Pazartesi, Haziran 28, 2010

İNSAN DEĞİL İNSANLIK NÂDİRDİR...

Aklımızı aldılar! Bir yandan siperde, Genel Kurmay Başkanımızın korumasındayken çömeliyor, bir yandan "Küresel gücüz!" diye böbürleniyoruz! Daha dün, çömeldiğimiz tepede baskın yemiş, dokuz şehit vermiş ve çoook geniş kapsamlı bir operasyona başlamıştık!
"Küresel güç"lüğümüzün kapsamlı operasyon alanı, bir tüfek menzili kadar yok mu?!
Taşeron terör örgütü; sınırda, karakollarımızda, sınırlarımız içinde, askerimizin-polisimizin evlerinde, şehirlerimizde, her yerde kahpece saldırıyor, her yerde öldürüyor ve bir türlü hak ettiği mukabeleyi görmüyor! Çünkü küresel güç dayatmalarıyla onların insan hakları var, onlar demokratik hak peşindeler ve biz, her yerde öldürülen "küresel güç"üz!...
Bu kadar anarşiye-asayişsizliğe, bu kadar işsizliğe-aşsızlığa, bu kadar demokratik açılım-saçılıma rağmen hâlâ "Küresel gücüz!" diyebilen, İsrail'e "One minute!", ABD ve AB'ye Bîrleşmiş Milletlerde "Hayır!" diyebilen; One mimute'den sonra, "Tavrım modoratöreydi!"; BM'deki hayırdan sonra, "ABD ile vizyon ortkalığımız var!" diyecek kadar da "Diklenmeden dik duran" demokrasi araçlı diplomat bir Başbakanımız var!
Üstüne bir de AKP Vuvuzelalarının dayanılmaz gürültüsü!...
Bir kısım vuvuzela; "İsrail'e karşı Başbakan'ı sahipsiz bırakmayıııız!" derken bir diğer kısım vuvuzela Abant'ta, bir sürü "dini gollikle" milliyetçilik aleyhinde fetvâlar veriyor! Abant Platformu'nda verilen fetvalardan birinde; "Bir dindar asla devleti kutsallaştıramaz! Asla milliyetçilik yapamaz." mış! Bu vuvuzelaların etkisinde kalan bilgi fukaraları da dindârlık zannederek; "Ne mutlu insanım!" şeklindeki Haçlı üretimi bid'at bir sloganla dîn tahripkârlığı, Türk düşmanlığı yapıyorlar!
Neyle, ne zaman uğraşacağını, mücadelede öncelik sıralamasını şaşıran bizler de 'kader torbası'na elimizi uzattığımızda neyi yakalarsak onunla uğraşıyoruz! Bu gün bana, "Dînde milliyetçilik" sorgulaması düştü!
Yûnus;"Ete kemiğe büründüm/ Yûnus diye göründüm." diye noktayı koymadan önce; "Sen kendini bilmezsin/ Bu nice okumaktır?" sorusunu sormuştu. Sorunun muhatabı bin yıldır değişmedi! Yûnus döneminin kulaktan dolma sözlerle ahkâm kesenleri ile günümüz ukalâları malesef aynı! "Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden üstün kılan o'dur." (En'âm-165) Âyetini görüp insan farklılığını anlamamak mümkün müdür?
"Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı." âyetinin hem Yûsuf, hem de Hûd Sûreleri'nin hem de aynı 118. âyetlerinde, aynen tekrârında bir hikmet yok mudur?
Yusuf Has Hâcib; "İnsan nâdir değil, insanlık nâdirdir." diyor. "Ben, ilmin şehriyim Ali, kapısıdır." iltifâtlı Hz.Ali (r.a.)'nin; "Aslını inkâr eden harâmzâdedir." hükmüne itirazın İslâmi öğretiyle alâkası olabilir mi?
"Ne mutlu insanım!" diyenlere, insanlığın az bulunmasının da Allah(c.c.)'ın hikmetlerinden oluşunu hatırlatıp Firâvun, Ebu Cehîl, Yezîd, Hind, Vahşî, Ebu Süfyân, kendilerini tanrı ilan eden Romalı imparatorlar, Haçlı askerler-komutanlar, Kazıklı Voyvoda, Hasan Sabbah, bokunu çâre diye zavallılara yediren şeyhler, ensest ilişkileri entellik sayanlar, Irak'ı işgâl eden ve bir milyon müslüman katlinden sonra yüzbinlerce müslüman kadın-kıza tecâvüz eden, Abdullah Gül'ün dua ettiği, R.T.Erdoğan'ın alkışladığı ABD'nin demokrat askerleri, kırk bin kişinin katili, bebek kurşunlayan, dağa çıkarttığı gencecik kızlardan kendine hârem kuran Apo çukuru da insandır, insandandır ve "Ne mutlu insanım" diyenlerdendir demeyelim mi?
Elbette kötüden, yanlıştan örnek olmaz! "Ne mutlu insanım." diye gûya hümanizm yapanlar, malesef bu insanlık yüz karalarına benziyorlar!
Bizim benzemeğe uğraştıklarımız ise insanlığın yüz aklarıdır. Öncelikle iki cihân serveri, Allah'ın tek "Habîb"i, güzel ahlâkı tamamlamakla görevli Hz. Peygamber(s.a.v.)'imiz, Hulefâ-i Râşidîn, Hace Ahmet Yesevî, Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Hacı Bayram ve tamâmı Allah(c.c.)'ın rızasına ermiş Müslüman ve Müslüman-Türk Ulularıdır.
Elbette herkes fıtratına uyanı yapacak ve hesâbını da Ulu Yaratan'a verecektir.
"VE TEVEKKEL Â'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

İSLÂMDA MİLLİYETÇİLİK

Tahrîk edenle, tahrîk edilene zorla yer değiştirmek istiyorlar! Vatan bölünmesin, ezan dinmesin-bayrak inmesin, millet bütünlüğü zarar görmesin ve devlet sürsün diye bedel olarak verdiğimiz canlarımızın cenâze törenlerindeki cemaat kalabalığından korkan siyâsiler, bu gönüllü sessiz kalabalığı siyâseten istismâr ederek o kalabalığa ve o cemaat üzerinden muhalefet partilerine iftira ediyorlar!
Şehide görevini yapmak için toplanan kalabalığı ve o kalabalık üzerinden muhalefeti suçlayan Hükümete habire tehdît mesajları gönderen siyasallaşmış PKK'lılar ise küresel güç destekli tahrîklerine devâm ediyorlar!
Terörist leşlerine, PKK paçavrasına sararak millet vergilerinden maaş alan, millet vekili yeminine ihânet eden nankörlerin ve belediye başkanlarının katıldığı törenler yapıyorlar! Emniyet güçleri; mesai ve silah arkadaşlarını, eşlerini, çocuklarını katledenlere yapılan törenleri içleri kan ağlayarak izlemek zorunda bırakılıyorlar!
Küresel güç sermâyenin Türkiye ayağını temsîlen sermâyedar bir hanfendi, ateşkesin sağlanması için ilk adımı atmayı PKK'dan rica ediyor!
Yetmedi! Yetmeyecek! Her gün, yeni bir PKK saldırısı, yeni bir PKK kalleşliği ile muhatabız ve; "Bölgede Küresel gücüz!" diye övünen, Genel Kurmay Başkanı korumasında çok geniş kapsamlı bir operasyon sonrasında siperde çömelen, diklenmeden dik duran bir BOP Eş Başkanımız var!
Bölücülüğün her türlüsünün demokratik insan haklarından sayıldığı ülkemde, Türk'ü, Atatürk'ü sevmeyi, Türk milliyetçiliği yapmayı yalan fetvâlarla yasaklamaya çalışıyorlar!
Dînle desteklenen Arap şövenizmi, Ermeni-Kürt ırkçılığı, misyoner faaaliyetler, gencecik delikanlıları İsrail'in ağzına yem olarak atmalar demokratik insan haklarından ama Türk'ü, Atatürk'ü, Türkiye'yi sevmek, hükümeti yasal olmayan yollardan devirmek amaçlı çetecilik!
Türk Milliyetçisi bir dindâr olarak Kur'anı dikkatle taradım ve milliyetçiliği yasaklayan bir buyruk aradım. Bulamadım, yok! Tesbît edebildiğim, insanlığın farklı milletler olarak yaratıldığını belirten âyetleri fırsat buldukça paylaşacağım. Meselâ:
"...Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yer yüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır dedik." (Bakara-36)
"Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden üstün kılan o'dur." (En'âm-165)
"Allah:Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır buyurdu." (A'raf-24)
"Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı." (Yûsuf-118)
"Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan (cennetten) inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz." (Tâ Hâ-123)
"O'nun en büyük delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için dersler vardır." (Rûm-22)
"Biz yalnız Nuh'un soyunu kalıcı kıldık." (Sâffât-77)
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık." (HUcûrat-13)
"Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı." (Hûd-118)
'Allah katında makbûl olan takvâdır.' iddiası ile milliyetçiliğe karşı çıkanlara ise Allah(c.c.); "(Resûlüm) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir." (Kasas-56) uyarısını yaparak takvada kimsenin şahitliğine ve müdahelesine izni olmadığını bildiriyor!
Kur'an'da; yakın akrabaya, komşuya, çevreye, ülkeye karşı sorumluluk yükleyen bir dînin, milletini sevmeyi yasaklaması mümkün mü?
Şahsen ben, Allah'ın süvârileri sıfatlı, İslâmın gönüllü sancaktarı Milletimi sevmeğe, milletimi dünya nizâmına müdâhil olabilecek güce getirebilmek için mücâdeleye devâm edeceğim ve bu mücâdelemde de Allah'tan yardım dileyeceğim.
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Haziran 27, 2010

PATRONLA MÜTEAHHÎDİN ORTAK VİZYONU...

"Türkiye saati ile 00.15’te başlaması planlanan görüşme Obama’nın İngiltere Başbakanı David Cameron ile ABD-Gana maçını izlemesi ve maçın uzaması yüzünden gecikmeli başladı." (DHA)
Başbakan; "Biz de ABD ile aynı vizyon için çalışıyoruz, mesajı verdi."(Sabah)
"Erdoğan, İran'la ilişkiler konusunda Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi'nde alınan yaptırım kararlarına uyacağını ... belirtecek."(Sabah)
Güne moralle başlamak, güzel haberlerle çevremize moral dağıtmak istiyoruz ama "vizyon sahibi" Başbakan ve AKP sâyesinde, "Cehenneme döndürülen vatanımız'ın neresinde, ne oldu?" endîşesi ile haberlerden ürker olduk!
BOP Eş Başkanı'na ihâle edilen "açılım" adındaki ayrıştırıcı demokratik işin, silâhlı taşeronu PeKaKa bu gün bir şey yapmamış!
İşi ihâle edenle müteahhid Toronto'da bir aradalar! 21.yy. Haçlıları ABD ve İngiltere'nin başları; ABD-Gana maçını başbaşa izledikleri için, bekleme salonunda 45 dakika bekletilen BOP Eş Başkanı ve avanesi, incinmedi! Biz de incinmedik! İncinirsek ayıp, vizyonumuza yakışmaz!
Görüşme sonunda; "ABD ile aynı vizyon için çalışıyoruz." açıklamasıyla hem BOP Eş Başkanlığı'nı bihakkın ifa ettiğini, hem vizyonunu vurgulayarak açıkladı vizyon temsilcimiz!
Îmanına kurban olayım Başbakan! Vizyonunu sevsinler senin! Irak'a demokrasi getiren Haçlı ABD askelerine alkış vuran BOP Eş Başkanı'm benim!
Televizyonda canlı yayında; "One minute!", salonda; "Tavrımız modoratöreydi!" özürü!
Türkiye'de İran'la ilgili; "BM'de evet deseydik kendimizle ters düşerdik!" diklenmesi, Toronto'da; "Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi'nde alınan yaptırım kararlarına uyacağı" açıklaması, ABD ile vizyon ortaklığı açıklaması!...
Eee! Başını acemi berbere teslîm edenin cebinden pamuk eksik olmazmış! Kendimi, katili tarafından suçlanan maktûl gibi hisssediyorum! Gerçi atalar, "Kabahat ölendedir." demişler! Sadece; "İnâdına Tayyip" sloganıyla, beceriksizlerin de yüksek sâyeleriyle 2002'den beri, inâdına başımıza geçirdiğimiz BOP Eş Başkanı'ndan, başka davranış beklemek abesle iştigâl olmaz mı? Başa gelen çekilmez mi? Akılsız başın cezasını ayaklar çekmez mi?
Sınırlarımız yol geçen hanı! Güvenlik güçlerimizin can güvenliği yok! Vizyon ortağımız başımıza çuval geçiriyor! Karakollarımız basılıyor! Askeri lojmanlarda subaylarımızın eşleri katlediliyor! Servis aracında çocukları öldürülüyor! Otobüslerde gencecik kızlarımız diri diri yakılıyor! Askerlerimiz memleketin göbeğinde topluca katlediliyor! Akşam saat 21'den sonra, bütün vatandaş çelik kapılarını defalarca kilitleyerek, yoksa evinin ışıklarını söndürüp perde arkasında nöbet tutarak saklanıyor! Ve bu teröre teslîm ülkede istikrâr var!
Vatandaşın dörtte üçü icralık! Çiftçi ekip biçemiyor! Maddi sıkıntıdan yıkılan ailelerin, boşanmaların haddi hesabı yok! İşsizlik % 15! İntihar eden edene! İş yerini kapatan kapatana! Ve bu aç ülkede; büyüme var, istikrâr var!
Bir de AKP vuvuzelaları; "İsrail, neye mal olursa olsun Tayyip'ten kurtulacağız diyor! İsrail'e karşı Başbakanımızı desteksiz bırakamayız!" diye uğuldamaya başladılar!
İsrail de Türkiye'de seçimlere giriyor mu? Eğer giriyorsa İsrail'e oy verenin taa kanına tüküreyim! Ya aklımızla alay ediyorlar, ya da hallerinin farkında değiller!
BOP Eş Başkanı'mız; ihâle aldığı patronun yanından dönsün bakalım! Bekleyelim, görelim; vizyon sahibi büyük patron ABD, silahlı taşeronlara ne işler tevdî edecek?
Kutadgu Bilig öğretisini hatırlayıp hatırlatalım: "Yasalarına uyarız ama âdil olursa! Vergimizi veririz ama gümüşün ayârını düşürmezsen! Dostunu dost, düşmanının düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan."
Başka türlü devlet olunmaz, başka türlü devlet kalınmaz vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 23, 2010

TÜRK'ÜN MANİFESTOSU...

Türk Milleti!
Biz, hayatında Türk'üm dememişler gibi; "Azîz milletim!" diye muğlak bir ifâdeyle seslenemeyiz! Öyle seslenmeğe utanırız ve o şekilde seslenerek kimsenin oylarından falan istifâdeyi de düşünmeyiz, siyâsetçi değiliz!
Türk Milleti; ama sana seslenmek durumundayız! Sana şikâyetlenmek, senin nasıl "Allah ile Aldatıldığını" becerebildiğimizce söylemek zorundayız!
Seninle berâber bizim de canımız yanıyor! Çünkü biz sendeniz, biz milletteniz, biz Türk'üz. Vatan toprağına emânet ettiğimiz her evlâdımızla, göz yaşlarımızı içimize mızrak edenlerdeniz! Devlet yaşasın, vatan bölünmesin, millet parçalanmasın diye yiğitlerimizin kanını, canını; canımızdan can koparak, yüreğimizi dağlayarak, düşmana göstermeden içimize ağlayarak ebedî istirahatgâhına bedel olarak gönderenlerdeniz biz!
Biz, cenâze namazlarında hoca efendilerin; "Hakkınızı helâl ediyor musunuz?" sorusuna; "Helâl olsun!" diyenlerden değiliz sadece! Biz; "Şehîdim hakkını helâl et bize!" diye yalvararak figân edenlerdeniz!
Yiğit Millet! Evlâd-ı fatihân Millet! Bedr'in Arslanları'nın ancak bu kadar şanlı olduğu Çanakkale Şühedâsı ahfâdı Millet! Türk Milleti!
Halkları toplayıp milletleştiren; dört yanda düşman bırakmadıktan, başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürdükten sonra çıplağı giydiren, yoksulu bay eden, töresine türesine baş eğenlere huzûr veren Millet!
Miraç'ta Hz. Peygamber(s.a.v.)'e Cebrâil tarafından; "Bunlar Allah'ın süvârileri Türklerdir." diye târif edilen Türk Milleti!
"Ey îman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getiri ki Allah onları, onlar da Allah'ı severler. Mü'minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda mücâhede eder hiç bir kınayıcının kınamasından da korkmazlar." (Maide-54) diye Kur'an-ı Kerim'de işâret edilen Türk Milleti!
Bilinen tarihin her döneminde devletli olmuş, günümüze kadar devletli gelmiş, Devletli Türk Milleti!
Sözümüz sana! Sözümüz kendimize! Sözümüz bize!
Birilerine kızıp cezalandırmak için, birilerinin aklını başına toplamak için, kendi verdiğiniz oylarla başımıza getirdikleriniz tarafından; tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar tahkîr ve tahrîk ediliyoruz!
Gömlek değiştirse de eski Milli Görüşçü, hâlâ îmanlı tarifli, "İnadına Tayyip" sloganıyla tek başına ülkeyi teslîm ettiğin kişinin kabinesinden bir bakan, AB Baş Müzakerecisi bir Bakan; ciğerlerimizi dağlayan şehîtlerimizden bahsederken; "Bu sabah saatlerinde maalesef sekiz askerimiz şehit edildi. Bu topraklarda doğmuş, büyümüş 12 gencimizin de yaşanan çatışmada hayatını kaybettiğini öğrendik. 20 eve ateş düştü, 20 ailenin acısını paylaşıyorum." diyerek Türk Anaları ağlatan ve Mehmetçik tarafından itlâf edilen kahpelere de üzüldüğünü söyleyebildi!
Aynı zamanlamayla PKK'nın siyasallaşmışlarından biri de; askerimizi, polisimizi taşlayan; "Erkeksen aşağı in!" diye tehdît eden piçlerini askere göndermemeleri için televizyonlardan, demokratik açılımcıların gözlerinin içine baka baka seslendi!
Yiğit Millet! Mert Millet! Dirençli Mütevekkîl Türk Milleti!
Artık 12 Eylül günü hem seçim, hem de Anayasa oylaması için sandık kurulacak belli! Kendi elimizle teslîm ettiğimiz devlet mührünü, daha fazla katlimize fermân verilmeden geri alalım!
Mührü alıp kime mi verelim?
Nâmus sözü; o gün geldiğinde hâlâ serbestsek, herhangi bir bahaneyle bizi de bir yerlere kapatmazlarsa, tek tek kapınızı çalacak, sizler için sizden oy dileneceğiz! Kime oy vereceğimizi de berâber kararlaştıracağız söz...
Karakolları tahkîm ederek, Çin Seddine benzer sedler kurarak sadece savunmaya geçerek aczi kabullenişimiz yüzünden, İstanbul'un göbeğinde bomba patlattılar! Başımız sağ olsun! İnadına, inadına, inadına VATAN SAĞ OLSUN!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 22, 2010

GÜN, BU GÜN!...

Demokrasiyi araç olarak kullandığını hiç saklamayan demokrat maskelilere, demokrat olduğunu zanneden millî ruhtan uzak siyâsilerin verdikleri desteklerle tarifsiz sıkıntıdayız!
Devleti-milleti karşılıksız seven; devlet sürsün, vatan bölünmesin, millet zarar görmesin diye vatandaşlık görevleri neyse bihakkın yapan, ölmek gerektiğinde sırasını kimseye vermeyen, gerektiğinde ömrünü cezaevlerinde millete hîbe eden, sipariş mahkemelerin kurduğu darağaçlarında devleşerek Hakk'ka yürüyen; ezildikçe güçlenen, öldürüldükçe çoğalan, tek kişi dahi olsa bulunduğu yerdeki millî rûhu ayakta tutabilen Ülkü Devleri'ne sesleneceğim bir daha!
"Evimizin evi" diye tarif edilen Vatan'ın asıl sahiplerine; millet olunmazsa devlet olunamayacağını bilen, bildiği gerçek yaşasın diye gözü kapalı binlerce kere ölen Ülkücülere, gerçek millet evlâtlarına, evlâd-ı fatihâna, "Ne mutlu Türk'üm diyene" derken yürekleri ağızlarında atan Türklere sesleneceğim.
MHP İzmir İl Başkanı Musavvat Dervişoğlu'ndan duyarak rahatladığım; "Eski ülkücü ile eskiden ülkücü olanlar" arasındaki farkı fark edebilen, duruşlarıyla, gezişleriyle, "ölümü öldürerek diriliş"leriyle sağken efsâneleşen Ülkü Devleri'ne sesleneceğim.
Başımıza ne geldiyse gayrı millî siyâsilerin işbirlikçiliklerini siyâset olarak dayatmalarından geldi! Eskiden şucu-bucu olan dönmüşlerin, döneklerin, kaçakların bir araya gelerek oluşturdukları "Deprem çadırı" dediğim AKP'deki eskimişlerin, döküntülerin, alınıp satılabilen ucuz Dolma Kalemler'in; devlet uçaklarında, devlet kurumlarında, devletin sır odalarında yer bulmalarıyla, demokrasiyi araç kullanan demokrat maskelilerin onlara tanıdığı rahat yaşam standardıyla, olmadık işler, olması mümkün olmayan işler geldi başımıza!
Ülkü Devleri'nin kimi kızdı çekildi. Kimi küsmeğe tenezzül etmediği için sessiz sedâsız evini kendine aşiyân etti. Kimi "Ekerken yok, biçerken yok, harmanda kardeş" fıtratlı kurnazlar tarafından hak etmedikleri şekilde uzaklaştırıldı. Sebepler, saikler, olaylar, sayıldıkça sayılabilir ve nerdeyse tamamına yakını da haklı olan meselenin asıl sahipleri siyâsetten uzak durunca; bekçisiz köylerimizde başıboş bırakılmış kuduz itler, kulakları küpeli olarak dolaşmaya başladılar!
Bir kaç yıl önce en etkili-yetkili bir kurumumuzun başındaki zat tarafından ifâde edilen; "Ehven-i şerre mecbûriyet" politikasıyla; savaşmadan ölüyoruz, yenilmeden teslîm oluyoruz!
BOP Eş Başkanlığını, Yahûdilerden aldığı madalyasını övünerek taşıyan; yıllarca Haçlı Birliği dedikleri AB sancaktarlığında "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer." diyenleri bile sollayan, Millî Görüş gömleğini değiştiğini, bu yüzden geliştiğini söyleyen, hayatında bir kere Türk'üm dememiş ve demeyecek olan bir "One minute"çü, kolpacının tamiri zor tahribatlarına muhatabız!
BOP Eş Başkanı'nın; "CeHaPe, MeHaPe, terör örgütü, İmralı... bak karşımıza dikilen bunlar!" diyerek siyâsi edep sınırlarını aşmasına rağmen; "Meclis'i basarız, Tayyibi asarız!" diye ürüyen kuduzlara; "Siyasi fikirlerine ne kadar karşı olursak olalım, bu ülkenin Başbakan’ına bu sözleri söyleyenlerin hakkından gelmek, muhatapları sussa bile bizim boynumuzun borcu olsun." deme millî ferâsetini gösteren, tam zamanında söylenen doğruyu desteklemek zorundasınız!
Bir kaç kere ifâde ettim, tekrarlayayım: Allah rızası için bir kere de yağan yağmur, bizim yarıklarımızı kapatsın! Bir kere daha; bize yapılanları unutup, bizim yaptıklarımızı da unutturalım. Bir kere daha boy abdestimizi alarak tövbe edelim. Doğru zamanda, doğru zeminde, doğru safta yer alarak Milletimizin mâkus talihini değiştirme hak ve salâhiyyetimizi kullanalım.
Biliriz ve bilirler ki Ülkücüleri dar ağaçları, kahpe kurşunları, kurgulu mahkemeler, cezaevleri, sürgünler, dayanılmaz hasretler yıldıramadı, yıldıramaz!
Tam zamanıyken, hemen bu gün Ülkü Devleri; eskiden ülkücü olduğunu zanneden safralarını atarak, eskimeyen Yol arkadaşlarıyla, Ülküdaşlarıyla buluşarak, yeniden kavilleşerek net bir duruş sergilmelidirler diye, buna mecbûrdurlar diye düşünüyorum.
Yarın çok geç olur ve bu geç kalmışlığın tek sorumlusu, tek suçlusu da lazım olduğu zaman bulunamayanlar olur, gün bu gün vesselâm...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 21, 2010

HAKEDİŞTE PAY VERİLMEZSE TAŞERON BAŞ KALDIRIR!...

Yerli müteahhîd yani bir işi sözle imza ile üzerine alan kişi, çok övünerek kullandığı BOP Eş Başkanı sıfatlı Başbakan; "PKK yeni ihâle aldı!" buyurdular!...
Peşine; "Yandaş-Candaş-Yoldaş basın ve medya" ve istihdâm edilen 'dolma kalemler', slogan üstüne slogan, manşet üstüne manşet feverâna başladılar: Taşeron saldırı, Taşeronlar, Kalleş taşeron, vb...
Sözümüze kavramları anlamlarıyla kullanarak devam edelim. Müteahhid: Bir işi imza ile söz ile yapmayı üstlenen kişi. Taşeron: sözleşme ile işin bir bölümünü yapmayı müteahhidden alan kişi...
Yâni bir iş var, bu işi yapmayı taahhüd eden bir müteahhid ve bu müteahhidle anlaşan taşeron var... Sadece inşaatçı mantığı ile sorgularsak; arsa kimin? Müteahhid anlaşmayı arsa sahibi ile mi yaptı? Arsa sahibiyle kat karşılığı mı öyleyse yüzde kaça anlaştı? İş şahıs değil resmî ise, hangi kurumla, ne kadar zamanda bitirmek üzere ve yüzde kaç kırımla anlaştı?
Sizin de aklınıza; "Mücâhit, Müşâhit, Müteahhit; her işe Müsait!" tekerlemesi gelmedi mi?
Benim asıl aklımı uçuran ise BOP Eş Başkanı yerli müteahhid Başbakan'ın; "PKK yeni ihâle aldı!" tesbitiyle aynı zamanda; "Her bedeli ödemeğe hazırız!" diklenmeden dik duruşu ve kim olduğu bilinmeyen hayâli düşmana celâllenmesi oldu!
Kime, neyin bedelini, ne olarak ödüyorsun Kardeşim?
Askerde oğlun yok! Yakınlarından kimsenin oğlu da asker olmaz, ne hikmetse çoğu raporla sabit hasta, yâni askerliğe müsait değil, yâni çürüktür! Siz mücâhidlikten müşâhitliğe, müşâhitlikten müteahhitliğe terfî ederken, daha dün size oy vermedikleri için; "Patates dinliler, Avrupa garsonları" diye sıfatladığınız milletin evlatları; "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." diye tarif ettiğiniz görevde, Vatan toprağına karışarak yan yana, vatan bağrına yatıyorlardı. Hâlâ yatıyorlar! Hâlâ "Ölümü öldürerek diriliyorlar millet evlâtları ve siz bedel ödemeğe hazırmışsınız! Bu bedel; imza ve söz ile üstlendiğiniz işin yüzdesinden kesilecek yeşil euro/dolarlar mıdır? Kime, ne bedel ödeyeceksiniz?
Yoksa milletin; devleti yönetin diye, âsâyişi temin edin diye, sınırları koruyun diye, dışarıda millî onurumuzu muhafaza edin diye, içerde birliğimizi-dirliğimizi, huzurumuzu sağlayın diye sandıkta verdiği Hükümet etme görevinden azledilmenizi bedelden mi sayıyorsunuz?
"Amaç değil araçtır. En müsait durakta inilecek tramvaydır." tarifini sizden almış olan demokrasi gereği; size verilen görevden yine sandıkta azledileceksiniz bu işin, olmazsa olmaz adımıdır. Asıl görevden azledildikten sonra başlayacak hesap ve hesaplaşmalar biliyorsunuz ve o yüzden mi bedele hazırız diyorsunuz?
AKP'ye, CHP'ye, MHP'ye ve Mecliste olmayan diğer bütün partilere oy vermiş vatandaş kimlikli Türk Milleti; oy verdiği partilerinden acilen Millî Birlik istiyorlar, duyuyor musunuz?
Sür'atle Millî Mutabakat sağlanarak yine sür'atle îdam Meclis'e getirilmeli... Yine sür'atle ve Millî Mutabakatla şok tedbirler uygulamaya konulmalı... "Evimizin Evi" vatanımızın göbeğinde; kuduzca, şirretçe, alçakça, psikopatça genç kızlarımızı diri diri yakacak kadar şımaran BOP Eş Başkanlığı'nın taşeronlarına anladıkları dille mukabele edilmelidir.
Yoksa ihaleyle, taşeronun kalleşliği ile falan bu işlerden sıyrılmak mümkün değildir! Türk Milleti olarak Devlet-i Ebed-Müddet töremiz gereği, Vatan bölünmezliği, Millet bütünlüğü devâm etsin diye tek bedel olan canımızı severek, bir gül bahçesine girecesine gülerek vermeğe devâm ediyoruz, edeceğiz. Bu milletliğimizin, inancımızın, îmanımızın gereğidir ama hainlerden, kucağımızda oturup sakalımızı yolanlardan, bizim ekmeğimizi yeyip el kapısında ürüyenlerden hesap sormak ta Devletliğimizin gereğidir!
MHP'den, CHP'den ve Meclis'te olmayan diğer partilerin tamamından, hiç vakit kaybetmeden, sür'atle, bütün demokratik hakları kullanmalarını; hep birlikte, millî rûhla meydanlarda gök kubbeyi Yerli Müteahhid'in başına yıkmalarını istiyor millet!
Müteahhid, işverenden hak edişini zamanında alamadığı için taşeronlarıyla; taşeronlar ustalarıyla; ustalar işçileriyle kavga ederken Millet habire can bedeli ödüyor ve artık milletin canına yetti!
Ya millete kulak verirsiniz ya da milletin kulaklarınızdan tutma vakti çok yaklaştı!
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Haziran 20, 2010

AKP VUVUZELALARI...

Yüreğim paramparça, öfkeden kanım kurudu! Nâtıkam iflas etti, öfkem aklımın önüne geçebilmek için tarifsiz bir uğraşta! Hayatımda bu kadar karalama yapmadım! Hayatımda bu kadar yazıp üzerini çizmedim! Hayatımda hiç bu kadar kendime yasak koymadım!
Sekiz evlâdımız baskın çatışmada, iki evlâdımız mayına basarak şehit oldu! 14 evlâdımız çatışmada, 2 evlâdımız da mayında yaralı!
Ben de şikâyetleniyorum, şehit yakınları da, muhalefet te, hükümet te şikâyetleniyor! Baş sağlığı diyen dileyene!
Devlet yaşasın, vatan-millet bölünmesin diye evlâtlarımız çatır çatır bedel olarak vatan toprağına karışırken hayatında Türk'üm dememiş Başbakan; "Azîz milletim!" diye kime hitâbettiği belli olmadan, açılımın sabote edildiğini, Türkiye'de her güzel iş olmaya başladığında şer odaklarının faaliyete geçtiğini, PKK'nın yeni bir ihâle aldığını şikâyet ederek dillendiriyor!
Sen kime şikâyet ediyorsun Kardeşim? Sana ülkeyi yönet diye, garip-gurabanın hakkını gözet diye hiç bir partiye nasip olmamış bir oy yüzdesiyle görev verilmedi mi? Sen icranın başı Hükümet değil misin?
Sana git PeKaKa ile bizzat çarpış diyen yok! Zâten dense de yapmazsın! Doğruyu ülkenin en yanlış adamlarına söyletiyorsunuz farkında mısın? "Hadi sizler de, sen de çürük raporlu oğlunu göndersene güneydoğuya askere!" diyorlar, duyuyor musunuz?
Dünyanın her yerinde illegal örgütler, örgüt başı yok edilerek bitirilmez mi? Dünyanın neresinde, hangi sistemde isyan etmiş bir örgütün başı cezaevinden örgütünü idare eder? Dünyanın neresinde, hangi sistemde hükümet edenler, silahlı kuvvetlerini pasifize etmek için bu kadar demokratlaşır? Dünyanın neresinde kahramanına bu kadar hakaret edilir?
Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın efsâne kahramanları neden tutuklu? PeKaKa'lıdan bile selam alan kahramanı, sağır sultan duydu siz duymadınız mı?
Aylardır bu gün, yârın derken sûni gündemler yüzünden bir türlü Em. Kurmay Albay Levent Göktaş'tan bahsedemedim! Afet Ilgaz'ın PKK'lılardan selam alışını anlattığı yazıyı okurken hem öfkelendim, hem utandım bu Kahramandan! Elbette hakkını helâl etmesin!
Kısa süreli bir tanışıklığımız oldu. O dönemlerde ben; "Emekli olduktan sonra vatan kurtarmaya soyunanlardan kurtulmadıkça kurtulamayız!" deyip dolaşıyordum! Kanaatim hâlâ aynı ama vakitsiz emekli edilen kahramanlardan da bu kadar kolay vaz geçilmemeliydi! Levent Göktaş'ın Hukuk Bürosundaydık. Ben yine, emekli olduktan sonra vatan kurtarmaya soyunanlardan şikâyetleniyordum heyecan ve öfkeyle. Levent Göktaş birden kalkarak içeriye gitti! Bu ani kalkışına bir mana verememiştim. Bir-iki dakika sonra elinde askıda bir üniforma ile geri geldi. Üniformanın önü, sağlı sollu madalyalarla doluydu. Çakmak çakmak bakan gözleri, sağanakça boşalacak dopdolu bulutlar gibiydi. "Hocam! Anlatmaya utanıyordum ama bu benim üniformam!" dediğinde zaman durmuştu! Hayatımda utanmadığım kadar utanmıştım. Sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinde 3 Üstün Hizmet Madalyalı tek asker olduğunu öğrenecektim.
Millet gibi, şehit yakınları gibi, muhalaefet gibi ve benim gibi şikâyetlenmekten başka bir şey yapmayan Başbakan; PeKaKa'lıların korkulu rüyası Levent Göktaş'ı versenize yeniden Genel Kurmay'ın emrine. Ona ölümüne sadık birliği ile yeniden salsanıza PeKaKa'lı çakalların peşine! İnisiyatif kullanacak yetki ve cesâretin var biliyoruz!
Bu kadar şikâyetlenen içinde bir de AKP Vuvuzelaları; "İsrail, AKP hükümetini devirmeğe and içmiş! İsrailin karşısında Recep Tayyip'i desteksiz mi bırakalım?" diye yeni bir uğultuya başlamazlar mı? Allah sizi bildiği gibi etsin! Bu vuvuzela uğultunuzdan, AKP'ye oy verenlerin bile midesi bulandı! Yeter artık! Bâri susun be!
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 18, 2010

SİSTEM ÇÖKTÜ!...

Sistemi çökerttiler, geçmiş olsun!
Yıllardır şikâyetlendiğimiz, sistemsizlik dediğimiz bu keyfî ve şahsî çıkar temelli dayatmaların çökmesinden, çok fazla rahatsız olduğumu söyleyemem! Sistemi çökertenlerden endişeliyim ve çökertilen sistemsizliğin yerine getirilecek sistemi merak ediyorum! Anlatan olsaydı anlardık ama anlatmadılar, anlatamazlardı çünkü anlatacakları bir sistem yok!
Talimatlarla, dikte ettirilen gece yarısı yasalarıyla sistemi çökertmekte rol alan aktörler, şimdi ne yapacaklarını bilmez haldeler! Yeni ev bulmadan oturduğu evden çıkan ve ortada kalan kiracı görünümündeler! Onları evden zorla çıkaran yoktu! Aramış olsalar her hangi bir sebepten ev vermeyen, ötekileştiren ev sahibi de yoktu! Beğenmedikleri evden çıktılar o kadar! Bir an önce ya ev bulmak, ya da ev bulmak zorundayız! Kimsenin arka bahçesine sığmaz bu millet! Daha fazla demokrasi diye Devletimizi hedefleyen senaristin hedefinde şimdi Vatan var! "Evimizin evi" tehlikede!
Yıllarca milletiyle dargın devlet olmaz, olamaz dedik! En basit tarifi ile devlet; milletin teşkilatlanmış hâli olduğuna göre devletle milletin mutlaka barışık olması, mutlaka benzeşmesi gereğini, ısrarla söyledik. Çok uluslu bir imparatorluk molozlarından kurulmuş, uçsuz bucaksız sınırlardan Anadolu'ya hapsedilmiş etnik-dinsel farklılıkların bir arada tutulmasının zorla, adâletsiz mümkün olmayacağını da söyleyip durduk!
Taa 1974'te zamanın siyasilerine, tutuklu olduğumuz bir cezaevinden mektup yazıp Moskova ve Erivan'dan yapılan Kürtçe radyo yayınlarından, o yayınlarda yerel müzikler arasında devletimiz ve sistemimiz aleyhindeki propogandalardan bahsederek; "Biz TRT'den bu yayınları yapıp aralarda da sistemimizi anlatamaz mıyız?" diye sormuş, sorduğumuza pişman edilmiştik! Bu soruyu sorduğumuz cezaevinde sadece iki Türk'tük ve diğerlerinin tamamı Kürt olmasına, hatta o zamanki adıyla sağ-sol çatışmasında aynı ilçeli epeyce genci yaralamaktan tutuklu olmamıza rağmen aramızda bir mesele yoktu! Ne değişti, ne değiştirildi?
Dünyanın her yerindeki her soydan müslümana düşman olan, dünyanın her yerindeki her soydan müslümana katliam yapan Haçlı'nın, sadece Anadolu'daki Müslüman Kürtlere dost olmalarının mümkün olmadığını, neden anlayamadık?
Onar yıl aralarla; devlete sadık Türklerle dışardan organize maskelileri, işbirlikçileri ayırt edemeyen, devleti savunanlarla temeline dinamit koyanları bir kefede gören, suçsuz günahsız Türk delikanlıları sadece denge diye, psikopatça bir ordan-bir burdan, Ülkücü-Devrimci diyerek asan devlet işgalcilerine; dincilikten mezhepçilikten geçinenlerle mütedeyyin vatandaşları ayırt edemeyen, sünni-alevi çatışmalarında suça ve suçluya eşit mesâfede duramayan; onlarca yıl bölücü Kürtçülerle devlete sadık Kürdümüzü ayıramayan yöneticilere her ortamda yırtınırcasına seslendik!
Sıfırlanmış terörü, demokratik açılım adıyla, insan hakları adıyla yeniden fişekleyen, sönmüş ateşi yeniden alevlendiren AB'ye teslîm olmuş AKP'nin,"Haçlı Müslümanlar"eliyle yaptığı yanlışları da habire söyledik!
Adına; ister karşı devrimcilerin galibiyeti, ister Atatürk ve Cumhuriyetle hesaplaşma, ister BOP kapsamında Türkiye'nin politik ve diplomatik yollardan istenen kıvama getirilmesi diyelim; bir gerçek var ortada o da sistemin çökertildiği!
Yarın AKP'nin yerine seçilecek hangi parti olursa olsun çökmüş sistemin yerine bir sistem kurmak zorunda! Tarihteki ikinci Türk adlı Devletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin rûhuna sadık olmayan hiç bir sistem de asla kabul ettirilemeyecektir! Milletin, hiç kimsenin arka bahçesine artık tahammülü yok!
"Ne mutlu Türk'üm diyene" diyeni şefkatle kucaklayacak; vatandaşına sâdık ve vatandaşından sadâkat isteyecek, başlıya baş eğdirecek, dizliye diz çöktürecek âdil bir devlet otoritesine âcilen ihtiyaç var.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 17, 2010

HÂFIZAMDAN TAŞANLAR...

Destanlar hatırlıyorum; demokrasi havarilerince bir şeylere ad edilmiş!
Kahramanlar, kahramanlaşabilmek için gözü kapalı ölümü öldürmeğe atılanlar, sağken destanlaşanlar hatırlıyorum; demokrasiyi araç edinerek demokrasiyle-cumhuriyetle hesaplaşanlarca cezaevlerine tıkılmış!
Efsâneler hatırlıyorum. Efsâneleştirilen sahteler, sağ kalmalarını kurnazlıklarına veya işbirlikçiliklerine verdiğim, kurşun geçirmez samanlar altına saklanarak ölümhâneden sağ çıkan, 68 Kuşağı temsilciliğini otomotik kazanan; arkadaşlarının uğruna ölerek destanlaştığı vatanı, iki kadın memesine satabilecek kadar, ensest ilişkileri insânî sayacak kadar entelleşen, markalı dolma kalemler hatırlıyorum!
Kahramana susadığımızı, kahramanlarımızı ölümleriyle ölümsüzleştirdiğimizi biliyorum. Devlet yaşasın, vatan bölünmesin diye millet adına, bizim adımıza bedel olarak canlarını verenlere yapacak tarife yetecek güçte kelimem yok! "Bedr'in arslanları ancak bu kadar şanlı idi." tarifli Çanakkale Şehitleri'yle mukayese ediyorum ve hepsini Fatiha'larla, Yâsîn'lerle anarak selâm duruyorum ancak!...
"Bu dağlarda, vadilerde, gözlerinizin taramadığı, süngünüzün parlamadığı, bombalarınızın yoklamadığı, botlarınızın pençesinin değmediği hiçbir yerin sizin olmadığını bilin. ... Analar evlatlarını askere, leş toplatmak için göndermedi. Geberdikleri yerde kalırlar. Askere leş toplatmam. Biz imha eder, geçeriz." diyen ve böyle dediği için insan hakları savunucuları, demokrat maskeli işbirlikçiler tarafından efsâneleşmesine izin verilmeyen "Paşa gibi Paşa"ları hatırlıyorum.
NATO'cu Generallerle, ABD'ci-AB'ci siyâsilerden daha fazla siyasileşmiş, -askerin neyine lâzımsa- demokrasiyi araç edinmişlerden daha fazla demokrasiyi araç edinmiş, terfî edebilmek, general olabilmek için olmadık taklalar atan generallerle; en lâzım olduğu dönemde emekliye sevk edilen, emekli olmasına rağmen millet gönlünde "Paşa"laşan, gerçek efsâneleri kıyaslayarak hatırlıyorum.
Hâlâ teröristlerin kâbusları olduğuna inandığım; siyasallaştırılmış PeKaKa'lıların canlı yayında sadece bakışları karşısında bile dillerinin-dudaklarının kuruduğunu keyifle izlediğim, efsâneleşmesinden bile korkulan Paşa fıtratlı Paşa'yı hatırlıyor tesellî buluyorum.
Bir de yandaş basının, yandaş olmasa da dönen-değişen-gelişen dönekleri, kurnazları istihdâm ederek onlar eliyle, zorla efsâneleştirilmek istenen emekli olduktan sonra trilyonluk zırhlı araçlarla, özel korumalarla yaşamayı mahâret, çelik zırhlarla canını korumayı cesâret sayan generaller hatırlıyorum! Bilerek bilmeyerek, yandaş veya demokrasiyi araç edinmiş demokrattan daha fazla demokrat maskeli, boyalı-magazinsel medyada yaptığı rambo benzeri terörist tarifleriyle, beni çok öfkelendiren "Efsâne" sıfatlıları hatırlıyorum!
Türk Milliyetçilerine, ülkücülere, son yüzyılın iki Başbuğu'na sadık Türklere sessizce yasaklanan olayları konjonktürel incelemek, meseleleri sebepleriyle irdelemek formülüyle; demokrasiyi araç edenler sâyesinde demokratlaştırılan bölücü halkçıların efsâneleştirdikleri katilleri hatırlıyor, meselelere konjonktürel bakarak incinmiyorum ama bir devri, bir nesli temsîlen yalnız bırakılan, en güvendikleri tarafından kaderi sayılan cezaevlerine ömrü hîbe edilen; herkesin ama herkesin inâdına; "Kahramanım" demekten vaz geçmeyeceğim "Kurt Duruşu" tarifinin sâhibi efsânemi hatırlıyorum. Kurt Duruşlu Efsâneme, göz aydınlığı vermek için yazdığım yazımdan dolayı telefonla arayarak tebrik ve teşekkür eden MHP Ağrı Eski Millet Vekili Nidai SEVEN'in ağzında atan ülkücü yüreği hatırlıyorum.
Ve; "AB uğruna bazı yerlerdeki egemenlik haklarımızdan vaz geçebiliriz." diyecek kadar teslîmiyetçi BOP Eş Başkanı, Irak'ı demokrasi getireceğim diye işgâl eden ABD'yi alkışlayan, ABD'li Haçlı askerlere dua eden İmam hatipliyi Köşk'e çıkararak cesâretini ispatlayan demokrasi kahramanı siyâsileri ve ; "Bir iyileşmeden önce her şey kötü olur. ... Siz ülkenin şerefini koruyun O, sizin geleceğinizi korur." dediği için kahramanlaşmasına, efsâneleşmesine izin verilmeyen Paşa fıtratlı Paşa'ları, mukayese etmek için hatırlıyorum. Daha neler neler hatırlıyorum.
Hafızamdan taşanları, Allah'ın izniyle unutmayacak ve unutturmayacağım...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 16, 2010

ŞİİR YAZARKEN

Sağır kulaklara hep seslenirim
Ben şiir yazarken, şiir yazarken;
Enelhak demeğe heveslenirim
Ben şiir yazarken, şiir yazarken...

İmkânsız olanı kolay ederim
İsyânım içimde olay ederim
Arada dağları delip giderim
Şirin'e Ferhat'ça şiir yazarken...

Baharda bülbülce diken yolarım
Güzün çiçeklerle ben de solarım
Kızgın sahralarda yağmur dolarım
Sevdâma hasretçe şiir yazarken...

Kibrin karşısında azâmet benim
Zayıfa el atan merhâmet benim
Zâlimin başına kıyâmet benim
Öfkeme hoyratça şiir yazarken...

Kışın yüreğimde gül açtırırım
Yazın gölge diye tül açtırırım
Çölü yuysun diye sel açtırırım
Olmaza erkekçe şiir yazarken...

Gâh asûde olur gâhi çağlarım
Eller güler bazen bense ağlarım
Bazen insafsızca yürek dağlarım
Vuslata hasretçe şiir yazarken...

Bazen bir volkan olur patlarım
Bazen ummanlara çıkar yatlarım
Bazen hasretimi bine katlarım
Hayâlime bence şiir yazarken...

Müebbete mahkûm olurum bazen
Müebbeti mahkûm ederim bazen
Sebepsiz kızarım giderim bazen
Sevdaya şairce şiir yazarken...

Bazen mecnûnlaşır leyla ararım
Bazen ferhatlaşır dağı yararım
Bazen Fuzulice derman sorarım
Derdime dermanca şiir yazarken...

Yunuslaşır bazen insan olurum
Bazen Köroğluca destan olurum
Mistikleşir bâzen ihsân olurum
İkrâra îmanca şiir yazarken...

Bazen dinmez öfkem felâha kadar
Uyuyamam bazen sabaha kadar
Dualarım gider Allah'a kadar
Yalvarıp derdime şiir yazarken... 29 Mayıs 2004/ Ankara

Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BİR OLAĞANÜSTÜ SÜREÇTEYİZ!...

Gözü dânede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz, derler! Hırsın bu kadarı, bu kadar korku, can havliyle etrafa bu kadar kırıcı olmanın Cumhuriyet tarihinde bir benzeri var mıdır?
Câhil allâmenin zorla benzetmeğe çalıştığı ne DP, ne de ANAP bu kadar pervâsız değildi! Ne Menderes'in, ne de Özal'ın arkasında; "Lider atladı mı uçuruma atlamak töredendir." diyecek kadar sürü zekâlı siyâsiler yoktu! Dolayısıyla ne Menderes, ne de Özal bu kadar demokrat padişah ve bu kadar demokrat zorba değillerdi! Onlar hiç değilse vurduklarını veya kendilerine vuranları dinler veya dinler görünürlerdi!
"Deprem Çadırı" AKP ve benzeri oluşumlar; olağanüstü hallerden sonra oluşur. ABD'nin 'bizim çocuklar'ının demokrat darbesinden sonra ANAP'a; zorla oluşturulan, Anayasa Kitapçığı fırlattırılması ve 28 Şubat postmodern darbesiyle patlayan siyasî ve ekonomik kriz sonrası da AKP Deprem Çadırı'na mecbûr olduk. "Ehven-i şerr"e mecbûriyet diye bir demokratik sistem icat ettik! Kötünün iyisine mecbûriyetten yönetime gelen, demokrasiyi araç olarak kullandığını saklamayan Millî Görüşçülerin, devleti yukardan aşağı ele geçirmeleriyle ve mecliste geceyarısı çıkarılan yasalarla; kabul eden etmeyen herkesin gözü önünde sistem değişikliği yaşıyoruz! Bu değişime nüfusun %70'i hatta daha fazlası itiraz etmesine rağmen milletin canını acıta acıta değişim yapılıyor, Atatürk ve Cumhuriyetle hesaplaşılıyor!
İmparatorlukların dağılmasında etkili bir faktör sayılan etnik ırkçılıktan hareketle bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nde de; şövenist Kürtçülüğün, ümmetçi Arapçılığın desteklendiği, 36 etnik kökenin kaşındığı, tahrîk edildiği ama Türk Milliyetçiliğinin tehlikeli tarif edildiği tehlikeli bir süreçteyiz! İkinci Cumhuriyetçiler, Yeniden Osmanlıcılar, Türkiyeli'ciler, liberal İslamcılar, Dinler Arası Diyalogcular, Medeniyetler Arası ittifakçılar, "Sosyalist sol"cular, PeKaKa'nın siyasallaştırılmışları el birliği ile, söz ve güç birliği ile Türk Milliyetçilerine saldırıyorlar!
Başbakan; Anadolu'da siyah ten rengi anlamında kullanılan "arap" sözcüğünü, beyaz tenli arapları kastederek kullananlar varmış gibi iftira ediyor! Anadolu'daki arap ve arap saçı deyimlerinin, asla yüzlerce yıl "kavm-i necip" diye kabul edilmiş arapları kastetmediğini çok iyi bilmesine rağmen gündem örtüsü etmek amacıyla yeni söylemler geliştiriyor!
Toplumda hızla kan kaybeden AKP, Meclis'teki çoğunluğuna güvenerek; "Anam bana kör dedi, gelene geçene vur dedi." şirretliği ile her kese saldırıyor! "CeHaPe, MeHaPe, terör örgütü, İmralı... Bak! Karşımıza dikilenler bunlar!" diyebiliyor!
One minute Recep Bey! One minute!
Magazinsel entel serçelerin, yandaş dolma kalemlerin, îman şarzlı fenerlerin, düğme ile kontrol edilen ampüllerin, değişen-gelişen 68'lilerin, yalaka demokratların, yandaş yağcıların, Karen Fogg Çocukları'nın alkışları ve ABD ile AB'nin önerileriyle bir arada durduğunuz, "açılım"cı bölücüleri gerçekten unutmadınız değil mi? Resmî törenle karşılanan teröristlerin; "Önderin emriyle, açılıma katkı için geldik!" dediklerini de gerçekten unutamazsınız değil mi?
Askerliğin yan gelip yatma yeri olmadığını, çiftçiye anasını da alıp gitmesini söylediğinizi; şehîdin kelle, terörist başının sayınlaştırıldığı sözlerinizi de unutmazsınız değil mi? Çiftçilere, emeklilere, sendikalara, Tekel'lilere, şehît ailelerine yapılanları, yaptırdıklarınızı da unutmazsınız değil mi?
Çok partili süreçte elli yıldır şanlı bir duruş sergileyen Türk Milliyetçiliğini temsilen MHP'ye yapılan edep dışı, Müslüman-Türk âdâbına asla uymayan sözlerle Devlet Bahçeli'nin, siyasal PKK'lıların; "Herkes haddini bilecek, bilmeyene bildirirler! Meclisi basarız Erdoğan'ı asarız!" tehdîtlerine ve duymazdan gelenlere; "Milliyetçi Hareket olarak, siyasi fikirlerine ne kadar karşı olursak olalım, bu ülkenin Başbakan’ına bu sözleri söyleyenlerin hakkından gelmek, muhatapları sussa bile bizim boynumuzun borcu olsun." söz ve tavrı arasındaki mukayesenin yapılmayacağını mı zannediyorsunuz?
Asıldığınız tarihi Devlet Çınarı'ndan, alkış için elinizi bıraktığınızı, dibe doğru nasıl gittiğinizi gerçekten görmüyor musunuz?
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 14, 2010

GÜVENLİKSİZ AÇILAN, BOĞULUR!...

Ben işâret parmağımla göstererek konuşunca o baş parmağımı horoz, işaret parmağımı namlu zanneder; o, müttefikimizden, şımarık pitbulundan, bölgesel taşerondan aldığı son model silahla psikopatça ateş eder, ben vurulurum o, korkudan geberir! Ben, devlet yanlısı çeteden sayılırım, Ergenekoncu sayılırım, vücûdumdaki mermilerle, şarapnellerle, üstün hizmet madalyalarımla ceza evine koyulurum; o, aldıkça harisleşen, hiç bir şey bulamazsa kendi bokunu yiyen domuz doyumsuzluğuyla, "daha fazla demokrasi" talebindeki açılımcı sayılır!
Ben devlet-i ebed-müddet inancımla devlet yaşasın diye, toprak vatanlaşsın diye, vatanı "evinin evi" belleyen her Türk huzûr ve sükûn içinde yaşasın diye çatır çatır ölürüm. Bir ölür bin dirilirim, o beni öldürürken korkudan geberir biter! Her ölümümde; "Vatan sağ olsun." diyen anam-babam, şehit cenâzesindeki bir sözünden dolayı Hükümet aleyhtarı slogan atmakla, milleti tahrîkle suçlanarak şikâyet edilir, cezalandırılır; o, "Has...tirin!" demesine, "Kürtler T.C.'ye diz çöktürecek." demesine, sokakları yangın yerine, kırsalı cehenneme-savaş yerine çevirmesine rağmen demokratik açılımcı sayılır!
Ben fıtratım ve inancım gereği ABD'nin Ortadoğuya bağlamadan bıraktığı pitbull köpeğinin saldırdığı müslümanlara, Allah rızâsı için, zûlme baş kaldırmak için yardım niyetiyle denize açılırım; kimin, nereden, kaç trilyon liraya aldığı bilinmeyen, kimin bayrağını taşıdığı meçhûl ama AKP'ye yandaş bir kaptanın kumandasındaki gemiye korsan-pitbull-terörist devlet saldırır, ben ölürüm; o, ortadoğudaki pitbula destek için Mehmetçiğimin evine saldırır, balkonda eşini şehît eder; ben şikâyetlenecek olsam açılım'ı tahrîp eden, hükümeti illegal yollardan yıkmayı planlayan darbeci sayılırım, o öldürdüğü için yargılanırsa AİHM'ye gitme hakkı, insan hakları olan demokratik açılımcı sayılır!
Ben okuduklarımı, araştırma sonuçlarımı, saklama hakkım olan haberlerimi topladığım bilgisayarımdan, cebimdeki kalemimden dolayı; zihnimdeki fikrimden, dilimdeki zikrimden dolayı hükümeti cebren değiştirme hazırlığında, darbe hazırlığında Ergenekoncu terörist ilan edilir cezaevine koyulurum; o, elindeki kaleşle, cebindeki bombayla, araba dolusu patlayıcıyla, uyuşturucuyla, kaçak elektrikle ısıttığı dev ahırlardaki kaçak hayvanlarla, yollara döşediği mayınlarla, lojmanlara-karakollara atış yaptığı roketatarlarla, daha fazla demokratik hak talep eden, demokratik açılımcı sayılır!
Benim tek sahibim Tanrım, tek silâhım kalemim, tek kalkanım îmanlı sînem, tek sloganım sevgim ve ben bütün kucaklayıcılığımla; "Ne mutlu Türk'üm diyene." dediğim için tahrîk edici, darbeci, cuntacı, Ergenekoncu sayılırım; o, siyasallaştırılarak dokunulmaz edilmişlerin ağzından, İmralı'daki bebek katili cânînin, -ne demekse, nasıl oluyorsa- cezaevinden açılıma verdiği desteğini çekmesiyle; "PKK ile devletin doğrudan karşı karşıya olduğu anlamına geliyor. Devlet PKK'ye karşı imha ve inkardan başka bir yöntem tanımıyor. PKK ise buna karşı meşru savunma hakkını kullanarak cevap veriyor. Dolayısıyla çatışma ve silahtan başka bir çözüm ortada kalmıyor." demesine rağmen demokratik açılımcı sayılıyor!
Kur'an-ı Kerîm'de Allah'ın; "Acze düşüp elleriyle cizyelerini verinceye onlarla kadar savaşın." buyruğuna rağmen Haçlı ile diyaloga girenler, Avrupadaki bütün köprülerimizi, camilerimizi, medreselerimizi bombalayarak yok eden Haçlı ile Medeniyetler Arası İttifak'a girenler, Büyük İsrail ve Ermenistan projesi olduğu kesin bilinmesine rağmen BOP Eş Başkanlığı'nı övünerek yapanlar; İslâmi söylemlerle milletten oy alıp şimdi Tevrat'tan siyâset üretenler dinci olur; ben Atatürk olup Suûdilerden; "Bir taşına el sürülürse orduyu gönderirim." telgrafıyla Hz. Peygamber(s.a.v.)'in kabrini korumama rağmen, Alparslan Türkeş olup; "Ben sizi sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, harama, rüşvete, yalana dolana değil Hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum." dememe rağmen; halkları toplayıp milletleştiren erkimle; "Ne mutlu Türk'üm diyene." dememe rağmen statükocu, Ergenekoncu, darbeci, antidemokrat olurum! Onlar ümmetçilik maskesiyle Arapçılık, halkçılık adıyla şövenist-bölücü Kürtçülük, diplomatlık adıyla teslîmiyetçilik yapar demokrat olurlar; ben Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına sadakatle laiklik cumhuriyetçilik yapar, milletçilik yaparım, affederek cezalandırırım, faşist olurum!
Bu kadar tezattan doğru elbette zor çıkar ve güvenliksiz açılan boğulur!
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 12, 2010

BİR ÇIKAR UĞRUNA YÂ RÂB!...

Söylenenleri ve söyleyenleri hatırladım! Dolu-dolu yaşadığımızı zannettiğimiz, boşa geçen on yılımızı, hafızamda iz bırakanlarla hatırlayınca hayretime hayret ettim bir daha!
Söyleyene yakışmayan sözler, söyleyeni bir saat sonra bağlayamayan sözler; saatbaşı değiştirilen sanal gündemlerle unutulan ve unutturulan sözler!
Ben de iz bıraktığı için kaydettiğim hatırlamamız gerektiğine inandığım sözler ve sonrası... İşte:
*"AB'ye gireceğiz derken din elden gidiyor." Rahşan ECEVİT
*"AB uğrunda gerekirse bazı yerlerdeki egemenlik haklarımızdan vazgeçebiliriz."R.T.ERDOĞAN
*"Ben mehmetçiğin selam vererek adayı terk edişine dayanamam!" Rauf DENKTAŞ
*"Musul'u almak Atatürk'ün vasiyetidir." Bülent ECEVİT
*"Kuzey Irak'a girin ve Türk'ün hakkını savunun." Muhsin YAZICIOĞLU
*"Bize Anadolu'yu yeniden fethettirmeyin." Devlet BAHÇELİ
*"Böyle giderse Filistin'e döneriz." M.Şevket EYGİ
Hafızamızı yoklasak daha neler çıkar neler! Dinin elden gitmesinden korkanla, filistine dönmemizden korkana bakınca siz de hayret etmediniz mi?
Neden kavramlar, sözler, söyleyenler bu kadar karman çorman? Bu kadar ideal ve bilgi karmaşasında; kimin, ne zaman, nerede, ne yapacağının bilinmediği bir süreçte, milletin aklı karışmasın da ne olsun?
Rahşan Ecevit, dinin elden gitmesinden endişelenince, zamanın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül; "Hükümetken niye imam hatip liselerini ve Kur'an kurslarını kapattılar?" diye sormuştu!
Unutkanlığı ile sakat olan insan hafızasını ve kimlerin balık hafızalı olduğunu hatırlayalım veya kimlerin millete hafızasız tavrı takındığını hatırlatayım istedim.
Bu arada; Muhsin Yazıcıoğlu ve Bülent Ecevit gibi zıt karakter ve duruş sahiplerinin Musul-Kerkük konusundaki fikir birlikteliklerini hatırlayınca da tesellî buldum. Biri millet ve milliyetçilik, diğeri ulus ve ulusalcılık adına konuşsa da hedef birliğini fark etmek, Türk gönlümü ferahlattı.
Devlet Bahçeli'nin; "Bize Anadolu'yu yeniden fethettirmeyin." uyarısını da zamanı, zamanlaması ve bir de Alparslan Türkeş'in; "Ne mozaiği ulan! Çizmeyi aşmayın!" tarihi tavrıyla destekleyince, sıkıntılı yüreğime müsekkin gibi geldi...
Hatırladıkça ve hatırladıklarımı yazmaya çalıştıkça aklım karıştı! Fikirlerin ve fikir mensuplarının, bu kadar yerlerinden uzak duruşlarını; dini demokratik solcuların, teslîmiyeti onlarca yıl sağcıları-solcuları teslîmiyetçilikle suçlayanların savunduklarını hatırlayınca hayretle dondum.
On yıl önce AB'ye ve AB savunanlara olmadık hakaretleri yapanların, hükümet olunca tamamen ters davranışlarını hatırlayınca, hükümet olunca kendini hükümet edenlere karşı çıkmanın mümkün olmadığı görüyorum!
Ve Türkçe siyâsi hayal kurmaya başlıyorum! Acaba; "Bir kere de Ülkücüler dünlerinin ve yaptıklarının konjonktürel olduğunu ve millî görüşçüler gibi kendilerini bağlamadığını, söyleseler n'olur?" diyorum! Adamlar, dün kara dedikleri her şeye ak dediler ve tahrîk ettikleri tepki oylarıyla Meclis'i işgâl ettiler! Gâzi Meclis'te kurulan cumhûriyetle hesaplaşıyorlar!
MHP'nin millî duruşundan vaz geçmesini kimse düşünemez bile. Milletin üçüncü bir "Deprem Çadırı"na tahammülü ve ihtiyacı da yok ama Anadolu'nun siyâseten fethi şart, vâcip, farz!...
Günlük traşını Atina'da olan Koç'a; "Aklını başına topla!"; Haçlı Müslümanlar'a, açılımla ayrışma hayal edenlere; "Çizmeyi aşma!", Denktaş'a ve Kıbrıs'a; "Korkma!", PeKaKa'nın "Biz ölümün gölgesinden geldik." diyen siyasallaşmışlarına; "Ölmek bayılmağa benzemez!" deme yapı ve karakteri MHP'den başka kimde var?
Yoksa AKP'lilere gömlek değiştirttiren, geliştiren güç, MHP üzerinde de mi aynı yaptırıma sahip? Yazdıkça aklım karıştıkça sorasım geliyor!...
"Türk'e baş olamaz Türk'üm demeyen."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 10, 2010

BU DİPLOMASİ DE DÖNER Mİ?

Başımıza çuval geçiren ABD ile müttefikiz, dostuz! Başımızdaki çuvalı; "Büyük devletler özür dilemez!" diye kabullenecek kadar diplomatız!
Uluslararası sularda, sivil insanlarımızı insafsızca, alçakça, kuduzca katleden korkak-psikopat İsrail'in Ortadoğu'daki en önemli dostuyuz!
Çeçenistan'da soykırım yapan Rusya ile dostuz! Ezelî düşmanımızla ittifak edebilmek için olmadık akrobatik diplomatlıklar segiliyoruz!
"Bir millet, iki dövlet!" tarifini yapan Azerbaycan topraklarını Rus desteği ile işgâl eden, nankörlüğünü-psikopatlığını bildiğimiz, yüz binlerce Azerbaycan Türkünü yersiz-yurtsuz, kaçkın eden, dünyada toplam nüfusu 3 milyon olmayan, tebaa-y-ı sâdıka Ermeniyle dostuz! 400 seneden sonra bizden kopmuş, düne kadar PKK'nın hamisi Yunanla dostuz! Türkistan'da soykırım yapan Çinliye madalya takacak kadar diplomatız!
Irak'a demokrasi getirmek için Okyanus ötesinden "Haçlı Seferi" olduğu açıklanan işgâlle bir milyondan fazla müslümanı katleden, bir milyona yakın müslüman kadına-kıza tecâvüz eden ABD'li askerleri alkışlayacak kadar Haçlı Müslümân, onlara dua edecek kadar samîmi Dinler Arası Diyalog'cuyuz!
Avrupa'da Türk mühürleri camilerimiz, medreselerimiz, bedestenlerimiz, köprülerimiz göz göre göre hoyratça yıkılır yok edilirken; 90 sene önce bize saldıran Haçlı'ya destek komitecilerin-çetecilerin merkezleri, katliamlarda kullanılan silahların saklandığı kiliseleri onaracak kadar tarihçi, Medeniyetler Arası İttifak'çıyız!
"Mü'min mü'minin kardeşidir." diyerek müslümanların gözümüz önünde katledilişini seyredecek kadar mürai; soykırıma tabi Türkleri savunmayacak kadar diplomatız!
"Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyâr olmaz." dediğimiz Bağdat'ın işgâl ve yakılışını; iki sene önce Filistinin canlı yayında dünyaya naklen seyrettirilerek katledilişini seyrederken; şimdi katliamdan sağ çıkanlara İnsâni Yardım göndereceğiz diye îmanlı, heyecanlı, silahsız, sivil insanlarımızı İsrail'e saldırtacak kadar mücâhidiz!
Bu arada; gemide şehâdete, Peygamber ağuşuna koşan kardeşlerimize rahmetler diliyor, ruhları ve hatıraları önünde bütün Türklüğümle saygıyla eğiliyorum.
Allah'ını sevenler! Ne oluyor ya?
Gûya demokratız, "daha fazla demokrasi" için demokratlarımız, madalyalı kahramanlarımız cezaevinde! Gûya diplomatız; gelenin bir tokat, gidenin bir tokat vurduğu yanaklarımız uyuştu! Gûya bağımsız bir ülkeyiz; bütçemiz dolarla bağlanıyor, büyüme-küçülme rakamlarımız dolarla ifâde ediliyor!
Türk bankamız yok! Türk fabrikamız yok! Özelleştirme diye yabancıya satılmayan kamu kuruluşumuz yok! Satılmayan limanımız kalmadı!
Dîn adına, irtica adına hareket etmeyecek kadar "gelişmiş-gömlek değiştirmiş" laik demokratız;
"Tevhîd'de birliğimiz var. Muhammeden Resulullah demesek te olur!" diyecek kadar diyalogcuyuz!
Veee! Bu kadar diyaloğumuza, bu kadar medeniyetler arası ittifakımıza rağmen, bu kadar demokratlığımıza, bu kadar diplomatlığımıza rağmen her gün içerde ve dışarda öldürülüyoruz! Ne oluyoruz Allahını sevenler?
Toprağın vatanlaşma bedelinin kan, devletin yaşama bedelinin can olduğunu bilerek hâlâ çatır çatır ölüyorken niye bütçemiz dolarla?
Dönem Başkanlığı yaptığımız BM'de -İran'la ilgili teklife- neden bizden başka oy veren yok? Bu kadar diyalogcu, bu kadar ittifakçı, hatta BOP Eş Başkanı olmamıza rağmen AB kapılarında altmış senedir neden bekliyoruz?
"Ölen ölsün! kalan sağlar bizimdir." destânımız; "Ölen ölsün! Kalan sağlar kimindir?" mi oldu? "Yanlış hesap Bağdat'tan döner." di, bu diplomasi de bir yerden döner mi? Dönerse ne zaman?...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 09, 2010

CEMÂL SÂFİ VE ŞAHSINDA ÇUKUROVA SANAT'A...

Sevgili Çukurova Sanat Dergisi ve bu Türkçe Dünyanın Türk Gönüllüleri;
Yaratılmışların en şereflisi yâni eşref-i mahlûkat insanın en belirgin özelliği aklı ve hemen peşine aklından kaynaklı eksikliğidir!
"Bu da ne demek?" diye itirazları duyar gibiyim.
Kur'ân-ı Kerim'de, Nisâ Suresi 28. Ayet'te; "İnsan zayıf yaratıldı." buyurulur. Gene Ahzâb Sûresi 72. Ayet'te; "Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu çok zâlim ve çok cahildir." diye tarif edilen de eşref-i mahlûkat!
İnsan, aklından dolayı sorumludur. Deliler, sorumlu tutulmazlar. Diğer canlılar, hayvanlar, bitkiler de sorumlu değillerdir çünkü akılları yoktur. Akıllıların bir kısmı da akıllarını şeytâni kullandıkları, "çok zâlim ve çok câhil"ce davrandıkları için bu geçici dünya, yaşanmaz bir hal alır.
Eşref-i mahlûkat insanın bir başka belirgin özelliği ise eksikliğidir. Dikkat edilirse hayvanlar alemi, bir mükemmeller alemidir. Her hayvan, mükemmel bir yaratıktır. Ama her hayvan, bir tek işi mükemmel yapmak üzere mükemmel yaratılmıştır. Meselâ; arı, mükemmel bir yaratıktır ve mükemmel bal yapar. İnek, mükemmeldir mükemmel süt yapar. Balık mükemmel yüzer, kuş mükemmel uçar, örümcek mükemmel ağ örer, v.s. ...
İnsan ise bu ve daha bir sürü işleri yapar ama eksik yapar! Bal yapmaya niyetlenir reçel yaparız; süt yapmaya niyetlenir süt tozu veya benzeri eksik şeyler yaparız. Yani mükemmeli düşünür ama bir türlü başaramayız. Sebep, eksikliğimizdir.
Bendeniz bu tesbîtten sonra, bir ağabeyimden duyduğum; "Eksiğim varsa insanlığımdandır." cümlesine, "İnsanlığınıza sığınırım." sözcüklerini ekleyerek kullanmaya ve becerebildiğim kadarıyla uygulama gayretinde oldum. Söylerken kolay ama uygulaması öyle zor ki! Kime, nasıl, incitmeden eksikliğini söyleyebiliriz ki? Veya kimden, eksikliğimizi duyarsak nefsimize yenilmeden kabûl edebiliriz ki?
Yine de becerebildiğimce eksikliğimi kabul edip insanlığınıza sığınarak bir şeyler söylemeğe çalışacağım.
Eşref-i mahlûkat insana, eksikliğini fark eder etmez düşen görevler olmalıdır. Kendi eksikliğini fark eden insanın, bir diğer insanı eksikliğinden dolayı ayıplama, kınama hakkı olabilir mi?
Demek ki birbirimizin eksiğini ayıp sayarak aşikâr edip günahkâr olmaktansa, dinimizin de emri olan birbirimizin ayıplarını örtmeğe, eksikliklerimizi tamamlamaya niyet etmemiz gerek. Herkes en yakınında bulunan, en çok sevdiği insanın eksiğini, karşılık gözetmeden tamamlamaya niyetlenirse, zannederim o da karşılık olarak eksik tamamlamaya çalışır. Dolayısıyla birimiz birimizin, ikimiz üçüncümüzün, üçümüz dördüncümüzün diye halkayı genişleterek başlatacağımız bu eksik tamamlama gayretiyle doğruya, mükemmele yaklaşmayı becerebiliriz diye ümîd ediyorum.
Çukurova Sanat Dergisi'nde; birbirinden seçkin, elit, akıllı Türkle bir arada olmanın hazzını yaşarken, bu eksik tamamlama güzelliğinin de kolaylaşacağına inandım, heyecanlandım. Her gün yeni bir kalifiye ve kaliteli Türk'ün, köşesiyle, Çukurova Sanat Dergisi'ne verdiği güç ve güzellikle de ayrıca iftihâr ediyorum.
Beni bu dünya ile birbirinden seçkin düşünce ve duygu adamlarıyla buluşturan Tanrım'a ne kadar şükretsem, vesîle olan Garipkafkaslı Ağabeyim'e ne kadar teşekkür etsem az olur.
Çok önemesediğim bir konu daha var Dostlar;
Sevgiyle hak edilmiş cehennemi, ödül; sevgilisiz cenneti sürgün sayabilecek kadar sevgi ve sevda adamı Cemâl SÂFİ ustayı da dünyamızda görmekle ayrı bir şevk içindeyim. Cemâl Sâfi ustayı okuyarak, O'nun tercümanlığı ile duygularımızı kendi vicdânımızda sorgulayarak güzele, güzelliğe bir adım daha yaklaşacağımızı biliyorum.
Sevda Şairi Cemal Sâfi Usta ile bizzat tanışmanın da bahtiyarlığındayım. Usta'ya "Hoş geldiniz." dedikten sonra, izninizle bir de anımı paylaşmak isterim.
Ankara'da Cemâl Safi organizesindeki Şiir Geceleri ile hayatımız ışıldar, dünyamız ısınırdı. Ustanın mikrofona davet ederkenki nezih iltifatlarıyla, şiir dünyasının şair yürekleri hoşnut olurduk. 2004 Yılı Şubat ayında, Usta bir rahatsızlık geçirerek hastaneye yatmıştı. Duyan herkes gibi ben de geçmiş olsun diyebilmek için koşturmaya başlamıştım. Usta'ya ziyâretimde ne götürebilirim diye düşünüyorken aklıma, hastalığını duyduğumda duygulanarak yazdığım şiirim geldi.
Olabilir miydi?
Cemâl Sâfi gibi bir Şiir Devi'ne, şiirimi takdîm ukalalık olarak algılanabilir miydi?
Şair cesâretimle, "Ne olursa olsun!" diyerek şiirimin bir internet Kafeden çıktısını alarak gittim. Ya nezâketen, ya da gerçekten memnûn olmuşlar ve basılacak kitabında bu şiire de yer vereceklerini vadederek beni çok bahtiyâr etmişlerdi.
Buyurun Gönüldaşlarım:
CEMÂL SAFİ'YE
Bakanlar görmüyor, gören bilmiyor
Semâyı taşıyan çook direkler var,
Cana kıyılıyor cânan bilmiyor
Aşk'tan vaz geçmeyen pek yürekler var.

Îkrârını inkâr sayarlar, hâşâ
Ar ve hayâsını çalmamış taşa
Yerde yırtıcıya havada kuşa
Muhabbet besleyen tek yürekler var.

Sevenler yerine sevip bıkmayan
Leylâ'lıktan şımarmışa bakmayan
Cehennem saymayan, şeytan takmayan
Sevgi silahşörü dik yürekler var.

Hicran ülkesinde sevda ilinde
Hasreti durduran âzap selinde
Îmanı gönlünde, gönlü dilinde
Cemâl Sâfi gibi tok yürekler var.

Kızsın habersizler ahd-el vefâdan
Korkmadığı için dertten cefâdan
Felekle vuruşan dik Mustafa'dan
Sâfi'ye saygıyla denk dilekler var... 10 Şubat 2004-Salı/ Ankara

Tekrar "Hoş geldiniz Usta." Ve bütün Gönüldaşlarımıza da bilvesîle;
Selâm, sevgi, dua...

ALLAH'TAN KORKMAYAN KULDAN MI UTANIR?

"Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allahım!" (A.Nihat Asya)
Dinden geçinenler, dinci geçinenler ve dinden geçinmeye niyetlenenler, dini çekiştirmeğe başladılar! Toplumların ya dinle, ya da silahlı güçle bir arada tutulduğunu biliriz!... Ne dinle, ne de silahlı güç zoruyla hükmedilen yerde de cumhuriyet olmaz. Demokrasiden bahsedilemez.
Türkiye'de olmazların olmasını o kadar kanıksadık ki; "Demokrasi araçtır, tramvaydır gereken durakta inilir." diyebilecek kadar demokrat bir Müslüman Başbakan ile CHP'yi "Sosyalist sol"la buluşturan demokrat bir Müslüman Ana Muhalefet Genel Başkanı arasında, din çekiştirilmeğe başlandı!
Başbakan, Telaviv'e seslendi. Tevrat'taki 6. Emri hatırlatarak; "Öldürmeyeceksin." dedi. Hem de Türkçe, İngilizce ve İbrânice olarak... Başbakan'ın deyimiyle cevap "Keşan'dan geldi! Anamuhalefet genel Başkanı da Tevrat'ta ki 8. Emir'le Başbakan'a seslendi; "Çalmayacaksın."...
Müslüman mahallesinde salyangoz satış yarışı gibi bir şey!
Hahamların İsrail'i Tevrat'a ve Mûsevîliğe ters buldukları da bilinirken; Hahamların dediğine göre Mûsevîlikte Yahûdilere devlet kurmak kıyamete kadar yasaklanmışken, Filistinli Müslüman kanı üzerine kurulan bir korsan devletin Tevrat'a bağlılığı ne kadardır ki veya Başbakan bu bağlılığı ne kadar biliyor ki İsrail'e Tevrat'tan sesleniyor?
CHP'yi "Sosyalist sol"la buluşturan Müslüman Gandi; Başbakan'ı Musevî mi zannediyor ki ona Tevrat'tan sesleniyor?
Her iki dinden geçinmeye niyetli Genel Başkan'a da danışmanlarının atladığı hatırlatmayı ben yapayım! Mâdem din malzemeli siyâset yapacaklar hiç değilse İslâm Dini üzerinden yapsınlar diye! Semâvî olduklarını bilir ve onlara inanmayı da îman şartımız olarak ikrâr ederiz ama Kur'an ile batıllaştırılan Tevrat'tan bize ne, İncil'den bize ne?
Allah(c.c.), Kur'ân-ı Kerim'de;
* "Bu gün kâfirler, sizin dininizi yok etmekten ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim."(Mâide-3) demiyor mu?.
Birbirine Tevrat'tan seslenenlere, Kur'ân-ı Kerîm'den hatırlatmaya devam edeyim:
* "Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi de senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle." (İsrâ-23)
* "Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere saçıp savurma." (İsrâ-26)
* "Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür." (İsrâ-27)
* "Eğer Rabbinden umduğun (beklemek durumunda olduğun) bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa kendilerine gönül alıcı bir söz söyle." (İsrâ-28)
* "Eli sıkı olma, büsbütün eli açık ta olma. Sonra kınanır, hasretini çeker durursun." (İsrâ-29)
* "Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın." (İsrâ-31)
* "Zinâya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur." (İsrâ-32)
* "Haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın muhterem kıldığı cana kıymayın." (İsrâ-33)
* "Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin." (İsrâ-34)
* "Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terâzi ile tartın." (İsrâ-35)
* "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme." (İsrâ-36)
* "Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma." (İsrâ-37)
* "Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin nezdinde sevimsizdir." (İsrâ-38)
Buyurun size Allah(c.c.)'ın yasak ve emirleri! Kendinizi, yakınlarınızı, maiyetinizi bu yasak ve emirlerle kıyasladıktan sonra; din adına siyâset yapmak üzere buyurun! Her ikinizi de millet bekliyor! İster referandum, isterse seçim... Politikacı değiliz ama seçim sath-ı mailinde hatırınıza kapı kapı dolaşacağız inşallah.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 08, 2010

ANA'DA SESLER, SESLERDE ANA...

Seslere de ilhâm olup yol gösterdi bana ana,
Cânından cân koparken de "Cân! Cân!" dedi câna ana.

Her din bir başka zikreder, başka seslenir Tanrı'ya
İsevîlerin içinde sen ses oldun çana ana.

İnsan neslinin devâmı ana rahminin görevi,
Yâr edilmiş atalara, sultanlara, hâna ana.

Ana demişler toprağa, topraktan yaranmış her şey,
Rahmet olarak yağmış su, içsin kana kana ana.

Toprak ana rahmet ile bereket olur buğdaya,
Hamurunu yoğururken lezzet olur nâna ana.

Eğer ona benzemezse güzelden sayılmaz güzel,
Dünya güzelinden bile çok güzeldir ra'nâ ana.

Beni dünyaya getirip bırakıp gitti ahrete,
Ben dünyadan uğurlarken el salladım sana ana.

Dünyaya baş eğdirenler, keyifle sana baş eğer,
Sana olan saygısızlık eksikliktir şâna ana

Her seher bir yeni gündür, yeni bir başlangıç her gün,
Sabahın seher rengini, sen verirsin tana ana.

Vatan da ana olunca, her bölgede elbet olur
Ana gibi bakılmaz mı o güzelim Van'a ana.

"A"yı sessiz sesler ile bezeyince bunlar çıktı,
Ana nidâsı yayıldı seslerden her yana ana.

"Z"den de zann gibi sesler üretebilirdim amma
Utandım "z"den bağışla! "Z"den çıkmış 'zana' ana!...

Anasız hayat olmazmış, anasız dünya dolmazmış,
Vatana da ana denir, anadır vatana ana.

08 Haziran 2010/ İzmir
Mustafa ASLAN

Dip-not:
* zan ve zann'nın lügat ve sözlüklerde karşılıkları var ama "zana"nın anlamını ben bulamadım. Bölücülerin önderlerinden birinin soyadı olması hasebiyle çok kullanılan bir sözcük olarak inkâr da etmedim...

"O GEMİDE BEN DE OLSAYDIM!..."

Yaramaz çocuk ve cins köpek... İkisi de çok sevilen; çocuktan asla, köpekten zor vaz geçilebilen sevimliler. Yaramaz çocuk bir kabahat işlerse suçlu, onu terbiye ve kontrol edemeyen ana-babası; köpek bir komşuya zarar verirse suçlu, kontrol edemeyen sahibidir.
Ortadoğu'da Mazlûm müslümanların kanı üzerine kurulmuş, ABD tarafından şımartılmış, kuduz saldırılarından dolayı defalarca itlâf edilmesi gerekirken geçici bir uyuşturucu iğne ile sakinleştirilip yeniden başı boş bırakılan saldırgan bir pitbul köpek ve asla hesap sorulamayacağı zannedilen bir sahip var!
Teknolojik gelişime göre, gereklilik ömrü bir kaç seneye inmiş gibi görünen petrol ve piyasasının kontrolünü elinde tutmaya kararlı olan ABD'nin; Ortadoğu'da bu saldırgan köpeğine arka çıkması devam edecek!
Dünyaya madde gözlüğünden bakan, başarıyı sadece maddî birikimlerle tarif eden kapitalist batı zihniyetinde, başkalarının hayatının hiç bir önemi yoktur. Çünkü batı, vahşîdir. Maddiyât temeline kurulu "Batı Ahlâkı" ile mâneviyat temeline kurulu "Doğu Ahlâkı" arasında büyük farklar vardır. Bu büyük farklılığı ve asla uyuşmanın mümkün olmadığını kabullenmedikçe ve iki ahlâk arasına kesin sınırlar çizilmedikçe ne Ortadoğu'da, ne Asya'da, ne de Afrika ülkelerinde barış mümkün değildir.
Vicdân, akılla gönülün birliği ile oluşur. İlim ispatlamıştır ki her canlıda zeka vardır. Ama akıl sadece insandadır. Bir yırtıcının, avına saldırması, avını yakalamak için yaptığı usta ataklar veya yırtıcıdan kaçmayı başaran avın usta manevrâları, zekâsını gösterir.
Düşmanını bile; yaralı olduğu, zayıf düştüğü, kendini savunamayacak halde olduğu için vurup yere düşürdükten sonra öldürmemek; akıllı, îmanlı, vicdânlı insan işidir.
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu; "Gönül, ulvî bir değerdir. Vicdân, mâneviyat ve kalbin tamamını içerir. Kapitalist Batı toplumlarında gönül kavramının karşılığı yoktur." der. Gönül kavramını bilmeyen toplumlardan insâni davranış beklemek, bu yüzden boştur!
Madde üzerine kurulmuş, gönülden habersiz, vicdân olgusuna yabancı toplumlarda faiz de, hayvâni derecede şehvet te, eşcinsellik te, ensest ilişkiler de bu yüzden normal ve insânî davranışlar olarak yorumlanır! Bu madde temelli ahlâk yüzünden, 18 yaşına gelen çocuk kendini yaşamaya terk edilir.
Bizde de malesef; hayvânî şehvet duygularını batılı gibi yaşamak isteyen, dünyâlık mallarını artırmayı başarı sayan, "iki kadın memesi"ne vatan satmayı aydınlık zanneden; taklitçi, papağanca ezberci, yalaka, kuvvetliye kuyruk sallayan, gece insanlar çekildikten sonra seslerinin ciddiye alınmayacağını öğrenip gelip geçen arabalara saldıran sokak köpekleri; şehîtlik kavramına yabancı oldukları için "korkak ol, sağ ol" bidatını akıllılık sayan, "Müslüman Haçlı"lar dediğim enteller var!
Bu "Haçlı Müslümanlar"ın; bile bile ölüme gönderdikleri, çıplak elle dünyânın en fazla reklamı yapılan İsrail komandolarının elinden silahlarını alabilecek kadar cesûr, sadece "Allahüekber" tekbîri ile dünyanın en zâlim komandolarının ödünü koparabilen ve Allah rızası için çıktıkları seferde şehâdetle teşerrüf eden delikanlılarımız için, insanlarımız için yüreğim kan ağlıyor!
İç politika malzemesi edilmek üzere plânlandığına artık emîn olmama rağmen, "Niye ben de o gemide değildim?" diye ölesiye pişmânım.
Vicdânlarını köreltmiş, Batı taklitçisi, el kapısından yal yiyen kapı köpeği fıtratlı, akıllılıkla kurnazlığa yer değiştirmiş olan gönülleri mühürlü, sağır ve körlerin yanlarına bir de "Haçlı Müslümanlar"ı alarak günlerdir kopardıkları duygu sömürüsü "yaygara"ları hayretle ve tarifsiz bir öfkeyle izliyorum!
ABD izin vermediği sürece ne Türkiye, ne de İsrâil savaşamayacağına göre; ABD ve Haçlı Batı izin vermediği sürece Avrasya İşbirliği hayata geçirilemeyeceğine göre; aklın emri ve gereği bir an önce bu gayr-ı millî, asla Türk'üm diyemeyen zihniyetin hakimiyetine son vermek değil midir?
Bir Müslüman Türk olarak aklım da, vicdânım da, karakterim de, törem de, türem de rahatsız! Türk'üm diyen herkesin, olanlardan aynı şekilde rahatsız olduğunu da görüyor, biliyorum! Hâlâ neden bu vicdân işgalcileri "vicdâni redciler"e karşı bir birlik sağlanamıyor? Anlayamıyorum ve anlayamadıkça öfkeleniyorum!
"Türk'e baş olmaz Türk'üm demeyen."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Haziran 06, 2010

TÜRK'ÜN ŞİFRESİ

Mermi patlar, ok vınılar, sular şırıldar akarken
Meydanlarda aksa bile duyulmaz kanımın sesi,
Korkaklar kaçarken bile tekrar tekrar korkarlarken
Kahramanlaşır meydanda olurum milletin sesi
Can veririm şan alırım olurum millet hevesi...

Ölümüne saldırırım, yenilirsem canım yanar
Ölümsüzleşirken adım, kanım vatanımı sular
Her ölüm bir yeni doğuş, her doğuşla yerim dolar
Biz ölerek çoğalırız, budur Türklüğün şifresi
Hür yaşamanın bedeli kahramanların ölmesi...

Samîmi yiğit erleri gemilere doldurdular
Filistin'e yardım diye umutları soldurdular
Haçlı'ya yem gibi atıp fidanları yoldurdular
İsrail puştça dalmadan, Hatay'dan geldi mermisi
Altı candan akan kanla kabardı millet öfkesi...

Gölge devler kükrediler, gizli gizli anlaştılar
İçimizde saklandılar ve de sahtekârlaştılar
Biz düşmana saldırırken içerden kapı açtılar!
Hem içerden hem dışardan olunca işin hîlesi
Güneş arkadan vurunca uzandı cüce gölgesi...

Haham-papaz öç adıyla bir daha Haçlı olmuşlar
Haç'a geren yahudiyi unutup kinle dolmuşlar
"Haçlı Müslümanlar"ı da aralarına almışlar!
Diyalog'a önder olmuş bak Pensilvanya Prensi
Siyonizme teslîm olmuş takarak iman maskesi...

Alet olup kâfirlere kuşanıp altın yuları
Kardeşlerini satarak almışlar kirli doları
"Paranın dini olmaz"mış kararları yalanları!
Mür'ailerin hîlesi, îmansızların hüllesi
Türban ile örtülünce görülmez olmuş güllesi...

Oklar vınlar, mermi patlar, sular şırıldar akarken
Kılıç meydanda bilenir düşmandan kelle alırken
Kuduz itim demokratça diplomatça hırlar iken
Elbette çok sert olacak yumuşak atın tepmesi
Ve hepsini kahredecek Türk'ün tekbîr kükremesi...

Güçlü vurmak mühim değil, kahpeliğe dayanmak şart
Öldüremeyen yaradan güçlenerek uyanmak şart
Teslîm olup Yaratan'a al kanlara boyanmak şart!
Biz ölmezsek kesilmez mi on bin yıllık Türk nefesi
Bir ölüp bin dirilerek sürmeli Türk'ün şifresi...

Îmansızlar saldırdıkça Tanrı Türk'ü koruyacak
Sönmemişse en son ocak, Allah deyip saldıracak
Dört yanda düşman kalmazsa, kalıcı sulh sağlanacak!
Başlıya baş, dizliye diz eğdirmek işin çaresi
Mümkün mü Türk'ün ölmesi yaşıyorsa Türk töresi?...

Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 05, 2010

BİZ DE Mİ, PROPOGANDA YAPALIM?

"Sevgili Kızım, (...) Medeniyet iki yüzlü bir acûzedir. Doğruyu da o söyler, yalanı da o icadeder. Yalan söylemek; ticaret nâmına yapılırsa adı 'reklâm'dır, siyâset nâmına yapılırsa adı 'propaganda'dır, din nâmına yapılırsa adı 'misyonerlik'tir, ahlâk nâmına yapılırsa adı 'nezâket'tir. (...) Havâdisleri masal dinler gibi dinlemeli! En akla sığmaz masallarda bile bir gerçeklik rûhu olduğu gibi, en yalan bir havâdiste bile bir gerçek kokusu sezilir. Meselâ ısrarla birisinin aleyhinde bulunuluyorsa bu, ona çok kıymet verildiğini gösterir! Ajanslar, gazeteler bir haberde çok abartı yaparlarsa, mutlaka onun aksi doğrudur. Çünkü fiilin etkisini azaltmak için sözün kuvvetine müracaat ediliyor. Hasılı, insanların yüzleri sinemadaki çehrelerden farksız olduğu gibi, sözleri de romanlardaki sözlerden daha çok doğru değildir. Rahat yaşamak isteyen, ne yüzlere aldanır, ne de sözlere inanır. İnsan öyle bir kumaştır ki, genellikle tersi yüzüne uymaz! Baban, Ziya Gökalp-14 Ekim 1920- Polverista"
Allah aşkına dikkat! 90 sene evvelin müstevlîsi, günümüz müttefikleri tarafından sürgün edilen Ziya Gökalp'in Kızı'na yazdıkları, Silivri'den yazılanlara benzemiyor mu? Veya 90 sene önce, "Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir." diye feryâd eden M. Akif'le, "İnsan öyle bir kumaştır ki, ekseriya tersi yüzüne uymaz." diyen Z. Gökalp'le, Silivri'den; "Dördüncü tayin yerimde, görevimin başında Cumhuriyet nöbetindeyim." diye haykıranlar arasında bir benzeme yok mu?
Siyâset nâmına yalan söyleyerek propoganda yapanlara destek olsun diye, yandaş medya'nın sığındığı sözün kuvvetiyle koparılan "yaygara"nın farkında mıyız?
Pesilvanya Prensi F. Gülen, İsrail'in katlettiği insanlarımız için baş sağlığı dilediler sağ olsunlar. Aynı gün İskenderun'da şehit edilen askerlerimiz için mesaj yok! Yetmedi! Baş sağlığından hemen sonra; "IHH’nin politik bir amaç güdüp gütmediğini söylemek kolay değil!" Ayrıca, kendi hareketiyle ilişkili bir derneğin Gazze'ye yardım götürmek istediği zaman onlara İsrail'den izin almaları gerektiğini söylediğini söyledi! Biz söylesek Başbakan tarafından anında; İsrail yanlısı, din düşmanı, açılımı sabote etmek isteyen provokatör, şehit cenazelerinde yaygara koparan AKP karşıtları olarak isimlendirilir ve hedef gösteriliriz! Ama söyleyen Pensilvanya Prensi ve söyledikleri de, doğru! Filistin bayraklarıyla meydanlarımızın doldurulduğu, Tekbirlerle semanın patlatıldığı bu günlerde; Recep Bey'in, propoganda yaparak siyâset adına yalan söylediğini anlatabilmek için daha ne yapmalıyız Allah aşkına?
Pensilvanya Prensi'nin Türkiye'deki temsilcisi Hüseyin Gülerce, ortalığın toz-duman edildiği bu günlerde, Kılıçdaroğlu Genel Başkanlığı'nda değişim yaşatılan CHP ile ilgili olarak; " Solda büyük bir buluşma gerçekleşiyorsa, Ak Parti'nin de sağda büyük bir buluşma gerçekleştirmesi lazımdır." tavsiyesini atlamıyor! Başbakan, İsrail'e böyle devam ederse Ortadoğu'daki en yakın
dostunu kaybedebileceği uyarısını yapıyor! Aynı gün müttefik(!)imiz ABD'nin Başkan yardımcısı Joe Biden, İsrail'in Gazze'ye giden gemileri durdurmaya hakkı olduğunu söylüyor! Zamanlama mı, tesadüf mü, tevafuk mu? Bu ne?
İçerden-dışardan elbirliği ile, 90 yıl önceden de aynı uygulamalarla başımıza örülen çuvalları, millete anlatabilmek için başka ne yapmalıyız? Sesimizi nasıl duyurmalıyız?
Ziya Gökalp'in; "Yalan havâdis neşretmenin nâzikâne ismi propagandadır." uyarısına 90 sene sonra yeniden muhatapsak AKP'nin iç politikasına malzeme edilen, İsrail'e suçsuz-günahsız katlettirilen dokuz rahmetliden farkımız ne?
"Bana yol gösteren benden olmalı / Olamaz Türk’e baş Türk’üm demeyen!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 04, 2010

İSRAİL'İN BÖLGEDEKİ EN ÖNEMLİ DOSTU...

Ortadoğu'da, bütün devletçiklerin yakın geçmişte bağlı oldukları ve bu yüzden de Ortadoğu'nun her karışında ayrı ayrı hissedilen Türkiye'nin onuru zedelendi, prestiji sarsıldı ve ortada bir yaptırım yok!
Dahası Başbakan, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) Genel Kurulu’nda; "İsrail, bu anlayışla ve bu kafa yapısıyla giderse, bölgede en önemli dostunu kaybetmek üzere!" diye anlaşılması zor bir söz söyledi! İsrail, henüz bölgedeki en önemli dostunu kaybetmemiş öyle mi?! "O zaman, bu kadar 'yaygara' ne? Bu kadar suçsuz günahsız insanı niye katlettirdiniz?" diye sormazlar mı adama?
İskenderun'da Denizİkmal Destek Komutanlığı’na yapılan alçakça saldırıda 7 (yedi) şehit vermiş, 7 askerimizin de yaraları ile sarsılmışken şehit cenâzelerinde, canı yanan milletin Tekbirlerini, PeKaKa aleyhtarı sloganlarını "yaygara" diye niteleyen Recep Bey; bile bile ölüme gönderilen İnsani Yardımcıların başına gelenlerden dolayı, günlerdir meydanlarda ellerinde Filistin Bayrağı'ndan başka bayrak olmayan kalabalığın attığı sloganlara ne diyor acaba?
Milletin samîmi-dîni duygularıyla yaptığı İsrail'i ve caniliğini protesto hareketlerinden kendine siyâseten pay çıkaran ve epeyce de başaran AKP'nin; "İsrail, en önemli dostunu kaybetmek üzere!" uyarısından alınan, incinen yok mu Allah aşkına?
Türkiye-israil ilişkilerinde, sadece mevcût hükümeti yargılamayalım, tamam! Onlarca yıl şimdi hükümet edenlerin Siyonizm ve İsrail hakkında söylemiş olduklarını da unutalım ve özetle Türkiye-İsrail ilişkilerini hatırlayalım isterseniz.
Yahudilerle ilk sıcak ilişkimiz 15. yy. sonlarında, 1491'de engizisyon tarafından İspanya'dan sınır dışı edilen iki yüz bin kişiden fazla Yahudiye topraklarımızda yerleşme izni vermemizle başlar. Aradan geçen yüzlerce yılda Yahudiler ticaret, sanayi ve bankacılık dallarında her zaman ön planda olurlar. Osmanlı'nın dağılıp Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla da bu sıcak yurttaşlık ilişkileri muhafaza edilir. 28 mart 1949'da kurulan Yahudi İsrail devletini ilk tanıyan ülkelerden biri de Türkiye olmuş. İsrail ile Türkiye arasındaki askeri, güvenlik ve ticâri anlaşmalar da ciddi boyutlarda... Bölücü PKK'nın elebaşı alçağın yakalanarak Türkiye'ye tesliminde de Mossad'ın katkıları bilinir. Bu sıcak ilişkiler; 2002'de iktidara gelen AKP Hükümeti'yle de sürmüş, 2007' nin Kasım ayında İsrail devlet başkanı Şimon Perez, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşma yapacak kadar ilerlemiş...
AKP Hükümetiyle Türkiye'nin Arap ülkelerine yakınlaşma yönünde yaptığı girişimler yüzünden zaman zaman ilişkilerde sarsılmalar olmuş, Şubat 2006'da Hamas Lideri'nin Türkiye ziyâreti, İsrail tarafından tenkit edilmişti. İsrail'in 2008-2009'da Gazze'ye yaptığı insanlık dışı saldırılarla iyice gerginleşen bu ilişki, 30 Ocak 2009'da Davos'ta, "One minute!" diye anılan bir fırçalama ile kopma noktasına gelmişti. İsrail'in "alçak koltuk" uygulaması, bir televizyon dizisini bahane ederek diplomatik edebi ihlâl etmesi ve son olarak ta uluslararası sularda, Gazze'ye insani yardım taşıyan sekiz İHH Gemisine saldırarak katliam yapmasıyla ilişkinin kopmasından da öte, nerdeyse savaş beklenirken Başbakan'ın; "İsrail, bu anlayışla ve bu kafa yapısıyla giderse, bölgede en önemli dostunu kaybetmek üzere." sözlerinden ne anlaşılır?!
Allah aşkına, kimin ne yaptığını; kimin, neyin peşinde olduğunu anlayabilen ve anlatabilecek birileri var mı?
Bu kadar saygısızlığa, bu kadar haydutluğa, bu kadar teröristliğine rağmen İsrail'in hâlâ bölgede en önemli dostu Türkiye mi? Başbakan'ın sözlerinden bunu çıkarırsam yanlış mı? Ya da Türk olmadığını kendi söyleminden bildiğimiz Başbakan'ın yabancı dili, Türkçe mi? Ya da bu milletle ve milletin duygularıyla bu kadar açıktan alay etme yetkisini kimden almış AKP ve Recep Bey?
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü VE "EVİMİN EVİ"Nİ KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 02, 2010

"BANA YOL GÖSTEREN BENDEN OLMALI."

Kanı, kanla yıkıyorlar! Kan-can vererek vatanlaştırdığı toprağı kutsayan bir millet olarak canımızı sıkıyorlar! Sükûtumuzu, ikrardan sayıyorlar!
Dîni duyguları, din kardeşliği heyecanları fişeklenerek, bayraklı-bayraksız gemilere doldurulup terörist-katil-korsan devlet İsrail'e yem olarak gönderilen insanlarımızı katlettiriyorlar sonra da; "İsrail Hükümeti'nin bu (...) saldırısı mutlaka, ama mutlaka cezalandırılmalıdır." diye kapalı adreslere şikâyetleniyorlar!
Terörist-katil-korsan devlet İsrail, günlerce önceden; "Göndermeyin, müdahele ederim. Yardım malzemelerine el koyarım." diye uyarmasına rağmen Başbakan okyanus ötesinde, Genel Kurmay Başkanı Mısır'da ziyarette iken gemiler yola çıkarılıyor, İsrail dediğinden de öte katliam yapıyor, apar-topar geri dönen Başbakan; "... mutlaka cezalandırılmalıdır." diye kapalı adreslere şikâyetleniyor!
Aylar, yıllar önceden, orduyu yıpratmak için ne gerekse yapılıyor; kuvvet komutanları, madalyalı kahramanlar göz altına aldırılıyor, hala sorgulanmak için bekleyen/bekletilen kuvvet komutanları var ve "Ergenekon" culuktan göz altına alınmış, salıverilmiş komutanlarla olağanüstü güvenlik toplantıları yapılıyor!
Bir AKP kurmayı da uluslararası sularda gemilere saldıran korsan İsrail'i Türk Mahkemelerinde yargılatmak üzere şikâyette bulunuyor! Ya İsrail'i de Ergenekoncu zannediyor, ya bilerek-bilmeyerek işbirliklerini ifşa ediyor, ya da milletle alay ediyorlar!
32 devletten, farklı milletlerden ve farklı dinden insanların bir araya getirilerek bindirildiği gemilere yapılan insanlık suçu katliam, "... mutlaka cezalandırılmalıdır." da kim cezalandıracak?
Dünya basınında görüyoruz ki; Obama, can kayıplarından üzüntü duyduğunu söylemiş! İngiltere Başbakanı David Cameron, sivillere yapılan saldırıya "kabul edilemez." demiş! Çin Başbakanı Wen Jiabao, BM Güvenlik Konseyini hızlı bir şekilde harekete geçmeye çağırmış! Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim, BM Güvenlik Konseyi'nden "Güçlü bir deklerasyon" istemiş! İran Meclis Başkanı, saldırıyı İsrail için kara bir leke olarak nitelemiş! Fransa'da Sarkozy; BM Güvenlik Konseyi'nin talep ettiği uluslararası soruşturmanın başlatılması için AB'nin sorumluluk almasını istemiş! Rusya Devlet başkanı Medyedev, saldırıyı kesinlikle nedensiz diye yorumlamış! İrlanda Dışişleri Bakanı Michael Martin; İsrail'i "Yardım götüren gönüllüleri uluslararası sularda kaçırarak, onlardan ülkeye yasadışı biçimde girdiklerini kabul etmelerini istedi." diye suçlamış! Norveç Eğitim Bakanı Kristin Halvorsen; "İsrail'e silah ticaretinde ambargo uygulanması" çağrısında bulunmuş!
Herkes aynen Recep Tayyip Erdoğan gibi "...meli, ...malı" diye, meçhûl birinden bir şey bekleyerek konuşuyor; cezalandıracağım, cezalandıralım diyen yok! Bizde de; "Türkiye'nin dostluğu ne kadar kıymetliyse, düşmanlığı da o kadar şiddetlidir." şeklinde muğlak bir hamâsi nutuk var!
"One minute!" diye dünyanın gözü önünde kükreyeceksin! Alçak koltuk uygulamasıyla diplomatik hakarete uğrayacaksın! Vatandaşları katledilen, gemisine saldırılan aciz-mazlûm bir ülke olacaksın ve vatandaşlarına; "Bölgesel en büyük güç biziz!" diyeceksin! Korsan-terörist İsrail'in katlettiği insanlarından dolayı, kapalı adreslere şikâyette bulunacaksın!
Öyle bir heyecan ve sabırsızlıkla bekliyordum ki Recep Tayyip Erdoğan'ı ve konuşmasını!
"Zorbaların, haydutların, korsanların bile belli hassasiyetleri olur, belli ahlak kurallarına uyarlar. Hiçbir ahlak kuralına, hiçbir hassasiyete uymayanlara bu sıfatları yakıştırmak bile iltifat olur." söylenmesiyle sükût u hayâle uğradım! Aklıma, namuslu muhabbet tellalı(!)nın; "Teyzemin odasından çıktı, o değil de çıkarken kapıyı suratıma çok sert çarptı, o zoruma gidiyor!" şikâyetlenmesi ve Ziya Gökalp'in; "Bana yol gösteren benden olmalı / Olamaz Türk’e baş Türk’üm demeyen! / Osmanlı kalamaz Türk’ü sevmeyen…" şikâyetlenmesi geldi!...
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

TÜRKÇE İSTEKLERİMİZ...

Aklı kesen kesmeyen; AKP'ye yandaş, CHP'ye candaş-yoldaş kalemlerin nerdeyse tamamı; "Haklıyken haksız duruma düşmeyelim!" diyerek diplomatlığa soyundular!
Bize ya unutturmaya çalışıyorlar, ya da koyun mantığıyla sürübaşı atladı diye uçuruma atlatma yarışındalar! Medeniyetler Arası İttifak'ın, Büyük Ortadoğu Projesi'nin Eş Başkanlığı ile övünen biz değil miyiz?
İsrail'in alçakça, teröristçe, çok hazırlıklı ve planlı olarak yaptığı bu saldırı ve katliama muhatap gemilerde, sadece Türkler mi var? Kırka yakın ülkeden, her milletten, her dinden insan yok mu? Katledilenlerden dördü Türk, diğerleri başka millet ve dinlerden değil mi? Bu kutsal ittifakı sağlamak için ne tavizler verdiğimizi unuttuk mu?
Ya kimsenin bahçesine girip özel mülkiyete tecâvüz etmeyeceksin, ya da girdiysen bahçeyle yetinmeyip ilerleyerek niyetin neyse onu yapacaksın! Bahçeye girdikten, kapıyı zorladıktan sonra hâne sahibi eşkiya bile olsa yapacağında haklı olur!
Asıl merakım; bu, İHH, MAZLUM-DER, ÖZGÜR-DER ve benzeri dernek adlı; düzen bozucu, birliğimizi hedeflemiş, Devletimiz'i zayıf düşürmek için gayretlerinin hep dışardan desteklendiği bilinen; PKK'lının, eşkiyanın, şehirlerimizi cehenneme çeviren alçak bombacıların insan haklarını savunmakla görevlendirilmiş taşeron kuruluşların, başımızı böylesine bir belâya sokmalarına neden göz yumulduğudur!
Milliyetçiliğin, ümmetçiliğin; soydaşlığın, dindaşlığın bazı davranış mecbûriyetleri vardır. Türk'sek, dünyanın neresinde olursa olsun bir Türk'e yapılan baskıya-zûlme mutlaka karşı çıkmağa; Müslümansak, dünyanın neresinde olursa olsun, kim tarafından yapılırsa yapılsın bir Müslüman'a yapılan zûlüm ve haksızlığa tepkiye mecbûruz.
Demokratlığın, diplomatlığın hükümsüzleştiği, geçersizleştiği anlar vardır ki şu an öyle bir hali yaşıyoruz!
Dünyanın her yerinde, tarihin her çağında en sert aile kavgaları, çocuk veya köpek yüzünden çıkar! Bu sert kavgaların nedeni olan çocuk ta, köpek te aklını kullanamadığı için suçlanamayan, ve herkesin sahiplendiği sevimlilerdir. Komşunun köpeğine saldıran köpekle, komşu camını mantıksız bir hevesle kıran çocuğun davranışı arasında mantıksızlık benzerliği vardır. Bu mantıksız benzerlik bilinmesine rağmen malesef sert kavgalar olmuştur, oluyor, olacak! Bu da imansız aklın akılsızlığındandır!...
Kimseden komşu camını kıran yaramaz çocuğundan vaz geçmesini isteyemeyeceğimize göre, kimsenin de bizden bunu isteme hakkı olmamalıdır! Üzerlerine vazife olmamasına rağmen, hükümetin de örtülü-açık desteğini alarak Gazze'ye İnsâni Yardım götürmek üzere yola çıkan yaramaz çocuklarımızı İsrail haydutu karşısında sahipsiz bırakamayız!
Haklıyken haksız duruma düşmemeliymişiz!
Diplomatlarımız, demokratlarımız aslında rahatları tehlikeye giren korkaklarımız böyle buyuruyorlar! 30.000 Kürt'ün katili, İmralı mahkûmundan anasının-bacısının vaz geçmemesini insâni kabûl eden bu diplomat-demokrat korkaklarımız; İsrail'in katlettiği vatandaşlarımızdan diplomasi-demokrasi-barış uğruna vaz geçmemizi isteyebilecek kadar şirretleşebiliyorlar! Çünkü sessiz sessiz, kapalı kapılar ardında, tek yönlü tavizlerle alınan ihaleler, biriktirdikleri dünyalıkları tehlikeye girmiştir! Bir gecelik anlaşmalarla kazanılan milyar milyar dolarlar, eurolar tehlikeye girmiştir! Hep merak edilen değirmenlerinin suyu, kesilmek tehlikesiyle karşı karşıyadır!
Torbalı dövüştürülen at tarifinden hiç rahatsız olmamış bu yarış merkepleri, tepinmeğe başladılar! Tepinsinler! Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'ndan bir Türk vatandaş olarak bu zor günde Türkçe isteklerim var!
Lütfen ama lütfen; bize ikinci bir "one minute" gösterisi yapmayın! Türkiye'nin gerçekten bölgesel bir güç ve dünya devleti olduğunu net olarak gösterin! Acilen yaralılarımızı, şehit cenâzelerimizi, oradaki bütün vatandaşlarımızı geri alın! Herkes kendine yakışanı yapacağına göre diğer milletlerden ve dinlerden insanların devletlerinin ne yapacaklarını da takip edin.
"Kînim dinimdir." öğretili Yahûdiye, "Bir yanağına vururlarsa, öbür yanağını da çevir" teslîmiyetindeki Hristiyan'a karşılık; "Küfr'ün karşısında susan dilsiz şeytan gibidir." öğretili Müslüman Türk'ün, cihâd izinli savaşçılığının caydırıcılığını hissettirin!
Başlarından büyük halt yemiş yaramazlarımızı daha sonra, kendi üslûbumuzla sorgularız!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN