Çarşamba, Eylül 30, 2009

STADLARDAKİ AÇILIM...

Baba ocağından, ana kucağından ayrılarak 1971'de istanbul'a geldiğim ilk yıllarda; "şarklı-garplı" diye bir gruplaşma vardı, açıkça hissedilir ve hissettirilirdi.
18 yaşımdan beri Kars'tan uzaktayım. Hayatımı programladığım ve dostluklarımın oluştuğu, 1973-1980 yıllarındaki Erzurum ikâmetim, doğduğum yere en yakın olduğum mesafeydi! Mesafe yakındı ama iki şehir arasındaki komşuluk bağı yok edilmiş, koparılmıştı!
Erzurum'da bir Karslı olarak hiç bir rahatsızlığım olmadı ama Erzurum'da hem de siyâseten tek hakim güç olan Ülkücüler arasında gördüğüm ihtiramdan hareketle, çoğu Erzurumluyu Karslı olduğuma inandıramadım yıllarca!
Erzurumlu popüler Devrimciler varken o zamanlarda da anlayamadığım, yorumlayamadığım bir şehircilik taassubuyla onlara bir şey denilmez ama otobüs terminalinde 70 yaşındaki köylü bir Karslıya komünist diye saldırılırdı!
Şehircilik-hemşericilik taassubuna bir de mezhebî taassup eklenince, içinden çıkılmaz bir durum oluşurdu! Cahil Erzurumluların gözünde Karslı demek, "Kızılbaş-komünist" demekti ve bu cahiller ne hikmetse üniversiteliydi ve onlara göre bir kızılbaşın müslüman olabilmesi için ayağının altındaki tuğla eriyinceye kadar gusül abdesti alması gerekti! Kötüden elbette örnek olmaz!
Bana göre, hâlâ "Huzûr Şehri" diyebileceğim tek adres, Erzurum. Bu tarifte Eşim'in Erzurumlu olmasının bir katkısı var mı diye hep sordum kendime. Kaçarak evlendiğimiz için oğlum ilk okul dördüncü sınıfta olmasına rağmen kayınlarımla küskün olduğumuzu hatırlayarak bu etkinin, az olduğunu biliyorum ama Erzurum ve Erzurumluların 'Çocuklarımın Dayıları' olduğunu da keyifle biliyorum...
Çok kolay zannedilen zor bir konu mecra'ına girdiğimi fark ettim! 60'lı-70'li yıllarda bölgecilikle başlayıp, hemşericilikle süren ve 80'li yıllarda şehirciliğe, daha sonra da ilçe- kasaba-köycülüğe kadar lokalleştirilen bu ayrımcılıktan hep korktum! Şehir derneklerine, ilçe-kasaba-köy derneklerine bu yüzden hep mesâfeli kaldım! Bir insanın hem fikir mensûbu olup, hem de hemşericilik denen ayrımcılığı yapabilmesini hiç anlayamadım!
Fikrî yapımın temelini kazandığım, doğduğum şehirle en sert düşmanlıkların yaşandığı yıllarda Erzurum'da edindiğim dostluklar, elbette bu düşüncemde pay sahibidir.
Bu konuda mutlaka detaylı, gözlemlerle desteklenen bilgilerin paylaşılması ve bu şehir-ilçe-kasaba-köy dernekçiliklerinden sür'atle ve mutlaka vaz geçilmesi gereğine inanırım.
Tam burada, son "Bursa Spor-Diyarbakır Spor Maçı"na geçelim çünkü sağ duyulu her kesi çok rahatsız eden ve ürküten bir olaydı stadyumda seyircilerin, stad önünde yöneticilerin yaptıkları!
Sağ duyulu Diyarbakırlıların yönettiği, -yanlış anlaşılmasın diye adını vermeyeceğim- bir internet sitesinde, olaylarla ilgili yorumları okuduğumda, korkumda haklı olduğumu gördüm!
70'li yıllarda, DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) kurulduğunda, Kürt Ülküdaşlarımızın buna karşılık kurmak istedikleri; "Milliyetçi-Ülkücü Doğu Kültür Ocakları" fikrine, "Ayrımcılık olur!" düşüncesiyle çok sert karşı çıkan Merhûm Alparslan Türkeş'i ve bu sert karşı koyuşa asla gönül koymamış Kürt Ülkücüleri hatırlayınca, bir hoş oldum...
Bizi, nereden nereye getirdiler!
Bursalılar, Diyarbakırlılara insafsız bir ön yargıyla; "PKK'lı" etiketi yapıştırırken Diyarbakırlılar da Bursalıların geneline hiç te hoş olmayan bir sıfat yakıştırmışlar! Alın size açılım!...
Yüzlerce yıllık iki kültür merkezimizi, Bursa ile Diyarbakır'ı getirdiğiniz hâle bakın! "Hayâ, imandandır." öğretisini hatırlayarak utanın eğer hâlâ varsa bu duygunuz!
Dil birliğimizi, millî birliğimizi, kültür birliğimizi, hayal birliğimizi ayrıştırarak dağdaki teröriste demokratik haklar vermek uğraşısına girilirse; teröristlerin siyasallaşmışları, millet vekili dokunulmazlığı zırhıyla mahkemelere kafa tutarsa; devlete çok başarılı ve kahramanca görevler yapmış, anlı-şanlı Paşalar, görevliler polis zoruyla derdest edilirse; bu yapılan gerçek manada "açılım" değil, araların açılımı olur ki oluyor!
Böyle bir projenin olmayacağı, olamayacağı, AKP tarafından da anlaşılmış olmalı ki önce iki kere adını değiştirdiler, şimdi de zamana yayarak unutturma gayretindeler!
Biz unutmaya hazırız! Yanlışın neresinden dönülürse kârdır mantığıyla dönülsün yeter ki! Bunun siyasal rantını da kim kazanırsa kazansın!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Eylül 27, 2009

HAZAN MEVSİMİ...

Mevsim, hazan...
Tabiat sararmağa, bitkiler solmağa, ağaçlar yaprak dökmeğe başladı. Caddeler sokaklar, dökülen yapraklarla kirlenmeğe ve belediyelerimize cabadan bir iş çıkmağa başladı!...
Bazı akıllı temizlik elemanları, güçlerinin yettiği fidan irisi ağaçları kuvvetle silkeliyorlar. İşe de yarıyor! Süpürüp daha bir sokak öteye geçmemişken yeniden dökülecek yapraklarla sokağın kirlenmesini belli bir süre de olsa erteliyor bu erken-zorla yaprak dökümü!...
Bu hazan, yani sonbahar beni ziyâdesiyle duygusallaştırır.
İşini akıllı yapan -ve kesinlikle mâzur- bu çöpçüleri; "Zamanı gelmeden çiçek açmaz." öğretisinin hazanda alacağı, "Zamanı gelmeyen yaprak düşmez." öğretisine kafa tutuyorlar gibi algılıyorum!
Bu kafa tutuş da; "Dalından kopan yaprağın kaderini, rüzgâr tayin eder." öğretisini, öğüdünü, siyâsi vasiyetini hatırlatıyor! Ve mırıldanıyorum hemen, iyisiyle-kötüsüyle, millisiyle-işbirlikçisiyle, ülkücüsüyle-devrimcisiyle, iktidarı-muhalefetiyle; "Bana her şey seni hatırlatıyor."
Akıllı çöpçüler tarafından, dallarından zorla silkelenenler olarak o kadar çoğaldık ki!
Dalımızdan koparılmış olmamıza rağmen, savurmak isteyen rüzgâra direnebilmek için öylesine irâde üstü güç sergiledik ki!
İki taşın arasına veya kuytu bir köşeye saklanmayı başararak rüzgâra direnebilenler, çürümeye râzı olduk! Dalımızdan zorla düşürüldüğümüz nokta da kalarak, silkeleyen çöpçüden saklanarak, Okyanus ötesi rüzgârına direnerek, düştüğümüz-düşürüldüğümüz yerde çürümeye ahd ettik! Çürüyüp toprağa karışarak ya yeni bir fidanca düştüğümüz yerden yeşermek, ya da silkelendiğimiz ağacımıza gıda olabilmek, doğal gübre olabilmek için düştüğümüz yerde çürümeye ahd ettik!
Düştüğü yerde kalamayanların ise; yakın mesai arkadaşlarınca akıllı, duyarlı çevrecilerce kurnaz diye târif edilen, silkeleyen çöpçü tarafından; vaktinden önce dalından düşürülüp çöp arabalarıyla mıntıkasından çoook uzaklara atılarak, düştüğü yerde ekolojik sistem içinde seyr ü sefer yapmalarına mâ'ni olundu!
İlk baharlarda bütün sokaklarımızı salgın hastalık sebebi pamuğa boğan kanada kavakları 'pamukçuk'larına serbest olan sokaklarımız bize yasaklandı! Çünkü bizler, yaprak ta olsak henüz kurumamış olduğumuz için kanada kavağı pamukçuğundan daha ağırdık ve rüzgâr kuvvetli olmazsa düştüğümüz yerde kalıp topraklaşırdık!
Toprağımıza karışır, gıda olur, düştüğümüz ağaca sadâkatle besin olurduk! Bu ise ağacımızın uzun ömürlü olması, daha çok seneler yaprak dökmesi ve kurnaz çöpçüye daha uzun yıllar cabadan iş çıkarılması demekti! İzin vermedi!...
İzin verilmiyor ve okyanus ötesinden esen rüzgâra göre izin, verilmeyecek!...
Doğallıktan seracılığa, seracılıktan organik tarıma geçilmesini; kolaycılığı, kurnazlığı, tembelliği, işbirlikçiliği akıllılık ve medenîlik; ayrık otlarını farklılık-renklilik diye tarif eden ve dayatan kurnaz seracılar, kurnaz çöpçüler tarafından her geçen gün biraz daha ekolojik dengemiz bozuluyor!
Gerçek mal sahibi olmayan, kiralık veya emânetçi bahçevanlar bahçeleri, bağbanlar bağları korumamakta benzeşince; gûya ekilmeden yerinde veya dalında pazarlanılan hayâli semereler için verilen yeşil renkli gâvur paraları yüzünden ekim işi de bitti, harman-hasat işi de!
Çiftçiler tohum üretmiyor, bağbanlar bağlara sahiplik etmiyor!
Akıllı çöpçü tarifli îmanlı harâmiler de bağlarımızı, bostanlarımızı talan ediyor hiç saklamadan!
Mevsim hazan dostlar! Yaprak dökümü var ve kör olmayası çöpçüler, bizi hâlâ çok kuvvetle silkeliyorlar!
Ya tam zamanıyken hemen şimdi bir ehîl bağban çıkacak ya da bağımızda, bostanımızda, tarlalarımızda organik tarım adıyla, kotalarla-yasaklarla, ekmeden alınan beleş gâvur paralarıyla, îmanımızın da sâyesinde yok oluş cehenneminin dibini boylayacağız!
Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor ve belki de görünen köye gitmek için bir kılavuza ihtiyacı olan bakar körler, sadece biziz!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 25, 2009

HEPAR, DEPARDA...

Sayın Rauf DENKTAŞ'ın siyâsi literatürümüze armağan ettiği sıfatıyla "Karen Fogg Çocuğu", tatilden döndü! Hak ettiği sıfatına ve karakterine çok ta uygun bir dönüş yaptı! Kendisine tevdî edildiğine inandığım görevini de yine yaptı!
HEPAR Genel Başkanı Sn. Osman PAMUKOĞLU ile son günlerin en popüler meselesi, içeriği meçhûl paket konuşulacaktı! Sn. Pamukoğlu'nun fikirlerini ve tavrını çok merak ettiğim için pür dikkat oturdum ekran önüne.
Ankaradan katılan Sn. Namık Kemal ZEYBEK hariç, katılımcıları görür görmez sesli bir "Ey vaaah!" çıktı ağzımdan! Çünkü Sayın PAMUKOĞLU'nun karşısına oturtulanlar; taraf adındaki kaliteli paket kâğıdından biri, Diyarbakır'dan getirilmiş popüler edilmeye aday, bilinmeyen bir yerel gazeteci ve ücretle bölücü raporlar hazırlayan akademisyen de dahil ağızdan dolma "dolma kalem"ler, amigolardı!
Katılımcı diye Pamukoğlu'nun karşısına oturtulanlardan hiç birinin siyâsi bir riskleri ve kimlikleri yoktu! Onlar sadece amigo idiler! Amigoluklarını da yaptılar!
Oysa Pamukoğlu, hükmî bir şahsiyetti ve muhatapları, başta Başbakan olmak kaydıyla mevcût siyâsi parti genel başkanlarının tamamıydı! Mevcût genel başkanlar, Pamukoğlu ile bir canlı yayına cesâret edebilirler mi bilemem ama -şahsen benim- bir Genel Başkan'ın, amigolarla ve Karen Fogg Çocuğu'nun yönetimindeki "dolma kalemler"le, böylesine iki ucu sivri bir konuda, bir oturuma katılmasına rızam olmazdı!
Haaaa! Kötü mü oldu? Hâşâ!... Hatta "HEPAR, deparda" bile diyebilirim!...
Kendilerini bir şey zanneden, itelemeyle bir şey edilmek istenen hiç bir şeylere yerlerini ve hadlerini bildirerek epeyce izleyenin yüreklerine su serpti ama bu, Sayın Pamukoğlu'nun işi değildi! Partisinin kurmay kadrosundan birileri o amigolarla muhatap olsaydı sanki daha uygun düşerdi.
Kürt Açılımı- Demokratik Açılım- Milli Birlik Projesi diye bir ayda üç kere adı değiştirilen ve içeriği bilinmeyen bir okyanus ötesi haçlı projesiyle, millete zulmün dozu, gittikçe arttırılmaya başlanmışken;
İktidar Partisi'nin on beş yıldır amacına doğru yaptığı "Demokrasi Tramvayı" yolculuğunu sadece seyretmekle kalmayıp onların Başbakanlığa ve Köşk'e kadar çıkmalarına katkı veren Ana Muhalefet partisi ve diğer Muhalefet partisinin yıllardır yaptıkları; "At cambazlığı, İp cambazlığı" salvolarını, millet te biliyor ve görüyorken;
Eşkiyanın, bölücü teröristin peşine yetişmiş profesyonel birliklerin salınması ve askerin bu işten çekilerek yıpratılmaması kadar akılcı bir projeyi üretip uygulayamayanlar, bu gün konuşmamalı! PeKaKa ile Güvenlik Güçleri arasında şaşkına döndürülmüş yöre halkına, elli yıl satmamak şartıyla toprak verip üretime yönledirmeyi düşünmeyenler, bu gün konuşmamalı!
Kan içici, şövenist, Haçlı taşeronu bölücü örgütün korkulu rüyası, Özel Kuvvetleri lağvederek, alçak itirafçıların iftira ifadeleriyle kahramanları cezaevine tıkanlar veya bu işleri seyredenler, bu gün konuşmamalı! Ki zaten konuşmuyorlar, konuşamıyorlar!
Başbakan; "Bölgede bir AKP, bir DTP, bir de Güvenlik Güçleri var." diye itiraf ediyor! Bu itirafla partisinin, o bölgedeki var olabilme farklılığını da açık ediyor! Başbakan, kendi millet vekilleri arasında DTP'den daha fazla "Kürt açılımı" taraftarı vekilleri sâyesinde oralarda olabildiğini belli ediyor!
Şu anda Meclis'te; demokrasiyi araç olarak kullanan "Laikliğe Karşı Odak olmak" suçundan cezalanmış, sabıkalı, ayrıştırıcı bir AKP ve bölücülükten yargılanması süren siyasallaşmış DTP adında bölücü bir parti var! Millete dayatılan "açılım" paketinde de iş birliğindeler!
İki tane de biri R. T. Erdoğan'ın yasağının kaldırılarak Başbakan olmasını sağlayan, diğeri seçmenlerine rağmen A. Gül'ün Köşk'e çıkmasını sağlayan muhalefet partisi var!
Türk Milleti'nin siyâseten sahipsizliğe ve çâresizliğe terk edildiği bu karanlık günlerde, kesinlikle ihtiyaç duyulan Osman Pamukoğlu ve siyâsetinin, bilhassa sevenleri ve kurmayları tarafından özel korunmaya, muhafazaya ihtiyacı var gibime geldi...
Bu konuda yazacağım...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 24, 2009

DURAKTA İNECEK VAR!

Ana muhalefetin son günlerde sıkça kullandığı, Recep Tayyip Erdoğan'dan alıntıladıkları cümleye takıldım.
Önce bir cümlesi cımbızlanarak kullanılan konuşmayı buldum, ilgili paragrafını aynen aldım; "Türkiye, Cezayir olur mu, diye soruyorlar. Biz hazmettire hazmettire geliyoruz, Allah’ın izniyle. Artık bu film tanınmaya başladı. Şimdi artık millet sadece aktörleri değil, senaryoyu değiştirmeye talip. Ve bu senaryonun değiştirilme çalışmalarıdır bu çalışmalar. Biz onun için geliyoruz. Bu düzenin koruyucusu olamayız, mümkün değil. Bu hukuku hazırlayanlar, bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar." (Gazeteler)
"Biz hazmettire hazmettire geliyoruz." demiş mi? Demiş miş!...
Hatta programlı hayalinin seyrini de anlatmış çarpıcı bir özetlemeyle ve altın vuruşunu yapmış; "Bu hukuku hazırlayanlar, bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar."
Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konuşmayı yaptığı iddia edilen 1994 yılının üzerinden on beş yıl geçmiş! Bu on beş yılı; CHP'siyle, MHP'siyle, DSP'siyle, ANAP'ıyla, DYP'siyle; sağcısıyla-solcusuyla, zenginiyle-fakiriyle, askeriyle-siviliyle, yargısıyla-meclisiyle velhasıl bütün Türkiye hep birlikte yaşamışız!
Günümüz Başbakanı'nın, bu on beş yılda söylediği; "Cumhurbaşkanının imam hatipli olacağı günler yakındır. - Demokrasi bizim için bir amaç değil araçtır. Amacımızıa ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız.-Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz!" sözleri de yazılmış çizilmiş, manşetlerden verilmiş, flaş haber olarak duyurulmuş!
Hatta Anayasa Mahkemesi'nce Laikliğe Karşı Odak Olmaktan yargılanarak suçlu bulunmuş, cezalandırılmış!
Yâni mevcût Hükümetimizi kuran parti ve Genel Başkanı olan Başbakanımız sabıkalı!
Bunlar tamam mı? Tamam! Unutmak istesek te unutamayız!
Adam, on beş yıldır, yapacaklarını hiç saklamadan gelmiş!
Hangi yoldan gelmiş? Demokrasi tramvayı ile!
"Artık muhtar bile olamaz!" denilirken başbakan olmuş mu? Olmuş!
İmam hatipli Cumhurbaşkanı çıkarmayı başarmış mı? Başarmış!
Hangi yolla? Araç olan demokrasi tramvayıyla!
İyi de kardeşim, bizim diğer siyâsilerimiz ne yapmışlar bu on beş yılda? Atatürk'ün kurduğu parti mensupları ne iş yaparlarmış? Türk milliyetçisi siyâsilerimiz ne iş görürmüş? Bu memleketin Atatürkçüleri, laikleri, devrimcileri, sosyalistleri, entelleri-dantelleri neredeymiş?
Asker konuştuğu zaman; "Darbeci-Muhtıracı-Cunta" diye ağlayıp "Askerin vesâyetindeki demokrasi!" diye sızlanmaktan başka işleri, demokratlıkları yokmuymuş?
Dahası siyâsilerimizin biri, R. T. Erdoğan'ın siyasi yasağını kaldırttırarak Başbakanlığa çıkışını sağlamış; diğeri de, millet vekilleri mazbatalarını almadan Meclis'e girerek Meclis'i çalıştıracağını ve demokratlığını ispatlayacağını iddia ederek Cumhurbaşkanlığı'na imam hatiplinin çıkmasını sağlamış!
Biz ise yırtınarak, hançeremizi parçalayarak mevcût Ana muhalefet partisi de, diğer muhalefet partisi de R. T. Erdoğan'ın, Milli Görüşçülerin, İkinci Cumhuriyetçilerin, Atatürk ve Laik Cumhuriyetten intikama soyunanların suç ortakları değillerse bile yatakçılarıdır diye haykırıp durmuşuz!
Buyurun cenâze namazına! El birliği ile katlettiğiniz Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarının cenâzesini de Ordumuz'a kaldırttıracaksınız değil mi, el birliği ile?
Bir başka illegal, siyasallaşmış PeKaKa'lılar da demokrasiyi araç kullanarak ceza evinden Meclis'te ve en milliyetçi partinin genel başkanı tarafından Gâzi Meclis'in rengini tamamlayan argüman olarak kabullenilmiş!
Şimdi de Türkiye'nin bölünmesini, kapalı oturumla mı, açık oturumla mı tartışalım diye arkadan arkaya bağırışıp duruyorlar! Demokrasi Tramvayı Vatmanı ise; "Durakta inecek vaaar." diyor!
Öpeyim sizin aracınızı, demokrasinizi!...
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Eylül 23, 2009

HER KES KONUŞSUN...

İçeriği meçhûl "açılım"la ilgili kapanım manevraları son hızla devam ederken, Başbakanımız, "oradaki dost"a tekmil vermek üzere seyahatteyken, sadece konuşmuş olmak için ağzı olan konuşuyorken, her kesin yaptığı gibi ben de öküzümün altında buzağı aramakla meşguldüm!
"Söylesem tesiri yok, sussam gönül râzı değil." diye Fuzuli'ce sitem edeli epeyce zaman oldu ama!... Bizde de ağız vardı ve ağzı olan konuşacaktı!
"Açılım" vardı memlekette! Önce "Kürt Açılımı", sonra "Daha Fazla Demokrasi Açılımı"... Öylesine bir açılım ki; devlete-millete düşman, kırk bin insanımızın katline imza atmış, yüz milyarlarca liranın harcanmasına sebep olmuş, on bine yakın devlet görevlimizin şehâdetine sebep şakilere 'Daha Fazla Demokratik Hak" sağlayacak!...
Bu açılım ortamında; İmralı mahkûmu konuşacak, yol haritası belirtip devleti tehdît edecek! Teröristlerin siyasallaşmışları konuşacak; Genel Kurmay'ı, Devleti, Başbakanı tehdit edecek! Magazin basının meşhûr lekelisi serçelikten kargalığa terfi ederek konuşacak; devletin-milletin bütünlüğünü savunan en az 65 milyon Türk'ü, iki cihanda lekeli ilan edecek!
Gene magazin basınımızın değişmez popüleri, Avşar Kızımız konuşacak; "Bu işe başladıysanız bitirmek zorundasınız. En azından başarmaya doğru gidildiğini hissettireceksiniz. Aksi halde bu yeni doğmuş bebeğin ağzına memeyi verip en güzel anında çekmeye benzer ki bu çok tehlikeli! Çünkü o zaman ne olur o bebek? Kıyameti koparır, olay çıkarır! Ne zaman ki sen yine o memeyi ağzına verirsin ya da başka bir meme; ancak o zaman susar, başka türlü kurtulamazsın artık. " diyerek İmralı mahkûmunun, dağdaki eşkiyaların sözlerini, tefsîr ederek söyleyecek!
"12 Kötü Adam" konuşacak! Birileri adına PeKaKa kamplarına kuryelik edecekler, dağdaki canileri gitarlarla poz verdirerek resmedecek, Mehmetçiğime kalleşçe kurşun sıkan hainleri becerebildiklerince mazlumlaştıracak ve demokrasi silahıyla, demokratlık maskesiyle sistemi-cumhuriyeti tehdît edecek!
Kürt konuşacak, Kürtçü bölücü konuşacak, Ermeni diyasporası temsilcileri konuşacak, AB ve ABD işbirlikçileri konuşacak, Vatikan'ın Ilımlı İslamcı temsilcileri konuşacak, cemaat şeyhleri konuşacak, iman tacirleri konuşacak ve konuşma haklarını kullanacaklar amaaaa;
Türk konuşmayacak! Atatürk'ün vârisleri konuşmayacak! " Hiç bir Kürdümü onlara yem ve piyon etmem! Ne bir Kürdümün saçının telinden, ne de bir çakıl taşımdan vaz geçmem! Bu toprağı hangi bedelle alarak vatanlaştırdıysam aynı bedelle veririm." diyen Vatanperver, milliyetperver konuşmayacak!
Genel Kurmay ve Ordu mensupları, Yüksek Yargı Mensupları konuşmayacak! Bunlardan konuşanlar; "Açılımı bölünme tehlikesi görenler asıl bölücülüğü yapıyorlar!" diye Başbakan tarafından itham edilecek ve eğer dokunulmazlığı yoksa konuşan soluğu Silivri'de alacak!
Ağzı olanın konuştuğu bu Demokratik Türkiye'de, Asker konuşmasın diyenlere Prof.Dr. Mümtaz SOYSAL, geçtiğimiz günlerde televizyonda;" Herkesin konuşması gereken demokraside asker niye konuşmasın? Konuşmasın ne yapsın? Konuşmayıp darbe mi yapsın?" mealinde müthiş bir soru sordu!...
Art niyetli ve konuşmaması gerekenlerin konuşturulduğu, açılımla ilgili fikirlerine müracaat edildiği bu günlerde Millet te konuşuyor: Otuz yıllık yüz karamız olan 12 Eylül Kıyameti figüranlarını, kamu vicdanının yargıladığı ve hak ettiği yere koyduğu bu günlerde; 12 Eylül'ün, "ABD'nin Bizim Çocuklar"ını; "Onları tenkid edelim diyerek Orduyu tahkîr ediyorlar!" mantığıyla savunmanın da bir mantık olmadığını söylüyor!
Türk Milleti ne Ordusundan, ne de dininden asla vaz geçmez! Ordunun bizim evlatlarımızdan müteşekkil olduğunu, devletimizin-milletimizin bekası için olmazsa olmaz olduğunu biliriz. Komuta Kademesi de içlerinde "ABD'nin Bizim Çocuklar"ının olduğunu, samimi millet evlatlarına insanlık dışı işkenceler uyguladıklarını, bu yüzden başımıza PeKaKa belasının açılmasına sebeplik ettiklerini, bir özeleştiriyle söyleyerek konuşsunlar! Böylece yeniden başımızın tacı, yüreklerimizin Paşası olsunlar!
Nasıl ki sahabîler içinden yani Peygamber(s.a.v.)'imizi görenler içinden Ebu Cehil'e ve benzerlerine lânet okunuyorsa; Ordumuz'un içindeki bilinen ve milletin nefretine muhatap kişilere söylenenlerin de asla ve kat'a Güçlü Ordumuz'a mal edilmemesi, böyle tefsir edilerek yanlış anlamlar yüklenmemesi gerektiğini söylüyor!
Devletin; birbirine protokol sıralaması ve emir komuta zinciriyle bağlı kurumlardan oluştuğunu, her kurumun birbirini denetlemekle yükümlü olduğunu bilerek ve yanlış yapan kurumu yertkili diğer kurumun uyarması için konuşması gereğini hiç unutmadan; gerçekten 'Konuşan Türkiye'de nice mutlu bayramlara dileklerimle...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Eylül 22, 2009

MEŞVERET SÜNNETTİR...

"Sözde açılımın içeriğini başından beri özenle gizleyen Başbakan Erdoğan, dün ABD gezisi öncesi “Obama ile görüşmenizde konu gündeme gelecek mi?” sorusuna “Bunu da paylaşacağız. Oradaki dostlarımıza anlatmakta fayda var” cevabını verdi." (Yeniçağ-22 Eylül 2009)
Dünyanın en barış sever, en demokraT, en insan hakları koruyucusu hatta dünyanın en hümanist devletinin Başkanı ile dost olan bir Başbakanımızın varlığıyla ne kadar müftehîr olsak, ne kadar övünsek azdır galiba!
"Oradaki dost", öylesine bir dost ki başımıza çuval geçirdiklerinde; "Büyük devletler özür dilemezler!" diye nerdeyse onurumuzu teslîm edecek kadar teslîm olmuş bir dostuz!
"Oradaki dost", öylesine bir dost ki yıllardır başımıza belâ olarak sardıkları PeKaKa terör örgütüne silah ve mühimmat desteği verdiğini, en yetkili devlet görevlilerimizden duyduk!
"Oradaki dost", öylesine bir barış sever ki sadece barış ve demokrasi havariliği için milyonlarca Vietnamlı'ya katlederek demokrasi götürmek istediği yerden, nankör Vietnamlılar tarafından ağır kayıplar verdirilerek kovulmuştu!
Oradaki dost", öylesine bir insanlık hakları savunucusu ki onlarca yıldır yüz binlerce Afganistanlıyı katletmesine rağmen hâlâ ne kadar hümanist olduğunu anlayamadılar!
"Oradaki dost", öylesine bir demokrasi havarisi ki güney komşumuz Irak'a demokrasi getirme uğruna işgal ederek Saddam'ı devirdi ve astı! Bir milyondan fazla Irak'lıyı kendi vatanında öldürdü! Bir milyona yakın Iraklı kadının-kızın ırzına tecâvüz etti! Irak'ta bu demokrasi havarisinin demokratik Haçlı Seferinde tecavüz sonucu kaç bebek doğduğu bilinmiyor!
Basında ve kitaplarda yıllar öncesinden, o dost ülkede hazırlanmış Türkiye'nin bölünüp parçalanması planları, raporları çarşaf çarşaf! Hele internet dünyasında dolaşan bilgilerden insanın başı dönüyor!
"Oradaki dost", bize öylesine sâdık ve bu sadakatini onlarca yıldır öyle açıkça belli eder ki göremeyenlerin nankörlüklerini anlamak mümkün değil! Mesela Kıbrıs Barış Harekâtımızda, donanmasıyla gelerek, bize ambargo uygulatarak daha fazla savaşmamıza ve şehit vermemize mani olmuştu! Kıbrıs Barış Harekâtımızda bize destek veren ülkeleri de cezalandırmaktan geri kalmamıştı!
"Oradaki dost", öylesine bir dost ki Lozan'ı, o günden beri tanımış değil!...
Başbakanımızın böylesi bir dosta, iç işlerimizdeki müthiş projemizi, içeriği sır gibi saklanan "Açılım Paketi"mizi, ondan saklaması olmaz! Şimdi bu dostane ziyâret için art niyetliler; "Kendisi de açılım dosyasının içeriğini bilmiyor! Dosyayı hazırlayarak çok büyük zahmetlere girmiş olan 'Oradaki dost'tan, dosyanın içeriğini ve yapması gerekenleri öğrenmeye gidiyor!" diyorlar!
Ve "açılım"a karşı çıkanları da "Oradaki dost"a şikâyet edeceğini söylüyorlar! Çünkü "açılım"a karşı çıkan muhalefet partileri de seçim meydanlarında, "oradaki dost"la en uyumlu işbirliğini biz yaparız iddiasında bulunmuşlardı! Seçim zamanı söylediklerine uymayarak "oradaki dost"un âli çıkarlarına olan "açılım"a karşı çıkıyorlar ve Başbakan'ı "hiyanet-i vataniye" ile suçluyorlar!
"Oradaki dost"un Büyük Elçisi'nin Aydın Doğan'a verilen dünyanın gelmiş geçmiş en ağır cezasını tenkîdini de şikâyet edecektir haklı olarak!
"Açılım"a bölünme endişesi ile karşı çıkanların "bölücülük" yaptıklarını da söyleyecektir "oradaki dost"a!...
NATO üyesi bir ülkenin Silahlı Kuvvetleri'nin, Atatürk'ün; "Bağımsızlık karakterimdir." düstûruna sadakatini de şikâyet edecektir büyük bir ihtimalle!
Dünyanın her yerine, özellikle de yer altı zenginlikleri olan geri kalmış müslüman ülkelere demokrasi getirmek için Okyanus ötesinden Haçlı Seferleri düzenleyen ve Cumhurbaşkanımızın dualarına mazhar olmuş "oradaki dost"a karşı, yapılan nankörce davranışları anlayamadıklarını ve bu muhalefeti nasıl susturabileceği konusunda akıl danışacaktır! Meşveret sünnettir ya!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BİZDEN DE SELÂM...

TERKÎB-İ BEND
İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı.
(Şahsi gelecek için dostları çekiştirmek yeni çıktı/
Önceden bilmezdik, bu kavrayış, bu zekâ yeni çıktı)
Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat modalandı
Nâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı.
(Hırsızlık çoğalıp sadâkat sözü moda oldu/
Namus bitirildi, milli onur-haysiyet yeni çıktı)
Düşmanlara ahbâbını zemm oldu zerafet
Dildardan ağyâra şikâyet yeni çıktı.
(Düşmanlara arkadaşları yermek-kınamak incelik oldu/
Sevgiliden yabancıya şikayet yeni çıktı)
Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu
Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı.
(Sâdık kişileri aşağılama, yok sayma kural oldu/
Hırsızlara ikram ve iyilik yeni çıktı)
Hak söyleyen evvel dahi menfûr idi gerçi
Hainlere amma ki riayet yeni çıktı.
(Doğruyu söyleyen önceden de nefret edilendi ama/
Hainlere hürmet-itibar yeni çıktı)
Evrak ile ilân olunur cümle nizâmât
Elfâz ile terfîh-i ra'iyyet yeni çıktı.
(Bütün düzenlemeler evrak ile duyurulur/
Boş sözlerle halkın refaha eriştirilmesi yeni çıktı)
Âciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi
Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı.
(Güçsüzün bilinen hakkı korunur-saklı tutulur/
Hamisi, koruyucusu olanları her yerde korumak yeni çıktı)
İsnâd-ı ta'assub olunur merd-i gayûra
Dinsizlere tevcîh-i reviyyet yeni çıktı.
(Mert çalışkanlar, birine taraftarlıkla suçlanırken/
Dinsizlere -memleket işlerini- düşünüp taşınma işinin yönlendirilmesi, yeni çıktı)
İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı.
(Devletin yükselmesine engel olan İslâm imiş/
Önceden yoktu, bu söylenti yeni çıktı)
Milliyyeti nisyan ederek her işimizde
Efkâr-ı Firenge tebaiyyet yeni çıktı.
(Millî benliğimizi unutarak her işimizde/
Batı düşüncesine körü körüne bağlılık yeni çıktı)
Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık
Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık.
(Eyvah bu eğlenceli oyunda bizler yine yandık/
Çünkü zarar ortada bu konuda bilmem biz ne kazandık) Ziya Paşa
1800'lü yılların son çeyreğinde, memleketin halini yukarıdaki gibi anlatmış Ziya Paşa! Her bendin altında dilimize çevirmeye çalıştığım cümleler okunursa, son yedi yılda bizlerin nâralarımızla ne kadar benzeştiğini görerek sizler de hayret etmez misiniz?
İbret almamakta yâni olanlardan gereken dersi almamakta ısrar ederek tarihin tekrarlanmasına seyircilik mi yapacağız?
Demokrasiyi araç kullanarak Köşk'e ve Başbakanlık'a kadar çıkanların; "Obama ile görüşmenizde konu gündeme gelecek mi?" sorusuna verdiği; "Bunu da paylaşacağız. Oradaki dostlarımıza anlatmakta fayda var." cevabına, sizler hayret etmiyor musunuz? Obama'ların Hüseyin Barak'ına, bizden de Türk Milletinden de selâm götürsün!...
Son sorum, elbette "Dünyayı Türkçe Okuyan Yeniçağ"lılara değil! Yandaşlardan okuduklarını bildiğimiz "Dolma Kalemler"in, -en azından- artık milletin olup bitenin farkında olduğunu anlayarak çok bilinen ve çok övündükleri kurnazlıklarıyla bir daha dönerek-değişerek-gelişerek bir tavır sergilemelerini bekliyorum!
Yoksa ABD'nin Irak'a değil de bize mi demokrasi getirdiği(!)ni zannediyorlar? Böyle düşünen teslîmiyetçilere de Türkçe nârâmızla: Daha son Türk Ocağı sönmedi! Atatürk ve Şühedânın vârisleri; demokrasiyi araç kullanmayı mahâret sayanlara, ilk demokratik ortamda demokrasinin acımasız gereğini yapacaklardır! O zaman dönen-değişen-gelişenlere de her halde bıyık altı değil kahkaha ile güleceklerdir, deriz!...
Sayılı gün tez geçer ve bilinmeli ki rüzgâr eken fırtına biçer!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Eylül 21, 2009

BAYRAMIN MÜBÂREK OLSUN!...

Bayram gelmiş neyime
Kan damlar yüreğime
Yaralarım sızlıyor
Tabip benim neyime... (Anonim)

Türk Milleti;
Bayramın mübârek olsun!...
"Minâreler süngü kubbeler miğfer/ Camiler kışlamız müminler asker " Ziyâ Gökalp yazdı, Recep Tayyip Erdoğan okudu, dünyayı başımıza yıktık kendi ellerimizle, gözümüzü çıkardık minâre süngülerimizle, başımızı ezdik kubbe miğferlerimizle;
Bayramın mübârek olsun!...
......
Zâlimi mazlûm eyledik!
Câni'yi, bâni eyledik!
Psikopatı demokrat eyledik!
Eşkiyayı hükümrân eyledik!
Küfürbazı hâtip, hırsızı kâtip eyledik!
Anamızı ağlatanların analarına üzüldük, kahramanları cezaevine tıkıp büzüldük, "Ananı da al git!" komutuyla süzüldük;
Bayramın Mübârek olsun!...
.......
"Bütün zamanların Ülkü Ocağı Genel Başkanı"nın ilk bayramı yâni "Kara Bayramı"; daha mezarları soğumamış Yiğitlerimizin "Kara Bayram"ları! Analar mezar suluyor! Babalar içlerine ağlıyor! Televizyonlara çıkamayanlar, mitinglerle meydanlara çıkamayanlar, dağa çıkıyor!
Bayramın mübârek olsun!...
......
Türk'sen yurtsuzsun! Vatanlaştırdığın topraklarda işgâlcisin! Yedirdiğin, giydirdiğin, mâmur ettiğin yerlerde zâlimsin! Kırk bin vatandaşını katleden katilleri itlâf ettiğin için evlâtları öldürülen, kardeşleri, babaları, kocaları, yavukluları katledilen kırk bin vatandaşın gözünde hâmiyken; dağdaki demokrat eşkiyâların gözünde ve destekçileri AB adındaki Haçlı gözünde saldırgansın, cânisin!
Bayramın mübârek olsun!...
.....
Türk Milleti;
Genel Kurmay'ının diplomasi adındaki müthiş araçla çâresizleştirildiğinin farkında olamazsan;
Emniyet Güçlerinin demokrasi adındaki müthiş araçla ellerinin kollarının bağlandığının, köpeklerin başıboş bırakıldığının farkında olamazsan;
Asayişi, huzûru teminle görevli; dağlarda yatıp kalkan, evlerine hasret, yatağı unutmuş, zifiri karanlıkta gündüzden daha iyi gören, teröristin nabzının kaç kere attığını bilecek kadar tanıyan; "Buralar bizden sorulur! Hani T.C. nerde?" diye ukalaca propoganda sorusu soran câninin alnında açtığı mermi deliği ile; "Burada!" yoklaması veren kahramanlarının cezaevine koyuluşundaki kurnazlığı fark edemezsen;
Hür olarak soluduğunu zannettiğin bu güzel hava, hür olarak içtiğini zannettiğin billur su, hür olarak yediğini zannettiğin İsrail menşe'li tohumdan üretilen ekmek, sana helâl midir?
......
Bayramın mübârek olsun!
"Bayram gelmiş neyime/ Kan damlar yüreğime..."
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Eylül 19, 2009

SUSARSAN, SIRAN GELİR!...

Çok bilinen; "Sen bu kayığa bindin ya, derleeer, derler!" diye biten bir fıkra var ya...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'da partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında "açılım"dan behsederken muhalefet partilerine; "Arkadaş, sen bu noktada acaba Türkiye'nin kaç tane vilayetinde varsın? Hangi bölgesinde varsın? Güneydoğu Anadolu dediğiniz zaman orada 2 tane siyasi parti var; AK Parti ve DTP. Bir de güvenlik güçleri. Diğer partiler yok. Niye konuşuyorsun o zaman? Senin çözüm diye bir derdin var mı? Benim teşkilatım o bölgelerde çalışıyor. Sen Ankara'da oturuyorsun. AK Parti'ye hakaret ediyorsun, hatta ileriye giderek İhânet-i vataniyeyle suçluyorsun." dedi...
Demesin mi?
Bu sorunun cevabını, nasıl verecekler diye merak ediyorum. MHP Genel merkez sitesine girerek bir göz attım, 81 vilayetten sadece Diyarbakır hâriç sekseninde teşkilât var görünüyor!
Seçim zamanını hatırlıyorum; kırk günde kırk vilayette kırk miting yapılacaktı, 16 veya 17 vilâyette kaldı! Hatırladığım kadarıyla gidilen en uzak vilayet te Erzurum'du. Erzurum ki MHP'nin kalesi illerdendi. Şimdi sıfır çekiyor!
Yedi milletvekilini tulum çıkaran AKP'nin Erzurum'daki son hâli içler acısı ama vatandaşın yönelebileceği bir siyâsi kapı yok!
Hayatını Ülkücü Hareket'in içinde geçirmiş Sevgili Zekai Kaya'nın son kongrede İl Başkanı seçilmesiyle, Erzurum'da MHP'li ve ülkücülerde bir hevesin, bir heyecanın oluştuğunu hissedebiliyorum. Bu heyecanın sonucunu ise ilk seçimlerde göreceğiz inşallah...
MHP'nin son seçimlerde kazandığı Belediye Başkanlıklarında Genel Başkan ve Genel Merkez'in lehte bir katkıları olmadığını kesinlikle biliyorum!
Genel Başkan ve genel Merkez'in seçim kazanılan yerlerde, müsbet değil menfi etkilerinin olduğunu, Genel Merkez'ciler de biliyorlar! Bile bile, bütün ülkücü yüreklere kan ağlatmaya devam ediyorlar!
İnciniyoruz!
Canımız yanıyor!
AKP Genel Başkanı'nın; "Güneydoğu'da sadece AK Parti ve DTP var." sözleriyle, o bölgelerde canları pahasına ülkücülük yapanların hallerini merak ediyorlar mı? Merak etseler onları, bu konuşma ile hakârete muhataplıkta yalnız bırakırlar mı?
Bölücülükleri kesin olan, PeKaKa'lılıklarını inkâra bile gerek duymayan DTP'liler,Türkiye'nin her yerinde sokaklarımızı cehenneme çevirerek gûya izinli mitingler tertipleyip paçavralarını ve bebek katilinin çirkin yüzünü sergilerlerken MHP, en azından Kars'ta bir mitingi niye düşünmez? Ardahan'dan kovulan DTP'lileri, Ardahan'ın bu tavrını unutturmaya kimin hakkı var? Güneydoğu'daki Bayrağa Saygı mitingindeki yüzbinlerce kişiyi unutturmaya kimin hakkı var?
Hatta CHP'nin bile Ardahan veya Kars'ta yapacağı Milli Birlik mitinginde yer yerinden oynamaz mı? "Türk-Kürt kardeştir, ayıran kalleştir." nârâlarıyla gök kubbe patlatılmaz mı?
Bu demokrasi denilen, insan hakları denilen, demokratik miting hakkı denilen yasal hak sadece illegal PeKaKa'lılar için mi var?
Siz, Ankara'da sırça köşklerinizde, sırça makamlarınızda otururken elin oğlu, karış karış dolaşarak "açılım" adıyla ayrımcılığı körüklüyor ve sizin tavrınızı da yerinde bölücülere şikâyet ediyor!
Bizim de yüreklerimiz kan ağlıyor!
Siz susarsanız, demokratlığınızla konuşulacak yerlerde susma gemisine binerseniz; "Derleeeeer, derler!"
Hani bir slogan vardı ya:
"SUSMA! SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 18, 2009

21.YY.'IN KAHRAMANINA İHTİYÂÇ VAR...

Tehlikeli, hayâti derecede tehlikeli işler oluyor!
Birilerinin elde imkân varken, yarın çok geç olmadan meseleye İskender'in Kılıcı gibi müdâhil olması gerek!
Bir kaç gün öncesine kadar; Atatürk ve Cumhuriyetle hesaplaşan bir İkinci Cumhuriyetçiler var zannediyordum!
Değiiil! Değilmiş!
Beşeri sistemler elbette ilânihaye kalıcı değildir. Sistemler, hânedanlar, hükümdarlar, hükümranlar değişebilir! Tekâmül etmeyen, gelişmeyen her şey gibi yerinde sayan sistemler de değişebilir, değişmelidir de...
Söz konusu olan ne cumhuriyet, ne de sistem değildir maalesef! Devleti tasfiye ediyorlar! Bu hızla devam eder ve müdâhele edilmezse, önümüzdeki sayılı bir kaç senede devlet filan kalmaz!Yasalarımız bizim değil!
AB adındaki hâkim güç, neyi dikte ettiriyorsa o yasalaşıyor! En milliyetçi parti de, en solcu parti de AB'ne karşıyım demiyor, diyemiyor!
Asayişin sağlanamaması yüzünden dağlarımıza/kırsalımıza eşkiya; şehirlerimize, kasabalarımıza anarşistler hâkim!... Saldırgan köpekler başı boş, taşların tamamı bağlı!
Ekonomi bizim değil!
Alışverişlerde ve yatırımlarda hesaplar, dolar veya euro üzerinden yapılıyor! Devlet bütçesi dolar üzerinden hesaplanıp, dolarla bağlanıyor!
"Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye" şahsen benim olmazsa olmazım ama NATO'ya girilerek gücü ve bağımsızlık karakteri sekteye uğratılmış, her geçen sene yıpratılmış bir komuta kademesiyle muhatabız! Başımıza çuval geçirilebiliyor, ordu komutanımız kaza süsüyle öldürülebiliyor, Genel Kurmay başkanımızı zehirleme teşebbüsü yapılabiliyor!
Özal'la başlayan; "Vatan sizin, toprak bizim! Gidin savaşın!" zihniyeti bir de vatansızlaştırılan, milliyetsizleştirilen dincilikle beslenip desteklenince, artık şehit haberlerinden millet incinmeye başladı! "Vatan sağ olsun!" naraları, zayıflamaya yüz tuttu!
Damara göre şerbet kurnazlığı ile şehit analarıyla, teröristlerin anaları müsâvileştirildi! Şehitlerimize biz Fâtiha okurken, teröristlere de DTP'li Pe KaKa'lılar Fatiha okumaya başladılar ve bu haber olarak veriliyor! Değerler alabora!
Millî moral, "Açılım" ayrıştırmacılığı ile dibe vurdu!
Ağırlaştırılmış ömür boyu hapisle cezalandırılmış, bebek katili bir mahkûm, cezaevinden Devleti ve Genel Kurmay'ı tehdît ediyor! Siyasallaşmış teröristler, savaş kazanmaktan bahsediyor! Belediye başkanları, başka bir devlettenmiş edâlarıyla yurt içi, yurt dışı seyahatler yapıyor. Diyar.A.Ş. adıyla devlet bütçesinin dışında korkunç rakamların kontrol edildiği söyleniyor!
Veee biz bağımsız bir devletiz öyle mi?
Komplo teorisi üretmiyorum! Ne hamâset yapıp kimseleri dolduruşa getirmeğe, ne de korku tellallığı yaparak moral bozma niyetim yok! Devletin bekası için canımı bin kere vermeğe razı ve hazırım ama benimle bitmiyor!
Günü kotarmak için yapılan siyasî manevralarla da geçiştirilemez bu tehlike! Elde imkân ve mevcût yasaların izni varken gereken yapılmazsa, yarının bile çok geç olabileceği endişesindeyim!
Birinin, bütün şüheda adına, Atatürk ve silah arkadaşları adına, Türk Milleti adına ayağa kalkması ve kahramanlığa soyunması gerek! Kelleyi koltuğuna almadan, ilm-i siyaset adı verilen politik kurnazlıklarla; içerdeki demokrat, dışardaki diplomat korkaklıklarla bu tehlikeli gidişe dur denilmesi mümkün değil!
İsyân eden asinin kellesi alınmazsa, başlıya baş eğdirilip dizliye yeniden diz çöktürülmezse devlet otoritesi kalmaz!
Yeniden yasaları adilleştirecek, yeniden paranın kıymetini teslim edecek, yeniden can ve mal güvenliğini sağlayarak vatandaşın devletin dostunu dost, düşmanını düşman saymasını temin edecek bir Yiğide ihtiyaç var!
21.yy.'ın Kahramanına ihtiyâcımız var! Gerisi laf ü güzaf...
"Vatanın bağruna düşman dayamış hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini"
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 17, 2009

"SİZ BİZSİNİZ BİZ DE SİZ..."

Asena Esma Erçoban; "MHP... SİZ BİZSİNİZ BİZDE SİZ." diye bir ileti göndermişler bendenize!...
Ziyâdesiyle duygulandım! Koptum şu lânet olası "açılım"lı, saçılımlı, cehennemleştirilmiş -içinde cennet vatanımızın da olduğu- fâni dünyadan!...
Adıyla müsemma Asena Esma;
"Bizde, bize biz derler, sizde bize ne derler?" tekerlemesiyle büyüyüp biz de; size de, sana da, ona da biz dedik hiç yüksünmeden. Çünkü biliyorduk ki ne kadar çok sen-ben'i bizleştirebilirsek o kadar bizleşecek, o kadar büyüyecek, o kadar güçlenecektik...
Başbuğ'lu özel ve güzel yıllarda sen-ben'leri azaltabildiğimizce azaltıp biz'i büyütebildiğimizce büyütmüştük te...
Birden bire, bir kara 4 Nisan'da gök kubbe yıkıldı başımıza!... Emr-i Hakk tecellî etti, Başbuğsuz kaldık, başsız kaldık...
Başsız, Başbuğsuz kalınca yıllarca didinerek bizleştirdiğimiz polat kıvamlı karargâhımızın içine, -biz can acımızla meşgulken- kurtçuklar giriverdi! Tabiatın bu iskeletsiz yaratıkları, fıtratları gereği bütün meyvelerin olduğu gibi bizim de 40 yıllık emeğimizin tam göbeğine yerleştiler!... Acımıza alışıp dünyaya geri döndüğümüzde tam kalbimize yerleşmiş, yerleştirilmiş kurtçukları fark ettik ama geç kalmıştık!... Çürümemek için direnebildiğimizce direndik...
Nasıl oldu, ne zaman oldu ve niye olduğunu anlayamadığımız bir uygulamayla; Başbuğumuz'la birlikte "MHP Davası"ndan yargılanan kahramanlarımız, sabıkalı sayılarak seçim listelerinden silindi! Sarkık bıyıklı, delikanlı edâlı yürüyüşlerinden dolayı isimsizliği tercih etmiş "Dâvânın Aysbergleri", sessizce teşkilatlarımızdan ihrâc edildiler!...
Mevcut Genel Başkan'a, kongrelerde muhalif olmamıza rağmen hemen kongreden sonra ; "Ülkücü irâde tecellî etmiştir." diyerek, teşkilatımızın emrinde olduğumuzu yazdık-söyledik ama yetmedi!...
Kendimizi parçalayarak, hançeremizi yırtarak; "Biz de sizdeniz! Biz de sizdeniiiiz!" diye haykırdık ama bizim, "bizimkiler" dediklerimiz, bize "hâin" dediler!...
MHP, bizim evimizdi. Ülkü Ocakları, bizim yurdumuzdu, yuvamızdı... Partiden ve Ocak'tan uzakta kendimizi sudan çıkarılmış balık gibi hissettik! Kendimizi, elinden en sevdiği oyuncağı alınmış yaramaz çocuk gibi hissettik!
Tepindik, bağırdık, yırtındık ama "Yol Arkadaşları" bize tercîh edilmiş, "Yol Arkadaşları"nca Genel Başkan'a muhalifliğimiz yüzünden, yağcılık olsun diye "hâin"leştirilmiştik!...
"Ne mozaiği ulaaaan?" kükremesine, "Çiçek Bahçesi" ile; "Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm, ben ne kadar Türk'sem onlar da o kadar Türk'tür." katalizörlüğüne; "Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi" ile sessizce karşı çıkıldı ve bunun adı demokratlık koyuldu!
PeKaKa'nın en tescillî siyâsallarıyla tokalaşılarak, kucaklaşılarak, Doğu Türkistan'da karşılıklı göbek atılarak, "Gâzi Meclis"in rengi tamamlandı! İncindik Asena Esma Ablam!... Yüreklerimiz târ u mâr oldu!...
Türk kimliğimize ve Atatürk'ümüze karşılığını bütün siyâsi hayatında hiç saklamamış birinin "Köşk"e çıkışını, Recep Tayyip Erdoğan'a rağmen kolayladılar! Başbakanlık'ta da Deniz Baykal'ın siyâsi yasağını kaldırttırarak demokratlaştığı Recep Tayyip Erdoğan olunca; seksen yıllık Cumhuriyet kazanımlarını, iki yıl gibi kısa bir zamanda kadrolaşarak yok etmeğe başladılar!Bizden zannettiğimiz, "Bizimkiler" dediklerimiz yüzünden; yüzyılın son iki Başbuğu, Başbuğ Atatürk'ün seksen yıllık, Başbuğ Türkeş'in kırk yıllık emekleri zâyi edilmek üzere!
Bütün bunlara rağmen, evet bütün bunlara rağmen haklısın Asena Esma Ablam;
"SİZ BİZSİNİZ, BİZ DE SİZ.." vesselâm..."
TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YEMÎNE SÂDIK MISINIZ?

"Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzûr ve refâhı, millî dayanışma ve adâlet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadâkatten ayrılmayacağıma, büyük Türk milleti önünde nâmusum ve şerefim üzerine ant içerim.''
Bu yemini ederek milletvekili olan, Büyük Türk Milleti önünde nâmus ve şerefleri üzerine and içerek göreve başlayan 550 kişiye sesleneceğim.
Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü koruyacağınıza nâmus ve şerefiniz üzerine yemîn etmediniz mi?
Toplumun huzûr ve refâhı, millî dayanışma ve ülküsünden ve Anayasa'ya sadâkatten ayrılmayacağınıza, nâmus ve şerefiniz üzerine yemîn etmediniz mi?
Bazılarının yemîne uymayacaklarını sizler de biliyordunuz! Onlardan bazıları, kendi aralarında yemîni dîni tarifle yaptıkları için "and içmek"le yemîni farklı sayabilirler! Hadi dîni anlamda bir yemîn olmayıversin ama erkekliğin, mertliğin, doğruluğun ilk şartı söze sâdık kalmak değil midir? Nâmus ve şerefleri üzerine and içerek verdikleri söze sâdık kalmayanların, hangi sözüne inanılır?
Cezaevinde, bölücülükten tutukluyken bağımsız olarak seçimlere katılıp Meclis'e giren, Milletle ve Meclis çatısı altındaki her kesle alay edercesine yukardaki metni okuyarak dokunulmazlık zırhı arkasına saklanarak pervâsızlaşanlara karşı, ne yaptınız? Ne yapıyorsunuz? Ne yapacaksınız?
Sâdık kalmaya and içtiğiniz Anayasa'mızı yok sayarak; Laik Cumhûriyeti, Atatürk
ilke ve inkîlaplarını koruma işini Anayasamız'ın görev olarak yüklediği Türk Silahlı Kuvvetlerimize saygısızca saldıran, ettikleri yemîne sadık kalmayanlara karşı; ne yaptınız? Ne yapıyorsunuz? Ne yapacaksınız?
Elbette ülke yönetiminde yetkiyi seçimlerle millet, hükümet eden partiye verir. T.B.M.M.'nin Anayasa'yı değiştirme yetkisi de vardır. Anayasamız'da milletle buluşmayan, millete ters gelen yerler de olabilir ki vardır! Anayasa'da gerekli düzenlemeler veya değişiklikler yapılmadan, ettiğiniz yemîn gereği mevcût Anayasa'ya sadâkatle yükümlü değil misiniz? Buna yemîn etmediniz mi?
Yemîninizi tutmazsanız, sizin hangi sözünüze inanılmasını beklersiniz?
Uzatmayayım; siyâsallaşmış PeKaKa'lılar ve AKP içindeki bâzı vekillerin, ettikleri yemîne ihânet ettikleri apaçıkken Meclis'teki sayısal çoğunluklarından hareketle, yemîne sadık muhalefet millet vekillerini yok sayıyorlarsa, bütün hesapları alt üst edecek bir yaptırımı düşünüyor musunuz?
Meselâ; çıkarılan yasaları engellemeğe sayısal gücünüz yetmiyorsa, sâdık kalmaya and içtiğiniz değerler birer, birer yok ediliyorsa; Meclis'te kaldığınız sürece, muhalefet olmanıza rağmen bu vebâle ortaklığınızın farkında mısınız?
Hele muhalefet olarak biriniz Recep Tayyip Erdoğan'ın siyâsal yasağının kaldırılmasını, diğeriniz de Türk kimliğinden rahatsız birinin Köşk'e çıkışını sağlamışsanız; yapılanların tamamına birinci dereceden ortak ve birinci dereceden sorumlusunuz!
Sayısal gücünüz yetmiyorsa topluca sîne-i millete dönmeyi düşünür müsünüz? Bu tavrınızla her birinizin demokrasi kahramanları ve sözlerinin eri insanlar olarak tarih olacağınızın farkında mısınız?
Gerisi Vallahi de, Billahi de günü kotarmak, bir sonraki seçimlerde millete yeni yeminli vaatler etmeye zemin hazırlamaktır vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YA HAKKIYLA YAPIN, YA DA BIRAKIN!...

Yerel basını ve yerel kalem erbâbını dikkatle takip ederim.
Yaygın, boyalı, yandaş basının kendi kendine koyduğu; "Ulusal Basın" adıyla aslında kendilerine nasıl iftira ettiklerinin en belirgin göstergesi, gerçek Millî Basın olan Yerel Basın'dır.
Ayrıca Yerel Basın'ın; kendilerini güç yetmez güç zanneden, sandık şımarığı, genel başkan vekilleri tarafından ne kadar dikkate alındığını da bizzat bilenlerdenim.
Geçtiğimiz günlerde; "AÇILDIK EY HALKIM, ALKIŞLA BİZİ!" başlığıyla bir yazım olmuş ve Prof.Dr.Ahmet Berhan YILMAZ'a, tebrik ve teşekkürlerimle bitirmiştim.
Yazının başlığını, olduğu gibi Ahmet Berhan Hoca'dan alıntılamış, Ahmet Berhan Yılmaz'ın feveranına, ben de katılmıştım.
Prof.Dr. Ahmet Berhan YILMAZ'ın yazımıza yorumunu aynen aktarıyorum: "Sezen Aksu “bu sürecin karşısında duranları iki cihanda da lekeli kabul ediyorum” demiş. Bu açılıma destek veren diğer bir isim Yaşar Kemal, Türk Ordusunu Güney Doğuda işgalci, askerimizi şehit eden teröristi ise vatanını savunan gerilla olarak tanımlayan bir adamdır.
16 Ağustos Pazar sabahı, TRT’de yayınlanan Politik Açılım adlı programa katılan DTP lideri Ahmet Türk, Milliyet Gazetesi köşe yazarlarından Derya Sazak’ın bir sorusuna 25 yıldır dökülen kan olmasa bu açılımının yapılmayacağını ve bu sebeple dökülen kanların gerekli olduğunu rahatlıkla söylemiştir.
Biz Kürtlerle hangi savaştan çıktık ki onlara yönelik barış açılımı yapıyoruz? 25 yıldır verilen şehitlerimiz ortada, askerimizden, polisimizden, memurumuzdan, işçimizden on binlerce şehit... Bu kadar şehit, ne amaçla verildi? Bu nasıl bir açılım olacak ki dağdaki hain de bunu kabullenecek, ben ve benim gibi vatanını ve milletini sevmekten başka bir şey düşünmemiş insanlar da... Bir vatan hainiyle beni, hangi ortak nokta bir araya getirebilecek merak ediyorum. Prof. Dr. Ahmet Berhan Yılmaz / Erzurum"
Prof.Dr.Ahmet Berhan Yılmaz'ın; "Bir vatan hainiyle beni hangi ortak nokta bir araya getirebilecek merak ediyorum." sorusuna özellikle dikkatleri çekmek isterim!...
Hayatında; metropollerdeki uyuşturucu veya mafyatik baronlar haricinde Kürt'le tanışmamış; Kandil'e özel kuryelik yapmanın haricinde ve Kürt Kardeşlerimizi katlederek Kürtçülük yaptıklarını söyleyen Haçlı taşeronları teröristler haricinde, Devlete-millete sadık Kürt tanımamış "Dolma Kalemler"le; hayatını Kürt komşuları, akrabaları, dostlarıyla içiçe geçirmiş Ahmet Berhan Yılmaz'ın farkını ortaya koyması bakımından çok önemsedim...
Emr-i Hakk'kın aldığı günden beri ağladığım ve ömrümce ağlayacağım Kürt Ülküdaşım rahmetli Selâmi Türkmen'in ve onun şahsında bütün Kürt Dostlarımın, en az bizim kadar bu sahtekârlığa itirazları olduğunu biliyorum!
Bu nasıl bir açılımdır ki sadece yandaşlar, sadece "Dolma Kalemler", sadece dolar veya eurou ile alınıp satılan ucuz kalemşorlarla görüşülüyor!
Bu nasıl bir açılımdır ki devlet olmanın ve devlet kalmanın olmazsa olmaz bedelinin can olduğunu bilen ve bu kutsal gâye uğruna Peygamber Ağuşuna atılan şehidimle, şehidime kurşun sıkan alçak caniyi ve şehidimi doğuran muhterem ana ile, teröristin anaca ağlayan anasını eş değer tutar!
Bu nasıl bir açılımdır ki 40.000 insanımızın katilinin -ki 30.000'den fazlası Kürt'tür- yol haritasına muhtaç görünür!
Bu nasıl bir açılımdır ki 40.000 yakınını kaybetmiş vatandaşımızın ve milyonlarca devlete sadık Türk'üm diyen insanımızın kan davalısı bir alçağın, demokratik haklarından bahseder!
Türk'ü, Kürt'ü, Rum'u, Çerkez'i, sünnisi, alevisi, sağcısı, solcusu bir bütün olmak kaydıyla Türk Milleti olarak biz, kan davamızdan vaz geçmedik! Vaz geçmeyeceğiz! O câni asılmadan, son terörist itlâf edilmeden dâvâmızdan da vaz geçmeyiz!
Üç beş oy uğruna veya ABD ve AB dayatmalarına teslim olarak yapılmaya çalışılan bu dayatma "açılım"la, milletin arasına uçurumlar açılıyor!
Bu oluşturulan ve her an kopmaya hazır, tûfan öncesi sessizliği, her kese hatırlatırım! Bu sessiz öfke patlar, kükrer ve coşarsa, son günlerdeki doğal âfet sele de benzemez!
Önce açılımcıları alır önüne ve taaa cehenneme kadar kovalar bu öfke haberiniz olsun!
Üç beş çapulcu serserinin Haçlı desteği ile dağlarda serkeşlik etmesine benzemez bu öfke! Tarihe bakın! Olanları hatırlayın ve bu zavallıların sonlarına sebeplik ederken kendi demokratik sonunuzu da hazırladığınızı anlayın!
Zararın neresinden dönülürse kârdır! Siyasallaşmış terörist vekillerin tehdîtleri, milleti çok tahrîk ediyor haberiniz olsun! Milletin içine inmekten korkan millet vekilleri, sizlere bir şey söylemiyorlarsa ayıp ediyorlar! Günü kotarmak siyâset değildir! Siyâset çâresizliklere çâre üretmek merkezidir!
Ya hakkıyla siyâset yapın, ya da istifa ederek boşaltın çâre makamlarını!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Eylül 13, 2009

"CESÛR ADAMLAR SIKI DÜĞÜMLER ÇÖZER."

Hiç gereksiz ve zamansız bir açılımla sıkıntıya sokulan devletin ve devlete sadık milletin bir ferdi olarak açmazlardayım!
Sağımda AKP, solumda CHP, arkamda ha bire Kabil'ce kardeşimi temsil ettiğini söyleyerek Kardeşlerime katleden DTP adıyla PeKaKa; önümde bütün kızgınlığıma, bütün öfkeme rağmen hâlâ umutluktan çıkaramadığım MHP ve ortada milletim!... Ayrıca açılımcı bütün demokrat maskelilerin insafsızca saldırdığı Genel Kurmay'ım!...
MHP; sevdam! MHP; ömrümün ilk okul çağı hâriç tamamını, Türk Milleti'nin istikbâlinin hesaplarını yaptığına inandığım bir ideal dünyam...
Bütün sevdiklerim, göz pınarlarımı kurutasıya ağladıklarım, ellerimi parçalayasıya alkışladıklarım ve hayatımda küsmeğe tenezzül ettiğim insanların olduğu tek dergâh! Bütün öfkeme rağmen silemediğim, bir türlü aklımdan atamadığım, yaptığı yanlışlarda dahlîm olmamasına rağmen ben yapmış kadar utandığım Millî Teşkilâtım!...
Elbet te akıl akıldan üstündür! Elbette baş nereye giderse ayak oraya gider! Elbette disipline uymayanın adı nerede olursa olsun anarşisttir! Anarşistlik, kural tanımamazlık, âsilik, düzen bozuculuk, hiç bir teşkilatın kabul etmesi mümkün olmayan bir davranıştır ama varlığıyla Türk Dünyası'nda farklı bir târif ve konum kazanmış bir Teşkilâtın, başındaki kişinin de teşkilat alt yapısına uygun davranması şart değil midir?
1965 yılından beri, Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'in efsanevi Genel Başkanlığında her türlü emperyalizme karşı, millî ve mukaddes bütün kavramlara muhalif davranan yerli ve yabancı her türlü fikir ve kaba kuvvet akımlarına karşı, millet adına siperlik etmiş bir teşkilatın; devlete ihânet etmişlerle, Atatürk ve Cumhuriyetle hesaplaşmak için teröristleşmişlerle, elleri Mehmetçiğimizin ve Kürt vatandaşlarımızın, bebeklerimizin kanlarına bulaşmış siyasallaşmış PeKaKa'lılarla tokalaşmasını, demokratlık adına kucaklaşmasını, Doğu Türkistan'da onlarla göbek atmalarını, tabanın kabullenmesi de mümkün değildir!
Dün demokratlık adına tokalaşılan DTP'lilere, bu gün PeKaKa'lı demenin de bir mâkûl izahı olmalıdır! Bu gün PeKaKa'lı olan DTP'lilerin dün de PeKaKa'lı oldukları bilinmiyor muydu? Terör örgütüne yardım ve yataklıktan tutukluyken bağımsız olarak seçimlere sokulup Meclis'e taşınanlar bilinmiyor muydu?
"Açılım" açmazıyla milleti sıkıntıya sokan; iki farklı, demokrasiyi araç kullanan fikrin, ne yapacakları seçim sürecinde söylediklerinden belli değil miydi?
Yasaklı Recep Tayyip Erdoğan'ın yasağını kaldırttırarak Siirt'ten seçilmesini sağlayan Deniz Baykal; dokunulmazlık zırhını büründükten sonra "Demokrasi Tramvayı Vatmanı"nın, ne yapacağını tahmin edemiyor muydu? Kendisine bu konuda yapılan uyarıları, demokratlık adına neden kabul etmemişti?
"Dağlara taşlara ne mutlu Türk'üm diyene diye yazmak ilkelliktir." diyerek Atatürk'e ve Türklüğe muhalif birini demokratlık adına Köşk'e taşıyan Bahçeli, bu davranışıyla kadrolaşma sürecine vereceği katkıyı öngörememiş miydi?
Bu kadar açık ve basit öngörüyü beceremeyenlerle, millet siyâseten nereye götürülebilir? Ki her seçim döneminde sandığa girecek ve seçmenin noterce onaylayacağı isimleri de bu öngörüsüz kişiler tesbit etmezler mi, nasıl bir demokrasiyse!...
Artık açılım adıyla kördüğümleştirilen bu açmazı, birinin çözmesi gerek!
Kutatdgu Bilig'de; "Cesur adamlar sıkı düğümler çözer. Cihâna hâkim olmak için bin türlü erdem gerekir. Dünyaya hâkim olan kişi erdemiyle kılıç çalıp düşmanın boynunu keser. Memleketi ve milleti kanun yoluyla düzen altında bulundurur." demiş akîl Türk, Yusuf Has Hâcib...
Milletin yasalara uymasını, vergisini vermesini, dostu dost düşmanı düşman bellemesini isteyen; yasaları adilleştirecek, Türk Lirası'nın değerini yükseltecek, can ve mal güvenliğini sağlayacaktır. Aksi halde millet; on binlerce yıllık teamülüyle bildiği gibi müdâhele eder ve bundan en büyük zararı da demokratlık maskesiyle milleti incitenler görür vesselam...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 11, 2009

TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR

"Derviş, dervişin arkasına sırayla geçer!", "Tatlı tatlı yemenin, acı acı çıkarması var!", "Allah, ibreti ahrete bırakmaz.", "Gülme komşuna, gelir başına..", "Haramdan bina olmaz." mış...
Bunlar, istemediğimiz kadar sıralayabileceğimiz ata öğütlerimiz. Kim, ne kadar uymuş veya kim, ne kadar uyar, hiç belli değil...
Sen; Dinç Bilgin parçalanırken, malları haraç mezat satılırken seyredeceksin!
Sen; Ciner'ler parçalanırken, kıs kıs gülerek seyredeceksin!
Sen; Karamehmet'ler, Uzan'lar, daha niceleri hâkim güçler tarafından parçalanırken rakiplerinin yok edilişinden aldığın keyifle şampanya patlatacaksın!
Sen; "Türkiye Türklerindir." başlığıyla Türk Milleti'nin gönlünde taht kurmuş bir dev gazetede; enteli-danteli, sağcılıktan-solculuktan geçineni, geçmişine ve şanlı arkadaşlarına ihânet eden paraya tapan, ucuz "Dolma Kalemler"i, milletin başına kanaat önderi olarak belâ edeceksin!
Hele sen!
Hele sen! Aydın Doğan; Başbakan Mesut Yılmaz ve eşi Berna Yılmaz'ın arasında, hiç bir adab-ı muaşeret kuralına uymayan bir oturuşla ve tempo tutamayan acemi ve ukala oturuşunla, hayatımda affedemeyeceğim bir gfotoğraf olarak hafızama kazınacaksın!
Sağ gösterip sol vuracak, tahrik edip üzerine saldığın bürokratların canına okuduğu medya patronlarının yok edilişini, zafer kazanmış edâlarıyla kutlayacak, bu arada Almanya'dan plaket üstüne plaket alacaksın!...
Sana hiç kimse; "Mağrur olma padişahım! Senden büyük Allah var." dememiştir de, sana hiç kimse; "Deveden büyük fil var!", "Dinsizin hakkından imansız gelir!" demedi mi Allah aşkına?
Gerçek kanaat önderleri, gerçek Türk münevverleri, açlık-tokluk arası hayatlarını tevekkül ve şükürle idâme ettirirlerken; şarap kompedanlarıyla, allı-pullu medyatik sosyetelerle, Hac farizâsını dizi yazı haline getiren edep fukaralarıyla, milletin millîyeti ve mukaddesatıyla açıkça alay etmeyi entellik sayan kiralık kafalarla; kapalı kapılar ardındaki kalem tehditleriyle kazandığın-aldığın söylenen ihâlelerle süratle zirvelere tırmanırken, bu çağ dışı aracın freninin patlayacağını ve seni zirveden tepetaklak yuvarlayacağını hiç mi söyleyen çıkmadı?
Kirasını ödeyemediğini bildiğim, yol parası olmadığı için davet edildiği toplantılara elli yalan muazeretle katılamadığını bildiğim, basım parasını temin edemediği için millete çok lâzım olan çalışmalarını kitaplaştıramadıklarını bildiğim Türk Münevverleri varken; boğaza nâzır villalarla transfer ettiğin kalemşorların, kamu vicdânını nasıl yaraladığını, milletin onlara ve patronları olarak sana nasıl kem biçtiğini hiç mi duymadın?
Başbakan'la Eşi arasındaki edep dışı tavrınla oturduğun günlerde seni uyarmak ve itiraz etmek için yaptığım haykırışıma; "Amaaan! Boş verin!" demeğe bile tenezzül etmediğin günden beri, bu günü bekliyordum biliyor musun Aydın Doğan?
Sen; açıkça parçalanan, târ ü mâr edilen meslektaşların gazete patronlarına göbeğini kaşıyarak seyircilik ettiğin, hatta sayısız beddualarla bu gününün beklendiği için, yalnızlığa mahkûmsun!
Seni savunmaya niyetlenenlerin cümlelerindeki inançsızlığın, kendi söylediklerine kendilerinin de inanmayışlarının ne kadar belli olduğunun farkında mısın?
Milletin başına belâ olmasında çok katkın olan Hükümet'in, seni parçalarken ki keyfinden, milletin hiç rahatsız olmadığının farkında mısın?
Parayla değil bu işler Aydın Doğan, sırayla sırayla! Yanlış örnek olduğun medya patronluğunla basın dünyasında yaptığın tahrîbat, nasıl giderilir bilemem ama ciddi vebâldesin Aydın Doğan, çok vebâllisin! Yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette olmamışlardır... Sana ve senden aldıklarıyla şımaran "Dolma Kalemler"e rağmen;
"TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR." vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 10, 2009

GİTMEM...

Kahpe, bölücü teröristlere operasyonlar devam etmeseymiş, son on şehidimiz can vermezmiş! İte bak, yattığı yere, ürüdüğü yere bak!... Bu densize, edepsize, tahrikçiye, kan içiciye, "Keeesss!" diyecek bir yetkili yok muuuuu?
Ya bunları susturun ya da Millet susturacak!...

GİTMEM...
Kanla vatan ettim ben bu toprağı
Son damla kanımı dökmeden gitmem.
Hainin başında yakıp çerağı
Onları hesâba çekmeden gitmem
Aklını yerinden sökmeden gitmem...

Kanımı veririm Bayrağım solmaz
Ölür çoğalırım eksiğim olmaz
Aslâ nöbet yerim Mehmetsiz kalmaz
Nöbetimde Tekbîr çekmeden gitmem
Haçlı bilekleri bükmeden gitmem...

Dedemin kanıyla mîras bu Vatan
Tapusu her yerde isimsiz yatan
Demokratlık diye dününü satan
Entelin belini bükmeden gitmem
Kökünü bağrımdan sökmeden gitmem...

Canla şânı döğüştürmüştü Ata'm
Kötü ânı değiştirmişti Ata'm
Mâzimizi geliştirmişti Ata'm
Hakkıyla vârislik etmeden gitmem
Vatanda hâinler bitmeden gitmem...

Ölüm korkak için kurtuluş belki
Kurdun ölümünden gün umar tilki
Bilin müjde kalır bundan evvelki
Söküğü yırtığı dikmeden gitmem
Türk'ü tek hükümran etmeden gitmem...

Ben çektim yukarı, indi aşağı
Avrupa köpeği, Haçlı uşağı
Beline bir daha vurup kaşağı
Katırımı tımar etmeden gitmem
Hâini hesâba çekmeden gitmem...

Adımı Türk koyup özel yarattı
Kalkanım îmanım, dînim pusattı
Kanım bazen Dicle, bazen Fırat'tı
Kendi denizime akmadan gitmem
Uşağın sonuna bakmadan gitmem...

Çok azîz bilirim hatırımı ben
Kurban'a saklarım satırımı ben
Dayısına göre katırımı ben
Topa koşup dağa çekmeden gitmem
Alçağın belini bükmeden gitmem...

Babamdan nöbeti devraldım şanla
Oğlum nöbet için sırada anla
Son günlerde başımdaki dumanla
Dağlarımda nârâ atmadan gitmem
Zaferle mest olup yatmadan gitmem...
10 Eylül 2009/ İzmir

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SARRAF TA BAĞIRIR MI?

"Siz hiç sarrafın bağırdığını duydunuz mu? Kıymetli malı olanlar bağırmaz. Domatesçi, zerzevatçı bağırır ama kuyumcu bağırmaz. Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz. Düşünen bağırmaz. İnsan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir." diyorlar bana... Ya sence?Ecehan Dilek GÜRALP"
İletiyi olduğu gibi aldım.
Son günlerde hatta son yıllarda belki de hayatımda duyduğum en güzel soru: "Siz hiç sarrafın bağırdığını duydunuz mu?" Sorunun sahibesi Ecehan Dilek Güralp; tavrını, yüreğini, Türkçe duruşunu ve tevilsiz Tükçe seslenişlerini sevdiğim bir Türk kadını.
Kendini Türk kadını olarak adlandıran ve bu adla açtığı kişisel sayfasıyla da susmadan, ara vermeden seslenen bir 21.yy. Nene Hatun'u, Kara Fatma'sı...
http://turkkadinlari.blogcu.com/ adresinden seslenir Ecehan Dilek Güralp... Zamanı olan her kesi, hiç değilse bir kere göz atmaya davet ederim. Tanıştığı, sesini duyurabildiği her kesle paylaşır düşüncelerini Ecehan ama bu soruyu, nedense ben fakîre yöneltmiş!
Ya beni bir bilen zannederek onurlandırıp cahilliğimi hatırlatarak utandırmak istemiş ya da Türkçe nârâsı hiç kesilmemiş bir Türk olarak bendenizi kendi feryâdına ortaklığa dâvet etmiş... Şerefle...
Siz, hiç sarrafın bağırdığını, kapısının önünde dikilerek; "Buyurun, buyurun!" diye teşrifatçılık ettiğini gördünüz veya duydunuz mu gerçekten?
İyi malın reklama ihtiyacı olmuş mudur?
Zâten acıktığı için lokantaya yönelmiş aç adamı, kapının hemen eşiğinde; "Buyurun, buyurun!" diye tahrîkin bir mantığı var mıdır?
Çobanın susamış koyunu su içerken kavalıyla yalnız bırakmaması gibi hiç rahatsız etmeyen bir mantık dışı uygulama ama belki de yüzlerce yıldır uygulanagelmiş...
Aslında sadece sarraflar değil sanatkârların, ustaların hiç biri bağırarak teşrîfatçılık yapmaz!...
Meselâ usta bir terzinin, usta bir demircinin, usta bir marangozun, ehîl bir mühendisin, usta bir şairin, usta bir edibin bağırarak teşrifatçılıkla reklâm yaptığını, bileniniz var mı?
Tabi bu genellememize; Nobel ödülü için devletini, milletini, tarihini iftiralarla karalayarak satabilen ucuz, pamukça yumuşak kalemler dahil değil!
Gene bu genellemeye; bir kadın memesine vatanı satabilecek, hayvanlarla seksi, ensest ilişkileri normal sayabilecek, sekste sınır tanımazlığını entellik diye yutturmak için televizyonlardan, kendisine ayrılan köşeden teşrîfatçılık yapan aydın sıfatlı, kara suratlı adamlar dahil değil!...
Gene bu genellemeye; düşünceleri diye dayatılan dikte ettirilmiş bildirileri yazan, dolar veya euroyla alınıp satılmayı mahâret sayan, doldurulan renkte yazan-çizen, "Dolma Kalemler" de dahil değil!...
Altına sarrafın, sarrafa da ziynete ihtiyâcı olanın ihtiyâcı var.
Sarraf altını işleyecek, sarrafa güvenen ihtiyâç sahibi de bildiği ve bildiklerine de tavsiye ettiği sarraftan istediği altını, mücevheri almak için gidecek...
Gidecek te; sesine, duruşuna, duygularına çok güvendiğim Türk Kadını'nın; peşpeşe doğal ve sanal âfetlerle yüreği kan ağlayan Türk Milleti'nin bir milliyetçi ferdine, bu kara günlerde bu sorusu niye?
Sayısız Türk Anası ağlarken, sayısız Türk evinin bayramı kara gelmişken bana ne sarraftan? Bana ne süslenecekten ve süslenecekleri süsleyeceklerden?
"İşte adû karşıda, hazır silah/ Arş yiğitler vatan imdâdına" diye seslenmesini beklediğim bir Türk Anası'nı, bu soruya mecbûr eden ne?
Sorusuna; "Sormazki bilsin, sorsa bilir. Bilmezki sorsun, bilse sorar." Osmanlı meseliyle cevap versem ve bu ateşten günlerde, Türk'ün yeniden ateşle imtihan edildiği günlerde bütün ehîl Türk kafaları, birlikte vatan imdâdına çağırsam...
Düşünen bağırmaz, haklı! Düşünen, düşündüğü ana diliyle nârâ atar! Bizim gibi...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÇÂRELERDE DEMOKRASİ TÜKENMEZ!...

"Bu gidişin sonu iyi değil..."
Uyuyan devi uyandırmayın diye, sesimizin yettiğince haykırıp durduk! Ya duyulmadık ya da önemsenmedik!
Eeee! Ne oldu?
Türk Milleti olarak biz edebe bağlı kaldıkça, ötekileştirilmeden kendilerini öteletmek için "açılım-saçılım" işportacılığına başlayanlar edepsizleştikçe edepsizleştiler! Şirretleştikçe şirretleştiler!
Bu edepsizlere, bu şirretlere bir de "Milletten yetki aldım!" diyen, 'demokrasi tramvayı vatmanı' önderliğinde AKP'lilerin destekleri eklenince, sabır taşı çatladı!
İnternet dünyasında başlatılan ve iki-üç günde beş yüz binden fazla katılımcı toplayan "Türk Açılımı" diyenlerden haberiniz var mı?
Aslında istenen bu!
İki Cumhuriyet ve Atatürk'le dâvâlı zihniyetin işbirliğini seyrediyoruz, sabırla! Bu iki zihniyetin, eş zamanlı olarak demokrasiyi araç kullanmak gibi benzer bir mahâretleri de var! Defalarca kapatılmış partilerin devamı olarak kurulup, hatta kapatılacak partiden ayrılarak cezalandırılmaktan kaçan, yeniden örgütlenenleri, biliyoruz!
Bu zihniyetlerin büyüğü; Avrupa'ya, batıcılığa, AB'ye külliyen karşı olduğu gibi, destekleyenlere de garson derdi! Haçlı uşağı derdi! Laikliği dinsizlik, Atatürk'ü deccal diye târif eden hâtipleri vardı! Bu zihniyet; kapatılacak partiden ayrılıp yeniden teşkilatlanmaya başladığında Genel Başkanı, yasaklıydı! İstanbul belediye başkanlığını tamamlayamadan cezalandırılmıştı! Bir şiir okudu diye cezalandırıldığını, hatta müslüman oldukları için îmansız laiklerce, asker tarafından cezalandırıldıklarını fısıldayıp ağlayarak, yalvararak dergâhlarda, tekkelerde, camilerde propoganda yaptılar! Mazlûma, mağdûra merhametli olan milletten, tahminlerden fazla oy aldılar. Hükümet te oldular ama Genel Başkanları siyâseten yasaklıydı!...
Durur muydu bizim demokrat, laik, Atatürk'ün kurduğu Atatürkçü partinin genel başkanı? Böyle antidemokratik bir ortamda, böyle insanlık dışı bir uygulamaya seyirci kalır mıydı? Antilaik, Cumhuriyet ve Atatürk'le hesapları olduğunu söyleyen, ikinci cumhuriyetçilik adıyla intikama hazırlanan birinin siyâsi yasağını kaldırmamak olur muydu?...
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en beyefendi sosyalisti Erdal İnönü'nün; Meclisin ve milletin başına belâ ettiği Kürtçüleri Meclise taşımak demokratlığının benzeri bir davranışla, yasaklı genel başkanın cezasını kaldırtarak Siirt'te iptal edilen ve yenilenen göstermelik seçimle, günümüz Başbakanı'nın önünü açtı demokrasi adına!...
Şimdi de sert muhalefetle milletten iltifat bekliyor demokratça!
Bu gün, zamansız ve talimatla ortaya atıldığı söylenen kapalı "açılım paketi"ne, haklı olarak karşı çıkarken, yıllar önceden açılıma hazır oldukları, kendi raporlarıyla sâbit!
Resmen randevu talep edilirse, görüşecekler elbette! 36 etnik köken içinde en aptal, en zavallı, en devlete sâdık, devlet için ölmeyi ibâdet sayan tek asker millet, Türkler ya!...
Seçim meydanlarında söylediklerini reddetmekte yarışan dinci iktidar ve laik muhalefetin dönme yarışlarını seyreden millet; en iyi takîyyeciye, yâni en iyi dönene, yâni en iyi değişip gelişene, yâni "azîz milletim" derken ayrımcılığa yelken açana, ümmetçilikte kavmiyetçilik-milliyetçilik olmaz diyerek, şövenist-ırkçı-hâin bölücülere destek verene, mecbûr edildi!
Çâresizlikten, çâresizliği çâre diye dayatan gayr-ı milli demokrat maskelilere mecbûr olan millet, çâresiz bırakıldı!
Bu mecbûriyetin sonunda bir mahkûmiyet var! Birilerine mutlaka bedel ödetilecek ama bakalım kime?
Çârelerde demokrasi tükenmezmiş te bizi; "Demokrasilerde çâre tükenmez" diye oyalamışlar!...
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Eylül 08, 2009

YANLIŞTAN, DÖNÜN!...

İnsanlık öldü! Başınız sağ olsun insanlığı kendi elleriyle katleden demokratik insanlar!
İçinde ne olduğu hâlâ bilinmeyen "Açılım" rüzgârını, şımararak "zoralım" algılayan bölücü hâinler, yedi Mehmetçiğimizi katletti!
Açılım, açılıp saçıldıkça şımaran ve gittikçe de şımaracakları belli olan teröristlere demokratik haklarını vermeğe kararlı Başbakan, bu saldırıların çalışmaları engelleyemeyeceğini açıkladı! Ey vâh olsun!...
Başımız sağ olsun Türk Milleti!
Başınız sağ olsun Şehitlerin silah arkadaşları Türk Silahlı Kuvvetleri!
Hâine, işbirlikçilere, demokratik hakçılık yapan bütün acizlere, Türk'üm diyemeyen, "Ne mutlu Türk'üm diyene"yi ilkellik sayan, her kese rağmen; VATAN SAĞ OLSUN yedi kere daha!...
İnsanlık öldü! Başınız sağ olsun, insanlığa katleden demokratik silahlı terörist yanlıları!
Trakya'da sel âfeti var! 12 vatandaşımızı seller yuttu!
Yağmurlar devam edecek! Seller devâm edecek! Yağmur yağacak, seller akacak, arap kızı camdan bakacak! Başın sağ olsun elleriyle insanlığa katleden demokrat ihmalkârlar!
Adına "Demokratik Açılım" denilen, gayr-ı resmi ağızlarda ve yandaş medyada "Kürt Açılımı" denilen açılımla, saçılım başlatıldı!
2002'de sıfırlanmış bir halde devralınan terörist eylemler; içerdeki demokrat, dışardaki diplomat teslîmiyetlerle ölüyken hortlatıldı! Gözünün bağı açıldığında korkudan dudakları kuruyan, altını ıslatan, "Anam Türk..." diyerek devletin emrine girmeye hazır olduğunu titrek seslerle söyleyen korkak kedi, şimdi cezaevinden poz satıyor!
Arabulucu "Dolma Kalem" mi ararsınız, dağdaki alçakları insan diye yutturmaya çalışan, dolar veya euroyla alınıp satılan ucuz aydın(!)lar mı ararsınız, eskiden kuvvetli gördükleri için koltukları altına sığındığı Ülkücülerle tanışlıktan öte bir özellikleri olamayan, şimdi kuvvetli gördükleri hükümet partisine yağcılığa soyunan eskimiş-pörsümüş-değişmiş-dönmüş-dönekler mi ararsınız; vatanı bir kadın memesine satabileceğini, ensest ilişkileri makûl karşılayabileceğini, hayvanlarla seksi acayip karşılamadığını söyleyebilecek kadar en-tellek-tüeller mi ararsınız? Ne ararsanız; doğrudan, güzelden, ahlâktan uzak, bulursunuz bu "Açılım"a destek verenlerden!...
Şimdi de Meclis'te Kapalı Oturum, terennüm ediliyor!
Yargılanırken, cezaevinden seçimlere girip Meclis'e giren PeKaKa'lıların olduğu T.B.M.M.'de kapalı oturum!
An be an, bölücü örgütün haberdar olacağı Meclis görüşmeleri; Türk Milleti'nden on sene saklanacak!
Heeeeeey! Bulundukları yeri hazmedemeyip başı dönenler! İnternet dünyasında başlatılan ve iki günde beşyüz bin katılımcı toplayan ve meydanlara ineceklerini anaons eden; "Türk Açılımı" cılardan haberiniz var mı?
Dönün bu yanlış ve tehlikeli inattan!
İmralı mahkûmunu asmadan, kırk bin yüreği yaralı, öfkeli insanımızın yürek yangınını söndürmeden açılım-maçılım olmaz! Bu zorlamanızla, zorla milleti ayrıştırısınız! İmralı'daki asılmadan; her Türk yanındaki kamburu saydığı kardeşi Kürt'ten huylanacak; her Kürt, yanındaki Türk'ten haklı olarak ürkecektir!
Hiç kimsenin, hatta bölücülerin bile başaramadığı ayrımcılığı; bu "Açılım" terânesiyle siz başarıyorsunuz farkında mısınız?
Sanal dünyada başlatılan "Türk Açılımı" gerçekleşirse; Türk'ün bütün öfkesiyle, açılımcıların zorla ötekileştirmeğe çalıştığı Kürt Kardeşlerinden önce, kimleri hedef alacağını göremiyor musunuz?
Türk'ün ve Kürt'ün, "Ne mutlu Türk'ün diyene" diyenlerin tamamının öfkesi önünde nasıl durmayı düşünüyorsunuz?
Milleti, dayanılmaz derecede tahrik ediyorsunuz! Söylemeyip söylenen milletin söylenmelerini, duyun artık!... Bu ısrarlı ve zorlandığınız yanlışınızdan dönün artık!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Eylül 07, 2009

BU YANGIN SÖNMEZ!...

Sönmez bu iç yangını, yanar da yanar... Dumansız bu âteşi hisseden her kes yanar...

Zora mecbûr etti Ulu Yaratan!

"İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn." Emr-i İlâhi'sine, boyun eğdik çâresiz...

Güçlüyken, zayıf kaldık!

Milyonlarca Alperenle, kalabalığımızda yalnız kaldık!

"Vuslat Kurultayı" dedi kalabalığımızın adına bir Alperen! İçimizdeki fırtınalarla sessiz kaldık, ussuz kaldık!

2007 yılında Antalya'da; "Firârî ülküdaşlarımıza, Muhsin Yazıcıoğlu seferberlik ilan etti ve hepinizi sefere çağırıyor deyin." ricasıyla bütün Ülküdaşlarına seslenirken hepimizi coşkuyla ağlatmıştı!

Ağlamaya tâlim ettirmişti demek ki hepimizi!

"Allı morlu Türkmen kervanı, bütün engellemelere rağmen seferdedir." derken "Vuslat Kurultayı"na mı hazırlıyordu sevenlerini?

Sevmeyenlerini bilirdik! Bilirdik bilmesine de açıkça "Sevmiyorum." diyeni, diyebileni hiç görmedik!

Sayısız hem de çoktan da çok sayısız sevenlerini bilirdik! Bilirdik bilmesine de bu Anadolu Türkmen Yiğidi'nin yalnızlığını, bir türlü tarif edemedik ve anlayamadık!

Anlayamadığımız için de anlatamadık!

Anlamadık, anlatamadık! Dinler göründük, dinlemedik! O'nun herkesi çok sevdiği doğruydu. O, sevmekten başka bir yol bilmiyordu. Sevgisini paylaşamamaktan olsa gerek, sadece bana kalsın, sadece beni sevsin, ben de sadece onu seveyim ama sadece ben seveyim kolaylığıyla, nefsânî acziyetimizle, kimseye minnet etmeyen Yiğidimizi, yakıcı güneşin alnında üşüttük!

Sadece üşütsek iyiydi! Yaktık ayazlarda, dondurduk!...

Eşinden kıskandık!

Oğlundan, kızından kıskandık!

Kardeşlerinden, akrabalarından, sülâlesinden, Sivaslı hemşerilerinden kıskandık!

Hepimiz tek tek, sadece bana kalsın düşüncesiyle kendimize sakladık ve sevgimizle sardığımız Yiğidimizi, sağlığında yalnızlığa mahkûm eyledik sayısız gönüllerde!

Delicesine severek, sadece kendisine saklayan; eşinden, çocuklarından, akrabasından, hemşerilerinden kıskananların sayısının milyonlar olduğunu, "Vuslat Kurultayı"nda gördüğümüzde "Ey Vaaaah!" larımız Fâtihalar eşliğinde semâyı patlattı!

Artık ağlamak günüydü!

Artık tek tek her kesin vicdanıyla hesaplaşarak kendisine hatalarını itiraf etme günüydü! Aşırı, sakınarak, her kesten kıskanarak sevginin nasıl zararlı olabileceğini, hep beraber görerek milyonlarca "Muhsin Seven", yırtınarak, feryâd ederek, ağlamaya mecbûrdu!

Seven her kes, içine ağlayacaktı. Ağlıyor, ağlayacak...

"Allı morlu Türkmen kervanı, bütün engellemelere rağmen ..." hâlâ seferde... Allı morlu Türkmen kervanının başında, "Bütün Zamanların Ülkü Ocağı Genel Başkanı"nın, Büyük Türk Birliği hayâliyle çırpınan Türkmen savaşçının, yakın mesai arkadaşlarından; samanlık içinde iğne ararcasına seçip yakınına aldığı, inandığı, güvendiği, sırdaşlığına kadar çektiği bir Alperen var...

Bilirim ve inanırım ki; Muhsin Yazıcıoğlu ne diyorsa veya seçim alanlarında, toplantılarında neler diyecektiyse, tamamından haberdar ve -şimden gerû- O'nun adına söylemeye uğraşan bir Alperen var...

İşi kolay mı? Değil...

Zor mu? Vallahi değil!

Allı morlu Türkmen Kervanı'nın Kervan Başı'nın davranışlarını taklit etse yeter! Hiç kimseyi dışlamasa, hiç kimseye iç âlemini açmayacak kadar ketumlaşsa yeter!

Gidenin yeri dolmaz!

Her dönemin, her neslin kendisiyle örtüşen bir Yiğidi mutlaka vardır ve olacak!

Bizimkinin kıymetini bilemeden gönderdik! Bizimkini, istemeğe tenezzül etmediği oy desteğimizi esirgeyerek gönderdik!

Bizimkini; çok severek, kıskanarak, kendimize saklayarak, milyonlarla buluşturarak gönderdik!

Emîniz ki O'nun için iyi oldu!

Her türlü yalanın, riyânın, sahtekârlığın mubah sayıldığı kirli bir ortamdan, çektiği âzaptan, Taceddîn Dergâhı'nda erenlere katılarak rahatladı şükrolsun!

Olan bize oldu!

O'nsuz kalan biz olduk! O'na gösteremediğimiz dostluğumuzu taşınmaz bir yük olarak, sînemizi oya oya taşımaya mecbûr biz kaldık!

Allah(c.c.); Yiğidimize rahmetler eylesin! Sevdikleriyle, özlediği ve özledikleriyle haşretsin inşallah!

Bize, bizlere de akıl versin, îzan versin, ferâset versin, sabırlar versin...

Emânetlerini verâseten bıraktığı, emânetçilerine destekten bizleri uzak etmesin! Lânet nefsimize yenilerek, benlik bencillik etmekten korusun Rabb'im bizleri...

Her şeyi anlatmak kolay! Her olayı hikâye etmek kolay ve zevkli ama delice sevdayla, delice kıskanılarak sevileni anlatmak zor! Bütün arzuları dillendirmek, anlatmak kolay ama dönülmeze gönderilen özleneni anlatmak, zordan da zor! Her niyette bir Fâtiha ile susmak gerek... Zordan da zor bu hallerde konuşmak!...

Muhsin Yazıcıoğlu'nu da, O'nun sevdiklerini de, O'nu sevenleri de artık hiç kıskanmadan seviyorum.

Hele O'nun ideallerini, siyâsi emel ve hayallerini gerçekleştirmek için sadâkatle uğraşanları, O'na sadâkette kararlı Alperenleri tevilsiz, tarifsiz seviyorum...

Haydi Yiğitler!

Haydi Alperenler!

Haydi yüreği Allah aşkıyla, îman coşkusuyla, millet-devlet sevgisi, Bayrak-Ezan sevdasıyla çarpan Türkmenler!

Haydi kendini nizâm-ı âlemden sorumlu tutan, "Varlığım Türk varlığına armağan olsun." diyen ehl-i iman!

Haydi sefere!

Seferdeki allı morlu Türkmen Kervanı'ndan kopmadan, safımızdan çıkmadan, safımızın sıklığını bozmadan, her birimiz ayrı ayrı kolumuzda Muhsin Yazıcıoğlu'nu hissederek, haydi sefere!...

"Utanıyorum Reis!" demiştim...

Hâlâ utanıyorum ve ömür boyu taşıyacağım vicdânî sorumluluklarımın baskısını belki azaltabilirim diye safımda kalarak utanmaya kararlıyım!...

"Oğlun Furkan bile terk etse, seni terk etmeyeceğim." diye söz vermiştim. Dönersem kahpeyim...

Hatırlanmasam da, hatırlamayanların O olmadığını bilerek aslâ sitem bile etmeden...

Sevgiyi tanımayan, sevdâdan ne anlar?

Yanıyorum için için! Yanacağım ömrümce ve bu da dumanımdan sadece bir zerresi...

Biliyorum dönmeyecek! Biliyorum, yürek yangınım ömrüm boyu sönmeyecek!...

Amaaa; yaktığı Büyük Birlik meş'âlesi, her yürek acısında biraz daha, her utanan yüreğin gayretiyle biraz daha, biraz daha milletin mâkus tâlihine çâre için yanacak...

Alperenler, sağken belki tektirler ama dünyalarını değiştiklerinde sığmazlar bu fâni dünyaya...

Her yerde O'nu hisseden, her gülde O'nu koklayan, O'nun özlediğiyle birlikte terennüm eden her kese;

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

YASLI MISIN MİLLETİM?

Milyon kere öldüm, gene ölürüm
Devletim Milletim yaşasın diye,
Becersem dirilip geri gelirim
Hâini ezdikçe coşasın diye...


Canını aldılar! Susan sen misin,
Hortumcular yerken kusan sen misin,
Îman pazarında küsen sen misin,
Münafık saltanat kuşansın diye?...


Gülümseyip gül dağıttı daha dün
Ne güldüğün belli, ne üzüldüğün
Yetmedi mi tevekkülle öldüğün
Daha ne yapmalı coşasın diye?...


Şehît ölümüyle ölümsüzleşir
Her şehîtte sen-ben biter bizleşir
Kahramanlar acılarda yüzleşir
Zoru kolaylayıp aşasın diye...


Pusatlarca paslı mısın Milletim
Dağlar gibi puslu musun Milletim
Yoksa hâlâ yaslı mısın Milletim
Üşüyen Yiğidin yaşasın diye...


Hasret, işte buymuş oyar yüreği
Özlem ile sızlar burun direği
Yiğidim'e toprak atan küreği
İşâret koy; Yiğit yaşasın diye...

Yolcu şaşmasın,
Surat asmasın,
Dili duasız,
Kabri selamsız
Hayatı anlamsız koymasın;
Bir saniye sonrasına hükmedemeyeceği hayat için kimse fırıldaklaşmasın!

"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Eylül 06, 2009

KARDEŞ, KARDEŞİN KAMBURU...

Şu kardeşlik terânesine, bir de ben dokunayım!
Varlıklarıyla müftehîr olduğum; yoldaşlarım, arkadaşlarım, dostlarım, Kürt Ülküdaşlarıma hiç ama hiç kardeşim demedim! Onların da bana kardeş demelerine itiraz ettim! Çünkü:
Bir; kardeşin kardeşe ne yapabileceği, Habil'le Kabil'den bilinir.
İki; kardeş kardeşin kamburudur!
Hayatı düzenli, huzûrlu, istedikleri gibi yaşamak isteyenler; yabancıdan, elden, hatta yabandan arkadaş edinirler. Arkadaşın arkadaşa hatası, yok denecek kadar azdır. Çünkü müthiş ayıptır! "Kardeş kardeşe benzemez." ama "Söyle arkadaşını, ne olduğunu söyleyeyim." diye bir el terâzisi de vardır!
Büyüklerimden, nasîhat olarak çok dinledim: İnsana musallât olan bütün dertlere ameliyatla müdâhele edilir. Meselâ kalbe, mideye, böbreğe, dalağa, göze... Hatta, elden koldan, bacaktan biri kopacak olsa protez takılır. Kalp nakli, göz nakli, böbrek, dalak vs. nakli mümkündür ama bir illet vardır ki ona ameliyatla müdâhele mümkün değildir! O illetle doğan, ömür boyu çekmeğe mecbûrdur; Kambur!...
Kardeş te kardeşin kamburudur! Kardeş, istemeden edindiği kardeşini, çok rahatsız olsa bile ömür boyu taşımakla mükelleftir! Kötü kardeşinden vaz geçenin arkadaşlığı da makbûl sayılmaz! Çünkü kötü kardeşine ihtiyâcı olduğunda destek vermeyenin, arkadaşına desteği inandırıcı olmaz!
Bu yüzden varlıklarıyla müftehîr olduğum, beraber büyüdüğüm Kürt Dostlarıma kardeş demedim ama -dostlarımı tenzîh ederek- Kürtlere Kardeşlerim demiştim, diyorum!
Çanakkale Savaşında da, Kurtuluş Savaşı'nda da kardeşlerden Kabil'liği yapmış olan Kürtlerimizi asla ötelememeğe, asla ve kat'a emperyalizmin taşeronları bölücülere yem etmemeğe kararlıyım! Ne bir Kürt kardeşimden, ne de bir çakılımdan vaz geçmemeğe bedeli can bile olsa kararlıyım! Çünkü ben Türk'üm, kardeşim ve kardeşimden asla vaz geçmem...
Demokrasiyi amaçları için araç kullanan iki zihniyetin, art niyetli emellerine Kürt Kardeşlerimi yem etmem! Yıllarca, demokrasiyi araç gördüğünü saklamadan iktidara kadar yükselen bir zihniyetle demokrasi ve seçim sistemimizi araç kullanıp seçimlere bağımsız girip terörist tehditleriyle seçilerek meclisimize kadar giren bölücü zihniyetin, işbirliği ile muhatabız! İçinde ne olduğu bilinmeyen "Açılım Paketi"nde, Cumhuriyet ve Atatürk'le hesaplaşmak isteyen bu iki zihniyetin ittifâkı var!...
Türkiye'de 36 etnik grup olduğunu ve kendisinin Gürcü asıllı olduğunu da söyleyen bir Başbakan var. "Kendi Meclis Grubu'nun içinde bu etnik tasnîfi yapmış mıdır?" diye soran, kanaat önderi okurlarım var. Hatta; " 'Hüsniyâdis Hortladı' adlı ve Bülent Arınç'ın Büyük Amcası'nın hayatını hikâye eden kitaptan haberi var mıdır? Menemen'de Kubilay'ı testere ile kesen Derviş Mehmed'in yine Arınç'ın öz dedesi olduğuna dair internet bilgilerinden, haberdâr mıdır?" diye sorulara muhatabım. Elçiye zevâl olmaz! İleteyim!...
Ve Kardeş bildiğim, ömür boyu taşımakla mükellef olduğum ve kambur olarak ta kabulleneceğim Kürtlerimizi, hiç bir emperyalizm taşeronuna yem etmemeğe kararlılığımı bir daha ifâde edeyim...
Cehâletleri dolayısıyla; şıhları ve ağaları yüzünden eğitim alamamış Kardeşlerimizin aslâ bu taşeronlarla olmadıklarını bilirim. Kürt olmayan ve Kürtçe bilmeyen Apo'nun, Kürtçe bilmeyen Ayna'nın ve Ermeni, Arap oldukları bilinen teröristlerin asla Kürtlerin hakkı gibi bir düşüncelerinin olmadığını bildiğimizi de zavallı kardeşlerimize hatırlatarak yüksek sesle söylemeliyim!
Son söz olarak ta; kardeş kardeşin kamburudur ve ele-güne karşı kardeşimizi taşımakla mükellefiz vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Eylül 05, 2009

KARARGÂHI KORUMALIYIZ!...

Alçak olma bu beş günlük dünyada,
Nesîmi tek soyulsan da kişi ol!
Bâbek gibi doğrasalar etini,
Öz kanınla yıkansan da kişi ol. (Âzaplı Mikâil)
Bütün sadık izleyicileri gibi ben de Cevizkabuğu'nu hasretle bekliyordum. Hevesle geçtim tv karşısına. Sahurumu; milletimin, devletimin sıkıntılarını, sıkıntılara çare önerilerini dinleyerek, dinlerken de beyin jimnastiği yaparak bekleyecektim. Öyle de oldu...
Bir ara, sanırım bütün Cevizkabuğu müdavimlerinin tansiyonumuz yükseldi! Sanki karargâhımıza bir sabotajcı düşman sızdı! Cephede canhıraş bir mücâdele varken karargâhta düşmanın ne işi var diye târifsiz öfkelendim!
Basın, yani gazete dünyasında, "Dünyayı Türkçe Okuyan Yeniçağ"ı; düşürülmesi, kontrol edilmesi, arasına sızılması çok zor ve muhkem bir Türk Karargâhı bilir ve bu karargâhta olmaktan onur duyarım.
Sanırım vatansever, ülkesever, milliyetperver, Atatürk'e sâdık, duyarlı Türklerin karargâh olarak gördükleri tek televizyon da "art" kaldı. Avrasya Televizyonu; program yapımcılarıyla, yorumcularıyla, katılımcılarıyla Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkılan, susturulmak, işgâl edilmek için her yolun denendiği bir oluşum. Yâni bir Türk Karargâhı da o...
Hulki Cevizoğlu gibi deneyimli bir gazetecinin programında, karagâhımıza sızıntı oldu! Ordumuzu ve özellikle de Genel Kurmayı karalamak, lekelemek ve yıpratmakla görevli, ajanların, işbirlikçilerin, edepsiz müfterilerin doldurduğu bir paçavrada kalem sallayan biri, programa telefonla alındı!
Açıkça işbirliği yaptıkları bölücü örgüt PeKaKa'nın propogandasını yaptı geçti! Bu arada bize göre dünyanın en asîl ve ehîl ordusunu da hantallıkla suçlayıp, suç örgütleriyle içiçe olmakla ithâm ederek teröristlere yenildiğini söylemek şirretliğini gösterdi!
Bunlar ve yandaşları, mensûp oldukları devlete ihâneti milli meslek edilmiş, alınıp satılmayı rütbe kabul etmiş, kim daha fazla dolar verirse onun kucağında fettanlaşmayı meslek edinmiş kalem fahişeleri!
Bunlar; Türkiye Cumhuriyeti'ne sadakatinden dolayı, Ermeni diyasporasına kafa tuttuğu için ve gönüllü Fırat'laşmış sevgili Hırant'ımızı katleden, katlettiren provakatörler! Bunlar, emperyalizmin ucuz ve çukur figuranları!
Kimlikleri, karakterleri biline biline; Kara Kalpaklıların, Vatanseverlerin, gerçek kanaat önderlerinin, devrimcilerin, ülkücülerin karargâhı olan bir televizyonda ne işi vardı diye sormadan edemedim! Sayısız soranın, sorgulayanın olduğunu da bana gelen iletilerden biliyorum.
Aynı karargâhta bir kaç gün önce de; nüfusunun %99'unun müslüman olduğu bilinen bir ülkede yayın yapmasına rağmen Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarının samimi bir savunucusu olduğuna inandığım biri, canlı yayında su içti!
Kimsenin imanını, ibâdetini kontrol ve sorgulamak gibi bir ukalalılığım asla olmaz ama laik olmak, laikliği savunmak, Atatürk'ü ve kazanımlarını savunmak ille de mütedeyyin dindarların oruç ibadetlerine canlı yayında saygısızlığı gerektirir mi diye de, incinerek sorgulamıştım!...
Son günlerin popüler sanal gündemi "açılım"da, her hangi bir Türk Milliyetçisinin fikrine de lüzûm hissedildi mi? Koparılmak istenen sanal fırtınaya gerektiği için yapılan gûya açık oturumlarda, 12 Kötü Adam'ın karşısına "Karargâh"tan birini de davet eden çıktı mı?
Onlar vatansever Türk Münevverlerine bu kadar kapalıyken, tekrâren sormadan edemeyeceğim; Karargâhımızda o ucuz, kimlik fukarası ajanın, provakatörün ne işi vardı? Düşünmek lâzım! Dik ve sağlam durmak lâzım! Türk'çe, Atatürk'çe, erkekçe net duruşumuzla karargâhlarımıza sızıntıya izin vermemek gerek diye düşündüm ve söylemek hakkımı kullandım...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 04, 2009

AB'DE YENİDEN ÎDAM...

Bir kalem ehlinin alabileceği tek ödül, okunduğunu bilmesidir. "Dünyayı Türkçe Okuyan" vefâkâr Yeniçağ okurları sağ olsunlar tenkîtleri ve tebrîkleriyle bunu ziyâdesiyle hissettiriyorlar. Varlıklarıyla onurlu ve yürekliyim elbette.
Bir yazımda HEPAR Genel Başkanı Osman PAMUKOĞLU'ndan; resmî rakamlarla Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarındaki şehitlerin içinde "Kürçüler"in olmadığını söylediğini alıntılamıştım. Bir okurum; "Mustafa Bey; Osman Pamukoğlu Paşa, Kürtçü demedi, Kürtler dedi. O kıvırtmadı, siz de kıvırtmayın. Siz Kürtleri tanıyorsunuz. Ayrıca, dünkü (bilmem hangi paçavrada bilmem kimin) "Türk Bölücübaşısı Osman Pamukoğlu" başlıklı yazısına bakınız, o doğru anlamış, siz de doğru anlayınız ve gerçek Türkçü kimmiş görünüz." diye anında uyarmış sağ olsun! Paçavranın ve anılan kimlik fukarasının adını, sütûnum murdarlanmasın diye yazmadım! Ben de; "Doğru söze ne denir?" diye cevap verdim. Sadece birlikte büyüdüğüm ve hayatları boyunca Türk Milliyetçiliğinden zerrece sapmayan Kardeşlerimin, Dostlarımın varlığından bahisle bir "Türkçe nezâket" hakkımı kullandığımı söyledim.
Bu "Türkçe nezâket" ve vefâ hakkımı kullanmaya, devâm edeceğim. Kıçına sinirlenenin donunu berbât edeceğini, pahalı bedellerle öğrendik! Kurunun oduna yaşın yandığı da bilinen bir genel zûlümdür! Ama Türk'ün hükümranlığında bu genel zûlüm, asla olmamıştır. Türk'ün Türkçe yönetiminde her zaman suçlu cezalandırılıp, başarılı ödüllendirilmiştir. Bu cezâlandırmada ve ödüllendirmede kıstas, kesinlikle ihânet ve sadâkattir.
Tarihimizde, îdam edilen Türk sadrazamlar olduğu gibi, Türk olmayan ama yükselmiş, iz bırakmış devlet adamı örnekleri mevcûttur.
Yâni; Devlete, Millete, Vatana, Bayrağa, yasalara saygılı-sâdık ve "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyen kim olursa olsun başımızın tâcı olmuş; bunlara ve mukaddeslerimize ihânet eden de lâyıkını bulmuştur.
Tam burada Osman PAMUKOĞLU'nun; "Önümüzdeki günlerde Avrupa, idam cezâsını geri getirecektir. Hazırlıkları başlamıştır." haberini hatırlatırım!
Mâdem AKP'liler, yıllarca lânet ve buğz ettikleri AB'ye sadâkatte karar kıldılar şimdi bu sadâkate devamla Milletle de barışma şansı yakaladılar! İdamı geri getiren, -AB'ye uyarak, hatta onları beklemeden hep yaptıkları gibi tavsiye raporlarına uyarak- İmralı mahkûmunu asacak yasayı sür'atle çıkarırlar ve "Açılım" gerçekten olur!
Hem müttefik(!)imizin şımartmasıyla vırraklayan Kürtçü kurbağaların gölüne taş atılmış, hem de milyonlarca gönlü kırık, Devlete, Millete, Vatana, Bayrağa ve yasalara sâdık Türk'ün ve Kürt'ün de gönüllerini fethederler! 40.000 suçsuz günahsız insanımızın anasını ağlatan psikopat bebek katilinin anasının ağladığını görmek, milyonların hakkı değil mi? Seçim yasalarımızdan istifâdeyle bağımsız olarak Meclisimize girip partileşenler de anında hizâya girmezler mi?
Suçlunun Devletçe cezalandırıldığını görmek, herkesin Devlete olan güvenini tazelemez mi?
Suçsuz günahsız katledilen 30.000 den fazla Kürt vatandaşımızın yakınları, Devlet yanında olmanın doğruluğunu görmezler mi?
Niye olduğu, niye acele edildiği anlaşılamayan bu "Açılım" paketinin bile; yakın geçmişimizde "Bayrağa Saygı Mitingleri"nde, Güneydoğu Anadolu'daki meydanlara sığmayan Kürt kalabalığı unutturamadığını, hükümet edenler bilmezler mi?
"Diklenmeden dik duruşla" iki kere milletten tek başına iktidar vekâleti alan AKP, böylece Recep Tayyip Erdoğan'ın ömrü boyunca vekâlet almaz mı? Ayrıca târihe altın varakla yazılmaz mı?...
Biliyor ve inanıyoruz ki; AKP de yapmazsa, mutlaka yapan biri çıkacaktır.
Bu millet, kırk bin suçsuz günahsız insanının kanından kolay vaz geçmez...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 03, 2009

YENİ TÜRBAN: AÇILIM...

Tramvay vatmanı, sağ gösterip sol vurmaya, devam ediyor!
"Düğün değil, bayram değil ... ?" misâli; devâsa ekonomik sıkıntılar, işsizlik-aşsızlık, mayınlı araziler, ha bire şehît haberleri, ABD'nin Irak'tan çekilirken yerine bırakacağı bir bataklık nöbetçisi arayışları devam ederken birden bire; "Kürt Açılımı-Açılım-Demokratik Açılım" sıralı adlandırmasıyla bir sanal fırtına koparıldı!
Bir zamanlar, Meclis'te veya kapalı kapılar ardında, milletten gizli halledilmek istenen işler olduğunda örtü olarak kullanılan bir türban vardı! Türban, delik-deşik! Türban'ın malzeme edildiği ve artık milletin pek umurunda olmadığı anlaşılınca, yeni bir gündem örtüsüne ihtiyaç vardı!
Demokrasiyi amaçlarına ulaşmak için tramvay gören ve vatmanlığına kadar yükselen -haklarını teslîm edelim, başarılı- siyâsetçiler, yeni örtüyü açıkladılar: Ağlayan analar ve Kürtçüler!
Başbakan, Özel Hareketçi Emniyet mensuplarına verdiği iftar yemeğinde; "Anneliğin sağcılığı solculuğu yoktur. Bizim bu süreçte annelerin göz yaşlarını dindirmekten başka bir gayemiz yoktur. " dediler! Doğrudur!...
Analığın, fikrî ve siyâsal taassûbu yoktur! Hatta; demokrasi getirmek için işgâl edilen Irak'ta conilerin tecâvüz ettiği kadınlar dahi, "piç"lerini doğururken ve doğurduktan sonra anadır! Hayatları boyunca taşımakla mükellef oldukları bir nâmus ve esâret "leke"sini, anaca beslemek ve büyütmekle mes'ûldürler!
İtlâf edilen bir PeKaKa'lının hesâbını, -canını da aldıktan sonra- elbette ciğeri yanan Kürt Ana'dan sormak, vicdân işi değildir! Böyle bir şey de yok. Ama devlete baş kaldırıp hudûtu ve huzûru korumakla görevli Kınalı Kuzu'ları şehît ederek ciğeri parçalanan anayla, o hâinin anasını benzeştirmek te vicdân işi değildir!
"Leke"lilerin "İki cihanda lekeli" diye ilan etmeğe çalıştığı vatanperverler, milliyetperverler olarak kendi kurdukları korku tüneline giremeyen siyâsi korkak kurnazlara; "Kapalı kapılar ardında yaptığınız ve ortalığı "Açılım" diye toz duman ederek başarıyla sakladığınız Ermenistan Sınır Meselesi'ni millete izahta çok zorlanacaksınız çoook!" diye hatırlatırız.
Daha dün Azerbaycan Meclisinde ayakta alkışlanmadınız mı? Karabağ meselesi halledilmeden sınır açılmaz demediniz mi? "Tek millet, iki devlet" tarifli kardeşlerimiz ve millet nazarında yalancılığı, bu kadar kolay mı kabul ediyorsunuz? Bu millet sizin duruşunuza, -ne demekse-; "Diklenmeden dik duruşunuza" iki kere oy vermedi mi?
Hadi köşeye sıkışmış PeKaKa'yı, İmralı mahkûmunca fırçalanmış ve paniklemiş DTP'yi ve salaklıkları tarihte defaetle tescîlli, kolay kullanılabilen Kürtçüleri kandırdınız! Ya Türk Milleti'ni ne yapacaksınız? Sağcı-solcu samîmi dindarlara, partilerine öfkelenip size oy veren milliyetçilere ve sosyal demokratlara, Atatürkseverlere, Kara Kalpaklılara, Ülkücülere, Devrimcilere, Kınalı Kuzularını Devlete-Vatana kurban gönderen ciğerleri yanık Türk Analar'a da mı aptal muamelesi yapıyorsunuz?
"Açılım falan yok! Bir şeylerin üzerini örtüyorlar!" diye yırtınıyordum! Beni bu kadar çabuk haklı çıkararak millî-ma'şerî vicdanda ne hâle düştüğünüzün farkında mısınız? Öz dedesinin Menemen'de Kubilay'ı testereyle kesen kişi olduğu internet sitelerinde günlerdir yazılan çizilen Bülent Arınç'ın; "Bu, seçim kaybetmemize sebep olabilecek kadar risktir." sözleriyle nerelere mesaj verdiriyordunuz?
Önünüze müthiş bir Türkçe dirençle çıkan MHP Genel Başkanı ve CHP Genel Başkanına; "İspatlayamayan alçaktır! Namussuzdur!" diye saldırarak, Ermenilerle yaptığınız anlaşmaları mı kamufle ediyordunuz?
Sorular çok, cevâp tek: Amaca ulaşmak için araç olarak kullanılan demokrasi sâyesinde millet, iki kere kandırıldı! Millet, kandırıldığının farkında bilesiniz! Ne kadar yüksekten düşerseniz, o kadar çok kırığınız olacak bilesiniz!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN