geçmişin çarıklı erkân-ı harbi de;"Düzensiz evin iti, çok ürür" demiş!...
Şükür bitti! Hayırlı olsun...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 28, 2009

KÖPRÜ Mİ'MÂRIMIZA BORCUMUZ...

Köprüler vardır yakaları birleştiren. Tahtadan, kalastan, betondan, demirden, cansız... Köprüler vardır; hasretleri, özleyenleri, sevenleri, insanları buluşturan; gönülleri birleştiren, öfkeleri dindiren, öfkelileri buluşturan, gönül köprüleri vardır; îmanlı, kanlı, canlı...
Bu köprü mi'mârları, ölmezler. Öldürülemezler. Eskimezler... Görevleri, doğumlarıyla başlar ölseler de sürer... Köprüleri kalıcıdır, köprü başı bekleyenler de! Mi'mârın ölümüyle, iki zihniyetin mücâdelesi başlar. Biri; "Mimarımız öldü diyeni öldürürüm!" diye feryâd ederken Ömer'ce; diğeri; "İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn". diye Allah hükmünü hatırlatır Ebu Bekir'ce...
Bu köprülerden geçenler, geçtikleri yeri ezemezler. Sevgi köprülüğüne gönüllü bu mi'mârları incitmeye kimsenin gücü yetmez! İncinen yerlerini, nefslerini iptâl etmişlerdir bu mi'mârlar. Acıyı gönüllü kabul ettikleri için, acıya alıştıkları için başkalarının feryâd etmesine vesile olacak acıları, sigara gibi tiryâkice çekerler ciğerlerine!...
Deli Dumrul'lar olur bu köprü başlarında! Geçenden de, geçmeyenden de akçe isterler! Oysa köprüler olmasa, bunların olma şansları yok!... Mi'mârlar, Dumrullara râzıdırlar köprüleşirlerken!
İnsanlıkla berâber; köprülerde olmuş, köprü başı harâmileri de... Mesele; köprüden geçip geçmemeye, geçerken köprü başı delisine akçe verip vermemeye karara kalmıştır! Köprü ortadadır. Köprü başı bekleyen Dumrullar da... Geçenden de, geçmeyenden de istenen akçe bellidir!
Türk Milleti'nin bir gönül köprüsü mi'mârı daha göçtü!
Türk Milliyetçilerinin; güzelliklere, umutlara, yarınlara açılan bir gönül köprüsü kapısı daha açıldı acıyla! Acı büyük! Acı tarifsiz! Acı dayanılmaz! Acı, tahammül edilir!...
Köprüleşmişlerin kurdukları köprü, görevine devam eder. Yola, yolcudan önce çıkanlar da olur hayat denen süreçte. Yolcudan önce yola çıkan şaşkınlar; yol bilmezler, kaybolurlar! Kaybolanı ehîl bir rehber bulursa kurtulur.
Yakalar arasında başka köprüler de vardır. "Geçme namert köprüsünden ko aparsın sel seni." diye aklı kesenler, her kesi uyarır insanlıkla berâber! Nâmert köprülerinin başında harâmide yoktur! Harâmisiz diye, geçiş beleş diye geçenleri çok olur. Bu köprünün gidişi vardır sadece! Dönmeye izin vermeyen ceberrûtlar bekler öbür başında!
Bu kadar ömürlerce yılda; köprü ile nâmert köprüsü arasındaki farkı fark edememişsek, nâmert köprülerinin diğer tarafındaki ceberûtları bilememişsek geçmeye de, geçip dönememeye de müstehakız! Gönülleri birleştiren köprülerden, harâmilere haraç vermemek için geçmeyip köprüsüz yerlerden yola devam edersek kaybolmaksa mukadder!...
Bir gönül köprüsü mi'mârımızı daha kaybettik!
Mimarımız, özlediğine, seçtiği köprüsünden geçerek gitti. Geride bir köprü bıraktı. Bu yakaya kadar geldiğimiz meşakkatli bir yol sonunda bizi bekleyen köprüden geçenler, geri geldiklerinde karşıda çok güzel yolların varlığından bahsettiler. İnananlar, gönüller birleştiren köprüden geçerek gönüllere doğru sefere devâm ettiler!...
Geçmeyenler, geçemeyenler, korkanlar, yakalarda kaldılar.
Karşı, karşıda; sevenler, karşılıklı el sallamakta ve köprü, ortada! Köprü başı bekleyen Deli Dumrul'da var! Geçenden bir, geçmeyenden iki akçe alacak!
Sadece bu köprü başında kötünün iyisine mecbûriyetin mantığı var! Geçmeden iki akçe verip hasret kalmaktansa; bir akçe vererek geçip, karşıdaki hasretlerle buluşmak akıllıca değil mi?
Sözün hükmünün bittiği yerdeyiz! Karşımızda demokrasi köprüsü ve başında Deli Dumrul! Deli Dumrul'un beklemediği köprülerin, nâmert köprüsü olduğunun, geçenin dönemeyeceğinin bilinmesi zamanı! Üşüme sen Yiğit Mi'mâr, üşüme...
Hükmü kalmayan sözün tamamı, aptala ....
Mi'mârımıza ve arkadaşlarına Allah'tan rahmet sevenlerine sabır diliyorum bir daha.
Selâm, sevgi, dua, dua, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 27, 2009

UTANIYORUM REİS!...

"Beton çok soğuk! Üşüyorum..." demiştin! Zaman da, toprak ta, Vatan da, millet te, seni seven yürekler de üşüyor Reis! Ben, hem üşüyor hem utanıyorum!...
Ömür boyu çektiğin çilelere rağmen gülen, gül veremediklerine gülüveren Yiğit; "Üşüyorum!" diyerek vedâ ettin, sinsice gülümseyenlere bile!
Millet te üşümeli, utanmalı artık! Senin, buzlaşmış elin, milletin bedeninde dolaşıyor Yiğidim! Senin donmuş elin hâla sıcak, milletin soğumayan bedeni soğuk utancından! Utanıyorum!... Uzaydan yer altı mâdenlerimizin cinsinin tesbît edildiği teknolojiyle donanmış, çağ atlamış bir memlekette; pilotsuz uçaklarka mağaralarda terörist bulmakla övünen bir memlekette; her kesi yatak odalarında izleme yeteneğine sahip teknolojimize rağmen seni bulamadık! Utanıyorum!...
"İki saniye sonrasına garantimiz olmayan bir hayatta, fırıldak olmaya gerek yok!" diye kükreyerek gittin dağların zirvesine! Her tarafımız fırıldak Yiğidim! Utanıyorum!...
Devlet olarak; kocaman, çağ atlamış, BOP Eş Başkanı, Medeniyetler Arası İttifak Eş Başkanı, Davos Fâtihi Başbakanı olan bir devlet olarak bulamadık seni! Utanıyorum!...
Artık tanıyanların, methîyelerini duyar gibiyim! Bedenimizde buzdan bir el geziyor! Ben de üşüyorum Reis! Hem üşüyor, hem düşünüyor, hem de ölesiye utanıyorum!...
Seni, Alperenlerin buldu Yiğidim! Teknolojimiz, tele kulaklık şovu yaparken; yetkililerimiz seçim çalışmalarını iptâl ederek olay yerine gelen Başbakan'a yağcılıkla meşgûlken; bilinmeyen sebeplerle Muhabir Delikanlı'nın telefonla konuştuğu yerde değil, telefonun çekmediği yerlerde gûya aramalar yapılırken; fırıldaklar, karanlıkta kaybedip ışıkta ararlarken, seni sevenlerin buldu Yiğidim! Utanıyorum!...
Artık bu memleketin vatandaşıyım demekten, artık bu devlete sadığım demekten, artık bu yasalara güveniyorum demekten, vatan bölünmesin diye ölmekten bıktım, utanıyorum!...
Bir nesîlden intikâm alınıyor!
Emperyalizmin merhâmeti, işbirlikçilerin haysiyeti yok! Irak'ı işgâl eden, müslüman kadınlara kızlara tecâvüz eden, Haçlı şilâhşörü ABD'nin rengi gibi içi de kara yeni Başkanı'nı karşılamak için olmadık hazırlıklara soyunan, Kürt reâlitesinden Kürdistan'a geçen siyâsi erkten utanıyorum!
Senin için; "Yakın arkadaşım." dediler biliyor musun?!!!
Yakın Arkadaşın olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı'ndan, Başbakan'dan, Devlet Bakanı'ndan, İçişleri Bakanı'ndan; hükümetin iktidarsızlığından, beceriksizlinden, bize yabancılıklarından, ötekiliklerinden utanıyorum!
Utanıyorum Reis! Senin için yazmaktan utanıyorum! Dağlardan Cennet'e doğru çıktığın yolculuğundan bir kaç saat evvelki konuşmamızı hatırlayınca; uğrunda öldüğün milletle birlikteliğin, sana verdiği hazzı anlatırken ki keyfini hatırlayınca utanıyorum!...
Benzer bir tecellîyle, aynı böyle karda-kışta uğurladığımız Başbuğ Alparslan Türkeş için tâziyeye gittiğin Baba Ocağı'nda sana yapılanlara karşı söylediğin;"TöresizTürk'ü ben neyleyeyim?" derken ki vakûr gülümseyen yüzünü, hatırlayınca utanıyorum!...
Yiğitlerin hakkını teslîm etmekte hep geç kalan milletten utanıyorum! Muhsin Yazıcıoğlu'nu tanıdığını söyleyerek yıllarca iftirâ eden, en müfterînin Muhsin Başkan'dan iltifât gördüğünü gördüğüm tanıdıklar, sizden utanıyorum!
Vermeğe hazırlandığım geç kalan oyumdan, geç karar veren aklımdan, yıllarca Yiğidimi üzen inadımdan utanıyorum!...
Yiğidim'e ve yanındakilere rahmet;Yazıcıoğlu ailesine, yakınlarına, sevenlerine, sevdâlılarına sabırlar diliyorum!
Utanıyorum Reis! Arkadaşlar utanıyorum!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mart 26, 2009

ÖLDÜRDÜĞÜMÜZ İNSANLIĞIMIZA AĞLAYALIM!...

Allah'ın hükmü, bu! Yaratılan ölecek. Ondan geldik, O'na döneceğiz...
Ateş te düştüğü yeri yakacak. Yanmayan canların gözünden yaş gelmeyecek! Ama sayısız ağlayanın, sayısız dua edenin, sayısız yakarış gönderen ağızların seslerini duyar gibiyim.
Türk Milleti,
Müslüman Türk Milleti,
Rumeli'ni Türkiye'leştiren, İkonyumu Konya'laştıran, Kostantinapolisi İstanbul'laştıran, Amed'i Diyarbakır'laştıran; toprağı ölerek vatanlaştıran Millet; gelin bu coğrafyada ölen insanlığa, gelin "Kim uğruna olmazki fedâ" diye tarif edilen bu topraklarda inkâr edilen yüreklerimize, öldürdüğümüz değerlerimize ağlayalım ve öylesine ağlayalım ki gördüklerimizi görmemek için kör olsun gözlerimiz!
"İki saniye sonrasına garantimiz olmayan bir hayatta, fırıldak olmaya gerek var mı?" diye sevenlerine seslendikten sonra meçhûle uçan Muhsin YAZICIOĞLU ve yanındaki beş kişiye rağmen, müzik programı yayınlayabilen televizyonları duymamak için sağır olsun kulaklarımız!
En dincisinden, en ateistine kadar bir birinden farkı olmadan reklâm pastası yarışındaki televizyonları görmemek için kör edemezsek te kapatalım gözlerimizi! Sağır olmasak ta duymamak için açmayalım bu nâmert yayınları!
Hele Pir Sultan'ın; "İlle dostun gülü yaralar beni." tarifindeki davranışlara iki kere dikkat edelim eğer hâlâ ferâsetimiz varsa!...
Seçim mitinglerini iptâl ederek, BBP Genel merkezi'ne geçmiş olsuna koşan siyâsilerimize, özellikle yaşına rağmen insanlığın ve müslümanlığın gereğini ihmâl etmeyen Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN'a, en sert muhaliflerinden olduğunu bile bile koşarak giden Deniz BAYKAL'a ve diğer parti mensuplarına insanlık adına, Müslüman Türklük adına teşekkür ediyorum. genel Merkez önünde, olay mahallinde dondurucu ayaza rağmen gittikçe kalabalıklaşan ve bir yere ayrılmayan dualı ağızları tanıştıran Rabbim'e de şükrederim...
Bu ciddî meseleyi ihmâl edenleri ihmâl etmeyen millete, millet dersem namert olayım artık! Demek ki halklarmışız! Demek ki Atatürk'ün milletleştirmeğe uğraştığı hakları millet edememişiz! Millet olamamışız, millet!...
Îmanına tanıyan her kesin şehâdet edeceği, vefâlılığından dolayı teşkilatı mensuplarınca hep tenkît edilmiş, hiç bir tanıdığını mevki ve makamına asla bakmadan ihmâl etmeyecek kadar sahâvet sahibi, "Îmanıma yönelen namluya baş eğmem!" diyecek kadar cesûr; tek başına, devlet imkânlarından asla istifâde etmeden, kendini milletine hasretmiş bir Dâvâ Adamı'nın başına gelenleri, rutin bir olaymış gibi karşılayabilenlere beddua ediyorum artık!
"Babamız ölse de işimizi yapar şarkımızı söyler, göbeğimizi atarız." diyen, saygıyla karşıladığım meslek sahipleri hâricinde; o meslek erbâbına görev veren iş sahiplerine, televizyon sahiplerine, program yapımcılarına lânet ediyorum!
Devlet yönetmek, milletle bütünleşerek olur! Millete rağmen devlet yönetilmez, yönetilemez! Organize İşler Şubesi'nin; istediği adamı, istediği anda, telefonundan hareketle, dünyanın neresinde olursa olsun yakalayabildiği bir dönemde; dakilarca süren telefon görüşmesine rağmen Muhsin YAZICIOĞLU ve yanındakilerin yerini tesbît edemeyen acemilere, beceriksiz değillerse insanlığın yüz karalarına beddualar ediyorum!
Bu fotoğraftaki biz olamayız! Bu görünen; yayın akışını değiştirmeyen, habere mecbûr oldukları için ekrana kilitlenmiş yaralı yüreklerle müzik ve reklâmlarla alay edenlere, beddua ediyorum! Lânet ediyorum! Beddua ve lânete inanmayan inançsızlara da anlayacakları dilden ana-avrat küfrediyorum!
Ya Rabbi, kendisini seven sevmeyen her kesi sevdiğini bildiğim Muhsin YAZICIOĞLUNU; Hz. İbrahim'i ateşten koruyan, Hz. Yunus'u balığın karnında muhafaza eden sana emânet ediyorum! Ya Rabbi, Allahlığına sığınıyorum. Ol deyince olduran kudretine sığınıyorum!
Ya Rabbi, şu an çâresiz îman ehli, kimsesiz kaldı! Eeeey "Kimsesizler Kimsesi"; kimsesizimizin Kimsesi Sen ol!...
Duadayım Dostlar! Sizlerden de dua, dua, dua...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

DUAYA İHTİYACIMIZ VAR...

Sözün bittiği an! Dillerden dökülen duadan gayrı hiç bir sözün hükmünün kalmadığı bir an!... Şu an saat 01.50. İnternetten ve elimdeki kumandayla üç gün sonraki seçimsizliğe kilitlenmiş kanallar arasında, deli gibi dolaşıyorum.
Dost insan, adam gibi adam, yiğit mi yiğit, îman ehli, îman eri Muhsin Yazıcıoğlu'na hâlâ ulaşılamadı!
Bir buçuk yılda dört ciddi trafik kazası geçirmişti! Bütün uyarılarımıza; "Biz, Allah'a teslimiz! Ne emrederse o olur." diye cevaplayarak kazayı yaşayan o olmasına rağmen bizi teselli eden de o olmuştu!
Allah'ım'dan duam ve dileğim; Ya Rabbi! Nolur gene bizi sitemlerimize aldırmadan teselli etme hakkını tanı Muhsin Başkanımız'a. Ya Rabbi! Sevenlerini onsuz koyma! Bütün sevenlerinin ona ihtiyacı var...
Hakkında; bilhassa her seçim döneminde, tanıdığını söyleyenler tarafından neler söylendi neler! Ne söyleyenlere, ne de söylenenlere küsmeğe tenezzül etmedi hiç! Dünyanın neresinde olursa olsun, hiç bir tanıdığını ihtiyacı olduğunu duyduğunda yalnız bırakmadı. Her şartta destek olduğu hiç bir tanıdığından da siyâseten yardım talebinde bulunmadı!
Sivas'tan bağımsız olarak katıldığı son seçimler öncesini hatırladım. Bir kaç samimi insanın, düşüncelerinden hareketle, parçalanmış Ülkücü Hareket'i birleştirmek için bir teşebbüs yapıldı. İnandığım ve çok heyecanlandırdığı için ben de bütün yüreğimle uğraştım.
Ziyâretler ve sohbetler fiilen başlamadan önce Dost Muhsin Yazıcıoğlu'ndan bir davet aldım. Bir otelin salonunda, eski arkadaşlarıyla bir sohbete davet ediyordu. Koşarak gittim elbette. Koşarak gitmeme rağmen, en son katılan da ben olmuştum! Özür dilememe fırsat vermeden; O, Yürekli, pamuk yumuşaklığındaki sert mücâdele adamı, benim yerime mazeret açıklamıştı misafirlere. O günü; "KIRK YILLIK ÜLKÜCÜNÜN KIRK YILLIK HAYALİ"diye anlatmıştım bir yazımla. Muhsin Yazıcıoğlu, toplantıyı açarken; "Arakadaşlar, buraya bütün ünvan ve rütbelerimi soyunarak geldim. Sizlerle dertleşmek istiyorum. Hepinizden bir şeyler sorduktan sonra, tek bir sorum olacak." demişti. Sonra sohbet; Türkiye'nin veya dünyanın neresinde olursa olsun, ihtiyaç duyan ve haberinin olduğu kimi yalnız bıraktığı şeklinde sorusuyla ve verilen cevaplarla devam etti. Bilenler, bildikleri yardımlarını anlattılar Dost İnsanın. Her anlatılanı dinleyip ve kendi bildiklerimi hatırladıkça utancımdan ölecek gibiydim. Ve nihâyet sıra, soracağı tek sorusuna geldi; "Peki arkadaşlar! SİZ, BENİM İÇİN NE YAPTINIZ?" Cevap yoktu!...
Hele ben! Hele ben! Her dÎni bayramda çocuklarımla ziyâretine gittiğimde, açılan sohbetlerde veya yöneltilen sorularda; "Abi! Canım lâzımsa sol avucundadır. İstediğin gibi kullanma ihtiyÂrındasın. Ama siyâseten benden sana bir oy bile düşmez!" derdim. Muhsin Başkan'ın, hepimize sorusu ve sükûtla aldığı cevap, ayrıca yılda iki kere yaptıklarım aklıma geldiğinde, pişmanlık ve utancımdan ölecek gibi olmuştum!
Dağılan ülkücü hareketin birleştirilmesini becerememiştik. Olmamıştı! Olayın suçlusunu, suçsuzunu artık Allah'a havale ederek söylemeyeceğim çünkü çok hissiyim şu an! O günkü nedâmetimi hem o toplantıda, hem de kısa bir müddet sonra BBP'nin Kurultayında kürsüden açıklayarak Muhsin Başkan'a yakın durmaya başlamıştım.
Bu menfûr kazadan bir gün önce telefonlaşmıştık. Erzurum'daki, Pasinler ve Horasan ilçelerindeki gördüğü samimiyet ve coşkudan memnuniyetini anlatoyordu. Çok mutluydu. Kendi mutluluğunu, sevdiklerine umut olarak yansıtmayı çok beceren sahavetli yüreği ile anlatıyordu. "Allah emeklerini zayi etmesin Abi." diye dualarla bitirmiştik görüşmemizi...
Ya Rabbi! Medet te senden, merhâmet te! Ol dersen olur Ya Rabbi! Şu an sana açılmış yüzbinlerce elden, yalvaran yüzbinlerce dilden birinin duâsını kabul eyle Rabbimiz! Emrine tâbi'yiz. Senden gelecek her şeye teslîmiz. Sevdiğimizi, sevenlerine, bize bağışla ya Rabbi...
Dedim ya duâdan gayrı bütün sözlerin hükmünün bittiği bir an!...
Duâya devam dostlar, duâdayım...
Selâm, sevgi, dua, dua, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 25, 2009

SUSARAK HAK ETTİK!...

"Kötünün iyisi"ne mecbûriyet, hiç bu kadar açık olmamıştı!
Beraber büyüdüğü arkadaşının selamını almamasına içerleyen adam, yaklaşır;
- Hayrola? Bir şey mi oldu?
- Anam, senin ananı kerhânede görmüş!
Adam, iki kere şaşırmıştır;
- Senin anan, kerhânede ne arıyormuş?... Çok bilinen bir fıkra veya kıssa!...
Bu kadar "kötünün iyisi"ne mecbûriyet, yakın tarihimizde işgâl dönemlerinde yaşanmıştı. Almanların mı yoksa İngilizlerin mi yönetimi diye çekişen batıcı aydınlarımız olmuştu!
Damat Ferit'lerden sadrazamlar, Ali Kemal'lerden gazeteciler olmuştu! Sâid-i Kürdî'den Teşkilât-ı Mahsûsacı, Osmanlı Bankası adında Düyûn-u Umûmiye'ye bağlı merkez bankamız olmuştu! Şimdi adına vakıf kurulan Mustafa Sabri Efendi'lerden şeyh-ül islâmlar ve Mustafa Kemal'i yakalayıp yok etmek, Ankara'daki Meclis'i "doğmadan boğmak" için Kuvayı İnzibâtiye adında ordumuz olmuştu!
Allah korusun, tarih tekerrür mü ediyor? Batı basınında, "AKP kendi derin devletini kuruyor." şeklinde haber-yorumlar yazılıyor, gören-okuyan, yok mu?
"Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, ... , Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, ... için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim." yemîniyle görev alan kişi, Irak Anayasası'nda öyle deniliyormuş diye, Irak'ın kuzeyine "Kürdistan" diyor! Yemîne sadâkat nerede? Yemîn mi yok, sadâkat yemîni edilen Anayasa mı?...
Cumhurbaşkanı A.Gül'ün, Dışişleri Bakanı'yken ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la yaptığı 14 maddelik anlaşma mı yürülükte?
Milli Mücâdele'yi devlete başkaldırma, hareketin başında bulunan Mustafa Kemal'i ise, Hilâfet ve Saltanatı kaldırarak "Sultan Osman Oğlunun makamına" geçmek isteyen bir âsi olarak târif eden güçlerin dönemini mi yaşıyoruz?...
Sadece Türk Milliyetçiliği'ne düşman, demokrasi denilen sistem, bu mu? Güneydoğu illerimizde, milleti AKP ve DTP arasında tercîhe mecbûr eden, 'AB muhibleri cemiyetleri'nin hâkimiyetinin adı mı demokrasi?
Cumhûriyete sâhiplik edecek, milleti temsîl için seçilmiş yeminli vekillerden millete ve ettiği yemine sâdık kimse kalmadı mı? Dîn'in dinciler, milletin milliyetçiler, Atatürk'ün Atatürkçüler, laikliğin laikçiler, demokrasinin sahte-maskeli demokratlar tarafından yok edildiğini görecek kimse kalmadı mı bu memlekette?
Çok öldüren eşkiyaya teslim mi olunacak? Devlet otoritesi nerede? Devlet adına, aldıkları görevleri bihakkın yerine getiren ve bu yüzden madalyalarla ödüllendirilen, kahraman pâyesi verilen görevlilerin yargılanmasını; kim, nasıl izâh edecek? Ordusunun demokrat maskeliler karşısında çâresizliğini görecek gerçek demokrat kalmadı mı memlekette?
"Kürdistan" diyen Cumhurbaşkanı; Anayasaya, vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağına ettiği yemine karşı, suç işlemedi mi?
Cumhurbaşkanı'na konumu itibâriyle hesap sorulamaz -ki sorulamasın- ama Gül'ü, -dün söylediklerini bile bile- Atatürk'ün makamına taşıyanlardan da hesap sorulamaz mı?
Türk milleti değil miyiz biz? Devlet te milletin değil mi? Millet, AKP'ye oy verdi diye teslîm mi oldu? Hâlâ devletin çökertildiğinin, en yetkili makamlarda oturanların elindeki beyaz teslîm bayrağının farkında olamayacak mıyız?
Şimdi sıra, susanda! Susan da her şeyi hak etti! Susarsam nâmerdim!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 24, 2009

"ÖLMEZ BU HAREKET..."

Ülküdaşlarım;
Vahşi kabileler misâli birbirimize saldırmaya başladık!
Türk Milleti'nin halklara ayrıştırılmasına, ayrıştırılan halklar adına devlete-millete saldırılmasına göz yuman, hainlere meşrûiyet kazandıranlara karşı susanlar, bize saldırıyorlar!
Hayatım boyu sadece ülküdaşlarıma karşı, kendimi savunmuştum. Ülküdaşlarımıza olan muhabbetimizi birileri yanlış anlamış olmalı ki saldırılar giderek arttı!
Bir ileti paylaşmak istiyorum: "Sayın Mustafa Aslan. Sizleri bir ağabey olarak gördüğümüz için gazeteyi de takip ediyorduk. Artık etmemeye karar verdik. Bu gazete, artık eski komünistlerin mitinglerine manşetten adam toplamaya çalışan bir gazete! Benim merakım şudur: Sizin gibi kalemine, inancına ve ülkücülüğüne güvenmemiz gereken insanlar buna nasıl tahammül ediyorlar? Bunlar, sizin gibileri Truva atı olarak kullanıp ülkücülerin evlerine girmeye çalışıyorlar? Lütfen tavrınızı bizim de duyacağımız, okuyacağımız şekilde ortaya koyun. Saygılarımızla." (İsim bende...)
Bu konuda, çok yazdım. Bir daha yazayım; ".... ülkücülüğüne güvenmemiz gereken" sözüne dikkat edilirse, bir emre uymak açığa çıkar! Güvenip güvenmeyeceğinize, ülkücü olup olmadığımıza kararı, siz mi vereceksiniz ki bizi anlayasınız? Bizi tanımanız gerekmez mi? Bizi tanımanıza Balgat'tan izin çıkar mı?
Başbuğumuz'a, dâvaya, bölünmez millet bütünlüğümüze ihânet edenler tarafından hain îlan edilmedik mi biz? Yapmayın Allah aşkına!
Artık "Ülkücüyüm." dediğinizde, en yakınlarınızdaki istihzâlı bakışları, fark etmiyor musunuz?
Gazetemizi okumamakla tehdit ediyorsunuz! Elbette merhâmetsizce itham ettiğiniz Gazetem'i savunmak, vicdâni görevimdir.
Savunmaya başlamadan, yanlıştan örnek olmazsa da ben de size;
*Tahkim ve uyum yasalarında imzaları olan; bu yasaların getirdiği kolaylıkla vatanın paylaşılmasına zemin hazırlayan, Irak'ı işgâl eden ABD askerlerine dua eden Gül'ü Köşk'e çıkaran, Köşk'e çıkardıklarının topraklarımıza Kürdistan demesini sağlayanlar mı, yoksa biz mi "Truva atı"yız?
*Davos'ta ki senaryo aslanlığından sonra, Yahûdi lobilerinden özür dilemeğe giden AKP'lilerin yanında yer alanlar mı, yoksa biz mi "Truva Atı"yız?
*Yeni atanan ABD Büyük Elçisi'nin, göreve başlamadan ziyâret ederek; "Sayın Genel Başkan, sizinle çok uzun süreli birlikteliğimiz olacak." dediği kişi ve yandaşlarımı, yoksa biz mi "Truva Atı"yız?
*İmralı hükümlüsünün; "İddia ediyorum Bahçeli MHP'deki şahinleri temizleyecektir. MHP'ye karışmayın!" diye destek verdiği kişi mi, yoksa biz mi "Truva Atı"yız?
*PKK'lılara karşı ülkücüleri susturup, siyâsal uzantılarıyla tokalaşmayı, kucaklaşmayı "Gâzi Meclis'in renklerini tamamlamak" diye yorumlayan zihniyet mi, yoksa biz mi "Truva Atı"yız?
*Okyanus ötesine kaçsa da getirip hesap sormakla tehdit edilen kişinin Köşk'e çıkmasını kolaylaştıran tutarsızlar mı, yoksa biz mi "Truva Atı"yız?
*Altemur Kılıç'la refikliğimize itiraz eden siz; Bahçeli ve Yol Arkadaşların'ın PKK'nın siyâsal uzantılarıyla demokratik arkadaşlıklarına neden susarsınız?
*Ahmet Hakan'a hakaretlerinden dolayı teşekkür eden, ama yürekleri sızladığı için samimice tenkîd eden ülkücülere "hain" diyebilenler mi yoksa biz mi "Truva Atı"yız? Sorularını ve daha nice can yakan soruları sorarım! Yapmayın Allah aşkına!...
Her şeye rağmen bende mâzursunuz! "Ülkücüyüm." demeniz bile sizi ölümüne sevmeme yeter! Size kırılamam ama sizin de saldırmadan önce, vicdânınıza müracaat etmenizi rica etmek hakkımdır sanırım!
Türk Milliyetçiliğimle; 'Çiçek Bahçesi'ne, 'farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi'ne, 'toplumsal dayanışmanın siyâsal iz düşümü'ne, 'Onurlu AB'ciliğe, 'Meclis renklerinin tamamlanması'na, Üç hilâlimizi unutturarak; "Bir hilal uğruna 40 yıl" sloganına Türkçe muhalefet edeceğim!
Başbuğum'un el yazısı ile görevi ve güvenilmemesi belgelenen Bahçeli'ye güvenmeyeceğim! PKK'lılara karşı oda hapsi verilen Ülküdaşlarımız'ı; Ülkü Devleri'nin üzerine saldırtan zihniyete karşı koymaya devam edeceğim!
Ülkücünün ülkücü adaylara destek vermesi nâmus borcudur diye tavrımızı açıklamışken, bize saldıracağınıza, Ankara'da Mansur YAVAŞ gibi bir ehil adayın resimleri yerine, milleti rahatsız eden kendi resimlerini asan işgâlciye yönelin!
Korkmayın! "Ölmez bu hareket, ölmez bu dâva." Bu dâva sürer...
TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 23, 2009

BALGAT'TAN, MİLLET GÖRÜLMÜYOR MU?

Bahçeli ve ekibinin; muhalif olan il yönetimlerini feshederek ülkücü yürekleri incittiği günlerdi. Ki o seçim sonunda, suçlu olarak kendisini açıklamış ve istifa ederek partiyi olağanüstü kongreye götüreceğini ve aday olmayacağını açıklamıştı. Bu alkışlanan erdemli davranışı ile de milleti yerlerine çakılmış, başarısız genel başkanlardan kurtarmıştı! Sonra ne olduysa olmuş ve "Devletin başına Devlet" geçsin diye, Ülkücü Hareket'in ilk yalancı genel başkanı olmuştu!
O günlerdi. Erzurum'da, dostlarımızla hemhâl olduğumuz bir andı. Geçtiğimiz günlerde Hakk'ka yürüyen sevgili Selâmi TÜRKMEN'de sohbetteydi. Yalancı genel başkan ve ekibinden şikâyetler ve ne yapılacağı konuşuluyordu. "Kardeşim! Parti, dîn değil! Eğer parti dîn olsaydı, 12 Eylül'de Kenen Evren bütün Türkiye'yi dînsiz bırakmış olmaz mıydı? Ocağımız devâm ettiği sürece, hiç bir endişemiz olamaz. Ocaklardan ehil ülkücüler yetiştirerek yanlışlıkları düzeltiriz. Her şeye hatta Bahçeli'ye rağmen, inadına MHP!" sözleriyle bizi partimizden soğutmayan Selâmi, D.B. ve ekibinin feshettiği Erzurum İl yönetimindeydi! Böyle deli sevdalı bir yüreği, partisine hasret öldürdü Bahçeli!...
Daha ne sevdâlı delilerimizi, teşkilâtlarına hasret bıraktığını; hem hasret çekenler, hem hasret bırakanlar, hem de hasretlilerin hasretini bilenler bilirler ama takîyyeyi siyasi literatürümüze sokan Tayyip ERDOĞAN'ın en birinci yardımcısı, milliyetçi takîyyeci, kürsülerden "ruh ikizliği"ni kabul edip W.Bush'la ruh ikizi olmamakla takîyye yapar!
CHP ve İsmet Paşa'yı Baykal'dan fazla savunur! Pek haksız da sayılmaz! Millî Şef; 1944'te Türk Milliyetçilerini tabutluklarda insanlık dışı işkencelere tâbi tutarken Bahçeli ailesi CHP'li idi ve devrin, "ortanın sağı"ndaki iktidârı ile kanlı bıçaklı idiler!
Allah, bu adamı, Ülkücüleri incitsin diye yaratmış! O, ruh ikizliğini şükrederek kabullenirken, ruh ikizi; "Memleketi kurda kuşa teslim etmem!" diye 1944'ten kalan kînin devamıyla ülkücülere saldırır! Bu kadar açık incitmelerden sonra da "ruh ikizi"; MHP'ye diye iftira ettikleri Devlet Bahçeli muhaliflerini, insafsızca ve edep dışı üslûplarla "hain" ilan eder!
Allah aşkına bir kere bile aynaya bakmaz mı? Siyâsetin çâre üreten merkezlikten, renksizlik adındaki çâresizliğe dönüştürülmesinde birinci sorumlu olarak, bir kere bile olsun vicdânen rahatsız olmaz mı?
Bu kadar katı bir kindârın yanında, yakınında duran; kırk yıllık ülküdaşlarının sadece ülkücü oldukları için partiden uzaklaştırıldıklarını seyreden arkadaşlarımızdan niye bir itiraz olmaz? Ülkücülüğün kırk yıllık semeresinin tam merkezine, çekirdeğine yerleşmiş bu kurtçuğu, nasıl fark etmezler? Yoksa Balgat'taki o muhteşem binada, özel iknâ odaları mı var?
Şu anda Bahçeli'ye yakın ve kırk yıldır tanıdığımız, tanıştığımız arkadaşlarımıza -özellikle ülküdaşlarım demiyorum- Allah rızası için sorarım: Hanginizi, hangi meselenizde, hatta hangi seçiminizde yalnız bıraktık? Şimdi siz neden ülküdaşlarımıza reva görülen bu işkencelere seyircilik ediyorsunuz?
"Kırk günlük çalışmayla kırk belediye" sloganı ne oldu? Başbakan altmışı bulan miting yapmışken, Bahçeli'nin miting sayısı kaç? Yapılan mitinglerde Üç Hilal sevdasıyla meydanları dolduran insanların suratlarındaki memnûniyetsizliği de görmezler mi?
Ankara'da kişiliğinden kaynaklı bir rüzgârla yelkenleri şişirmiş olan Mansur YAVAŞ'ın tanıtılması gerekirken; tek hilâl içindeki kendi posteri ve ülkücüleri inciten; "Bir hilal uğruna kırk yıl" sloganıyla, yapılmak istenen ne?
Üç koyunu güdememekle suçlanan D.B.'ye bir tane danışmanı; "Râinâ demeyin, unzurnâ deyin." Ayetini hatırlatmaz mı? Gûya verilen cevaplarla, Recep tayyip Erdoğan tasdîk edilirken, kazanma şansı olan ülküdaşlarımızın engellendiği fark edilmiyor mu?
Balgat Cenahı'na ülkücülere ve Türk Milliyetçilerine dolayısıyla Türk Milleti'ne işkence etme hakkını ve görevini kim verdi?
Yoksa Balgat'tan, o muhteşem binadan bakıldığında millet görülmüyor mu?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 21, 2009

BİNGÖL-KİĞI'DAKİ ZENGİN SEVDÂMIZ...

Aras, Aras can Aras
Bingöl'den kalkan Aras
Al başımdan sevdâyı
Hazar'da çalkan Aras...

Sevgili Yavuz Selim Demirağ'dan sözü devralarak, kaldığı yerden devam etmek istiyorum. Sevgili Demirağ'ı etkileyen, en az onun kadar etkilendiğim o akîl aksakalımızın; "Millet adam arıyor." tesbîtinin altına imza atarak devam etmek, unutan her kesin dikkatlerini Bingöl'e, Bingöl'ün Kiğı İlçesi'ne çekmek istiyorum.
Balgat Cenahı'nın baş aktörü; Prof.Dr. Ümit Özdağ, genel başkanlık adaylığını Bingöl'de, Rahmetli Şehidimiz Hikmet Tekin'in kabri başında açıkladığı için Bingöl'ü ilgi alanının dışına itti! Oysa; farkların, renklerin kaynaşarak kayalaştığı, mermerleştiği Bingöl'de; Rahmetli Hikmet Tekinimiz'in emekleri hâlâ dipdiri. Bingöl'de hâlâ ve Bahçeli'ye rağmen ölümüne ülkücüler var!...
Onlardan biri; bir "Karakter Devi", bir deli yürek, bir millet-devlet-vatan sevdalısı, hayatını ülkücü olarak programlamış bir "Ülkü Devi" İbrahim ZENGİN, Kiğı'da MHP'den Belediye Başkalığına aday.
Memnû haklarını son anda kazandığı için, adaylığını geç açıklamasına rağmen seçim ipini adamlığıyla göğüslemek üzere. CHP'nin bilinen en eski genel başkanı İsmet İnönü'yü CHP'li bir aile çocuğu olması hasebiyle, Baykal'dan fazla savunan Bahçeli'ye rağmen, milletin adam aradığını Kiğı ispatlıyor işte!...
Evinin 400 metre ilerisinde PKK'nın talimler yaptığı bir ilçede, aday bulabilseydi İbrahim ZENGİN'i aday eder miydi şüpheliyim! Çünkü MHP Davası'ndan Başbuğumuzla yargılanan ve berat eden Ülküdaşlarımızı şaibeli sayarak veto ettiğini, öfkeyle hatırlamaktayım! Dahası İbrahim ZENGİN adındaki "Karakter Devi", "Ülkü Devi", "Dava Aysbergi" aday olmasaydı Kiğı'da aday bulabilir miydi diye de sorarım!...
Bir yönden de çok sevinçliyim. Sayın Özdağ'ın adaylığını açıkladığı Bingöl'ü, gönül hafızasından silen Bahçeli'nin, gitmeyeceğini dolayısıyla Bingöllü vatan severleri öfkelendiremeyeceğini biliyorum! Adam arayan milletin; adam gibi adama oy verirken ellerinin titremeyeceğini bilerek sevinçliyim!...
Ankara'da; Mansur YAVAŞ, İzmir'de Musavvat DERVİŞOĞLU adayken reklam panolarında tek hilâl içindeki D.B. posterlerini, seçmen, nefretle kınıyor! Mansur YAVAŞ'ta, Musavvat DERVİŞOĞLU da D.B.'den daha fotojenik, daha yakışıklı ve daha sempatikler halbuki!...
Seçim kazanmak gibi bir düşüncesi olmayan, Ana Muhalefet'in peşinden "Yavru Muhalefet"liğe dünden razı bir genel başkanla seçimlere giren Ülküdaşlarımızın, zorluklarına gücüm yettiğince değinmiştim. Şansları olan adayların, taşınmaz genel başkan yükü yüzünden şanslarını zora soktuklarını söylemiştim. Meselâ; Ankara'da Mansur YAVAŞ'a, hazineden alınan kırk trilyondan ne kadarı tahsîs edildi diye çok ciddî meraktayım! Ayrılan paradan vaz geçtim, Mansur YAVAŞ'a keşke gölge etmese diye dualardayım!
Bu yönden bakınca; İbrahim ZENGİN adlı Karakter Devi'nin, Ülkü Devi'nin, Dava Aysbergi'nin şansı artıyor diye düşünüyor ve Kiğı adına seviniyorum.
Ülkücülükleri kimliklerinden önce gelen aday Ülküdaşlarımıza destek; o yöredeki ülkücülerin nâmus borcudur diye bir daha tekrarlayayım.
Allah Ülküdaşlarımızın ve yörelerinin yardımcıları olsun. D.B.'nin ve Balgat'ın gölgesinden de muhafaza etsin...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SUSUN! ÜLKÜCÜLER, OY ALSIN!

MHP'nin yaptırdığı veya Mehmet Şandır'ın yaptığı; "Kaş yapayım derken göz çıkarmak" değilse, savunurken tahrip etmektir en kibar söylemle...
Kürtçe Mevlîd okunması üzerine; "Camiler kamusal alandır. Camilerde Kürtçe Mevlid okunması Anayasal suçtur." buyurdular!...
Bu yaklaşım veya uzaklaşımla camiler kamusal alandır; kiliseler, sinegoglar, tekkeler, zâviyeler, dergâhlar değil! Hatta camiler kamusal alandır ama TBMM değil!...
Kiliselerde her dilden, birliğimize yönelik bölücü propogandalar yapılabilir ama camilerde Kürtçe mevlîd okunamaz! Kamusal alandan, bölünmez vatandan sayılmayan, PKK'nın kurtarılmış bölgesi "Amed"de Kürtçe propoganda yapılabilir, kandırılabilen Kürt'ten kürtçe oy istenebilir ama camide Kürtçe Mevlid okunamaz!
Sigoglarda, istenen dille ibâdet yapılabilir, istenen propogandalar yapılabilir ama camilerde Kürtçe Mevlîd okunamaz!
Cemaat cemiyetlerinde, "Işık Evleri"nde, bölücü her iş, her dille yapılabilir; yapılanın adı "dinler arası diyalog" veya "medeniyetler ittifakı" koyulabilir; camilerde Kütçe Mevlîd, okunamaz!
Yüz binlerce can bedeliyle, milyonlarca Türk'ün istikbâli bedeliyle kurulmuş Gâzi Meclis'te Kürtçe yemin olabilir, bu Gâzi Meclis'in rengini tamamlar! Soyadı Türk öz adı "Ahmo" Gâzi Meclis'te Kürtçe konuşabilir ama kamusal alan camide Kürtçe Mevlîd okunamaz, Anayasal suçtur!
İfâde özürlü değilse veya art niyetli değilse insanı böyle konuşturmak için özel işkence gerekir!
MHP'nin ortağı olduğu Hükümet zamanında, 4709 sayılı yasa ile anayasanın 26. maddesi değiştirilerek; "Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz." hükmü çıkarılırken, bu günlerin alt yapısı mı hazırlandı?
Türk Milliyetçiliğinin tek adresi olmuş bir siyâsi parti eliyle milli kavramların deforme edildiğini veya edileceğini bilen İmralı Hükümlüsü, D.B.'ye methiyeler dizerken, "Dolma Kalemler" ağız birliği ile D.B.'yi methiyelerle demokrasi şövalyesi ilan ettiklerinde; şimdi Kürtçe Mevlîd'e itiraz eden Türkçe'ci Şandır, ne iş yapardı acaba?
Bu kastı aşan davranışlar; yüzde yüz yanlış olduğu bilinen uygulamaları savunmak zorunda bırakır insanı! Yapılmak ve yaptırılmak istenen bu mu yoksa? Ana dille ibâdeti; kim kime yasaklayabilir?
Türkçe ibâdetin milliyetçilik olarak savunulması -ki çok doğrudur- varken, Kürtçe Mevlîd'e itirazın altındaki/arkasındaki amacı; kim, nasıl açıklar?
"Tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek devlet, tek dil" temeline inşa edilmiş Millî Devlet'e; bu söylemle vurulan darbenin farkında olmayan/olamayan veya bunu görev edinenlerin neresi Türk Milliyetçisine, hangi davranışları, "Ne mozaiği ulan!" kükreyişine benzer?
Önce; "Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi" diyerek, "Sosyal dayanışmanın siyasal iz düşümü" diyerek, "Gâzi Meclis'in renklerini tamamlamak" diyerek önlerini açacaksınız; Anayasa'daki koruyucu maddeyi çıkaracaksınız; sonra da camiyi kamusal alan îlan edeceksiniz!
Konuşamıyorsanız bâri susun Kardeşim!
Yıllarca susmayı siyâset olarak kabul ettiren ve bu yüzden "Dolma Kalemler"den methiyeler alan D.B.'nin yaptığını hepiniz yapın ve adamı meydanlarda öksürterek bağırttırıp komik durumlara düşürmeyin! Konuşmayı beceremediğiniz için, "kaçacağım" denilecek yede bilmem ne yapacağım diyeceğinize; en baştakinden, en alttakine kadar susun hepiniz!
Bırakın millet; geçmişin hatırına, Ülkücü adaylara oy versin bâri!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mart 19, 2009

UZAKTAN SON SELÂMIM!...

Gündemimi, ecel belirledi! Gündemimin adını, Selâmi etti Azrâil!...
Bizi Abık'sız bırakarak, bir Ülkü Devi daha düştü!
Kırk yıldan fazladır Selâmil'i bir hayat, paylaşılmış bir ömür, Selâmi'yle yaşanmış ve aslâ üçüncü kişilerin bilmesine izin vermediğimiz dolu-dolu bir mâcera, sona erdi!
18 Mart'larda hiç atlamadığı Şühedâya seslenemeden, 18 Mart'ta gitti Selâmi Türkmen!...
Selâmi, tanınmadan bilinmeyi becerdi! Selâmi, suratını ve sûretini saklama tevâzusu ile yaşadıklarının bilinmesini başardı! Abığ'ı tanıyan her kes, anlattı yıllarca, anlatacaklar da...
Selâmi bilindi. Abık'ın Ülkücü harekete katkı veren bütün yaptıkları bilindi. Ama Selâmi tanınmadı! Saklı ve Abık kalmayı, gösterişten uzak, Allah Rızası için mücâdeleyi seçmişti çünkü.
Türk Birliği hayali, Turan ideali için çarpan deli yüreği, kalleşlik etti Selâmi'ye! Ya bu kadar deli hayallere dayanamadı, ya da terk edilen ideallerin, yalnız bırakılan idealistlerin, dağıtılan Ülkücülerin haline isyân etti ve durdu Abığ'ın deli yüreği!...
Malazgirt Zaferi'nin 900. yıldönümünde, Malazgirt'e yaya yürüyen 9 Ülkü Devi'nin içinde hatırlıyorum O'nu. Okuyup yazan ülkücüler içindeki en gazetecimiz olarak; 1960'lı yılların sonlarında, bir gazetenin matbaa kısmında hatırlıyorum. Kurşun harfleri dizerken ki becerisiyle; işinden artırdığı zamanlarda çok beceriklice attığı yumruklarıyla, hep acelesi varmış gibi koşar adım yürüyüşleriyle hatırlıyorum.
1970'li yılların ilk başlarında, yerel bir muhabir olarak hatırlıyorum Selâmi'yi. Bu delişmen muhabirlik günlerinde, eşi "Neco"yu, Necla Bacımız'ı gördüğü, tanıdığı günlerden hatırlıyorum. Sabahlara kadar; arkadaşlarımızla millî sevdamızı paylaştıktan sonra, başbaşa kaldığımız özel anlarımızda sevdâlı sohbetlerimizi hatırlıyorum.
O zamanki sevdâlarımız, şimdi çocuklarımızın anneleri, mahalleli idiler. İkimizin, ikisinden de habersiz takibimiz çok kolaydı bu yüzden! Aylarca iki sevdâlı, iki tâkip edilenin haberleri olmadan, onlara bir bakan olmuşsa dövmüş, dövüşmüştük delikanlıca kaç kere!
Eşimi berâber kaçırmıştık. Onların kaçmalarında olamamıştım cezaevinde olduğum için. Ben cezaevine öfkelenirken Selâmi teselli etmişti beni, gönül koyması gerekirken...
Yılma Ağabey'imiz ve rahmetli Emin Yılmaz haricinde, Erzurum'da başkanlık yapanlar, ikimizin isyânlarımıza muhatap olmuştu! Ya ben baş kaldırmıştım, Selâmi benle olmuştu; ya da Selâmi baş kaldırmış, ben onunla olmuştum. Haklılık-haksızlık önemsizdi aramızda! Arkadaşlık gereği bir arada durmuş, bizi yargılama hakkını ellere bırakmıştık hep!
Sokaklarda gülmüştük. Ocak'ta tahtakurularıyla mücâdele ederek uyuyamazken gülmüştük. Kavgalarda gülmüştük. Karakollarda, hatta polislerin dayakları arasında gülmüştük. Karakol nezarethanesinden çok güldüğümüz için kovulmuş, gülerek serbest kalmıştık! Cezaevi ziyâretlerinde kahkalarımızla bütün tutuklu ve hükümlüleri kıskandırmış, kızdırmıştık!
Beni artık gülmemem için,tek bıraktı Selâmi! Artık gülemeyeceğim! Kırk yıldan fazladır, telefonlaşırken; "Selâm bu günlere selâm yarına / Selâm zafer ordusunun silahlarına" dizelerini, selamlaştırmamız bitti artık!
Artık Selâmi'de yok! Gözyaşlarıma sonsuz izin! Akabildiği kadar aksın utancıyla! Gurbete, mesâfeye, beni Selâmi'ye son görevime yetiştiremeyen her şeye öfkeliyim! Hastalığında yanında olamadığım için de, kendime!...
Bir "Dâva Aysbergi" daha düştü! Ne söylense boş artık dualar hâricinde! Artık O'nsuzuz! Hatıraları kalacak elbet ama hayat artık ne kadar sürecekse Abık'sız...
Allah'ım; Selâmi'me rahmetler et! Taksirâtlarından geç Ya Rabbi...
"Dost, yanarım dumansızım yanarım / Selami'm der Abığım der ağlarım."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 18, 2009

BİR AKLIMIZ KALDI!...

Atatürk Sistemi, can çekişiyor!
Meclis'te çoğunluk olan, bir "demokrasi padişahı"nı izliyoruz! İtirâza hakkımız yok, bu padişâhı, biz seçtik! Demokrasiyi araç edinen, istediğini demokrasi trenine alan, istemediğini atan bu demokrasi padişahı makinistin raylarını biz temizledik!
Devletin bütün kurumlarıyla kavgalılardı! Kavgalarını, demokrasi aracıyla yapıyorlardı!
Köşk'le kavgalılardı. Bahçeli sâyesinde Köşk'e çıktılar, kavga bitti!
Çiftçiyle kavgalılardı; "Gözünüzü toprak doyursun!", "Ananı da al git!" diyorlardı! Şimdi miting süresince, göz altına aldırıyorlar!
Sendikalarla kavgalılardı; "Siyaseti siz belirleyemezsiniz!" diyorlardı! Şimdi en muhalif sendikacı, suçunu bilmeden, seçimlere kadar göz altında!
Memura; "Beğenmeyen istifa etsin!" diyorlardı! Seçim üstü on binlerce yandaş memur alacaklarını duyuruyorlar!
Şehit Aileleriyle kavgalılardı! Şehîde "Kelle", katil başına "Sayın" diyorlardı! Şimdi, "Sizin gibi hayvanlar yaşasın diye onlar şehîd oldular!" diyorlar!
Basın ve medya ile kavgalılardı! Şimdi medya ve basınları var! Kendilerinden olmayan gazeteciyi hapsediyor, gazeteleri yasaklıyorlar!
Yargı ile kavgalılardı! Hâlâ kavga var ve intikam peşindeler!...
YÖK ile kavgalılardı! YÖK onlardan!
Solcularla kavgalılardı! Solcu bakan var! Sağcılarla kavgalılardı! Sağcı bakan var! Ülkücülerle kavgalılardı! Ülkücü bakan var!
Türk Milliyetçileri ile, AB ve ABD adındaki medeniyetler sevmiyor diye kan davaları var!
Anayasa Mahkemesi ile, Yargıtay’la kavgalılar! YARSAV'la düşmanlar! Barolar Birliği ile kavgalılar!...
Barışık oldukları var mı? Var!... AB ile barışık, hem de karışıklar! Yıllarca her kesi, "Batı Garsonu" diye suçlamışlardı! Şimdi şef garsonlar!
Her kesimden kavga ederek oy almış, oy uğruna bütün değerleri reddetmişlerdi! Seçildikten sonra; misyonerlerle barıştılar, artık diyalogcular!
Davos'ta Peres'e fırça atıp, İsrail'le dost oldular! BOP Eş Başkanlığı'ndan Medeniyetler Arası İttifak'ın Eş Başkanlığı'na terfî ettiler!
Azerbaycan'ı küstürüp, Ermenistan'la barıştılar! Kıbrıs'tan vaz geçtiler! Kerkük-Telafer Allah'a emânet!
Şehit Aileleri ile kavga edip; PKK’lı leşlerine tören yapan federeci'lerle barıştılar!...
Başbakan değil bir Hükümdâr seçmişiz! Millet hizmetinde bir kabine değil, "Dediğim dedik, çaldığım düdük." diyen bir konsül seçmişiz!
Gelirin eşit dağılımını sağlayacaklardı! Kabine mensûpları ve yandaşlar arasında, Allah için eşit paylaşım var! Hârun'ca gelip Kârun'laştılar!
Başörtüsünü halledeceklerdi! Bahçeli sâyesinde, baş örtüsü hâla gizli gündem örtüsü!
Rektörlerden başörtüsüne esas duruş alacaklardı! Anayasa değişikliğinden sonraya ertelendi!
Yargı bağımsızlığını sağlayacaklardı! Partilerini kapatmayan yargı, bağımsız!
Kanı durduracaklardı! PKK'nın katlederek topluca gömdüklerini; itirafçılar(!)ın gösterecekleri yerlerde bulabilirlerse, resmî görevlilerin, Ordu'nun üzerine yıkacaklar!
Milletin hâdimi olacaklardı, hâkimi oldular! Kavgalı oldukları makamları doldurarak oy aldıkları her kesimden, "Kinci İkinci Cumhuriyetçiler"in intikâmı yolda!...
Hadi millet! 29 Mart'ta, hiç "Türk'üm" dememiş intikamcılara, bu son yetkiyi de verelimde aklımızı başımızdan alsınlar!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 17, 2009

YARININ TÜRKÜSÜ'NE...

YARININ TÜRKÜSÜ
Arkadaşlar, haydi artık saflar dizilsin
Uzak, yakın ufuklardan koşup gelerek
Belde çelik kılıç, içte çelikten yürek
Taşıyanlar saflardaki yerini bilsin!

Bir çığ gibi yürüyelim gözler ilerde
Keder, elem her ne varsa geride kalsın!
Tehlikeler duman gibi tüterken yerde
Arkadaki her düşünce sönüp ufalsın.

Kahramanlar yürür gider ölüme karşı,
Bir sevgili gibi onu basar bağrına!
Bak, uzaktan çalınıyor bir zafer marşı,
Yürüyelim şu doğmakta olan yarına... Nihâl ATSIZ

Sevgili Yusûfiyeliler;
Ceza evlerini, mahpushaneleri medreseye çevirebilme yürekliliğini, metânetini gösteren çile Devleri;
Varlığınız ve varlığınızı hissettirmenizin, Türk Milliyetçileri üzerindeki müspet etkisini söyleyerek ve hakkınızı teslîm ederek selamlarım hepinizi...
Kendisinden habersiz bir çile adamının, çektiği kadar büyüyen ve duruşunu hiç kaybetmeyen bir kardeşimizin yaşadıklarını dinlemiştim. Çocuk yaşta mahpushaneye giren, mahpushanelerin Yusûfiyeleşmesinde dahli olduğunu zannettiğim bir Ülküdaşımızdan, bir "Çile Devi"nden bahsedeceğim...
Naim Yanık'tan bahsetmek, kulaklarını çınlatmak istiyorum. Haberi olsa, asla izin vermez biliyorum. Haberi olduğunda da;" Yav Ağabey! Ne ettin?" diye edepli sitemlerine muhatap olacağımı bilerek anlatmalıyım diye düşündüm. Bunlar anlatılmalı, bunlar paylaşılmalı ve bunlar Türk Milliyetçilerinin vicdan hafızalarına teslîm edilmeli...
Naim Yanık; ömrünün 14 koca yılını Yusufiyelerde geçirdikten ve tahliyesinden sonra; her kes evine barkına, anasına babasına, eşine evdeşine koşarken MHP Genel merkezi'ne koşar. Kendisiyle birlikte bir kaç tahliyeci ülküdaşımız daha var. Rahmetli Başbuğumuz; tahliye olan arkadaşlarımızın tamamıyla yakından ilgili ve kim ne isterse yaptırmaya, onları hayatla başbaşa tek bırakmamak için gerekenleri yapmaya yaptırmaya gayretli. Özel Kalemi, yanında talimat verildiği üzere kimin ne istediğini ve kime neler yapılacağını not almakta. Başbuğ; sırayla her kesle hal hatırdan sonra durumunu sorup, onun için ne yapılabileceğini, isteğini sormaktadır. Her kes arzu ve isteğini bir babaya söylercesine söylemektedir. Özel kalem de notlar almaktadır.
Sıra Naim'e gelir. Başbuğ, Naim'den de arzusunu, isteğini sorar. Naim;
- Başbuğum! İzin verirseniz sizi kucaklamak istiyorum! On dört yıl, sadece bu anı hayâl ederek yaşadım. Sizi izninizle kucaklamak ve koklamak istiyorum! Der.
Her kes şaşırmış, çarpılmıştır! Başbuğ, hiç bir şey söylemeden ayağa kalkar. Masadan kenara çıkarak kolarını açar. Türk Dünyasının Başbuğu ile ona râm olmuş, ülkü ve ilkelerine teslîm olmuş bir yürek sarmaş dolaş olurlar. Naim, kucakladığı Başbuğ'un boynunu, gıdığını öperek, kokusunu ciğerlerine doldurarak koklarken Başbuğ'da bağrına bastığı bu samîmi Türk Yiğidi koklamaktadır.
Veeee.... Odadakiler, Koca Başbuğ'un göz pınarlarından, süzülen serbest bıraktığı yaşlarını izlemektedir!... Her kes, göz yaşlarına yol vermiştir.... Böylesine yiğit, böylesine kucaklayıcı, böylesine mûnis ve muhabbetli bir otoriteden sonra, kim olsaydı Ülkücüler hazmetmekte zorlanacaktı ama böylesine ilke ve ülkülerine ters birisine tahammüle hangi ülkücü yürek dayanır bilemiyorum...
Naim Yanık'ın ve onun şahsında bütün Yusûfiyelilerin çilelerinin, kefâretleri sayılmasını Yüce Rabbim'den dileyerek, yüreğimi gönüllerine emânet ederim...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 16, 2009

TÜRK MİLLETİ ADINA, YUSÛFİYELİLER'E...

"Ne kadar ki, hâkimlik var, mahkûmluk var, men varam,
Zûlme garşı isyankâram, ezilsem de susmaram!” (Ahmet Cevat-Azerbaycan)

Zamanın eskitemediği, ölümün bitiremediği, zulmün güç yetiremediği Yiğit Ülküdaşlarım;
İnsan; eğer insansa ya yaptıklarından utanır ya da edebinin izni kadar yaptıklarıyla övünür. Hiç bir Ülküdaşımın utanılacak bir işinin olabileceğini düşünemem bile. Yine hiç bir Ülküdaşımın yaptıklarıyla övüneceğine de ihtimâl vermem. Çünkü Ülkücü, yaptıklarını Allah rızası için yapmış ve Allah'ın şâhitliğinde zamana ve milletinin muhteşem hafızasına teslîm etmiştir.
Bütün Ülküdaşlarımın; "Ekerken yok, biçerken yok, harmanda kardeş..." târiflilerden bî-zâr olduğunu bilirim. Bu ,"Kenarda gezip ortada görünenler..."den kurtulmanın da yolu, maalesef yok!...
İlk insanlardan Hâbil ve Kabil kardeşlerden iyi olan, kötü tarafından öldürülmüş! Kalan kötü, çok pişman olmuş. Çok uğraşmış ve ondan sanatkârlar türemiş. Onlar da heykeller yaparak insanların putperestliğine vesîle olmuşlar!...
Yani; altını üstünü karıştırarak baktığımızda, yaşayan insan nesli olarak; ilk insanlardan kötü olanın neslindeniz! Bu yüzden de peygamberler tarafından doğruluğa davet edilegelmişiz... Davetlere uyarak doğru yola hidâyete erenler olduğu gibi, yanlışta ısrar eden kötü insan nesilleri de olagelmiştir hep...
İlâyı Kelimetullâh'ı, nizâm-ı âlemi, dünya dengesini sağlamayı kendisine mefkûre edinmiş bir millet ahfâdı olarak elbette Türk Milliyetçileri, kötünün devâmı olan zâlimlerin tazyiklerine muhatap olacaktı ve oldu!...
Yiğit Ülküdaşlarım;
Omuzlarınızda ayak izlerini sakladığınız, yükseldikleri yerde yalnızlıklarından korktukça güneşi arkalarına alarak gölgelerinin boyu ile büyüklük vehmeden karakter fukaralarımız hep oldu, hep olacak! Bu insâni gerçeği değiştirmeğe ne bizim, ne de kimsenin gücü yetmez!
Böyle başlayan insanlık seyri, kıyamete kadar böyle devâm edecek! Zâlimin ve mazlûmun olduğu gerçeğini kabullenerek meseleye Ülkücü gözüyle bakmak isterim izninizle...
Zâlimin zûlmüne muhatap olmak için mazlûm olmak gerek. Mazlûmun ise aczi söz konusudur. Yani mazlûm, aynı zamanda âcizdir. Allah(c.c.); bu âcizleri/mazlûmları korusunlar diye de şerefli/şiddetli, haysiyetli insanlar yaratmıştır.
"Ey îman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir millet getirir ki Allah onları, onlar da Allah'ı severler. Mü'minlere, mazlûmlara karşı merhâmetli; kâfirlere, zâlimlere karşı da şerefli ve şiddetlidirler. Allah yolunda mücâhede eder hiç bir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu Allah'ın bir lûtfudur onu dilediğine verir." (Maide-54) Ayet-i Celîlesi'nde edilen târife uyan millet, kimdir diye -Allah aşkına- düşünmez miyiz?
Kendimizi, Müslüman Türk Milleti'nin bir ferdi olarak, bu târifin içinde görebilme haysiyetini yakaladıktan sonra, Ülkücüleşmekten başka bir yol var mıdır? Ve Ülkücünün bu târifini isteyerek de, istemeyerek te görenlerin, Ülkücüye saldırmaktan başka bir yolu kalır mı?
Sapı bizden olan baltaların, -maalesef- budamasıyla muhatabız! Budanan dallarımız toprakla temâs ettiğinde yeşermekte, budanan gövdemiz budandıkça güçlenmektedir inancındayım El hamd ü lillah...
Susmayan, pısmayan ve küsmeğe tenezzül etmeyen; yandıkça pişen, piştikçe olan-olgunlaşan Ülküdaşlarımın, sizlerin varlığınızı hissetmek ise Türk Milleti adına tesellîmdir.
Varlığımla, bedenimle, gücümle ve dualarımla sizlerleyim. Neredeyseniz oradayım.
El hamd ü lillâh, iyi ki varsınız Ülküdaşlarım...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mart 15, 2009

YALANDAN KİM ÖLMÜŞ?...

Alem unutur, kalem unutmaz ya!
Uçucu bazı sözleri kalıcı etmek için kayıt altına alalım. Yetimin, mazlumun, milletin hakkını yiyen yiyene! "Hesap soracağım, sormazsam namerdim." vaat ve tehditleri uçuşuyor!
Akılda tutup, günü geldiğinde hatırlatabilmek için kaydedelim istedim. Buyurun:
*"Okyanus ötesine kaçsan da getirip hesap sormazsam namerdim." D.Bahçeli
*"Benim karanlık odalarda kimlerle görüştüğümü ispat edemezsen namertsin. Senin kılavuzun kimdir bilemem, eğer açıklamıyorsan tarih de seni afetmeyecektir, ben de." R.T.Erdoğan
Bu; "Yavru" ile "Cücük"ün en akılda kalması gereken diyalog...
Bundan sonrası, R.T.Erdoğan'ın kendisiyle diyalogları!
*"Kim ne derse desin, Türkiye'nin başını öne eğmedik, bundan sonra da eğdirmeyeceğiz. Türkiye'nin onurunu çiğnetmedik, bundan sonra da çiğnetmeyeceğiz." dedi. / (Başımıza çuval geçirildiğinde) "Büyük devletler, özür dilemez." demişti!...
*"Mazluma sırtımızı dönmedik." dedi. / "Ananı da al git!" demişti! (Bu vatandaşla diyalog bununla bitmedi! Bir sene sonra Mersin'e gidecek olan Başbakan; ne olur ne olmaz tedbîri ile, bahse konu vatandaşı, mitingi bitinceye kadar göz altına aldırdı!)
*"Türkiye dik duracak, biz dik duracağız." dedi. / "Bu adamı foseptiğe süpürmeyin. İstifâde edin!" demişti baş danışmanı Cüneyt Zapsu...
*"Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz!" demişti. / "Tepkim, modoratöreydi!" dedi!...
*"Bize yüzbinlerce şehidimizin, gazimizin vasiyeti budur. Bu vasiyete harfiyen uyacağız." dedi. / "Sayın Apo, aldığı kellelerin hesâbını veriyor." demişti!..
*"Ben, Muhammed ümmetindenim. Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemâl dinsizliği ile savaşa adayacağıma, .... Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, .... dinim, Allah'ım ve bütün mukaddesatım üzerine yemîn ve kasem ederim." demişti. / "... gazimizin vasiyeti budur. Bu vasiyete harfiyen uyacağız. Filistin'de adaletsizlik varsa, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Atatürkün aynen orayla ilgili açıklaması var; 'Filistin topraklarında bizler gereği neyse bunu yaparız' demiştir." dedi!...
*" Üsküp'teki, Priştina'daki, Saraybosna, Kosova, Gümülcine, Tiran, Selanik, Kırcaali, Deliorman, Razgrat, Rusçuk, Filibe'deki kardeşlerimizin, soydaşlarımızın başını öne eğdirmeyeceğiz." dedi. /"AB ile uyum için bazı yerlerdeki egemenlik haklarımızdan vaz geçebiliriz." demişti!...
*"Kriz bizi teyet geçecek. Hamdolsun çok iyi durumdayız." demişti. / "Geçen yıl krize rağmen 18 milyar dolar yatırımcı çektik." dedi!... (Kriz geçen seneden beri varmış ta, bizim gibi kerizlerin haberimiz olmamış!"
*" Büyüme rekorları kırıyoruz." demişti. / "Amerika'daki, Fransa'daki işsizlikten niye bahsetmiyorsunuz?" dedi! (Başka zamanlarda kötüden örnek olmazdı! Avrupa'da işsizlik varken bizde de olmasa, AB'ye girebilir miyiz canım?!...)
Alıntıların büyük çoğunluğu, Başbakan'ın son Bursa konuşmasından...
Seçim üstü bu kadarına yeter diyelim!
Bu arada sanal ağda, Cem Uzan'ın mahkemesinin sonuna yaklaşıldığı ve Devlet'ten faiziyle birlikte 13 milyar dolar alacağı haberleri var! Nasıl heyecanlandım, anlatamam! Cem Uzan gerçekten davasını kazanır ve dönerse, seyredin hesap soranı! "Hesap sormazsam namertim." deyip, Meclis'te "Abdullah Gül Kardeşim"i Köşk'e çıkaran hesap sorucuya benzemeyeceği kesin!... "Dinsizin hakkından, îmansız gelir." dememiş mi atalarımız! Bu savaşta, hâkemlik te millete düşecek!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 14, 2009

PADİŞAHLAR DEPLASMANDA!...

"İşi, ayinesidir kişinin lafa bakılmaz."
Bazen söyleyene değil, söyletene bak derler ya! Bu söz, işte onlardan!
Davos Aslanı, Başbakan İstanbul'daydı. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı'nın katılımcılara verdiği küçük hediye paketçikleri vardı. Ambalajı çok ama çok güzeldi paketlerin. Gûya mendil verilmişti katılımcılara! Başbakan'a verilen güzel ambalajın içi boş çıktı! Emine Erdoğan Hanfendi yetişti imdada! Bir başka ambalajı güzel pakete el attı. O da boş çıktı, bir başka güzel ambalajlı paket te!...
Ne Emine Erdoğan şaşırdı bu işe, ne de danışmanlarına soran Topbaş!...
Alışkın olunan bir AKP uygulamasıydı çünkü bu!
Başbakan; "Kriz bizi teyet geçecek!" demişti ama her gün intiharlar, boşanmalar var ve her gün yüzlerce insan işini kaybediyor! Başbakan ve kabine mensuplarının çocuklarına ise kriz gerçekten teyet geçiyor! Başbakan; "Enflasyonu, tek hâneli rakamlara çektik!" dedi, milletin alım gücü sıfır! Yani enflasyonun da altında, rakamsız, yani hiç!...
Başbakan, Davos'ta İsrail'e söylemediğini bırakmadı. "Bir daha Davos'a gelmem." dedi. Salona geçer geçmez, "Tepkim modoratöreydi!" diye yan çizdi!
İsrail'e fırça atan Başbakan'a muhalefet edercesine Milli Eğitim Bakanı, okullara İsrail mallarına uygulanmak istenen gayr-ı resmî boykota uyulmaması genelgesiyle, AKP'nin ve Davos Aslanı'nın İsrail dostluğunu açıkladı!
Her şeyleri gibi vaatlerin de içi boş, vaatler de sözde! Özde bir hareket henüz görülmedi!
Fikri ile zikri bir olmayanlar; içi boş güzel ambalajlar ile, içi boş güzel vaatler ile, içi boş edepli salvolar ile seçim meydanlarında milletin genel kültürüne katkılar veriyor!
Biri "maganda" diyor, diğeri "yavru"... Biri "cücük" diyor, diğeri bunlara cevap vermek benim edebime uymaz diyor!
Edebinize kurban olasınız siz!
Hediye paketlerinizin müthiş güzel ambalajları gibi, ambalajları güzel vaatleriniz de güzel! Zâten; "Millet, gerçektense duymak istediği güzel yalana rağbet eder." dersiniz ya!
29 Mart'ta, çok mütevâzi sandıklarımız olacak! Millet, duygularıyla, tercihleriyle bu mütevâzi sandıkları dolduracak. Ambalajı olabildiğince mütevâzi olan bu sandıklardan çıkacak sonucun, milletin önünü açması, ufkunu aydınlatması için bütün gayretimiz.
Bu sandıklardan; buzdolabı çıkmayacak! Çamaşır makinesi, çekyat, halı, yiyecek paketleri çıkmayacak! Bu sandıklardan; yiyeceklerle, elektriksiz köylere dağıtılan beyaz eşyalarla, metropollerde dağıtılan rüşvet çekleriyle satın alınmak istenen, millî irade adında oy çıkacak!
Seçildikten sonra parti rozetlerini çıkarmak zorunda olan Belediye Başkanlıklarında; vatandaş kendisine en yakın gördüğü, hemşeriliğini kabul ettiği, vizyon sahibi olanları seçecektir, seçmeli... Bu seçimler; genel başkanların taşınmaz yük ve engellemelerine rağmen kazanılmış gerçek zaferler olacaktır. Seçilmiş Padişahlara verilecek ders oyun adı, İl Genel Meclisi Oylarıdır. Millî İrade'nin; 29 Mart'ta; bu, Seçilmiş Padişahlar'a, İl Genel Meclisi Oyları ile gereken dersi vermesi, beklenen, ümit edilen demokratik sonuçtur...
Farklı çıkarsa; "Toplumlar, lâyık oldukları şekilde yönetilirler." tesbîtinin mûcizesini bir daha yaşarız! İstanbul'da AKP'nin içi boş çıkan müthiş güzel ambalajlı, hediye paketlerine nâzire olarak mütevâzi ambalajlı Seçim Sandıklarından, mütevâzi ama bir o kadar vakûr, millet irâdesi çıkmalı ve haddini aşanlara hadlerini bildirmelidir!...
Hadi Türk Milleti;
Sana, ferâsetine yakışanı, seninle alay edip sana kulak vermeyenlerin kulaklarından tutmak için gerekeni yap! İl Genel Meclisi Oyları ile; bu kendilerini dünyanın merkezi zanneden Seçilmiş Padişahlar'a; "Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var." hatırlatmanı yap artık.
Şimdi sen sahadasın. Padişahlar deplasmanda! Tahammül de senin, karar da, sonuç ta! Artık top ta sende, düdük te! Padişahlarla maç var!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

İNCİTEN NEZÂKET !...

Sanki adam, ülkücüleri incitsin diye yaratılmış!
Ölümlerde, ölümüne kavgalarda, millî ve kıyâmete denk savaşlarda; kendilerini mahkeme zanneden ceberrût emirerleri karşısında, kültür seviyeleri sıfır câhil gardiyanlar karşısında, hücrelerde, işkencelerde, sürgünlerde, firarlarda; görülen, yaşanan, anlatılan en sert işkencelerde incinmeyen ülkücüleri, adam nezâketiyle incitiyor!
Allah rızasından başka hiç bir ödül düşünmeden ömürlerini, ikbâllerini, servetlerini uğruna seve seve verdikleri değerlerle incitiyor adam ülkücüleri!
Ülkücünün; neden incineceğini, ülkücünün neye ne kadar kızacağını biliyor adam!...
Ülkücü; yüreği kan ağlayarak gördüğü her "üç hilâl"li bayrağı, gözden kayboluncaya kadar izlerken, kendisini tanımayan MHP adaylarının araçları geçtiğinde bütün yüreğini uçlarında attırdığı parmaklarını birleştirip Bozkurt işâreti yaparak selâmlarken mânevi şahsiyetine söz verdiği Başbuğu'nun ve ülküdaşlarının hâtıralarına saygıda devam ederken; adam, dolma kalemlere nezâket gösterisi ile incitiyor ülkücüleri!
Geçmişte, komünistlere karşı nâzikti; şimdi bölücülere, PKK'lılara karşı nâzik! Geçmişte halkçılara, solculara, Türkeş düşmanlarına karşı nâzikti; şimdi işbirlikçilere, dolma kalemlere, BOP'çulara, diyalogculara, medeniyetler arası ittifakçılara, kinci ikinci cumhuriyetçilere, Türk düşmanlarına, Türk milliyetçiliği hasımlarına karşı nâzik!... Bunların tamamından da, methiyeler alır on iki yıldır!
Yıllarca dünyanın en güçlü teşkilatlarından sayılan, gücünü dünyanın kabul ettiği Ülkü Ocakları Teşkilâtını; ülkücüyü ülkücüye saldırtarak bitirmek mücâdelesinde!
Başbuğumuz'un iki emânetinden birinci sırada gösterdiği Ülkü Ocakları'nı yok etmek düşüncesinde! Üniversitelerde PKK'lıların saldırılarına uğrayan ülkücüleri teşkilâtlardan uzaklaştırarak PKK karşısında tek ve savunmasız bırakmakla meşgûl!
"Ülkücünün gönlünde bütün tarikatlara ve mensuplarına yetecek kadar yer ve muhabbet vardır. Ama Turancı bir yürek, her hangi bir tarikata girerek hayâlini ve ülküsünü daraltamaz, dar bir sınıra mahkûm edemez." diyen Başbuğumuz'un tavsiyelerini yok sayarak, ülkü ocaklarını Fetullahçı adındaki, okyanus ötesinden komutlu ufacık bir cemaate teslim etmekle meşgûl!
Kavgaların, savaşların, idamların, dar ağaçlarının, cellatların incitemediği ülkücü yürekleri, nezâketiyle incitmekle meşgûl adam!...
Ülkücülerin "Son nefer, son nefes"e kadar devâm edecek olan PKK, bölücü, haîn düşmanlığına inatla; PKK'nın siyâsallaşmışlarıyla tokalaşarak, Kürtçe oy isteyen il başkanını tebrikle "tek dil"den vaz geçerek; "farklılıkların farkında"lıkla tek millet'ten vaz geçerek; seçim sisteminin açığını kullanıp Meclis'e girmeyi başaran bölücülere "Demokrasi adına kazanımdır." diye iltifât ederek, tokalaşarak, kucaklaşarak, koklaşarak nâzikleşmekle meşgûl adam!
MHP'nin büyümesi, gelişmesi için yapılan ülkücü tavsiyelere öfkelenen, tavsiyeleri yapan ülkücüleri hemen hain ilan ederek teşkilatlardan uzaklaştıran, direnenlerin üzerine ülkücüleri saldırttıran bu nâzik adam; kendisini ve şahsında ülkücü hareketi yerden yere vuran dolma kalemlere teşekkür etmekle meşgûl!...
Ahmet Hakan'a niye teşekkür ettin be adam?
Size; "Yavru!" diyen Kasımpaşalı'ya; "Cücük!" diyen nezâketinizle, bizim "adam" hitabımızdan nasıl rahatsız olacağınızı biliyorum! Ben de, bilerek ve incitmek için yapmadıysam kahrolayım!
"Çiçek Bahçesi"nin çiçeklerinden olan kalemşörün, tetikçin Çiçek; teşekkür ettiğin yedi uyarıya, lisân-ı münâsiple itiraz etmişti! Bir gün sonra karşılıklı teşekkürleşerek tetikçini bile incittin farkında mısın? Ülkücü tavırdan zâten bî-habersiniz de; demek ki; tetikçinin ve senin, birbirinizden de haberiniz yok!
Farklılıkların farkındaki nâzik(!) farklı adam; farklı davranışınla ülkücüleri incitmeyi başardın, tebrîk ederim! Dolma kalemlerden önce tebrîk etmeliyim ki; ne anlama geldiğini bilen ülküdaşlarım, işbirlikçilerin alkışlarından daha az incinsinler hiç değilse!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 13, 2009

GÜL'ÜMÜZE GÜLLER....

Sende gül
Diken benim sende gül
Biz sensizde ağlarız
Biz ağlarken sen de gül...

Senede gül
Açar her senede gül
Sözlerin hükmü bitti
Hükümsüz senede gül...

Gülüver
Sevdiğine gülü ver
Gül veremezsen gülüm
Sevdiğine gülüver...

Ömür geçiyor. Zaman işliyor. Dünya dönüyor. Felek, felekliğe devam ediyor... Ağacımızdan her dal kırılışında, gülistanımızdan her Gül kopuşunda; elimize batan dikeninden dolayı canımız yanıyor, canımız kanıyor; yara kapanıyor, can acımız geçiyor; Gül'ü gönderdikten sonra güller diyârına, gülüyoruz....
Acısıyla, tatlısıyla; doğumuyla, ölümüyle; ağlamasıyla, gülüşüyle; hürriyetiyle, esâretiyle; mertliğiyle, namertliğiyle; ihanetiyle, dostluğuyla; tarfatarlığıyla, ülküdaşlığıyla; iyiliğiyle, kötülüğüyle, her yanımız insan dolu!...
Çevremiz bu kadar sıkı ablukadayken, etrafımız bu kadar kalabalıkken, seslerden kulaklarımız patlayacakken, yalnızlığı kim târif edebilir? Bu kalabalıktaki sessizliğin gürültüsünü kim duyabilir ve bizlere de duyduğunu anlatabilir?
Dallarımız kırılıyor, kollarımız budanıyor, Gül'lerimiz soluyor; kıranlar, budayanlar, solduranlar gülüyor; Gül'ler, güllerin sevenleri, sevdikleri için gülün dikenine itiraz etmeyenler, içlerine ağlıyor sessiz sessiz!... Bu kadar sessizlikten sonra, Vallahi fırtına var! Yırtarak dağları, enginlere sığmadan taşmak var! Hesaplaşmak var he-sap-laş-maaaaaak!...
Canımızı çok yaktılar! Bizi çok incittiler! Kol kırılsın yen içinde kalsın diye saklaya saklaya, saklambaç oyunu ebelerine döndük! Hepsinin başlarını soktukları kumsalda kıçlarının açıklığının farkında olarak; görmedik, görmezden geldik, görmediğimiz için kimseye söylemeyiz dedik demesine de; bizim bildiğimizi onlar da bildikleri için koktular, korkuyorlar, korkacaklar!...
Korkularıyla başbaşa, başlarını saklandıkları kumsalda, başlarını kumdan çıkararak açıkta bıraktıkları kıçlarını nasıl koruduğumuzu anlatacak mıyız bilemem!...
Oooof!...
Özledim Memed'im. Özledim be Gül'üm...
Allah rahmet etsin Yiğidim. Küsmeğe tenezzül etmeden, sana küserek senden umduklarını belli edenlere yüksünmeden gülerek gülce gittin be Gül'üm... Hasretimle, sevgimle, dualarımla, her gün, her yerde, herkesle, seninleyim...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ERKEKSEN SEÇME!...

Yıllarca "İran mı olacağız?" korkutmasıyla avunduk, avutulduk... Îmanlı îmansız kıyaslaması ve deneme yanılma metoduyla, %47' lik bir oyla, en îmanlılar iş başındalar! Seçen îmanlı, seçilen îmanlı! Seçen; Davos'ta, seçimindeki isâbeti görerek gururlandı. Seçilen, seçmenlerinden aldığı güçle, 13 yaşındaki seçmen çocuğunun boğazını sıktı!
Nisyân ile ma'lûl hâfızalar ise (unutkanlık hastalığı olan hafızalar), îmanlı Cumhurbaşkanı'nın; Irak'ı işgâl eden, tesettürlü müslüman Iraklı kadınlara-kızlara tecâvüz eden, Haçlı ABD askerlerine duasını unutmayan İran'ın, ziyâretini haber etmemesini, fark edemediler bile!...
Haçlı mütecavizlere dua eden, îmanlı Kardeş'i Köşk'e çıkaran Davos Aslanı'nı; îmanlı Kardeş'i Köşk'e çıkarmaya mecbûr eden, Meclis'in 367 ile kilitlenmesine izin vermeyen Demokrasi Kahramanı, 'farklılıklardan olduğunun farkında olan' Bahçeli'nin; "Okyanus ötesine kaçsalar getirip hesap sormazsam namerdim!" vaat ve kükremesini de unuttular!...
Gerçeklerden başka her şeyin işlendiği, günde 24 sefer değiştirilen gündem kirliliği içinde 'hâfıza i seçmen'e kızmanın mantığı var mı? Bilemem ama sûni gündemlerle örtülmeye çalışılan iki olayın unutturulmasına izin vermemeye çalışacağım!
Birincisi: Îmanlı Davos Aslanı'nın; geleceğimiz gençliğimizi teslîm ettiği, îmanlı Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in, İsrail mallarına karşı başlatılan boykotun kırılması için yayınladığı genelge! Kendilerine "ulusal" diyen, "yaygın basın"a rağmen millî kalan Yerel Basın'dan aldım haberi! Kayseri'den Meydan Gazetesi'nden duydum. Meydan Gazetesi, Milli Eğitim Bakanı'nın genelgesini haber etmiş. "İsrail’in 'Gazze’ye yönelik saldırılarını finanse ettiği iddiasıyla' Türkiye’de bulunan birçok uluslararası şirkete ve ürünlerine yönelik boykot çağrıları yapıldığı, çeşitli kurumların bu yönde girişimleri olduğu, bu faaliyetlerde okullarımızın ve öğrencilerimizin de kullanılabileceği duyumları alınmaktadır." diye başlayan Genelge; "Gazze’deki barış sürecini olumsuz etkilememek için, okullarımızda yukarıda belirtilen olumsuz girişimlerin olmaması için gerekli tedbirlerin alınmasını rica ederim." tâlimatıyla bitmiş!
Davos Aslanı'nın; "Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz!" diye fırçaladığı İsrail, silâh ve mühimmat bulmakta sıkıntı çekmesin diye; îmanlı-diyalogcu-ılımlı islâm Milli Eğitim Bakanı'nın verdiği destek bu!...
İkincisi: "By pass" için ABD'ye giden Kemal Abi Unakıtan'ın masrafları bütçeden karşılansın diye, Hacettepe Hastanesi "Bu ameliyat, Türkiye'de yapılamaz. Yurtdışında tedavisi gerekir." diye rapor vermiş; "Hakem Devlet Hastaneleri"nden biri olan Ankara Numûne Hastanesi de, raporu onaylamış! Îmanlı Kemal Abi'nin, îmanlı eşleri Ahsen Yenge; rüyasında Rabb'ine sormuş ve hastanenin açık adresi verilmiş kendilerine! İlâhi yönlendirmeden önce de, adresi tahmîn edebilecek kadar sağ duyulu Kemâl Abi; muhterem eşleri ve çoluk çocuğunun yol masrafları, konaklama masrafları devletçe karşılansın diye rapor hazırlatmış, hakem hastaneye de onaylatmış! Medeniyetler arası ittifak'ın gereği de bu!...
Îman ve îmanlılık, böyle akıllı davranışlar gerektirirken bize de; Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)'in, Hayber'de kahramanca savaşan ve savaşta ölen bir sahâbenin, ganîmetten- beyt ül mal'dan bir abalık kumaş aldığı için cenâze namazını kıldırmadığı öğretilmiş!...
Kendine hayrı olmayanın kime ne faydası olur? Gemisini kurtaramayana kaptan mı denir?!
Böylesine akıllı, böylesine îmanlı adamların, Son Osmanlı Padişahı'nın soytarılarına evet demek için 29 Mart'ta sandık başına gidilecek!
Rüyasında, eşinin ameliyat olacağı, Okyanus ötesindeki hastanenin adına kadar kendilerine söylenen îmanlı kişilerin; Gazze'de katliam yapan İsrail'in mallarına boykotu yasaklayan îmanlı Bakan'ın tavsiyeleri varken, başkalarına evet deyin bakalım erkekseniz! Barakların Hüseyin de seçimden hemen sonra Türkiye'de!...
29 Mart'ta, sandık başında; çarpılmaktan korkmayan, krizin teyetlikten tam kalbine yönelişini seçsin erkekse!..
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 11, 2009

İNSAN KISIM KISIM...

Ülkücüler olarak yıllar öncesinden vaz geçtiklerimiz, Ülkücülük adına bir şeylerden vaz geçiyorlar! Türk milliyetçiliğinin tek siyasi kuruluşunun ideolojik ağırlıklarını atarak diğerlerine benzetmeye çalışıyorlar! Millet renklerimizden bazılarının farklılıklarının farkında olan demokrat(!), halkçı(!) ve yeni bir milliyetsizlik tarifi oluşturuyorlar!
Millet deyip aslâ Türk Milleti demeyenlerle benzeşerek farklılık iddiasında bulunuyorlar! Farklı davranış sergilemeden farkın fark edilemeyeceğinin farkında olmayanlar, farklılıkların farkındalarmış! Farlılıkları doğru! Ülkücülerden ve milletten ülküsüzlükleri ile farklılar!
Her şey gibi insanlar da zıddıyla kaimdir. Yani iki kısımdır. Bir kısım, aldıkları ünvana kişilik katarken diğer bir kısım, aldığı ünvanın altında kaybolurlar. Başka yönden de iki kısımdır insanlar: Bir kısmı; lâzım oldukları zaman, lâzım oldukları yerde, lâzım oldukları şekilde, davet edilmeden olurlar. Görevlerini tamamlayınca vedalaşmadan sessizce, geldikleri gibi giderlerken diğer bir kısım; lâzım olduklarında davete rağmen gelmezler, gerek kalmadığı zaman da davet edildikleri için kendilerini önemli zannederler! Lâzım olmadıkları yerden kovsan da, sövsen de, dövsen de gitmeyerek yüzsüzleşirler!
Bir başka yönden de iki türlüdür insanlar: Bir kısmı; herkesin methettiğine güzel diyerek eyyamcılık yapar, kendinin olmayan güzellikleri kıskanır, kimin atına binerse onun düdüğünü çalarken diğer bir kısım; "Ben güzele güzel demem / Güzel benim olmayınca..." diyerek, kendi güzelinden başkasına güzel bile demez...
Mert te insandandır, namert te. Ulu da insandandır, alçak ta. Sadık ta insandandır, hain de. Kahraman da insandandır korkak ta. Sebat eden de insandandır dönen de, dönek te. Güzel de, iyi de insandandır, çirkin de, pis te...
Benzer insanların beraberliği gözlemlenirse; mertin, ulunun, sadıkın, kahramanın, sebatkârın, güzelin, iyinin bir safta; namertin, alçağın, hainin, kaçağın, döneğin, korkağın, çirkinin, pisin de bir safta buluştuğu görülür... Bu tesbitte hayret edilecek bir hâl vardır: İki saftakiler de saflarını, en doğru saf olarak bilirler! Bir tarafta sadece samîmiyet varken diğer tarafta çıkar ilişkileri üzerine bina edilen bir kurnazlık vardır!... Günümüzde de bu iki zıt saf, karşı karşıya!...
Kimin, nerede, ne zaman, ne yaptığını gayet iyi bilen ülkücüler; bu döneklere karşı sağlam bir saf oluşturabilirler mi? Ülkücüler; bu kendi ayak seslerinden korkan zavallıları, bir büyük birlik halinde durarak ürkütebilirler mi?
Yıllardır kendilerinden uzak durmuşların, kaçmışların, dönmüşlerin, saklanmışların ayıplarını sakladıkları için, bu kaçaklara mecbûr edilmekten daha ağır ceza mı olur ülkücülere?
Ülkücü Hareketin, Türk Milliyetçiliği Hareketi'nin bu "Çizdim, oynamıyorum!"cularla kaybedecek zamanı var mıdır?
Artık Ülkücü Hareket, deniz misali içindeki tafraları, safraları temizleme hareketini başlatmalıdır. Buna tecrübesi de yeter, karakteri de...
Ülkücü yüreğimizle, "Çiçek bahçesi" ve "Ayrık otu"benzetme ve tarifine karşı olduk... Mevsimlik ömrü olan ve gıdası gübre olan nebattan, çiçekten millet tanımı çıkamaz dedik...
Bu toprakları vatanlaştıran şüheda; ne mozaiktir ne de çiçek bahçesinin çiçekleri... Toprağı vatanlaştıranlar; Kürt kökenli Türk milliyetçisi, bir ülküdaşımızın tarifiyle; "Renkli mermerin farklı renkleri" dir...
"İnsan kısım kısım/Yol damar damar" diyen bu millet; bin yıldan fazla bir arada taşlaşmış, kayalaşmış mermerleşmişlerdir... En sert iklimlere de, en sert saldırılara da yüzlerce yıl bu sertlikle dayanmış, karşılık vermiştir... Kürt'ten, Ermeni'den, Rum'dan, Yahudi'den vatandaşlarımız vardır. Bu azınlıklar, kesinlikle mermerin renkleridir. Vatandaşlık kurallarına riayet ettikleri sürece de dünyanın en mutlu renkleri olarak yaşayacaklardır. Türk töresi bunu emreder çünkü...
Obamaların Barakı da gelse, Obamaların Hüseyini de gelse; bu millet ne bir Kürdünün saçının telinden, ne de vatanın bir tek çakılından vaz geçmez. Bu coğrafya üzerinde hayalleri olanların, rüyalarında karabasanları, hayatlarında kıyametleri olur bir daha, bir daha, taaa kıyamete kadar...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 10, 2009

SİSTEM CUMHÛRİYET, SEÇİLEN PADİŞAH!...

Kimsenin renginin belli olmadığı, tatsız-tuzsuz münakaşaların siyâset diye dayatıldığı orta oyununa mecbûr edildik!.
Birileri Allah'ı, Kur'an'ı, dîni; birileri milleti-milliyeti, vatanı-devleti; birileri sosyalizmi, halkları-halkların eşitliğini; birileri şövenizmi, ırkçılığı, faşizmi siyâsete malzeme etmişler sokaklardalar ve meydanlardalar...
Dindarlık iddiasıyla, Allah adıyla siyâset yapanlar; Allah emirlerine, Kur'an hükümlerine muhalif olarak Haçlı ile, Hristiyan dünyası ile, "dinler arası diyalog" diyerek, "medeniyetler arası ittifak" diyerek el ele, kol kola! Haçlı'nın başımıza çuval geçiren silahşörünün yeni başkanı gelecek diye göbek atmalar! Oysa Hristiyan dünyasına, siyonizme, Haçlı'lara neler söylemiş, Avrupa'ya yakınlaşmak isteyenleri nasıl dinsizlikle itham etmişlerdi bu dindârlar!...
Milliyeti malzeme edenler, milliyetçiliğin milletini sevmek olduğunu, milletin bağımsızlığı için mücadeleyi unutmuş; her türlü emperyalizme hayır diyerek geçen kırk yılı, tek millet, tek dil, tek vatan, tek devlet, tek bayrak anlayışını terk etmiş! "Farklılıkların" farkında olarak, "Ne mozaiği ulaan!" düşüncesini reddederek "Çiçek Bahçesi" diye millet tarifi yaparak, Kürtçe oy isteyip "Tek Dil"e muhalefet ederek; seçim meydanlarında demokratlık ve devletçilik nutukları atıyor!
Ülkenin en eski sol partisi; en milliyetçi, en üniter, en Atatürkçü söylemlerle milliyetçiliğe sahiplik yapıyor! Bir de laiklik yaptığını zannederek zorla milleti kendinden uzaklaştırıp ötekileştirmekle, AKP'ye mecbûr etmekle meşgûl!...
Şövenistler, ırkçılar, teröristler isyanlar ederek bölücülük yapıyor!
Sağcı yok! Solcu yok! Ümmetçi yok! Sağcıyım diyen partiler, sol söylemlerle; solcuyum diyen partiler, milliyetçi söylemlerle; dindarım diyen partiler, en laik ve liberâl söylemlerle milleti kandırma yarışındalar!
Sağcı partilerin solcu; solcu partilerin sağcı adayları var! Anti laik ve dindar geçinen partilerin ise en sağcıdan, en solcudan hatta terör örgütü yandaşlarından, değişik değişik adayları var!
Hayatında bir kere "Türk'üm" dememiş Erdoğan'ın Belediye Başkanı, ülkücülerin oyuna talip! Türk Milliyetçisi bilinen partinin, milliyetçi olmayan, diğer partilerden dışlanmış adayları var!
Atatürk ilkelerinin en iddialı savunucusu, üniter devletin ve Anayasa'nın en ateşli savunucusu sol partinin Ankara adayı, bir kaç yıl önce bölücülerle ittifak halindeydi!...
Keşke yerel adayların, partililik mecbûriyetleri olmasa! Keşke belediye başkanları da muhtarlar gibi partisiz olsalar! Seçilinceye kadar partili, seçildikten sonra yörenin belediye başkanı olacaklarını söyleyen adayların; vatandaşı canından bezdirmiş genel başkanların günahını çekmesi ne kadar mantıklı ve demokratik?
Ekonomik krizin teyet geçeceğini söyleyen, hala pembe tablolar çizen bir Başbakan'ın, belediye seçimlerinde, milletten partisine oy istemesinin, neresi yerel? İşsizliği, aşsızlığı, borç intiharlarını, borç yüzünden dağılan aileleri sahiplenmeleri gerekirken; seçim meydanlarında belediye başkanlarını methederek propoganda yapan partilerin neresi, muhalefet?
Böyle demokrasi, böyle cumhuriyet mi olur? Böyle dayatılan adayların seçmene tasdik ettirildiği seçim mi olur? İktidarın yıpratıcılığı tamam, muhalefetteyken oy kaybetmiş genel başkanların adamlarına mecbûriyetin neresi demokrasi?
Başbakan'a "Son Osmanlı Padişahı" diye pankart açanlar, aslında bütün genel başkanların da "padişah" olduklarının farkında mıydılar? Ya da farkında olmayanlara hatırlatmak için mi açtılar o pankartı?... Sistem gûya Cumhuriyet, yönetim padişahlık! Sistem gûya Cumhuriyet, bütün genel başkanlar padişah!
Al bir padişahı vur ötekine ve; "Mağrur olma padişahım! Sizden büyük Allah var." diye söylen dur! Sandığa git! Padişahların soytarılarını onayla ve adına demokrat denilsin! Yerim böyle demokrasiyi!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

TEŞBİHTE HATÂ OLMAZ!...

"Ülkücüyüm" diyen, bu yüzden sevmeğe mecbûr olduğum bazı saf kardeşlerim, "Yeniçağ Gazetesini bırak! Sen erkek adamsın!" diyorlar! Aklıma bir fıkra-kıssa geldi:
Çok heyecanlı, sâdık, saf bir mürit; şeyhine sadâkatini gösterebilmek için düşünüp durmaktadır. Bir toplu zikir sonrası müritler sıraya girerler. Kimi şeyhin elini öper. Kimi sakalını, kimi eteğini, kimi göbeğini, kimi de ayaklarını... Saf müridin aklına da, şeyhinin poposunu öperek her kesten daha sâdık olduğunu ispatlamak fikri gelir. Heyecanla; "Şeyhim! Ben poponuzu öpeceğim." der! Şeyh, itrâz eder ama nâfile! Mürit o kadar içten ve ihlâs ile yalvarmaktadır ki izin verilmezse diğer müritler nazarında da iyi olmayacaktır. Çâresiz kabûl edilir... Fıkra bu ya! Şeyh, zikirden önce çokça yağlı et yemiş, çokça et suyu içmiştir ve bağırsakları iyi değildir. Ekseriyetle, bir perde arkasında popo öptürülmeğe karar verilir. Şeyh ve saf mürit, perde arkasına geçerler. Şahit olarak ta baş mürit girer... Şeyh şalvarını indirerek eğilir. Mürit öpmek üzere yaklaşır. Tam o anda rahatsız olan şeyh, yellenir! Saf mürit, bir an kokudan rahatsız olup geri çekilir ama öpecektir, öpmelidir! Bir daha yaklaşır. Şeyh bir daha yellenir! Üçüncü yaklaştığında eğilmeden dolayı iyice rahatsızlanan şeyh, artık kendini tutamaz ve saf müridin yüzüne dışkısını fışkırtır! Müridin suratı ve sakalları berbat olur! Şeyh te şaşırmıştır ama baş müridin cin aklı da, o anda meseleyi izah şeklini bulmuştur. Perdenin arkasından kokular saçarak, etrafa dışkı saçarak çıkan saf müridin peşinden baş mürit çıkar. Saf müridin halini merak eden diğer müritlere meseleyi anlatır. "Şeyhimin poposu, bunun başından akıllı çıktı! İki sefer; 'Gelme! Sı..cam!' diye ikâz etti. Ama o ısrarla; "Öpecem!" dedi ve olan oldu!"
Atalarımız; "Teşbihte hata olmaz." demişler.
Ülküdaşlıkla taraftarlık arasındaki farkın farkında olamayacak kadar saf taraftarlara bu fıkrayla bir daha sesleneceğim.
Taraftar oldukları zât, "Türkeş'siz MHP Kumpası" mensuplarınca eli havaya kaldırılarak Genel Başkan edildikten sonra, ülkücülerin Başbuğumuz'un hâtırasına saygıyla yaptıkları canhıraş çalışmayla %18,5 oranında oy alınınca, kerâmeti kendisinde görerek, "MHP tarihinin en büyük başarısını benimle yakaladı." deyip, Başbuğumuzun manevi emeklerini inkâr etti... Anlamadılar!
Alınan oylarla hükümet ortağıyken, devlet sırrı gibi sakladığı bir kalp ameliyatından sonra; "Sağlığının diyetini vermiş bir lider olarak partimin ve görevimin başındayım." deyip seçilmiş bir genel başkan olduğunu unutturarak kendi ağzından liderliğini ilan etti... Anlamadılar!
Hükümetken, kendi zorlamasıyla girilen seçimlerde barajda boğuldu. Suçlu olarak kendisini açıkladı. Genel başkanlıktan çekildi. Bir kaç aylık hücre çalışmasıyla bütün delegeleri kendinden ederek "İstiyorlar!" diye yeniden aday oldu ve partiyi işgâl etti. Bütün ülkücüleri partiden dışladı. Uyum Yasalarına,Tahkîm Yasaları'na ülkücüler adına imza attı. Uzaydan bakanın bile
ülkücülüğünü fark edeceği Ali Güngör'ü ihrâc etti. Samimi ülkücüleri Aksakallarımıza Meclis'te; Kongrelerde bütün adaylara her yerde, genç ülkücüleri saldırttı! Ülkücülere saldırttığı genç ülkücülere, bölücülere karşı, hainlere karşı ev hapsi uyguladı! Bölücübaşının en popüler kurye avukatıyla Gâzi Meclis'in rengini tamamladı! Bölücülerle kucaklaştı, koklaştı, tokalaştı... Anlamadılar!
Bu kadar rencîde edici uyarıya rağmen anlamamakta ısrarcı olanların tek şansları, her halde et suyu içilmemiş olmasından! Yoksa saf müritten çok daha berbat bir halde, Balgat'tan çıkarlardı!
Ülkücülüğü bilinen adaylara destek vermenin, ülkücülerin nâmus borcu olduğunu ama il genel meclisi oylarını D.B.'nin başarı hânesine yazdırmanın ise milletimize ve ülküdaşlarımıza ihânet olacağını söyledik diye; " Sen erkek adamsın! Yeniçağ Gazetesini bırak!" diye tavsiyede bulunan saf ülkücülere, teşekkür ederek bir uyarım daha olsun izninizle...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 06, 2009

YENİÇAĞ OKURLARINA ŞİKÂYETİM!

Dostlar; Sizlerle paylaşmak istediğim bir ileti var:
"Değerli Mustafa ağabeyim; .... 68 kuşağının, ülkücüler kadar çile çekmediğini, buna rağmen nimette hep önde olduklarını belirtiyorsunuz. Evet bir aynaya bakın birde onlara. Bir ikisi hariç hemen her fraksiyon, seçim öncelerinde en güçlü organizasyon içinde birleşirler. Medya köşesindekiler ise adeta bir kale oluştururlar. .... Ya siz neredesiniz sayın ağabeyim? Yeniçağ ve ekibi ile AKP’yi eleştiriyor gibi görünerek akabinde ülkücülerin siyasi organizasyonu MHP’yi de topa tutup onların alternatifsiz olduğunu milletin kafasına kazımaya and içenlerin arasında değilmisiniz? ..... Ülkücü iradenin Seçimi ile gelen bir genel başkana hakareti bu dava mensupları unutur mu zannediyorsunuz? .... Bu vebal, sizler gibi seçim arifesinde MHP başarısız olsa da yönetim değişse biz de orada olsak gibi fasit daireden çıkamayanlarındır. .... Bütün eleştirlerinize hatta hakaretlerinize rağmen, ağabey dediğimiz sizlere, yüreğimiz açıktır. Selamlarımla. Rıza Altunışık "
İleti bu... "Ağabey" demiş sağ olsun! Şahsen, bütün olumsuzluklara rağmen "Ülkücüyüm" diyenleri sevmekle mükellefim! Beni sevseler de sevmeseler de gönlüm ayakları altındadır! Ya ezip geçer, ya da gönüllerine katarlar, itiraz etmem!
Anladığım kadarıyla Bahçeli'yi tenkîdimizin AKP'ye yaradığı îma edilmiş, hükümete sert muhalefetimiz atlanarak! Lâ havle! Yaptığımızın unutulmayacağı tehdidi de unutulmamış! Biz de unutursak nâmert olalım! "AKP'ye yaranmak tarifi; seçim meydanlarında,"Okyanus ötesine de kaçsa getirip hesap sormazsam namerdim!" diye kükreyen, sonra demokratlık yaparak Abdullah Gül'ü Köşk'e çıkarana mı, yoksa bize mi yakışır? Millet biliyor!...
"...ülkücülerin siyasi organizasyonu MHP" olmaz! MHP bir organizasyon, bir dernek değil! Ülkücü ömürlerle örülmüş, Türk Milliyetçilerinin en bilinen adresiydi! Şimdi sıradan bir parti...
"Ülkücü iradenin Seçimi ile gelen bir genel başkan"da yanlış! Ya olanlardan habersiz bunu yazan, ya da kurşun asker! ... Ben bu kardeşlerimizin kandırıldıklarına inanırım! Başbuğ'un mîrasları Partiyi ve Ocağı işgâl edip, genel başkanlığa aday her kesi; baltalı, sopalı, silahlı Genç Ülkücülere tâciz ve tehdît ettiren, binlerce polis korumasında salona girerek kurşun askerlere kongrecilik oynatan, tek aday olmasına rağmen, delegenin neredeyse yarısının oyunu alamayan mı, ülkücü irâdenin seçtiği genel başkan?
Bölücülere karşı tavırlarıyla; Apo'dan, işbirlikçi Dolma Kalemlerden, Zana ve zağarlarından övgüler alan, Çiçek Bahçesi ile farklılıkların farkında olan, "Ne mozaiği laan! Gerekirse kan dökeriz." kükreyişini unutturan; partiyi "MHP ideolojik ağırlıklarını attı" diye târif ettiren, AB'ye bütün partilerden daha sıcak baktığını, ABD ile en iyi ilişkileri MHP'nin gerçekleştireceğini seçim programına koyan mı, ülkücü genel başkan? İmralı'nın en popüler kurye avukatıyla Gâzi Meclis'in rengi(!)ni tamamlayan mı; PKK'nın temsilcileriyle tokalaşıp 10,5 saat rahatsız olmadan durabilen ama ülkücülerle tokalaştığında hemen ellerini kolonyalı mendille dezenfekte eden mi; ülkücülüğü adından çok bilinen İsrafil Kumbasar'a, Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı'na, genel başkan adaylarına, yetmiş yaşındaki aksakal Kadir Hoca'ya her fırsatta, genç ülkücüleri saldırttıran ama bölücülere karşı ev yasağı koyan mı, ülkücü genel başkan?
Hükûmetteyken; PKK'lılar, Dev-Solcular, 10 Mehmetçiğin katili, hainler affedilirken; bir devrin tek başına sorumlusu sayılarak af dışı bırakılan Haluk KIRCI'yı, intikamcılara karşı terk eden vefâsız mı, ülkücü genel başkan? Etmeyin Kardeşim! Vallahi çarpılırsınız!
29 Mart'ta ÜLKÜCÜ Belediye Başkan adaylarını desteklemek; her ülkücünün nâmus, vicdân, karakter ve ülküdaşlık borcudur. Amaaaaa!
İl Genel Meclisi oylarını, Bahçeli'nin hânesine yazdırmak ise; önce Başbuğumuz'un, bir ömürdür ceza evlerindeki-sürgünlerdeki ülküdaşlarımızın ve binlerce şehidimizin azîz hâtıralarına ve Şehitlerimizin ailelerine, dahası Türk Milleti'ne İHÂNETTİR vesselâm!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mart 05, 2009

BAŞBUĞ'UN ÂHI !...

Yıldır, dinleye dinleye bıktığımız, mecbûren dinleyenlerin sadece gülümseyerek "tî"ye aldığı;"Devletin başına Devlet geçecek" türküsünün kahramanı, yâni Başbuğun mîrâsı MHP'yi işgâl eden "ekönomi doktoru" Devlet; "Kırk günde, kırk mitingle, kırk belediye" formülüyle mitinglerde! Seçime 24 gün kaldı. Yapılan miting, üç! Yarından sonra kalan 23 günde, otuz yedi miting daha var!...
Kendilerinin metodu ile; (3x10=30+9=39+1=40) Bulduk mu kırkı, çıktı mı korku? Yapılan miting sayısı 3'ü çarptığım 10'nu, nereden mi buldum? Bir ayda 10 tane 3 var ya! 9'mu ne? Hâlâ sıkışılan ortamlarda fısıltıyla "9 Işık" yok mu? Medya ve basın önünde; "MHP ideolojik ağırlıklarını attı." dediklerine bakmayın siz, demokratları kandırıyorlar!... 1(bir)'i nereden mi buldum?Varsa yoksa bir kişi! "Ekönomi doktoru" bir kişi Devlet te bir tane, Devlet'te... "Ekönomi" adamlığı başka oluyor değil mi? 2009'dan kırk çıkarılan metodu kavrayan her ülkücü, istediği rakamlardan sonsuz kere kırk elde edebilir ve "Bulduk mu kırkı, çıkar korku!"...
Hele "ekönomi doktoru"muzun bir de uçağı olsa! Bir de helikopteri olsa! Seyredin o zaman mitingleri, sayın sayabilirseniz kırkları!...
Sanki; on gün önce, hazineden otuz trilyondan fazla parayı alan parti, MHP değil! MHP'nin kurucu önderi, Başbuğ Alparslan Türkeş'in 1974 seçimlerinde, Doğu Anadolu dağlarında, arabanın yürümediği yerlerde, kilometrelerce yayan yürüdüğünü hatırladım nedense! Hadi o tarihte Başbuğ gençti diyelim -gerçi yine 57 yaş var ya neyse- 1995 seçimlerinde 78 yaşındayken, her türlü yokluğa rağmen, bir günde dört ayrı vilayette miting yaptığını hatırladım!
Demek ki Başbuğ'un uçağı da varmııış, helikopteri de! Demek ki İstanbul'dan, Ankara'dan, Erzurum'dan Malazgirt'e kadar yayan yürüdük diyen Ülkücüleri, o helikopterler taşımış ta bizim haberimiz olmamış!...
Anadolu'da; "Oynamak bilmeyen geline meydan dar gelir!" derler! Miting yapamayan Bahçeli, -varsa- ma'zeretini açıkça söylemelidir! Kalp ameliyatını bile devlet sırrı gibi saklayan Bahçeli'nin sağlığı mitinglere müsait değilse, Erbakan'ın yaptığını da mı yapamaz?
Teknoloji müsait. Salon hazırlanır, dinleyici toplanır, Balgat'ta Genel Merkez'den, Bahçeli'nin bir saat bile hasretine dayanamadığı koltuğundan canlı bağlantı yapılır ve önüne koyulan metin, güzelce okunur! Sağlıkla ve yaşlılıkla dalga geçilemeyeceğini, en iyi biz biliriz! Seksen yaşında Başbuğumuz'a istirahati çok gören biz(!)ler; "Devletin başına geçecek Devlet"in rahatsızlığını Vallahi ma'zûr görürüz! Millet te sözle icraat arasındaki farkı, fark ederek MHP Genel Başkanı'na "yalancı" diyemez hiç değilse!...
Bir şey daha; bu, bütün samîmiyetimle önerimdir. Öğrencilikte okuduğumuz, öğretmenliğimizde de okuttuğumuz, "Güzel Konuşma Yazma" ders kitaplarımız vardı. "Ekönomi Doktoru" Devlet Bahçeli'ye sür'atle o kitaptan bir tane edinmesini öneririm. Konuşurken veya bir metni okurken uyulması gereken tonlama ve vurgulama kurallarına bir iki defa göz atsa yeter! Hangi noktalama işaretinde ne kadar nefes alınacağını bilen biri, okumasını da geliştirmişse tonlama ve vurgulamayı başarır, gerekli gereksiz bağırarak sesini düşürmez!
Hazineden alınan trilyonlardan bir kaç milyar harcanarak elektronik bağlantı sağlanır, "Ekönomi Doktoru"muz da tonlama ve vurgulama kurallarına bir kaç saat çalışırsa, kalan 23 güne, kırktan fazla toplantı sığdırılabilir. "Recep Tayyip" ile kavgalı olan medya da bu uygulamayı haber olarak duyurunca, ulaşılacak kişi sayısını "Ekönomi Doktoru"muz hesaplasın! Bu hesabın içinden ben çıkamam...
Seksen yaşındaki Bilge Başbuğumuz'a, yaşlılığı ve istirahati çok gören, "Türkeşsiz MHP Kumpası" mensuplarına, Devlet Bahçeli musîbeti, az bile! Başbuğ'un âhı, böyle tutar adamı!...
Etme bulma dünyası bu işte!
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 04, 2009

SİYÂSET ÖZÜRLÜLERE!...

Çok sustuk ! Suskunluğumuzu, işlerine geldiği gibi yorumlayanlar var! Hainler taşkınlık yaptıkça, biz de sustukça; "Sükût ikrârdandır." yorum gafletine düşenler var!
Bayrağımızı yaktılar, sustuk ! Karakollarımızı bastılar, sustuk ! Ankara'da salonlarda şımardılar, sustuk ! Sokaklarımızı cehenneme çevirdiler, alt-üst ettiler, sustuk !... İstiklal Marşımızı okumayıp zırladılar sustuk! AB'nin yolunu Diyarbakır'dan geçirdiler, sustuk !...
Yol kestiler, sustuk ! Baş kestiler, kelle isteyip aldılar, sustuk! Kurtarılmış(!) şehirler îlan ettiler, sustuk! İmralı Tatil Köyü'ne yürümeğe kalktılar, sustuk!
"İstemezük!.." diye Valimizi yerinden aldırdılar, sustuk ! Kap-kaç çeteleri, uyuşturucu çeteleri, fuhuş çeteleri oluşturdular, sustuk! Türkiye'yi suç ve suçlu cennetine dönüştürdüler, sustuk! Bunları yaparken de bizi izlediler! Nasıl tepki vereceğimizi, beklediler! Baktılar ki susuyoruz, iyice pervâsızlaştılar!...
Alt-üst kimlik demokratlığıyla beynimizi kemirdiler! Ne isterlerse yaptılar, yaptırdılar! Meclis'in rengini tamamlamak demokrat(!)lığı uğruna, en milliyetçi tariflilerle tokalaştılar! Resmî televizyon kurdurdular! "Başbakan konuşursa biz de konuşuruz!" savunmasıyla, Gâzi Meclis'te Kürtçe konuştular! Her istediklerini alınca da, Devleti tanımamaya başladılar !...
Yetsin artık be!...
Sizi bıyık altı gülümsemeyle izlediysek; yaptıklarınızı, komşunun şımarttığı çocuğumuzun yaptıkları saydığımızdandır! Sizden korkan, sizin gibi olsun! Yedi düvel üzerimize geldiğinde korktuysak şimdi üç-beş baldırı çıplağın zılgıtından korkarız! Haçlı olup yüzlerce yıl üzerimize geldiklerinde, geri adım attıysak, AB dayatmalarıyla şımaran aptallarımızdan korkarız!...
Kendilerini yukarıda zannedenler, siyâset özürlüler, sözümüz size: Devlet kalmanın kuralları vardır. Atalarımız, bu kurallar sâyesinde devlet kaldılar. Devlet kalmak için bu kuralları uygulamak zorundasınız! Nedir bu kurallar?
1-Yasalar âdil olacak... Kırk bin kişinin katiline özel davranıp kader kurbanını şiddetle cezalandıran yasa, âdil olmaz! Terör örgütünün irtibat adresi olan, kanlı Şemdinli baskınına fiilen karıştığı ispatlanıp cezalandırılan, hatta PKK'nın kurucuları arasında olan birini takip eden görevliler, Şemdinli'de ki PKK senaryosuna kurban verilirse; kahramanlar, hainlerin iftirâlarıyla suçlama gafletine düşülürse, yeni kahramanlar olmaz! Kahramanı olmayan, kahramanı ölmeyen topluluk, millet olamaz! Millet olmayınca da devlet olunmaz!
2-Piyasada kendi paranın gücü sağlanmadan vergi toplanamaz. Dolarla, euroyla yapılan alış verişler, kayıt altına alınamaz. Düyûn-u Umûmiye'ye teslîm olunur! Ekonomisi bağımsız olmayan topluma da devlet denilmez!
3-Kırsalda ve şehirlerde vatandaş terörist ve çapulcularla başbaşa bırakılırsa, can ve mal güvenlikleri sağlanamazsa Mili Ordu oluşturmakta ve güvenlik gücü oluşturmakta sıkıntı yaşanır! Yani Devletin devamı, tehlikeye atılır!...
Kutadgu Bilig'den bir daha hatırlatalım: "Ülkeyi elde tutabilmek için orduya ihtiyaç vardır. Orduyu besleyip donatmak için de çok mal ve servet gerekir. Orduyu besleyip donatacak akçayı bulabilmek için de halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de yöneticiler doğru yasalar koymalıdır. Bunlardan biri ihmâl edilecek olursa dördü de işe yaramaz. Dördü de işe yaramaz olunca devlet yönetimi çözülür, ülke yönetimi bozulur."
Devlet yönetimi çözülmek üzeredir! Ülke yönetimi bozulmaktadır! Ve hâlâ susmaktayız !...
Biz sustukça alt kimlikler de olacaktır, alt kimlikli hainleri şımartanlar da!...
Sıra bize geldiğinde bir daha "ölümü öldürerek" destânlar yazarız ama aptallarımızı şımartanlar çekip gidecek, beş para etmez canlarını, merhâmetimize bırakacaklardır!...
Türk Milleti! Allah aşkına kendine dön! Akıtmanı istedikleri kan da senindir, vereceğin canlar da!... İlk tedbirini; yerel seçimlerde İl Genel Meclisi Oyları'nı Meclisteki partilerden hiç birine vermeyerek al artık!... Vallahi iş başa düştü!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN SÜTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN