Pazartesi, Kasım 30, 2009

SENARYO DA KAFES'TE, SENARİST TE!..

Kafesteki aslanı seyretmek için, kafeslere tıkılan aslanlardan intikam alabilmek, orasını burasını kaçakça çekiştirmek için sirklere para öderiz! Aslandan korkuyor muyuz, aslanı seviyor muyuz bilinmez!
Korkunçluğunu, heybetini, krallığını yok eder kafes aslanın! Kafes; aslanın aslanlığını, saygınlığını, sıfatlaşmış karakter tarifliğini bitirir! Bu yüzden de çocuklar sirke götürüldüğünde en fazla seyredilendir aslan... Kafeste aslanı olmayan sirk, eksiktir.
Avcılar hakkında pek müsbet tarif yoktur. "Ummaz avcı..." ama aslan avcılarına farklı bir saygı vardır! Aslan avcılarının diğer avcılardan bir farkı, övgüyü hak eden farklı özellikleri vardır...
Aslanlarla, aslanları kafese koyanlarla, kafeslerle ve aslan avcılarıyla muhatab edilmek isteniyoruz son günlerde hem de demokratik zorlamalarla!
Aslan, ormanda aslanca kükreyemezse; aslan kendi dünyasında aslanca yaşayamazsa, aslan bulunduğu yerde doğal bir sessizlik sağlayamazsa aslan mı olurmuş? Kafeslerde çocuklara; "Bak ciciii!" diye târif edilerek korkunun yok edilmesine vesîle edilen yeleliden aslan mı olurmuş?
Aslanı aslan avcısından çok büyük paralarla alarak kafeslere koyup sirk oyuncağı eden kurnazların şuur altlarında, aslan korkusundan intikam mı vardır diye hep düşünmüşümdür. Sıklıkla olmasa da terbiyecisini parçalayan aslanlar da iç güdüsel olarak intikam mı alırlar?
Sirkle, aslanla, kafesle, biletli çocuk seyircilerle ve kafesteki aslandan korkmayan korkak cesurlarla, aslan terbiyecileriyle ilgili olmadık senaryolar düşleyip, olmadık komplolar hazırlamağa çalışırken; birden bire aslan miyav dedi, minik fâre kükredi!...
"Bayramdan sonra ne Danıştay kalacak, ne Bülent Arınç!.."
Farenin bu aslanca kükremesinde; yeni safariler mi, yeni aslan sürek avları mı, aslan avcılarıyla pazarlıklar yapılarak hazırlanmış yeni kafesler mi işâret edildi anlayamadık!
Zâten anlaşılsın diye sarf edilmiş bir söze de benzemiyor! Sirk tellâlının; "Başlıyoooor! Acele edin başlıyooooor!" seslenmesinin, aslan kükremesi taklidiyle yapılmışı gibi bir şey!... Milletin "aslanım" diye sevdiği askerler "kafes" adı verilen senaryosu ezberlenmiş bir sürek avıyla kafeste!
Sıra, sanki son zamanlarda aslanlığın onlara kaldığı hukuk adamlarına geldi gibi! "Hazmede hazmede, hazmettire hazmettire" sürek avının baş aslan avcısının avlanma perdelerini seyrediyoruz!
Demokrasi ormanında, demokratik orman kanunlarıyla, demokrat maskeli demokrasiyi araç edinmiş gayr-ı demokratların, teknolojik tele-kulağı ekolojiye monte ederek, hazmettirerek çalışan bir demokrasi tramvayı vatmanının seferlerini seyrediyoruz!
Millet sirke sokulmuş; "Cambaza baaak!" fısıltılarıyla dikkatler yukarılara çekilirken usta cepçilerin cepleri boşaltmasından sonra "minik fare kükremeleri"yle kafese koyulmadan kafes aslanlıkları ilan edilmiş aslanlara bakıyoruz!
Ve hepimiz millet olarak o kadar demokratlaştık ki esâretin timsâli kafeslerle, demokratlık gösterileri yapan; demokrat maskeli, teknolojiden ve Haçlı Müttefik(!)ten lojistik destekli, îmanlı sürek avcılarına, kafese tıktıkları her aslandan sonra demokrasi havarileri diye alkış vuruyoruz!
Allah'a hamd olsun ki sanal âlemde gönlümüzü hoşnûd eden bir Polat Alemdar'ımız var! Devlet adına, devleti korumak adına, tek başına olmadık başarılara imza atarak başımıza geçirilen çuvalın intikamını almıştı şükr'olsun! Gladyo'dan da intikamımızı alacak!... Can Polatımız'ın bir gün de bu kafesçilerden alacağı intikamımızı bekleyeceğiz artık!
Hürriyetin mânâsını unutmuş, demokrasinin ne olduğunu algılayamamış, cumhuriyet nîmetlerini hazmedemediği için midesi bulanan obur halkların, milletliğe kast eden aslan avcılarına alkış vuranlara karşı, hamd olsun ki sanal bir Polatımız var!
Bakalım bayramdan sonra; "Bayramdan sonra ne Danıştay kalacak, ne Bülent Arınç!.." slogan kükremesinin kullanılışında, demokrat maskeli aslan avcımızın sanal rolü ne olacak?
İş senaristin mahâretine ve zekâsına kaldı!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 28, 2009

BU, SINIF YOKLAMASI DEĞİL!...

Ben; en hakir bir insanı, kardeş sayan bir rûhum,
Bende esîr yaratmayan bir Tanrı'ya îman var,
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar...
................
Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et!
................
Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir
Bu zavallı sürü için ne merhâmet, ne hukuk,
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!.. (M. Emin Yurdakul)

Türk Milleti;
Öncelikle Bayramın mübârek ola...
Hemen peşine; sana aşık, sana sevdâlı, mensûbun olmaktan onurlu, Allah(c.c.)'a Türk yaratıldığı için şükrünü ifâdede eksik kalan bu evlâdına, bana kulak ver! Beni dinle! Beni duy Allah'ını seversen Milletim!
Sese ses vermeyenin, imdâd isteyene yetmeyenin; sesine ses verecek, dâdına yetişecek kimse kalır mı? Bir adım gitmeyene, kim bir adım gelir?
"Millî çıkarı arkaya atıp ta tarafsız davranmaya kalkmak, gerçekte tarafsız olmak değil karşı tarafların yanında yer almak demektir. Aydınların bu türlü gafletlerini milletler çok acı şekilde çeker." diye dışlamış Nihal Atsız tarafsızlık adındaki korkaklığı...
Aydın geçinen bir tarafının, "Bir çift kadın memesine vatan satarım!" dediğinin; diğer tarafının Allah adıyla Allahsız taraflara destek verdiğinin, emrine televizyonlar tahsîs ettiğinin farkında olmayacak mısın?
Tarafsız diye duyarsız kalan korkakların, ihtiyâcı olduğunda yanında sâdece yalnızlığı kalmaz mı?
"El eli, el de döner yüzü..." ne düşündürür akl-ı selîme?
"Ey dipdiri meyyît, iki el bir baş içindir!" feryâdı, ne der duyanlara?
Bildiklerinizi Allah aşkına hatırlamağa çalışın: Doğum adım-adım, kadem-kadem; Ölüm de adım-adım, kadem-kadem değil mi? Ruh bedeni terk ederken vücût ayaklardan soğumaz mı?...
Hareketin en belirgin göstergesi yürümek, hızın târifi koşmak değil mi? Yarışlar koşarak yapılmaz mı? Bu yüzden bilenler ellerden önce ayakları bağlamaz mı? Ayaklarının bağlanıp ellerinin sıraya alındığının farkında olmayacak mısın? Ayağının prangalandığını, bileklerinin kelepçelendiğini fark ettiğinde bağıran, küfreden, aman dileyen dillerin etkisi ne olur, neye yarar?
Bu Bayram günlerinde Allah aşkına kendine gel ki bayramın kara gelmesin Türk Milleti!
Kerkük'ü, Karabağ'ı, Balkanlar'ı, Kıbrıs'ı, Türkmenistan'ı, kulakları patlatan feryâtlarına rağmen duymazdan gelirsen yarın senin atacağın savaş nâranı kim duyar?
Hadi Allah aşkına, tarih yapan kahraman ırkın ahfâdı!
Hadi Allah aşkına, Peygamber Âguşu'nu dolduran şühedânın evlâdı!
Allah aşkına davran artık! Gün, bu gün! An, bu an!...
Bu yoklama, sınıf yoklaması değil!
Artık millî istikbâlinin hedefe alındığı bu gayr-ı millî yoklamada; sese ses vermeyenin, imdâda gitmeyenin, inleyen mazlûmu duymayanın, el atsa yeteceği yere uzanmayanın, cesurca atılıp kahramanlaşmayanın, "Ölümü öldürerek" şehîtleşmeyenin varlığını kim, nasıl fark edecek?Varlıklarıyla yoklukları belli olmayan; renksizlerden, kimliksizlerden, kişiliksizlerden milyonlar olsa ne yazar? Bu milyonlardan ordu olsa neye yarar?
"Allah var, ne gam var?" demez misin sen? "Dost ararsan Allah yeter." demez misin sen?
Dağlar gibi yığdığın kemiklerine, seller gibi akıttığın kanına bak, düşün! Türk Milleti Kendine dön! Türk Budun, ökün!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 24, 2009

ÖĞRETMENİM'İ VERİN!...

"Dünyaya bin kere gelsem, bininde de öğretmen olmak isterim." derdim çocuklarıma! Çocuklarım derken; acısıyla-tatlısıyla, ölümüyle-doğumuyla, cenâzesiyle-düğünüyle akıp giden hayat içinde; her sene, son sınıflarını uğurladığım, birinci sınıflarını uğurladıklarımın yerine koymağa gayret ettiğim, her yeni gelenin her gideni mutlaka arattığı Öğrencilerimden bahsediyorum...
Dostlarım bir öğretmen olduğumu bilirler. Benim de günüm vardı! Günün siyâsilerine öfkelenip öğretmenliğimden vaz geçtiğim, çocuklarımdan sessiz sedâsız kaçarak terk ettiğim ve aczim şeklinde yorumlanmasın diye içime ağladığım gün; yapmacık ve öğretmenle alay edercesine "Netekim Paşa" dayatmasıyla kutlanan günümü de, gönlümde defnetmiştim!
Ama her Öğretmenler Günü'nde de mutlaka öğretmenlerimi ve öğretmenliğimi yâd ederdim. Bu sene; hem kendim, hem kuşağım, hem de bizden sonraki öğretmenlere, en fazla da kendime öfkelenerek Öğretmenler Günü'nde sustum! Firâr ettim kendime, içimdeki öğretmenliğime!
Susmam gerekti! Çünkü utandım öğretmenlerimden! Çünkü "Ustamın adı Hıdır/ Elimden gelen budur!" kaçamağı sâdece öğretmene uymazdı! Uymamalıydı!
İlköğretim 7.-8. Sınıfları için yazılmış bir Türkçe Ders Kitabında okuma parçası olarak kullanılan bir şiirimde:
"Duygu mîmarıyım ben:
Saygının kaynağı,
Kaygının yok oluş durağı,
Seven-sevmeyen gönüllerde
Benim dalgalandıran Bayrağı..." demiştim öğretmence!
Yine aynı şiirimde:
"Kalem tutamayan minicik eller
Anneden başka söz bilmeyen diller
Benimle büyür dünyalar kadar.
Benim emeğimdir bütün oluşlar.
Ben sevdiririm cumhuriyeti,
Atatürk'ün ölmesine izin vermeyen,
İlkelerinden ödün vermeyen benim
Ben; Öğretmenim..." diye öğretmenlenmiştim!
Hızımı alamamış, coşkuma, hissiyâtıma, hamâsetime dur dememiş ve:
"Toprağı vatanlaştıran
Dünle bu günü kavuşturan
Bu günü yârınlarla yarıştıran benim,
Ben; Öğretmenim!..." diye Türkçe-Öğretmence nâra atmıştım!...
Bu sene sustum! Utandım çünkü! Çünkü ne emânetlere sâhip çıkabilmiş ne de emânetlere sâhiplik edecek evsafta insan yetiştirebilmiştik!...
Eğer bu gün huzûrsuzsak, eğer bu gün Atatürk'ün, ilkelerinin, Cumhuriyet'in yargılanmasına-sorgulanmasına seyircilik yapıyorsak, millet gözümüzün önünde halklara ayrıştırılıyorsa; ilkini 24 Kasım 1981'de, 'Netekim Paşa' zorlamasıyla kutlama(!)ğa başladığımız, millî ülkücülerle/idealistlerle, millî kanaat önderleriyle, arabanın ön tekerlekleriyle, öğretmenle alay edilen 'Öğretmenler Günü'ne katılmakla, kutlama komedilerine figûranlıkla bu günlere hazırlandık, anlayamadık ve suçluyuz!...
Her mesleğin bir pîri olduğunu, öğretmenliğin pîrinin Allah(c.c.) olduğunu çünkü Öğretmenin malzemesinin insan olduğunu hem unuttuk, hem de unutturduk! Hızlandırılmış 40 günlerde; öğretmenlik formasyonu almayan kimselere çocuklarımızı emânet etmeğe başlayan sisteme yeterince kafa tutamadığımız, öğretmence direnemediğimiz için zâten öğretmenlik vasfımızı da kaybetmiş veya 'Netekim Paşa'nın silahlarına teslîm olmuştuk!
Böylesi suçluların nesine lazım özel gün?!
Cüzdanı değil vicdânı, sînesinin sol yanı sevgi dolu olmayanların, gözü-gönlü zengin ve tok olmayanların, idealist olmayan, millî heyecanları olmayanların ne alâkası var öğretmenlikle ve öğretmen olmayan-olamayanların neyine lâzım özel gün?...
Ya bana öğretmenimi verin, ya da beni öğretmenime ki başaramadığım için çeksin kulaklarımı acıtan ama incitmeyen, eğiten muhabbetiyle!....
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 20, 2009

EHVEN-İ ŞERR'E MECBÛRİYET!...

"Zırva tevil götürmez diye bir söz vardır. Çok mu ağır kaçtı?" O zaman; "Şeyini şey ettiğimim şeyi" diyerek her iki cümlenin sahibin üslûbuyla şeyi şeyleştirebiliriz!
AKP'nin ak-pak kişiliklerinden birinden, Bülent Arınç'tan bahsetmek istiyorum biraz. Neden mi? Kurucularından olduğu AK sıfatlı, değişken partiye rağmen, yıllardır değiştirmediği üslûbu hele Recep Tayyip Erdoğan'ın yasaklılığından dolayı Başbakan olamadığı AKP'nin ilk seçim zâferindeki, liderine sadâkatini vücut dili ve göz yaşlarıyla tevilsiz sergilediği günden beri, Arınç'a hep muhabbetle bakardım.
Meclis Başkanlığı'nı, partisinden ve bütün parti kurmaylarından bileğinin zoruyla aldığının yazıldığı günlerden beri ise mücâdeleciği ve hakkını aramaktaki ısrarcılığı ile biraz daha muhabbetim artmıştı.
Net duruşlu, inandığı gibi yaşayan veya yaşadıklarına inanan samîmi kişilere, fikren muhalif olunsa da saygı duyulur. Arınç'a hep bu târifle bakar ve hep bu tarifinden dolayı da saygılı, muhabbetli yaklaşırdım. Yaklaşırdım derken Arınç hakkında ilk defa yazacağım! Arınç'a saygım dolayısıyla, bulunduğu hatta lokomotiflerinden olduğu bilinen AKP'ye rağmen bir şey söylememiş, yazmamıştım!
Ta ki; Meclis Başkanlığı görevi bittikten sonra kısa bir süre dinlenmeğe alınıp yeniden aktif siyâsetin göbeğine çekilinceye, Başbakan Yardımcısı olarak Kabineye dâhil edilip MGK'ya katılanlardan oluncaya kadar, muhabbetim bakiydi!
Türkiye'de sistem gereği kamu kurum ve kuruluşlarının denetim ve kadrolarının tanzîmi, bakanlıklar arasında paylaştırılır. Bu paylaşım, iş başındaki hükümetin siyâseti ve programına göre yapılır.
Millî ahlâk ve kültürümüze katkısı veya zararı münakaşasız olan radyo ve televizyonların kontrolünden sorumlu RTÜK te, kabinede bir bakana bağlı. Yakın bir geçmişte Başkanlığını Zâhid Akman'ın yaptığı RTÜK; Devlet Bakanlığı'na yâni Bülent Arınç'a bağlı.
AKP ve liberal bütün partilerin siyâseten kıblesi olmuş AB'nin mahkemelerinin; "Asrın Dolandırıcılığı" adıyla yargılayıp suçlu îlan ettiği Zâhid Akman adı basına düşünce; karakterine ve kişiliğine çok ihtirâm gösterdiğim Bülent Arınç, basın yoluyla istifasını istemişti. Doğru bir istek, kişilikli bir tavırdı. Gerçi neden işten el çektirmedi, mesele sonuçlanıncaya kadar neden istifasını resmen almadı anlayamamıştım ama tavrında direnemeyişini hiç anlamamıştım! Kabinenin patronu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, anılan kişi hakkında; "Temiz bir kardeşimizdir." destek târifini yapınca; yıllarca karakteri ve net duruşundan dolayı üzerine toz kondurmamak için hakkında hiç yazmadığım Bülent Arıç; hayâl aynamda tuz-buz oldu! Dağıldı!
Kimseye açıklamadığım gizli muhabbet ve tarifimle başbaşa sustum yine bu konuda!
10 Kasım'da Devletin ve sistemin bânisinin ölüm yıl dönümünde; "açılım" adıyla piyâsaya sürülen parçalama programı üzerinde kopartılan fırtınanın toz dumanı içinde bile gözden kaçması mümkün olmayan işler oldu! Bu işleri yapanlardan biri de Arınç'tı!
Meclis Kürsüsünden yanlış olmayan bilgi ve cümlelerle, deneyimli siyâset ve diplomat üslûbuyla Onur Öymen, geçmişten ve Dersim İsyânı'ndan da örnek verdi! Art niyetlilerce kızıl kıyamet koparıldı!
Bu koparılan kıyâmette de Arınç'a odaklıyım! Bir yerel televizyonda; " Şimdi aslında bu konuda CHP içinde en azından sesini yükseltmesi, itiraz etmesi gereken pek çok milletvekili var... Kılıçdaroğlu 2 gün sonra küçük bazı şeyler söyledi. Ama baktı ki Baykal, Öymen'den yana, o da sesini kesti. Bu, CHP'nin içinde bulunduğu hâlet-i rûhiyeyi çok güzel anlatıyor.'' dedi...
Ben de; "Olmadı Bülent Arınç olmadı! Bâri bu sözü söyleyen sen olmayaydın! Gözümüzdeki, gönlümüzdeki net duruşlu Arınç'ı katletmeğe neden bu kadar heveslisin?" diye bu kere sesli olarak sormak zorunda kaldım!
Zâhid Akman konusunda, Başbakan'ın arkalaması üzerine; istifa isteğinden susarak vaz geçen, kendi istifâsı gibi bir erdemi hiç hatırlamayan ve bunu partisine sadâkat diye yorumlayan Arınç; partisini korumak adına söyleminde diplomatik bir manevra yapan Kılıçdaroğlu'na, bunları söylemek hakkına sahip değildir!
Demezler mi adama; sana helâl ve mubah olan Genel Başkana karşı susmak; Kılıçdaroğlu'na veya bir başkasına neden haram olsun?
İkinizin davranışı da yanlış ama artık dînimize küfredenin mutlaka Müslümân olmasını tercîh ediyoruz! Ehven-i şerr'den gayrı seçimimiz kalmadı gayrı!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 19, 2009

ÜLKÜCÜ AZ BULUNUR AMA BULUNUR...

Yetkili yetkisiz, partili partisiz her kesin, bir târifi var. 1959 yılında yapılmış bir târifi hatırlayalım:
"Bir toplumun bütün bireyleri ülkücü olmaz. Ülkücüler, yüreği daha fazla yanıp tutuşan, gördüklerinden gözleri daha fazla yaşaran insanlardır. Böylesi de az bulunur. Az bulunur, ama bulunur. Bunlar toplum arabasını götüren ön tekerler gibidir. Ön tekerler nereye giderse, arka tekerler de oraya gider. Hiç bir toplum bunlarsız olmaz, bunlarsız ilerleyemez..." (7. Mart. 1959-Fakir Baykurt-Şamar Oğlanları'ndan)
Târifi yapanı görünce şaşıranları, hayret edenleri görür gibiyim!
Ülküyü, ülkücülüğü ve ülkücüyü Türkçeye kazandıran; ideali ülkü, idealisti ülkücü, idealizmi ülkücülük ederek kavramlaştıran Muhteşem Türk Atatürk'ü bir daha hasret, saygı ve rahmetle andıktan sonra; söylenirken bile insan yüreğini kıpır kıpır kıpırdatan ülkücülüğü özelleştirecek kadar sahiplenip siyâsallaştırmağı başaran, yüz yılın son Başbuğu Alparslan Türkeşi de emsâl duygular ve rahmetlerle yâd edelim...
Bir memleket düşünün; 600 yıllık ömrünün en az 400 yılını, çok büyük bir coğrafya ve sayısız etnik gruplara hükümrân olarak geçirmiş, çok uluslu bir imparatorluğun aslî kurucularının Etrâk-ı bi İdrak (idraksiz Türkler) olarak adlandırıldığı bir memleket!...
Bir memleket düşünün; yüzlerce yıl sayısız Haçlı Seferi'ni müslüman dünyası adına tek başına karşılayıp tek başına göğüslemesine, İslâm sancaktarlığı etmesine, İ'lâ–yı Kelîmetullah'ı dünyaya yaymağı görev edinmesine, üstelik Peygamber(s.a.v.)'den duâlı ve övgülü olduğu kesin olmasına rağmen, Haçlı'nın direktif ve öğretileriyle İslâmcı vatandaşları tarafından parçalanmağa uğraşılan bir memleket!...
Bir memleket düşünün; dünya milletlerinin milliyetçilik yaparak büyüdüğü, yayıldığı bir yüz yılda, etnik ırkçılıklarla bölücülüğe kurban edilmek istenen bir memleket!
Bir memleket düşünün; İslâm sancaktarlığını gönüllü üstlenen ve Hıristiyan dünyasında İslâmı Türk, Türk'ü İslâm diye tanımlatmayı başaran millet evlâtlarının pantürkizm (Türk Birliği) hayâlinin karşısına, Haçlı destekleriyle panislâmizm (İslâm Birliği) engellemesiyle çıkılan bir memleket!
Bir memleket düşünün; parçalanmış, paylaşılmış ve kalan Anadolu'nun da paylaşılmasına, 600 yıllık İmparatorluğun kurucusu olmasına rağmen yüzlerce yıl horlanmış, dışlanmış Türklerin isyân ederek, her cephede ayrı bir destânla, her karış toprağa binlerce şehit vererek yeniden sahip çıkmış olsun!
Bir memleket düşünün; ölümcül hasta bir devlet kalıntılarından bir Millî Devlet çıkarılmış olsun. Haçlı'nın atını çektiği, dansöz oynattığı camilerin minârelerinden Ezân-ı Muhammedi'ye yeniden inleme hakkı verilmiş olsun. Kurulan Millî Devlette, kimsenin etnik köküne bakılmaksızın sâdece liyâkatine göre devletin mensûbu-vatandaşı sayılsın; azınlık, gayr-ı müslim farkı gözeteilmeden bütün vatandaşlara Türk Milleti adı verilsin ve bu genç-dinamik, millî devletin cumhuriyetleşmiş halinden de yeniden hürriyetine kavuşturulmuş İslâm adıyla, müslümanlıktan geçinenler rahatsız olsun!...
Bir memleket düşünün; yirmi-yirmi beş sene önce delik ayakkabılı olduğunu kendi söyleyen ve dünyanın en zengin 8 liderinden biri olduğu söylenen birisi, hem başbakanlığa kadar yükselmiş hem de bu imkânları sağlayan sistemle kavgalı olsun!...
Bir memleket düşünün; memleket sevdâlarıyla tanınan idealist bir gençlik, memleket severlik yarışında, sağ-sol diye yıllarca birbirini katletmiş olsun! Memleket hakkında en fazla söz sahibi olmaları gerekirken bu insanlar, demokrasiyi araç kullanan siyâset kurnazı, demokrat sultan Genel başkanların el birliği ile siyâset dışına itilmiş olsun!
Ve bu memleket; Cumhûriyetinin bânisinin ölüm yıl dönümünde; "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir." markalı Gâzi Meclis'te, hürriyet diye dünyaya baş kaldırılan adreste; vatanın, milletleştirilmiş halklarının ayrıştırılmasına, parçalanmasına zemîn hazırlayacak oturumlar yapılan Türkiye olsun!...
Ve hâlâ Ülkücülüğünde, Devrimciliğinde ısrarcı; dönmeyenler, değişmeyenler bu siyâset kurnazları tarafından sağlı-sollu hâin diye îlan edilsin! Bu memleket sevdâlılarını hâinleştirme işi de ülkücülük ve devrimcilik adına yapılsın!...
Yazının başında; "Böyleleri az bulunur. Az bulunur ama bulunur. Hiç bir toplum bunlarsız olmaz, bunlarsız ilerleyemez..." demiştik ya... Az-öz ülkücüleri beklemekten başka çâre de yok gayrı...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 18, 2009

"ANALAR AĞLAMASIN!" MIŞ...

Onur Öymen'in; 10 Kasım'da -Meclis'i çalıştıran partisine rağmen- CHP ve millet adına kürsüden söylediği sözlerinden dolayı insafsızca linç edilmesini izliyoruz!
"Bana ne CHP'den? Bana ne Onur Öymen'den?"mi demeliydim?
Bu kere izninizle, "Kuvâ-y-ı seyyâre"lik gereği tekil konuşmak ve beni bağlayacak sözler söylemek istiyorum.
Bir kaç kere; "Vatanperverle milliyetperver birbiriyle yakın ilişkili ama kesinlikle farklı kavramlardır." demiştim. Vatanperverle milliyetperver arasındaki farkı fark edinceye kadar veya bu farkı açıkça, yüksek sesle söyleyinceye kadar, birbirimizi ve milleti aldatmağa devam ederiz!
Meselâ; vatanperverlikte Nâzım Hikmet'le berâberiz, benzeriz ama iş milletperverliğe-devletperverliğe gelince Nâzım, anında komünleşir, komünistleşir dahası hâin olur! Nâzım, Anadolu toprağına, coğrafyasına sâdıktır ama Türk Devletine ve Türk Milletine sadâkati , söz konusu değildir! O'na göre dünya cenneti Atatürk Türkiyesi değil komünist SSCB'dir...
Meselâ; Dersim'de isyân edenlerin Dersim'i; doğuda-güneydoğuda isyân edenlerin isyân ettikleri coğrafyayı vatan diye sevmediklerini kim söyleyebilir? Tunceli'de yapılmak istenen barajlara itirâz edenlerin; doğal tabiatı korumak adına aslında devlet güçlerinden saklanılacak veya pusu kurulacak mağaraları, doğal dere ve sarp vadileri korumak istediklerini; onlar da, millet te, devlet te bilmiyor mu? Benim kısıtlı imkânımla takip ettiğim, bu âsilerin-şâkilerin, hâinlerin sitelerine resmî görevli kimseler bakmazlar mı?
Onur Öymen'in doğruyu söylediğini, söylediklerinde devletperver ve milletperverleri rahatsız edecek tek kelimesinin olmadığını ama gûya vatanperverlik eden devlet-millet-cumhuriyet düşmanlarını rahatsız ettiğini söyleyecek yürek ve samimiyette bir adam yok mudur CHP'de? Onur Öymen'in sözlerinin; devlet-millet-cumhûriyet düşmanı ve dedeleri Cumhuriyet mahkemelerince îdam edilmişleri rahatsız ettiğini açıklayarak Baykal neden Öymen'e sahip çıkmaz? AKP'ye karşı kazanılacak bir Tunceli millet vekilliği; millet bütünlüğünden, Atatürk cumhûriyetinin devamından daha mı önemlidir? Önemli de olsa Kamer Genç o vekilliği kimseye bırakır mı?
Millet ve devlet olmayı başarmış dedelerimiz; 50-60 sene önce devlete isyân edenleri îdam etmemiş mi? Analar daha fazla ağlamasın diye suyu kaynağından kesmemiş mi? Şeyh Sâid ve şâkileri îdam edip analarını ağlatarak göz yaşlarını -hiç değilse belli bir süre- kesmemiş mi?
Muhteşem Türk Atatürk'ün kurduğu demokratik sistem sâyesinde Gâzi Meclis'e giren, zamanın ihâneti îdamla cezalandırılmış hâinlerinin torunları; şimdi demokratlık ve vatanperverlik maskeleriyle intikama soyunmadılar mı? Bunu açıkça söyleyen vekilleri unuttuk mu?
Memleketi yeniden şıhlar, şeyhler, ağalar hakimiyetine teslîm etmek gafletiyle; "3-5 millet vekili daha!" hırsıyla, daha fazla demokrasi sloganıyla sergilenen vatansever maskeli millet-devlet düşmanlığını fark etmeyelim mi? Fark ettiysek Onur Öymen olup kürsüden söylemeyelim mi? Söyleyenleri Baykal'ca, Kılıçtaroğlu'ca yalnızlığa mı mahkûm edelim?
Onur Öymen neyi yanlış söylemiş, neyi yanlış sormuştur? Anaların daha fazla ağlamasını istemeyenler; millet evlâtlarına, devletin askerine, polisine, öğretmenine, doktoruna, hemşiresine, yol işçisine, baraj işçisine, günahsız köylüsüne, kadınına, yaşlısına, bebeğine kahpece saldırılamayacağını, saldıranlara da tek otorite devletin hoşgörülü olamayacağını söylemek zorundadır!
Eğer halk milletleşmiş, millet devletleşmişse devletin güvenlik güçleri, bu kahpe saldırılara elbette misliyle mukâbele edecek! Bu kuduz yaratıkları elbette itlâf edecek! Bu itlâf edilen ziyankâr yaratıkların anaları da varsın ağlayıversin!...
Mesele çok basit ve açık: Mehmetçiğin anası ağlayacağına; hâinin, kalleşin, kuduz PKK'lının anası ağlasın! Bu düşüncemle, rütbelilerden Şehit Anaları'yla ağlayanlara hep itiraz ettim! Rütbelilerin, komutanların, yetkili siyâsi ve bürokratların, ağlayan şehit analarıyla birlikte göz yaşı dökmelerini acziyet saydım! Onların görevleri, analarımızı ağlatanların analarını ağlatmaktır!...
Yürek yakan millî gözyaşları ancak; hâinlerin analarının göz yaşıyla kesilir! "Acı acıyı, su sancıyı.." biraz da bu demektir. Aksinin adı yenilgidir, teslîmiyettir, korkaklıktır!
Ortada savaş yok. Âsileri, kahpeleri, güvenlik güçlerimize siyâseten verilen yetki kadar itlâf ettik, ediyoruz, edeceğiz!... Hainin, kahpenin, PKK'lının anası da varsın ağlayıversin canım!...
"TÜRK'E KEFEN BİÇENİN ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 17, 2009

ÜLKEMDE GAZETE VE GAZETECİLİK...

Onlar dışa kapalı, dışarı onları dışlamış! Onlar millete-halka kapalı, milletten bin kişiden biri bilmez onları!
Milyonlara enikken aldıkları köpeklerinin dilinden anlarlar ama halk dilini bilmezler! Yüzlerce liralık ithal mama yiyen itlerinin damak zevkini bilirler ama onların köpeğe harcadıkları parayla bir kaç ay idare edebilecek 4-5 nüfuslu ailelerin hallerinden habersizdirler! Transferde tanıtım reklamlarında da köpekleriyle olurlar, kumsalda romantik görünümleriyle!
Kendilerine benzer, reytingci çevrelerde anketler yapar toplum nabzını tutarlar!
Milletin siyâsi nabzını onlar kontrol eder, milletin tansiyonunu onlar düşürür veya çıkarırlar! Tanıdıkları; bilgisayarlarında kayıtlı olan, kendileri gibi kendilerini elit zanneden, milletin dışladığı en-tellek-tüellerdir! Tamamı birbirine benzer! Tamamı birbirinin yerine tâliptir! Tamamı milyon dolarlara taransfer için bir tanıdığının kuyusunu kazmakla meşgûl, pahalı kapı kullarıdır! Patronları varsa vardır onlar ve patron dara düşerse gemiyi ilk terk eden fareliği, akıllılık sayarlar!
Birbirlerine gazeteci diye itira ederler! Bunların gazetecilikleri yüzünden, 75 milyonluk bir ülkede gazete tirajı, toplam 3 (üç) milyondur! Bu tirajın bir milyona yakını da bir cemaat adına, posta kutularına veya apartman kapılarına bedava koyulur! Bunlara, milyon dolarlar vererek köşe yazdırırlar!Bunlara parayla yağcılık yaptırır veya parayla birilerine saldırtırlar ve bunlar,"duayen"gazetecilerdir!
Köşelerinden siyâsi ispiyonluk yaparak nereye yakın olduklarının işâretini verip aba altından sopa gösterirler!
Aslında patronlarının kalemli fedâileri olduklarını bunlar da bilirler, patronlar da bilir, hatıralarda kalan Bâb-ı âlî mensuplarının tamamı da bilirler! Ne kadar pahalı transfer olurlarsa, o kadar büyük gazetecidir bunlar! Bir fazla verenin yanına geçip kalemini kuşandıklarında, önceki patronlarına olmadık saldırıları yapacak kadar da yüreklidirler!
Bakanlardan daha şık mâkamları vardır! Hiç bir resmî özel kalem müdür veya müdîresinin alamayacağı maaşlarla istihdâm ettikleri özel sekreterleri vardır! Makam araçlarıyla gazeteye veya televizyona giderken mecbûren geçtikleri yerlerde görmek zorunda kalmalarının haricinde adına varoş dedikleri, sonradan oluşan mahalleler ve sâkinleri hakkında bilgileri yoktur!
Ve bunlar; kartellerin ekranlarından, sabahtan akşamlara kadar bütün evlerin çekilmez baş belalarıdır ama nasılsa memleket mukadderâtını tâyin ederler!
Asla muharrîr değiller! Çünkü akılları hür değil! Akıl ve kalemleri kiralık olduğu için hür vicdanlı da değildirler! Muharrîr olsalar, düşünce üretmek yerine, fikir serdetmek yerine köşelerinden siyâsi muhbirlik yaparlar mı?
Asla muhabir de değiller! Haber peşinde koşmazlar! Haberler, kuşları tarafından ya uçaklarda, ya özel yemekli toplantılarda onlara uçurulur! Bunlar, patronlarına ihâle veren siyâsilerin yandaşı, amigosu veya patronunu sevmeyen siyâsinin can düşmanı şövalyeler! Bunlar kimler mi? Kimler değil ki!
Yıllar önce yerel bir gazetede açtığım "Meydan"ımdan seslenirken de; "Gazeteci değilim ve gazeteci olmak için ölesiye hevesliyim." derdim! Hâlâ aynı yerdeyim. Gazeteci olamadım ve olmak için hâlâ ölesiye hevesliyim! "Meydan"ımı üç yıla yakındır suladığım, sadece okurlarının almağa gücü yeten bir gazetede olmaktan aldığım hazzı; bu kiralık akıllı, kumandalı vicdanlı ve karalı kalemli adamlar yüzünden doyasıya yaşayamadım!
Vatanı kadın memesine satabilecek kadar sapık, ülkeye "açılım"ı fırsat bilerek getirilen Kürt şarkıcı kadını, seks kölesi edebilmek fantazilerini köşesinde yazabilecek kadar hafif, devlet-millet düşmanı müfterîlerin yazdıkları gazete görünümlü etli-butlu-memeli fotoğraf albümlerinin, gazetemizden fazla satmasını bir türlü hazmedemiyorum, anlayamıyorum!
Çok izlendiği zannedilen bir programda, tirajından hareketle en bilinen zannedilen gazetelerin yazarları, konuklara soruluyor ve tamamı üniversiteli 600 konuktan, baş yazar da dahil bilen ve tanıyan çıkmıyor! Hâlâ tiraj rekoru onlarda ve hâlâ milletin nabzını tutanlar onlar!...
Gazetemiz Yeni Çağ'ımıza kurban olsunlar, "Meydan"ımın gadasını alsınlar...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

MHP'SİZ MİLLÎ MECLİS OLUR MU?

10 Kasım'da, millî yas günümüzde; demokrasiyi araç kullandığını Meclis'te kürsüde de tekrarlayan zihniyetin, Atatürk ve cumhuriyetiyle hesaplaşmasına zemîn hazırlanıldı! Bu toplanmanın, bu hiçe sayılmanın adı da, gününden önce; "Meclis'te hesaplaşma!" olarak îlan edilmişti!
Yapmayın dedik! Gitmeyin dedik! Ya duyulmadık ya da kaale alınmadık!
Bizi, duymayın, kaale de almayın! Olanın millete olduğunu bilmesem "Oooh!" diyeceğim ama diyemiyorum!
Meclis konuşmalarından sonra, yaygın basın ve medyada; AKP'nin erimeğe başladığı, CHP ve MHP'nin aşırı bir yükselmeye geçtiği yönünde anket sonuçları yayınlandı! Yalandan kim ölmüş?
Anketlerin en teknik yalan söyleme aracı olduğunu, yıllardır kavrayamayan veya can yakan gerçektense duymak istenen yalana rağbet edenler de bu anket sonuçlarını yayabildikleri kadar yaymağa, duyurmağa gayret ettiler!
Tam da bu; "AKP eriyor, CHP ve MHP nerdeyse AKP'yi yakaladı!" taraftar müjdelerden kulaklar tutulurken Anadolu'nun göbeğinde, Burdur'un Gölhisar İlçesi'ne bağlı Yusufça Beldesi'nde seçim yapıldı.
Sandıktan çıkan geçerli 1257 oyun, 587' sini Akp, 357' sini SP, 249' unu CHP, 58' ini DSP, 4' ünü DP, 3' ünü TKP aldı. MHP ve DTP yok!...
Sormadım. Merak ta etmedim ama MHP aday göstermemişse gırtlağımı yırtarcasına; "Nedeeeeen?" diye sorarım! Anadolu'nun göbeğinde, Burdur'da belde belediye başkanlığına aday olacak bir ülkücü yok muydu?
Bir de tersten bakalım. Beldenin nüfusu 2000'den az diye belediyeliği iptal ediliyor. İptâl eden AKP! Yusufça mahalle iken yapılan Gölhisar belediyesi Başkanlığı seçimini, SP kazanıyor. Yâni AKP cezalandırılıyor. Sonra Yusufçalılar, mahkeme kararıyla yeniden beldelik haklarını alıyor ve seçime gidiyorlar. Belediye Başkanlığını; ellerinden belediyelerini alan AKP'ye veriyorlar!... Kâğıt kalemle, orta öğretimden öğrendiğim kadarıyla bir oranlama yaptım. AKP; %40, SP; %21, CHP; %11 oy almış... Tekrâren MHP'nin esâmisi yok!
MHP'den değil, Ülkücülükten ve Ülküdaşlarımdan değil, Türk Milliyetçilerinden hiç değil, Devlet Bahçeli'den niye rahatsız olduğumuzu, Devlet Bahçeli'nin MHP'yi milliyetçilikten kurtarmak, sıradanlaştırmaktan başka bir gâyesinin olmadığını feryâd ederken ne söylemek istediğimizi anlatabildik mi?
AKP-DTP ve Haçlı projelerinin Gâzi Meclis'te hem de 10 Kasım günü görüşülerek meşrûlaştırılmasına yardımcı olarak demokratlığını ispatlayan Bahçeli; bir siyâsi partinin olmazsa olmazı seçime girmek demokratlığını göstermiyor! Niyeeee?
Birileri, bu konuda milleti de rahatlatacak makûl bir açıklama yapmak zorunda değil mi?
Yarın, bütün ülkeyi karış karış dolaşarak gayr-ı millî projelerini demogojiler yaparak anlatmağa başlayacak olan AKP'yi, kim durduracak? Bir de tam bu günlerde yeniden AKP'nin "tele kulak" bahânesiyle Cumhuriyet Başsavcılığınca incelenmeğe alınmasındaki zamanlamayı ve aklımıza gelenlerden korkmamızın gereksiz olduğuna bizi kim iknâ edebilir?
Türk Milliyetçileri, Ülkücüler;
Allah aşkına artık gerçeğimizle yüzleşelim! Her kesin ama her kesin bulunduğu yerde MHP Teşkilatlarına sahip çıkmak gibi bir mecbûriyeti var! Bütün ülkücüler, Bahçeli'ye rağmen bulundukları yerde Teşkilatlara üyeliklerini yaptırmak zorundalar! Sırasıyla beldelerinize, ilçelerinize, illerinize, bölgelerinize ve sonunda da genel merkezinize sahip çıkmak zorundasınız!
Anadolu'nun göbeğinde bütün şartlar AKP'nin aleyhineyken sıfır çeken bir genel merkezle, yârın genel seçimlerde MHP baraj sıkıntısı yaşarsa, hem hepiniz suçlu ve hain ilan edilirsiniz, hem de kendi teşkilatlarınıza seçim telâşesi ile sokabileceğiniz memleket evlâtlarını Meclis'e gönderememiş olursunuz!
Bu gidiş, gidiş değil! Benden söyleme ve hatırlatması! Vallahi seçim yârın! Bir şeyi bir daha değiştirip, her şeyi yeniden değiştiremez misiniz?
Gücüm yetse Devlet Bahçeli'ye su bile vermem ama MHP'siz Meclis'e de Türkiye Büyük Millet Meclisi diyemem!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 16, 2009

SİZDEN BAŞKA BİZ YOK!...

İnsanın kendini yargılaması, söylerken kolay, gerçekte ise zor bir iş! Hadi! Hep berâber, kendimizle hesaplaşalım!
Üçlü-beşli sohbetlerde konuşmak kolay değil ama zor da değil! Herkesin bu sohbetlerde söyleyecek sözü vardır. Asıl zor olan, insanın kendine itiraf edeceği, kendi gerçekleridir!
Her kes, bir şey söylemeğe karar verdiğinde aklındaki adları, örnek aldığı, örnek verdiği kişileri söylerken zorlanır! Her kes, en iyiyi, en doğruyu yapmış olmayı ister. Ve her kesin kendine göre bir iyisi, bir doğrusu var! Yâni hepimizin şuur altında kendi özellerimiz saklı! Seven de, özelleştiren de biz, saklayan da biz! Her kes haklı ve her kesin haklılığı, kendinde saklı! Bu da insanın insanlık özelliği!
Buradan hareketle hepimiz, hep birilerini anlaşmak istemedikleri için suçlarız! Aslında anlaşmayan biziz! Eskitmeği çok sever olduk, farkında mısınız? Bu yüzden de insafsızca eskitirken eskidiğimizin farkında olamadık!... Hani her şeyin yenisi, dostun eskisi makbûldü?!...
Duygularımızın körelerek şuur altı çöplüklerimizde kaybolmasına nasıl izin verdik? Kaybedenin biz olduğumuzun farkında değil miyiz? Eskittiğimizi zannederken eksildiğimizin farkında değil miyiz? Artık bu, kendimizi bitirişe son vermenin zamanı gelmedi mi?...
Devlet-millet düşmanlarının, birlik-dirlik düşmanlarının, alt kimliklilerin demokrasiyi araç ve maske ederek, güç birliğiyle saldırdığı günümüzde; bir dostumuzu, bir ülküdaşımızı, bir yoldaşımızı eskitip yok etmeğe, hakkımız olabilir mi?
Hasımların düşünürken bile sevindikleri perâkendeleşmeyi, kendimize revâ gören biz miyiz? Elimizle kendi gözümüzü çıkarmaktan vaz geçmeyecek miyiz? Kafamızı, kendi ördüğümüz taş duvarımıza vurmaktan vaz geçmeyecek miyiz? Perakendecilikten, bencillikten, enâniyyetten dönmeyecek miyiz? Bizi hangi kötü nefesli cadı efsûnladı?
Hepimiz hepimizi bilirdik! Hepimiz birbirimizin derdini bilirdik! "Birimiz hepimiz,hepimiz birimiz için..." düstûruyla yaşardık! Bu yüzden güçlü, bu yüzden yenilmezdik! Aynı kişiler değil miyiz? Kocadık mı? Öldük mü?
Türk Milliyetçileri!
Kimse, kendinde saklanarak cevapsız sorularına sığınmasın! Her kes, kendine ve yüksek sesle sadece; "Bana ne oldu?"sorusunu sorsun! Her kes, kendine ne olduğunu, çözdüğü anda merak ettiklerine ne olduğunu da anlayacaktır! Soru da kendimiz, cevap ta!...
Çünkü; teknolojinin çıldırdığı, daha fazla demokrasi adıyla zâlimin kudurduğu, şer güçlerin ittifâk ettiği günümüzde, Ülkücü Hareket'ten başka fedakâr hareket yok! Dağınık duramazsınız!
Hadi, nefsinizle-kendinizle savaşınızdan gâlip çıkın! Hep berâber ve bir kerede olsa; " Benden başka hatâlı yok! Ülküdaşlarımın en hatâlısına kurbân olayım!.." diye haykırın! Dünyaya bir daha gelmeyeceksiniz! Allah(c.c.)'ın tanımayı ve tanışmayı nasîp ettiği Ülküdaşlarımızla beraber ne yaparsak, hayattayken yapacağız! Ha bire ölerek eksiliyoruz farkında mısınız? Bizim en çirkinimiz, dünya güzellik kraliçesinden güzel değil midir?
Türk Milliyetçileri!
Başarmak zorundasınız! Başarmak için barışmak, barışmak için sür'atle bir araya gelmek zorundasınız! Güç birleştirmek, söylemlerinizi, akıllarınızı birleştirmek zorundasınız!
Bu birliğe ihtiyâç var! Armudun sapından, elmanın çöpünden diğer hasat mevsimine kadar vaz geçin! Bu milletin Türk milliyetçisinden başka "Karşılıksız Seven"i yok! Atalarımız, devlet kurmayı başarmışlar, biz de devlet kalmak zorundayız!...
Millet siz, siz milletsiniz! Devlet siz, siz devletsiniz! Birilerinin zırhınızı, ters yüz etmesine izin veremezsiniz!...
Sizden korkmak üzere yaratılmış hainden, bölücüden, uzaktan kumandalılardan, siyasî topaçlardan, rüzgar güllerinden, çekiniyor gibi duramazsınız! Bu, eşyanın tabiatına ters!...
Gün batmadan yeni gün seferine hazır olmak zorundasınız. Çünkü siz; Dâvâ Adamları'sınız. Çünkü siz; Türk gibi durmak, Türk gibi davranmak ve Türk milletine sahip çıkmak zorundasınız...
Vallâhi sizden başka biz yoook!...
TÜRK'ÜM. BU AD HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR.

Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SÖZ DİNLEMEYENİN SÖZÜ DİNLENMEZ!...

Yıllardır cevaplayamadığım bir sorunun cevabını buldum sonunda!...
Kendine değil millete, topluma hizmet vermenin en bilinen yolu olan siyâsette, neden böyle? Siyâsiler kendilerine olan güveni neden kaybettiler diye düşünüyordum... Buldum ve bildim şükürler olsun!...
Bir zamanlar İstanbul'da, Cumhuriyetten sonra da Ankara'da kullanılan ve kullanılırken muhatâbını inciten bir söylem var: Taşra ve taşralı...
Taşra, merkezden uzak anlamında kullanılır, taşralı ise merkezden uzak ve olanlardan habersiz şeklinde kullanılır olmuş!... Bu da olaylardan asıl habersiz merkezdekilerin, olanlara muhatap çoğunluğu, yâni milleti, yani çarıklı erkân-ı harbi, yok saymak demek!...
Çarıklı erkân-ı harp te kendini yok sayan, küçümseyen bu aymazları görmezden gelince siyâset, şu anki hâli alıyor!
Metropol dediğimiz büyük şehirlerimizi irdeleyelim biraz. Anadolu'nun bir işe yaramadığı için dışladığı, safra muâmelesi yaptığı hiçler; yapacak işi olmadığı için birilerine taraftarlıkla siyâset kurumlarını doldurmuşlar! Bu bir şeye yaramayan hiçler yüzünden de büyük şehirlerimizin asıl kimlikli kişilerleri, siyâsete uzak ve kızgın!...
Kendileri "hiç" olanların yapacak işleri olmadığı için siyâset yapmaları yüzünden siyâsetçi deyince asıl mes'ele sahiplerinin, morali bozuluyor!...
Bu işin bir çâresi var mı? Her halde vardır hatta olmalıdır... Bu bir şeye yaramayan hiç bir şeyleri; ya bir şeye yarar hâle getirmek ya da siyâset dışı etmek gerekmez mi?...
Sanırım duyarlı her kişinin, tesâdüfen karşılaştığı ve bildiği hiçlere sorduğu; "Ne iş yaparsın?" sorusuna; "Falan partinin, filan yöre yöneticisiyim." şeklinde cevap aldığı olmuştur...
Bilinir ki adamın hayatında hiç işi olmamıştır!... Hayatında hiç kazanmamış veya kaybetmemiştir!... Devlete bir kuruş vergi vermemiştir!... Kârın veya zarârın ne olduğunu, merak bile etmemiştir!... Ve sadece işsizliğinden dolayı kerhen değil, mecbûren siyaset yaptığını, iddia eder!...
Bu kişilerin, taraftarlıktan başka yapabilecekleri yoktur!... Bunlara birileri destek vermezse oldukları yere yığılır kalırlar! Çünkü kelimenin tam anlamıyla boş çuvaldırlar!... İçlerine ne doldurulursa onun çuvalı adını almaktan başka bir işlevleri, olmamıştır, olmayacaktır!... Duyarlı ve düzgün insanlar, bunlarla mücâdele ediyorlar siyâset adına! Böyle bir insafsız mücâdele, dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir sisteminde yoktur! Bu yüzdendir ki siyâset ve siyâsetçi denilince suratlar ekşir, az sayıdaki siyâsetin düzgünleri de kendilerine kahrederler!...
Hâlâ var olduklarına inanmak istediğim gerçek mânâda, millete hizmet için siyâset yapanlarımıza, zor görünen ama çok onurlu bir davranış kalmaktadır; "sîne-i millet"e dönmek!...
İhtilâlin, darbenin, devrimin, demokratlığın zirvesi olur! Ve milletin; "sîne-i millet"e dönme cesâret ve fedakârlığını gösterenler sâyesinde, siyâsete güveni tazelenir...
Yanlış siyâsinin yanlışını, ancak millet düzeltebilir. Milletten destek almadan, millette destek verecek güveni sağlamadan siyâset harâmileriyle baş edebilmenin yolu var mıdır?!... Devleti, milleti, siyâseti bu harâmilerden, bu siyâsi kenelerden kurtarmanın başka yolunu bilen varsa söylesin!... Zaman hızla geçiyor ve zaman milletin-devletin aleyhine işliyor!...
Böyle sadece seyrederek veya seyirlik münakaşalarla gayr-ı meşrûyu meşrûlaştırarak tavır koyduğumuzu zannedersek, atı aldılar zâten Üsküdar'ı da geçerler, siz de gerilerden nal toplarsınız!
Daha dün, bir belde seçimi oldu. Beldenin beldeliği iptâl ediliyor, iptâl eden: AKP. Mahkeme kararıyla belde ve belediyelik geri alınıyor, seçime gidiliyor ve seçimi kazanan, AKP!...
Siz sözlerimizi kulak ardı etmeğe devâm edin bakalım!...
Söz dinlemezseniz, sözünüz din-len-meeeeez!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 15, 2009

ARIYA KIZIP KOVAN SÖNDÜRÜLMEZ...

Millet, öfke suskunluğunun zirvesinde!
Gâzi Meclis'te tarihî ve millî vicdânı isyân ettiren olağanüstü olaylar seyrettik! Perşembenin gelişi, çarşambadan belliydi! Bütün gücümüzle muhalefete; "10 Kasım'da, mesai bitimine kadar milletle birlikte Anıtkabir'de olun. AKP-DTP-"Şark Meselesi" mûcidi AB-D ittifâkını Meclis'te başbaşa bırakın! Siz gitmeseniz meclise zorla mı götürürler?" diye seslenmiştik. Aksini yaptılar!
Bütün demokratlıklarıyla, sayısal güçlerinin hiç bir şeye yetmediği Meclis'i işletmek için Meclis'te oldular ve "açılım"adlı parçalama plânının, 10 Kasım'da Gâzi Meclis'te görüşülmesini meşrûlaştırdılar!
Canımızı yaktırdılar! Millî onurumuzu incittiler!
Sayılarının engellemeğe yetmeyeceğini bile bile Meclis'te; "... TBMM'deki sandalye sayınız yeterlidir. Açılım ortağınızla el ele verin, bölünme yasalarını çıkartabiliyorsanız çıkartın!" tehdîdiyle yapılmak isteneni anlayabileneyse aşk olsun!
Bir kaç güne nasıl sığdırıldığına hayret ettiğim devâsa meseleleri, bir kaç paragrafta harmanlamaya bakalım ifâde gücüm yetecek mi?
İktidârı ve emniyet güçlerini de tehdîtlerin havada uçtuğu kongre hazırlık günlerinde, adaylık açıklama gösterisinde bulunanların salonlarının bastırıldığı demokratik bir süreç sonrası, tarihî bir demokratik kongre izlemiştik!
Partiyi özelleştirme gayretindeki Bahçeli'nin; yasal hak olan ve bölücüler tarafından insafsızca kullanılan mitinglerden; "Hiç bir kuvvet ülkücüleri sokağa indiremez!" yanıltmasıyla sakındığı Ülkü Ocaklı gençleri, kendisine rakip çıkanlara saldırtma demokratlığına alışmıştık!
"Söz ortanındır. Kim alırsa ona kalır." atalar öğüdünden hareketle ortaya, farklı bir şeyler söylemeliyim.
Kanaat önderlerinin yapabilecekleri en kolay iş, heyecanlı kitleleri bir yöne kanalize etmektir. Türkiye'nin en heyecanlı kitlesi de Türk fıtratları ve Türk Milliyetçiliği fikrinin hareketliliği gereği ülkücülerdir, Türk milliyetçileridir. Heyecanlı, atak, değişmeden tekâmülde ısrarcı, sâdık, vefâlı insanlardır onlar. Bu kişiler, lazım olduklarında dâvet beklemeden inandıkları yerde saf tutarlar. Bu kişilerde; "Gayret bizden, nusret Allah(c.c.)'tan." inancı en belirgin tavırdır.
MHP'nin son 10 yılında; -Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın ki hâriç çünkü o süreç, çok özel incelenmesi, irdelenmesi gereken özel bir süreçtir- genel başkanlık adaylıklarında veya adaylığı şahsî reklam yapmakta kullanımlarda; bu fıtratî heyecanlar, çok hoyratça, insafsızca harcanıldı!
Adaylık açıklayıp kongre salonuna gidemeyen, kendi organize ettikleri salonlara sahip çıkamayan kişiler yüzünden heyecanlı, sâdık, atak ve cesûr Türk milliyetçileri; demokratik hakları olan bu iç yarışlarda, hiç mücâdele edemeden hükmen mağlûp ettirildiler!
Meydana girmeden savaş mı olurmuş? Komutansız ordu mu olurmuş? Komutansız, öndersiz, rehbersiz, sefer mi olurmuş?
Münferîden, tek başına yapılan ataklara en kibar deyimiyle intihar saldırısı denmez mi? Hangi kurnazın, kimin bu cesûr ve îmanlı mücâdele adamlarına; "İntihar saldırısı yaptı!" tarifini yüklemeğe hakkı olabilir? Adama sormazlar mı: Mâdem yüzme bilmiyordun, niye çıktın kavağa?
Partililer içinde, her dediğini yapan ve uygulatan Bahçeli'ye artık kimin itiraz hakkı kalmıştır? Mecliste yaptığı konuşmanın metnine ve tamâmen MHP'li görünümüne kim itiraz edebilir? O konuşma metninin altına kim imza koymaz? Demokrasi tepsisinde, açlıktan baygınlık geçiren millete sunulan üç alternatiften mecbûren MHP'yi seçmekten seçmeni kim men edebilir?
Millî istikbâlle nasıl oynadığınızın veya nasıl bir senaryoya figüranlık ettiğinizin bâri şimdi farkında mısınız? Bu vebâlle, rahat uyuyabiliyor musunuz?
Son sözüm de Devlet Bahçeli'ye olsun.
Sayın Genel Başkan! İç güdüsel ve fıtrâti özelliği ile sizi sokan bir arıya kızarak kovanı söndürmek, arıcılık değildir akıl kârı da değildir! Milletin millî tada ihtiyâcı var! Lütfen oğul verecek kapasitedeki arıları, kovana toplayın. Bu sâyede belki yeniden milletin dimağında ve damağında iz bırakmış millî tadı üretebilirsiniz. Bu saatten sonra kazanan da Vallahi siz olursunuz.
Yoksa millet, mecbûriyetten bir daha kara kovan icâd ederek kendine lâzım balı üretir. Allah'a inanmış bu milleti Allah(c.c.) çâresiz bırakmaz vesselâm...
TÜRK'ÜM. NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 12, 2009

TARİHİN TEKERRÜRÜ...

"Muîni zâlimin dünyada erbâb-ı denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bi-insâfa hizmetten." N. Kemâl-Hürriyet Kasidesi'nden

İbret alınmadığı için tarih tekerrür ediyor! Gûya çok bilinen; sağcı-solcu, millî-gayrı millî, âlim-ümmî her kes tarafından onlarca yıldır tenkîd edilen "Kızıl Sultan" dönemininin reksizini yaşıyoruz!
Yalnız müthiş bir farkla ki Sultan Abdulhamîd; batılılar, Haçlılar tarafından parçalanıp paylaşılmak istenen bir devlet ve milleti korumaya uğraşmışken Demokrat Kızıl Sultan Tayyip, uğruna milyonlarca can verilmiş, mukaddesleştirilmiş vatan toprağını parçalamağa, paylaştırmağa çalışıyor!
Abdulhamîd'in emperyalizm ve Haçlı'dan devleti-vatanı koruyabilmek için aldığı istihbârât tedbîrleri, Demokrat Sultan tarafından tamamen aksi amaçla kullanılıyor! Dedektifler var, dedektifleri izleyen-gözleyen dedektifler var! Çok önemsediğim kanaat önderlerinden, akîl münevverlerden Sayın Nihat Çetinkaya'nın, bir televizyon programında; "AKP kendi silahlı gücünü oluşturuyor." tesbîtinin gerçekleştirilmesini izliyoruz! Artık bir polis devletiyiz! Çok gariptir ki bütün bunlar; "Demokrasi tramvaydır, gereken durakta ineriz!" diye tarif edilen, sistem kullanılarak yapıldı!
Yine çok garitir hatta çok garipten de ötedir ki; demokrasinin kendini koruma refleksi olan muhalefet te, gûya direnirken demokrasiyi araç olarak kullanan Sultan Recep'e yardıma devam ediyor! Millet olarak komplo teorilerinden başımız döndü! Bu hızlı baş döndürücü dönüşlerden, değişmelerden-gelişmeşlerden, takîyyelerden midemiz bulandı. Kusmak üzereyiz!
Kurumlar arası insicâm yani yasal kurallara bağlı uyum, yeniden şekillendiriliyor ve bütün yollar, Sultan Tayyip'e çıkıyor!
Muhalefetin basîretsizliği ve beceriksizliği yüzünden; Cumhurbaşkanı'nı, Meclis Başkanı'nı Demokrat Sultan atadı! Kabineyi yani Bakanlar Kurulu'nu onun ataması, zâten sistem gereği...
İmza yetkili bürokratları atayıncaya kadar, daha açıkçası Köşk'e imam-hatipli birini çıkarıncaya kadar vekâletlerle idâre edildi. Köşk imam-hatipli edilip millî-yasal veto hakkı ortadan kaldırılınca kısa sürede devlet kurumları, teslîm alındı!
Vatandaşı, ilk öğretim çocuklarını, çiftçiyi, sendikacıyı, şehit ailelerini, partilileri, bakanları ve nihâyet Meclis Başkanı'nı fırçalaya-fırçalaya kesin hükümranlığa adım-adım, hazmettire-hazmettire ulaşıldı muhalefetin müthîş desteği ve demokrasi sâyesinde!...
Ümraniye Bombaları diye başlatılıp Ergenekonlaştırılan bir süreci, yasaklanmasına rağmen canlı yayınlarda izledik! Okyanus ötesinde, dünya jandarması, değişmez müttefik(!)imizin koruma-kollamasındaki Ilımlı İslam'ın baş aktörünün; "Hilmi Özkök Genel Kurmay Başkanı olduğunda" siyâset üzerindeki askerî vesâyetin biteceği kehânetini de canlı yayınlarda izledik!
Cumhuriyet ve ilkelerini koruma-kollama görevini darbecilik gibi algılayan Okyanus ötesinin "bizim çocukları" sâyesinde, Anayasa da cumhuriyetin koruyucusu olarak görevlendirilmiş Türk Silahlı Kuvvetleri komutanları, artık kendilerini koruyamıyorlar!...
PeKaKa'nın siyâsallaşmışları kadar yasal haklarını kullanamayan Genel Başkan Vekilleri'nden oluşan muhalefet amigoları da ancak Meclis'te pankart açabiliyorlar!
Köşk ve Konut arasındaki müthîş uyum sâyesinde; Meclis Başkanı da, bakanlar da basın mensuplarının gözleri önünde fırçalanabiliyor!
Ergenekonlaştırılan bir dâvâyı yürütmekle görevli Baş Savcı izleniyor, dinleniyor! Ve hâlâ Gâzi Meclis'te gûya milleti temsîlen 550 demokrat kişi var!
Suç ve ceza ikiz kardeş gibidir. Biri büyüdüğünde öbürü de büyür ve denge sağlanır diye öğrenmiştik demokrasi ve cumhuriyette... Demokrat Kızıl Sultan sâyesinde suç, her geçen gün büyürken cezânın yerini ödüllendirmeler aldı ve bu cennet vatan, bir suç ve suçlular cennetine dönüştü!...
Eeeey Gâzi Paşam! Sarı Paşam! Sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin? Artık kalkamayacağını biliyoruz ama birilerinin, haleflerinden birilerinin rüyasına gir bâri n'olur Paşam, n'olur!...
TÜRK'ÜM. NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 11, 2009

ŞÜKÜR VE TÜRK'E TEŞEKKÜR...

TÜRK...
Aklımın elinde yüreğim tesbîh,
Aklımda Allah var, yüreğimde Türk
Yanlıştan çıkar mı nasihat teşbîh
"Lâ havle" çekiyor dileğimde Türk!...

Sabır ile çıktı dört yüz seneden
Ergenekon denen bahtlı sîneden
Bacıdan, kardaştan, ata-nineden
Vakarı devraldı bileğimde Türk...

Buluşup İslâmla ânı yüceltti,
Ölümü öldürüp şânı yüceltti.
Kahraman ölürken kahpe ne etti?
Korkağıma maske feleğimde Türk...

Çağı verdi çağdaşlaşan entele
İtibar etmedi süse dantele
Ele ele vermişken kahpeyle hîle
Çarmıhta dinlendi direğimde Türk...

Kaç kere Haçlı'yı dörde katladı
Şehâdet ölüden merde atladı
Korkağın ininde ödü patladı
Târihe şân oldu gerçeğimde Türk...

Verdi siyâseti iki yüzlüye
Kanlı lîbas kaldı ödül sözlüye
Baş eğdirip zâlimlere dizliye
Mazlûm huzûrudur yüreğimde Türk...

Türklük Hakk'kın insanlığa rütbesi
İspatı mı? Diyojen'in secdesi!
Tarihin özeti, sözün müjdesi
Onura gururdur merağımda Türk... 11.Kasım.2009/İzmir

Bir gönüldaşıma cevâben ve irticâlen kalemimden dökülen dizeleri; lûtfederek fakîre iltifât eden Dostlara da arz etmek istedim. İltifatlarınıza teşekkürlerimi, lütfen kabûl edin.
Tanrım'ın beni Türk yaratırken bahşettiği onurun, kibirlenmeden farkındayım. Kibirlinin hasmının Allah olduğunu; riyâkârın, sahtekârın, mürâinin, iki yüzlünün cezâlandırıcısının da Allah olduğunu bilenlerdenim. Hamd ederim ki; Allah(c.c.)'ın insanı kendine halîfe yarattığının, insan içinde ve kıyâmete kadar da zaman içinde; -"Bunun üzerine bir kısmınız, diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yer yüzünde barınak ve belli bir zamana kadar yaşamak vardır. (Bakara-36)" ilâhî târifiyle- mücâdelenin süreceğinin de farkında olduğum inancındayım...
Tanrı adına, Allah'ın inâyeti, duası makbûllerin de himmetleriyle, dünya nizâmından sorumlu bir millet ferdi olmanın şükrünü etmek gayretindeyim...
Lütfen, duâlarınızdan mahrûm bırakmayın bu savaşçı, Kuvâ-y-ı Seyyâre Türk'ü...
"TÜRK, ULU TANRI'NIN SOYLU GÖZDESİ"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 10, 2009

BU KADARINA, BELKİ TAMAM DA!...

Türk Milleti;
Türk olmanın onuruyla; millet kalabilmen için yüz binlerce kere gözünü kırpmadan ölen, Peygamber Âguşu'na koşarak giden şühedâmız adına, geçmişinle, tarihinle oynayanları ve millî mâtem gününde engin hoş görünü istismâr edenleri, sana şikâyetle yetinemeyeceğim! Bu gün, senden de şikâyetleneceğim!
Bu gün seni, sana şikâyet ederken Atatürk ve arkadaşlarının torunları, son 25 yılın şehitlerinin oğulları-kızları, kardeşleri, yeğenleri, komşuları, soydaşları olan; "Türk istikbâlinin evlâdı" ve millî emânetlerin tevdî edildiği Türk Gençliğine de sitemler edeceğim!
Yetmiş yıldır, her 10 Kasım'da yarıya indirilerek Bayrağımızın bile saygı göstermesini istediğimiz Muhteşem Türk'ümüzün ölüm yıldönümünde, yerli yabancı bütün Atatürk düşman ve hasımlarına inatla, kem ve kör gözlere şiş niyetimle Bayrak astım balkonuma!
10 Kasım'da; gâzilerin Gâzi Meclisinde, ilk okul çocuklarından bile daha düzensiz ve içi boş tartışmalar, itiş-kakışlar izledik öfkeden mîde krampları geçirerek!
Bu gün bütün AKP'lilerin nasıl birer Atatürkçü olduklarını, hayret ederek izledik! Söylemeyip söylenmek millî alışkanlığımızla da homurdanıp durduk!
Adama demezler mi; mâdem bu kadar Atatürkçüsünüz, özelliği yasayla belirli bir günde hem güne , hem de günü özelleştiren sebebe kafa tutarak bu yaptığınız ne?
Adama demezler mi; mademki 71 yıl önce ölmüş bir adamdan bu kadar çekiniyorsunuz, bu yaptığınız ne?
Adama demezler mi; milyonların Anıtkabre koştuğu, sizi şikâyet ettiği böylesi bir günde, millete rağmen millet vekilliği olur mu?
Türk Milleti!
AKP'yi her kese, sana; CHP'yi Atatürkçülere, sosyal demokratlara, demokratik solculara, devrimcilere, laiklere ve cumhuriyetçilere; MHP'yi Atatürkçülere, Türkeşçilere, Ülkücülere, Türk Milliyetçilerine, pantürkistlere, Turancılara şikâyet edeceğim!
10 Kasım'da, Gâzi Meclis'in düşürüldüğü hâlin farkında mıydın?
Bayrağın yarıya indirildiği bir günde, Atatürk'ün emeklerinin-eserlerinin nasıl yok sayıldığının farkında mıydın? AKP-DTP-Haçlı ittifâkının, 10 Kasım'da millî ve ulusalcı kimliklileri nasıl yerden yere vurduklarını, nasıl târ u mâr ettiklerini izledin mi?
Gâzi Meclis'te AKP'li konuşurken CHP ve MHP'lilerin; CHP'li konuşurken AKP'lilerin yetmezmiş gibi MHP'lilerin; MHP'li konuşurken AKP ve DTP'lilerin, yetmezmiş gibi CHP'lilerin yaptığı protestoları izledin mi?
Birbirlerine şımarıkça saldırarak protesto edenlerin; PeKaKa'nın siyasallaşmışları konuşurken tam 26 dakika çıt çıkarmadıklarını, fark ettin mi? Bütün gürültüler, bütün afralar-tafralar, 10 Kasım'da Gâzi Meclis'te, "istemezük"çülükleri meşrûlaştırılan DTP'lilere bu keyfi yaşatmak için miydi?
Meclisin çıt çıkarmadan dinlediği DTP'linin, yarım saatlik konuşmasında bir kere bile Atatürk'ü anmadığını fark ettiniz mi?
Şimdi bu, yabancı senaryolu orta oyunundan sonra Gâzi Meclis'in rengini tamamlayanlara, Atatürk'ün partisi olmakla övünenlere; mâdem dayak yiyeceğinizi biliyordunuz neden kavgaya girdiniz diye sormayalım mı? Meclis'te sayınızın yetmeyeceğini bile bile, AKP-DTP-PKK ittifâkının bu millî mâtem günümüzde bayram etmelerine neden fırsat verdiniz?
Siz saldırırken DTP'lilerin; "Geçmişteki 29 isyan ve 25 yıl süren hafif yoğunluklu bir savaştan sonra, Kürt sorununun Meclis'e getirilmiş olması bir kazanımdır." diyerek gülüşmelerini, fark etmediniz mi?
Sayısal çoğunlukla AKP ve DTP'nin Mecliste istedikleri kararı alacaklarını bile bile bu gayr-ı millî oturumu, neden meşrûlaştırdınız?
10 Kasım gününü milletle birlikte Anıt Kabir'de geçirseydiniz, sizi Meclis'e polis zoruyla mı götürülerdi? Siyâsallaşmış PKK'lıları, mahkemeye teslîm etmeyen demokrat AKP'li çoğunluk, size farklı mı davranırdı? Velev ki öyle bile olsa; bu millete vekâletin bir mes'ûliyeti, bir bedeli yok mudur? Bu bedeli göze almaya değmez mi?
Türk Milleti! İnsan bâzen susar ya! Bâzen insan duyanlar tiksinmesin diye diline gelen öfkeli sözlerini içine kusar ya! Öylesi bir haldeyiz!
Seni, sana şikâyetten, emânet bırakılacak kadar güvenilen Türk Gençliğine sitemden, hükmen mağlûp Ordumuz'a sahiplenmeni istemekten başka bir çâremiz de yok! Ve bu kadarla kalınmayacağı da çok belli!...
TÜRK'ÜM. NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 09, 2009

ON KASIMLARA...

Heeeeey! Dünya!
Heeey! Haçlı emperyalist dünyanın işbirlikçileri!
Bilir misiniz, ölümü öldürenler ölümsüzdürler!
Türk milleti olarak; her senede mutlaka var olan bir 10 Kasım gününü, feleğe sitem ederek, o güne buğz ederek ama her kesin ölümü tadacağı İlâhi buyruğuna da tevekkülle teslîm olarak idrâk ederiz...
Şahsen bütün sevdiklerimin dünyalarını değiştirdikleri, ölümü tattıkları günleri unutmam. Bu günlerden üç tânesi vardır ki; hayatta olduğum sürece "Kara gün" adıyla anacak ve hep bu günlere buğz edeceğim...
Bir; 10 Kasım... Bir; 4 Nisan... Bir; 26 Mart...
Bu üç kara gün; yakın geçmişimizin -bana göre- kıyâmete denk günleri...
Bu üç kara gün, aynı zamanda Türk'e tuzak kurmak isteyen bütün şer güçlere karşı, ölümüne direnmeğe edilen yeminin tekrarlandığı günler...
Her kara günü, geldiğinde yâd ederek, her kara günde o günü karartan olayı tevekkülle kabullenişimize ya itirâz eder, ya da içimize haykırarak susarız bir daha!...
Aslında -işbirlikçilerin inâdına- bu özel günleri, güzelleştirdik bile! Türk tarihinde özel yer almış, dünya tarihinde çok özel yerleri zorla kapmış Yiğitlerimizi, bütün dünyaya bir daha hatırlatan bu günleri, kara lîbaslarından çıkardık gönül rahatlığıyla!
Lord Curzon'un Lozan'da; "Şimdi bu masada verdiklerimizi, yakında ekonomik zorluklar içine düştüğünüzde bir bir geri alacağız." tehdîdine sağlığında on beş yıl gülerek, ölümünden sonra da yetmiş bir sene, kurduğu millî devlet sistemiyle direnerek cevap vermiş Muhteşem Türkümüz'ü hatırlattığı için, karalıktan çıkardık 10 Kasım'ı!...
O'nun kurduğu devlet ve O'nun hayata geçirdiği sistem sâyesinde biletçilikten Başbakanlığa kadar yükselebilen kara budundan kişilerin; kendilerine hayâl üstü ikbâller sağlayan bir sisteme ve o sistemin bânisine vefasızlıklarını hatırlattığı için de özelleştirdik 10 Kasım'ı!...
Bindiği dalı kesen kurnazlara -uyarmak gâyesiyle- bindikleri ve kestikleri dalın çok yüksek olduğunu, oradan düşerlerse çok zarar göreceklerini hatırlatarak Türklüğümüze yakışanı yapmak zorundayız bu 10 Kasımlarda!...
"Yaşayanın tek ödülü ölümü
Şehîtler ölerek ölümsüzleşir.
Millet hayatının özel bölümü,
Tarih için ölüm ile yüzleşir..." (M.A.)
İsteyen bu günlere istediği şekilde bakmak, isteyen istediği şekilde yaşamakta elbette serbesttir 10 Kasımları...
Bir gerçeği bilmek zorundadır ama her kes: Haçlı hayâllerini bitiren, emperyalistlerin elinden yaralı avını alan, yine Lord Curzon'un deyimiyle; "20.yy.'ın ilk elli yılını belirleyen" irâde olan; hânedanın, sultanların, ağaların, zorbaların elinden aldığı yönetimi milletine devreden büyük bir millet evlâdının, ölerek millî hâfızâda ölümsüzleştiği gündür 10 Kasım!...
Her 10 Kasım'da dirilen, kurduğu sistemin emperyalist haçlıya direnciyle varlığı her geçen gün biraz daha netleşen, ölümünün üzerinden 71 yıl geçmesine rağmen milletini tesellî etmeğe, millet düşmanlarını kahretmeğe, gençliğe yol göstermeğe devam eden Muhteşem Türkümüz'e, Atatürkümüz'e, değişmez Millî Önderimiz'e rahmetler olsun!
Selâmlar, saygılar, dualar olsun...
Dünya durdukça Türk dursun, binlerce 10 Kasımlarda Tanrı Türk'ü Korusun...
TÜRK'ÜM. NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 08, 2009

ÇANKAYA YOKUŞUNDA D.B.P.'NİN KURTLARI!

Bu yazı çıktığında Haçlı'ya, AB'ye, ABD'ye, emperyalizme teslîm olmuş Türkiye'nin teslîmiyetçi yapısına çok yakışan yeni bir parti daha olacak.
Kırk yıllık Milliyetçi Hareket Partisi -ülkücülerin yüreklerinde mâtemi bâki kalmak kaydıyla- târihe emânet edilirken, yerini D.B.P. almış olacak!
Yapılacakları, Bahçeli; "Halen yürürlükte olan Milliyetçi Hareket Partisi Programı ile 'Milliyetçi Hareket Partisi Tüzüğü' 5 Kasım 2000 tarihli 6. Büyük Kongeremizde alınan kararla hazırlanmış ve ...Toplanacak 9. Olağan Büyük Kongre kararları ile birlikte, 2000 yılında oluşturulan Parti Programı ve yine aynı yıl kabul edilen parti tüzüğü ile bu tüzüğe atıfta bulunulan önceki tüzük değişiklikleri bütünüyle yürürlükten kaldırılacaktır." diye gününden önce açıklamıştı! Hayırlı olsun!...
Slogan da müthîş; "Sonsuza kadar var ol Bahçeli/Türkiye..."
Farklılıkların farkındalığı demokratlığını, çiçek bahçesini, Gâzi Meclis'in rengini tamamlamak işbirlikçiliğini İmralı Resmî Konuğu, bebek katili, bölücü başının kadîm yoldaşı Hasip Kaplan'ın ağzında DTP'ye hediye eden demokrat Bahçeli, 9.Kongresinde de tek kişilik demokrat(!)lığını ispat etmiş olacak!
Hiç oy vermedim! Oy vermeği düşünmüyorum ama bize rağmen memleketin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan'dan keşke rica hakkımı kullansaydım!
Keşke Başbakan'a; "MHP Kongresinin asayişini temin için görevlendireceğiniz polis sayısı 2000'se 5000 bine çıkartın ve muhaliflerinize gösterilen coplu-biber gazı bombalı caydırıcı güçlerini, misliyle Devlet Bahçeli muhaliflerine karşı da kullanmaları talimatı verin! Devlet Bahçeli'nin tek gireceği demokratik yarışta, 1255 delegenin 250-300'ünün oyunu alarak demokratik bir genel başkan olarak yerinde kalmasını sağlayın!
2011'de son kez aday olacağınızı söylüyorsunuz. Sözünüze inanıyoruz! Çünkü -tasvîp edelim etmeyelim- siyâsi hayatınızda ne dediyseniz yaptınız! Hazmettire-hazmettire ne derseniz yapacağınızdan da şüphemiz yok! Millet vekili adayı olmayacağınıza göre aklınızda Köşk var ve hakkınız! Başınıza okyanus ötesinden örülen bu "açılım" çuvalı yüzünden, AKP'nin oy kaybettiğini, muhalefetin oy kazandığını söylüyor anket yalanları! Anketler doğruysa Köşk'e çıkmanıza AKP oyları yetmeyecek! Sizden daha hevesle, "A. Gül Kardeş"inizi Köşk'e çıkaran Bahçeli, demokrasi tramvayınızın en sağlam abone yolcularından!...
Yapacağı tek kişilik kongrede millîlikten tamamen çıkaracağı partinin genel başkanı kalması için ne lâzımsa yapın! Siz kurnaz ve plânlı bir siyâsetçisiniz. Böylesi sâdık bir destekçinize, destek kurnazlık gereğidir!" diye seslenseydim keşke!
Parti Kurucularının bile karşı çıktığı, demokrat bir Bahçeli var! Daha öncelerde Ülkücülerin düzelir ümidi ile sessizce bekleyerek seyrettiği, muhaliflerine saldırıları, tek başına yaptırabilmiş ve bütün saldırıları, "Ülkücü Töre" diye yaptırmıştı! Şimdi ülkücü taban, pek rahat değil! Yapacağı, yaptırmayı düşündüğü saldırılarda verdiği emrin uygulanıp uygulanamayacağı biraz şüpheli olmalı ki AKP'den polis desteği istedi! Çok büyük bir ihtimalle de bu destek sağlanmış olacak! Eğer tatsız bir şeyler olmasını AKP engeller ve kongre ertelenmezse katılan delegelerden 250-300 oy alarak tek başına demokrat bir genel başkan LİDER'liğinde, Devlet Bahçeli Partisi D.B.P. meclisteki ve siyâsetteki yerini almış olacak!
Ve elli yıllık emeklere, binlerce şehîde, on binlerce ikbâle ve istikbâle mal olmuş Milliyetçi Hareket Partisi'ne; "Veleddâllîn, âmiiin!"
Ve bizler de uzaktan, öfkeli sitemlere devam!...
Çankaya Yokuşu'nda D.B.P.'nin kurtları! Köşk'e Recep Tayyip, Erdoğan'a da Bahçeli gibi demokrat bir yandaş, yakışır vesselâm!...
Allah(c.c.), ülkücü hareketin başına bu D.B. çorabını geçirenlerden sorsun!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 04, 2009

MUHALEFET, ANIT KABİR'E...

Koyun can derdinde, kasap yağlı et!...
Atatürk ve Cumhuriyetle hesaplaşılıyor gûya! Demokrasiyi tramvaylaştırmış demokrat(!)lar; onun sâyesinde zirve makamlara geldikleri Atatürk Cumhûriyetini yok etmek için akıl almaz hamlelerdeler!
Devletin Valisi, Cumhuriyet Bayramı'nda, kim bilir kaç para harcadıkları avrupaî bir hafif meşreplikle pastadan heykel çıkarttırıyor! DTP, İmralı emriyle dağdan indirilen teröristleri Gâzi Meclis'e getirmek hazırlıklarında!
Yıkılan bir imparatorluk enkazından, yağmalanmış bir cihan haritasından yeni bir Türk Devleti çıkarıp yönetim şeklini Cumhuriyet eden ve övündüğü en büyük eseri bu sistemi cemâhire, cumhûra yani millete emânet eden Devletin kurucusu Muhteşem Türk Atatürk'ün ölüm gününde, T.B.M.M.'nde konuşulacak başka konu mu yok, "açılım" adı koyulan yıkım projesi getiriliyor!
Yıllarca; "Her 1o kasım'da sap gibi durmanın" anlamsızlığını söyleyenlerin, Atatürk ve sistemine karşılıklarını hiç saklamamışların, bu davranışı, normal ve hatta çok akıllıca!
Garip olan, Atatürk'ün kurduğu parti olmakla hayatta kalabilen Ana Muhalefet Partisi'nin ve Türk milliyetçiliğinin açık adresi ve markası olmuş diğer Muhalefet partisi'nin, bu kurnazca tezgâhlanmış oyuna düşerek 10 Kasım'da Meclis'te hesaplaşma(!)ya hazırlanmaları!
Emânete sahiplik bu mu? Atatürk'ün, maddî ve siyâsî mirasına sahiplik bu mu?
Türk Milliyetçiliğini doktrine etmiş, Türk Milleti'nin siyâsi refleksi Ülkücü Gençliği oluşturmuş Başbuğ Alparslan Türkeş'in siyâsî vârisliği bu mu?
Çok bilinerek 10 Kasım'da "sap gibi durmak"tansa, kurucusunun ölüm yıl dönümünde Cumhûriyeti sorgulamağa hazırlanan AKP'yi Meclis'te bırakarak Muhalefet Partileri olarak Anıt Kabir'de bir anma töreni, neden akla gelmez? AKP-DTP-PKK ittifakını, kurnazlıklarıyla başbaşa bırakmak neden düşünülmez?
Birinin, Recep Tayyip Erdoğan'ın yasağını kaldırttırarak Başbakan olmasını sağlamak; diğerinin Tayyip Erdoğan'ın Köşk'e bir "imam hatipli"yi çıkarmak hayâlini kolaylaştırarak Abdullah Gül'ü Köşk'e taşımak gibi tarihî birer hatâları varken; 10 kasım günü Türk Milleti'nin yüreği ve gözleri kan ağlarken Cumhuriyetin çekiştirilmesine ortak olmalarının bir mantığı var mıdır?
10 Kasım'da; Anıt Kabir'de Atatürk'ün mânevî huzurunda, milyonlarca millet evlâdıyla birlikte emânete sahip çıkmak; araç olarak kullanılan, tramvaylaştırılan Recep Tayyip demokrasisine ters midir yoksa? Sizlerin de DTP'liler kadar dokunulmazlığınız yok mu? Yoksa sizi de mi Silivri'ye tıkarlar? Sizin kanınız, Silivri'dekilerden kırmızı mı?
Mecliste sayınız yetmiyor biliyoruz! Ama bir kişinin bile isterse nasıl muhalefet edebileceğini, Kamer Genç'ten gören de mi yok!
Artık sessiz ezici çoğunluk ne der bilemem ama şahsen ben; 10 Kasım'da Meclis'e giderlerse; 2. Cumhûriyetçilerin, Yeniden Osmanlıcılar'ın çok kurnazca hazırladıkları tezgâha düşen Baykal'ın da, Bahçeli'nin de sadece "Allah bir" dediklerine inanırım! Gayrı sözlerini sözden bile saymam!
Farklı davranmayanın farkı, fark edilmez!
Milletin başına sardığınız bu belâdan, milleti kurtarmaya mecbûrsunuz! Siyâset; çârelerin tükendiği yerde çâre üretmek sanatıdır! Artık saklanamayan bu sivil darbeye, demokratça sonuna kadar karşı çıkmak zorundasınız!
Deniz feneri soruşturmasında, en şaibeli kişi Zahid Akman'ı; "Temiz bir kardeşimizdir." diyerek bağlı olduğu Bakana karşı bile koruyan zihniyetin karşısında; Genel Kurmay'ı bir kurmayına sahiplenmesi yüzünden siyâseten desteksiz bırakamazsınız!
Emniyet istihbârâtının; her kes, hatta hepiniz hakkında bilgi-belge toplaması yasalken; Cumhuriyeti korumak ve kollamakla yükümlü Askeri İstihbârâtın bir cemaat ile ilgili bilgi ve belge toplaması neden suç?
Atatürk'e, Laik Cumhuriyete layıkîyle sahiplik edebilmek için tarihî bir fırsattır bu 10 Kasım!
Muhalefet olarak siz Anıt Kabir'de milletle birlikte üzerinize düşeni yapın ve diğer ittifakı Meclis'te kendi oyunlarıyla başbaşa bırakın! Görün neler olurmuş?
TÜRK'ÜM. "NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 01, 2009

NE ZAMAN, KİME YENİLDİK?

"Güçlü Türkiye, güçlü Ordu" diyebilmemiz için evet bize bir ordu lazım! "Bağımsızlık karakterimdir." parolalı ve en büyük millî eser Cumhuriyetin emânet edildiği Atatürk'ün millî ordusu lazım!...
Saatlerce arşivlerde kaybolmağa gerek yok! Çok ses getiren, ilgili ilgisiz her kesi bağrıştıran gündemleri hatırlasak yeter. Meselâ; yıllarca eyyâmcılığın müthîş örneği, son günlerde ise "Dolma Kalem"liğin, yalakalığın, "Karen Fogg Çocuğu"culuğun en uç örneklerinden Nazlı Ilıcak'lı bir haberi hatırlayalım. AKP'den seçilip sonra LDP, ANAP ve GP'yi dolaşan seyyâre millet vekili Emin Şirin'in, GP'li olarak yaptığı, yalanlanmayan ve tekzîp edilmeyen açıklamasını hatırlayalım. Ilıcak'la evliyken ABD'de, Fetullah Gülen'e yaptıkları bir ziyâreti anlatmıştı. Nazlı Ilıcak'ın; "Hoca efendi, askerlerin siyâsiler üzerindeki bu baskıcı vesâyeti ne zaman bitecek?" sorusuna; "Hilmi Özkök Genel Kurmay başkanı olduğu zaman." dediğini söylemişti!
Yalanlanmayan bu haberden sonrasını, yani son beş yılı kısaca ama dikkatle hatırlayalım mı? Bu beş yılda; bütün anketlerde, açık ara birinciliği hiç bir kuruma kaptırmayan TSK'nın uğratıldığı güven kaybı, hayret verici değil mi?
Milli Güvenlik Kurulu'nun sivilleştirilerek demokrat(!)laştırılmasından sonrasında da; aslî görevi, sınırları korumak olan Ordumuz iki yüz elli bin asker, seksen bin korucu ve altmış bin kişilik güvenlik gücüyle, iki yüz PeKaKa'lının sınırı geçip kilometrelerce içerdeki karakollara saldırmasını, engelleyemedi! Savunma karakollarımızı koruyamadı! Karakollarda ki Mehmetçiğin can güvenliğini sağlayamadı! Karda kışta sınır ötesi operasyon yaptı, gittiği yerde bir hafta kalamadı!
Güvenlik güçlerinin olmazsa olmazı istihbarat birimleri, ne yapıyorlardı diye sormayalım mı?
Karakollarımızdaki Mehmetçiğimizin, AKP-DTP-PKK istikrarlı illerimizdeki güvenlik güçlerimizin istihbârâtları yok muydu? Varsa Emniyet istihbârâtının görevi, askerleri; askerlerin ki ise emniyetçileri, siyasileri takiple bilgi ve belge toplamak mıydı?
Genel Kurmay Başkanımız'ın, bir filmden sonra söylediği; "Elbette, .... üzüntülerine saygı gösteriyorum. Ama unutmasınlar ki o şehitler verilmeseydi, bu gaziler verilmeseydi bugün acaba Türkiye terörle mücadele noktasında nerede olurdu?" sözlerini, nasıl yorumlayalım? Bu açılımlı demokratik günler için mi o kadar çocuğumuzu şehît verdik?
Hür akıl ve vicdanla düşünenler, yakın bir gelecekte, yeni bir trilyonluk zırhlı makam aracının daha hazırlandığını düşünmüyor mu?
Trilyonluk, zırhlı makam araçlı, mezara kadarlık sırlarla donanımlı, bir önceki Genel Kurmay Başkanı'nın; Atatürk'ün pastadan çıkarıldığı bir soğuk savaş salonunda yaptığı; "Benim için mi geldiniz?" esprisi ile, "Laikliğe karşı odak olmak"tan suçlu ve sabıkalı hükümete teslîmiyetini, görmezden mi gelelim?
Cumhuriyeti, Atatürk İnkîlaplarını dolayısıyla laikliği de korumak ve kollamak üzere Anayasa'da yasayla görevlendirilen TSK'nin, tehlikeli görülen her cemaat ve oluşum hakkında bilgi ve belge toplamasından doğal, ne olabilir?
Sonradan planlı olarak Ergenekonlaştırılan bir beşinci kol operasyonuyla başlatılmış olan; üstün hizmet madalyalı görevlerin suç sayıldığı, mantıksız mantıkla şimdi de kurmay bir
görevliyi günah keçisi îlan ederek linçine ve bu arada TSK'nin linç edilmesine seyirciliği, artık en üst kademeden birinin millete îzâhı gerekmez mi?...
Milli Güvenlik Kurulu'nda; Atatürk Cumhuriyetinden vaz geçildiyse, sistemin değiştirilmesine karar verildiyse ve açılım bir devlet projesi ise, bu karara TSK' de katıldıysa, millet bunu bilmesin mi?
Yoksa içerde demokrasi, dışarda diplomasi denilen bu teslîmiyetle, bağımsızız diyerek komikleşelim mi? Teslîm olduysak kime ve ne zaman teslîm olduğumuzu, kime yenildiğimizi bilmeğe hakkımız yok mu?
"Muîni zâlimin dünyada erbab-ı denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bi-insâfa hizmetten" (Namık Kemal)
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN