Pazartesi, Haziran 29, 2009

BİR ASİMETRİK BOMBA DA BİZDEN!...

İlker Başbuğ Paşa; "TSK’ya karşı medya üzerinden asimetrik bir psikolojik harekât ..." diye tarif etti yapılanları.! Genel Kurmay'ın kesinlikle yalanladığı bir fotokopiyle, TSK'ya elinde olmayan bir silah ile; basın-medya yoluyla ve "dolma kalem lejyonerler" vasıtasıyla, hâince bir saldırı var yâni!
Öperim böyle demokratlığı!
TSK'yı, devletin olmazsa olmazı Ordu'yu savunmak, Başbakan'ın görevi değil mi? Edirne'de yaptığı konuşmasında; "Belge Emniyet İstihbaratı tarafından bulunmuştur." diye de açıklamıştı! Şimdi bu fotokopinin, Emniyet İstihbaratında olması gereken aslıyla icâbedeni yapmak ta Başbakan'ın aslî görevi değil midir?
"Temiz arkadaşımız"ın yargılanmasına gereken izni vermeyen; daha bir kaç ay önce arsa aracılığından bir milyon dolarcık aldığı söylenen ve bu yüzden Genel Başkan Yardımcılığı'ndan istifa eden, bir başka temiz arkadaşı iade-i itibarla Başbakan Danışmanlığına getiren "AKParti Genel Başkanı"na, asimetrik olmayan, demokratik bir bomda da biz atalım!
Bu, belge de değil! Fotokopisine, kriminal araştırmalara falan da gerek yok! Bir kitap bu! Yılmaz DİKBAŞ'ın; Avrupa Birliği / Tabuta Çakılan Son Çivi adlı kitabı. Dikbaş; "Adları, unvanları, makamları ve rütbeleri ne olursa olsun, Avrupa Birliği üyeliğini destekleyenlerin 'Vatana İhanete Teşebbüs' halinde oldukları suçlamasını, en sağlam belgelere dayanarak, Türkiye'de ilk kez biz bu kitabımızda yazarak yaptık." diyor tanıtımında!
Yandaş Medya'nın, "Dolma kalem lejyonerler"in, kesinlikle -kasten- atladığı; Ana ve Yavru Muhalefet'in 29 yıldır ilgilenmedikleri, cezadan muaf yaşta 'Netekim Paşa'yı yargılatalım derken, "Demokrasi araçlı/silahlı AKP"nin Ordu ile savaşını kolaylamakla meşgûl oldukları için zaman ayıramadıkları, kitaplaştırılmış ve resmî belge olduğu söylenen maddeleri, "Tabut'a Çakılan Son Çivi"yi, kör gözlere patlatalım!
Y. Dikbaş'a göre; 03. Ekim. 2005' te "AB" ile Müzâkerelerin başlatılabilmesi için, 17. Aralık. 2004' te Brüksel'de, Başbakan tarafından imzalanan belgede şu hususlar var:
"*Müzakerelerin ucu açık olacak, sonuçta Üyelik Garanti edilmeyecektir.
*Türkler, Üye olunduktan sonra bile AB'de serbestçe dolaşamayacaklar, ancak AB'ye üye Devletlerin vatandaşları serbestçe Türkiye'de dolaşabileceklerdir.
*Kıbrıs Rum Cumhuriyeti tanınacaktır.
*Kürt Azınlıklara haklarının tanınması çerçevesinde, Güneydoğu Anadolu'da federe bir Kürt Devleti'nin kurulmasının yolu açılacaktır.
*İstanbul Fener Kilisesi Baş Papazı'na "Ekümenik" unvanı verilerek, İstanbul’da Ortodoks Din Devleti kurulmasına izin verilecektir.
*Dicle-Fırat nehirleri üzerindeki barajlar başta olmak üzere, Türkiye'nin tüm su kaynakları ve su dağıtım şebekelerinin yönetim ve denetimi Uluslar arası bir kuruluşa teslim edilecektir.
*Başta Devlet Bankaları olmak üzere, tüm kamu malları hızla özelleştirilecektir.
*Ermenistan-Türkiye sınırı açılacak, Ermenistan'la Diplomatik ilişkiler kurulacak ve 1915 Soykırımı kabul edilecektir.
*İran ve Rusya’nın Türkiye için birer potansiyel düşman oldukları göz önünde bulundurularak dış politika belirlenecektir.
*İngilizce'si 83 bin sayfa olan AB Müktesebatı tam olarak kabul edilip uygulamaya konulacaktır."
Resmen imzalandığı ve kabul edildiği iddia edilen şart-maddeler bunlar!
Biz millet olarak, harfiyyen aynı bu istekler yüzünden Yedi Düvel'le ölümüne savaşmadık mı? Bu istekleri kabul etmemek için sadece Çanakkale'de 253.000 canla bedel vermedik mi?
Şimdi Başbuğ Paşamız'dan; Millî Güvenlik Kurulu'nda, sahte fotokopi ile birlikte bu hususların aslının olup olmadığının da sorulmasını bekliyor ve Cumhuriyet Savcılarını göreve çağırıyoruz! Sadece Cumhuriyet Savcıları'nı değil Askeri Savcıları da, yetkilerini alan yasa Cumhurbaşkanı tarafından imzalanmadan!...
Bizim sorguladığımız, fotokopi de değil! Bulunması da kolay, sorgulanması da!... Bu da bizim asimetrik saldırıya mukabil saldırımız olsun Türk Silahlı Kuvvetleri'nden taraf, devletin aslî unsuru Türk'ler olarak! Savaşsa savaş! İster soğuk, ister sıcak!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 27, 2009

EVREN'İ 29 YIL ÖNCE ASTIM!...

Ya Rabbi! Bana Kenan Evren savunduracaklar! Bu hakkımı bütün siyâsilerden sen sor! Periyodik ve planlı bir uygulamayla yıllardır hedef alınan Türk Silahlı Kuvvetleri, son günlerde demokrat maskeli işbirlikçilerin el birliği ile linç edilmek üzere! "12 Eylül Kıyâmeti Figûranları Cuntacılar"ı konu ederek, ajitasyonla siyâseti ve âciz siyâsilerimizi sütten çıkmış ak kaşık târifine sokup, Türk Silâhlı Kuvvetlerini yargılayalım mı kapalı sorusuna ve orduya yapılan saldırılara meşrûiyet kazandırılmaya çalışılıyor!
Atatürk'e, Cumhuriyet'e, Laikliğe, demokrasiye ihânet eden kim olursa olsun cezalandırılmalı ama "Bağımsızlık karakterimdir." düşünce temeli üzerine kurulmuş gencecik ve millî bir Cumhuriyeti, önce Nato'ya sokup sonra Nato'nun, dolaylı olarak ABD'nin devletin en millî kalması gereken istihbârat kurumunun en derinlerine kadar nüfûz etmesine seyirci kalan siyâsilerimizi ne yapmalı? Önce asıp sonra demokrasi şehîdi ünvânı verdiğimiz teslîmiyetçileri nereye koymalı?
1961 Anayasası ile sağlanan demokratik hakları hoyratça, insafsızca Atatürk Cumhuriyeti aleyhine kullanarak, 12 Eylül Kıyameti'ne zemîn hazırlayan ve şimdi kahraman ilan edilen, hatıraları önünde sahte göz yaşları dökülen Mao'cu-Lenin'ci-Marks'çı anarşist, "68 Kuşağı" adlı yerli işbirlikçileri ne yapmalı?
12 Eylül Kıyâmeti'nde, MHP'yi önce sıkıyönetim istedi diye sonra ülkeyi siyasî kamplara böldü diye ayrı ayrı yargılayıp bir hukuk komedisi olarak tarihe geçen 12 Eylül Cuntacılarını yargılamadan önce; ana muhalefet lideri Ecevit'e bir muhalefet ittifâkı teklîf eden ve şiddetle reddedilen Alparslan Türkeş'in demokratik davranışını, Ecevit'in 12 Eylül'e zemîn hazırlayan, "Trübünleri sahaya indiririm." tehdîtli davranışını ne yapmalı?
1961 Anayasası'nın tanıdığı demokratik hakları araç kullanarak Ordu'dan intikama soyunan, Demokrat Parti'nin devamı sloganı ile iktidara gelen; CIA'nın yeniden devletin en derinlerine kadar nüfûz ederek kardeşi kardeşe kırdırdığı dönemlerde akan kan üzerinden sadece oy sayan sağcı ve solcu siyâsileri ne yapmalı?
Ön Asya ve Ortadoğu'da önce Balkanlar darmadağın edildi! Kafkaslar dağıtıldı ve tampon Ermenistan devletinin büyütülmesi programlanıyor! Irak parçalandı! Filistin'de kan oluk gibi! Büyük İsrail için her şey yapılıyor! İran'da otuz yıl sonra yeniden CIA organizeli kan akıyor! Kıbrıs gitti gidiyor! Bütün bunları sadece seyreden ve aslâ millî duruş sergilemeyen siyâsilerimizi ne yapmalı?
Allah'a, Peygamber'e, Din'e, Laikliğe, Cumhuriyet'e, Atatürk'e, Türk'e saldırıları, bölücülüğü, vatan toprağını euroyla satmayı demokratik hak olarak yorumlayan; kırk bin insanımızın katili olan ve -gûya- cezalandırılmış Apo bölücüsüne özel ihtirâmdan rahatsız olmayan milliyetçi-sosyal demokrat-demokratik solcu-liberal-sağcı-ümmetçi, aymaz siyâsileri ne yapmalı?
Cumhuriyetin, demokrasinin, milletin mukadderâtını üç-beş tane genel başkanın iki dudağı arasına mahkûm eden, millet vekili ünvanlı genel başkan vekillerinin seçtirilmesine göz yuman "Siyâsi Sultanları" ne yapmalı?
"Netekim Paşa" ve dört arkadaşı yargılansın tamam da kırk bin insanımızın katilini cezalandıramayan, millet nazarında güven kaybetmiş siyâsileri ne yapmalı? Soruları çoğaltmak çok mümkün.
Millet olarak çok basit ve çok komik olan oyunun farkında olmalıyız! Kenan Evren ve arkadaşlarının yargılanması maskesiyle, Atatürk Cumhuriyeti'nden Atatürk'ün verdiği tâlimat ve yasa gereği sorumlu olan Ordumuz'dan intikama hazırlanıldığını görmemiz gerek!
Duyarlı münevver Türk Vicdânı, Kenan Evren ve arkadaşlarını zâten cezalandırmış ve tarihe emânet etmiştir! 29 yıldır siyâsilerin görmediği veya görmezden geldiği 1981 Anayasası'nın "Geçici 15. Maddesi" ne, bu kadar yıl tahammül eden siyâsilerin, 92 yaşına gelmiş ve yaşı gereği mahkûmiyetten muaf birini gündem konusu yaparak yapmak istedikleri asıl tahribâtı görmek gerek!
Demokrasiyi amaçlarına ulaşmak için araç olarak kullandıklarını saklamayan siyâsileri de millî vicdânın yargılayacağı günlerin yakın olduğu hiç ama hiç unutulmamalı!...
Kenan Evren'i, hür aklım ve bağımsız Türk Milliyetçisi vicdânımda 29 yıl önce astım ben!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 25, 2009

ÖLMEZ BU DÂVÂ...

Muhteşem Ülküdaşlarım; Türk'üm ve Ükücüyüm üstelik ne kadar şükretsem az bir daha!
Ben İzmir'deyim. Kahraman Maraş'tan bir Ülküdaşım aradı. Gâzi Antep'li bir Ülküdaşımız, Kars'ta trafik kazasına karışmış! Ölümlü bir kaza olmuş! Kazaya sebebiyet veren, rahmetli olanmış ama Gâzi Antaep'li Ülküdaşımız Kars'ın yabancısı ve endişe duyuluyor doğal olarak!
Hiç düşünmeden, düşünmeme gerek kalmadan varlıklarıyla müftehîr olduğum 12 Eylül Kıyâmeti öncesi Kars Ülkü Ocağı Başkanlarından, günümüzün ciddî kanaat önderlerinden ve sayılı eşrâf'tan Bahtiyâr ADIGÜZEL'i ve Kars'ın ileri gelen eşrâfından Ali ÇELİK'i aradım. Saat gecenin 22.30'u... Büyük şehirler için belki mâkul bir saat ama, etnik farklılığın müthîş bir çekişmeye dönüştürüldüğü, iki dönem AKP'li yerel yönetimin kaşıdığı eski yaralar, açtığı ve tedâvisi zor yeni yaralar yüzünden çok gergin olan Kars için 22.30 geç ve tehlîkeli bir saat!
On dakika sonra Sevgili Bahtiyâr ADIGÜZEL, Gâzi Antep'li Ülküdaşımızın göz altında olduğu karakolun önünden aradı! Beni rahatlatan bilgileri verdi, Kars'ta kendisini yabancı sayan Ülküdaşımıza gereken ilginin gösterildiğini, sabah ta hukûken yapılabileceklerin yapılacağını bildirdi. Öğrendiklerimi Kahraman Maraş'a aktardım!
Sabah, saat 08.30 gibi Ali ÇELİK arıyordu bu kere! O da gözaltının yapıldığı karakolun önünde ve kendisini Kars'ta yabancı hisseden Gâzi Antepli Ülküdaşımız'ın yanındaydı. En fazla iki saat sonra tekrar Sevgili Atanur ADIGÜZEL'den, kendisini Kars'ta yabancı zanneden Gâzi Antep'li Ülküdaşımızın suçsuz bulunarak mahkemece serbest bırakıldığı müjdesini aldım. Aldığım müjdeyi ben de hemen Kahraman Maraş'a verdim! Şimdi takdîr-i İlâhi ile Gâzi Antep'ten iş için Kars'a gelen ve bir trafik kazasına karışan Ülküdaşımız, Kahraman Maraş'tan olaya müdâhil olan Ülküdaşımız ve bir de ben, hayatını kaybeden Kars'lı vatandaşımızın ailesine tâziyeye gitme hazırlığındayız...
Keşke, şeytan sözü bilirim! Keşke, vesvesenin başlangıcı ama yine de "Keşke olmasaydı, keşke o vatandaşımız hayatını kaybetmeseydi." demekten kendimi alamıyorum! Merhûma Allah rahmetler eylesin, ailesine ve yakınlarına sabırlar ihsân eylesin de ben bunları, niye mi anlattım?
Üç gündür, bütün âile efrâdımla Başbuğum'a rahmetler okuyoruz. Türkiyenin o zamanki 67 vilâyetinin, 67'sinde de kendi evimiz gibi gidebileceğimiz evlerimiz, kardeşimizden yakın bildiğimiz ülküdaşlarımız, gönül dostlarımız vardı ki hâlâ var olduğu bilinsin diye! Bize bu ülküdaşlığı, bu dostluk bağını kurduran ve ilânihâye kalıcılaştıran sebebin adının, Alparslan TÜRKEŞ, yâni Başbuğumuz, yâni Türk Dünyâsının Başbuğu olduğu hatırlansın diye!... Bu yüzden her kes bir kere daha bu gönül bağının mîmarına, Başbuğumuz'a rahmet dileyip bir Fâtiha göndersin diye!...
Yine her kes; Balgat Seracısı'na rağmen, Balgat Serası'nın yele karşı oturan çiçeklerine rağmen, Balgat Serası'nın 'farklılıkların farkında demokratları'na rağmen Ülküdaşlıkla, gönül dostluğuyla varlıklarını sürdüren, her kese ve her şeye rağmen hissettiren Ülküdaşlarımız Bahtiyar ADIGÜZEL ve Ali ÇELİK'in varlığından haberdar olsun ve yüksek sesle, iftihâr ederek; "Allah râzı olsun! İyi ki varsınız." desinler diye!...
Söylerken, anlatırken çok kolay! Maraş'tan haber gelecek, Antep'li biri Kars'ta trafik kazasında bir kişinin ölümüne sebebiyet verecek, İzmir'den bir ülkücü Kars'lı olduğu için haberdar edilecek, Kars'taki ülkücülerden sadece iki kişiye gecenin geç saatinde telefon edilecek ve şükürler edilerek hâdisenin başka mağdûriyetlere vesîle olması engellenecek!
Çok kolay geliyor değil mi Ülküdaşlarım!
Çünkü biz böyle öğrendik! Çünkü biz Ülkücülerin kardeşliğine inandık değil mi? Bu kardeşlerden, bu bütün zorları, zorlukları kolaylaştıran gönül bağı sahiplerinden hâin çıkar mı? Balgat Seracısı'na muhâlif olanlara, Balgat Serası Çiçekleri'ne katılmayan, kaya gibi Ülkü Devleri'ne hâin denilir mi? Denilemezse diyenlere ne denilir?
Demek ki "Yiğit düştüğü yerden kalkar, iğne battığı yerden çıkar!"mış! Demek ki "Zor gelince fent, bacadan kaçar!"mış...
Hadi Ülküdaşlarım! Allah rızâsı için; zorumuzla bir fendi, bir oyunu bozmak üzere Balgat Serası'na...
"ÖLMEZ BU HAREKET, ÖLMEZ BU DÂVÂ"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 23, 2009

İKİ FARKLI ÜLKÜCÜ!...

"Söylesem te'sîri yok sussam gönül râzı değil/ Çektiğim âlâmı (dertleri) bir ben birde Allah'ım bilir" demiş Fuzûli! Demek ki insan, her dönemde benzer ve her dönemde gerçeklerdense duymak istediği yalana inanmış!
Taraftarlığı kendilerine mubâh sayanlar, taraftar olduklarına muhalefeti aslâ kabullenmiyorlar veya kabullenmelerine bile izin yok! Söylediklerimizi istedikleri gibi anlayarak, anladıkları şekilde aktarıp iftirâlar ederek, gûya iltifat ediyorken duyarlı Türk yürekleri, Ülkücüleri, "Dâvâ'nın Aysbergleri"ni incitmeye devâm ediyorlar!
Sizlerle; "Ülkücüyüm" diyen ve bana yazmak zahmetine katlanan iki okurumun iletilerini paylaşacağım. İleti sahiplerinin ikisi de "Ülkücüyüm" diyorlar. Bana da ikisini de sevmek farz elbette. Önce iletiler:
"Sayın Aslan; Ben Kurucular Kurulu üyesiyim ve olağanüstü toplantı için imza veren hainler(!)den biriyim! DB'yi beğenmemek, onun yönetimini eleştirmek, partimizi iktidara taşımak isteyenlere destek olmak hainlikse ben hainim! Ancak asla ve asla ABD maşası olmadım onların emir ve talimatlarıyla hareket etmedim. DB, bu güne kadar hangi TV de göründü? DB, bırakın halkın içine girmeyi biz ülkücülerin arasına dahi girdi mi? DB, biz kurucuları bir gün dahi hatırlayıp hiç olmazsa bayramlarda bir tebrik vs gönderdi mi? DB bugüne kadar ne yaptı? Dikkat edin olağanüstü toplantı çağrısına hemen hemen bütün Kurucular Kurulu Üyeleri imza verdi. Acaba neden? Saygılarımla... Av. F. E.- İleti adresi" Bu, birinci Ülküdaşım'ın yazdıkları ve:
"Mustafa ağabey; Milliyetçi Hareketin kurultay sürecine girdiği şu günlerde makul bir gerekçe gösteremeden olağanüstü kongre istemek, 40 yıllık zaman diliminde verdiğimiz mücadelemize sekte vurup Allah katına gönderdiğimiz şehitlerimizin kemiklerini sızlatacaktır. MHP'yi mahkemelerde süründürerek milli direncimizin son kalesine vurulmak istenen bu kara lekeyi Ülkücü harekete reva görmeyin. Buradan Ülkücüyüm diyen bütün arkadaşlarımızın ellerini vicdanlarına koyacaklarına inanıyorum. R. A.-İleti adresi ) bu da diğer Ülküdaşım'ın yazdıkları!...
Biri MHP Kurucular Kurulu Üyesi, diğeri günlerdir süren yazışmalarımızdan anladığım kadarıyla "Lider-Teşkilât-Doktrin" denklemimizin değişmemesi gereğine inanmış ama kafası ziyâdesiyle karıştırılmış, mâzur bir ülkücü... Zannederim zamanı gelmişken şu; "Lider-Teşkilât-Doktrin" hakkında bir iki kelâm etmek gerek:
LİDER; seksen yıllık ömrünü hasrettiği, çilehânelerden, sürgünlerden, ikbâl kayıplarından sonra, emperyal mihrakların ve yerli işbirlikçilerin insafsız Türk Milliyetçiliği düşmalığına kafa tutarak siyâsete soyunan ve bütün Türk Dünyasının el ve dil birliği ile Başbuğlaştırdığı, resmî devlet temsilcilerimizin Kardeş Türk Devletleri'nde eğer heyette O' da yoksa samîmi kabûl ve iltifat görmediği Alparslan TÜRKEŞ'tir ve ilânihâye tektir, değişmezdir. Başbuğ'dan sonra seçilen veya seçilecek olanlar ise sadece Genel Başkan'dır...
TEŞKİLAT'larımız ise Ülkü Ocakları ve MHP'dir. Başbuğumuz'un sağlığındaki Ocak ve Partimizle, bu günkü Ocağı ve Ülkü Ocaklı delegelere güvenmeyen partiyi mukayese insafsızlık değil midir? Yapılan teşkilata sadakat midir?
DOKTRİN'imiz ise "9 IŞIK" değil midir? Mevcût Genel Başkan'ın ağzından hangi toplantı veya panelde veya hangi parti seçim konuşmasında "9 IŞIK" duyulmuştur? 9 IŞIK 'ı unutmak ve unutturmak doktrine ihânet değil midir?
Başbuğumuz'un ordudan arkadaşı, aile dostu, Parti Gençlik Kolları'nın ilk tüzüğünü hazırlayan Muzaffer ÖZDAĞ merhûm'un oğlu, Başbuğ'un bilgisiyle konferanslar veren, Bağbuğ'la aynı dergilerde yazılar yazan Ülkücü oğlu Ülkücü Prof.Dr. Ümit ÖZDAĞ'ı, genel başkanlığa aday olduğu için gayr-ı meşrû yollarla engelleyen; kendisi Karanfil Sokak'taki genel merkezi ikâmet adresi olarak gösterirken, Anadolu'daki ikâmete sahte diyerek şikâyet eden, -bana göre bir yerlerin görevlendirdiği birisinin- yeter sayıda imzayla delegenin Olağanüstü Kongre talebini yok sayacak kadar anti demokratik birisine, çok ama çok daha dikkat etmek gerek!... Mahkemelerde ülküdaşlarımızı süründüren, Ali GÜNGÖR gibi bir Ülkü Devi'ni, çok ülkücüce bir tavrından dolayı ihrâç eden birine çok dikkat etmek gerekmez mi? "Lider-Teşkilat-Doktrin"i, gerçekten hatırlamak ve sadakat gerekmez mi? Hür akıl, hür vicdân, ülkücü karakter bunu emreder vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 22, 2009

ŞEHÎDİMİZ FOTOKOPİ DEĞİL!...

Yukarıdaki Demokratlar, Beyler! Sevgili Abdullah Özdoğan tesbîtiyle; ne kimlik fotokopisinin, ne diploma fotokopisinin, ne araba ruhsatının, ne ehliyetinizin fotopisinin asla resmî bir işlem yapmanızda geçerliliği yoktur ama bir kâğıt fotokopisiyle Türk Silâhlı Kuvvetlerini nerdeyse infâz edeceksiniz! Ve biz de seyredeceğiz öyle mi?
Hukuk var ve saldırılan kurumun kendisini savunacak donanımı ve kurmayları var ki bu kurmaylar gerçek kurmaylar, gerekeni yaparlar!
Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, İçişleri Bakanı'na, Emniyet genel Müdürlüğü İstihbaratına, Millî İstihbarat Teşkilâtına, Askeri istihbârata, yüksek sesle bir soru sormak lâzım!
Sınır ötesi operasyonlarda şehit vermeyi kabullenebiliriz! Sınırlarımıza yapılan saldırılarda savunma yapılırken şehit vermeyi de anlarız ama sınırlarımız içinde, asayişinden birinci derecede sorumlu olduğunuz vatan topraklarında, Türkiye'nin göbeğinde bölücülerle yapılan çatışmalarda şehit vermeyi ne aklımız, ne mantığımız, ne de vicdânımız kabûl etmiyor! Hadi sınır ötesinde, dış güçlerin destek verdiği ve dışişlerinde en diplomat -yâni milletler arası ilişkilerde en âciz- biz olduğumuz için güç yetiremiyoruz diyelim!
Kardeşim! Sınırlarımız içindeki bölücüleri neden bitirmiyorsunuz? İçişleri Bakanı'nın görevi, asâyişi temin değil midir? Kocaman kocaman Paşaların, Anayasa Mahkemesi-Yargıtay-Danıştay hakim ve savcılarının en mahrem yerlerine kadar nüfûz edebilen istihbaratçıların, bu lânetler hakkında bilgi toplamak gibi bir işleri yok mudur? Bölücü terör örgütü PeKaKa'nın hükümlü başı câni, cezâevinden ülkenin Başbakanı'nı tehdît ediyor? Duymuyor musunuz? Sınırlarımız içinde de mi gücünüz yetmiyor? Bu kadar güçsüzseniz, asâyişi her kes kendi sağlayacaksa, vatan sınırları içinde çocuklarımız şehît edilecek ve bir şey yapılamayacaksa siz neye yararsınız?
Üzerinde günlerdir kıyâmetler kopardığınız evrâk sahte olsa, gerçek olsa ne yazar? Siz devletin en uyumlu olmak zorunda olan kurumları; ABD ve AB tarafından servis edilen fotokopilerle demokrasiyi kurtarmaya çalışır(!)ken vatan topraklarımızda evlâtlarımız şehît ediliyor! Görmüyor musunuz? Kör müsünüz?
İşini yapamayan ve milletin görevlendirdiği İçişleri Bakanı, neden istifâ etmez? Neden hükümet itifâ etmez?
Eğer içerindeki başarısızlıkların kamuflajı edilen demokrasi buysa ve hükûmet olmaktan başka bir şeye yaramıyorsa; eğer dışişlerindeki diplomasi buysa ve devletler arası ilişkilerimizde bizi en âciz devlet tarifine sokuyorsa; alın demokrasinizi de, diplomasinizi de ananızı da gidin Kardeşim! Düşün milletin yakasından!
Yandaş Kalemler; kendinizin ısırıp köpeklere yalatmadığınız; "Yürüyen Îman" lâkaplı, aksakal/sız/ınızın yaptığı melânetten, hayâliniz olan ve kapısında bekletilmeyi bile bayram saydığınız Avrupa mahkemelerinin suçunu sâbitleştirdiği "Temiz arkadaş"ın götürdüklerinden utanmaktan öte vaz geçemiyorsanız, bu milleti incittiğinizi ve küfrün bininin bir para olduğunu fark edemiyor musunuz?
Yandaş televizyonlarda, tirajları parmakla sayılan servis arçlarında yazan ve canlı yayında küfürlerin havada, bardak ve kültablalarının kafalarda uçuştuğu programlar dahi "temiz Arkadaş" sâyesinde bir cezâ görmüyorsa ve gerçekten demokratsanız bizi neden çağırmazsınız?
Bizim kavgamızın gerçek ve çetin olacağından mı korkarsınız? Emekli Paşaları, iki üç tane servis elemânı "Dolma Kalem"in arasında laf kalabalığına getirerek yutturduğunuz hezeyanların, sahiplerine yutturulmasından mı korkarsınız!
Biz de tarafız Kardeşim! Devletten yana, milletten yana, Cumhuriyetten yana, Türk'ten ve Atatürk'ten yana tarafız! Ve biz ne Atatürkçülükten, ne demokratlıktan, ne ümmetçilikten, ne de insan haklarından geçinmeyenleriz! Bizim kavgamızda reytinginiz de inanın tavan yapar! Bu da size kıyağımız olur!
Ordumuzu da sizden koruruz, Atatürkümüzü de, Cumhuriyetimizi de! Bu ülkenin bir fotokopiden daha önemli bir asâyiş sıkıntısı yok mudur? Şehîdimiz fotokopi değil diye mi görmüyorsunuz? Devlet sırrı mı? Gidiler siziiiii!...
Şehitlerimize rahmet olsun, Milletim başımız sağ olsun, VATAN SAĞ OLSUN...
"Ben giderim oğlum gelir nöbete/Rüzgâr estirmeyiz Cumhuriyete"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Haziran 21, 2009

KURMAY, YANILMAMALI VE ASLÂ YANILTMAMALI...

Bir yanda "Taraf" adlı bir gazete ve etrafında kümelenmiş bir taraf, diğer yanda ötekileştirilmek istenen ve sanki isteği ile ötekileşen ve yıllardır ezici bir çoğunluk olduğunu bildiğimiz taraf!...
"Kendim ısırır, başka köpeklere yalatmam!" diyerek açık ve yürekli taraftarlığın temsilciliğini hak etmiş, fikren zıdd olduğum ama taraftarlığını alkışladığım, Vakit'ten Aslan DEĞİRMENCİ; "Kamuoyu soruyor: Başbuğ mu yanıltılıyor, yoksa o mu milleti yanıltıyor..." diye milletin söylendiği bir soruyu seslendiriyor!
Milletin sorduğuna, sorguladığına şâhit olmasam kaale almayacaktım! Aslan DEĞİRMENCİ; merhûm Muhsin YAZICIOĞLU ve arkadaşlarının aranmasını takiple görevli CHA Muhabirinin, o korkunç şartlarda dağda iki köylüyle bırakılarak askeri helikoptere alınmamasını hatırlıyor, hatırlatıyor ve çok haklı olarak ta gönül koyuyor! Genel Kurmay Başkanımız'ın bu konudaki açıklaması ve kendisine bildirilen hava raporu ile meteoroloji uzmanlarının raporu uyuşmuyor! Ortalıkta uçuşan belgeler hakkında söylenenle, yazılan çizilenler de akılları karıştırıyor! Ne tarafsız kalınıyor, ne de gereğince müdâhele ediliyor!
O zaman da akıllara Genel Kurmay'ın yanıltıldığı geliyor, Türk canım acıyor! Benim Ordum; eksi sekiz-on derece soğukta, üç sivili dağda bırakmaz. Bırakmamalı! Hatta bu sivillerin kimliklerini, etnik kökenlerini bile asla sorgulamaz! Benim Ordum, çatışmada vurduğu PekaKa'lıyı helikopterle hastaneye taşırken, bu davranışıyla dünyanın gözü önünde insanlık suçu işleyen ABD'li conilere ve dünyaya insanlık dersi verirken kendi vatandaşını, çalıştığı kurumun siyâsi duruşundan dolayı yargılayarak dışlamaz. Dışlamamalı! Dağda bırakmaz. Bırakmamalı!...
Kars'ta yaşanmış ve kuşaktan kuşağa aktarılması gereken bir olayı unuttturmadan paylaşmamız lâzım: Aralarında kan davası olan, şehrin ileri gelen iki ailesinden birinden bir delikanlı, çok sarhoş bir halde görülür. Yalpalayarak ve tek başına gitmektedir. Birazdan düşman aileden bir delikanlı aynı caddede görülür. Tanıyanlar; "Aman dikkatli ol! Az önce falan buradan geçti ve çok sarhoştu. Karşılaşırsanız kötü şeyler olabilir!" diye uyarırlar. Uyaranlara teşekkür eden delikanlı, hemen vedâlaşarak sarhoş hasmının gittiği yöne yönelir. Uyaran ve söyleyenler yaptıklarına pişman olmuşlardır ama delikanlı gözden kaybolmuştur. Bir kötülükten, yeniden kan dökülmesinden korkan komşu, bu sefer emniyeti haberdâr eder. Emniyet, sür'atle tarif edilen yere ulaşır. Gördükleri karşısında bütün emniyet mensupları ve sonradan duyan her kes hayret edecektir. Düşmanının çok sarhoş bir halde ve yalnız başına gittiğini duyan delikanlı, tam düşüp sızacakken yetişir düşmanına! Ne yaparsa ayıltamaz ve sırtlayarak çok iyi bildiği evine götürür. Tam kapı önünde sırtından indirip kapıyı çalmışken polisler yetişirler. Kapı açılmış sarhoşun annesi ve eşi, kapının önünde düşmalarının en delişmen delikanlısını görünce korkmuşlardır! Delikanlı; "Anam, Bacım! Alın bu sarhoşunuza sahip olun! Başına bir kaza gelir ve sarhoşken, kendini bilmezken bizim yaptığımız zannedilir, biz bu ayıbı taşıyamayız!" der, sarhoşu evine teslîm eder, polislerin hayret dolu bakışları arasında sessizce karanlıkta kaybolur...
Sarhoş düşmanının başına bir kaza gelmesine râzı olamayan yiğit kültürün ordusu; kara kışta, dağ başında bir muhabiri çalıştığı kurumu cezalandırmak adına ölüme terk etmez. Etmemeli!
Sağdan-soldan, önden-arkadan, yukardan-aşağıdan yaylım belge saldırısına muhatap edilmiş Ordumuz'un sür'atle kendisinden beklenen tavrı sergilemesi lâzım! Ne midir kendine yakışan tavır? Aslâ ama aslâ siyâsete müdâhil olmamalıdır! Millî nâmusumuz sınırlarımızı koruyup kollamalıdır! Bu uğurda -Allah korusun- ölürse şehîdimiz, kalırsa gâzimiz-kahramanımız olmalıdır! Osmanlı'nın son dönemlerinde siyâsete müdâhil olan ordunun, Balkanları kaybetmemize sebep olduğunu, Atatürk'ten öğrendiğimizi unutmamalıdır! -Allah korusun- ABD ve AB yâni Haçlı zorlamasıyla, masa başında, bir karış ta olsa toprağımızın kopuşu olursa, millî vicdânda en az siyâsilerimiz kadar Ordumuzun da mes'ul tutulacağını aslâ unutmamalıdır!
Ve en çarpıcı söylenti; eğer milletle barışamıyorsa, gerginliğin dozunu artırmamalıdır! Silâh altındaki Mehmetçiklerin ve bütün rütbelilerin ana-babalarının millet olduğunu hiç ama hiç unutmamalıdır... Ordu sîne-i millete sığınırsa, millet ordusunu gene paşalaştırır. Bu rütbelendirmeye de ne Taraf'ın gücü yeter, ne de taraf etrafında taraflaşan işbirlikçilerin!...
Ordu millet, millet ordudur ve Ne mutlu Türk'üm diyene...
Selâm, segi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 19, 2009

HER YERDE, ARAMASAM DA VARDI, BABAMDI...

Ben, bir babayım! Hatta büyük babayım, dedeyim hatta!...
Bütün babalığımla, bütün dedeliğimle, bütün evlâtlığımla Babam'ı özledim. En sevdiği oyuncağını arayan yaramaz çocuk gibi, doymadan ağzından memesi alınmış bebe gibi, kuzusuna meleyen koyun misâli, göğsünden kurşunlanmış bağrı yanığın suya hasreti misâli, çölde Mecnûnca, dağda Ferhatça, şehirlerde Keremce arıyorum, aranıyorum!...
"Sana baba ne lâzım be Hoca?" diyen sesleri, duyar gibiyim!...
Babam, asıl bana lâzım erenler! Baba asıl benim gibi babasının ölümüyle babalaşmaya gayret eden, babalaşamayanlara lâzım!... Yıllarca dert yandım O'na! Yıllarca her şeyi, her kesi şikâyet ettim! Gücünün yetip yetmeyeceğini sorgulamadım bile! Cumhurbaşkanını da, başbakanı da, genel kurmay başkanını da şikâyet ettim O'na!...
Hiç bir şey yapmayacaktı bilirdim! Hiç bir şey yapamayacaktı! Ama şikâyetimi en doğru adrese yaptığımın rahatlığıyla cesâretlenirdim...
Dinlerdi beni Babam. Dinlerdi Benim Babam. "Allah var, ne gam var oğlum?" derdi veeee bütün dertler biterdi! Sıkıntım anında azalır veya taşınır hâle girerdi!...
Şimdi ne yapmalıyım? Bir Rus yazar; "Erkeğin erkekliği, babasının ölümüyle başlar." demiş. Taaaa lise çağlarımdan, çakılıp kalmış aklımda. Ve Babam ölünceye kadar da hiç aklıma gelmemişti!
Babam ve ölüm!... O kadar birbirine yabancı, o kadar birbirine yakışmayan gerçeklerdi ki! Bir insana ölümün bu kadar yakışabileceğini de Babam'da gördüm hayret ederek! Hem Babam'ın ölümüne, hem ölümüyle bile küçülmemesine hayretler etmiştim! Tek başıma kalıncaya kadar,bütün kalabalıktan uzaklaşarak Babam'ın çok sevdiği, Bacıoğlu Yaylası yoluna çıkarak, Mevlâm'la başbaşa kalıncaya kadar ağlayamamıştım bile!...
Artık ağlamam da çok kolaylaştı! Siyah beyaz Türk filimlerinde bile ağlayabiliyorum ve Babam'ın neden o kadar kolay göz yaşı dökebildiğini anlayabiliyorum! Öfkesine sebep olan yürek yangınını söndürüyormuş! Her damla göz yaşını, geride bırakacaklarına mürekkep ediyormuş, bir şeyler bırakıyormuş!
Hastaydı Babam. Tıbbın dediğine göre dayanılması en zor ağrılarla muhataptı. Akciğer kanserinin lânet ağrısıyla başbaşaydı ve inlemezdi! "Off" demezdi! "Afff!" derdi bazen, bizler üzülmeyelim diye yüzünü bile ekşitmeden!... Yanında hastalığından dolayı inleyen Annem'e kızardı, olgun olgun; "Be Kadın! Of'layınca ağrın mı geçecek? Allah desene! Af desene!" diye öğütlerdi bütün ağrısına rağmen erliğiyle... Annemin de Babam'a -o hasta halinde bile- naz ettiğini anladım Babamsız geçen yıllar içinde! Annem, hiç birimize, hiç bir evlâdına Babam'a nazlandığı gibi nazlanmadı! Nazlanmaya kalksa ne yapardık onu da bilemem!...
Anam hasta, Babam yok!
Ve ben babayım dediğim gibi. Hatta büyük baba, dedeyim hatta! Bana baba ne lâzım değil mi?Vallahi baba asıl bana lâzım! Baba, asıl bizim yaşımızdakilere lâzım! Çünkü artık isteklerimle çocuklarımı, huysuzluğumla karımı, öfkemle dostlarımı kırar oldum galiba!...
Oysa yıllar yılı Babam; ne isteklerimden, ne huysuzluklarımdan, ne de öfkelerimden bıkmamıştı! Aylarca, yıllarca cezaevleri önlerinde, mahkemelerde; tavassut için dost ziyâretlerinde cebelleşen, zorundan terleyen Babam, bir gün bile; "Ööööf be!" dememişti... Dinlemişti şikâyetlerimi. Çâre olamamışsa bile, çâre olamayacağını bilmiş olsam bile içimin zehrine siper etmişti sabrını!...
Öyle ihtiyâcım var ki! Öyle özledim ki Baba!...
Fatih Kısaparmağ'ın, klasikleşeceğine emin olduğum; "Bu adam benim Babam" şarkısıyla esiyor yüreğim. Titriyor ayazda kalmış ıslak kedi misali duygularım...
Allah(c.c.) rahmetler etsin Babam. Ol Güzel Rabb'im, taksirâtını affetsin. Peygamber Efendimiz(s.a.v.)'e komşu ol Baba... Bütün babalara da rahmetler olsun...
Yarama bağdı. Arkamda dağdı. Ne zaman ararsam vardı. O adam, benim Babam'dı...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

OBAMA DA HAİNMİŞ!...

Ağlasam mı, gülsem mi?
Öfkelensem mi, gülüp geçsem mi?
Hayatında birisi, birileri görev vermezse kendi irâdesiyle hiç bir şey yapmamış-uygulamamış, uygulayamamış birisi; on iki yıldır Ortadoğu'nun en dirâyetli, Haçlı'nın 40 yıl emperyal hayallerini- dengelerini bozmuş bir partinin ve teşkilâtların genel başkanı!
Ona yakın olduktan sonra, onun dediklerini körü körüne kabullenip alkışladıktan sonra ve aslâ Başbuğ'u hatırlatan sloganlar falan atmadıktan, atılmadıktan sonra, kim olursa olsun MHP'de yeri var! Amaaa, ola ki ona ters davranılırsa, hele bir de Genel Başkanlığa aday olmaya kalkışılırsa, Başbuğ'un aile dostlarından-arkadaşlarından birinin oğlu bile olsa anında "karanlık odakların adamı" olur, anında ABD'nin hem de yeni seçilmiş Hüseyin Barak'ının adamı olur!...
Bu nasıl îzandır? Bu nasıl hırs, bu nasıl yenilmez-dizginlenmez bir nefstir?
Koray Aydın'ın ilk basın toplantısından sonra; "Ben bu yoğurda üflerim." demiştim! Kafamda yerine oturtamadığım bazı taşlar, cevaplayamadığım bazı sorular oluşmuştu! Ne zaman ki Balgat Serasının Çiçekleri, Koray Aydın'a saldırmaya başladılar, farklı düşünmeğe başladım. Hele bir de, Gazetemiz'in adlarından önce fikrî kimlikleri hatırlanılan, ülkücülükleri tescilli yazarları Koray Aydın'ı destekleyen ve Balgat Seracısını tenkîd eden yazılar yazdıktan sonraki saldırganlıkları, iyice düşündürdü beni.
İl-ilçe kongrelerindeki arbedeler, Genel Muhasip'in tartaklanmaları, Genel Merkezcilerin son kongre tiyatrosunda D.B.'yi Genel Başkan seçen delegelere takındıkları tutum, Anadolu teşkilatlarının ziyâdesiyle incindiğinin ve baş kaldırısının işaretleri!
Seracının genel başkanlığını değil, ülkenin istikbâli için partisinin iktidârını özleyen ve D.B. ile bunun mümkün olmadığını düşünerek yönetim değişikliği isteyen delegelerden, imza verdikleri için zorla istifa dilekçeleri alıp sonra da evrakta sahtecilikten şikâyet edeceklerini söyleyerek diğer delegelere yapılan üstü örtülü tehditleri, bardağı taşıran damla oldu!
MHP barajda boğulup Meclis dışındayken, Türkiye'ye yeni atanan ABD Büyük Elçisi'nin iktidarı, muhalefeti, mecliste grubu olan partileri atlayarak ilk ziyâreti Bahçeli'ye yapıp; "Sayın Genel Başkan, sizinle çok uzun süreli birlikteliğimiz olacak." şeklindeki rica-tâlimata rağmen D.B.'nin bir yerlerin adamı; hele "ABD ile her kesten daha fazla uyumlu oluruz." seçim vaadine rağmen ABD'nin adamı olabileceği kimsenin aklına gelmemiş ve Balgat Serasının Çiçekleri hiç bu tâlimatı sorgulamamış, sadece muhalif olan her kese hâin demişlerdi!
Şimdi de Obama'ların Hüseyin'i Türkiye'ye gelip kerhen parti başkalarıyla beş dakikalık "Hala hatırın kalmasın!" kabilinden bir görüşmeyle, kaç yıldır siyâset yaptığını sorup Meclis'te avuçları patlatan alkışlarla çekip gittikten sonra; Koray Aydın'ın Olağanüstü Kongre istemesi, O'nun Obama ile irtibatlı olduğu anlamına geliyormuş!...
Dinleyenleri şaşırtan, okuyanları güldürten, gerçekten kendisini birşey zannedenleri çıldırtan bir mantık! Ve bu kabiliyetin, bu karakterin sahibi biri, on iki senedir Alparslan Türkeş'in makamında oturuyor! Taraftarı, muhalifi; Türkiye'nin en kalifiye siyâsetçileri olduğuna inandığım Ülkücüler de, on iki yıldır bu ferâsetin sahibinden siyâseten çâre bekliyor!
Koray Aydın'ın arkasında Barak Obama varmış! Barak Obama Türkiye'ye, D.B.'yi indirip yerine Koray Aydın'ı seçtirmek için gelmiş! Diğer programlarının tamamı, dolgu işlermiş! Demek ki işbirlikçi müslümanların tek umudu, Obama da hainmiş! Vay anası!...
Allah aşkına, bunlar şaka mı?
Olay; dram mı, trajedi mi, komedi mi?
Galiba; "Yolun sonu görünüyor" türküsünü mırıldanarak, kimseler görüp hâlimize gülmesinler diye bıyık altı gülümseyerek, olayın sonunu bekleyeceğiz...
Demek ki hâris insan şaşırınca böyle davranıyormuş! Şahsî hırsı tanımayan ülkücüler, bu hârisi tanıyamamakta pek haksız değiller!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 17, 2009

"DERLEEERRR, DERLER!...

Ülkü Devleri ve kanaat önderlerinden özür, Balgat Serası Çiçekleri'ne teşekkürlerimle başlayacağım.
Ben; "Türk'üm. Türkçüyüm. Türk Milliyetçisiyim. Ülkücüyüm." dedikçe Balgat Serası'nın mevsimlikten çıkardığı çiçekler, "Bahçelici" olmadığım için bana hâin dediler! "Derleeeer! Derleeeer!" dilin kemiği yok, desinler!
Hayatımda hiç kendimi savunmadım ve hayatımda hiç şikâyetçi olmadım. Yaptığım her işime inanarak yaptığım için sahip çıktım ve yaptığım her şeyin bedelini ödedim. Ne eyyâmcılığım, ne her hangi -kendinde güç vehmeden- bir kişiden 'aferin' beklemek için kapı kulluğuna tenezzülüm olmadı! Kendimce, hür aklımla ve Türk vicdânımla "Kuvva-y-ı Seyyâre" diye bir sıfat yakıştırdım kendime, seferdeyim...
Balgat Serası'nın mevsimlikleri bozulmuş çiçeklerine önce o teşekkürümü edeyim. Teşkilât diri kalsın, bölünmeyelim, parçalanmayalım, 'Kol kırılır yen içinde' mantığı ile mücâdele ettiğim günlerde yazdığım yazılarımın gün gelip suç sayılabileceğini rüyamda görsem, hayra yormazdım ama oldu!
Sevgili Çiçekler; "Alparslan Türkeş'li MHP'ye ömrümü hîbe etmiştim helâl olsun; Bahçeli'li MHP'ye ne yapmışsam bu dünyada da ahrette de harâm olsun!" derken, bu çıkardığınız ve suç saydığınız yazılarımdan hareketle gayretlerimden bahsetmiştim!
Terk edişlerine, evlerine kapanışlarına sonradan hak verdiğim Ülkü Devleri'nden de; teşkilat içinde birlik-bütünlük için çırpındığım dönemlerde yazdıklarım için defalarca özür dilemiştim! Bu yazılarımı, tekrâr ben çıkarsaydım olmazdı! Çok teşekkürler. D.Bahçeli için ve onun genel başkanlığındaki -teşkilatım zannettiğim- kurum için yazdıklarımı yeniden yayınladığınız için size teşekkür. En azından D.Bahçeli'ye neyi, hangi emeklerimi harâm ettiğimi belgelediniz...
Türklük fıtratım ve Ülkücülük edebimle, hayatımda hiç bir işimi gizli yapmadım. Hayatımda hiç siyâsetin serbest güreşçisi olmadım. Yâni arkaya dolanıp puan almaya hiç tevessül ve tenezzül etmedim. Çünkü siyâsetçi değilim. Yaptıklarımı, yaptıklarımın karşılığı olarak çektiklerimi de hiç anlatamadım. Hayâtımın en zor dönemlerini, emsâlim ülküdaşlarım gibi Türkeş'li MHP günlerimde yaşadım. Ve -varsa- her hakkımı defalarca helâl ettim, tekrar helâl olsun. Kenarda gezip ortada görünenlerin, 'Ekerken yok, biçerken yok, harmanda kardeşler'in mîras paylaşımlarına ve bu paylaşım anındaki çirkin dalaşmalarına seyircilik yaptım midem bulanarak!
Taaaaa ki "Türkeş'siz MHP Kumpası" mensûplarının, Teşkilâtları D.B.'ye teslîm edişlerine kadar... Ülkücülük hakkımı, teşkilât içindeki görev yarışları zannettiğim kongrelerde kullandım. Hiç bir kongrede D.Bahçeli'yi desteklemedim doğrudur. Her kongreden sonra; "Ülkücü irâde tecellî etmiştir. Teşkilâtımın emrindeyim." diye de kanaatimi ilk yazan oldum. Şimdi suç işlemişim gibi servis edilen yazılarım da, o duygularımın tezâhürüdür ve ben bu duygularımla donanımlı iken D.Bahçeli tarafından teşkilatlarımdan dışlandım!
Başbuğum'dan sonra en keyifli teşkilâtçılığı Prof. Dr. Ümit Özdağ Bey'le birlikte geçirdiğim hareketli günlerde yaşadım. "Biz de sizdeniz!" diye salonlarda, meydanlarda -ki bu meydanlardan biri Bingöl'ün karlı dağlarıydı- kükreyen Türk sesle ve Türkçe tavırlarla çok ümitlenmiştim, çok moralliydim. Hâlâ "Ümit"liyim. Ümitsizliğin imansızlık olduğunu bilirim çünkü.
12 Eylül Kıyâmeti öncesi, ülküdaşlarımızın resimlerinin afişe edilmesinden hemen sonra şehît edildiklerini hatırlatan bir mantık ve uygulamayla; Balgat Serası'na yakın-yandaş sitelerde Olağanüstü Kongre tâlebinde bulunan delegelerin isimleri ve şahsımın resmim afişe ediliyor! Edilsin elbette! Serçeden korkanın darıyla darı ekmekle işi olmaz ama Ülkücüyüm diyenlerden Türkçe tavır beklemek te bir Ülkücü olarak hakkımdır. Bir adım geri basarsam namert olayım!
PeKaKa'lılara karşı demokratlaşan, farklılıkların farkındalıkla Türkiye Milliyetçiliği gibi uyduruk bir tavırla merkezleşen, her kesten daha fazla ABD'ci ve AB'ci bir zihniyetten başka bir tavır beklemekle yanlış yapmışım der geçerim...
Tekrâren; "Alparslan Türkeş'li MHP'ye ömrümü hîbe etmiştim, helâl olsun ama D. Bahçeli'li MHP'ye ne yapmışsam bu dünyada da , ahrette de harâm olsun" der susarım...
Bir yerlerden gelenler, bir yerlere gitmek üzere her zaman yolculuğa hazırdırlar. Biz, hâne sahipleri olarak "Gelene ağam, gidene paşam" mantığıyla, geleni karşılamaya, gideni uğurlamaya devâm ederiz.
Ekinimiz var, hasadımız-harmanımız var. Allah'ın yardımıyla bir de hesabımız var! Balgat Serası'na bir tejgere (tezgene) gübre de benden olsun...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BEN TÜRK'ÜM, ÜSTELİK ÜLKÜCÜYÜM DE...

Ülkücüyüm ben...
Türklük gurur ve şuûrunu, İslâm ahlâk ve fazîletini râm eden fikri, yaşama şekli kabul etmiş bir Türk'üm...
"Küfr'ün karşısında susmak, dilsiz şeytanlıktır." öğretisini yürekten kabullenmiş ve aslâ susmaya tenezzül etmemiş bir Türk'üm...
"Yüksek Türk! Senin için yükselmenin hudûdu yoktur." diyecek kadar kendisine ve Türklüğüne güvenen Atatürkçe düşünen bir Türk'üm...
"Ben Türk Milleti'ni; sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet-hile ile çiğnenen çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlâktan mahrûm hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük gurûr ve şuûruna, İslâm ahlâk ve fazîletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe-kardeşliğe, kısaca Hak yolu, Hakikat yolu, Allah Yolu'na çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça îlan ediyorum: YENİDEN MÂNEVİYATA DÖNÜŞ..." dâvetine yürekten katılmış bir Türk'üm...
Ülkücüyüm ben...
Muhteşem Türk Atatürk'le ülküdaşlığın şerefini taşıyan bir Türk'üm. "Muhtâc olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda mevcuttur." tarifine îman etmiş bir Türk'üm...
Adamcılığı, kişi taraftarlığını yok ederek, kimseye belli etmeden bütün taraftarlarını ülkücüleştiren Başbuğ'un târifine göre ülkücü bir Türk'üm...
"Her türlü emperyalizme, her türlü kültür emperyalizmine hayır." diyen bir fikrin mensûbiyetiyle gururlu bir Türk'üm...
İşbirlikçiye kızarım! Türklüğün gurûrundan nasipsizleri bağışlarım! Çünkü onlar, yaşayamadıkları gurûrun sahiplerinden korkarlar! Korkana, aman dileyene kılıç çalmayacak kadar kendinden emîn bir Türk'üm...
Köpeğim beni ısırdığında baytara götürür aşısını-tedavisini yaptırır, yeniden kapımda yerine bağlayarak yalını-yemini veririm. Kudurmuş köpeğimi, itlâf ederken eli titremeyecek kadar adâletli bir Türk'üm...
Ne kimsenin kapısında bekler, ne de kimseyi kapımda bekletirim...
Şahsî varlıklarımdan gözüm kapalı vaz geçmeyi ama milletin olan çorak bir karış toprak için savaşın nâmus olduğunu, Mete Han'dan öğrenmiş bir Türk'üm...
Tarihim kadar yaşlı, yaşım kadar tecrûbeli, tecrûbem kadar hatâsız, hatâ yapmamak için ağır işler görülen, santranççının her hamlesine, karşı hamleyi yapabilecek kadar savaş ustası; yendiğime hakâret etmeyecek kadar asîl, yenildiğimden savaşın meşrû alanlarında intikama yemin edecek kadar onurlu bir Türk'üm...
Ceddimin yaptıklarını unutmayarak bizden intikama soyunmuş Haçlı'nın; bize yaptıklarını, bizim onlara yaptıklarımızı unutmayacak kadar, unutturmayacak kadar akıllı Türk'üm...
Ben Ülkücüyüm...
Türklüğümü hedef alanın ırkını, milletliğimi hedef alanın sosyoloik-etnik yapısını hedef alabilecek kadar tecrübeli bir Türk'üm...
Maide Sûresi'nde târif edilecek kadar Tanrı katında özel, Hz. Muhammed(s.a.v)'den dualar ve övgüler alabilecek kadar güzel milletin mensûbu bir Türk'üm... "Benim yegâne fahrim ve servetim; Türklüğümden başka bir şey değildir." diyebilecek kadar Atatürk'çe Türk; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenleri baş tacım edecek kadar "Milletçi" bir Türk'üm...
Ülkücüyüm ben...
"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" inanç ve îmanımla, cansız bedenim toprağa düşmeden hürriyetimden vaz geçmeyecek kadar bağımsızlık karakterli bir Türk'üm...
Fransız şairi La martine'in; "Türkler bir ırk ve millet olma haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asîl ve pek yücedir. Asâletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır. Onların yurdu efendiler diyârıdır, kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insânîyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak, insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun." târifini unutan Fransızlar ve AB'ye; onlardan önce geçmişini inkârı entellik sayan kiralık beyinlere, "dolma kalemler"e hatırlatmayı, görev sayabilecek kadar üşenmez bir Türk'üm...
"Deme bana Kayı, Oğuz, İlhanlı
Türk'üm. Bu ad, her ünvandan üstündür,
Yoktur Azer, Kırgız, Özbek, Kazanlı
Türk Milleti, bölünmez bir bütündür." (Z.Gökalp)
Atatürk, Türk; Türk ulu ve ben, Türk'üm şükürler olsun...
Ben, üstelik Ülkücüyüm de...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 13, 2009

"YÂR OTURMUŞ YELE KARŞI..."

Çiçeklerinin mevsimlik ve tohumlarının ithal olması yüzünden üretim yapamayacağını bilen acemi-hâris bahçevan, "çiçek bahçesi"ni Balgat'ta seralaştırdı!
Seranın içine yeşillik olsun diye girenler veya verilecek iç-emirleri uygulatmak için çağrılan soluk renkli nebatlar; yazın sıcaktan, kışın soğuktan ha bire telef olurlar ama, gübre elden-su gölden kolaycılığı ile yalakalığa da devam ederler! Normaldir! Her şey kendisine yakışanı ve işini yapacaktır. Atın önüne et, kurdun önüne ot koymak ta ayrıca bir mahârettir!
Pis kokan renksiz nebâttan birinin, yelin getirdiği kokularından alıntılar yapacağım, sohbet olsun diye! Bu top toplayıcının adını vermem! "Desem dile düşürürler/Demem adını adını" edebimle saklayacağım, onun menfaatine!...
Buyurun kötü çiçek kokusuna, özürle tabi!....
***"MHP Lideri Devlet Bahçeli uyku nedir,yorulmak nedir bilmeden,usanmadan, yılmadan Türkiye'nin meseleleri karşısında düşman cephelere karşı tek başına mücadele ediyor..." Allah Allah! Demek ki seraya yakın olmak lazımmış ki bütün düşman cephelerin Balgat'ta yığınak yaptığını ve bu yüzden Bahçeli'nin bahçesinden çıkamadığını anlayabilirmişiz!...
***"Bir adamın hedefi aynı olur da, desteklediği adamlar sürekli değişir mi? Ama değişmeyen tek hedefleri, .... büyük dava adamı Devlet Bahçeli'yi yıpratmaktır." Yaaaa! Demek ki sera dışındaki bu ülkücü oğlu ülkücüler, klâsik CHP'li bir ailede yetişmiş, klâsik CHP'li bir hocanın onayladığı doktorlukla otuz yıl oyalanmış ve asla "ekönomi doçenti" olamamış, kendisini siyâsete dâvet eden Başbuğ'a da sâdık kalamamış, siyâsi hayatını "Türkeşsiz MHP" kumpasının baş figüranı olarak geçirmiş ve "Türkeşsiz MHP Kumpası" mensûplarının verdiği destekle Başbuğ'un oğlunu linç ederek Türkeş'ten intikam almış birinin, "büyük dâvâ adamı" oduğunu anlayamamış! Türkeş'miş, ülkücülükmüş, Turancılıkmış, Türk Milliyetçiliğiymiş, başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürmek şeklindeki Türkçe teâmüllermiş, bunlar önemli değilmiiiş! Sadece "çiçek bahçesi" sulayıcısının, sıcaktan gevşemiş hortumundan sağa sola sıçrayan damlacıklarla iktifâ etmek sadâkatmış!...
*"Olağan kongre sürecinde adaylık mücadelesi veren her kim olursa olsun, demokrasi ve hukuk çerçevesinde saygı görür ve görmelidir." Bakın hele, neymiş demek ki; MHP'ye genel başkan adayı olmamak şartıyla her kim olursa olsun, ama her kim olursa olsun Bahçeci'nin serasına girmek hakkına sahipmiş ama asla ülkücü olmayacakmış! CHP'li bir aileden yetişmiş olacak, C5'lerde ülkücülere işkence eden demokratlardan olacak, Türkiye'de Türklerin olmadığını söyleyecek kadar entelektüel olacakmış! "Ne mozaiği ulaaan!" nârasını çağ dışı bulacak, PeKaKa'nın siyasallaş/tırıl/mışlarının murdar-kanlı ellerini sıkarak renk tamamlayıcı olacakmış ama Ülkü Ocaklarından yetişmiş, ülkücülüğünü tescillemişlerden olmayacakmış! Hele hele; Başbuğ'un arkadaşlarından birinin oğlu ve Başbuğ'a yakın hizmet veren bir Türkeşçi, bir Ümit Özdağ -hem de stratejist profesör- aslâ olmayacakmış! Eğer bunlar seraya girmeğe niyetlenirlerse her yol denenip, PeKaKa'lılardan korkan mahalle şirretleri onun veya onların üzerine salınacakmış!...
*"Yanlış anlaşılmasın, MHP içinde her zaman için demokrasi ve hukuk hâkim olmuş ve bundan sonra da olmalıdır." Allah Allah! Bu Balgat Serası'ndan bizim haberimiz yokmuş! Rahmetli Hikmet Tekin'in Türkeşçiliği ve ülkücülüğü sayesinde belediye başkanlığı kazanılan Bingöl'e asla gitmemek, Diyarbakır'dan parti tabelâsı indirttirmek,Iğdır'da sınır belirletmek, oraları bölücülere terk etmek ama Bingöl'de Genel Başkan Adaylığını açıklamak cür'et(!)ini gösteren Başbuğ'un yakın arkadaşının oğluna ve ülküdaşlarına saldırmak, hukukun hâkimiyetiymiş! Dört-beş tâne, genel başkanla lider arasındaki farkı öğrenememiş çocuğumuzu ömürlerini sert kavgalarda geçirmiş Ülkü Devleri'nin üzerine saldırttırarak telef ettirmek kurnazlığı, sera hukukundanmış!...
Aslında bu taraftar yalaka çiçeğin kokusunu evlerinize taşıdığım için özür dilemeliyim! Adam görünümlü bu nebât, 19 yıllık sera hayatını övünerek söylerken "Bir hilal uğruna kırk yıl" diye Üç Hilal'i bilerek tek ederek formülleştirilmeğe çalışılan parti için 45 yıldır mücâdele edenlere hain diyebilecek kadar da sera dikeni!... Umarım Balgat Serası'na bir devenin veya merkebin yolu düşer ve bu deve dikenlerini şappur-şuppur yer!...
Bu kadar yeter! Hadi Ülkü Devleri, çıkın artık evlerinizden! Başbuğumuz; "İslâmın altıncı, îmanın yedinci şartı haddini bilmektir." demez miydi? Haddini aşanlara haddini hatırlatmak Ülkücülerin görevlerinden değil mi? Hadi Ülküdaşlarım; seranın naylon örtülerini açıp, ülkü sevdâmızla toprağımızı işlemeğe... Yoksa Vallahi açlık var, yokluk var, sefâlet var ve Türk Milleti'nin Türk adlı tek devletine zor günler var...
"Elvan elvan koku gelir/ Yâr oturmuş yele karşı"
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 12, 2009

ÜLKÜCÜ, TÜRK'ÜN VİCDÂNIDIR...(Sn.Bahçeli ve Sn. Kaya'ya)

Hür akıllı, hür vicdânlı ülkücüler, iş başa düştü!
5 Haziran 2009 günlü "Kurtların Payı" başlıklı yazımda; "Komşuluğun, mahalleliliğin var olduğu dönemlerde her mahallenin yaramaz hatta şirret çocukları olurdu. Mahalleler arası kavgalar, hep bu şirret çocuklar yüzünden çıkardı! .... Mahalle dışına çıktıklarında, başka mahallelilere yaptıkları şirretlikler yüzünden de mutlaka dayak yerler ve intikamları da mahallenin sessiz kabadayılarına düşerdi!" diye târife çalışmıştım bu şirretleri!
Taraftarlık yaptıklarını bile bile şirretleşenlere alışkınız! Gerçekten mahallenin kabadayılarından tarifine çok uyan bir ülkücünün, konu olması veya edilmesi aklımı karıştırdı! Birebir çok yakînen tanıdığım, dününe şâhit yarınına kefil olabileceğim Ocak Genel Başkanlarımdan, ülkücü vicdânlara göre kahraman Devlet Bahçeli ve yol arkadaşlarına göre "sabıkalı" sayılanlardan olmasına rağmen adaylığı veto edilmeyenlerden olan Atilla Kaya'nın, "mahallenin şirretleri"nin intikamına görevlendirilmesi hem aklımı karıştırdı, hem de ülkücü vicdânımı yaraladı!
Ateş yanmayan yerden duman çıkmayacağına göre bir haberi yorumlamak, gücümün yettiği kadar hem Ülküdaşım Atilla Kaya Bey'i, hem seslenmekten onur duyduğum ülküdaşlarımı, hem de Sayın Devlet Bahçeli'yi lisân-ı münâsiple uyarmak bize düşer!
Sevgili Sebahattin Önkibar'ı ve Dünyayı Türkçe Okuyan Gazetemiz'i savunmak, iş başa düşünce elbette her yiğit yürekli Yeniçağlı'nın görevidir. Taraftar kalemlerin ve taraftarlıkla ülkücülük arasındaki farkı göremeyecek kadar "kor-îzan"ların; "Sana ne Kardeşim? Önkibar ülkücü mü?" diye sorduklarını duyar gibiyim! Bu sorunun cevâbı Önkibar'da. Ülkücüyüm veya değilim demek o'nun işi ama birileriyle, hem de M.H.P.'den millet vekili birileriyle, Önkibar'ın Milliyetçiliğini mukayese de bizim işimiz!
Önkibar; ülkücü mü, değil mi? Bilirim ama söylemek bana düşmez lâkin 'uyum yasaları'nda, 'tahkîm yasaları'nda, hükümet ortağı iken İmralı haininin darağacına çıkarılmamasında, Ali Güngör'ün ihrâcında, DTP adındaki PeKaKa'nın siyâsallaşmışlarıyla tokalaşmalarda, Abdullah Gül'ün Köşk yolunun açılmasında, Diyarbakır'da parti tabelâsının indirilmesinde v.s. susan ve seyreden Millet Vekilleri'nden daha duyarlı Türk Milliyetçisi olduğunu söyleyebilirim.
Sosyal demokrat, demokratik solcu hatta C-5' lerde ülküdaşlarımıza işkence eden ekibin müdürünün bile millet vekili olmasına izin vererek demokratlığını ispatlayan, İmralı hükümlüsü hain de dahil Dolma Kalemler'in tamamından methiyeler alan, ülkücülerle tokalaştığında ellerini yıkayan ve üç kolonyalı mendille silen ama DTP'lilerle tokalaşıp on buçuk saat rahatsız olmadan oturarak bütün ülkücüleri inciten Devlet Bahçeli'ye de bir iki uyarı yapmak vicdâni görevimdir.
Siyâset literatüründe; "Kibar" lâkabının kim için sarf edildiğini ve teşkilat içindeyken bu târife koyduğum tepkiyi hatırlar ve hatırlatırım! MHP Tüzüğü'nde, partinin kuruluş amaçlarına dikkatle bakarak Devlet Bahçeli'nin genel başkan olarak o tariflere ne kadar uyduğunu sorgulamasını kendilerinden özellikle rica ederim!
Bahçeli'den habersiz geğirmeyeceği bilinen bir yalaka kalemin; "Liderimiz gece-gündüz hiç dinlenmeden çalışırken ve dünyayı dolaşırken..." şeklindeki yağcılığı ile okuyan her kesi güldürdüğünü ve bu davranışındaki acemiliğini hatırlatırım!
Atilla Kaya Başkanım'a da; "Dününe, yüreğine, vicdânına şahit ve kefil olmaktan onur duyduğum Başkanım, Ülküdaşım, Kardeşim, bu meseleye senin seçilmiş olmanda, sence hiç bir beîs yok mudur?" diye sorarak başlarım! Yeniçağ ve yazarlarını susturma görevi, neden yol arkadaşlarına, bahçe çiçeklerine, demokrat ve renk tamamlayıcı yandaşlara değil de Ülkücülüğü asla tartışılamayacak bir ülküdaşımıza, Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı'na verilir? Türk Birliği ve Türk milliyetçiliği mücadeleleri sınırlar dışında bile devam etmiş bir Ülkü Devi'ne, "Ülkücüleri sustur!" görevinin verilmesi ne kadar vicdâni, ne kadar samîmi, ne kadar millîdir?
Susturulması istenen kişilerin, tehdîde pabuç bırakıp bırakmayacağını en iyi bilenlerden birisi olarak Atilla Kaya'ya tevdî edilen bu görevle; kime, ne yapılmak istenmektedir? Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış bir Ülkü Devi'nin, bu olaya tepkisi; erkekçe, Türkçe, Türkeşçe ve Ülkücüce olmalıdır, umudum olacaktır da...
Çünkü Ülkücü, 21.yy. Türkiyesinin ve Türk'ün vicdânıdır...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

İNEMEYECEĞİN YERE ÇIKMA ...

Anam; "Gülümsemeyen yüzden, ağlamayan gözden korkulur!" derdi hep! Sözün benzerini, nerdeyse aynı anlama gelen bir şeklini, Urfalı bir Ana'nın da söylediğini duydum; "Ağlayan gözden, gülen yüzden zarar gelmez." demiş o Urfalı Ana da... İbrahim Tatlıses söyledi. Anası Urfa'da öyle dermiş... İbo'yu tebrik ediyorum bu güzel öğüdü unutmadığı ve unutturmadığı için...
"Doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle, sünnîsiyle alevisiyle Türkiye bir bütündür." diyerek ömür tamamlayan Alparslan Türkeş'i hatırladım bu iki ana sözüyle, özleyerek içim yanarak...
"Türkiye'nin; cumhurbaşkanından genel ev kadınına kadar insanının meselesi, meselemizdir." Diyen Alparslan Türkeş'i hatırladım. "Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm, ben ne kadar Türksem onlar da o kadar Türk'tür." diye yüz yılın tarifini yapan Bilge Türk'ü, Başbuğ'u hatırladım...
Urfalı anayla anamın sözünün Türkçe benzerliğiyle; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye halkları milletleştirmeye soyunan Muhteşem Türk Atatürk'ü ve son yüzyılın son Bağbuğu, Alparslan Türkeş'i hatırladım...
Halkları milletleştirmeyi ülkü edinmiş bir düşünce ve tavırla, "Ya sev ya terk et." kolaycılığını mukayeseye aslâ tenezzül etmem! Bölünmez bütünlüğümüzü hedefleyen, emperyalistlere yakınlaşmayı mahâret ve kurnazlık sayan ve onlarla müttefikliği ilm-i siyâsetten sayan akılları teslîm olmuş, eline beyaz bayrak almış teslimiyetçi rüzgâr gülleriyle bu ana sözlerini, Atatürk'ün tavrını ve Alparslan Türkeş'in sözünü mukayese edince; "Ağlanacak hâlimize güldüğümüzü" bir daha gördüm!...
Yok öyle bolluk! "Ya sevecekler, ya terk edecekler!..." miş! Ya sevecekler, ya da sevecekler Kardeşim! Ya devlete baş eğecekler, ya da devlete baş eğecekler!
Ne mutlu Türk olana değil, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenleri, baş tacımız, göz bebeğimiz ederiz. Cumhurbaşkanlığına, genel kurmay başkanlığına, başbakanlığa, bakanlıklara, vergi rekortmenliklerine taşırız ve asla yüksünmeyiz ama "Türk değilim, Türkiye'den ayrılacağım!" diye demokratlaşarak hayal kuranlara da: Akıllı olun! Aklınızı başınıza getirmek için sizi yargılarız. Yasalarımız ne ceza veriyorsa uygularız. Demokrasiden istifade kurnazlığına devam da ısrar ederseniz biz de demokratik haklarımızı kullanarak idamı geri getirecek bir yönetim seçeriz ve sizin kellenizi a-lı-rız! Ne bir çakıl taşımızdan, ne de bir Kürdümüz'ün tırnağından vaz geçmeyiz! Çünkü biz Türk Milletiyiz, çünkü biz Türkiye Cumhuriyetiyiz, Türk devletiyiz deriz.
"Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldıkta ikisinin ortasına insanoğlu koyuldu. Atam Bumin Kağan başlarına han olarak oturtuldu. Atam Bumin Kağan, ulusları bir araya topladı. Yoksulu bay etti. Başlıya baş eğdirdi, dizliye diz çöktürdü. ... Udaçı erti Türk Budun, ökün!" diye tarihi taşlara kazıyarak bırakan atalarımızdan, halkları milletleştirme teamülünü, eksiksiz aldığımızdan eminiz. Bu yüzden Muhteşem Türk; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye şifrelemiş, bu yüzden; "Kendimizi onlar kadar Kürt, onları da bizim kadar Türk" sayarız.
Siyâsilerimizin onlarca yıllık basîretsizlikleri yüzünden; alt-üst kimlik vehîmleriyle, demokrasiyi araç kullanma kurnazlıklarıyla ilgilenmiyor görünsek te bilinsin ki ilgiliyiz. Türk sabrıyla, devletli millet vakarıyla akılların başlara gelmesini beklemekteyiz. Yoksa 10.000 yıllık teâmüllerimizle biz akıllarını başlarına getirir bir daha başlıysa baş eğdirir, dizliyse diz çöktürürüz!...
Belki itten korkanlar vardır ama, kapı köpeğinden korkan çocuk görülmemiştir.
Demokrasiyi araç olarak kullanan kurnazlara da hiç bir te'vil yolu bırakmadan; "İnemeyeceğin yere çıkma!" Türk ata sözünü hatırlatırız. Sözümüz ortaya, kim alınırsa onun olacak!
Bu da Türk'ün diplomasisidir vesselâm...
"Bana yol gösteren benden olmalı / Olamaz Türk'e baş, 'Türk'üm.' demeyen."
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 10, 2009

MİLLİYETÇİ HAREKET'TE HAREKET...

Evet başladı! Milliyetçi Hareket Partisi'nde olağanüstü kongre süreci başladı!... "Nerde hareket, orda bereket." inancında olanların, berekete vesîle olabilmek îman ve düşüncesiyle, hareketlenme günleri başladı... Şimdiiii;
Her ülkücünün, her dâvâ adamının her türlü provokeye karşı uyanık ve tedbirli olarak ve önce kendisiyle hesaplaşma günleri başladı!...
Elbette "Ülkücüyüm" demek, meselenin yüzde doksanıdır! Ama şimdi her "Ülkücüyüm" diyenin; kendine "Ne kadar Ülkücüyüm?" sorusunu sormasının zamanıdır. Bir Ülkücünün ne kadar ülkücü olduğunu, en iyi kendisi bilir. Bu soru, hem zor bir sorudur, hem de cevabı zordur!
"Neye göre, kime göre, ne kadar ülkücü?" Sorunun açılımı bu. Cevabı ise her kesin kendinde!...
Neye göre? Elbette Ülkücülüğün bânîsi, Başbuğumuz'un tarifine göre...
Kime göre? Tanıdığımız, en yakınımızdaki ve kefil olabileceğimiz ülküdaşımıza göre...
Artık yatmışlığın, kaçmış-kovalamışlığın, duygu simsarlığının yapılacağı günler değil! Kim ne gördüyse, ne çektiyse Allah(c.c.) nasîp ettiği için ve Allah Rızası için yaşadı ve çektiler çilelerini... O yaşananların karşılığı da gümüzdür, halimizdir!...
Günümüzdeki halimize lütfen dikkat!... Başarılıysak ta, değilsek te sebep biziz!... Biz, kimseden çekmedik kendimizinkilerden çektiğimiz kadar!...
Bu şikâyetim, aynı zamanda hareketin başladığının da işâretidir! Kaynatılmadan sütün kaymağı alınmaz! Çalkalamadan da sütün yağı çıkmaz!
Ülkücü Hareket, gerçek kaymağını elde etmek için yeniden kaynayacaktır! Olağan üstü kongre talebi yapılmıştır.
Artık mevcût Genel Başkan, çok iyi bildiğini bildiğimiz dernekçilik ayak oyunlarıyla bir engelleme yapmazsa önce olağanüstü sonra da en kısa zamanda Büyük Olağan Kongre gerçekleşir. Bu süreç, bütün Ülkücülerin vicdânî sınavının da başlangıcıdır...
"Neye göre, kime göre Ülkücü?" sorularını cevaplamıştık... "Ne kadar Ülkücü?" Bu sorunun cevabı zor işte! Aslında en kolay cevaplanması gereken soru da bu! Çünkü sorunun cevabı, ülkücüyüm diyen her kesin kendinde!...
Her kesin, her ülkücünün kendine göre, ne kadar ülkücü olduğunu tesbît için bazı kıstasları olmalıdır elbette!... Bana göre ise bir kişi ne kadar ülkücü olduğunu tesbît için kendi kendine "Bu güne kadar Dâvâ'ya kaç kişi kattım?" sorusunu sormalıdır. Ülkücü, Dâvâ'ya kazandırdığı adam sayısı kadar Ülkücüdür! Kaç kişiyi dâvâdan soğutmuş, kaç kişiyi hiç bir mantıklı gerekçesi olmadan dâvadan dışlamışsa o kadar da zararlıdır!
Geçmişte çekilenler ve beşbinden fazla verilen canlar, bu günlerin bedelidir ama asla Ülkücülüğü tesbît kıstası değildir! Olmamalıdır! Olamaz da !... Başımıza gelenler, yaşadıklarımız, bu günlerin peşin ödenmiş bedeli olarak Allah(c.c.)'ın bizlere nasîbidir.
Bunları neden yazdım? Kongre sürecine girdik ya şimdi, hep aynı ağızlardan anlatılan ve çoğu maalesef yalan çile hikâyeleri dinlemeye başlayacağız! Yıllardır aynı hikâyeleri, farklı ağızlardan dinlemekten hepimize gına geldi!...
Yaşadıklarına, çektiklerine şahit olduğumuz Ülküdaşlarımızın; "dünlerine şâhit, yarınlarına kefâlet" görevimizden asla vaz geçmeyiz! Ama duygu sömürücülerine de artık kulaklarımızı kapatmak zorundayız! Herkes Dâvâ'ya kazandırdığı adam sayısı kadar Ülkücü olduğunu kabullenerek, ülkücülüğünü biraz daha artırmak üzere yeni insanlar kazanmak için mücadeleye, kaldığı yerden devam etmek zorundadır. Bu işe başlayabilmek için de her kesin kapısının önünü süpürme zamanıdır!
Kendi kapısı pisken, kimsenin başkasının kapısını tenkit hakkı yoktur! Olmamalıdır! Kapısının temizlik işini tamamlamış ve önce kendiyle sonra da en yakın ülküdaşıyla barışmayı başarmış Ülkücülerin, bir araya gelme günlerinin adı "Kongre"dir. Kongrelerden kaçan veya kongreyi engelleyen cemiyetçilik kompedanı demokrat renk tamamlayıcılara da kongre sonrası, gereken ihtirâmı göstermek, ülkücülük edebindendir!
Nerde harekeeeeet, orda bereket!...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 09, 2009

SIR GÖRÜŞMEYİ, BİLMEK İSTİYORUZ...

"Aramızda gizliliği olan bir görüşmeyi hiçbir zaman ifşa etmem. Sayın Büyükanıt ile başbaşa yaptığım bir görüşme. Başbaşa yaptığım bu görüşme benimle ebediyete gidecek." (ATV- Başbakan'la Gündem Programı)
Günlerdir, Başbakan'ın bu iki cümlesi ile uğraştayım!
İnsan bir şirketin büyük ortağı, hatta patronu olsa bile şirketin geleceğini ilgilendiren konu veya ikili görüşmeleri yönetim kurulu ile paylaşmaz mı?
Ailevî bir meselede, ailenin şeref-haysiyetini korumak adına saklanması gereken konu veya ikili görüşmeler, aile bireyleri ile paylaşılmalı ve birlikte karar alınmalı değil mi?
Ağalığa, feodal yapı ve yapılanmalara açıkça kafa tutulan günümüzde, Başbakan'ın yaptığı feodal yapının da bir adım önünde değil mi?
Özel yetkili şahıslar, yaptıkları ikişli görüşmeleri görev verene anlatmazlar mı? Sonuçta Başbakan 'vekil', millet te iş vereni değil mi? İşverenin ikili görüşmeyi bilmeğe hakkı yok mu?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Başbakanlığı, bir şirket yöneticiliği kadar, bir aile yapılanması kadar da mı demokratik değil?
Yoksa gerçekten "sivil darbe" mi var?
Başbakan olarak Genel Kurmay Başkanı ile yapılan görüşme -ikili de olsa- belki devlet sırrıdır ama devlet sırlarının yandaş gazetelere servis edilerek çarşaf-çarfaf ifşâ edildiği, Devletten Üstün Hizmet Madalyalı Kahramanlarımızın rencîde edilerek cezaevlerine tıkıldığı günümüzde; Türk Milleti adına karar veren Yüce Divan tarafından "Laikliğe karşı odak olmak" suçunu işlediğine ittifakla karar verilen ve cezâlandırılan bir partinin Genel Başkanı'nın, Genel Kurmay Başkanı ile konuştukları kimsenin değilse bile benim ölesiye merakımdır ve öğrenmek hakkımdır.
Trilyonluk, zırhlı makam aracının emekli olduktan sonra Yaşar Paşa'ya verilmesinde bu görüşmenin payı var mıdır? Yoksa bu araç, verilmemiş te zoralımla alınmış mıdır?
"Benim siyasi yaşamımdaki safhalardan bir tanesi ...." sözünden, benim anladığımın hâricinde bir şey anlayan var mıdır? Tabi; "Kendim ısırır köpeklere yalatmam." şeklindeki çok erkekçe bulduğum taraftarların anladıkları, ilgi alanımda değil!...
Bu ikili ve her kesten gizlenmesi gereken görüşmede, Yaşar Paşa zor alımla triyonluk araç ve başka imtiyazlar mı almıştır, yoksa Yaşar Paşa satın mı alınmıştır?
Devletin milyar-milyar liralık cihazlarıyla her kesin yatak odalarına kadar nüfûz edilerek tele-kulakçılık yapılan bir dönemde, hiç kimsenin özel yaşamına ve aile mahremiyetine önem verilmediği bir dönemde, iki kişinin yaptığı görüşmenin ebediyete götürülmesi, ebediyyen bir şâibe olarak kalmayacak mıdır?
Ne böyle devlet olur, ne böyle devlet adamlığı! Ne böyle şirket yönetilir, ne de bu tarzda bir feodal uygulama var!
"Padişâhım çok yaşa!" dönemlerinde bile Cuma günleri; "Mağrur olma Padişâhım, senden büyük Allah var!" diye atılan sloganları hatırlayınca, padişahlık dönemi daha mı demokrattı diye düşünmeden edemiyorum!
Sayın Başbakan; çok kıskanç eş sahibi olan ama zamparalıktan vaz geçemeyen iki kişinin meyhâne ve karşısındaki yere uğramalarının saklanmasını, her kes anlayabilir ve bu işinde ebediyyen saklı kalamayacağını, defalarca duyduklarımızla biliriz! Hâl böyleyken demokratik-laik-hukuk devleti olduğu söylenen bir Devletin Başbakanı ile Genel Kurmay Başkanı'nın ikili görüşmesi; "Benimle ebediyete gidecek." diye târif edilemez ki bu görüşmeyi emekli olduktan, trilyonluk makam aracını aldıktan, silah ve mesai arkadaşları tek tek gözaltına alınırken ona -emekli olduktan sonra bile- dokunulmadıktan sonra açıklasa bile şahsen Yaşar Paşa'ya inanmayacağım!
Yoksa bu da akılları karıştırıp düşünenleri meşgûl etmek, eskimişliği-yıpranmışlığı saklamak için bir başka uygulama mı?
"Bütün eskimiş şeyler yıpranmış olur; yıpranmış şeylere tahammül etmek insana sıkıntı ve tiksinti verir." (Kutatdgu Bilig)
Veee "İki kişinin bildiği sır değildir." Sayın Başbakan!...
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

AKLINIZ VARSA KAÇIN!...

"Mermi mermiyi vurdu! Kördü Çanakkale'de,
Kâfir, bir Haçlı tuzak ördü Çanakkale'de
Ölüm, sevdâlısını gördü Çanakkale'de
İki yüz elli üç bin canla savdık belâyı...
Uyu Mehmedim uyu, Canla oldun can suyu!..." demiştim bir kaç gün önce!.
Harâmi, eşkiya, mahkûm Şemdin Sakık'ın hakkında söylediklerini, yazdıklarını görmezden, duymazdan gelen bir başka haramzâde Sakık; Çanakkale Şehitlerimiz'e, Atatürkümüz'e dil uzatacak kadar şerirleşti!
Yalancının, haramzâdenin, mürainin yemini mi olurmuş be? Bazıları da safça bu haramzâdenin millet vekili yemînini hatırlayarak sorguluyor! Bu yaratıklar; iç politikadaki -acziyetimizin adı edilmiş- demokrasiyi kullanarak Gâzi Meclis'e girdiler! Milliyetsiz milliyetçiler sâyesinde Meclis'in rengini de tamamladılar ve şımardılar acizlerimiz sâyesinde!
Seçimlerden sonra sınır çizdiler! Apo alçağı ile birlikte miting yapma sözü vererek tarih belirttiler! Türk Silahlı Kuvvetlerimize silah bıraksınlar diyecek kadar edepsizleştiler, yetmedi!...
Çünkü bunlar, AB ve ABD adlı Haçlı desteği ile istedikçe şımartıldı, şımartıldıkça istediler!
Sâhi, Savcılarımız nerdeler? Ne yapıyorlar? Ne oluyor? Neler oluyor?
Bu kanunsuzlar, bu şerîrler, bu kıravatlı eşkiyalar, bizim vergimizle ceplerine koydukları milyon-milyon lira ile dolaşıp geçmişimize, şühedâmıza, Atatürkümüz'e, devletimize dil uzatıyorlar! Bunların dillerini kesecek bir yetkilimiz, yasamız, yasa koyucumuz-uygulayıcımız yok mu? Eğer yoksa biz, gerçekten bağımsız bir devlet miyiz?
Anadolu'da, bu eşkiyaların dedelerinin yaptıkları anlatılır hep! Biz, unutulsun, hâin dedelerin cezalarını çocukları, torunları çekmesinler düşüncemizle seslendirmeyiz! Kendileri de aralarında devlete ve millete yaptıkları ihânetlerini, destan gibi anlatırlar!
Heeeey! Sakık; jandarmasız sandığın dağlarda eşkiyalık yaptığını hatırlatırım! Cezaevindeki kardeşinin sen, diğer kardeşlerin ve eşleriniz hakkında yazdıklarını hatırlatırım! Allah'tan korkmazsınız biliriz de kuldan utanmakta mı kalmadı sizde? Siz nasıl çıkıyorsunuz millet içine?
Hiç benim 500 yıllık Kürt komşularıma benzemiyorsunuz? O kıymetli komşularım, size Kürt denildiğinde, kendilerine hakâret sayıyorlar biliyor musunuz?
Yedi Düvel'e; "Çanakkale geçilmez!" destan-düstûrunu öğretmek için Mehmetçik ölüme koşarken, sizin hâin dedeleriniz Ermeni çetecilerle berâber yol kesip, köy basmıyorlar mıydı? Teslîm olmadığı için öldürdükleri genç gelinin sıcak cesedine tecâvüz etmiyorlar mıydı? İtlâf edilenlerden, idam edilenlerden arta kalanlar ise çocuklarını "ketm-i nüfus" saklayarak askerlikten kaçırmadılar mı? Sizin dedelerinizden hangisi eşkiyalığın haricinde öldü?
Heeeey Sakık ve Haçlı Taşeronları; biz ne bir çakıl taşımızdan, ne de bir Kürdümüzün saçının tek telinden vaz geçmeyiz! Biz eşkiya dedelerinize teslîm etmediğimiz Kürtlerimizi, size de teslîm etmeyiz!
Otuz binden fazla Kürt Kardeşimiz'in PeKaKa ile kan davası olduğunun farkında mı değilsiniz veya onları hiç mi sayıyorsunuz? Kırk yılda alınan intikamın "tez" olduğuna şükredildiğini bilmiyecek kadar mı Kürtlüğe yabancısınız veya bu töreyi unuttunuz?
Bu yaslı-öfkeli vatandaşlarımızın yasaların caydırıcılığıyla pusuda olduklarını, bilmiyor musunuz? Yürekleri yanık Kürt Anaların gâzabından sizi kim koruyor zannediyorsunuz?Akıllı olun!
Veya olmayın be! Nerden inceyse ordan kırılsın!...
Üç sene mi, beş sene sonra mı olur bilmem ama bir gün sizi şımartan bu dikte edilmiş yasaların değişeceğine, bu gün tatlı tatlı yediğiniz Devlet Bütçesinin burnunuzdan fitil-fitil getirileceğine îmanım var! Türk'ün töre ve türesinde hâine mutlaka gereken ceza verilir! Sizin ihânetleriniz karşısında devletin aslî unsuru Türklerin sabırla bekledikleri gün, yasaların sizden hesap soracağı gündür!
Bu zor günler geçecek, hainler tek tek hesaba çekilecek ve dar ağacında sallanan her hâin, yüreği yanık Şehit Anaları'nın ve yüreği yanık Kürt Anaların yürek yangınını söndürecektir biliyoruz!
Hazır olun hatta aklınız varsa zamanıyken kaçın!...
"TÜRK'E KEFEN BİÇENİN ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 08, 2009

ŞİRRET TARAFTARLARA...

Kimin, ne zaman, nereye, genel başkan olup olmayacağı asla merâkım değil ama Türk Milliyetçiliğinin siyâseten sahipsizliği ve MHP'nin bu millî görevinden uzaklaştırılmış olması, birinci dereceden işim ve merâkım! Siyâsetten ve hiç kimseden ikbâl adına bir beklentim de yok hamdolsun. Bulundukları yeri, partiyi işgâl ettirdikleri D.B'ye borçlu olanların, koltuklarını koruyabilmek heyecan ve paniği ile 'mahalle şirretleri'ni görevlendirdiklerini görünce, ben de Ülkücü tavrımı belli etmek durumundayım!
Suskunluğu siyâsette yeni bir tarz haline getiren, PeKaKa'nın siyasallarıyla tokalaşacak kadar demokrat ama ülkücülerle tokalaştıktan sonra ellerini yıkayacak kadar temizlik hastası ve sadece ülkücüye despot D.Bahçeli ve taraftarları, yine işe başladılar!
Aydın'da yazan ve tanıdığım birine ve onun şahsında Balgat'ın Şirretleri'ne seslenmeğe mecbûr kaldım!
Sevgili Neval Kavcar, be güzel Ablam; beni incitmeyi başardıysan seni tanımayan ülkücü yürekleri târ u mâr ettin! Tanışmamıza vesîle olan, yakın geçmişte Hakk'ka uğurladığım Sevgili Selami TÜRKMEN'i bir kere daha rahmetle, hasretle andıktan sonra beni inciten cümlenle başlamak istiyorum: "Ona yapılacak tavsiye, .... nalburluğa devam etmesidir." buyurmuşsunuz! Edebinize sağlık! Bilvesîle teşkilatta olduğum, MHP'nin %18,5' la iktidarın büyük ortağı olduğu günlerde, iki rekât şükür namazından sonra ülkücüler aramızda; "Hazır olun! Gidilmesi en zor yerlere giderek Dâva'nın temsilciliğini yapmaya ve Ülkücü Hizmet anlayışını her yere götürmeğe hazır olalım!" şeklindeki heyecanlı telefon konuşmalarımızı hatırladım! "Yüz yılın Felâketi" adındaki deprem sırasında, Erzurum'da yazdığım yerel gazeteden; "Allah'ın merhâmetine bakın ki önce Koray Aydın gibi ehîl bir ülkücüyü Bayındırlık Bakanı ediyor sonra da depreme izin veriyor!" diye yazmıştım ve Devlet Bahçeli'den tebrik-teşekkür mesajı almıştım!
Şu anda belden aşağı saldırmayı mahâret saydığınız Koray Aydın, 'Yüz Yılın Afeti'ni, "Türk Mûcizesi"ne dönüştürmüştü! Genel Başkanlığa aday olmasaydı hâlâ aynı tarifte kalacaktı! Prof. Dr. Ümit Özdağ'da aday olmayıp Genel merkez'deki görevlerine devâm etseydi, asla saldırılmayacak ve hain ilan edilmeyecekti!
Yapmayın be güzel Ablam! Siz, Aydın'dan yerel olarak sesleniyorsunuz ki yerel basını her zaman millî basın olarak tarif ederim. Yerel'den sadece duyduklarınızdan hareketle, geçmişte benim yazdığım methiyelere zıdd olarak yergiler yazıyorsunuz! Tekrâren hakkınızdır! Amaaa sizden, taraftar değil ülkücü iseniz hakkaniyet bekliyorum Ablam! Koray Aydın'a yaptığınız nalburluğa devam tavsiyenizin benzerini, bendeniz de Bahçeli'ye; "Keşke otuz yılda 'Ekönomi Doçenti' olamadığınız doktor-öğretmenliğinize devâm etseydiniz, ocağımızı-bucağımızı dağıttınız!" diye yapmıştım hâlâ aynı inançtayım!
"Hele bazıları var ki hayatlarının hiçbir döneminde MHP’nin önünden bile geçmemiş kişiler. “Ördeklerden bir filo, bir de kazdan amiral” demem o yüzdendi." cümlenizin altına, gözümü kapatarak imza atarım! D. Bahçeli ve ekibini târif ediyorsunuz değil mi Ablam? Hatta MHP'nin önünden geçmeyenleri boş verin, C5'lerde Ülkü Devleri'ne işkence eden Zeki Kaman-Dürüst Oktay ekibinin Müdürünün bile MHP'den millet vekili edildiğini hatırlayınca; MHP Davası'ndan Başbuğ'la birlikte yargılandıkları için veto edilen Ülkücüleri hatırlayınca; parti ve teşkilatlardan ihrâç edilen Ali Güngör gibi Ülkü Devleri'ni hatırlayınca Koray Aydın'la Devlet Bahçeli mukayesenizi insafsız ve taraftarca bulduğumu da söylemeliyim!...
".... Aynısı yıllarca CHP lideri Deniz Baykal’a yapıldı. .... Sebebi etkin şekilde, AKP’nin anti millî politikalarının deşifre edilmesi." yorumunuza gelince; önce sana ne be Ablam? Sonra da, yıllardır "Debisi düşük 2DB'den kurtulmadan, T.Erdoğan'dan kurtulmak mümkün değil." diye yırtınıp durduğumu hatırlatırım! Neden mi? Üçünün de birbirinden farkı yok ta ondan! Birinci Debisi Düşük DB, yâni D. Baykal, yasaklarını kaldırtıp Siirt'ten vekil ettirerek Erdoğan'ın Başbakanlığa çıkışını sağladı! İkinci Debisi düşük DB, yâni D. Bahçeli, Tayyip Erdoğan'ı bile şaşırtan bir zamanlama ile Gül'ü Köşk'e çıkaran yolu açtı! Şimdiyse iki DB de, Erdoğan ve Gül'e çok sert muhalefet yapıyorlar değil mi? Yok be Ablam! Olmuyor! Sözle söyleyen uyuşmuyor!
CHP, kendi DB'sinden kurtulur veya kurtulmaz meselem değil ama bizim, Türk Milliyetçilerinin, Ülkücülerin, icat ettiğimiz, geçmişte "Türkeş'siz MHP Kumpası"nın lokomotifi olan DB'den kurtulmamız lâzım! Genel Başkan sıfatıyla, PeKaKa'nın siyasallarıyla Kurucu Gâzi Meclis'in rengini tamamlayan ve tokalaşıp yıkamadığı ellerine atfen bütün ülkücüler, DB'den kurtulduğumuz gün ellerimizi yıkamak zorundayız! Ülkücü Hareket bir gusül abdesti almak, son 12 yılından tövbekâr olmak ve Yeniden Türk Milliyetçiliği anlayışıyla siyâset meydanındaki yerini almak zorundadır! Devam edeceğim!...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 06, 2009

TÜRK'ÜM VE DÜŞMÂNIM DÜŞMÂNLARIMA ...

Bu ne ya?!...
Bu memleket bu kadar mı sahipsiz? Bu kadar mı gücü yeten yetene?...
Kendileri ısırır, köpeklere yalatmazlarmış! "Yürüyen Îman" sıfatlı, üzen Üzülmez'in zanlısı olduğu cürümden utanmazsa bir insan, neden utanır? Haksızın bu kadar güçlü, örgütlü ve arkalı, haklının bu kadar sahipsiz bırakıldığı, bırakılabileceği başka bir yer var mı?!...
Cahiliye Arabistanında mıyız? Bu memleketin insanları, bu kadar mı saf veya bu memleketin siyâsileri bu kadar mı milletle alay edecek kadar saygısız!..
Hâlimizi, ifâde edecek kelime bulmakta, hâlimizi ifâde edecek cümle kurmakta zorlanıyorum, hepsinden dînim adına, milletim adına, vicdânım adına utanıyorum!...
Avrupa'da yüz yılın en büyük organize dolandırıcılığı, "Deniz feneri" olarak tarifle, tesbît ediliyor yardımcı ve yatakçıları cezalandırılıyor, asıl suçlular Türkiye'de diye mahkeme kayıtlarına geçiriliyor, yer yerinden oynuyor, biz de tık yok!...
Özür dilerim!... "Tık yok." derken yanlış yaptım! Bizde hemen karşı atak var! "En iyi müdafaa taarruzdur." ya! AKP'nin kurmay kadrolarından Sn. Arınç, Bakanlık görevini alır almaz kendisine yakışan bir tavırla; hayranı olduğumuz, hayallerini kurduğumuz AB'nin lokomotif ülkelerinden Alman Yargısının verdiği kararı ciddiye alıyor ve RTÜK Başkanı'nın istifasını istiyor! Kamu oyu ve maşeri vicdan istifa beklerken; "Arkamda Başbakan var! Bana bir şey olmaz! Bir daha ki sefere aday olmayacağım!" gibi duyan her kesi rahatsızlıktan öte rahatsız eden bir tavır sergiliyor!
Bir kaç ay önce, Tuncay Özkan bir haber programında; " Deniz Feneri olayını ört bas etmek için yeniden Ergenekon dalgaları olacağına eminim." demiş ve hemen ertesi gün, genç subaylar, sanatçılar, sanatçı geçinenler, oraları-buraları bellisiz, kimlikleri kişilikleri bellisiz birilerini de birbirlerine katarak 19 kişiyi 3-4 vilâyette göz altına almışlardı! Ya Tuncay Özkan kâhindi, ya bu adamlar artık yapacaklarını bu kadar pervasızca yapabiliyorlardı, ya bu memlekette yasa yoktu, ya da bu memlekette birileri, "Jandarma yok diye ıslık çalarak eşkiyalık" yapıyordu!...
Cumhurbaşkanı'nı hazmedemiyorum, benim değil! Cumhurbaşkanı'nı Köşk'e çıkaranlar ve çıkarılmasına yardımcı olanlar benim değil! Muhalifim diye hükümet benim değil! Ben bu memlekette turist miyim?
AB'nin, ABD'nin, Haçlı'nın örgütlediği; dolar ve euro ile beslediği yerli işbirlikçilerin el ele vererek Cumhuriyetimize, Atatürkümüze, Ordumuza, Türk kimliğimize, bölünmez bütünlüğümüze saldırmalarına karşı çıkmama rağmen kendi vatanımda parya mıyım?
Yaklaşık elli yıllık partimde, BOP Eş Başkanı'na, hiç ummadığı anlarda yardımcı olarak onları bile şaşırtan D.Bahçeli'ye taraftarlığı ülkücülük zannedenler, neden bana düşmanlar? PKK'lılar, PKK'lıların siyasal uzantıları, Meclis'te Devlet Bahçeli ile meclisin rengini tamamlayanlar, zaten Türk'e ve Türkçe-Türkeşçe-Atatürkçe düşünenlere düşmanlar!...
Deniz Feneri adıyla; Bismillah'la söze başlayıp, 'Allah Rızası için!...'le yalvararak milletin hem inancını, hem helal kazancını hortumlayan, söyüşleyen; utanmaz, rezil, münafık, mürai, hayasız, imansız inanç sömürücülerine, Allah ile aldatanlara karşı çıktığım için taraftar kalemler, AKP'liler, cemaatler bana ve benim gibi düşünenlere zâten düşmanlar!
"Kendimi, çıplaklar kampındaki bir sivrisinek gibi hissediyorum! Ne yapacağımı biliyorum, ama nereden başlayacağıma bir türlü karar veremiyorum!..." diye söyleyenini hatırlayamadığım bir söz geliyor hatırıma, öfkemden şehvetle sırıtıyorum!...
Bu kadar karamsarlığın, bu kadar karmakarışık suni gündemin içinde, hukukun varlığıyla teselli bulmak istiyorum. Elbette suçlu, -kim olursa olsun- cezalanmalı ama aldığı görevleri yerine getirirken kahramanlaşan askerlerimizin rencîde edilmelerine de izin verilmemeli! Göz altına alınan subayların, görev adamlarının, yazarların, ne oldukları bellisizlerle bir araya getirilmelerine izin verilmemesi gereğinin farkında olan bir yerlerin oluşunda tesellî arıyorum!...
Yanlılar arasında yansız, taraftarlar arasında tarafsız; Devletimden, milletimden, vatanımın bölünmezliğinden, devletimin üniterliğinden, Cumhuriyetimden, Atatürk'ümden, Başbuğ Türkeş'imden, ülküdaşlarımdan yana olduğum için de yalnızlığa mahkûm gibiyim!...
Pes edersem namertim! Günü ve yeri geldiğinde susarsam da namertim...
"TÜRK'ÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAMDA BİR KİŞİ...
"Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 05, 2009

ŞEHÎDİM'E NİNNİ...

İçerde demokrasi, dışarda diplomasi adındaki ürkeklik maskesiyle, Devlet'e çâresizliğin çâre diye yutturulmaya çalışıldığı günlerde; vatan parçalanmasın, devlet ebed-müddet kalsın diye topraklaşan Şehitlerimizin, Yiğitlerimizin emeklerine selâm!
ŞEHÎDİM'E NİNNİ...
Tarih yazılsın diye sıyra silâh ellerde
Alp Arslan'ın ruhuyla tura çıktık semâyı,
Fatiha'dan Ya'sîn'den ninni yapıp dillerde
Gönülde beşik ettik Şühedâya dünyayı...
Ninni Mehmedim ninni
Duydun mu şu Yâ's'in'i?
Çalıları atlayıp itlerle dalaştılar
Vatan olsun diyerek dünyayı dolaştılar
Girdikleri her yerde kabul gören baştılar
Boşa kazanmadılar her fetihte duayı...
Layla Mehmedim layla
Seninleyiz duayla...
İntikam diye Haçlı, geldi! Telef oldular.
Kaç kere geldilerse o kadar defoldular!
Fetheden yiğitlerse şana gergef oldular,
Kanlar tarih yazarken, toprak verdi salâyı...
Nenni Kınalım nenni
Yendi îmanın fenni...
Mermi mermiyi vurdu! Kördü Çanakkale'de,
Kâfir, bir Haçlı tuzak ördü Çanakkale'de
Ölüm, sevdâlısını gördü Çanakkale'de
İki yüz elli üç bin canla savdık belâyı...
Uyu Mehmedim uyu,
Canla oldun can suyu!...
Şühedâmın ahfâdı, Mehmet oldu. Nöbette,
"Sönmeden en son ocak" inmez Bayrak elbette
Fatihâ'yı, Yâ'sîn'i ninni yapıp mâbette
Ezân ile gönderdik hepinize duayı...
Ninni Yiğidim ninni
Helâl et emeğini...
Kim ölür, sen ölmezsen, o ölmezse, ölmezsem?
Hakk'ka suâlim olsun imdâdına gelmezsem
"Ve ölümü öldüren bir ölüş"le gülmezsem
Gurbet etmez mi felek, ben yaşarken sılayı...
Nennim duamdır nenni
Sana gelmek temennî... (M.Aslan -İzmir)
Yurt edinmenin, toprağı vatanlaştırmanın, vatanda devletleşmenin, devleti devâm ettirebilmenin, tek bedeli can!.. Biliriz...Ve günümüzde de, bedel vermeğe devâm eder, devlet-i ebed-müddet için ölürüz de ölürüz... "Ve dirilir ölümü öldüren bir ölüşle.", şehîd oluruz, diriliriz!...
Anamızın her figanı, yavuklumuzun, nişanlımızın, sevdamızın, karımızın, bacımızın her damla göz yaşı, bize Kevser, milletimin yürek yangınına, sudur biliriz... Biz ölürken, bunun için güleriz!
Amaaa aldıkları her nefeste ölenler; ya birilerinin arkasına veya demokratlık maskesiyle özür nezâketi adıyla, ihânet korkularının arkasına saklanırlar! Saklandıkları inlerinde aldıkları her nefes, yuttukları her lokma, yuttukları her yudum; Vatanlaşır, Devletleşir, Türkleşir, Atatürkleşir ve nâmertleri ezer de ezer!...
Bu, Türk'ün kaderidir, kahramanın alın yazısı...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 02, 2009

KURTLARIN PAYI ...

Tendürek'te, Kop'ta, Palandöken'de
Kurtların payı var, gelip geçende
Ki alırlar vermek istemesen de!...
(Arif Nihat ASYA)

Komşuluğun, mahalleliliğin var olduğu dönemlerde her mahallenin yaramaz hatta şirret çocukları olurdu. Mahalleler arası kavgalar, hep bu şirret çocuklar yüzünden çıkardı! Mahalle içinde geçimsizlikleri, en yakın zannedilen arkadaşlarına bulaşmaları ile şirretlik târifini kazanan bu çocuklar, mahalle hudûdunu çıktıklarında süt dökmüş kedi gibi olurlardı! Mahalle dışına çıktıklarında, başka mahallelilere yaptıkları şirretlikler yüzünden de mutlaka dayak yerler ve intikamları da mahallenin sessiz kabadayılarına düşerdi!
Balgat Mahallesi'nin şirret çocukları yine sahnedeler! Bayrağımız yakılırken, PKK'nın İstanbul'da yapmaya başladığı sokak terörü günlerinde, bayrak açan bir aileye yapılan saldırılarda sessiz ve seyirci kalanlar, Balgat'ta-mahallede sahnedeler!
PKK'lılardan evlerine saklananların; Ramiz Ongun'a Erciyes'te saldırmalarını; Kadir Hoca'nın canlı televizyon programını basmalarını; Ülkü Ocağı eski genel başkanına Başbuğ'un kabri başında saldırmalarını; Ümit Özdağ'a Bingöl dönüşü Malatya'da ve İstanbul'a giderken yaptıkları acemice saldırılarını; Ozan Arif'e Avrupa'daki saldırılarını hatırladım!
Dört-beş çocuğumuzu heyecanlı kalabalıkların üzerine saldırtarak dövdürmek istemişlerdi! "Ülkücüleri dövdüler!" diye propoganda yapabilmek için neler tezgâhlamışlardı neler!... Ülkü Devleri, bu tuzaklara düşmedikçe çıldırmış ve sonunda gayr-ı meşrû yollarla Özdağ'ın önünü kesmişlerdi! Çünkü işleri vardı!
MHP'den; gezişleri, duruşları, tavırlarıyla Ülkücülüklerini belli eden "Dâvanın Aysbergleri"ni dışlamalıydılar! Görüldükleri her yerde ve ortamda MHP'yi, Alparslan Türkeş'i hatırlatan "Ülkü Devleri"ni, MHP dışına atmalıydılar! Sadece Devlet Bahçeli'nin genel başkanlığı yetmiyordu! "Ne mozaiği ulaaan!" kükremesine, "Farklılıkların farkındalık" ve "Çiçek bahçesi" gibi "Ilımlı Osmanlıcı" ağızlarla; ılımlı islâmcılarla ve ikinci cumhuriyetçilerle birlikte, belli etmeden, sessizce tepki vermek te yetmiyordu! Türk Milliyetçiliği, şuur altlarından bile silinmeliydi!
Milliyetçi Hareket Partisi; en AB'ci, en ABD'ci, en demokrat, en halkçı, en renk tamamlayıcı, en 'ver kurtul'cu olmalıydı! Uyum Yasaları'nın, Tahkim Yasaları'nın, Gül'ün Köşk'e çıkarılışının semereleri alınmalıydı! En merkezci MHP, Devlet Bahçeli partisi hâline dönüştürülmeli, Başbuğ ve ülkücülerin yarım asırlık şanlı mâzisi unutturulmalı, reddedilmeliydi! ABD Büyük Elçisi'nin daha göreve başlamadan, meclis dışında olmasına rağmen; "Sayın Genel Başkan, sizinle çok uzun süreli birlikteliğimiz olacak." temenni-talimatının sonuçlarını almak gerekti!
Tam "Tamam!" diyecekleri bir zamanda, Devlet Bahçeli'yi tek başına girdiği demokratik seçim(!)de Genel Başkan seçen delegeler, noter tasdikli imzalarla Olağanüstü Kongre talebinde bulundular! Mahallenin şirret çocuklarına da iş çıktı elbet!
Mahalle hudutları dışında susmaktan başka bir şey bilmeyen şirretler, imza veren MHP'li delegelere tehditlere, iş yerlerini basmaya başlamışlarmış! İmzalarından iki ay öncesi tarihli istifa dilekçeleri alınmak isteniyormuş! Anadolu'da; "Allah adamı şaşırttımı, toyda yellendirir." derler! Bakalım Balgat Mahallesi'nin yurt dışındaki Çiçekçisi'nden ne tâlimat çıkacak ve bakalım mahallede nasıl çekişmeler yaşanacak?
Nerde hareket, orda bereket!...
"Kurtların payı var gelip geçende/ Ki alırlar vermek istemesen de!"
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 01, 2009

VATAN EVLÂDI BİR, BİZ İKİ KERE...

AB'nin veya ABD'nin veya Haçlı'nın veya Ermeni Diyasporasının taşeronlara katlettirdiği Hırant DİNK'in oğlu Arat DİNK asker...
Amca Orhan DİNK; "Yeğenim Arat evli ve bir çocuk babasıdır. Askerlik dönemi gelince her Türk vatandaşı gibi severek askerlik için başvurusunu yaptı. ..... acemi eğitimini tamamladıktan sonra Çanakkale Boğaz Komutanlığı emrine geldi. Şu anda askerliğini orada yapıyor. .... Her vatan evlâdı gibi askerliğini severek yerine getiriyor." demiş. Hayırlı görevler ve teskereler...
Amca Dink'in son cümlesine dikkat çekmek isterim; "Her vatan evlâdı gibi ..." Söz de doğru, söylem de ve söyleyen de... Vatan evlâdı ile Türk evlâdı arasındaki fark burada işte! Hrant Dink'in oğlu, vatan evlâdı yani Türkiyeli ama biz hem Türk'üz, Türk evlâdıyız, hem de vatan evlâdıyız. Dink'ler vatandaşlık bağından dolayı doğduğu topraklara yani vatana bir kere borçlu, biz iki kere!
Hem devletin aslî unsuruyuz, hem toprağı vatanlaştırmak için can veren şühedanın ahfâdıyız, hem de kınalı ellerle şehâdet nöbetine koşanlarız. Allah korusun görevinde ecel vukû bulursa Arat'ta şehît. Vatanın farkında, vatan evlâdı olduğunun farkında ve Türkiyeli'liğinin farkında. Biz de elbette Arat'ın farkındayız! Hem Dink ailesinin, hem onların ırkdaşlarının, hem de diğer
gayr-ı Müslîm ve Türk olmayan vatandaşlarımızın, Türkiyelilerin, vatan evlâtlarının huzûru için ne lâzımsa yapmamız gerektiğinin farkındayız.
Biz huzûr teminle mükellefiz çünkü Türk'üz. "Türkiye Türklerindir." diye inanırız! Bunu tavrımızla hissettirir, vatanımıza bütünlüğümüze, -etnik kökeni ne olursa olsun- vatandaşımıza kem gözle bakanı hisseder gereğini yaparız!
Halkları toplayıp milletleştirmek gibi tarihî bir özelliğimiz, teâmülümüz var. "Tebaa-y-ı sâdıka" (sâdık vatandaşlar) olmuş vatandaşlarımızın, "vatan evlâtları"nın üzerinden sert rüzgâr esmesine izin vermeyiz.
Bir başka "vatan evlâdı", bir başka Türkiyeli, demokrasiyi araç olarak kullandığını hiç saklamadan siyâsette başarılı olarak Başbakanlığa kadar yükselir! Oğlu, Arat DİNK kadar vatan evlâdı olamaz! Mesânesinden çürük raporu alıp askerlikten kurtulduktan sonra yeri yerinden oynatan bir düğünle evlenebilir! O da bir başka Türkiyeli! Biz, Türk'üz ve "Türkiye Türklerindir." inancının sahipleriyiz! Onların bizden farkları bu!
Biz, atalarımız gibi "Başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürerek" halkları milletleştiririz; alt kimlikli Türkiyeli'ler, demokratlık adıyla, insan hakları adına, fısıltıyla ümmetçilik yaparak, halkların eşitliği ve halklara özgürlük adına, vatan evlâtlarının akıllarını karıştırarak bütünden koparmaya çalışırlar!
Şaşırmamalıyız çünkü onlar "Türkiyeli vatan evlâdı", biz Türk'üz ve "Türkiye Türklerindir." inancının sâhibi ve uygulayıcılarıyız.
Vatana dikilen gözleri oyarız! Bayrağımıza selâm vermeden uçan kuşun yuvasını bozarız! Bayrak, bayrak olsun diye renk olarak kan, toprak vatanlaşsın diye bedel olarak can veririz! Ölüp dirilir, dirilip ölür, ölümü öldürürüz! Îman ve inancımızla günü geldiğinde 'kükremiş sel gibi' bendimizi çiğner aşarız!
Hâinin de farkındayız, sâdıkın da! Liyâkatin de farkındayız, torpilin de! Vatanperverin de farkındayız, milletperverin de! Kahramanlarımızın da, şehitlerimizin de, kahraman ve şehitlerimizin emânetlerinin de farkındayız! Farkında olmak zorundayız çünkü onlar Türkiyeli, biz hem Türk'üz, hem de "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyenlerle berâber "Türkiye Türklerindir" söz ve inancının sahibiyiz!...
"İşte âdu karşıda hazır silah/ Arş yiğitler vatan imdâdına"
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BİZ BİLİRİZ BİZİM İŞLERİMİZİ...

ABDullah Gül; "İyi şeyler olacak." buyurdular!
Hemen peşine, demokrasiyi araç kullanan bölücülüğün dokunulmazlık zırhlı, yaratılmışların en omurgasızlarından kurtçuklarımız tam göbeğimize düştüler ve içten içe kurtçukluklarını yaparken; "Parmaklar, tetikten çekilmeli." dediler!
Hadi be! Hadi ordan be! Parmağın tetikten çekilmezse ne yazar?
Başlıya bağ eğdirip, dizliye diz çöktürmek teâmülümü bin yıldan fazladır başını ezdire ezdire anlayamamışsan, kaldırdığını zannettiğin başını eğdirmek benim işim!
Ben devletim. Ben, devletli milletim. Yoksulu bay etmek, çıplağı giydirmek, açı doyurmak ta benim işim. Ben, ceddimden devletçiliği vatandaşlarımın tamamının huzûrunu temin şeklinde öğrendim. Sınırlarımın kuzeyinde, güneyinde, doğusunda, batısında, dört bir yanında var olan düşmanlara akınlar yaparak, tek düşman bırakmamacasına, başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürerek huzûru temin eden bir teâmül sahibiyim.
Birazcık aklı olan, birazcık tarih bilen biri Türk'le hasımlığı denemez! Bilir ki Türk'e saldırmak intihârdır! Bilir ki en bitik zamanında Yedi Düvel'i; "Geldikleri gibi giderler." inanç ve ülküsüyle geldikleri yere gönderen benim! Kaçan canını kurtarmış, kaçamayanları da ibret olarak anıtlaştıran benim! Azıcık tarih bilenler bilirler ki Türk'ün ölüyle işi olmaz! Düşmanımız bile olsa öldürdükten sonra ihtirâmda eksiklik yapmaz ama sağ düşmanımızı bitirmeden de uyumayız!...
Düşmana düşmanlık yaparım vicdan gereği ama haine öfkem sınırsızdır! Tarihi azıcık bilen bilir ki Türk'ün merhâmetinin de, öfkesinin de sınırı yoktur. Akıllı olan zamanında baş eğerek sınırsız merhâmetimden, akılsızlık ederek birilerine taşeronluğa soyunarak ihânet eden de sınırsız öfkemden payına düşeni almıştır, alıyordur, alacaktır!
Sakın parmağınızı tetikten çekmeyin!
Sakın sıkışınca kuyruğunuzu paçalarınız arasına kısmayın! Kuduzca saldırdığınızı, suçsuz günâhsız Kürt vatandaşlarımı kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-ihtiyâr demeden kurşuna dizdiklerinizi, ben unutsam aileleri unutmaz! Devlete sadakatten başka günahları olmayan otuz binden fazla Kürt vatandaşımın hesâbını vermeden sakın elinizi tetikten çekmeyin! Elinizi tetikten çekmeyin ki devletliğim gereği; sizin gibi nankörlere, sizin gibi yediği ekmeği inkâr edenlere, sizin gibi hainlere bir de cezaevinde bakmak gibi bir külfete mecbûr olmayayım!
Binlerce yıldır var olan ve kıyamete kadar var olmaya devamda kararlı Türk Milletini, elinizdeki üç-beş Haçlı menşe'li silahla ürkütebileceğinizi sakın haaaa düşünmeyesiniz! Bir Mehmetçiğimi şehit edersiniz en az otuzunuzu itlâf ederim! Biz sizi ihânetinizden dolayı gebertmekten usanmayız. Sakın elinizi tetikten çekmeyin!
Elbet bir gün demokrasiyi Türk Milleti'nin fıtratına uygun bir şekilde uygulayan bir iktidar olacaktır. Türk'ün demokrasisinde, canını yaktığınız bütün vatandaşlarımızın intikamı hukuk eliyle alınarak vatandaşlarımızın yürek yangınları söndürülecektir! Asılması gereken asılacak, hapis yatması gereken layıkıyla hapis yatacaktır!
İşte asıl iyi şeyler o zaman olacaktır.
Bütün şehit aileleri huzurla başlarını yastığa koyacak, bütün vatandaşlarımız yeniden bekçi babanın bir düdüğü ile âsâyişin berkemâl olduğunu hissedecektir. AB Avrupa'da, ABD Okyanus ötesinde kendi evlerinde, kendi işlerine bakacaktır.
"Biz biliriz bizim işlerimizi
İşimiz kimseden sorulmamıştır
Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle
Başımız bir kere eğilmemiştir.'' diye yeniden kükreyeceğimiz günler yakındır. Bu yakın günler Türk'ün ve "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenlerin huzûru, demeyen ve dememekte direnenlerin belâlarını bulacakları gündür.
''Davranı ha deli gönül davranı
Kemal Paşa dinlemiyor fermanı
Anası, bacısı, kızı, kızanı
Bizim gibi millet görülmemiştir.''
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN