Pazar, Ağustos 30, 2009

KORKU TÜNELİ AÇILIM...

Lunaparklarda korku tünelindeki bütün sahnelerin, sahte ve oyun olduğunu bile bile cesâretle girenler veya korkarak girmeyenler olur. Bu yapay tünelde denenen cesâretin de, korkaklığın da mantığı yoktur ama bu deney her zaman ısrarla yapılır!
Bir lunaparktayız sanki!
Niye gerektiği, niye acele edildiği anlaşılamayan ve içeriği belli olmayan bir "Paket"le karşı karşıyayız! Paket var mı? Varsa içinde ne var? Bu paket kimin? Milletin korku tüneline sokulmak istendiği lunapark kimin? Korku tüneli biletlerinin ücreti, kime gidecek? Park bizim değil, korku tüneli bizim değilse, korku tüneli önüne bırakılan bilet niye bizim?
Bu işler; "Öcü var!" korkutması veya; "Hadi al! Zırlama uyu!" avutmasıyla olmaz!
Bilmece bir paketle millet oyalanırken, Millî Bayramımız'da beş Mehmetçiğimiz daha şehît oldu! Korku tüneline "daha fazla demokrasi" cazgırlığıyla biletçilik yapılırken beş Türk evinde daha şivan koptu! Beş Türk Anası'nın daha ciğerleri yakıldı silah zoruyla hak isteyen hâinlerce!
Devletle eşkiya yer değiştirmiş gibi! Bebek katilleri eşkiyalar, demokrat; devletin ordusu, devletin güvenlik güçleri, zorba tarifli! Böyle bir zaafiyet olamaz!
İmralı'daki sehpa artığı, bebek katili psikopat mahkûm, dünyanın merkezi ilan edildi! Dağdaki hâinler, silah bıraksın diyerek Ordumuzu tehdit ediyor!
Mecliste de bölücüler var! Bunları parti olarak görenler; korkak seçim sistemimizden yararlanıp bağımsız olarak seçimlere girdiklerini, terörist desteğiyle seçildiklerini, sonra Meclis'te bir araya gelerek partileştiklerini, parti olarak seçime girmedikleri için Hazine'den yardım alamadıklarını, söylemiyorlar!
Meclis'teki ırkçı-faşist-Kürtçü bölücüler; "İmralı muhatap alınmazsa olmaz!" derken taşların bağlı, kuduz köpeklerin serbest bırakıldığı bir Roma arenası görünümündeyiz!
Eşkiyaya istediklerini vermekle; bu arada teröristi yakalamak, yargıya teslim etmek, direnirse itlâf etmekle görevli ve madalyalarla ödüllü görev adamlarını cezaevine koyarak aylarca suçsuz günahsız yatırmakla, devletin caydırıcı ve özendirici gücü tahrip edilir!
Devlet; suçluyu cezalandırır, başarılıyı ödüllendirir.
Lunaparklardaki sanal korku tüneline girmeğe tenezzül etmeyen ama savaş meydanlarında destanlaşan Türk evlâdını; Vatan sevgisinden, Bayrak sadâkatinden, Devlet tutkunluğundan, hiç bir güç vaz geçiremez.
Devletin bekası için, kınalı ellerle vatanî görevine ve şehâdete koşan Mehmetçikle, Mehmetçiğin itlâf ettiği şakiyi ve o şâkinin anasını eş tutmakla, bir açılım falan olmaz! Bu, insafsızlıktan da öte bir şey olur!
HEPAR Genel Başkanı Osman PAMUKOĞLU'nun kesin arşiv rakamlarıyla açıkla/mak zorunda kal/dığı, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı'ndaki şehitlerin arasında "Kürtçüler"in olmadığı gerçeğini, bütün demokratların alıp incelemeleri gerek!
Bütün geçmiş hatalarına rağmen bin yıldır, Türk amcaların, halaların; Kürt teyzelerin, dayıların içiçe olduğu bir milleti, sanal paketlerle, AB veya ABD zorlamalarıyla ayrıştıramazsınız!
Artık AKP; kurup girmeğe korktuğu Lunapark Tünelinden vaz geçmelidir! Bu millete bir daha bölünmek-ayrılmak azâbını, kimse yaşatamaz! Misak-ı Millî'yi çok pahalı çizdi bu Millet! Bu yüzden de bir tek çakılından ve bir tek Kürdünden vaz geçmesi için aynı bedel gerektir!
Bu milletin ve devletin asla bir Kürt meselesi olmamıştır. Var olan bir bölücü terör hareketidir. Çözümü de son terörist bitirilinceye veya teslim oluncaya kadar mücâdeledir! Ve Türk Milletinin haysiyeti-nâmusu, huduttaki askerlerinin omuzlarındadır.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ağustos 29, 2009

OLAN KABAĞA OLACAK!...

Evli kadın şeytana uyar, yasak ilişkiye girer. Günün birinde kocası, karısıyla oynaşını suç üstü yakalar ve ölümüne bir kavga başlar! Kadın, kocasının alt olacağını görerek dayanamaz ve; "Herif çelme at! Çelme at!" diye heyecanla taktik verir. Adam, çelmeyi takarken bir yandan da; "Be hayâsız! Niye çelmesiz işimi çelmeli ettin ki ?" diye sorar öfkeyle!
Zorla mesele icat edip adını, resmen "demokratik açılım" koydular, yandaş basın ve medyada "Kürt açılımı" dedirttiler! Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokup anırttılar ve çelmesiz işleri çelmeli ettiler! Dünya nizâmından sorumlu bir milleti, sehpa artığı bir psikopatın yol haritasına mahkûm ettiler!
Dünü başka, bu günü başka ve yol haritası meçhûl siyâsilerden, kendi icat ettikleri dertlere çâre yok! Dert üretmekten çâre üretmeye zamanları da yok!
Sonunda kabağı gene başımızda patlatacaklar! Hem başımıza, hem de kabağımıza sahip çıkmak zorundayız!
Evlâd-ı Vatan! Türk- Kürt, müslîm-gayr-ı müslîm, sünnî-âlevî, ülkücü-devrimci, sağcı-solcu, genç-ihtiyar, kadın-erkek, zengin-fakir, öğrenci-öğretmen; âcilen iş başa düştü!
Dün başka, bu gün başka konuşan; dün harâm dediklerine bu gün helâl fetvâsı veren eyyamcılardan, bu zorla üretilen dertlere tabip çıkmaz!
Vuran demokrat(!)lar bizimkilermiş! Olsun da vurulan biziz görmüyor musun?
Soyan müslüman(!)lar bizimkilermiş! Hadi o da olsun da soyulan biziz görmüyor musun?
Soyguncular, adâletin yoluna fener tutuyor; vatanın milletin bölünmezliği için mücâdele veren madalyalı kahramanlar, sebebini bilmeden tutuklu!
İçerde demokrat, dışarda diplomat siyâsilerimizden yüz bulan, bölücü hain başı, bebek katili, kiralık taşeron it; cezaevinden "sayın"laşıyor! Bilmiyor musun?
Bizi bize vurdurup, Kürdü Kürt'e kırdırıp, bizi dinimizle kandırıp kanlarımız-canlarımız üstünden dünyalık yapıyorlar, görmüyor musun?
Tarih tahsille öğretilir ama hayat öğretilemez! Hayat, yaşanır. Belki yaşayanlar, yaşadıklarını anlatmayı denerler ama hikâye, anlatanın kendine söylediği yalanlarıyla makyajlıdır. İşin gerçeği, kahramanlar anlatamazlar! Anlatmalarına kahramanlıkları mânidir. Görenler, gördükleri kadarını anlatırlar onlardan habersiz...
Konuşmaması gerekenleri konuşturuyorlar! Canlarıyla yaşadıkları döneme ad olmuş yiğitlerin arkadaşları olmakla övünenlerin, bu gün arkadaşlarının yüzde yüz zıddı tavırlarından tiksinildiğini artık söylemek lâzım!
"Her türlü emperyalizme hayır."diyen Ülkücülerin;"BağımsızTürkiye" diyen Devrimcilerin eski pörsümüş, tariften, kişilikten çıkmış tortularının susmaları gereğini söylemek lâzım!
Arkadaşları, taş bina içinde delik deşik olurken samanların içinden çizik almadan sağ çıkanlarların kahramanlık söylemlerine inanılmadığını, söylemek lâzım!
Kendinden başka kimsenin "eski ülkücü" demediği; ilm-i siyâseti yağcılıkla, amigolukla karıştıran akademisyen ûnvanlıların, millet nazarındaki komik hallerini söylemek lâzım!
İki el bir baş içindir diye haykırmak zamanı!
Sağ kolumuz kırıldığında sol yanımız; sol kolumuz kırıldığında sağ yanımız eksik değil mi? Her iki halde de adımız sakata çıkmaz mı? Beni, senin elinle; seni benim elimle çolak, topal, kör, kötürüm ettirip sonra parçalamaya niyetliler!
Hırsız içerden! Vallahi öküz bacadan çıkacak!
Başımızda patlatmak istedikleri kabağı, oyunlarını bozarak onların başında patlatmayalım mı? Olan kabağa olacak ama olsun! Nasılsa bostan bizim! Daha çoook kabak ekeriz...
Türk Milleti; iş başa düştü farkında mısın? Ne mi yapalım? Konuşuruz...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ağustos 26, 2009

KINAMAKTAN GINA GELDİ!...

Şikâyetlenmeyi sevmiyorum ama çâresizlikten kınananları kınayanlardan, yakınacağım! Bir kınama furyasıdır sorma! Bir "kınama kılıflı entel demokrat despotizmi" icad edildi ki seyre değer!
Atan atana! Tutan tutana!
Satan satana! Yutan yutana!
Al birini vur ötekine diye sıyrılacakken, bir de kınayan kınayana karıştı!
Ermeni'yi kınadılar! Türkiye Cumhuriyeti Kimliğine sadık diye katledilen Hırant DİNK'e uzanan katil-kanlı eli kınadılar! Hırant'a destek için bir dakkada Ermenileşenleri kınadılar! Bir dakkada; "Hepimiz Ermeniyiz." diyenleri kınayanları da kınadılar!...
Ne kınananın yüzü kızardı, ne de kınayan bir şey kazandı!
Siyâseten içerde demokrat, dışarda diplomatlık adıyla maskelenen korkaklığın, aydın dünyasındaki adı mı acaba kınamak?
Neye yarar bu kınamak? Kınananın, neresini acıtır? Kınananın neyini eksiltir? Yaptırım olarak nesi vardır bu kınamanın? Cezâ mıdır, ödül müdür?
Cezâ olsa; bu milliyet düşmanları, fiyatlarının pahalılığıyla övünebilecek kadar karakter fukaraları Dolma Kalemler; can yakmayan, paralarına dokunmayan kınanmayı kimseye bırakırlar mı?
Ceza olsa; bu yanar döner rüzgâr gülleri, bu ipi Buş/t/un elinde olan siyâsi topaçlar, kınanmaya sessiz kalırlar mı?
Ödül olsa; Almanya'da asrın dolandırıcılığını yapan imanlı(!) örgüt mensûbu birine; "Temiz Kardeşimiz" diye sahip çıkan Ak zihniyet, kınayanları duymazdan gelip kendinden başkasını kınatır mı?
Bir kavramlar kargaşası, bir kavramlar karmaşası ki sormayın!
Lekelinin lillâhı; on milyonlarca kişiye lekeli diyor! Demekle yetinmeyip "ailece", hem de iki cihanda lekeli ilan ediyor! "ailece"si önemli! Çünkü kurcalandığında çok yakın altından, günün en başarılı cemaat örgütü çıkıyor! Başbakan'a müthiş bir diplomatça siyâsi salvo! Tam serçe çevikliğinde karga kıvraklığıyla!
Birileri; bu lekelinin, iffetlilere lekeli diye saldırısını kınadı ve hemen düne kadar doldurulan mürekkebinin gereği Kızıl yazılar yazan, değişip gelişerek "pembe demokrat sanatsal" yazılara da imza atan Hasan Cemal'de; "Kınıyorum Sezen Aksu'yu Kınayanları" diye kınayanları kınadı!...
Ba-ba-ba-ba! Ulan ben de seniii! Sadece kınamakla yetinmeyip başkaları da varmı akıllarına ıkınayım diye de bakınıyorum!
Dedem; "Serçe yeni yürüyüş öğrenmeye niyet etmiş. Eski yürüyüşünü de kaybedip zıplaya zıplaya kalmış!" derdi zamanının kaypaklarına, döneklerine!
Sesiyle tanınmasını, magazin basında kestirdiği kulaklarıyla yükselmesini, uçuculuktan kuşluğa, kuşluktan serçeliğe sanatsal seyrini seyrettiğimiz, paylaştığımız her duygusuyla defalarca gönüllerimizde tekleştirdiğimiz ve sevdiğimiz için lekelerine leke kondurmadığımız Serçemiz, kılavuz kargalığa terfi için yağcılığa başlayınca kınandı! Kınayanlar da, "Dolma Kalemler"ce kınandı! Kınandı da ne oldu?
Yalaka, yağcılığıyla; kınayan, kınamasıyla; sevdiğinin lekesine leke kondurmayanlar da duyacakları kulak dolusu küfürlerle canlarının yanmasıyla kalacak!
Ben de bu kınayanlara ve daha var mı diye çevreme bakınacağım! Lekesinden tiksinip kaşalot Serçe'den sakınacağım!
Velhâsıl, kınamaktan gınâ geldi dostlar!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ağustos 25, 2009

AÇILDIK EY MİLLETİM! ALKIŞLA BİZİ!...

Galiba, çok açıldık, boğuluyoruz!
Bir yanda devlete, yasalara îman derecesinde sâdık, yasanın astığı yakınının acısını; "Şeriatın kestiği acımaz." inancıyla kabullenen; "Vatan borcu, nâmus borcu" diye düğüne gidercesine kınalanarak göreve, hatta bilerek ölüme koşan; şehâdet haberi verilen her ana-babanın değişmez bir onurla; "Vatan sağ olsun!" diye yürek yangınını serinleten Türk;
Öbür yanda; "Devlet neymiş? Millet kimmiş? Anayasa ne? Zorbayım, âsiyim, vermezsen alırım. Verirsen daha isterim. Daha da vermezsen daha fazla öldürürüm!" diye isyân eden hâin!
Bir yanda; vatanî görevinde nâmus borcunu öderken hâinlerce şehît edilen Mehmetçik;
Diğer yanda; vatanın bölünmezliği için Mehmetçiğin itlâf ettiği ziyankâr yaratık!
Bir yanda; "Vatan sağ olsun! Bir oğlum daha olsa onu da vatana kurban gönderirim." diye tek evlâdına ağlayan Türk Ana;
Diğer yanda; ne zaman, nereye gittiğini, ne olduğunu bilmeden, "TeCe öldürdü." diyilerek önüne koyulan, kaçıncı kumasından olduğunu bilmediği, önündeki cesede ağıt yakan zavallı Kürt Kadın!
Bu anaları eşleştirdik, bu iki cenâzeyi denkleştirdik hamdolsun!
Açıldık ey Milletim! Alkışla bizi!...
Bir yanda; on liralık borcu için haber bile verilmeden elektriği kesilen, boş buzdolabında iftar için sakladığı, günlük yiyeceği bozulan yasalara sâdık, işsiz Türk;
Diğer yanda; ahırlarını somyaları ısıtıcı yaparak ısıtan, elektrik tahsilâtçısının asla kapısına uğrayamadığı, FAKFUKFON'dan torpilli yardımlar alan, yeşil kartlı, toprak ağası şerefsiz!
Bir yanda; baklava çaldığı için geleceği yasalarca mahvedilen işsiz Türk;
Diğer tarafta; uyuşturucu pazarında baron, beyaz kadın ticâretinde, 21.yy.da köle ticâretiyle milyarder kadın tâciri nâmussuz!
Türk aç, saygılı-sessiz! Şerefsiz baron, daha fazla hak peşinde ve PeKaKa ile Hükümeti tehdît ederek "Daha fazla demokrasi" isteğinde!
Türk'e, yasaya uyanlara, devlete sâdıklara, her türlü yaptırım mubâh; âsilere, baş kaldıranlara, zehir tacirlerine, kadın pazarlayan gavatlara "Daha fazla demokratik hak" için 12 Kötü Adam'la müzâkereler!
Açıldık ey Milletim! Alkışla bizi!
Bir yanda terörist leşine saygı duruşunda, protokolde çâresiz bir Kaymakam; "PeKeKe olmasa bu günlere gelemezdik." diye övünen vekil teröristler karşısında hukûken çâresiz Genel Kurmay Başkanı'nın; "Sonuna kadar mücâdeleye devam." açıklaması ve bütün Sancakları Ankara'ya toplaması;
Diğer yanda; "Ordu da kendisine fazla güvenmesin!" diye ürüyen, İmralı mahkûmu sehpa artığı!
Açıldık eyyy Milletim! Alkışla bizi!
Bir yanda; okumuş, işsiz, dar gelirli babanın harçlığına mahkûm, yasalara saygılı Türk;
Diğer yanda; sokakları yıkan, araçları yakan, okul kapılarında uyuşturucu satıp lüks arabasını park eden PeKaKa'lı değnekçiye 100 dolar bahşiş veren namussuz!
Adâlet te yok, eşitlik te! Kalkınma da yok, vergisiyle Türkiye'yi omuzlamış Türk'e destek te!
Bir yanda, adı; gayr-ı resmi olarak Kürt Açılımı koyulan kapalı demokratik projeli, nedense çok aceleci bir İktidar;
Diğer yanda; "Herkesi Türk Bayrağı altında buluşmaya çağırıyorum." veya; "Nereye gittiğini bilmediğim gemiye binmem!"diyen muhalefet!
Ak günler her gün biraz daha kararırken "Durmak yoook! Yola devam!" diyen, muhalefete, "Alçak, namussuz!" diyen bir Ak-İktidar ve başında Davos Fatihi, Kasımpaşa'lı bir Başbakan!...
Açıldık eeyyy Milletim! Alkışla bizi!...
Erzurum'dan Prof. Dr. Ahmet Berhan Yılmaz'ı, bütün yüreğimle alkışlayarak...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

O'NU BENDEN SORANLARA NE DEYİM?...

27 Mayıs 1960 sabahı Türkiye; "Büyük Türk Milleti!" diye seslenen dâvudî bir sesle uyandı. Bu dâvudî sesin sahibi Alparslan Türkeş'le, o tarihten itibaren hemhal oldu, onlarca yıl...
Sonra aynı vakûr ve Türkçe konuşan ses, Türkiye'ye ve Türk Dünyası'na; "Ben Türk Milleti'ni: Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet, hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine, Ahlâktan mahrûm bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük gurûr ve şuûruna, İslam ahlâk ve fazîletine, yoksullukla savaşa, adâlette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum: Yeniden maneviyata dönüş..." şeklinde seslenerek Türk Gençliğini, siyâsete davet etti...
Bu ses, cezbeliydi. Bu sesin sahibi, kucaklayıcı ve hasımlara karşı da Türkçe bağışlayarak cezâlandırıcı, bir o kadar da inandırıcı idi. Bu yüzden; "Alnı açık büyük elli, Tanrı övmüş burdan belli." diye tarif edilmişti...
Bu özellikli ve davetkâr sese Türk Gençliği uydu. Bu dâvetle bir mücadele başladı. Kanlar sebîl edildi, canlar hediye edildi. Ölenler şehît, kalanlar gâzilikle şereflendi. Ne korkaklık oldu, ne de nedâmet!...
Sonra kara bir günde Tanrı, bu Erkek Sesli Türk'ü, katına aldı. O, bir can borçluydu. Emâneti asıl sahibine teslim ederek Uçmağa vardı. Lâkin Ülkücüler, başsız kaldı! Başsızlıktan kaynaklanan bir dağınıklık illeti tezâhür etti!...
Büyük bâdirelere şerbetli Ülkücüler, bu büyük kayba da alışmak üzereyken içten oymakla görevli iskeletsiz kurtçuklarla tanıştı! Rabb'im'in hikmetindendir aslanların açlıktan öldüğü dünyada bu kurtçuklar, hep meyvelerin özündedir, tam merkezindedir!...
Öze yerleşmiş bu kurtçuklar yüzünden meyveler; 45 yıllık emeklerin, canların, kanların, ikbâllerin semeresi, çürütülmeğe terk edildi!...
Sayısız canların şerefli kanları üzerine inşa edildi -şerefle- bu Hareket!...
Ne gâzilerinin, ne de ikbal kaybetmiş sessiz yiğitlerin sitemiyle karşılaşmadı bu Hareket!...
Ama birden bire, ne olduysa, nasıl olduysa ve ne zaman olduysa oldu ve bu hareketin alpleri, Ülkü Devleri, Gâzileri, Dâvâ'nın Aysbergleri, hareketin dışında kaldı!...
"Sizi bana soranlara ne deyim?" diye sormuştum!...
Bir sorum daha var: Canlarını verenleri, kanlarını sebîl edenleri, ikballerini hediye edenleri, aşlarını-işlerini sessizce bırakarak devleşenleri; bu gençleri davet ederek devleştireni, benden soranlara ne deyim?...
Açılım-saçılım diye ortaya atılan bir sözün, içeriği belli olmayan bir kapalı kutunun, belli kişilerle-belli aralıklarla yapılan görüşme oyunlarının, yıllar öncesinden cevâbını vereni; "Akıllı olun! Gerekirse kan dökeriz. Can alırız! Can veririz!" diye kükreyen sesi, benden soranlara ne deyim?
Tek başına 450 kişilik Meclis'ten lâyık olduğu saygıyı alan Türk'ü, devlet kurumları arasında balans olduğu yokluğunda belli olan Türk'ü; "Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm. Ben ne kadar Türksem onlar da o kadar Türktür." diyen Türk'ü soranlara;
Varlığıyla; bölücülere, hâinlere, işbirlikçilere, mafyatik döküntülere, lümpenlere, korkulu rüyalar gördüren, korkudan ödlerini patlatan Türk'ün Başbuğu'nu soranlara ne deyim?
O'nun sağlığında, dünyada başını sokacak delik bulamayan ama şimdi cezaevinden Ordumuzu ve Ülkücüleri tehdît edene, 12 yıl önce cevâbını vermiş Başbuğ Türk'ü soranlara ne deyim?
O'nu benden soranlara ne deyiiiim?
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 24, 2009

ANCAK, AYNI BEDELLE ...

Açılın, "Açılım" geliyormuş! Kaçılın; içerde demokrat, dışarda diplomat korkakların, teslîmiyetçilerin, işbirlikçi 'Dolma Kalemler'in, Karen Fogg çocuklarının "Açılım"ı geliyormuş!
Kültür alış verişinin, sadece alışa terk edildiği; "O rus bu çocuğu mutlu eder!" tekerlemesinin kültürleştirildiği demokratik günler geliyormuş!
Her kes sorsun kendine artık: Babasının Çanakkale'de öldürülüşünden dolayı Gâzi Mustafa Kemâl Paşa'ya kızgın ve kindâr bakışlar atan Anzak Subayı'nın, davranış nedenini öğrendikten sonra; "Sorun bakalım, babasının Çanakkale'de ne işi varmış?" diye cevapla öğütleyen Kahramanın ahfâdı ve vârisleri biz miyiz?
Eline silâh alıp dağa çıkan, AB ve ABD teşvikleriyle karakollarımızı basan, yollarımızı kesen, köylerimize saldıran, bebekleri kalaşnikoflarla tarayan ve Mehmetçik tarafından itlâf edilen, leşlerin ağlayan analarına sorsun herkes: "Ne arıyordu oğlun dağlarımızda?"
"Açılım" sevdâlısı, devlet yönetiminde yetersiz, içerde demokrat, dışarda diplomatlaşan, sandıktan çıkan oylarla güç vehmeden gayr-ı millî siyâsi erke sorsun her kes, öncelikle çocuğu şehit olan oy vermiş ana-babalar sorsun: "Ben çocuğumu, kınalayarak Vatana kurban göndermiştim zâten! Mehmedim'in karşısına silâhla çıkan hâinler ne arıyordu dağlarımda?"
Devletler arası ilişkilerde dostluğun olmadığını, olamayacağını; milletler arası ilişkilerde, millî çıkarların korunduğunu, hakkın her zaman kuvvetlinin olduğunu ve bütün kalıcı barışların, kanlı savaşlar sonunda sağlandığını bilmeyen veya ölmekten korkanların, asla barışı temîn edemeyeceğini, birileri söylemek zorunda!
Milli Güvenlik Kurulu'ndan, "Terörle sonuna kadar mücâdele." tavsiye kararı çıkmıyorsa; 30 Ağustos'ta bütün Sancakların Ankara'ya çağrıldığı söyleniyorsa; Milletin Zâfer Bayramı'nı kutlamak için meydanları doldurmasından çekiniliyor ve bunu teşvîk edenler, göz altına alınmak endişesi taşıyorlarsa; "Kanınız yerde kalmayacak!" diye şehît Silah Arkadaşlarına söz veren Silâhlı Kuvvetlerimiz bile sustuysa; Vatan kalsın diye uğrunda ölmeğe devam edilen dağlarımızdan "Ne mutlu Türk'üm diyene" imzası silinmek isteniyorsa; üzerinde, milyonlarca şehît verdikten sonra Vatan diye gezdiğimiz topraklarda "Türk'üm." diyerek gezemeyeceksek, Türk kimliğimizle bizim demokratik haklarımıza ne oldu? Türk Milleti olarak, üç-beş şövenist-ırkçı-faşist, vatan hâini, Kürtçü demokratik haklar kazansın diye mi öldük biz?
Ahmet Arif Bey, "Başımıza Gelenler" kitabında; "Tedbirsiz ve kararsız oluşumuz yüzünden, hristiyan tebâmız şöyle sursun; devletimiz Türk, Arnavut, Kürt, Arap gibi çeşitli müslüman kavimlerden teşekkül ettiği halde, vatanın müdâfaası ve islâmiyetin muhâfazası, şurada on iki milyondan fazla tahmîn edemediğimiz Türkçe konuşan ahâlimizin hamiyetli omuzlarına yüklendi." diye anlatmış 93 Osmanlı-Rus Harbi'ni...
İstiklâl Harbimizde de; biz Türkler şühedâmızla, yapılan zûlümlere mukavemetimizle öğünürken onlar; çeteler kurarak ordumuza arkadan vuran, millete soygun için zûlmeden eşkiyalarıyla övünmediler mi? Kurtuluş Savaşımız'da bize ihânet edenler, şimdiki PeKaKa'lıların dedeleri değil miydi?
Ya akıllı olacaklar, ya da akıllı olacaklar!
Helikopterde gözleri açılır açılmaz, suçlu kedi misâli Devletin emrinde olduğunu, anasının Türk olduğunu söyleyen korkak sünepenin şimdi cezaevinden kestiği ahkâma kananların sonu, Vallahi dedeleri gibi olur! Ve hepsine yazık olur!
Peşinden gittikleri bu şövenistler, vampirlerdir! Bunlar taşeron, kiralık katillerdir! Bunlar, kucağımızda oturup sakalımızı yolan alçaklardır! Ne bir Kürdümüzü, ne de bir çakılımızı bu nâmertlere vermedik, vermeyiz de!
Bu işler; iki siyâsinin, sandıktan aldıkları sanal güçle o-la-maaaaaz! Biz Vatanımızı ve Cumhuriyetimizi, şühedâ dedemizin kanı pahasına, canı pahasına kazandık! Ancak aynı bedelle vaz geçeriz! Bizler evlâd-ı şühedâyız ve sâdık vâris Türkleriz!
Düşünün bir daha! Ya akıllı olun, ya da akıllı olun vesselâm.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ağustos 23, 2009

SİZİ BENDEN SORANLARA, NE DEYİM?!...

Zor günlerden, zor dönemlerden fire vermeden geldik.
Asıldık, çoğaldık! Vurulduk, kalktık; öldürüldük, çoğaldık!...
Bu gün şehîd olan il-ilçe başkanlarımızın yerini, daha cenâzeleri defnedilmeden doldurduk!
"Son nefer, son nefes..." diye yemîn etmiştik!
"Rehberimiz Kur'an, hedefimiz Turan.." diye andiçmiştik. Bu yüzden de hainlerin "Tamam bittiler." diye sevindikleri zamanlarda bütün vakarımızla karşılarına dikilmiştik!...
Hücrelerde hürriyetimizi sınırsız kullandık!
Ülkü Devi Yusuf Ziya Arpacık'ın "Baş Eğmediler" kitabında; hücredeki bir Ülkücüye ateş verebilmek için şekilden şekile giren gardiyanın şahsında, ezdiğini zanneden âciz zâlimin nasıl ezildiğini görerek iftihar ettik...
Yalpalamadık. Diz kırmadık! Başlıya baş eğdiren, dizliye diz çöktüren bir ırkın ahfâdı olarak dik durduk eğmek isteyen güçlü âcizlere karşı...
Çünkü bizi, Ülkücüleri mücâdeleye çağıran ses, cezbeliydi. Çünkü Ülkücüleri birer bayrak sayan Başbuğ Türkeş'in tarifsiz bir inandırıcılığı vardı. Türkeşçi olarak yola çıkıp sonra farkına bile varmadan Ülkücüleşen nesil olarak, asla hesap adamları olmadık...
Armudun sapıyla, elmanın çöpüyle işimiz olmadı!...
Erzurum'da kar yağsa Rize'de üşüdük! Dünyanın neresinde bir Türk varsa O'nun sıkıntısı bizim oldu... "Türkiye'nin, Cumhurbaşkanından genelev kadınına kadar bütün insanının mes'elesi, mes'elemizdir." diye öğütlendik, örgütlendik...
Milyonlarca Ülkücü, akrabalık bağından daha güçlü bir "Gönül Bağı" ile bağlandık birbirimize...
Bize ne oldu?...
Emperyalist güçlerin tamamının beşinci kollarınca muhatap ve hasım ilan edilen ama güç yetirilemeyen Biz'e ne oldu?...
Dünyanın tek iskeletsiz yaratığı olan "kurtçuk"un meyvemizin özüne girmesine, nasıl izin verdik? Konuşan dilimize, işleyen elimize, düşünen beynimize pranga mı vuruldu? Yoksa bu prangayı kendimiz vurduk ta farkında mı değiliz?!...
Türkiye'de Türk Milliyetçiliği'nin siyaseten ne hâle kaldığını, ne zaman fark edeceğiz?
Evet!.. Israrla; "Kim MHP'li olursa olsun kabul eder ve rahatsız olmayız. Aksine memnûn oluruz. Çünkü biz MHP'yiz." diye haykırdık yıllardır!...
Ama düşürüldüğümüz hâlin, bir alçak hain mahkûmun, ülkücüleri dağlara davet cür'etinden alacağımız bir ders olmamalı mı? Beyinlerimizin, akıllarımızın esir edilmek üzere olduğunun farkında olamayacak mıyız?
Türk Milleti'nin siyasi refleksi olduğuna iman ettiğim Ülkücüler, bu sinsi akıl-vicdan prangalarına baş kaldırmayacak mıyız?...
"Dünyanın en doğru, en güçlü insanı bile yanlış safta durursa yanlış tarifi alır." diyen biz değil miyiz? Yoksa samîmi mi değiliz? Yapılan yanlışlara bigâne kalarak "aferin!" mi diyeceğiz yoksa?!...
Kendimi yargılıyorum! Kendimle beraber Ülküdaşlarımı, Ülküdaşlarıma şikâyet ediyorum! Birimizin tırnağına diken batsa acıyan yüreğimize ne oldu? Emeklerin, ikballerin, canların, kanların, cezaevlerinde devleşerek biten ömürlerin hakkının inkârına, bizden başka itiraz edecek kimse var mı?
Allah aşkına birisi, birileri artık bana ses versin! Cevap versin; bu kıyâmetlere denk olaylar karşısında susan sizi, benden soranlara ne deyiiim?!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ağustos 22, 2009

BAŞIMIZA GELE/CEK/NLER...

Ramazan mübareğe, çok ama çok gergin girdik! Sağ olsunlar büyüklerimiz!
Cuma namazı sonrası gazeteciler tarafından karşılanan Başbakan; "Ananı da al git!" üslûbunu biraz daha nezâket ve nezâhetten uzaklaştırarak; "Bir kağıt almış dolaşıyorlar; 'Amerika’nın bir projesidir bu...' Bunu ispat ederlerse her şeye varım. Ama ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar. Bu kadar açık, bu kadar ağır konuşuyorum!" dediler! Yakışır!...
Sıradan insanların, sokakta kullandıklarında cinâyet sebebi olan hakâretler-küfürler, malesef siyâset literâtürüne sokuldu! Oruçluluğun verdiği gerginlikle sarf edilmiş bir cümle, kastını aşan bir cümle, tahrik üzerine sarf edilmiş bir cümle olabilir mi diye, saatlerdir kafa patlatıyor ve muhatabı, nasıl bir cevap verecek diye büyük bir gerginlikle bekliyorum!...
Milletin bu ağız dalaşından çâre çıkmasını beklediği mi zannediliyor acaba?
Adını resmî ağızların "Demokratik Açılım" koyduğu ama dağdaki Kürt çobanın da, şehirdeki Türk'ün de "Kürt Açılımı" dediği ve hiç kimsenin içeriği hakkında, resmen bilgilendirilmediği bir "s/açılım" üzerinde körler kavgasına dönüştürüldü iş!
Tam bu sırada, hatta bu seviyeli ağız dalaşından önce, Prof. Dr. Ümit Özdağ stratejist ve münevver bir tavırla, güncel olayların müşâveresini yapıp bir yöntem belirleyebilmek için bildiği münevverlerle paylaştığı bir makale-mektup yayınladı.
Makalede Prof. Özdağ; "Düşük Yoğunluklu Çatışma (DYÇ)'lar konvansiyonel savaşlardan farklı olarak, çatışmanın doğası açısından siyasi niteliğe sahiptir. Konvansiyonel savaşta, bütün milli güç unsurları, savaşın zaferle bitmesi için silahlı kuvvetleri destekler. DYÇ’de ise başarı için silahlı kuvvetler, diğer milli güç unsurlarını desteklerler. Diğer bir ifade ile doğası siyasi olan mücadelenin ana yöntemi de siyasi olmalıdır. Ordu, savunulan siyasal konseptin/çözümün gerçekleşmesi için yol açar." diyor. İçeriği saklanan ve ortalarda "Açılım" diye başlatılan bir kamplaşma öncesi, âkil adamlar meseleyi sakin kafayla ve dünyadaki örnekleriyle de benzeştirerek sorgulamaya başlamış.
Yandaş medya ve basında yer bulmaz elbette bu âkil sorgulama! Onlara reyting lazım, tiraj lâzım!... Keçi can havlindeyken kasabın yağ araması mantığı bu! Ne insafla, ne de vicdanla asla bağdaşmaz!
Prof. Dr. Özdağ, makalenin sonlarında;" Toplumda bu kadar büyük beklentiler uyandıran AKP Hükümeti, Kürt Açılımından sonra terör devam edince çok ağır bir siyasal darbe alacaktır. Demek ki, ikinci yola girildikten sonra PKK’yı dolaylı/dolaysız muhatap almayan bir açılım terörün devamını engellemediği için sonuç alamaz. Aksine örgüte, 'Bu verilenleri de PKK’nin silahlı mücadelesi vermiştir, şimdi Kuzey Irak’ta de facto bağımsız bir Kürt devletinin olduğu ortamda Kürt bağımsızlık mücadelesi çok daha kolay olacaktır.' şeklinde propaganda yapma imkânı verecektir." diye bir tesbît yapıyor.
Akillerin, gerçek çözüm ve çâreler aradığı zamanda kendilerini tepede zannedenler, ağız dalaşını tercîh edince, aklıma "Başımıza Gelenler"in ön sözünün son bölümleri geldi. "Devletimiz henüz yaşamaktayken, aziz torunlarımız, ümmetinin ahlâkına musallat olan bozukluğun giderilmesine, Allah için, el birliğiyle çalışsınlar. Kahramanlık rûhunu ve milleti yaşatma aşkını, en ücra yerlerdeki köylerin mekteplerine kadar götürecek parlak fikirli muallimler arasınlar; yok ise, yetiştirsinler. Bilhassa bu harpten sonra Rumeli’deki, Bulgaristan’daki kardeşlerimizin görüp geçirdikleri halleri ve zulümleri, duçar oldukları ikinci Endülüs faciasını unutmasınlar. Bir üçüncüsüne düşmemek için gerçekten uyanık olsunlar." demişti Mehmet Arif Bey!
Millet olarak, aynı oyuna üçüncü kere düşecek kadar basîretsiz, ferâsetsiz, hatta Aziz Nesin tarifli olamayız değil mi?
Türk Milleti! Kendine dön!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ağustos 21, 2009

YASAKÇININ İMÂNI...

Kötü idareciler, hiç tanışmayanları ekipleştirirmiş!
Okan Bayülgen; "Sigarayı yakıyorum ve 'Hemen 69 TL'yi ödemek istiyorum. Lütfen makbuzla bir adam gönderin,' diyorum!" diyerek Sigara Yasağını eleştirdiği için Sağlık Bakanlığı'nın bir bürokratı, Bayülgen'i tehdît etmiş! Tehdîtin adı sert uyarı tabi...
Neresinden başlamalı bilemiyorum ki! Böylesine bir komedi, dünyanın neresinde var ki?
Sistemin adı ne olursa olsun hükümetlerin görevi; kurumlar arası uyumla toplumu rahat ettirecek, huzûru-asâyişi temin etmek değil midir?
Ekonomik huzûru sağlayan sorumlu siyasilerden sonra en zor iş, asâyişi sağlayacak Güvenlik Güçleri'ne düşmez mi?
Gaspçıya, kap-kaççıya, adam vurup kaçana, polise ateş edene, eve girene, yol kesene, haraç alana, huzûr ve asâyişi bozmak adına ne lâzımsa yapana, Evrensel İnsan Hakları gereğince her yol mubâh; polise silah kullanmak, cop kullanmak, silahlı saldırgana sert davranmak yasak! Bir de sigara yasak! Eeee! Bu kadar ağır suçlara karşı işleyemeyen yasalardan korkmayan sigara tiryakisine müdâhele etmek için -zannederim- polisin ya deli olması veya vicdânını boş cüzdanına koyarak arka cebine hapsetmesi gerek!
Bu kere de iş; masa başında sağlık işleriyle uğraşması gerekirken; kopan parmağı ile hastane hastane dolaşan hastalarla ve ona işkence eden sağlık kurumlarıyla uğraşması gerekirken, sigara yasağını protesto eden bir tiryâkiyi tehdît eden bürokrata düşmüş! Kim takar bakanlık bürokratını?
Bu memlekette sigara tiryâkilerinin sayısı, kesinlikle AKP'ye oy verenlerden fazla! Bir de AKP'ye oy vermiş tiryâkileri sayarsanız, yeni bir "Sigara Tiryakileri Partisi"ni, en azından bu yasağı anında kaldırabilecek çoğunlukla iktidara taşıyacak kadar oy çıkar!
Eğer ölmez sağ kalırsam, seçim zamanı; "PeKaKa'lılığın, vatana ihânetin, Şehîde hakâretin, teslîmiyetin, Atatürk emeklerini inkârın, demokrasiyi tramvay diye tarifin demokratlık ve daha fazla demokrasi diye serbest olduğu bir memlekette sigaram yasak! Bütün suçluların insan hakları var ama benim tiryâki olarak insan hakkım yok! Benim tiryâkiliğimi hoş görmeyen, zinâyı suç olmaktan çıkarıp piçleri "Evlilik dışı çocuk"laştıran, vatan bölünmesin diye can veren şühedâma hakareti demokratlık, milliyetçiliği ilkellik sayan, teslîmiyetçi siyâsilere oy vermeyin!" diye propoganda yapacağım.
Sigara yasağını kaldıracağım diyen partiye oy vereceğim. Vâdettiklerinin hep tersini ve millete defalarca aptal muamelesi yapan siyâsilerdense bu yasağı kaldıracağım diyen partiye oy vereceğim. Sadece PeKaKa'nın siyâsallaşmışı hâriç. Zâten onların da çoğunluğu ya dağda olduğundan, ya da onların seçim kazandığı bölgelerde Türkiye Cumhuriyeti yasaları geçerli olmadığından böyle bir yasak sıkıntıları yok! Vergi, elektrik parası, su parası vermeyen, bu paraları tahsil etmeğe kimsenin gücünün yetmediği yerlerde sigara yasağına ne kadar uyulduğunu -Allah rızası için- tesbit edecek, görüntüleyecek bir televizyon da yok!
Okan'ın parası var ve cezâyı peşin ödeyerek sigarasını içeceğini söylüyor! Vallahi doğru yapıyor! Ekonomik olarak aynı güçte olsam, en yasak yerde mesela Sağlık Bakanlığı koridorunda sigara yakarım hem de peşpeşe! Kırk bin insanın katiline demokratlık pâyesi veren yasalar, bana müdahele eden bir bürokratı tartakladım diye her halde beni asmaz!
21.yy.'ın yüzyirmi 4. ncü Murat'ının yasağını ihlâl etmek öyle bir keyif ki!
Resmi nikâhtan önce dîni nikâhın suç sayıldığı, zinânın serbest olduğu, îmanlı müslümanların hükümet ettiği bir demokrat memlekette, benim sigaram yasak!
Suçlu cenneti bu yasaklar ülkesine, arabesk şarkı sözüm de hazır;
Berâber tüttürdük biz bu dumanı
Yoktur Vallah yasakçının imanı
Elbet gelir oy vermenin zamanı!...
Yakıp dumanımı üflerim göğe
Selâm gönderirim yasakçı Beğ'e. (M.A.)
"DEMOKRASİLERDE ÇÂRE TÜKENMEZ."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ağustos 20, 2009

KARGA KARGA "GAAAK" DEDİ...

Türk Milleti; buruk yüreğimize, kırık kalbimize rağmen Ramazan-ı Şerif'in mübârek olsun. Ramazan'dan yazacaktım. İbâdetin de, kabahatin de gizliliğinden yana olan ben, bu konularda ahkâm kesmeyi otorite olmadığım için sevmem ama yazacaktım!
Huzûra vesîle olmasını niyâz ederek iyi dileklerimi paylaşmayı düşünmüştüm ama serçeyken kucaktan kucağa uçarak büyüyen, büyüdükçe kargalaşan; yazın vırraklayan kurbağa korosuna, sırtına birini alıp dâhil olan ve sezemeyen Sezen'e seslenmek ve kurbağanın gölüne bir taş daha atmaya mecbûr oldum!
Bre serçe yürekli, büyüdükçe küçülen, küçüldükçe edepsizleşen ve rehberliğe soyunup kargalaşan, ucuzca kurbağalaşan, eyyâmcı kadın! Son aktüel beyânın; "Konuştuğum her erkek kocam oldu!" övüncündü! Şimdiyse iktidara yakalık için; "Açılımınızı ailece canı gönülden destekliyoruz. Bu sürecin karşısında duranları iki cihanda da lekeli kabul ediyoruz." demişsin serçeyken küçülen kuşum!
Ramazan'a; kaç Mehmetçik ana-babasının, oğullarının kabri başında gireceğini hiç merak ettin mi? Kaç şehît ana-babasının; sen kucaktan kucağa rahat uçasın diye, canlarını veren Kınalı Kuzularının kabri başında ağladıklarını hiç düşündün mü?
Konuştuğun ve kocalaştırdığın erkeklerin sayısı; sen, konacağın kucakları artırasın diye topraklaşmış Kınalı Yiğitlerin, milyonda biri bile değil biliyor musun?
"Bu sürecin karşısında duranları iki cihanda da lekeli kabul ediyoruz." demişsin! Kılavuzluğa niyetlenip kurbağalığa çıkmış, kargalığa terfî etmişsin bilerek-bilmeyerek!
Sen lekeden, lekelilikten anlar mısın? Veya şu an yaralı şehît ailelerinin, Türk Milletinin gururlu yaralarında leke olduğunun farkında mısın? Ağzına alacağın son kelime, leke değil midir senin?
Sen iki cihânı bilir misin? İki cihânı bilseniz; ailen seni, lekenin en hasıyken madalyalaştırır mıydı? Minik serçeliğe ilk uçtuğun yıllarda, ailenin özellikle de babanın senden utandığını ne çabuk unuttun be uçucu!
Telefonla yalakalaşarak belki bir kaç konser kaparım kurnazlığına soyunduğun Başbakan, hayatında senin kasetini almış mıdır? Bu yakalalığınla, serçelikten kargalığa terfinle, seni seven milyonları ne hâle soktuğunu hiç düşündün mü? Düşünsen kurbağaca vırraklayıp, kargaca gaklar mıydın?
Ne günlere kaldık Ya Rabbi!
Terörist ateşkesten, âsi mahkûm demokratlıktan, eşkiya hükümranlıktan, lekeli lekeden dem vuruyor! Kan içici, bebek katili vampirler; entellerin süslemesi, müttefik(!) ABD ve AB'nin beslemesi, karga ve kurbağaların seslendirmesiyle mazlûmlaştırılmaya çalışılıyor! Siyâsallaşmış terörist zehrini Meclis'te kusmuş, yasa susmuş, Ordu pısmış, polis küsmüş, millet şaşmış!...
"Kürdistan'dan sesleniyorum!" diyecek kadar küstahlaşan bir belediye başkanı karı da; kızların küçük yaşta satıldığından, kadınların töre cinâyetlerine kurban edildiğinden şikâyetlenmiş! İnsanlık dışı bu uygulamalara müdâhele edildiğinde de törelerini yaşayamamaktan şikâyet ederlerdi! Başka türlü olmazdı! Koroları ve solistleri ,birbirinin sırtında vırraklayan kurbağalar; kılavuzları, serçelikten kargalığa terfi eden uçuş ustaları olanlar, doğru davransaydı şaşardım!
Peh peh peh! Lekeden bahseden demokrat lekelerim benim!
Ramazan'ın mübârek olsun milletim...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ağustos 19, 2009

"NİSAN YAĞMURU YAĞDI!" DİYORLAR...

Karar verdim! Ben de demokratlaşacak, "demokratik açılım"ın sağladığı sus payından hissemi alacağım! Avâm ile entel arasında, anlayış ve ifâde farklılığı olduğu için avâmla işim olmayacak!
Yeşil renkli dolar/euro ile alınıp satılan, pazarlamacılarının en-tellek-tüeller olduğunu bildiklerime, entel bir soruyla başlatacağım değişimimi: "Senin de anan güzel mi?"
Anası güzelse, entelce kazanılan dolar veya euro ile avrupaî giyiniyorsa, arada sosyetece frikik veriyorsa, AB'ci olacak kadar da ileri görüşlüyse bu gelişirken dolar veya euro kazanan pahalı ucuzların, soruma sevineceklerini biliyorum!
Bağışlayın Dostlar!
Yüzüne tükürüldüğünde "Nisan yağmuru yağdı!" diyen yüzsüzlerden, intikamımı sözle almaya niyetleniyor istediğim gibi, seslendirdiğim gibi yazamamanın sıkıntısını yaşıyorum!
Önce eve giren hırsızı öldüren hâne sahibini cinâyetle yargılayarak başladı demokrat-adâletsizliğimiz! Hırsıza, kapkaççıya, anarşiste, magandaya zor kullanan polisimizin ellerini-kollarını bağlayarak devam etti!
Sonra namusunu temizleyenleri, insan haklarını ihlâl etti diye en ağır şekilde cezalandırmakla yetinmeyip linç etmekle sürdü!
Resmî nikâh olmadan dîni nikâhla birliktelik yasaklanırken zinâ suç olmaktan çıkarılıp sosyetik birliktelikler meşrûlaştırıldı! Piçlerin adı; sosyetece, entelce, demokratça "Evlilik dışı çocuk" olarak koyuldu!
Sonra kutsal görevi başında, "Vatan borcu, nâmus borcu." inançlı şehît Kınalı Kuzularımızla itlâf edilen teröristleri eşleştirerek "Vatan Evlatları" dediler!
"Vatan Ana" bildiğimiz şühedâ Anası ile 21.yy. Vahşî'lerini doğuran kadınları eşdeğerde gördüler! Piçi doğuranı Şühedâ Anası'na denk gördüler!
Anasından ve utanıp saklanmamışsa gavat dayısından başka akraba bilmeyen; amca, hala, amcaoğlu, hala oğlu gibi kan bağıdan bîhaber, asla sülâlesi, kabilesi, aşireti, oymağı, ulusu, budunu olmayan nesepsizleri, demokrat diye allayıp pullayıp sunmaya başladılar en-tellek-tüelce yaygın basında çarşaf çarşaf!...
Elbette piç, bir soya mensûp değildir dolayısıyla yapabileceği en uç milliyetçilik; "Kimin oğlusun?" sorusuna katırca; "At benim dayımdır." cevabı kadar olur! Bütün piçlerin anaları, çok güzeldir biliyor musunuz? Güzelliklerinin bedeli olarak ya entel- sosyetece yolu şarhoşken yataktan geçmiş ya da tecâvüz edilerek piçlerini peydahlamışlardır! (On sene sonra Irak'ta ne entel piçler göreceğiz!)
Bu entel güzellerle; nâmusunun, iffetinin, ismetinin, sadâkatinin semeresi oğlunu kınalayarak Vatana kurban gönderen Vatan Ana'nın asla, kat'a bir benzerliği, ortak yanı olabilmez! Sadece doğumdaki sancıları benzeşebilir diyeceğim ama bu kadınlar, özel hastanelerde, doğurdukları için doğum sancısında da benzeşemezler Vatan Analarla!...
Doğu, batı, kuzey, güney Anadolu'da namusunu temizleyen bir yiğide, katil denildiğini duyanınız var mı? Yıllarca en sosyal demokratlarımız ve en uç milliyetçilerimiz; "Nâmus belâsına gardaaaşş yatarız zindân bizim." şarkısıyla coşmadık mı?
Piçin, nesebi ve milliyeti bilinmeyenin vatan sevgisi mi olurmuş? Piç, kimin, hangi şehît babanın vârisi ki emânete sahiplenip vatanperver olsun!
Bu arada birer günah semeresi olan piçler de vatandaşımızdır! Vatandaşlık haklarını kollayacak kadar adâletli-devletliyiz elbet! Piçin piç olarak doğmakta bir dahli olmadığı için piçle işimiz olmaz ama anasını da hiç unutmayız!
Heeeyyy! Vahşî'yi doğuranla Peygâmber agûşuna Mehmetçik gönderen Vatan Ana'yı benzetmeğe çalışan piç düşünceliler; "Sizin de ananız güzel mi?"
Vatanseverlikle, milliyetçilik arasındaki farkı ve ilişkisini de anlatacağım inşallah...
"TOPRAK EĞER UĞRUNDA ÖLEN VARSA VATANDIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 17, 2009

KÜRTLER Bİ-ZİM-DİİİR!...

ABD kovboy filmlerinde mahkemeler olurdu. Reis, heyet, mübaşir, güvenliği sağlayan eli silahlı görevliler vardı. Sanık sandalyesinde işlediği cinâyetler kesin kanıtlarla bilinen bir câni... Hâkim, kararı açıklamak üzere, sanıktan son sözlerini isterdi.
-Dışarda çok adamım var! Beni bırakmazsanız hepinizi öldürürüm! Diye tehdît ederdi son söz yerine Kötü Adam sanık!
Kovboy filimlerinde, dünyaya demokrasi dağıtan ABD'nin kendi deyimiyle Vahşi Batı'sında hukuk, zorbaların vesâyetindeydi geçen yüzyıl...
21. yy.da bizde, daha fenâsı var!
Adam yargılanmış, cezası verilmiş: Îdam! Müttefik(!)imiz ABD bastırmış, girebilmek için kapısında elli yıldır elli takla attığımız Haçlı Birliği AB dayatmış ve kurtarılmış ipten, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmiş. Yâni artık ölünceya kadar mahbûs!
Fakat müttefik(!)imiz ABD'nin ve Haçlı Birliği AB'nin dikteleri demokrat(!)ik yasalar sâyesinde mi desem, terörün tehdîtlerine boyun eğen demokrat maskeli teslîmiyetçiler sâyesinde mi desem, adam mûtat basın açıklamaları yapıyor!
Emrindeki siyasallaşmışlara talimatlar gönderiyor! Yetmiyor! Devlet'e bölünmeyi hızlandıracak "Yol Haritası" dayatıyor! Memnû haklarının iâdesini istiyor! Gâzi Meclis'te renk tamamlayan sahte demokrat vekilleri; "Hükûmet bu mahkûmu muhatap almazsa olmaz." diyor!
Yetmiyooooor! Mahkûmun dağdaki adamı alçak; "7-8 bin adamımız var gerekirse artırırız! Kürt Açılımı tamamlansın!" diye tehdît ediyor!
Demokrasiye "tramvay, hedefe ulaşmak için araç" diyen demokrasi havarileri de bu dayatmaları, bu zoralımları; "Daha fazla demokrasi" adıyla kamufle ederek millete yutturmak istiyor! Sanki devlet, bu mahbûs bebek katiline mahkûm!
Yıllardır tenkîd ettiğimiz yanlışlarına rağmen Türk Milliyetçiliğinin hâlâ siyâseten tek adresi MHP'nin Genel Başkanı Bahçeli'nin yırtınarak karşı çıkmasından da hem bu mahkûm, hem yandaşları ve hem de mevcût teslîmiyetçi hükümet çok rahatsız! Mahkûm; tahsîs edilmiş adasından; "Böyle devam ederlerse MHP ve CHP altı ayda yok olur!" diye ahkâm kesiyor "Yol Haritası" açıklarken! İte bak, yattığı yere bak!...
Siyâsi teslîmiyetçilerin demokrasiye hakaretleri, iftiraları ve bindikleri tramvayı sabote etmeleri ancak bu kadar âşikâr olur!
PeKaKa'nın silahlı tehditleriyle %5-6 oy almış olan siyasallaşmış terörist demokratlar; toplam %95-96 olan ezici çoğunluğun haklarını demokrasi adına gaspa niyetleniyor ve bu zoralımın adına da teslîmiyetçiler demokrasi demeğe, dedirtmeğe çalışıyorlar!
Devlet Bahçeli'nin "12 Kötü Adam"laştırdığı, satılık "Dolma kalemler", bu demokrasi iğfaline itiraz edenleri, "Kandan geçinmekle" suçuyorlar!
Hadi ordan be! Hain, korkak, ucuz, teslîmiyetçi ve 40.000 suçsuz insanımızın kanları üzerine yatmaya çalışan, dönek, kan emici vampirler sizi!
Bre namertler! Toprağı vatanlaştırmanın, devlet olmanın ve devlet kalmanın tek bedeli candır-kandır! "Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır." Bağımsızlığı, vatandaşlarının huzûru için, sınırlarının korunması için ölüyor ve can alıyorsa devlet, devlettir!
Devlete isyân edenle, âsi itlâf ederken şühedâya karışanları bir tutanları, bir tarif etmeğe çalışanları da o şaki sürüsünden sayarız!
Devlet te bizim, Vatan da, Bayrak ta, Millet te bizim, misâk-ı milli hudutları içinde yaşayan bütün Kürtler de bizim! Bunların bizim kalması uğruna Türk Milleti olarak ölmeğe de devâm edeceğiz, itlâf etmeğe de!...
Demokrasi tramvayının vatmanı ve yolcuları! Biz bu Devleti-Cumhuriyeti sokakta bulmadık, bir serseri ser-kerde-i eşkiyaya da teslîm ettirmeyiz! Yanlıştasınız, yanlış yapıyorsunuz!
Türk milleti, binlerce yıllık devletçilik teamülüyle bu yanlışınızı, ne pahasına olursa olsun bozar! Binlerce yıllık Kürdünü size piyon ve yem etmez! Akıllı olun!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ağustos 15, 2009

ACAYİPLİKTE TEKİZ VESSELÂM...

Bizi, bize şikâyetim bu! Okunmasa da olur!
Acayiplikte tekiz ve de emsâlsiziz!
Legalle illegali, yasal ile yasağı içiçe barındıran; meşrûlarını gayr-ı meşrûlarına mağlup ettiren, bizimkinden başka sistem yok kesinlikle!
Hatırlayalım ve ya övünelim, ya da dövünelim!
Meselâ;
Banka meşrû, tefeci gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar! Tefeci, bankadan kolay para verir. Banka süründürür, intihar ettirir, tefeci öldürür öldürtür!...
Genel ev meşrû, randevu evi gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar! Genel ev meşrû ve görülmeden verilen resmî raporla hijyen ama rezilâne pis! Randevu evi gayr-ı meşrû, raporsuz ve çiçek gibi! Genel ev hiç bir şey yapmaz-yapamaz; randevu evi rezil eder, süründürür öldürür!
Meşrû patroniçe, yıllarca vergi rekortmenliğini kimseye kaptırmaz, devletten madalya alır; gayr-ı meşrû patroniçe, beş kuruş vergi vermez, popüler haber kaynağı olarak itibarını korur!
Milli Piyango, Türkiye Jokey Kulübü meşrû, kumarhane gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar!
İkisi de kazandırır veya batırır. Birisi devleti, diğeri kumarhaneciyi kazandırır. İkisi de hayalleri bitirir! Biri devlet kurumlarını besler, diğeri devletin memurlarına çıktı(rüşvet) verir!
TMSF meşrû, mafya gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar! İkisi de iş yerlerine, taşınmazlara el koyar. Biri devlet adına, diğeri kendi adına. İkisi de öldürmezse süründürür! İkisi de yabancı sermaye gelmesini engeller, yerli sermayenin yurt dışına kaçırılmasına sebeptir!
Diyanet İşleri Başkanlığı meşrû, tekke ve zaviyeler gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar! İkisinin de işi din. Biri devlet adına dini kontrol etmekle görevli, diğeri din adına devleti yönetmeye talip! Meşrû zorda, darda demokratlar yüzünden; gayr-ı meşrû olan demokrat(!)ça kadrolaşarak sisteme sahiplenmiş bile!
Partiler, dernekler, sivil toplum örgütleri meşrû; örgütler, çeteler gayr-ı meşrû. İkisi de aynı işi yapar. Toplumu yönlendirirler! İkisi de korkutarak yapar işini! Biri hukukla,cezayla korkuturken diğeri silahla, terörle görür işini! Meşrûlar meydanlarda coplanır, soğukta sularla yerlerde sürüklenir; gayr-ı meşru olanlar yakıp yıktıkça demokratlaşır!
Devlet güçleri meşrû, örgüt gayr-ı meşrû. İkisi de silahlı! İkisinin de işi savaş! Meşrû olan asâyişi, huzûru temin için; gayr-ı meşrû ise taşeronluğunu yaptığı müttefik patronun istekleri için çarpışır! İkisinin de desteği aynı! ABD ikisine de müttefik! "Tavşana kaç, tazıya tut" taktiği! Aynı müttefikin demokrasiyle kösteklediği meşrû baskıcı; gayr-ı meşrû, zorla demokratik hak kazanımlarında!
Tekiz vesselam! İlkiz meşru/gayr-ı meşrû çekişmeli birlikteliğimizle!
Dayan dayanabilirsen bu meşrû, gayr-ı meşrû çekişmesine! Ve bu körler savaşına aracılık edeyim derken, darbe yemeden çık çıkabilirsen aradan!...
Ben aklımdayken yazayım da okunmasa da olur!
"MEVZU BAHİS VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ağustos 14, 2009

KURBAĞALARI SUSTURALIM!

"Deyirem ölürem, demirem olmur!.." (Âzaplı Mikâil)
Söylersek öleceğiz, söylemesek olmuyor!
Fikren, zikren benzeşen, töre ve ahlâkın birbirine benzettiği münevverler, susturuldu! Dinlenilmeyen perakende kanaat önderlerine siteme hakkımız var mı bilmem! Tavırları aynı, gardları değişik sağ veya sol gardlı münevverlerin siyâset sahnesinden tard edilmesiyle oluşan boşluğu eyyâmcılarla doldurdular! Münevverleri gayr-ı meşrû yollarla engellediler. Seyredildi!...
Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı!...
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerin sayısı arttıkça "demokrasi tramvayı"nın biletsiz kurnaz yolcuları pervasızlaştılar! Kızgın güneşte, koro halinde kurbağa misali; "Açılım-Demokrasi-Bölüşüm" diye bağrışıyorlar!...
Kurbağaların fazla bağırdıkları zaman yapılacak tek şey, göle bir taş atmaktır. Buyurun göle taş atmaya! Attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değsin inşallah!...
Hulefâ-i râşidîn'den ve örnek müslümanlardan Hz. Ömer'i hatırlayalım. Mezhep-meşrep taassûbum olmadan Hz. Ömeri çok önemserim.
Ömer ibn-i Hattâb: Yiyen, içen, nârâ atan, aslan avlayan, kızını diri diri kuma gömen, puta tapan, tapmayanı zorla taptıran, gazaplandığında Kureyş'i evine tıkabilen hükümrân bir câhiliyye Arabı... Bunlardan epeyce var ama bu güçlü câhillerden ikisi çok belirgin; Ömer ibn-i Hattâb ve Amr Bin Hişam diğer adıyla Ebu Cehîl.. Bunlar gücün öylesine zirvesindeler ki Hz. Peygamber(sav)'imiz'in Allah(c.c.)'tan, ikisinden birini niyâz ettiği rivâyet edilir. Menfi tarifin zirvesindeki Ömer ibn-i Hattâb; ne zaman ki şehâdet getirerek doğru safa girer, bir anda Ömer-ül Fâruk'laşır. Mü'min-müşrîk, müslîm-gayrı müslîm her kes tarafından "Adaletin Timsâli" diye kabûl edilir. Ve benim Hz. Ömer'den aldığım ders: Demek ki Ömer ibn-i Hattâb dahi olsa insan, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır!...
Demek ki akl-ı selîme düşen; doğru zamanda, doğru zeminde, doğru duruşla, doğru yerde saf tutup 'Yanlış!' tarifinden kurtulmaktır. Ebu Cehil'in yanlışta ısrarı da elbette tavırdır ve tercîhtir. Bu tercîhe itiraz edebiliriz ama tercîh sahibinindir.
Yani ya devletten-milletten, ya da bölücü-işbirlikçi-teslîmiyetçilerden yana olacağız!
Yıllardır duyarlı dostlarla hemhâliz. Şikâyetlerimiz müşterek. Dilerim ki sür'atle, doğru zamanda, doğru yerde saf tutarak yanlış tarifinden kurtuluruz...
Siyâsetin hatır-gönül işi olmadığını biliriz. Kimseye safını tarif etmek gibi bir ukalalık ta yapmayız. Yapacağımız sadece gönlümüzü, Türk Milleti'nin ayakları altına atmaktır. İsteyen ezip geçer ve "Of!" bile demeyiz! Ya da ayakları altındaki gönlümüzü alarak gönüllerine katar ve sessizce bahtiyarlığımıza vesîle olurlar.
Bîtarafın bertaraf olduğunu tecrübeyle biliriz. Bu tecrübeyi, çok pahalı edindiğimizi de biliriz. Bu
yüzden seçici ve temkinliyiz. Her kesin artık sorusunu açıkça sorması ve muhatap kişilerin en açık bir ifadeyle bu soruları cevaplaması zamanıdır...
Geçen zaman, ömrümüzle birlikte Türk Milleti'nin istikbâlidir. Allahçı(!)ların Allah(c.c.)'ı; dinci(!)lerin dini, Atatürkçü(!)lerin Atatürk'ü, Kürtçü(!)lerin Kürt'ü, ümmetçilerin milleti bitirmek için gayret ettiği günümüzde hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri zamanıdır.
İş işten geçtikten sonra üzülmenin, dövünmenin hiç bir mantığı yoktur. En yakınımızdaki kurbağa gölüne bir taş atmazsak bu kurbağa vırrakları, beynimizi götürür!
Hadi duyarlı millet evlâdı! Birer taşla birbirinin belinde vırraklayan bu kurbağaları susturalım!
Alternatif üretemeyen Bremen Mızıkacıları'nı da dinlemeyelim artık!
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ağustos 13, 2009

OYUNUN SON SAHNESİ!...

Particilik taassûbunu münevverlik, adamcılık taassubunu aydın/cı/lık zanneden, tutsak edilmiş akıllara, prangalanmış vicdanlara seslenmekten başka çarem yok maalesef!
Akılları tutsak olsa da, vicdanları prangalanmış olsa da söylediklerimize -itiraz etmek için de olsa- onlardan başka kulak veren yok!
Hür aklımızla, Müslüman Türklüğümüzün yaratılış özelliğimizle gösterdiğimiz muhalif duruşumuzdan dolayı aldığımız en büyük iltifat "hâin" olmasına rağmen bize bu iltifatı lâyık gören yüreklere seslenmekten başka çarem yok!
Kurnaz köy politikacıları gibi, cemaat içinde birbirleri aleyhinde en gâliz küfürleri edip kapalı kapılar arkasında oylarını sayanlara, taassup derecesindeki sadakati yargılasam da, bu günlük-eyyamcı taassûba itiraz etsem de, onlardan başka seslenebileceğim kimse de yok!
Menfî görülen bütün özelliklerine rağmen güzellliklerinden emin olduğum bu kanaat önderlerine, sorarak seslenmekten başka çârem yok!
Meselâ;
Son günlerde Türk kimliğini, Atatürk'ün kurduğu partinin söylemiyle kullanmaya başlayan Deniz Baykal'ın; yıllardır tanıdığı, sermâyeden aldığı maaşla il başkanlığı yaptığını bildiği, Millî Görüşçülerin akıncılarından olduğunu, belediye başkanlığını tamamlamasına mer'i yasaların engel olduğunu bildiği; sistemle, cumhuriyetle, laiklikle, Atatürk ve düşünceleriyle açıkça savaştığını bildiği yasaklı bir siyâsinin, önündeki engelleri kaldırıp Siirt'ten seçilerek Başbakanlığa çıkmasına yardımcı olarak demokratlık gösterisine; gaflet denilmezse, dalâlet denilmezse "ve hatta..." ne denir?
Bu kadar kimliği-kişiliği, düşünceleri açık birisinin demokratlık adına önünü açmak; gaflet değilse, dalâlet değilse, "ve hatta ..." nedir?
Son günlerde "Daha fazla demokrasi" adıyla ortaya atılan aslında yıllardır beslenip gözümüzün önünde semirtilerek ortaya koyulan "Kürt Açılımı"na, zehir zemberek saldırılarla karşı çıkan Devlet Bahçeli'nin; Türk Milliyetçisi bir partinin genel başkanı olarak, demokratlık adına; farklılıkların farkındalık gibi, Gâzi Meclis'in rengini bölücülerle tamamlamak gibi hareketlerine; hatta onlarca yıldır fikrî kimliği bilinen, Arap Yarımadası'nda yeşil sermâye kuruluşlarında yaptığı görevden başka bürokratik deneyimi olmayan; yıllarca Atatürk'ü, Türklüğü, laikliği, milliyetçiliği ilkellik sayan; muhalefetteyken başka, iktidardayken yüzde yüz başka konuşan, takıyyeciliği bilinen birisinin Köşk'e çıkışını Recep Tayyip Erdoğan'a rağmen kolaylaştırmak; gaflet değilse, dalâlet değilse, "ve hatta ..." nedir?
Taşın baş yaracağını, suyun boğup ateşin yakacağını; başı kırılan, boğulma tehlikesi atlatan, parmağını zorla yakan çocuklar bile bilirken bilmez davranıp koyun sürüsü önündeki keçi misâli suya dalan, ateşe atlayan, başını taşa uzatan kişiler aptal değilse, gaflette, dalâlette değilse, "ve hatta ..." nedir?
Bu son açılımdan da bir şey çıkmayacağını, bir şey olmayacağını hepimiz biliyoruz aslında! Soyadıyla kavgalı Ahmet'in eş başkanı Ayna'sızın; "Yapacaktım CHP ve MHP bırakmadı! Oyununa gelmeyin!" davetiyle, neyin-nelerin yapılmayacağı o kadar açık ki!
Onar yıllık periyotlarla kahramanları hainleştirme, hainleri kahramanlaştırma operasyonunun son sahnesini izliyoruz!
Oyunun son on yıllık periyotunun tamamlanmasına, üç-dört yıl kaldı! Üç veya dört yıl sonra şu anda hainleştirilenlerin kahramanlaştırıldığını ve gerçekten kahramanların yanına gerçek hainlerin de katıldığını görüp gene hayret edeceğiz!
Allah aşkına Türk Milleti, Tanrı aşkına Türk Budun!
Bu kadar entel-sessiz seyircilik, sana uymaz! Çok açıkça millî sporların olan ciriti, biniciliği, güreşi, kılıç-kalkanı dramatize edip opera gibi sahneye almışlar yeşil çayırlardan! Bu sporların seyirciliği, opera seyirciliğinden farklı değil midir?
Opera-dram-tiyatro sessiz, bizim sporlarımız ateşli tezahüratlarla seyredilmez mi?
"TÜRK BUDUN, ÖKÜN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ağustos 12, 2009

ONE MİNUTE GENEL BAŞKAN!...

One minute! Recep Tayyip Erdoğan!
"Durmak yok yola devam." da, söz söylerken dur biraz! PeKaKa'nın siyasallaşmışlarıyla AKP Genel Başkanı olarak görüştünüz, yakışır! Siz Genel Başkan olarak, Genel Başkan kabul ettiğiniz soyadıyla davalı Ahmet'le kapalı kapılar ardında görüşürken onun eş başkanı Ayna'sızı; "PKK'yı ve sayın Öcalan'ı bunun dışında bırakma gibi bir oyun varsa bu oyuna gelmeyiz. Buna izin de vermeyiz." diyordu! Bilmiyor musunuz?
Diğer gerçek parti Genel Başkanlarına ise Başbakan olarak; "Bizim vatan sevgimizi ne ölçebilecek kalitede ne de kariyerde değildir!" dediniz bütün edebinizle! Bu da yakışır!
Ben de; bir Türk, sıradan bir Türk Milleti Ferdi olarak AKP Genel Başkanı Erdoğan'a bir iki söz söylemek ve cevap beklemeden bir iki soru sormak isterim! Cevap beklemem çünkü cevabını bütün siyasi hayatınız boyunca söyleyerek geldiniz!
AKP Genel Başkanı, îmanlı demokrat, vatanperver R.T. Erdoğan! Vatanseverlikle milliyetçilik birbiriyle çok ilgili ama tamamen farklı kavramlar değil midir?
Bir komünistin, marksistin, faşistin, ateistin, sağcının, solcunun, ümmetçinin vatanseverliğine engel var mıdır?
Sizin de en az benim kadar vatanperver olduğunuza inanırım! Çünkü vatan sevgisinin îmandan olduğunu, ben de bir müslüman olarak bilir ve iman ederim.
Size "Türk'üm deyin" demem! Çünkü Türk değil Gürcü olduğunuzu söylediğiniz, aylarca yazıldı çizildi! Bu etnik alt kimliğiniz, Başbakan olmanıza mâni olmadı Türk Atatürk'ün kurduğu sistem sâyesinde! Siyâsetinizi benimsemesemde ben de itirâz etmem Başbakanlığınıza! Oy aldınız! Sistemin gereği ve cevâzı bu!
Gürcülüğünüze rağmen; vatanperverliğinize, vatan sevgisinin îmandan olduğu inancınıza itirâzım olmaz, itirâz edene de itirâz ederim ki etmişim de! Ama Gürcü alt kimliğinizi açıkladığınız gibi, bir kere de; "Türk Milleti'ndenim. Ne mutlu Türk'üm diyene." diyebilir misiniz?
Vatanperver birinin; toprakları vatanlaştırarak paylaşan 30.000 insanımızın katilleriyle, açılım diyerek, daha fazla demokrasi diyerek, kapalı kapılar ardında Parti genel Başkanı olarak görüşmesi, vicdâni midir?
Anadolu'da dîni ile milliyetini bütünlemiş, tekleştirmiş Müslüman Türk Milleti'ne karşı çok sık ve coşkuyla kullandığınız; "Azîz Milletim" derken hangi millete sesleniyorsunuz?
Demokrat görmediklerinize sitem ederken; "Anneliğin ideolojisi ve siyâseti yoktur." dediniz. Çok doğru! Analığın ideolojisi, ırkı, dini, mezhebi, cemaati elbette olmaz! Apo çukurunun annesinin de analık duygularına sonsuz saygılı olduğumuzu söyleriz ama hiç sebepsiz; Haçlı taşeronluğuyla devlete, millete, hem de vatana ihânet ederek 30.000 insanımızın katlinden sorumlu bir câninin, onun emriyle hareket eden teröristin ve siyâsinin muhatap kabul edilmesiyle insafsızca incitilen, yaralı Türk analarının mâtemlerini nereye koyuyorsunuz?
Katille maktûlün, hâinle sadıkın, Mehmetçikle teröristin anasını, bir mi tutuyorsunuz?
Vatana ihânetle, millete-devlete ihânet arasındaki ince ama çok keskin farkın farkında mısınız?
One minute! AKP'nin îmanlı, demokrat, vatanperver, Gürcü Genel Başkanı one minute!
Sizden vaz geçtiğini basına fısıldayan ABD'ye karşı; "ABD'nin inâdına Tayyip!" diyerek sizi savunacak kadar Türk milliyetçisi olan yüreğim; kendine oy veren vatandaşına "Ananı da al git!" diyecek kadar kibar birinin, Bahçeli'ye üslûbuna seyirci kalamaz!
Biz; başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürerek devlet kalmayı teamülleştirmiş Türk Milletiyiz! Şahsî mallarımızdan gerekirse vaz geçebilir ama milletin olan bir çakıl taşı için kıyâmet oluruz!
Türk kimliğini de, Milletlikten etnik kimlik tarifine sokmayız, sokturmayız! Günü geldiğinde yanlış hesâbı Bağdat'tan döndürürüz!
One minute Genel Başkan! "Gürcü'yüm. Türk Milletindenim. Ne mutlu Türk'üm diyene." dediğiniz gün, oy vermemiş olmama rağmen benim de Başbakanımsınız! Demezseniz -ki demezsiniz- meşrû yollardan sizden kurtulacağımız mutlu günü, iple çekerim.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ağustos 11, 2009

BU OYUNUN SONU KÖTÜ!...

Her yerde müthiş, öfkeli solumalar var! Fırtına öncesi korkunç bir sessizlik! Her yerde; "Biri harekete geçsin" beklentisi!... Her kes öfkeli ve her kes bekleyişte olduğu için de ürkütücü bir hareketsizlik!...
Bekleyişteki Anadolu Türk'ü; "Ben umarım bacımdan, bacım ölür acından!" denemesiyle bu bekleyişin sonuç vermeyeceğini de yüzlerce yıl öğrenerek öğretmiş oysa!...
Koca Düvel-i Muazzama'dan kala kala Anadolu Türkiyesi kalmış! Mevcûdu muhafaza için yüz binlerce ölüşümüz daha dün! Sadece Çanakkale'de, 253.000 kişi ölmüşüz Devlet'in bekası için!...
Geçen yüz yılda değişen dünyayla biz de değişmişiz. Totaliter yönetimden Cumhuriyete geçmişiz. Milletin kendi kendini yönetmesine karar kılmış Muhteşem Türk Atatürk... Haçlı emperyalizme karşı ölümüne mücâdeleler verilip Yedi Düvel adıyla gelen Haçlı, geldiği gibi gönderildikten sonra her türlü kültür emperyalizmine savaş açılmış Genç Cumhuriyet'te!
Değişmek, matbaayla kavgadan, teknolojik üretimlere şeytan icadı demekten vaz geçmek,vaz geçirmek kolay olmamış! "Din elden gitti!" demişler! Yeni sisteme kâfirlik demişler!
Milletin yöneticisini seçmesini sağlayan sisteme isyân edenleri destekleyen, demokrat müttefik(!)lerimiz olmuş her zaman! En yakın müttefik(!)imiz ABD; Yedi Düvel'le birlikte vatanımızı bölüşmek için gelmiş Lozan'ı kabul etmeyerek gitmiş! Hep yanımızda olmuş! Hep bizimle olmuş! Genç Cumhuriyetin "Bağımsızlık karakterimdir." diyen kurucusu Gâzi ve arkadaşları dünyalarını değiştikten sonra, Ordumuzu NATO'ya sokarak ülkemizi komünizmden korumuş!...
On yıllık periyodik aralıklarla darbeler yaşamışız! Her on yılda bir kahramanları hain, hainleri kahramanlaştırmışlar! Seyretmişiz öfkeli suskunluğumuzla!
Gûya seçerek iş başına getirdiğimiz dışa bağımlı siyâsilerimiz yüzünden; onar yıllık aralarla Türk Milliyetçileri kahramanlaştırılmış, hainleştirilmiş! Türk Komünistler kahramanlaştırılmış, hainleştirilmiş! Hainlerle kahramanlar o kadar iç içeleşmiş ki memleket nüfusunun yarısının hainleri kahraman, diğer yarısının kahramanları hain! Diğer yansızlarsa asanları alkışlamış, asılanlara ağlamışlar ilm-i siyâsetle!
Yasalarımız millî değil, dikte ettirilerek çıkartılmış!
Anayasamızla kedi-fare misali oynamış, oynatmışlar! "Bir kere delinmekle bir şey olmaz!" la başlayan delmeyle Anayasamız kevgire dönmüş!
Ne milliyetçiliğine inanılacak münevver, ne de ulusalcılığına inanılacak aydın kalmış! İnanılıp peşinde milyonların meydanlara indiği kişiler, cezaevinde! Madalyalı Kahramanlarla, hainler suç ortağı edilmiş! Birbirini öldürenler, aynı örgüttenmişler!
Her kes Atatürk'e saldırmış ve Atatürkçülük'e sığınmış sıkıştığında aydınca! Yetmiş yıldır dünyada olmayan Atatürk'ü bir türlü öldürememişler bu korkak cesurlar!
Her kes sisteme saldırtılmış belli aralıklarla ve her kes, demokratlık yarışına girmiş sipariş yasa yaptırımlarıyla!
Her kes, her kesten huylanır, kimse kimseye güvenmez olmuş!
Millet olarak bir açmaza sürüklenmişiz kendi seçtiğimizi zannettiğimiz kuklalar sâyesinde!
Bu kaygan ortamımızda; Anadolu'nun her yerinde birlikte yaşadığımız, her makamı paylaştığımız, kabir komşularımız Kürtlerimizden birileri dağlara çıkarılmış! Marksist-komünist olarak dağa çıkarılan bu halkçı figüranlar, 25 yıl sonra çakma din adamlarıyla köylere, kentlere inmeğe, öldürdüklerine duasal ağıtlara, ak tülbentleri kirletmeğe başlamışlar!
Ve bir türlü içeriği açıklanamayan bir ayrıştırma açılımıyla muhatabız!
Her kes susuyor, birbirini pusuyor! Her kes, gerili yaydaki ok misâli! Münevverler yok veya tutuklu! İşbirlikçi "dolma kalemler" kıs kıs gülerek aldıkları dolar veya euroları sayıyorlar!
Bu suskunluk hayra alâmet değil Beyler!
İlgilenenlere, işbirlikçilere, diplomat demokratlara, ordulu millete, devletli orduya, ordulu devlete, savcılara, savunmacılara, dağdakilere-bağdakilere sessizce ve bir daha soralım; "Eşim seni sine sine süren kim?" oynuyoruz ve bu oyunun sonu kötü! Farkında mısınız?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 10, 2009

GÖK KUBBEYİ YIKAMAZ MIYIZ?

Var olduklarını bildiğim kişilere sesleneceğim!
Çünkü hâlâ ister siyâsi ikbâlleri, ister ideallerini gerçekleştirebilmek için demokrasiyi araç olarak kullanma haklarıyla, varlıklarıyla kendimi rahat hissettiğim kişiler onlar!
Çok söyledik az işittiler hatta işitmediler ve bu günlere geldik!
Siyasallaşmış teröristler; "Ya sözünüzden dönün ya da sizi de öldürürüz!" demeğe getiriyorlar! Daha fazla demokrasi adıyla ortaya atılan Kürt Açılımı üstünde sanal fırtınalar koparılırken, ha bire Mehmetçiklerimiz şüheda kervanına katılıyor!
Devlete baş kaldıran, yol kesen, köy basan, çoluk-çocuk demeden, genç-ihtiyar, kadın-erkek demeden insanlarımızı katleden eşkiya; Kürt Meselesi, Kürt Açılımı diye diye dağlardan sokaklara indiler, sokaklardan meclis'e kadar girdiler!
Bu milletin asla Kürt kardeşleriyle, arabalarıyla, hısımlarıyla, komşuşlarıyla meselesi olmamıştı, olmaz da! Şu anda dağda ermeni, suriyeli ve iranlı yabancılarla birlikte olan, ABD kurmaylarınca eğitildikleri söylenen PeKaKa'lıların sayısı ile devlete sadık, komşusuna muhabbetli Kürt Kardeşlerimizin nüfusunu oranlamak kimsenin aklına neden gelmez?
Kürt Vatandaşlarımızın binde biri bile değildir dağdaki eşkiya haramzadeler! Ellerinde silahları var diye mi masaya oturulacak bu alçaklarla?
İmralı mahkûmunun emriyle teröristler, seçim sistemimizin açığını kullanarak meclis'e girmeğe hazırlandıklarında biz de, "Bağımsız olarak seçime giren Türk çıkmayacak mı?" diye seslenmiştik. Yüreklilik gösterip bağımsız olarak seçime girenleri de sağcı ve solcu kimlikli merkez partilerimiz, oy bölücüsü olarak isimlendirmiş, hain ilan etmişti!
Bizler partili olarak ve kırk parça seçimlere mecbûr edilirken, adamlar bağımsız ve tek parça olarak seçime girdiler. Silah zoruyla, ölüm tehdidiyle alınan oylarla meclis'te grup kuruldu ve partileşildi!
Gafletle Gâzi meclis'in rengi, onlarla tokalaşılarak tamamlandı! Yapmayın, etmeyin dedik hain olduk! Buyurun geldiğimiz nokta bu!
Sırrı Sakık adlı bölücü, MHP ve CHP'den; "Bu demokratik açılım gerçekleştiğinde bu partiler kalmayacak!" diye bahsediyor yaygın-yandaş medyada! Hadi renk tamamlayın! Hadi farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi diyerek emperyalist senariste yağ çekin bakalım!
1980 öncesi Diyarbakır'a sokulmak istenmeyen Başbakan Yardımcısı Rahmetli Alparslan Türkeş'i, o zamanki bölücülerin saldırılarından canları pahasına koruyan kardeşlerimizi yanlış tutum ve davranışlarınızla ötelemeğe devam edin bakalım!
Hâlâ, bizimkilersiniz! Biz Milletiz! Biz ülküdaşız! Biz bir ömrü, birbirimize mecbûr olarak yaşamışız! Canımızı esirgemediğimiz birbirimizden muhabbetimizi esirgeyemeyiz. Haçlı'ya hoş görünmek için yabancı gibi davranamayız! Yanlıştan dönmek, özür dilemek fazilettir! Alçaklar Ermenilerden özür diliyorlar demokratlık adıyla görmüyor muyuz?
Bir arada olmaya, devletin bekası için mecbûruz! Görev istersek, vekillik istersek namert olalım! Her şey sizin olsun! Her yeri, her makamı sizler doldurun söz! Ama sözümüz bir olsun! Ama duruşumuz Türkçe, Atatürkçe, erkekçe olsun!
MHP, BBP, HEPAR, BTP, HYP, diğer milliyetçi-ulusalcı partiler ve millî hassasiyetli sivil toplum örgütleri, Ülkü Ocakları, Alperen Ocakları, Atatürkçü Gençlik Kuruluşları olarak meydanlarda, hep bir ağızdan; "Ne meselesi, ne açılımı, ne mozaiği ulan! Onlar ne kadar Kürt'se biz de o kadar Kürd'üz. Biz ne kadar Türk'sek onlar da o kadar Türk'tür. Türkiye doğusuyla-batısıyla,
kuzeyiyle güneyiyle, sünnisiyle alevisiyle bölünmez bir bütündür. Türkiye Türklerindir. Devletler de efeler gibidir, efe gibi durmazsan efeliğin beş para etmez! Cumhurbaşkanından genelev kadınına kadar bu ülkenin insanının meselesi meselemizdir. Ne bir çakılımızdan, ne de bir Kürdümüzün saçının telinden vaz geçmeyiz. Varlığım Türk varlığına armağan olsun." diye nâra atalım!
Hep berâber, miting alanlarında gök kubbeyi başlarına yıkalım bu zaviyesiz çukurların!
Birlikten dirlik, dirlikten kuvvet doğar ve bütün korkaklar kuvvete baş eğer! Başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürmezsek bir daha, bu işbirlikçiler devleti çökertecekler!
Bağımsızlığımızı, onurumuzu ve Devleti kurtardıktan sonra siyâseten biz paylaşalım söz!
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÎMANLI DİKTATÖR DEMOKRATLAR!...

"Dünya! Yıldırmazsın beni ne yapsan!
Ölümden de korkmam! Er-geç ölür insan.
Ölmemek elimizde değil ki bizim,
Adam gibi yaşayamamak beni korkutan!" (Ömer Hayyam)
Üç-beş kişinin, kendi çıkarları doğrultusunda ayarladığı bir uygulamaya, sistem diye mecbûr olarak demokratlaşmışız!
Bir elin parmakları kadar olmayan bu despotlar yüzünden parti taassûbu, dînî taassûbun da önüne geçmiş! Dinden vaz geçmek, parti değişmekten daha kolay bir hâl almış, diyaloglaşmış! Particilik adındaki lider taassûbu, dünyalık sağlamak için tek geçerli yol olmuş! Kurnazlığın adını akıllılık koyan lider mutaassıpları; "Kendine hayrı olmayanın kime ne hayrı olur?" mantığıyla "Rabbena, hep bana!" diyerek ne lâzımsa yapar olmuş!
Adına demokrasi denilerek dört-beş senede bir, milletten zoralımla alınan vergiler ve zamlarla toplanan paralarla, milletin önüne sandık koyulmuş! Üç-beş tane lider(!) kişinin listeye aldıklarını seçmek için sandığa gidilmiş! Lider adındaki demokrat despotların seçilsin dediği kişilere donulmazlık zırhı giydirilsin diye millet olarak "evet" mührü basmışız sadece!
Çocukları, çok zekidir bu liderlerin! 15-16 yaşında dev şirket sahibidirler! Çok hesap kitap bilirler! Kelepir gemi, kelepir emlâk almakta mâhirdirler!
Çocukları, askerlik yapmaya sağlık yönünden genellikle elverişli değillerdir! Mesânesinden, prostatından hasta çürükler, dünyanın en zampara başbakanının da katılımıyla dünya çapında bir düğünle evlenecek kadar sağlıklı ve keyif sahibidir!
Küresel kriz bile onlara bir şey yapamaz! Her oluşan sûni krizde onlar biraz daha zenginleşecek kadar piyasadan haberli, borsa cambazlarıdır!
İmanlıdırlar! İslâmî buyruklara göre giyinir, yaşarlar! Tesettüre uygun kıyafetlerinin tamamının markası frenkçedir!
Onlar, millîdir ama milliyetçilikleri yoktur! Hiç bir kavmin bir diğerine üstünlüğü söz konusu değildir, üstünlük takvadadır inançları gereği ve takva da particilik taassûbuyla kaimdir!
AKP Genel Başkanı'na, Fetullah Gülen Hocaefendi'ye, kabinede temsilcileri olan cemaatlerden her hangi birine bir şey demezseniz en demokratsınız! Birine eskaza bir şey diyecek olursanız kesinlikle Ümraniye Bombaları diye başlayıp sonradan ETÖ'leştirilen ve ETÖ denmesi yasaklanan örgüte mensupsunuz, soluğu Silivri'de alırsınız!
Onlara deymeyen yasa bağımsızdır! Onlara dokunan yargıç kesinlikle ETÖ'cüdür!
Sadece iktidarda olan mı bunları yapar?
Erkek olan, bir genel başkana bir söz söylesin! En kestirmeden, en hafifiyle hain olur!
PeKaKa'nın, İmralı mahkûmunun icâzetiyle vekil olup Meclis'e girmişleriyle tokalaşmak onlara meşrûdur! Gâzi Meclis'in rengini onlarla tamamlayarak demokratlaşmak onların hakkıdır! İlm-i siyâsetle, onları asıp-kesecek gibi nutuk atmak ta onlara haktır!
Ama milletten, hür akıllı biri onlara bir şey diyecek olsa kesinlikle demokrasi düşmanıdır, antidemokrattır!
PeKaKa'ya terörist demeyenle Başbakan olarak görüşmez, parti genel başkanı olarak demokratlıklarını ispat etmek için görüşebilirler! Ama vatandaş PeKaKa'lılara terörist, bölücü, hain, câni, katil derse "daha fazla demokrasi" adındaki Kürt açılımına engel sayılır! Çetecidir, AKP ve Fetullah Gülen'i yıkmak için örgüt kurmuştur!
Yüz yılın organize dolandırıcılığını yaptığı, Alman mahkemelerince söylenen kişi, Başbakan'ın "Temiz kardeş"idir! Bağlı olduğu Devlet Bakanı'nın istifasını almaya gücü yetmez! Mahiyetindeki birini görevden almaya muktedir olmayan aynı Devlet Bakanı, "Daha fazla demokrasi" adını koydukları Kürt Açılımı'nda risk alabilecek kadar cesur bir demokrattır!
Ya Rabbi! İşimiz sana kaldı!
Yolunu sen bilirsin, kurtar bizi bu îmanlı diktatör demokratlardan!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ağustos 09, 2009

ÖYLEYSE KİMDEN, NE İSTİYORUZ?

Çok bilen çok yanılır ya! Çok bileni çok olan, yanlıştan kurtulamaz ya! Yanılmayı, yanlışlara mecbûriyet işkencesini yaşıyoruz bilerek-isteyerek!
Ne istemediğimiz, neyi-neleri istemediğimiz belli!
Kimlerden, nelerden rahatsız olduğumuzu bilen o kadar çok "bir bilen"imiz var ki! Bu kadar çok bilen yüzünden de istemediklerimizi baş tâcı ediyoruz, inat ta bir murat ya!...
Anarşi istemiyoruz! Terör istemiyoruz!
Teröre yüz milyar dolarlar harcamak, harcatmak istemiyoruz!
Kan istemiyoruz!
Kan dökücülere, kan içicilere, vampirlere, bebek katillerine demokratik itibar istemiyoruz!
ABD'ye, AB'ye, Haçlı'ya teslîmiyet istemiyoruz!
Siyâsete, demokrasiye, yargıya vesâyet istemiyoruz!
Vatanın ve milletin ayrıştırılmasını, bölünmesini istemiyoruz! Yeni ayağa kalkmışken bir daha "Hasta adam" tarifini istemiyoruz! Ameliyat gereken hastalığımızın ağrılarının uyuşturucuyla dindirilmesini, önce uyuşturulup sonra uyuşturucu bağımlısı muamelesi görmek istemiyoruz!
Canımızı alanları, kanımızı akıtanları, ciğerlerimizi dağlayanları Meclis'te dokunulmazlık zırhı arkasına saklanarak savunan siyasallaşmış teröristleri istemiyoruz!
Dağdaki teröristin silahla, Meclis'tekilerin demokrasiyle tehditlerini istemiyoruz!
Milliyetçiyim deyip demokrat ve diplomat maskesiyle halkçılaşan, farklılıkların farkındalıkla halkçılığı bölücüleştiren milliyetçileri istemiyoruz!
Ümmetçiyim deyip "Mü'minler kardeştir." dini buyruğa ters davranarak dindar Türk Milliyetçilerini ötekileştiren, şövenist-ırkçı-bölücü Kürtçülere tavizkâr davranan teslîmiyetçi "diplomat müslüman demokratlar"ı istemiyoruz!
Hiç bir şey öğretmeden, öğretim görevlileri olmadan, seviyesi gittikçe düşen orta öğretim öğretmenleriyle gençliğimizin 4-5 yılını alıp diplomalı cahiller, diplomalı işsizler üreten yöre fakülteleri istemiyoruz!
Daha dün dağılan, gûya demokratlaşarak bütün dünyaya diplomalı nataşalar ihrâç eden Sovyetlerin durumuna düşmek istemiyoruz!
AB ve ABD dayatmalarıyla demokratlaşan yasalarımız sayesinde seçilerek başka bir devletmiş gibi davranan belediyeler istemiyoruz!
Kürtçe türkü duyduğunda Kürde söven Türk; Türkçe türkü duyduğunda Türk'e söven Kürt istemiyoruz!
Devlete baş kaldıran bölücülere; "diplomat demokrat"ça korkak tavırlarla, üç-beş oy uğruna daha acısı Haçlı Senarist'in isteği doğrultusunda tâviz veren siyâsi erk istemiyoruz!
İstemiyoruz istememesine de;
AKP'ye itirâzı da istemiyoruz! İkimizden birimiz AKP'ye oy veriyoruz!
Meclis'ten devleti tehdit eden DTP'ye oy veriyoruz!
Abdullah Gül'le aynı üslûpla "İyi şeyler olacak!" diyen CHP'ye oy veriyoruz!
Konuşulacak zamanda susan, susması gereken zamanda millete dağı gösteren Bahçeli'ye itiraz edeni hain ilan ediyoruz!
Yâni bilerek, çok bilen "Dolma Kalemler"imiz önderliğinde siyâsetten belâmızı istiyoruz! Allah'ta veriyor şükr'olsun!
75 milyon nüfusun üçte biri tiryâki ama bir duman için cezalanmamak akıllılığıyla yasağa uyuyor; kaç Mehmetçik şehit etmiş, kaç vatandaş katleşmise o kadar ödüllendirilen teröriste heveslenerek dağlara bakıyoruz!
Teröristin silâhından korkup Ordumuz'un silahına güvenmiyoruz! Meclis'te renk tamamlayan siyasallaşmış teröristleri demokrat sayıp milyonlarca tiryâkinin insan haklarını antidemokratik buluyoruz! Bölücü şöven Kürtçülüğü demokratik; bütünleyici "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyen millet kucaklayıcılığını ilkellik sayıp yasaklatıyoruz!
Özetle; demokratik diye çok istediğimiz için de Allah(c.c.), oyumuzla belâmızı veriyor!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 03, 2009

DAĞLAR, KAHRAMANLARINDIR!...

At izi ile it izi değil, bu kere katil ile yatakçıların izi karıştı!
"Demokratik açılım" diye ülkenin parçalanması konuşuluyor! Konuşanlardan biri; Devletin İçişleri Bakanı, diğeri Haçlı diktesi, dayatma yasalarla kellesini kurtarmış îdam mahkûmu taşeron bölücü!
Birisi; "Bugün size işin özüyle ilgili bir şey söyleyecek değilim. Ama süreç ve zamanlamayla ilgili bilgiler vereceğim. ... Çözüm sürecinin yönü demokratikleşmedir." diyor.
Diğeri; "Bu sorunun demokratik çözümü için bir müzakereye ihtiyaç var. ... şartlarımın da düzeltilmesi gerekir." şeklinde yol haritasını belirttikten sonra siyâsilere seslenerek;" Ey Bahçeli! 70'lerde solcuları bitirdiniz, şimdi de Kürtleri bitirmeyi düşünüyorsunuz. ... Kürt Türksüz, Türk de Kürtsüz olmaz. Kürt olmadan siz bitersiniz." diye konuşturuluyor! (kanalD-Haber)
Lâ havle velâ kuvvete illa billâh!
"Deyirem, ölürem! Demirem, olmur!" lardayım! Susarsam namertim! Söyleyeceğim!
Seçim meydanlarında, Amerika'yla en iyi ilişki vaat yarışına girenlerin haline bakın! Büyük senarist kimle, kimi muhatap ediyor ve zamansız sözlerle, kimleri ne hallere sokuyor!
Bayrağa yapılan ilk saldırı provalarında ülkücülere sokakları, mitingleri yasaklayan en organize siyâsi güç, şimdi ülkücülere dağları işaret ediyor!
Hani sokak yasaktı! Hani ülkücüleri kimse sokağa çıkaramazdı! PKaKa'lılara, DTP'lilere, SP'lilere serbest olan demokratik miting hakkı sadece MeHaPe'ye mi yasaktı? Dağ yolunu göstermek, miting hakkını kullanamayan demokrata mı kaldı?
Yalancı çoban tarifli birinin sözüyle, kim kimin tavuğuna "Kış!" der zannediliyor? Susulacak zamanda ceketini ilikleyip sussana be Demokrat!
Ana Muhalefet, susmuş! Toros yaylalarından, "İyi şeyler olacak." diye pembe tablolar çiziyor! Sitemin canı çıkarılırken, adâlet mekanizması kendi içinde ölümüne savaşırken, tatilde!
Hükümetle idam mahkûmu, demokratik hakların genişletilmesinden bahsediyor! D. Bahçeli'ye demokratlık methiyeleri yazan 12 Dolma Kalem; doldurulan mürekkeplerinin renginde hareketle, ülkesiyle milletiyle bölünmez Türkiye'yi parçalamak için çekiştiriyorlar!
MHP Genel Başkanı; 12 yıllık genel başkanlığındaki sayılı doğru sözlerinden birini, yanlış zamanda beceremediği bir üslûpla bağırıp çağırarak bütün Ülkücüleri, küresel demokrat zalimlere hedef ediyor!
Kuvva-y-ı Seyyâre bir Türk Milliyetçisi olarak; "Ben ölmeden Bayrak inmez! Vatan bölünmez! Dağlar da benimdir, miting alanları da! Ben Türk'üm. Kurtça payım vardır gelip geçende ki alırım vermek istemeseler de." diyenlerdenim! Toyu da bilirim, vay'ı da!...
Bahçeli ile yaptığımız son görüşmemizde; "Sayın Genel Başkan, sizinle kavga meydanlarında olmak elbette onurdur ama kavga sizin değil bizim işimiz!" demiştim! Miting alanlarını milletten ve ülkücülerden sakınan bir irâdenin, Türk Milletini ve Türk Milliyetçilerini dağlara yönlendirme hakkı olamaz!
"Ne mozaiği ulan! Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm, ben ne kadar Türksem onlar da o kadar Türktür." inancı yerine Çiçek Bahçesi'ni monte etmeye çalışan, terörün siyasallaş/tırıl/mışlarıyla Gâzi Meclis'in rengini tamamlayan zihniyetin, şimdi dağlardan bahsetmek hakkı yoktur! Yüzde yüz haklı olan ama söyleyene yakışmayan bu sözlerle; ameliyat öncesi narkozlanmış kamu oyuna, demokratik maskeli bölücülüğe verilmiş destekleri unutturmak mümkün müdür? Millete dağ yolu gösterenin Erciyes Dağı'ndaki Türk Kurultaylarını yasaklamak gibi bir ayıbı olabilir mi?
Hareket zamanı duran, konuşulması gereken zamanlarda susan, kendisiyle birlikte en mücadeleci Türk kesimini de susturan, demokratlığını Balgat'ta ki yumuşak koltuğundan tarif eden zihniyet, dağlardan bahsedemez! Dağlar, kahramanların destan meydanlarıdır!
Bu sözlere ve söyleyene de kimse inanmaz!
Sonuç? Düzelir, düzelir! Vallahi de, Billahi de düzelir!
Dünya durdukça Türk durur, Tanrı Türk'ü Türk'e korutur!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ağustos 02, 2009

ARTIK PAŞA'SIZIZ!...

Olmadı be Paşa'm!
Oldu mu yoksa?!
"Gerekirse bu uğurda ölürüz." deyip sözüne sadık çıkan, söyleyip hemen peşine ruhunu teslîm eden kaç kişi vardır dünde, bugünde, yarında?
Özü ile sözü bir nasıl olunurmuş göstermek için mi yıktın Erciyes'i başımıza?
Gönlün paşaydı. Duruşun paşacaydı. Adın Paşa'ydı ve şimdiden sonra hatıran da paşalaştı be Paşa'm...
2 Ağustos'ta Erciyes'te buluşmaya kavilleşmiştik.
Ülkücülerden başka kimseye gücü yetmeyen, güçsüz güçlü; Kurultay yapılmasını engelletince erteledim gitmeyi! Gitmedim. Gi-de-me-dim!...
Gözüm televizyonda, kulağım telefonlarımın sesinde alarmda bekliyordum. Erciyes'ten bir haber bekliyordum. Buluşanlar, buluşmak için kavilleşip kavilleşilen adrese koşanlar, hasret giderenler, öfkelerini vuslat heves ve heyecanıyla tâtile çıkaran yürekler, ne yapıyorlar diye meraktan çatlıyordum!
Çaldı çalmayası telefonum ve duydum Erciyes'ten haberi!
Sevgili Yavuz Selim Demirağ; "Abi! Paşa Abi'yi kaybettik!" dedi! Zaman durdu! Nâtıkam durdu. "İnna lillâhi ve inna ileyhi râciûn" diyebildim yılların verdiği alışılması zor alışkanlığımla!
Aklıma lânet trafik kazası geldi nedense! Nasıl olduğunu sordum. Sevgili Yavuz, aynı tonlamayla; "Kürsü aldı. Gerekirse bu uğurda ölürüz dedi ve yığıldı!" dedi. Kalbi, Erciyes'in, Erciyes'te öksüz bırakılan Türk Dünyası heyecanının öksüzlüğüne isyân ederek dayanamadı Paşam'ın!...
Ve artık bu gün itibâriyle Paşa'sızız. Paşa TOMBAY'sızız.
İnanmış, îman etmişiz. O'ndan geldik, O'na gideceğiz biliriz. Ve kesinlikle bu ilâhî hükme teslîmiz! Bütün inancımla, bütün teslimiyetimle ve "Küfrün karşısında susan dilsiz şeytandır." Peygamber öğretisinden aldığım dersle, sadece bir yere, bir kişiye buğz ediyorum!
Allah(c.c.), bütün ölümlere bir sebep halk eder ki kimse Azrail'den bilmesin... Paşamız'ın sebebi, buğz ettiğim kişidir! Allah sorsun!
Seçim zamanı Balgat'tan çıkmayan ama Genel Başkanlık koltuğu hırsıyla, kongre için Türkiye'yi harmanlayan Balgat Seracısı, sevinsin bir daha ister gizli, ister açık! Bir Ülkü Devi daha eksildi!
Paşamız'da yok artık! Haksızlık karşısında direnen, baş kaldıran bir Yiğit daha düştü künyeden! Çetele tutuluyor mudur acaba Balgat'ta?
Cenâze merâsiminde olamayacağım Paşam'ın! Tabutunun altına da giremeyeceğim! Hikmetine suâl olmaz elbette. İçime, içime, içime ağlayacağım gene!
Ağladığımızı görüp sevinmesinler, şeytan da fazla mesai yapamasın diye tevekkülle içime ağlayacağım...
Türk Milliyetçilerinin, Türk Milliyetçiliği Dâvâsı'nın gerçek sâhipleri Ülküdaşlarımın, Tombay Ailesi'nin başımız sağ olsun.
Şimdi her kes, iki kişilik mücâdele edecek! Paşamız'ı tanıyan bütün Ülküdaşlarımız, verilecek mücâdelede Paşamız'ın yerinde de yapacak uğraşlarını...
"Deyirler elâcım mehribandadır
Meni oddan oda atan candadır.
Günah, okta değil ok atandadır
Atandan küsmeyim, de kimden küsüm?"
Allah(c.c.) rahmet eylesin.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ağustos 01, 2009

SAĞKEN ÖLENLERE SELÂM VAR!...

Ülkücüler, Devrimciler;
Tam bağımsızlık için savaşan yiğit antiemperyalistler neredesiniz? Sağcıya- solcuya, liberale-kapitaliste, kaoslardan-sanal krizlerden geçinen lümpenlere; işbirlikçiliğin, teslîmiyetçiliğin, mandacılığın adını içerde demokrat, dışarda diplomat koyanlara hadlerini sizden başka kim bildirebilir?
Milletin yumrukları; emperyalizme karşı, milletin gerçekten sağı-solu, kanadı-kolu hayatta mısınız? Hayattaysanız etrafınıza bakıyor musunuz? Sağınızdaki, solunuzdaki Ahmo'nun, Mehmo'nun, Kürt İbo'nun, Vedat'ın, Raif'in, Komando Recep'in, Kürt Hükko'nun ve en iyi sizin bildiğiniz ülküdaşlarınızın, yoldaşlarınızın, gardaşlarınızın ne olduğunu merak ediyor musunuz? Siz kendinizi kendinize kapattınız da bu kardeşleriniz ne haldeler hiç merak ettiniz mi?
Size onlardan haber vereyim!
Onlar, hâlâ aslanlar gibi görevdeler! Onlar, hâlâ tazyîki iyice artmış olan ateş çemberindeler! PeKaKa; onlara saldırıyor! Devlet güçlerinden bazı acemiler, bütün Kürtlere aynı gözle bakmak aymazlığıyla onlara saldırıyorlar! Dolma Kalemler, onları suçluyor! Emperyalistler; hem Güvenlik Güçlerine puştça ihbarlarla, hem PeKaKa'lılara açık hedef göstererek onları yok etmeğe çalışıyorlar!
Ülkücüler, Devrimciler! Bir devre nâm olmuş, kanlarıyla imza atmış yiğitler; gönüldaşlarınız-yoldaşlarınız, mevzilerini hiç boşaltmamışlar! Siz kendinizi hapsettiğiniz yerden çıkıncaya kadar da boşaltmayacaklar biliyor musunuz?
Onlar; siz evlerinizde rahat edesiniz diye sizlerin yerine de işkence görüyor, sizlerin yerine de ölüyorlar biliyor musunuz? Her ölenin, her ezilenin, her sorgulananın gönlünde sizler varsınız biliyor musunuz? Hepsinin; ölüsünün de, sağının da sizlere -sadece- selamları var! Size sitem etmeyecek kadar yiğitler bu Kürt Beğleri, yiğit Alp Urungu ahfâdı!...
Geçtiğimiz gün onlarla birlikteydim.
Sevdalarını, muhabbetlerini, devlete-millete sadakatlarını; Bingöl'ün, Diyarbakır'ın, Elazığ'ın, Van'ın, Muş'un, doğunun, güneydoğunun gerçek kimliğini unutturmamak için verdikleri mücâdeleleri dinledim onurla...
Gerçek Diyarbakır'ı, Diyarbakır'ın gerçek sahiplerini, Diyarbakırlıların gerçek yüzlerini gördüm bir daha! Gerçek Diyarbakır'ın gerçek sesi Celâl Güzelses sedâlılarla bir aradaydım!
"Muhabbetimizi yaymaya; muhabbetli, misâfirperver Türkmen yüreğimizi bütün dünyaya, bir daha göstermeğe adadık kendimizi." diyorlar!
Elvan elvan, buram buram Türk kokan; çağıl çağıl Türkçe çağlayan Diyarbakır türkülerini, folklorünü, kültürünü unutanlara hatırlatmak için ölümüne uğraşıyorlar!
Bu Gardaşlarımız; kinle-iftirayla körüklenen, öfke ve ihânetle beslenen, "açılım" adındaki bölücü ateşi; muhabbetleriyle, sevgileriyle, türküleri ve kültürleriyle söndürmeğe kararlılar!
Kesinlikle partiler üstü duruyorlar! Akan, akıtılan kardeş kanı üzerinden siyâset yapan veya kandan nemâlanmak isteyen bütün siyâsi oluşumlara eşit mesafede ve özellikle terörün siyâsal uzantısına uzak duruyorlar!
Dünyayı Türkçe okuyan ve dünyayı Türkçe okutan Yeniçağ Gazetesi; "Ben hânende değilim! Şarkın türküleri garpta, garpın türküleri de şarkta söylenip bir Ulus Devlet oluşuncaya kadar kültür taşımacılığı etmek için hayatımı Diyarbakır'da geçirmeğe mecbûrum." diyerek Safiye Ayla'nın; "Ayda 30 lira niye? Gel gecede 300 lira kazan!" teklifini reddeden Merhûm Celâl Güzelses tavrı ve edâsıyla Diyarbakır'da, oldukları gibi duranlarla siz ilgilenmezseniz kim ilgilenir?
Ne bir çakılımızdan, ne de bir Kürdümüzün bir tek telinden vaz geçmiyorsak, geçmeyeceksek bu Kürt Beği Alp Urungu ahfâdının başlattıkları muhabbet savaşında desteğimize engel mi var?
Hadi hep berâber bir yanda Oğuz Kaan ahfâdı, diğer yanda Alp Urungu ahfâdı, üstümüzde Alyıldızın vakarı, bütün dünyaya bir daha; "Türkiye; ülkesiyle milletiyle bölünmez bir bütündür." diye haykıralım!
Ülkücüler, Devrimciler, bağımsızlık savaşçıları; yeter artık çıkın evlerinizden! Yoksa hepinize; "Sağken öldüler!" diye bayatılar, sagular, ağıtlar yazacağım!
Siz; ya yerlerinizden, ya da aklımdan çıkın ki bu yiğit Sevda Süvârilerinin -geç kalan- destanlarını yazayım...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN