Pazar, Ekim 31, 2010

LİSÂNIN TÜRBÂNI...

Dîni türbanlayıp maske edinenlerce, şimdi de dilin türbanlanması gayretleri başladı! Hemen itiraz etmezsek geç kalırız!
Yerel bir köşe yazarı, Erzurum'dan; "Beni Kategorize Etme!" diye feryâd ediyor ve bu, asla türban bağlamayacak olan bir erkek! Lâ havle!...
Her sabah güne, millî ses dediğim Yerel Köşe Yazarları'na bakarak başlarım. Bu yazarlardan bazılarını çok önemserim. Bu nâra atan yerel yürek te önemsediklerimden! Yerel konuşur-yazar. Ana diliyle yani Türkçe yazar! Gene Türkçe yazmış ama Arapça-Baas'ça-AKP'ce, dinden-dincilikten geçinenler gibi seslenip hakâret etmiş nedense!
Saldırılarının muhatabı olmadığımız için alınmadım, incinmedim ama şaşırdım! "Bu gürûh ... dini tartışır, namazı tartışır, ibâdetin yapılacağı dili tartışır, kurbanı tartışır, başörtüsünü tartışır ... Allah kendi gönderdiği kitapta kendisine Allah derken bunlar inatla ve kasıtla tanrı kelimesini kullanırlar. Yani Allah’ın kendi kendine koyduğu ismi bile değiştirmeye çalışırlar." diye feverân etmiş! "Desem dile düşürürler, demem adını adını" mantığıyla, insafsızlık olmasın diye adını vermeyeceğim!
Benzer bir sürü AKP vuvuzelâsı olduğu için, kim alınırsa üzerine kalmak gibi bir gücü olan sözü, ortaya söyleyeceğim! Dinden geçinenlerin, Allah İle Aldatanlar'ın, sahne starı pilli-ampüllü gece güllerinin, serçelerin ve "muhafazakâr eşcinseller"in rehberlikleri ile tabana indiklerini söyleyenlerin, bu feverâna benzer ağızdan yellenmelerini o kadar dinlemek zorunda kaldık ki tam alıştık derken Erzurum'dan gelen bu sese şaşırdım!
Bu sesi önemsiyorum çünkü! Bu ses yerel ve bana göre millî çünkü! Mahalle baskısına direnememiştir diye hem O'nu, hem de kendimi tesellî etmek istedim, kendimi iknâ edemedim!
"
Allah kendi gönderdiği kitapta kendisine Allah derken bunlar inatla ve kasıtla tanrı kelimesini kullanırlar. Yani Allah’ın kendi kendine koyduğu ismi bile değiştirmeye çalışırlar." demeseydi; Farsça Hüdâ, Arapça ilâh, süryânice Laha, Arâmice Alâha, İngilizce God, Almanca allmächtige- gott, Fransızca (le)dieu-le créateur denmesinden rahatsız olunmayıp sâdece Türkçe Tanrı denmesine itirâzını, görmezden gelecektim!
Kimi başını örter, kimi örtmez. Kimi başını örter kıçını açar, kimi başını da kıçını da örtmez. Kimi başı açık olmasına rağmen bedenini sapık erkeksi bakışlardan sessizce sade kıyafetiyle sakınmayı becerir, kimi başını sıkı sıkıya dürümlerken bedenini ve kalçalarını dar pantolonlarla çıplaktan daha dikkat çekici hâle sokar, kime ne? Kim, kendini nasıl ifâde etmek, nasıl teşhîr etmek istiyorsa onu yapar, kime ne?
Bahsettiğimiz bütün bu işleri, kendini istediği gibi ifâde etmek isteyen, bedenini istediği gibi teşhîr etmek veya sakınmak isteyen kadınlar yapar ama münakaşasını erkekler sürdürür!
Bu kadınsı münakaşaları, sadece kadınları ilgilendiren bu konuyu, "muhafazakâr eşcinsel"ler yapsa gene kabullenirim ama erkekliğe toz kondurmayan, Allah'ın Kur'anda; "Ya Eyyühennâs" diye seslenirken kadın diye ayırmadığı insanların kıyâfetleriyle ilgilenen muhafazakâr adamların; türbandan başlayıp Türk'ün Türkçe "Tanrı" demesine atlamalarına itirâz etmezsem çatlarım!
Türk'ün Türkçe düşünüp Türkçe konuşmasına; "O'nun delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Rûm-22" diye Kur'an da belirterek ruhsat veren; Ulu Tanrım'ın, Görklü Tanrım'ın, Çalabım'ın hikmetine kafa tutmayı mahâretten sayan dil ve idrâk özürlülere itirâz etmeseydim patlardım!
Sözümün muhatabının, haberi olursa bu dostâne uyarımı dikkate alarak incittiği Müslüman Türk gönüllerden özür dileyeceğine de inandığımı ve; "Türklüğün vicdânı bir/ Dîni bir, vatanı bir/ Fakat hepsi ayrılır/ Olmazsa lisânı bir." diye Gökalpçe seslenerek;
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ekim 30, 2010

"CUMHURİYETİN EĞRETİ GELİNİ"!...

" ... yıllara dayanan dostluğumuz doğrultusunda Sayın Cumhurbaşkanı'nın uzun zamandır protokol sorunu yaşadığını ve bundan duyduğu sıkıntıyı biliyordum. ... Cumhurbaşkanı Gül tören kıtasının önünden kırmızı halıda ... Hayrünnisa hanfendi de arka taraftan dolanmak zorunda kalıyordu. ..." (Fatih Çekirge'den)
Bu "eğreti manzara" yı, “eğreti bir protokol” görüntüsünü, Hanımefendiye “eğreti bir tavır” alındığını, "Cumhuriyetin eğreti gelini" vurgusuyla anlatmak ..." gibi eğreti bir "Dolma Kalem"liği, ancak eğreti bir entel becerebilirdi!
Bilinir ki "Çekirge bir zıplar, iki zıplar..." üçüncüyü zıplayamaz çünkü iki zıplamadan sonra adalelerindeki laktik asit birikimi yüzünden yorulan çekirge, üçüncüyü zıplayamaz mış!
Dostluğun, 'eğreti dolma kalem' lerce ne hale sokulabildiğini, eğreti kafalar algılayabilecekler mi bilemiyorum!
Eğreti siyâsilere, eğreti desteklerle; eğreti demokrasinin ne hale sokulduğunun ve bu eğretiliğin öncelikle demokrasiyi bu hâle getirenler olmak kaydıyla hiç kimseye hayrının olamayacağını, hep berâber göreceğiz!
Göreceğiz de ne olacak?
Yıllardır eğreti dincilikle, Eğreti Kemalistlere karşı verilen eğreti demoratik mücâdele ile eğretilerin eğreti amigolukları sâyesinde kendilerinde kerâmet vehmeden eğreti millî görüşçüler sâyesinde eğilmemiş doğrumuz, yerinde eğreti durmayan kurumumuz kalmadı!
Eğreti liderler; eğreti demircilere kumaş, eğreti terzilere de demir verip esvap ve pusat sipârişi verdiler! Nasılsa "Devlet malı deniz, yemeyen domuz.." du! Eğreti terzi ve eğreti demirciler de ellerindeki kendilerine hiç yaramayan malzemeleri ziyân ederek milleti de, devleti de esvapsız-pusatsız bıraktılar!
Eğreti sosyal demokratların eğreti demokratik solcularla rüzgâra karşı yaptıkları sidik yarışından esvabı pislenmeyen kalmadı!
Eğreti hukukun, eğreti bir uygulamasıyla Ziya Gökalp'in bir şiirini okudu diye mahkûm edilen ve eğreti kemalistler tarafından; "Artık muhtar bile olamaz!" diye sevinç naraları atılan, bir Eğreti Kasımpaşalı'yı; eğreti bir destekle, Siirt seçimlerini iptal ettirerek milletvekili eden bir Eğreti Sosyal Demokrat sâyesinde, yıllardır Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığına mecbûruz!
Cumhurbaşkanlığı Makamı'na; "Kardeşim Abdullah Bey" diye çıkarılan bir başka Eğreti Millî Görüşçü, "Eğreti protokol"lerde eğreti dostlarını ağırlıyor yıllardır!
Hükümet etmede sekizinci yılını seyrettiğimiz Eğreti Parti AKP'nin bir "Deprem Çadırı" olduğunu zannederdim yıllardır! Deprem Çadırının da eğreti olduğunu çünkü artçı sûni depremler kesildiğinde herkesin kendi evine dönerek depremde oluşan çatlakları-döküntüleri tamir edeceğini zannederdim!
Benim bu zannım da eğretiymiş!
Kendilerine kırk yıldır "Ağabey" denilen Eğreti adamlar'a, Eğreti Kasımpaşalı'nın iltifatlarıyla atfolunan "Eski Ülkücü" sıfatı ve birlikte yenilen eğreti bir siyâsi yemek sonrası; "Eğreti Deprem Çadırı"nın yerine "Eğreti Kalıcı Deprem Konutları" inşa edildi!
Rüzgâra, yağmura, yakıcı güneşe karşı Eğreti Deprem Çadırı'ndan daha dayanıklı bu "Eğreti Kalıcı Deprem Konutları"; Eğreti Ağabeyler'e câzip geldi!
Çıngıraklı tekenin atlaması halinde, koyun sürüsünün de peşinden atlaması şeklindeki sürü davranışını "töre" diye takdîm eden "Eğreti Türk Büyükleri" de işe karışınca; Eğreti Dostların, eğreti destekleriyle eğreti çadır sakinlerine, bir süre daha tahammül edeceğimiz zannediliyor!
Ama biliyoruz ki bu tahammül de eğreti!
Gerçek kişilerin, Türk Milliyetçileri'nin başlattığı gerçek dip dalgalanması ile Türk Milletinin refleksi olan Ülkücülerin, bütün bu eğretiliklere karşı Türkçe bir duruş sergileyerek, koyun sürüsüne kurt dalmışçasına Eğreti Deprem Çadırını dağıtacağına; herkesi kendi evine yönlendireceğine inancım, her geçen gün biraz daha artıyor.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ekim 28, 2010

MİLLETE TÜRKÇE SESLENİŞ...

Türk Milleti!
Türklüğü ile iftihâr edenler kadar; utananların, Türk'ten tokat yemişlerin, İslâm sancaktarı Türk Akıncı beylerini yüzlerce yıldır unutamayanların, dînin arkasına saklanıp dilini inkâr eden haramzâdelerin, aslını inkârda ma'zûr korkakların, ucuz işbirlikçilerin, Haçlı Müslümanlar'ın elbirliği ile saldırısına muhatap olan vakûr Milletim!
Okumuşuna-câhiline, öğretmenine-öğrencisine, şeyhine-müridine, inançlısına-ateistine, mü'minine-münâfıkına, askerine-siviline, hukukuna-suçlusuna, işçisine-işverenine, rençberine-sanayicisine, yaşlısına-gencine, erkeğine-kadınına, velhâsıl hepinize sesleneceğim!
Türkmenine, Çerkezine, Boşnakına, Gürcüsüne, Zazasına, Kürdüne; kendini Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı ve "Anayasal Türk" hisseden gayr-ı müslîm Kardeşlerimize sesleneceğim! Hiç bilmeyi gerektirmeyen düz mantıkla sorup düz mantıkla cevap arayacağım!
Allah rızâsını , inanmayanlara karakterlerinin gereğini yerine getirmelerini ricâ ederek sesleneceğim! Okuyanların bilgilerine, okumamışların dinledikleriyle hafızalarına müracaat etmelerini yalvararak rica edeceğim!
Îmanmetre olmadığını; Allah'ın kimseye, kimsenin îmanını ölçme ve sorgulama hakkı vermediğini bilerek îman ehli, mütedeyyîn herkese soracağım! Eserleriyle, ilm-i hâlleriyle, Kur'an tefsirleriyle dünyalarını değiştirmelerinin üzerinden on yıllar geçmiş olmasına rağmen kalıcı olmuş, ölümsüzleşmiş kanaat önderlerinden bahisle günün kanaat önderlerine soracağım!
Tarihin kalem erbâbı ile silah erbâbını sorgulayıp yargılamaktan vazgeçmediğini; iyilerin dualarla, kötülerin lânet ve beddualarla hatırlanmasını sağladığını hatırlatarak bir kara dönem yaşayan bizim de yarın sorgulanıp yargılanacağımızı; yaptıklarımızla, özellikle bıraktığımız sözlerimizle dua veya bedduâ ile yâd edileceğimizi vurgulayarak soracağım!
Elmalılı M. Hamdi Yazır'la, M. Akif Ersoy'la, son Halife Abd'ül Mecîd'le, son Şeyh ül İslâm'la, hatta Teşkilat- Mahsûsacı Saîd-i Nursî ile müktesebâtını yarıştıracak kaç kişi var günümüzde?
Şeriat hükmüyle yargılayan kadıların, fetvâ makamı Şeyh ül İslâm'ın, dünya Müslümanlarının dîni lideri Halîfenin olduğu; tarif ve görüntüye göre İslâm'ın hayatın heryerine nüfûz ettiği bir sistemde Haçlı; başkenti işgâl etmiş, cami imamlarından kilise papazlarına esas duruş alabilmiş, camilere işgâl kuvvetlerinin atları çekilmiş, şımarık gayr-ı müslîm tebaa mihraplarda dansöz oynatılabilmiş, tersânelere girilmiş, ekonomi düyûn u umûmiyeye teslîm edilmiş, ordumuz terhîs edilmiş, vatan toprakları Haçlı arasında paylaşılmışken; bu insâfsız, zorba, talancı, dinsiz işgâlcilere baş kaldıranları, hangi sebeplerle sorguluyorsunuz?
Kurtarabildikleri kadar vatan toprağında Al-Bayrağı dalgalandırdıkları için mi? Ezân-ı Muhammedi'yi yeniden minârelerde inlettikleri için mi? Müttefik(!) Haçlı'yı geldiği gibi gönderdikleri için mi? Osmanlı'nın borcunu üstlenerek düyûn-u Umûmi'yi kovup millî ekonomiyi gerçekleştirdikleri için mi? Camileri yeniden imam ve cemaate, kışlaları yeniden mehmetçiğe açtıkları için mi? Yüz yıllarca tebaamız olmuş Suûdiler'in Peygamber(s.a.v.)'imiz Efendimizin kabr-i şeriflerini yıkma teşebbüslerine, Cihan Harbi yorgunluğuna rağmen; "Tek taşına el sürerseniz orduyu güneye gönderirim!" tehdîdiyle sahip çıktıkları için mi? Niye? Niçin? Hangi davranışlarından, hangi cihaddan geri kaldıklarından dolayı sorguluyor, yargılıyorsunuz?
Dînin ve îmanın gereği, 21.yy. Haçlısı ile işbirliği midir? Haçlı'ya dua ederek yüzlerce yıl tebaamız olmuş müslümanların katline seyircilik midir? Kur'an hükmüne göre; "Onlarla dost olan onlardandır." tarifini duyurabilmek için başka ne yapabiliriz?
Allah(c.c.)'a küstünüz mü yoksa Allah'tan da korkmuyor musunuz artık?
"VE TEVEKKEL A'LALLAH" (Vekîl olarak Allah yeter.-Ahzâb-3)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 27, 2010

87. YILDA CUMHURİYET BAYRAMI!...

Devlet'in, kırık işâret parmağı siyâset'le neremize dokunsak canımız acıyor! Demokrat maskeli korsan medreselerde yetiştirilmiş sahte doktorlar sâyesinde de kırık parmağımızla dokunduğumuz heryerde yapılan -gûya- estetik cerrâhi ameliyatlarla Devlet te, Millet te, Anayasa da tanınmaz hâle geldi!
*Genelkurmay Karargâhında fuhuş operasyonu yapılıyor! Zampara mı, pezevenk mi, kadınla tuzağa düşürülmüş köstebek mi aranıyor, belli değil!
*İmtiyâzla AB'ye kabûl edilmesine rağmen ekonomisi çökmüş Yunanistan'da bayram var! Yunanistan'ın Ege'deki kıta sahanlığını 12 mile çıkaran anlaşma yapılmışmış! Ne Dışişleri Bakanlığı'ndan, ne de Başbakanlık'tan bir yalanlama yok! Ki aynı konu "dinsiz-solcu-komunist" diye sıfatlar takılan Mümtaz Soysal tarafından; "Bir karışı bile savaş nedenidir, Yunanistan'ın kıyâmeti oluruz!" diye reddedilmişti!
*HSYK'ya atanan 10 bin hakim-savcının oylarıyla yeni seç(!)ilmiş Ali Aydın hakkında Kay-TV ve Kayseri Haber Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni'nin www.haberiniz.com'da haber edilen müthîş iddialı tarifleri var! Cumhurbaşkanı da bütün bu özelliklerini hemşerisi olması hasebiyle bilmesine rağmen bu fanatik siyasi görüşlü şahsı atayarak yargıyı siyasallaşmaktan koruyor!
*Terör örgütüyle ilişkilendirilerek dokunulmazlığı kaldırılan, vekilliği düşürülen, İmralı kontenjanından bağımsız seçimlere girmiş bir kadın müsveddesi; İmralı ile Hükümet arasında kuryelik yapıyor! Sadece kuryelikle yetinmeyip İmralı'daki câniye PKK eylemlerinin biraz daha ertelenmesi için ricacı oluyor! Ricayı kendi adına mı, siyasallaşmış örgütü adına mı, yoksa Hükümet adına mı yaptığı belli değil!
*Eski-miş, Ülkücü İfrâzâtlar'ın vuvuzelalığı ile referandumda değiştirilen Anayasa sâyesinde; millet vekillikleri düşürülen sabıkalı bölücülerin vekillikleri geri isteniyor!
*Gene; eskimiş, üretkenlikleri kalmamış Ülkücü İfrâzâtlar'ın amigoluğuyla değiştirilen Anayasa sâyesinde; "24 saat Kesintisiz Demokrasi" uygulamasıyla, PKK ile kapalı kapılar adında 6 maddelik bir mutabakat imzalandığı söyleniyor! Ülkücü ifrâzâtlar'ın; "Yetmez ama Evet" gayretleriyle; Devlet'in, Cumhuriyet'in, Demokrasinin fotoğrafı bu!
*Gene eski-miş Ülkücü İfrâzâtlar'ın, yalaka-vuvuzelalıkları sâyesinde değiştirilen Anayasal toleransla; Ankara'da bir başka bölücü parti hüviyetli örgütün toplantısında Türk bayrağı asılmadı, İstiklâl Marşı okunmadı, ne söylendiğini ifrâzâtların da anlamadığı Kürtçe Lavik ayakta dinlenildi!
ABD'nin patronluğunda, Türkiye'den Ortadoğuya bahçe köpekliği eden bir pravdanın yazdıklarıyla, iftiralarıyla, bir bardak suda koparılan fırtınaları da hatırladıkça şahsımı çok ilgilendirdiği için affedemeyeceğim Ülkücü İfrâzâtlar'ın yaptıklarını; Millî Hafıza olmaları özellikleriyle Ülkücülerin dikkatlerine sunuyorum!
Ekonomik olarak kesin kontrole alınmış, siyâseten Ülkücü-Devrimci İfrâzâtları'nın rehberliğinde teslîm olmuş, Ordusunun Karargâhı'na olmadık tahkîr edici sebeplerle girilmiş,
Yargısı ifrâzâtların özel gayretleri ile siyasallaştırılma maskesiyle teslîm edilmiş ve "Hakimiyet kayıtsız-şartsız milletindir." düsturuyla Kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş yıldönümü bayramına bir gün var!
Cumhuriyet'in ilanının 87. yıldönümünde; gayr-ı millî odakların, Ülkücü-Devrimci İfrâzâtlar'ın, -ki bunlar 12 Eylül 1980'de işkencelerle bayıltılan savaşçıların uyku hâli ifrâzâtlarıdır- bu millî günde ne diyeceklerinden çok ne yapacaklarını merâk etmeden bekliyoruz!
Herkese, herşeye, bütün gayr-ı millî unsurlara, bütün ifrâzâtlara, bütün emperyalistlere, bütün Haçlı Müslümanlar'a rağmen;
BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN MİLLETİM.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 26, 2010

HER ERTELEME, BİR KEŞKE!...

Yaratılış sebebini merâk eden; kara gecede kara taşın üstündeki kara karıncanın yaptıklarını gözetleyen Allah'ın, kendini bir şeyler yap diye yarattığını fark ederek üzerine düşen kulluk görevini bi-hakkın yapıp Hakk'ka yürüyen Durmuş Hocaoğlu namlı Türk mütefekkirini rahmetle anarak...
Hiç kimsenin, hiç bir düşüncesini erteleme lüksünün olmadığını; hele bizim gibi ömür denen süreci törpülemişlerin asla erteleme şansları olmadığını hatırlatmak içindi galiba bu Münevver'in dünyasının değiştirilmesi!...
Tam dört ay önce 29.06.2010 günü, kendi web sitesinde bana hitâben yazdığı açık mektubunda Durmuş Hocaoğlu; "Lûtfen bana yardımcı olunuz! Bu arada, benim varmağa başladığımı söylediğim netîce, zannımca ... yazmak ama bugünden ziyâde, istikbâle; yakın, yakın olmazsa uzak, hattâ belki de en uzak geleceğe hitapetmek. Henüz cenin hâlindeki bu kararım kat'iyyet kesbedecek olur ise, artık "geleceğin tarihine yazılmış mektuplar" kaleme alacağım demektir; ... hiç göremeyeceğim dürüst insanlara hitap eden mektuplar olacak bunlar ve yazdıklarımı bir bunlar okuyacak ve bir de kavuşmaklığıma az birşey kalan Rabbim." demişti!
Dedikten sonra dediği adreslere sadece iki yazı yazdı Rahmetli Hocaoğlu! Yazdıkları kendi resmi web sitesi'nde kaldı ve kime ne dedi bilemem ama bana; "Sakın! Sakın ha! Aklına geleni, vicdâni süzgecinden geçirdikten, millî ferâsete uyup uymadığını kontrol ettikten sonra sakın ertelemeyesin!" dediğini duyar gibiyim. Fakîre hitâben yazdığı açık mektubundan hemen sonra; Hocaoğlu Hoca'nın duygularını, vakur sitem ve sitâyişlerini ulaştırabileceğim her yere ulaştırıp, paylaşmam gerektiğine inandığım herkesle paylaşmıştım! Yazık ki sadece ulaştırmam ve paylaşmamla kalmıştı!
Hocaoğlu Hoca'nın artık "Keşke!" demek şansı kalmadığını biliyorum ama benim, Hocaoğlu'nun sitem ve sitâyişlerini paylaştığım gönüldaşlarımın "Keşke!"lerinin haddi-hesâbı olmayacak!
Hocaoğlu Hoca'nın dünyasını değiştirdiği haberini Bursa'da aldık!
Otuzu aşkın Türk Milliyetçisinin; Türkiye'nin değişik vilayetlerinden bir araya gelerek kimseden emir almadan, kimseye küsmeğe tenezzül etmeden, kimseye kızmaya gerek görmeden, "Ne yapabiliriz?"i sorgulamak için bir araya geldiğimiz bir toplantıda aldık kara haberi!
Hayalimde kırka tamamladığım; bazen Kürşad'ın da dahil olduğu Kırk Türk Fedaisine, bazen Kırklar'a benzettiğim kişiler; durumdan vazîfe çıkararak bir araya gelmişlerdi!
Söz sırası gelen herkes; bütün Türk Uluları kendilerini dinliyormuşçasına, edeple ve âdapla eteklerindeki taşları döküyor, eksik yaptıklarından nedâmetle daha fazlasını yapabilmek için gayret edeceğine söz veriyordu!
Herkesin öfkesinin hedefi; referandum adındaki Haçlı dayatması sonrası MHP'yi hedef alan, gayr-ı millî odakların tamamıydı! Adları ne olursa olsun, arkalarında hangi emperyalist güç, hangi Haçlı kuruluş olursa olsun hepsine ve arkalarındaki güçlere karşı Türk Milliyetçileri olarak tavizsiz bir duruş sergilemek kararı almışlardı ki Hocaoğlu Hoca'nın vefat haberi geldi! Sesimiz kesildi, coşkumuz ertelendi, gözler buğulandı, diller dualandı!...
Başlangıç -cümlesi bu- olmak kaydıyla inşallah devama karar verdiğim bir seslenişe de vesîle oldu: Sayın Bahçeli; fertlerin de ertelemeleri olmamalı ama sizin, Türk Milleti ve Devleti'nin bekası için olmazsa olmaz MHP adlı Teşkilatın Genel Başkanı olarak yapacağınız ertelemelerin telâfisi, yemîn olsun mümkün değil vesselâm...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 20, 2010

BİR DOKUNUP BİN İŞİTMEK...

Bu gün, bir okurumuzla; "Söz ortanın..." düsturuyla söyleşeceğim.
"Gıybet ve dedikodu almış başını gidiyor! ... Hayın olmak kolay mı? Camianın övgüsüne mazhar olmak bu kadar kolay mı? Kıyas ve kıstas yapan kardeşlerimiz, hangi bilgi ve tecrübe ile refarans vermeye kalkıyorlar? Nefis tatlı; şikâyet, tenkit kolay!... Taşıdığımız vebale layık olmak adına, sorumluluk almak ''ateşten gömlek''... Osmaniye'de yaşamaktayım. Üç-beş kişi bir araya gelsek beş-on cümlelik muhabbet esnasında birisi; ''Ben Devlet Bey'in yerinde olsam....'' diyor ve sohbet, tartışmaya dönüyor! Biz kendimiz olsak yetmez mi? Herkes şu, bu olmak zorunda mı?" diyor selam ve iltifat gönderiyor Sevgili F. KUYULU...
İlgiye teşekkürler. Dilimiz aynı, olaylara tavrımız aynı. Dilimiz bir olduğu için "leb" demeden leblebi anlıyor, anlatabiliyoruz. Amacımız, öküz altında buzağı aramak veya tekeden peynir çıkarmak olsa, -oy yüzdelerinden hareketle- BBP'ye ayıracak zaman kalır mı? Millî akılla işbirlikçi kurnazlığa yer değiştirmiş olsak dev ihâleler, dünyalıklar paylaşılırken canımızı gönüllü ateşe atar mıyız? Allah'a kulluğu, bütün mevki ve makamlara tercîh ederek Vatan-millet-devlet bütünlüğü, Ezan-ı Muhammedî'nin minarelerde ilelebet inlemesi, Bayrağımızın ebed-müddet dalgalanması uğrunda, önce ölmek yarışına girilir mi?
Biliriz ki: Her ülkücü; hem milliyetçi, hem vatansever, hem dindardır. Ama her dindar, milliyetçi ve vatansever değildir. Her milliyetçi, ülkücü ve vatansever değildir. Her vatansever de milliyetçi, dindar ve ülkücü değildir! Bunlar, kişisel tercîhlerdir.
Şühedâ emâneti Vatan ve Devlet'in başına bütün belâlar, siyâseten örüldü! Çârenin de siyâsette olduğuna inanırız. Birilerinin kurtarmasını beklemek, köle zihniyetidir. Allah'a teslîm olmuş, "Allah var, ne gâm var." tevekkülü ile Allah'tan korkan yüreklerinde başka hiç bir korkuya yer kalmamış insanların siyâseti ile kurtuluşa inanan bir Türk Milliyetçisiyim, Ülkücüyüm.
"Kendimiz olsak yetmez mi?" soru cümlesinin altına gözüm kapalı imza koyarım. Aklına hürriyetini verememiş, vicdânı ipotekli kişiden çâre çıkar mı? Allah'a sığınıp, kendinde güç vehmeden zûlüm birlikteliklerine kafa tutmaktansa, kurnazca güçlüden yana olanların, eyyâmcıların yaptıkları millî siyâset olabilir mi?
Milliyetçiliğin kucaklayıcı bütünleyiciliğini inkâr ederek hem de Hilâfet bizdeyken denenmiş "ümmetçilik" arkasına saklanmanın; ümmetçilikten de geçtim cemaatçilik adıyla dini ve milleti bölüp-parçalamanın, av köpeği misali tüfeklinin yanında kuyruk dikmenin, millî meselelerimize çâre bulması mümkün mü? Veya başımızdaki bütün musîbetlerin sebebi bu eyyâmcılıklar, bu siyâsi renksizlikler değil mi?
Övülen ve dualı asîl Türk milletinin bir ferdi olarak yaratıldığımıza şükrederek ve Türk yaratılışımızın hikmetine uygun davranarak Allah'a kulluk varken BOP Eş Başkanları'na, Haçlı'ya teslîmiyetin millî akılla izahı mümkün müdür?
İtirazımız bunlaradır! İtirâzımız; "Azîz milletim!" diyerek millî mensûbiyeti dîn ile maskeleyip; "Aslını inkâr eden haramzâdedir." diyen Hz. Ali(r.a.)'ye muhalefet edenleredir! İtirâzımız; "Tevhid'de birlik var. Muhammedün Resulullah demesek te olur." diyerek Haçlı'ya destek veren "Haçlı Müslüman"laradır!
Terk ettiklerimizle ve terk ederek eskiyenlerle asla işimiz olmaz ve onlara ayıracak zamanımız da yok!...
Dertli, söyleğen olurmuş! Bir dokunup bin işitmek bu olsa gerek!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 19, 2010

NE BELÂYMIŞ!...

Ne belâlı bir başmış! Bir türlü türbanlayıp kurtaramadık belâdan!
Bebek katili câni; "31 Ekim'den sonrasına karışmam. KCK Kendi kararlarını kendi verir!" diye tehdit estiriyor! KCK'nın, PKK'nın şehirlerde örgütlenmesi olduğu bilinmesine, ve bu suç örgütünün başkanı da İmralı'daki alçak olmasına rağmen KCK yargılamasında, hayatının hürriyetini yaşayan câni yok!
Nerelere sokulduğu merak edilen "meşenin dalları", Diyarbakır'dan yapılan "Has...rin!" iltifatı, kimsenin umurunda değil! "Recep Bey- Kemal Efendi" atışmalarıyla, sıkışanın hemen türbanla setre girmesiyle demokratlık yarışına girenlerin işi-gücü MeHaPe ile!
Ne BOP Eş Başkanı'nın, ne AKP'nin, ne de CeHaPe'nin İsrail'i korumak amaçlı "Füze kalkanları" ile alâkaları yok! Cumhurbaşkanı'nın türbanlı Eşi'nin de katılımıyla yapılacak 29 Ekim Resepsiyonuna katılıp katılmamakla demokratlıklarını türbana göre puanlayacaklar!
Sokamadık bu belâlı başımızı şu türbanın altına!...
Pazarda domates yokmuş, -kasap kalmadı ya- yabancı grossmarketlerin et reyonlarında et yokmuş veya pahalıymış, etin pahalılığı; "refah düzeyimizin artması" yüzündenmiş, hayvan olmadığı için kurban kesilemeyecekmiş, tarlalar ekilmiyormuş, süt ithaline başlamışız, cemiyetlerin yaptığı ekmek zammına fırıncı esnaf uymuyormuş, PeKaKa'nın ateş-kes(!)ine rağmen Mehmetçik şehît oluyormuş, 68 Kuşağı'nın gevşemiş-bollaşmış liboşları Atatürk'e dil uzatıyorlarmış, kimin umurunda?
Nasılsa susturulan Türk Milleti de vuvuzela yalakalar gürûhunu, televizyonlarda reyting rekorları kırdırırarak dinliyorlarmış! Her dönemin alnı değil başı açık iktidar propogandisti Nazlı Ilıcak'a göre de; "Her millet layık olduğu iktidar tarafından yönetilir."miş!...
Bin sefer söyledik: Kardeşim! Kime ne, kimin karısının başının örtüsünden? Seçmen adayların eşlerinin başlarına baktı mı hiç? Cumhurbaşkanı imzaları atıp Eşinin türbanıyla mı kuruluyor mürekkebini? Kimin neyine lâzım Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın, Bakan'ın, Millet vekilinin, genel müdürün karısının başı veya örtüsü?
Millet can çekişiyor! Devlet hiç olmadığı kadar biçâre! ABD ve AB bizim adımıza verdikleri kararların münakaşasını yapıyorlar! Bizim vuvuzelalarımız ise hukuku savunmaya çalışan hukukçu hanfendilerin karşısına, "çığlık maskeli" kapkara giysili, makyajının kalınlığı ekrandan taşan, korkunç görünümlü kadınları çıkararak gûya türban münakaşası yapıyorlar!
Taş atarak antrenman yapan çocuklar, bomba atarken elinde patlıyor! Askere, polise kaya parçaları atan çocuklara şeker ikram edilirken faşizan baskı yapıldığı bağırılıyor; yumruk atan çocuk linç edilirken demokrat zafer zılgıtları atılıyor!
Ne diyorsunuz? Sabrımızla oynadığınızın farkında mısınız?
Millet, yaramazları için tokata hazırlandı haberiniz olsun! Kulak tozunuza yiyeceğiniz tokatla gözlerinizde şimşekler çakacak ama aklınız mutlaka başınıza gelecek!
"Anadolu'yu yeniden fethederiz!" diyen Bozkurt sesini; "Sınır koyacaklar, biz de sınırın ötesinden mi bakacağız, denize bakar gibi? Bakmayacağız. Koparsa, biz o zaman kopanla kalmayız Misak-ı Milli’yi yerine getiririz. Belki de böyle bir şey yapmaları bizim için hayırdır. Bizi uyandırır. Eksik olanı tamamlarız!" diyen Kartal sesini duymaz mısınız? Yoksa herşeyi örtmeye yeten türban, bu aslan kükremelerini de mi örttü?
Başımız belâda yada siyasi aktörler, türbanı başımıza belâ ediyorlar ama bu kere kendi başlarına belâ, haberleri ola!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ekim 18, 2010

BU YURT Kİ DAYANDI ONLARA!...

"Hep bir hallı Turhallıyız, biz bize benzeriz."
Vatanımı düşünüyorum! Her karışında onlarca şühedâ olan, her karışındaki onlarca şühedânın bize emânet ettiği vatanımı... !
Etraf, vatanseverden-yurtseverden geçilmiyor! 68 Kuşağını mı dersiniz, ihânet-i vataniyye'den yargılanıp suçlu bulunarak îdam edilmişlerin torunlarını mı dersiniz, kurt taklidinde çakalları mı, "çığlık maskesi"yle ekranlara çıkıp gûya türbanlı gibi davranan "baaayan"ları mı dersiniz; vatanı bir çift kadın memesine değişebileceğini hiç çekinmeden, ensest ilişkileri insâni saydığını hiç utanmadan söyleyebilen "Altan oğlu Altan"ları mı, hangi taşı kaldırsanız altından çıkan "D/p/erinçek" çileri mi dersiniz; hipokrat yeminine ihânet eden doktorları, millet vekili yeminine ihânet eden yemînli yalancıları mı, Allah ile aldatan din tacirlerini mi dersiniz, milliyetçilikle milletçilik arasındaki farkı fark edemeyen umumhâne kapısında korumalık yapan iffet savunucularını mı dersiniz, "Kelime-i Tevhid'de birliğimiz var Muhammedün Resulullah denmese de olur." diyen Haçlı Müslümanları mı dersiniz, "Gereken durakta inilecek bir tramvaydır." diye tarif edilen demokrasi sayesinde demokratlık eden maskelileri mi dersiniz, "24 saat aralıksız demokrasi" diyerek Efsâne Genel Başkanları'nın canlı yayında ölümüne seyirci kalanlara destek verenleri mi dersiniz, hâlâ devrimci edâlarıyla salınan evrimleşmiş, değişmiş-gelişmiş ve kendinde fetvâ yetkisi gören yeni dinci bakanı mı dersiniz, "Genel başkan uçuruma atlamışsa peşinden atlamak töre gereğidir." diyen koyun zihniyetlileri mi dersiniz, magazin basınının en verimli haber kaynağı, tanıdığım yıllarda kaç erkek eskiterek değiştirdiğini sayamadığım, kargalığa terfi etmiş rehber serçeleri mi dersiniz, kendini canlandırdığı karakter zanneden artistleri mi dersiniz, kimi sorarsanız vatansever-yurtsever!...
Bu kadar yurtseverin-vatanseverin olduğu Vatanda; satılmadık KİT, teslîm edilmemiş tersane, yabancılaşmamış banka, tarlalarda ithâl olmayan tohum, -şükür kasaplar kapandı- et reyonlarında ithâl et satılmayan süpermarketler, kredi kartları sâyesinde işgalci emperyalizme teslîm olmamış vatandaşın kalmadığı bir ülkede; herkes vatansever-yurtsever!...
Bu kadar bozulmuşluğu, tek mermi patlatılmadan teslîmiyeti, bu kadar korkak-alçak vatansever-yurtseverin yaptığı tahribatı tamir edebilecek tek gurupta Türk Milliyetçileri- Ülkücüler!...
Sevişip gusül sularını Ülkücülerin üzerine serpmeyi mahâret sayan, Haçlı'ya destekten, Haçlı Müslümanlık'tan gocunmayan milliyetsiz, vatansız ümmet(!)çilerin yıktıkları îman kalelerini yeniden fethetmek te Ülkücülerin işi!...
Çünkü Ülkücü; hem vatansever, hem milliyetperver, hem de Allah rızasını tek ödül kabul eden, emânete sadık, gereksiz yemîni küfr bilen, îmanlı mücâhittir...
Göstermeğe çalıştığım bu fotoğrafın rötuşları, siyâsetçiler tarafından yapılacak! Demokraside başka yol yok! Yani demokrat maskesiyle ülkeyi bu hâle getirenlerden kurtulmanın ve onlardan hesap sormanın demokrasiden başka yolu ve bunu yapacak partilerden başka yetkili yok!
Türk Milliyetçiliğinin-Ülkücülüğün MHP'den başka partisi, MHP'den başka çâresi de yok ta; Ahmet Hakan'ın Tayyip Bey'e sorduğu; "... Artık iyi kötü bir medyanız var... Bunca oy alabilen bir liderin medyasının neden bu kadar az tiraj ve reyting aldığı konusunda biraz kafa yormaya ne dersiniz?" sorusunu; bozgunculuk sayılmasın diye adres vermeden, sadece bir kişiye, bir kere de ben sorsam mı? Başlangıçtaki türküyü niye hatırladığımı hatırlatsam mı?
"YA RAB! BU UĞURSUZ GECENİN YOK MU SABAHI?"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ekim 17, 2010

AKIL NEREDE?

Gözler sağır, kulaklar kör!
Renklerin sesini, Kırmızı-Beyaz'ın haykırdığı; "Ne mutlu Türk'üm diyene." kucaklayıcılığını göremeyen, sadece işitmeyen değil duyamayan gözlere mahkûmuz!
"Her şey vatan için! Vatan sana canım feda! Şehitler ölmez, vatan bölünmez!" nidâlarının, feryatlarının, nârâlarının kırmızı-beyaz sesini göremeyen kulaklara mahkûmuz!
"Gınalı guzuuum! Vatan sağ olsun! Allah dövlete zevâl vermesin!" diyerek feryâd eden Türk Ana'nın sesinin rengini göremeyen kulaklara; o Türk Ana'nın gözlerinden sessizce yuvarlanan incilerin sesini duyamayan gözlere mahkûmuz!
Arsızın-hırsızın-uğursuzun polisliğine, katilin-hortumcunun-soyguncunun-uyuşturucu baronlarının savcılığına, bebek katili câni bir hükümlünün demokratlığına mecbûr edilmek üzereyiz!
"İspatlamayan şerefsizdir!" diye köpüren BOP Eş Başkanı'nı, İmralı'daki şerefsiz yalanlayınca sadece yalanlamakla kalmayıp; "İsteklerim yerine gelmezse 31 Ekim'den sonrasına karışmam!" diye tehdîdini illegal hukukçuları ile gönderince, ağızlardan düşmeyen ve çoğunlukla kullanan ağızlara hiç yakışmayan "şeref"in hâlini görebilen kulak, sesini duyabilen göz kırılmaz mı?!...
Uzuvları karıştırmadım!
Ağızdan yiyildiğini, ağızdan içildiğini, fazla yiyilmişse ağızdan kusulduğunu biliyorum! Ağızdan konuşulduğunu, ağızdan iltifat edildiğini, duanın ağızdan yapıldığını; öfkelenince ağızdan küfredildiğini, daralınca ağızdan beddua edildiğini de biliyorum!
Ayakla ayakta durulduğunu, ayakla yüründüğünü, yola-yolculuğa ayakla çıkıldığını, futbolcunun milyarları ayakla kazandığını, korkağın canını ayakla kaçarak kurtardığını; vatan-millet-devlet uğruna sefere ayakla çıkıldığını, düşmana saldırıya ayakla geçildiğini; şeref için, şehâdet için ölümün üzerine atılmanın da şerefli ayaklarla olduğunu biliyorum!
Gözle görüldüğünü, kulakla duyulduğunu, yürekle sevildiğini, ellerle-kollarla kucaklandığını, dudakla öpüldüğünü biliyorum!
Hangi uzvun, hangi işi yaptığını bilen bir aklım, aklımın îmanıyla oluşmuş bir Türk Vicdânım; Türk Vicdânım'ın sorguladığı-yargıladığı, Türk canımızı sıkan olaylar-olanlar var!
Ağzından yellenen uzvu karışmışlar, kasetçalarlık eden en-tellek-tüeller, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûmken devlete kafa tutan bir câni; açlık yüzünden pazardan atık sebze toplayan, Tarım Bakanı'nın; "Etin pahalılığı zenginliğimizden!" tesbiti yüzünden ete hasret, referandumda "hayır" dediği için olmadık baskılara-tazyiklere muhatap insanlar; "Analar ağlamasın!" sloganıyla terörist alçaklara demokratik(!) hürmet gösterip şehit ailelerini can-yangısıyla sarf ettiği bir sözünden dolayı mahkemelerde süründüren, mahkûm ettiren BOP Eş Başkanı bir Başbakan...
Velhâsıl kimin neresiyle duyacağı, kimin neresiyle göreceği, kimin neresinden konuşacağı, kimin neresinden yelleneceği karışmış; Mazhar Osmanlık delilerin yaptığı anlatılarak gülünen, eliyle poposuna vurup; "Buna kafa derler kafaaa!" diye bağıran, vuvuzelalara mecbûruz!
Kilise açmak islâmcılık, "Muhammedün resulullah" dememek "Tevhîd'de birlik"çilik, "Hepimiz Ermeniyiz!" diye bağırmak halkçılık, askere-polise-sivil suçsuz-günahsız insanlara mermi sıkmak, bomba atmak; Türk'e-Türkiye'ye-Atatürk'e hakaret etmek, Cumhuriyete cumhuriyetin sağladığı hürriyetle ihânet etmek; Cumhuriyet kazanımlarıyla cariyelikten-odalıklıktan-kapatmalıktan-kulluktan vatandaşlığa terfi etmiş kadınların "Çığlık maskesi" takarak televizyonlara çıkıp kazanımlarına ihânet etmeleri demokratlık! Velâ havle!...
Diyarbakır'da karışmış uzuvlarından çıkan sesiyle, İmralı'dan aldığı tâlimatla hükûmete seslenen hilkat garabesinden kulaklarımla duyduğum şekliyle seslenmekten başka çârem kalmadı: "Has...rin!"
İsteyen kulağıyla görsün, isteyen gözüyle duysun!
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 15, 2010

TÜRKÇE HAYÂLLERİM...

Kendime verdiğim izinle kendimde tatildeyken hayâl kuruyorum Türkçe...
Bir tepe hayâl ediyorum, eteğinde binlerce çadır... Çadırların çevrelediği yerlerde yakılmış dev ateşleri, etrafında hayâl kuran, arada bir ve sırayla merkez bellenmiş bir çadıra göz atan, merkez çadırdan verilecek bir işâreti pür-dikkat bekleyen Ülkücüleri hayâl ediyorum.
Türk Milleti ve Devleti'ne sadık yüreklerin sevinerek; art niyetlilerin, işbirlikçilerin, BOP Eş Başkanı yandaşlarının korkarak-ürkerek görevlendirdikleri tv kameramanlarını, gazete muhabirlerini hayâl ediyorum nerede duracaklarına karar veremeyerek dolaşan...
Kırgınlık yok, dargınlık yok, kızgınlıklar iptâl edilmiş; kimse "Dün ne yapmıştın? Niye yapmıştın?" sorusunu sormuyor! Herkes önce kendiyle hesaplaşmış, herkes önce kendi yaptıklarını tek tek vicdanında sorgulamış, yüzdeyüz haklı bile olsa hakkını helâl ederek susmuş!
Ülkü Ocakları Genel Başkanı; tek başına, çadır-çadır dolaşıyor! Bir sessiz davete kellelerini koltuklarına alarak koşmuş Ülkü Devleri ile tek tek kucaklaşıyor hasret gidererek! Yaşı kaç olursa olsun "Ülkücüyüm." diyen herkes; "Başkomutan"ı bellediği Ülkü Ocakları Genel Başkanı ile kucaklaşmanın verdiği hazz ile biraz daha ülkücüleşip biraz daha devleşiyor!
Hayâle güç yetmez biliyorum! İnsanın hayâl ettiği kadar yapabileceğini de biliyorum! Hayal Türkçe, düşünce Türkçe, lisan Türkçe olunca çârelerin Türkçe olacağını da biliyorum! Bu binlerce Türk çadırında tefekkür edildiğini ve adına istişâre denilen bilgi alış-verişinin Türk Töresi'nce yapıldığını hayâl ediyorum!
Anadolu'nun bir daha yeniden fethine karar verildiğini; her Ülkücünün unutmaya yüz tutan Türk gönüllere yeniden girebilmek için sabırsızlıkla, doğduğu ve bütün şer güçlerin inâdına doyduğu yere dönüş sabırsızlığını hayâl ediyorum!
Şu kadar yatmışlığın, şu kadar kaçmışlığın, bu kadar çekmişliğin bir nasip işi olduğuna, kim ne kadar çekmişse o kadar olduğuna-olgunlaştığına îman ederek kendisinin çektiklerini başka hiç bir Türk çekmesin diye "Son Akın"a hazırlandığını hayâl ediyorum!
Herkesin doğduğu-doyduğu yere dönerek kapı kapı dolaşmaya, bütün milleti Devleti'ne-Vatanına sahip çıkmaya davete hazırlandıklarını hayâl ediyorum! Devletin darda, milletin zorda olduğunun kesin bilinmesi ve çârenin de millette olduğunu anlatarak milleti, başımıza belâ ettiğimiz BOP Eş Başkanı'ndan kurtulmaya ikna için sabırsızlandıklarını hayâl ediyorum!
Ülkücülerin, Türk Milliyetçilerinin, Milliyetçi Vatanseverlerin ve hatta Milletin; bu harekete, bu hareketlenmeye hazır olduğunu biliyorum! Beklenen işâretin, o binlerce çadırın toplandığı tepeden verildiğini hayâl ediyorum!
Bizzat birinci ağızdan; bütün Ülkü Devleri'nden helâllik istenerek, kendi hakkının helâl edildiğini hayâl ediyorum! Başbuğ'un davranışlarını taklit ederek, herkese Başbuğ'a sadâkati dolayısıyla taklit ettiğini açıklayarak birliğe-berâberliğe davetini hayâl ediyorum!
Öfkelerinin saman alevi hükmünde olduğunu, ne kadar kırgın-kızgın olursa olsun hiç bir zaman, hiç bir ülküdaşından vazgeçemediğini bildiğim ülkücülerin bu samimi davetle; yeniden gusl abdesti aldığını, tövbe ettiğini, bütün bilgi ve birikimi ile bugün ülkücüleşmişçesine safa koştuğunu, safta yerini aldığını hayâl ediyorum!
Küskünlüklerin kaldırılarak, kızgınlıkların sonlandırılarak, tenkitlerin istişârî toplantılara ertelendiğini bilerek Ülkücülerin, Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye'yi kurmak üzere yeniden sefere başladıklarını hayâl ediyorum!
Ve bu hayâlimden gerçekleşmeden vazgeçmek, bu rüyâmdan gerçekleşmeden uyanmak istemiyorum!... Türk'üm, türkü söyleyerek bütün Türkleri birliğe davet ediyorum...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ekim 14, 2010

ÜLKÜCÜNÜN FARKI...

Köşkünü fiskeyle yıkmayacağım
Bağban değilse de bağları benim,
Etrafa öfkeyle bakmayacağım
Fermansız gönlümün dağları benim! (M.A.)

Bu kere firâr etmeden, kendi iznimle kendimde tatile çıkacağım! Gönül dünyâmın hayâlî bir tepesinden İkinci Ergenekon'u Anadolu'yu izleyeceğim! Diyâr-ı Rûm'ken Anadolu'laşan, kefere tarafından Turkiya diye Türk Vatanlığı ilan edilen; her karışında mührümüz, her yerinde ayak izimiz, her adımında şühedâ yatan; "Altı da bir üstü de birdir yerin" târifli Anayurdu, yeniden fethedeceğim yeni bir buyrukla!
İnsan hayatında iki kere yürümekte zorlanır; bir bebekliğinde emeklerken bir de bastonla bacaklarına destek vermeğe uğraşırken! Bebekliğinde emeklediği mekân; ana-babasının kurduğu ve dokunulamaz bir dünyadır! Dört duvarla sınırlı bu dünyayı saatlerce, günlerce, haftalarca emeklemesine rağmen bir baştan bir başa asla gidemez! Öyle büyüktür evin içi!
Bebeklikten çocukluğa geçince; günlerce, haftalarca, aylarca bir baştan bir başa hiç gidemediği dünyaya sığamaz olur! Balkona çıkar, bahçeye akar, sokağa taşar... Zamanla sokak ta dar gelir; mahalleyle, ilçeyle ve ille tanışır insan. İlden ile, aklına estikçe veya alış-veriş yapmak için dolaşmaya başlar sınırlı olduğunu bilmediği bir dünyada.
Bir gün, bir yerde bir görevli; "Burdan ötesi yasak. Bura sınır." der ve insan, sınırlarla ve ucu-bucağı belirlenmiş vatanla tanışır! Vatanda yaşayan insanların babalarının-dedelerinin ortak kaderini öğrenir! Vatan'da yaşayanların babalarının-dedelerinin ya sınırlar içindeki ufacık bir bölgeden taşarak sınırı bugünkü yerine taşıdığını, ya da çok uzaklardan geri çekilerek bugünkü sınırlara hapsedildiklerini öğrenir! Sınırlar içindeki bir belde sınırından taşarken de sınır ötesindeki uzak yerlerden geri çekilirken de çarpışarak, savaşarak destanlaştıklarını öğrenir!
Bu destanları dinleyerek büyümüşse, destanlara yabancı değilse kahramanları da bilir. Sınırdan taşarken veya sınıra geri çekilirken ki destanları duymadan büyümüşse ilk duyduğunda hayretlere düşer! Bu aşmaların veya çekilmelerin yenilenmesi ihtimâlinden korkar, ürker!
Bu korku ve ürküntü ile babaları-dedeleri gibi ölüp öldürmemek, geçmiş savaşları bir daha yaşamamak için yabancı fikirlere müracaat eder; demokratlaşır veya diplomatlaşır! Vatansız milletin, evsiz bir bebek olacağını; devletsiz milletin, babasız bir çocuk olacağını piç olacağını öğrendiğinde artık fikren de piç düşüncelerin güdümündedir!
Bu piç fikirlere teslîm olmuş, yüzlerce yıl atalarının Haçlı ile dîni savunmak için de savaştığını unutarak veya inkâr ederek korktukları Haçlı ile diyalogu denerler! Diyaloga girdiklerini zannettiklerinin emirleri ile hareket eden bu zavallıların işi artık çok zordur! Bu zorluğu da; "Aslını inkâr eden haramzâdedir." diyen Hz. Ali (r.a.)'ye rağmen milletlikten ümmetliğe kaçarak; farz olan cihâd'tansa sünnet olan hicret'i tercih ederek, kendileri seçmiştir!
Bunlara, bunların teslîm olduklarının bile farkında olmadıkları güçlere rağmen Allah(c.c.)'a sığınarak "Allahüekber!" tekbîrleriyle atalarının çizdiği sınırdan sınıra koşan; koştuğu her yerde toprağa düşen, düştüğü her yerin tapusu olan Şehît oğlu Şehit Türkler de vardır!
"Rabbimiz! Bize dünyada da, ahirette de güzellik ver, cehennem azâbından koru."(Bakara-201) diye Allah'a sığınıp Allah'ın rızasıyla her iki dünya için uğraşan, îman ehli Türkler de vardır.
Cennet vatanın, iki dünyada da güzellik dileyerek çarpışan erleri Türk Milliyetçileridir. Türk Milliyetçileri'nin nüvesi de Ülkücülerdir vesselâm...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 12, 2010

KÖRLE YATAN ŞAŞI KALKAR!...

Türkiye'yi dinliyorum; gözlerim açık! Aklım hür irâdesiyle işâret edilen yerlere bakıyor ve hür aklımın korumasındaki vicdânım, hak terâzisiyle kendisine tanınan yetki ve güç ile haklı-haksız ölçümünde!
Girizgâh, çok iddialı gelebilir birilerine, gelsin!
Akıllı olduklarını söyleyerek, birilerinin kendileri yerine de düşünmesini bekleyen fikir tembellerine; hür akıl ve vicdân, elbette taşınması çok güç bir ağırlıktır! Onlara göre; birileri bir şey yapacak, onlar izleyecekler, yapılana doğru veya yanlış diyenleri dinleyecekler, hangi tarafın sayısı fazla ve sesi çok çıkıyorsa o tarafta yer almak kurnazlığını gösterecekler ve bu akıllılık olacak!
Onlara göre; Yedi Düvel'e karşı sadece yürekteki îman ve dildeki Tekbîr'le karşı durarak bile-bile şehâdet niyetiyle ölüme atılmanın adı, kibârlık olsun diye "Emre itaat"tir! Irak'taki Haçlı postallarıyla monte edilen, bir milyondan fazla müslümanın katline, yüz binlerce kadının-kızın ırzına tecâvüz bedelli demokrasiyle; ekmek Haçlı'dan, su Yahûdiden kolaycılığıyla yaşamak varken milliyetçilik neymiş? Neymiş vatanperverlik? Devletçilik te neyin nesiymiş?
Pensilvanya'da oturup ABD talimatı, AB dikteleriyle hayata geçirilen "PKK Açılımı"nın önünden engel görülen kurumları kaldırmak için dayatılan referandum adlı tuzağa; "Mezardan ölüleri bile çıkarın!" talimatı; "Küfr'ün karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır." öğretisi gereğiymiş! Ve bu öğretinin gereğini yaptığını, ağlayarak açıklayan Vaiz; "'Allahtan başkasına ibadet yapmayalım'. Allaha kul olan başkasına kul olmaktan kurtulur. İşte gelin, sizinle bu mevzu üzerinde birleşip bütünleşelim. Kur’an devamla; 'Allahı bırakıp da, bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin.' diyor. Dikkat edin, bu mesajda, "Muhammedün Rasûlüllah" yok.(Hoşgörü ve Diyalog İklimi. S.241)" fetvâsını veren adam!
Mütedeyyin Müslüman Türk'ü; Allah'ı ve Peygamberi ile aldatmayı ve vurmayı meslek edinmiş biri ve onun taraftarlarının Haçlı'nın emrine girerek taarruza geçtiği bir Türk Milliyetçiliği var ve şükrolsun fakîr, tek başına da kalsa Türk Milliyetçisi...
Yazılarını çok önemseyerek okuduğum iki Türk Milliyetçisi kanaat önderinin, günlerdir bahsetmek istediğim ama sûni gündem bombardımanı yüzünden fırsat bulamadığım yazılarına dikkat çekeceğim. www.habererk.com'da, Suat Başaran'ın "Devlet" başlıklı yazısını ve ona cevap mahiyetli Şükrü Alnıaçık'ın www.haberiniz.com'daki "Millet" başlıklı yazılarını, bütün hür akıllara şiddetle tavsiye edeceğim.
Şükrü Alnıaçık'ın; "Ben Devlete Devlet demem!..." diyen okuyucunun tamamlamasını istediği cümlesini tamamlayacağım izniyle; "... Devlet benim olmayınca!" Tabi hemen peşine de kısaca "Ben"i tarif etmek zorundayım.
Ailelerin sessizce sülâle, sülâlelerin aynı sessizlikle aşiret, aşiretlerin aynı yöntemle kabile, kabilelerin gene aynı şekilde bir araya gelerek Halk olmasından sonra; hâkim bir ulusun halkları birleştirmesiyle ortaya çıkan ve adına Millet denilen olgudur "Ben"...
Halkların birleştirilmesiyle meydana gelen milletin, teşkilatlanmış hâli de Devlet'tir. Dolayısıyla milletle benzeşmeyen devlet, millî değildir! Millî olmayan Devlet'in adı despottur, zâlimdir, faşisttir, komunisttir, emperyalisttir velhâsıl millî olmayan, milletin olmayan her şeydir!
Demek ki devlet olabilmenin olmazsa olmazı, millet olmaktır. Millet olamadan, milletliği koruyamadan yönetimde olmanın adı, en hafif tarifi ile Irak'ta ABD'nin atadığı işbirlikçiliktir!... Başımıza halkçılık terâneleriyle sarılan terör belâsını bitirmek için ABD ile değil Irak'taki kukla işbirlikçilerle görüşmenin adı da; "Körle yatan şaşı kalkar!"dır! Nihâyetinde; Türk Milleti devletli millettir, milletli devlet değil vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ekim 11, 2010

YOL AYRIMI...

Zamansız, vaktinden önce veya sonra söylenmiş sözün hükümsüzlüğünü biliriz. Bu yüzden; "Düğün değil bayram değil ..." mantıksızlığı ile söylenmiş sözleri kaale almadık!
Referandum diye dayatılan, "BOP Eş Başkanı" kontrollü süreci aştık! Önümüzde seçim var ve güç birliği yaparak bütün şer odaklarını yok edebilecek bir şansımız varken bizden görünüp bize, bütüne zarar vermeyi meslek edinmişlere, son sözümüzü söylemenin zamanı geldi!
Sözümüz gene ortaya, kim alınırsa ona olacak!
Sözümüz; gidenlere, gitmiş olmalarına, gittikleri yerin yenisi olmayı başaramamalarına rağmen, bizim eskimiz olmakla, bizim eskimiz kalmakla, sıfatlarının önüne ekledikleri "eski" önadıyla kendilerine pâye edinmek isteyenlere olacak!...
Bakın Kardeşim;
Aynı ağaca bakan iki kişinin, aynı yaprağı görmesi nasıl mümkün değilse sizin durduğunuz yerden ve bizim bulunduğumuz yerden bakınca, farklı zaviyelerde olduğumuz için aynı ağaçta, aynı yaprağı görmemiz mümkün değil çünkü manzaralarımız farklı! Bu yüzden, sizin manzaranız size kalsın ve bizim manzaramızı görmeden tenkîdden vaz geçin olmaz mı?
Allah(c.c.)'ın nasîbettiği çileyi tevekkülle ve ibret alarak yaşamaya gayret etmiş bir kardeşiniz olarak ne sizi tenkîd ettim, ne de size yöneltilen sert kınamalara müsaade ettim! Lütfen siz de yaşadıklarınıza şükrederek, sadece size lâzım olacak dersleri çıkararak ve enâniyet yapmadan yaşayın artık!
Çile; inananın imtihânıdır! Çileyi nasîb edene kafa tutulamayacağına göre, acze düşüp çile dönemlerinde birlikte olduğumuz çiledaşlarımızı kırmanın bir mantığı var mıdır? Bizim kızdığımızı bir başkasının sevmek hakkı olamaz mı? Veya bizim sevdiğimize birileri kızamaz mı?
Hz. Hamza(r.a.)'nın ciğerini söküp yiyen Hind'e bile tolerans tanıyan inancımız, neden birbirimize karşı böyle insafsızlık emretsin ki?
Bir arada olamıyorsak, olamayacaksak lütfen kendi yolunuzda bildiğiniz gibi yürüyün, bize ne?
Bu memlekette milyonlarca ülkücü olmayan var, hangisine kim, ne demiş ki size ne desinler? Ama siz de işinize bakın artık olmaz mı?
Biz; "Her ülkücü otomatikman MHP'lidir." diyen Başbuğumuz'un sözünü vasiyet olarak algılayıp herşeye ve herkese rağmen MHP'den vazgeçmemek kararındayız! Gidenleri de "Güle güle!" diyerek uğurladık! Allah yardımcınız olsun...
Şimden gerû; kaç kişiydik, kaç kişi kaldık ve kaç kişi olabiliriz hesap ve cehdindeyiz. Davetimize gelmeyenden kolay vaz geçmeyeceğimiz gibi, yıllarca yol arkadaşlığı ettiklerimizden bizi terk edenlerin de hesaplarını tutmaktan vaz geçtik çünkü bize zaman ve güç kaybettiriyorsunuz!
Arz edebildim mi eskimeyi-eskitmeyi maharet sayan eskicilerimiz?
Çektikleriniz kefaretiniz olsun inşallah. Yoksulluğunu şikâyet sebebi ve malzeme ederek, el açıp yalvaran dilenci görünümü, sizi rahatsız etmiyorsa; çekilenlerin insanı olduran, olgunlaştıran sebepler olduğunun farkında değilseniz, yanmaktan korkanların pişemeyeceğini, çiğ kalacağını hâlâ algılayamamışsanız ve size hatırlatanlara da kulaklarınızı kapatmışsanız, malesef ilgi alanımızdan çıkmışsınız! Sizin zorlamanızla alınmış bir karar olmasına ve bizi, size rağmen üzmesine rağmen, artık sizin yolunuz size, bizimki de bize...
Bugün itibâriyle yollarımız ayrıldı vesselâm...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 08, 2010

KENDİNİZİ NE ZANNEDİYORSUNUZ?

Velâ havle velâ kuvvete illâ billâh-i aliyyül azîm!
Sultan mısınız, kazasker misiniz? Şeyh-ül İslâm mısınız, kadı mısınız? Muaviye misiniz, Yezîd misiniz? Allah mı kesildiniz başımıza Kardeşim?
71 yaşında, niye tutuklandığı belli olmadan 73 yaşında tahliye edilen devlet-millet-vatan sevdâlısı bir Türk Akasakalı Mustafa Özbek'i, cezaevinden çıkar çıkmaz; "Bu işin keyfini yaşasın, içerideki arkadaşları için dua etsin, onlar da özgürlüklerine kavuşsunlar ama kabadayılık olmasın!'' diye tehdît ediyorsunuz? Bülent Arınç, bu yetkiyi size hangi yasa veriyor?
Mahkemenin kadıya mülk olmayacağını, hiç mi hatırlamazsınız?
Siz her kese, her şeyi söyleyeceksiniz; küfredeceksiniz, sizi alkışlamayanı gözaltına aldıracaksınız, sistemin her yerini elleyecek parmaklayacaksınız, size muhalif hiç bir gazeteciye, televizyoncuya hürriyet hakkı tanımayacaksınız, size her yol mubah ama tahliye olan 73 yaşındaki bir aksakal Türkmen'e teşekkür beyânatı bile yasak öyle mi?!
Doluyu tarlanıza çağırıyorsunuz!
Ömürboyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm bir bebek katilinin tehdîtleriyle ne hallere düştüğünüzü, Haçlı kıçıyla gülerek, biz yüreklerimiz kan ağlayarak izliyoruz! Millete rağmen siyâset yapabileceğinizi mi zannediyorsunuz? Yoksa size görev veren Okyanus Ötesindeki BOP Eş Başkanı; artık "Anam bana kör dedi, gelene geçene vur dedi." diyerek herkesi tahrîk et, korkma talimatı mı fısıldadı?
Meclis-i Mebûsan'ın lağvedildiği, ordunun terhîs edildiği, tersânelere girildiği, pay-ı taht'ın işgâl edildiği günleri hatırlar mısınız? Haçlı tâlimatıyla verilen Şeyh-ül İslâm fetvâlarıyla idama mahkûm edilmiş Millet Evlâdı'nın sîne-i millete sığınarak neler yaptığını, unuttunuz mu?
O zaman ki Yedi Düvel adındaki Haçlı nasıl aynı duruyorsa, bu millet te aynı duruyor! Hatta şimdi her şeyi var, farkında mısınız?
Cezaevlerine koyulanların en az bin katı kahraman millet evlâdı, teyakkuz halinde sizi ve size görev verenleri izliyor!
Kısa bir zaman kalmış seçimlerde, bu millet size haddinizi elbette bildirecektir! Sandıkta boyunuzun ölçüsünü elbette alacaksınız ama o günden önce Kuva-y-ı Seyyâre bir Türk Milliyetçisi olarak, yüreğinde Allah korkusundan başka korkuya yer olmayan, sizden korkmayı îmansızlık sayan bir Müslüman-Türk olarak size seslenmek durumundayım!
Siz, kendinizi ne sanıyorsunuz?
Sıkışınca ağlayıp, burnunuzu silip feraha çıkar çıkmaz Firavunlaşarak kimi korkutacağınızı zannediyorsunuz? PeKaKa'lı hainlere uygulanan bütün İnsan Hakları kolaylıkları, karakola düştüğümüzde, sorguya alındığımızda, cezaevine koyulduğumuzda bize de uygulanmayacak mı?
Birinci 12 Eylül'ün ABD'nin 'Bizim Çocuklar'ının işkencehânelerine teslîm olmamış, boyun eğmemiş bize; şimdinin bu tatil kampı görünümlü, caydırıcılığı olmayan, CMUK'un korumasındaki yerlerin etkisinin ne olacağını sanıyorsunuz?
Siz herkesi kendiniz gibi korkak mı zannediyorsunuz? Korkakların psikopat oldukları bilinir! Bu kadar psikopatlaşarak korkunuzu belli etmenin size faydası ne?
Bu halinizle, Kasımpaşalı'lığı herşeye rağmen inkâr edilemeyen Recep Tayyip Erdoğan'a verdiğiniz zararın farkında mısınız?
Sükûtumuzu korku veya ikrarımızdan mı zannediyorsunuz? Başımıza Allah mı kesildiniz bre korkak psikopatlar?
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SEN; MİLLİYETÇİLİK NEDİR, BİLİR MİSİN?

Evlâd-ı Fâtihan bildiğimiz; tarihte Anadolu'nun en has Türkmenlerinden seçilerek Balkanlar'a götürüldüklerini ve tamamının "Akıncı" olduğunu bildiğimiz, yüzlerce yıl sonra kök saldıkları Balkanlar'dan sökülerek Anayurda dönmek zorunda bırakılan Kardeşlerimizin günlerdir kulak patlatan feryâtları var!
Bugünlerini Haçlı ABD'ye teslîm etmiş, dünlerini de nankörce Haçlı'ya terk etmiş zihnen teslîmiyeti kabullenmiş, Pensilvanya'dan Ilımlı İslâm diye yeni bir din va'zeden Dinlerarası Diyalogcuyu temsîl eden "zaman" adlı utanç pravdasında, Ali Bulaç diye bir 'dolma kalem'; "Resmi anayasal Atatürk milliyetçiliğini benimseyenlerin önemli bir bölümünün etnik köken olarak Türk olmayıp, balkan göçmeni, mübadili veya kafkas muhaciri olması anlamlıdır." diyerek ağzından yellenmiş!
"Rumeli Balkan Türkleri Federasyonu" başta olmak kaydıyla bütün Evlâd-ı Fâtihan'ı incitmek cür'et ve nankörlüğünü göstermiş!
Okyanus ötesinden saatbaşı değiştirilen gündem kirliliğinden fırsat bulamadığımız için bu haklı itirazlara destekte geç kaldık! Umarım ihmalden olmayan bu gecikmemizi affederler! Azerbaycan kökenli bir Kafkas Türkmeni olarak; bu ağzından yellenen ucuz dolma kaleme, onun şahsında temsil ettiği gruba, cemaate veya görevli oldukların yazılan-çizilen şer odağına, bir kaç söz söylemeğe tenezzül edeceğim!
Bre, Müslümanım diyerek Irak'lı Müslümanları BOP Eş Başkanı Bush'a satan ehl-i Taif!
Bre, hayatında bir kere "Türk'üm" dememiş, "Önemli olan takvâdır." doğrusu arkasına saklanarak soyuna-boyuna ihâneti meslek edinmiş, korkak-kaçak Adam! Sana ne kimin, ne olduğundan? Sen; millet nedir, milliyetçilik nedir bilir misin ki başkalarının soyunu irdelemek gibi bir ırkçılığa soyunursun?
Sen; dostluğun veya düşmanlığın belli olmayan AKP'nin, devâmı olmakla övündüğü Özal ANAP'ıyla da tezâta düştüğünün farkında mısın? Özal ANAP'ının Meclis Başkanı Mustafa Kalemli'nin Bosna-Hersek'teki soykırım zamanı yaptığı resmî ziyârette, kendilerine tercümanlık eden Evlâd-ı Fâtihan bir Kızımızın; "Biz burada ölürken, İstanbul'u korumak için öldüğümüzün farkında mısınız?" sorusunu hatırlar mısın?
Yoksa bu tarihe şerh düşülen müthîş Türk-Müslümanca sözleri de "Unut!" diye talimat mı aldın?
Sen; Filistinli mazlûm müslümanlara yardıma giderken İsrail'e vahşîce katlettirilen Şehît kardeşlerimize yapılanları; "İsrail haklıdır!" diye savunan Pensilvanya mûkimi, Haçlı Müslüman Vaiz'in, buradaki temsilcilerinden değil misin? Sana ne veya size ne gerektiğinde milletin-devletin-vatanın bölünmez bütünlüğü için ölebilecek yürekteki Türk evlâtlarından?
Haddinize mi düşmüş Evlâd-ı Fâtihan'a dil uzatmak?
Haddinize mi düşmüş yüzlerce yıl Haçlı Avrupa'da Türk denince müslümanı, Müslüman denince Türk'ü hafızalara kazımış Akıncı Beylerin çocuklarına dil uzatmak? Allah'tan korkmazsınız belli de hiç kuldanda mı utanmazsınız? Neyin peşindesiniz? Kimden, isteyip alamadığınız veya istemeğe cesaret edemediğiniz melânet ne? Îmanla Türklüğü, Türklükle İslâmı birleştirerek devleşmiş, i'lâ-y-ı Kelimet'ullah'a sayısız hizmetler etmiş bir milletin gâzi evlâtlarına dil uzatmanızı lânetle kınıyorum!
Millete-Devlete-Dînim'e sadâkatimle ve Türkçe; "Akıllı olun! Günü geldiğinde size de Irak'lı Müslümanlara yaptıkları demokratlığı yapmaktan çekinmeyecek olan Haçlı ABD'ye karşı, bütün mel'ânetlerinize, nâmertliklerinize rağmen sizi, gene biz koruyacağız!" diyorum.
Ya sözümüzü dinler, kendinize sür'atle çeki-düzen verirsiniz ya da gününden önce sözlerimize kulak vermenizi sağlarız!
Anlaştık mı dolarla, euroyla "Türkçül"leştirilen ucuz adam? Haçlı'dan korkuyorsanız, Haçlı'nın ölesiye korktuğu Türk'ten iki kere korkun ki akıllı olduğunuzu anlayalım!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ekim 07, 2010

BUYRUK BEKLEYEN DEVLER...

Ülkücüler ne yaptıysa; milletini, devletini, bayrağını, mukaddeslerini, vatanını, teşkilatını, partisini çok sevdikleri için yaptılar.
Bilir ve inanırlar ki;
Milletini sevmeden, muassır medeniyeti yakalayıp geçmek için gayret edilmez. Milletini sevmeden, milliyetçilik yapmadan, millet devletleştirilemez.
Devletin; çok sevdikleri bütünlüğü için ölüp ölüp dirildikleri milletin, örgütlenmiş hali olduğuna inanırlar. Devletin, millete yönelik her türlü saldırıyı milet adına göğüslemek üzere görevde olduğuna, devletçilik konusunda dünyanın en tecrübeli milleti olan Türk Milletinin Devleti'nin, her saldırıyı önceden hesaplayarak karşı saldırı plânının olduğuna inanırlar. Yahudi-Hristiyan ittifakıyla müslümanlığa karşı yapılan ortak saldırılara karşı, İslâmı tek başına savunmayı sessiz-sedasız görev edinmiş Türk Milleti'nin Devleti'nin; dünyaya karşı tek başına olduğu satrançta en doğru hamleyi yaparak dünyayı mat edebilmek için ağır davrandığına inanırlar.
Bayrağın, milletin bağımsızlık göstergesi olduğuna, rengini şühedâ kanından aldığına ve gölgesinin düştüğü her yerde huzûrun olduğuna inanırlar. Şühedâ kanıyla sulanmış yeryüzü ile "Âlemlerin tek sahibi"nin yeri olarak tarif edilen gökyüzünü, aynı çerçevede buluşturarak dalgalandığına; bütün dünyayı vatan, gökyüzünü çadır sayan atalarının ruhlarına sadâkatle, Ay-Yıldızlı-Al Bayrak'ın gölgesinde yaşamayı, Tanrı'nın bahşettiği ilâhî bir ayrıcalık sayarlar.
Mukaddesleri vardır. Kelime-i Şehâdetle dini ikrâr ettikten sonra uğrunda ölerek ölümsüzleşecekleri hevesiyle 1400 yıldır ölüp-çoğaldıkları gibi yeniden çoğalmak için ölümsüzleşmek inancıyla sırasındadırlar! Hz. Peygamber(s.a.v.)'in kutsîyet verdiği hiç bir değerden vazgeçmeden, BOP Eş Başkanı'na rağmen gelenleri bir daha göndermek için millî pusudadırlar!
Vatanı uğrunda ölecek kadar severler. Çünkü şühedâ ceddin, toprağı kan dökerek, can katarak, koynuna hevesle yatarak millîleştirip emânet bıraktıklarını bilirler! Emânete sadâkatin düzgün karakterin olmazsa olmazı olduğuna îman ederek, Vatanı sadâkat duygusuyla uğrunda ölecek kadar severler...
Teşkilat'ı; Devlet'in daha önemli mes'elelerle uğraştığını bilerek gençliğin millî ruhtan mahrûm kalmaması, milletine-devletine-vatanına-bayrağına sâdık ve sevdâlı gençlerin yetiştirilmesi için kurulmuş ve yaşları ne olursa olsun canları pahasına mücâdeleye hazır Türk Milliyetçilerini, milletin millî refleksi olan Ülkücüleri yetiştirmiş Ülkü Ocakları'nı çok severler.
Partiyi; Ülkü Ocaklarında, "Önce ülkem, sonra partim, sonra ben..." sıralamasına göre yetişmiş-inançlı Türklerin terfî etmeleriyle oluştuğuna inandıkları, Başbuğ Alparslan Türkeş'in; "Her ülkücü otomatikman MHP'lidir." tarif ve "Ülkümetre"siyle tevilsiz bir adres olmuş MHP'yi, öncelik sıralamasını atlamadan severler!
Biz de bu yüzden, Ülkücüler adına yıllardır; "Bizi sokan bir arıya kızıp kovan söndüremeyiz! ... Ringde gardımızı düşürerek yumruk yediğimiz için antrenöre kızamayız! ... N'olur bir kere de yağan yağmur bizim yarıklarımızı kapatsın! Allah rızâsı için bir kere daha bize yapılanları unutup, bizim yaptıklarımızı da unutturalım!..." diye sesleniriz!
Milletin zorda, devletin darda olduğu bu zor süreçte; dünyânın en ehîl dâvâ adamları olduğuna inandığımız Ülkü Devleri'ni evlerinden çıkarmak teşkilat Ülkü Ocakları'nın; evden çıkan Ülkü Devlerini millî safta hizaya sokmak ta Millî parti MHP'nin işidir diye inanır ve söyleriz!
Başta Devlet Bahçeli Bey olmak kaydıyla parti üst yönetimine; bütün Ülkü Devleri'nin sabırsızca "Teşkilâta dön!" buyruğunu beklediklerini, bildiğimizi hatırlatırız.
Gittikleri yerin yenileri olmayı başaramamış eski döküntüler, bu tarifte asla yer bulamazlar!...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 06, 2010

MEŞRÛ MÜDÂFAA, NE ZAMAN?

Kavgada; yaralının yapabileceği en meşrû müdâfaa, öldürmektir! Çünkü öldürmezse ölecektir! Savaşta; en meşrû müdâfaa, taarrûzdur! Çünkü taarrûz etmezse, saldırmazsa yok olacaktır! Ticârette; en meşrû müdafaa, rakîbi yoketmektir!
Meşrû müdâfaa, Yasal savunma demektir. Yani hayatta kalabilmek için öldürmenin yasallığı, yenilmemek için karşı orduyu yok etmenin yasallığı, iflâs etmemek için rakîp kuruluşun yok edilmesinin yasallığıdır!...
Bu yaşamsal yok etme hakkı, dünyanın her yerinde ve her sistemde vardır. ABD; meşrû müdâfaa hakkını kullanarak Viyetnam'a, Afganistan'a, Irak'a gider! Rusya; meşrû müdafaa hakkını kullanarak bir askerinin karşılığında iki bin sivil Gürcü'yü katleder, yıllardır Çeçenistan'da soykırım uygular! Çin; aynı hakla Türkistan'a soykırım uygular!
Diğer Avrupa ülkelerinde de benzer uygulamaları görürüz!
Bu meşrû müdâfaa hakkı; yahûdileri topluca yok eden Almanlar için, Cezayir'de soykırım yapan Fransız için, Yeni Dünya'da Kızılderilileri-Yerlileri soykırımla yok eden ABD'liler için hep vardır ve geçerlidir!
Bu hak; sadece yüzlerce yıldır müslümanlık adına tek başına savunma yapan, Haçlı Seferleri'ni tek başına göğüsleyerek püskürten Türk'e tanınmaz!
Kendilerinden olmayanları yok etmenin adına, meşrû müdâfaa diyen Avrupa ve Okyanus Ötesi ülkelerinin birleşerek, ordularını birleştirerek yaptıkları yok etme/imhâ etme saldırılarının, Haçlı Seferleri'nin meşrû olmadığını yani yasal olmadığını, hatta âdil olmadığını anlatmanın-anlatabilmenin tek yolu, bu birleşik saldırıyı meşrûdan da meşrû bir hakla yok etmektir!
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, tarih ve dünya nazarında suçlu bulunan Avrupalılar; yeniden meşrû müdâfaa haklarını kullandıklarını söyleyerek bu kere ordularını değil ekonomik güçlerini birleştirdiler! Aralarındaki sınırları, göstermelik bir hâle sokarak para birliğine girdiler. Adlarını Avrupa Birliği ettiler.
Aynı coğrafyayı paylaşıyorlar, dinleri ortak, dilleri birbirine girerek nerdeyse tekleşti. Kendi anayasalarını lağvederek ortak bir anayasa kabul ettiler. Bu birliğe Avrupa'dan olmalarına rağmen iki devlet uymadı, ABD ve İngiltere...
Avrupa'dan sayılmalarına rağmen bu iki ülkenin, kendi aralarında özel ortaklıkları var; her iki ülke de Avrupa'dan Okyanusla ayrılıyor. İkisi de Hıristiyan, ikisinin de dili ingilizce, ikisinin de dünya hakimiyeti hayâlleri var! Nereye giderlerse birlikte gider, paralarını ve yasalarını uydurmadıkları halde Avrupa Birliği ülkelerinin lejyonerlerini de kendileriyle birlikte sürüklerler!
Okyanus Ötesi ülkeleri ABD ve İngiltere'nin, AB ülkelerini de saflarına alarak, üçüncü bin yılda hedef seçtikleri coğrafya belli; Asya! Büyük Ortadoğu Projesi adıyla başlatılan, Fas'tan Afganistan'a kadar 22 ülkenin sınırlarını değiştirme planlarını, yıllardır söylüyorlar! Bu 22 ülkenin arasında; Birinci Dünya Savaşı'nda yok edilmesi yarım kalan; bankalarına el koyulmuş, tersânelerine girilmiş, ordusu lağvedilmiş, pay-ı taht'ı işgâl edilmiş olmasına rağmen yok edilememiş olan Osmanlı, daha doğrusu koca imparatorluk molozlarından adeta patlayan bir volkan gibi çıkan Türkiye Cumhûriyeti de var!
Gariptir, çok acayipten de acayiptir ki şu anda Türkiye Cumhuriyeti'nin Hükümetinin Başbakanı, Büyük Ortadoğu Projesi'nin Eş Başkanları'ndan birisi! Bütçe, dolarla bağlanıyor! Ordu NATO'ya girdi gireli kendi başına davranamıyor! Cumhurbaşkanı, Meclis açılışında; "Biz düzeltmezsek birileri gelir düzeltir." diyor! Bir kısım siyâsiler NATO'yu, bir kısmı Birleşmiş Milletler'i çağırmayı demokratlık sayıyor!
Meşrû müdâfaa, bugün değilse ne zaman?
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KURTÇUL İTLER VE TÜRKÇÜLLER!...

Normalinde yaratılışı gereği kurttan korkan it, ayıplanmaz. Bir de hayvancılık yapanlar tarafından çok sevilen kurtçul itler vardır! Bu itler, kurttan korkmaz saldırırlar! Bir kaçının bir arada kurdu alt ettikleri de olur ve bu itlere özel bakılır!
Hayvanlar âleminden gereken dersi almak ferâset gerektirir! Kurttan korunmak için bazı it cinslerini karıştırıp kurttan korkmayan it türleri elde edilebilir ve bu kırmalara özel bakılırken düşünür, feylesof, aydın, entel denen bazıları, milletler tarihine bakarak düşünürler!
Tarihte güç yetirilememiş milletlerle başa çıkabilmek için çâreler ararlar. Bir bakarız ki ortaya "Haçlı" denilen birliktelikler çıkar! Ayrı milletlerden, ayrı dillerden, aynı dinin ayrı mezheplerinden olan milletler, ordularını birleştirir ve Müslümanlığı yok etmek için saldırırlar! Allah rızası kazanmak, Müslümanlığı korumak için tek bir millet, defalarca bu Haçlı Birliği'ne karşı çıkar! Her seferinde bu derme-çatma Haçlı Birliği'ni târ ü mâr eder!
Her seferinde geldikleri gibi gitmelerine rağmen, gelip perişan olmalarına rağmen Türk'ten korkan ama saldırmakta ısrarcı bu Türkçüllere de Haçlı dünyâsı aşırı ihtirâm gösterir!
Haçlı Birliği kurarak Türk'e saldırmayı dindarlık, Türkçüllük sayanları anlayabilirim ama her gelişlerinde perişan olmalarına, târ ü mâr olmalarına rağmen yeni bir Haçlı Seferi'ne hazırlanmak için kaçarak geri çekilen Haçlı'ya yağ çeken, ev köpekliğine hevesli kapı zağarlarını anlayamam! Ellerinden; "İt korktuğu yere ürür!" gerçeğinden hareketle gelip geçene ürümekten başka bir şey gelmez ama susmamacasına ürümeleriyle de ortalığı velveleye verir, ürümesini beceremedikleri için de yürümelerine kurt çağırırlar!
Bütün menfaatleri maddî düşünüp maddî hesapladıkları ve kim fazla para verirse onun yanında yalakalaşmayı akıllılık ve mahâret sayan; dışardan destekli siyâsi oluşumlarda, yenilemeyecek güç vehmeden ve av köpeği misâli hep tüfeklinin yanında duran bu adamların renkleri de belli değildir! Hangi patron, ne renk mürekkep doldurursa o renk yazarlar! Bu aralar patronları yeşili seviyor belli! Haznelerine yeşil mürekkep doldurulmuş ama daha önceki kırmızı mürekkep kalıntısı yıkanmadığı-yıkanamadığı için ne renk olduğu belli olmayan çürük bir renkle yazıyorlar!
Renkleri belli değil, dilleri belli değil, üçer-beşer yıllık periyotlarla değişip geliştikleri için fikirleri de belli değil!
Daha dün; "Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de şereflidir." diyenler bugün, "Bu özgüven yoksunu dar milliyetçilik 'Küçük Türkiye milliyetçiliği'. Bilinçsiz öfkeleri, dar düşünceleri ve hesapsız eylemleri ile Sevres'le sınırlı daracık bir Türkiye'nin duvarlarını yükseltiyorlar." diyerek bir yerlere, birilerine şirinlik taklaları atıyorlar!
Türkçe'yi çok iyi kullanan Kürtçü(!)lerden bahsediyorlar! Adam Kürtçü olarak ülkenin gelişmesine müthîş katkılar sağlıyormuş ama dili Türkçeymiş! Bir başkaları; "Bağımsızlık karakterimdir." düşünceli bir Türk Lider'in kurduğu Türk Devleti'nin, "Ya istiklâl, ya ölüm!" sloganını gerçekleştirmiş Türk Milleti'ne rağmen Devlet yönetimini ayrıştırmaya, Vatan'ı parçalamaya çalışıyorlarken Türkçe'yi iyi kullanıyorlarmış!
Adamlar Türkçe düşünüp, Türkçe hayâl kurup, Türkçe konuşup, Türkçe yazıyor ve çok faydalı bir Kürtçülük yapıyorlarmış! Bu iddiayı hiç utanmadan yapan, tüfeklinin yanında durmayı mahâret sayan yaratığın adının önünde Profesör diye de bir kariyer ünvanı var!
Toprağın bol olsun Sakallı Celâl! "Bu kadar cehâlet, ancak tahsîl ile mümklündür." diye öfkelendiğinde, senin de yakınlarında kurtçul değil ama tüfekli avcının yanında duran, kuyruk dikleyip ön patisini kaldıranlar mı vardı?
Boşa mı demişler; "İte vurma sinsidir, bu it te o itin cinsidir."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 05, 2010

BİR CUMÂ SALA'SININ KUDRETİ...

Her ülkücü, bulunduğu yer için çâredir. Böyle inanır, böyle söyleriz.
İyi-kötü, güzel-çirkin, hırlı-hırsız, îmanlı-îmansız velhâsıl zıddı ile kaim olan her kavramı temsil edebilen tek varlık olan insanın içinde şükr'olsun ki Türk var! Ve gene şükr'olsun ki Türk'ün içinde de Türk Milleti'nin refleksi olan Ülkücüler var, ya olmasaydı?...
Kim ne yaparsa yapsın; kim, kimlerin emrinde veya Eş Başkanlığında ne dayatırsa dayatsın Türk Milleti'nin, "Allah var, ne gâm var?" inancıyla, "Bir yerde Ülkücü varsa Allah(c.c.)'ın da yardımıyla kesinlikle çâre var." inancını değiştiremiyor!...
Yerli-yabancı, seven-sevmeyen, dost-düşman, ülkücü-devrimci, cemaat mensûbu-cami cemaati, milliyetçi-halkçı herkese bir Cuma Sala'sı, yeterli davet oldu!
Yerleşim değişmeleri yüzünden unutulmuş bakımsızlığa terk edilmiş olmasına rağmen zamana ve iklim şartlarına direnen Anı'daki Fethiye Camisi'nde okunan bir Cuma Sala'sı; duyan-duymayan, cemaatte olan-olamayan herkeste millî heyecanı uyandırdı!
Fethettiği her yere adâlet ve huzûr götüren Türk Milleti'nin; hiç bir millette görülmeyen bağışlayıcılığı, hoşgörüsü, kucaklayıcılığı gereği tarihi yansıtan medeniyet kalıntılarına sahiplenmesi ve koruması "Türk'üm." diyen herkesin hoşuna gider. Bu anlamda Sümela Manastırı'nın tamiratına, hatta yılda bir kere olmak kaydıyla göstermelik olarak ibadet yapılmasına izin verilmesine itiraz olmadı ama Trabzon'un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildiği günü, ibâdet günü olarak seçenlere, affetmemecesine öfkelenerek itirâzımız var!
Van'daki Akdamar Kilisesi'nin de tarihe "İnsanlığın yüz karası olaylar"ın planlandığı, yapıldığı vahşetin merkezi olarak diri tutulmasına, o yüz karası vahşetin uygulandığı yerin tamir edilerek yıkılıp yok olmasına izin verilmemesine de itirazımız olmazdı! Ama Rus'un ve devrin Haçlı'sının desteğinde kudurarak, vahşice saldırganlaşan Ermeni komitecilerin karargâhının ibâdete açılmasına, öfkeden de öte Türkçe gazabımızla itirazımız var! Çünkü o lânetli karargâhta bölge insanlarına vahşet ötesi işkenceler revâ görüldü! Gemilerle adaya taşınan müslüman kadınlara-kızlara hemen o lânet yerde tecâvüz edildi! O lânet yerde anaların kucağından zorla sökülen bebekler, süngü uçlarında canlı-canlı pişirilerek analarına yedirilmek istendi!
O lânet kilise, aynen Iğdır'daki Ermeni vahşetini hatırlatmak için yapılan anıt gibi tamir edilerek, dört yanına yapılan lânetli işlerin hikâyeleri asılarak; "İnsanlığın yüz karası bir anıt" olarak saklanmalıydı!
21. yy. Haçlısı'nın dayatma ve dikte yasalarıyla, demokratlık adına, "BOP Eş Başkanlığı" görevinin devâmının sağlanması adına ibâdete açılmasına ve orada ibadete giden bir Ermeni'ye mükabil yüz karakter fukarasının yağcılık olsun diye o lânetli adaya koşuşturmasına itirazımız var!
Anı'daki Fethiye Camisi'nde kılınan Cuma Namazı, bütün bu Türk hoşgörüsü ve öfkesini temsîl ettiği için çok önemlidir! Haçlı-haçsız bütün dünya, bu Cuma Namazı'nı böyle okudu!
Demek ki bütün mes'ele; doğru zamanda, doğru bir üslûpla millete seslenebilmekteymiş! Demek ki mes'ele; doğru davete uyarak, doğru zamanda-doğru zeminde-doğru safta buluşmakta, mes'ele sür'atle bir araya gelmekte-gelebilmekteymiş!...
Biliyoruz ki insanın gücü, hasmı ile düz orantılıdır! Türk Milleti hasımlarının; işbirlikçilerle de güç birliği ederek bize saldırması; Türk Milleti'nin azâmetinin, gücünün göstergesidir!...
Çok geldiler gittiler, gene geldikleri gibi giderler! Sultan Alparslan'ın mânevî imamlığında, Anı'da Fethiye Camisi'nde oluşan cemaat; geldikleri gibi gideceklerin yolcu edilme merasimi idi!
Sevinenlerin sevinci, öfkelenenlerin öfkesi, korkanların korkusu; bir sessiz davetle Fethiye Camisi'nde oluşan, "Akıncı Türk Beyleri"nin azâmetinden, Türk Milleti'nin îmanlı cesâmetindendi!
Davet edilmiş olsalar dahi; "Geldikleri gibi giderler." Vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ekim 04, 2010

YA KONUŞACAK, YA DA SAVAŞACAĞIZ!

Hâlâ neden kendimize yasaklar koyarak susarız?
Vaktinde söylenmeyen söz rivayetleşmez mi? Zamanında söylenmemişse söz, dedikodu hüviyetine girmez mi? İltifatsa da, hakaretse de, uyarıysa da söz, zamanında söylenirse kudretini göstermez mi? Aksi halde söz uçmaz mı?
Ya hemen-şimdi konuşacağız, ya da yarın konuşmaya geç kaldığımız için savaşacağız!...
Bizim yani milletperverliğin ne demek olduğunu bilenlerin, yani Türk Milliyetçilerinin, yani Ülkücülerin; aydıncılık oynayan, kuvvetliye kancık it misâli kuyruk sallayan, "Bir çift kadın memesine vatanı değiştirebilecek" kadar entelleşen, Ermeniyle ermenileşen, Haçlı ile haçlılaşan ama hiç Türkle Türkleşemeyen kırma kurt köpeklerinden farklı davranmak mecbûriyetimiz var!
Biz savaşı, yanında silah arkadaşı şehît olan gâzilerin kazandığını biliriz! Biz, savaş kazanan gâzilerin "ölümü öldüren bir ölüşle" ölüme saldırmalarıyla kazandıklarını biliriz!
Biz; ölmekle bayılma arasındaki farkı bayılıp ayılarak, ayılır ayılmaz da savaşa kaldığımız yerden devam ederek yaşayan bir nesiliz!
"Biz; "Biz yalnız Nuh'un soyunu kalıcı kıldık." (Saffât-77) Âyet-i celîlesinden hareketle Hz. Nuh'un oğullarından Türk'ün çocukları olduğumuzu bilerek, Hz. Ali(r.a.)'nin; "Aslını inkâr eden haramzâdedir." öğüdünü hazmederek, "sılayı rahim"e Hz. Peygamber(s.a.v.)'imizin öğütlerine uyarak kıymet veren bir inanç sahipleriyiz!
Hâdis'te söyle nakledilir:
"Bir adam Allah Resûlü’nün yanına gelerek;
- Ya Resulullah! Kendileriyle diyalog içerisinde olduğum bazı akrabalarım var. Ancak bana eziyet ediyorlar. Onlarla ilişkilerimi kesmek istiyorum. Hz. Resûl şöyle buyurdu:
- O zaman Allah da seni terk eder!... Arz etti:
- Öyleyse ne yapayım? Allah Resulü buyurdu:
- Seni mahrûm edene bağışta bulun. Senden ilişkisini kesenle irtibat kur. Sana zulm'edeni affet. Böyle yaptığın vakit Allah senin ar­kanda olur." (Bihar, c. 1, s. 100)
Biz; soyumuzu-boyumuzu "haramzâde" tarifi almamak için inkâr etmeden; Allah-Kur'an ve Peygamber buyruklarını sadece Allah rızasını kazanmak ülküsüyle yerine getirmeğe gayret eden bir nesiliz!
Yükümüz ağır, işimiz zor! "Ya böyle olduğumuz için Ülkücü ya da Ülkücü olduğumuz için böyle..." olduğumuzu şükrederek bilenlerdeniz!
Biz; dinden-dincilikten, Allah'tan-Allahçılıktan, mezhepten-mezhepçilikten, cemaatten-cemaatçilikten geçinenlere benzemeyiz! Biz; Allah(c.c.)'a kulluk edebilmek için dînimizle; nizam-ı âlemden, İ'lâ-y-ı Kelime-t-Ullah'tan kendimizi sorumlu saydığımız için de Nuh Nesli'nden oluşumuzla, sılayı rahmimizle, aslımızla-neslimizle Türklüğümüzle iftihâr eder, şükrederiz!
Biz; sılayı rahmimizin yani akrabamızın ellerini kötülüklerden, dillerini gıybet ve riyadan keserken; düşmanlarımızın eğer eğmezlerse başlarını keseriz!
Elleriyle cizyelerini verinceye kadar Haçlı ile savaşırız! Başlıya baş eğdirir, dizliye diz çöktürür, dört yanı düşmandan temizledikten sonra yoksulu bay eder, açı doyurur, çıplağı giydiririz! Halkları toplar milletleştirir, milleti devletleştirir "Devlet-i Ebed Müddet" diye idealimizi-ülkümüzü açıklarız!
Allah rızası için, emânete sadâkat için, "Vatan sevgisi îmandandır." buyruğu için, Hilâl'i haça galip getirmek için ölür çoğalırız, çoğalır ölürüz ve her ölümümüzde de efsâneleşir, destanlaşırız!...
Anı'daki Cuma Namazı'na hep bu gözle, bu yürekle bakarız! "Haçlı Müslümanlar"a da sılayı rahm hakkını, komşuluk hakkını hatırlatarak ısrarla akıllı olmalarını tavsiye ederiz!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ekim 03, 2010

BU YÜREKLER ÖPÜLÜR...

Senaryo millî olmayınca en başarılı oyuncu, en önce yabancılaşıyor!
Sağlam senaryoların etkisini biliyoruz. Her Ramazan'da tekrar-tekrar gösterilen "İslâmiyet'in Doğuşu" filminde Hz.Hamza rolünü başarıyla oynayan kefereyi hatırladık mı? Adam öldü, hıristiyan törenleriyle defnedildi ama hâlâ bizde Gizli Müslüman!...
Sadece başarılı rolünden dolayı müslümanlık atfedilen insanlar varken; BOP Eş Başkanı Bush'un Haçlı Seferi diye ilan ettiği Irak'ın işgâlinde; bir milyondan fazla müslümanın katledilmesine, yüz binlerce müslüman kadının-kızın ırzına tecâvüz edilmesine rağmen diğer BOP Eş Başkanı'nın, nüfusunun % 98'i müslüman olan bir ülkede müslüman kimliği ile başbakanlık etmesine itirazımızı anlatmak, elbette zor!
BOP Eş Başkanı bir Başbakan, ABD vatandaşı olan bakanlar var! Bu hükümetin demokratlık maskesi ile de bin yıldır kan-can karıştırmış, kız almış-kız vermiş, "dayı"lar nerdeyse yarı yarıya Türk-Kürt olarak paylaşılmış bir ülkede "alt kimlik" fesâdı ile millî birlik sabote ediliyor!
Bayram Namazı'nda, sabahın alaca karanlığında demokratlık mitingi yapıldı, kimse itirazı etmedi! Vakit namazına koşarak gitmeyi gösterişe girer diye men eden bir dînin mensupları, 7-8 kişinin hizmeti ile abdest aldılar, aynı vakit namazını bir kaç yerde kıldılar, kimse itiraz etmedi! İslâmi söylemlerle iktidara gelmiş bir partinin yönettiği ülkede; daha üzerinden yüz yıl bile geçmemiş müslüman katliamlarının yapıldığı ve bu katliamların planlandığı kilise ve manastırlar tamir edilerek ayine açıldı, itiraz edilmedi! İ'lâ-yı kelimet-Ullah ülküsü ile vatanlaştırılan "İklim-i Rûm"un giriş kapısında, Gâzi Sultan Alparslan'ın mânevi imamlığında kılınan Cuma Namazı'na itiraz edildi!
İtiraz eden de ABD vatandaşı!...
ABD vatandaşlığı, İngiliz vatandaşlığı veya bilmem ne vatandaşlığı elbette müslümanlığa mani değil ama Anayasa'nın "Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür" tarifine göre bu itiraz edeni, ciddîye almalı mıyım diye düşünüyorum!
"BOP Eş Başkanları"nın emrindeki kişilerin; tarihte Sultan Alparslan'ın tepeden tırnağa beyaz giyinerek imamlık ettiği ordusuyla Cuma Namazı kıldıktan sonra, sayıca kat kat fazla Bizanslıları perişan ettiğini unutmalarını veya hatırlamak istememelerini ve o azîz ruhlara ihtirâma ve Anı'da Sultan Alparslan tarafından katedralden dönüştürülen Fethiye camisinde kılınan Cuma Namazı'na itirazlarını anlayabilir miyim?
Allah(c.c.)'ın; "Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün harâm kıldığını harâm saymayan ve hak dîni kendine dîn edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. (Tevbe-29)" kesin buyruğunu görmezden gelip "BOP Eş Başkanlığı" görevini paylaşanların ve yandaşlarının, bu Cuma Namazı'nı tenkîdlerini anlayabilir miyim? Sadece bunları anlamamakla da yetinemem! Şahsen çok ciddiye aldığım bu tahrifâta itiraz etmeyen ulemâyı da anlayamam!
Milletin çok ciddiye aldığını gözlemlediğim Anı'da Fethiye Camisi'nde kılınan Cuma Namazı'na itiraz edenlere, ben de bir Hâdis'i hatırlatarak itiraz edeceğim; "Bir toplumda iki zümre sağlamsa o toplum felâha erer, iki zümre bozuksa o toplum iflâh olmaz; bu zümreler âlimler ve âmirlerdir.”"
Sultan Alparslan'ın camisinde Cuma Namazı kılmanın nasip olduğu cemaatin tekrar, teker- teker ayaklarının altından ve îmanlı Türk yüreklerinden öperek;
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ekim 02, 2010

MÜBÂREK OLSUN...

Dokunmayın! Beni biraz bana bırakın! Bırakın biraz susayım! Öfkemi içime kusayım biraz!
Türk yüreğimi, Müslüman îmanımı tahkîr edenlere bir şey söylediğimizde tahrîk ediyormuşuz!
Dostlar biraz uzak durun! Pimi çekilmiş bombayım çünkü, patlarsam bırakın sadece bana dokunsun zararım!
"Aylardan Ağustos, günlerden Cuma/ Gün doğmadan evvel İklim-i Rûm'a/ Bozkurtlar ordusu geçti hücuma/ Yeni bir şevk ile gürledi gökler,/ Ya Allah! Bismillah! Allah ü ekber!" Diye yeniden seslenmeğe hazırlanmıştım!
Sümela'da, Akdamar'da kanlı-sadist geçmişlerini yâd ederek etrafa çan dinletenlere inat, Anı'da Ezan-ı Muhammedî'nin 946 yıl sonra yeniden "inlemesine" sebep olanlardan Allah râzı olsun gene de!... Dokunmayın bana Ülküdaşlarım! Bırakın öfkemi içime kusayım!
"Şu ezanlar ki şahadetleri dînin temeli/ Ebedî Yurdum'un üstünde benim inlemeli!" Diye yüz sene önce feryâd eden Akif, bu günleri mi tahmîn etmiş?
Sümela'da demokratlık diye Haçlı'ya yalakalık için gelen Hristiyanların bir kaç misli sayıda âyine koşulan; bölgenin müslüman kadın-kızlarının önce tecâvüz edilip sonra hunharca katledildiği Ermeni çetecilerinin, millî bütçeden onarılan karargâhı Akdamar Kilisesi'ndeki âyine Ermenilerin on katı kalabalıkla koşulan, nüfusunun % 98'i müslüman olan bir ülkede; "alnı secdeli BOP Eş Başkanı"nın Başbakan olduğu bir ülkede, katedralden camileştirilen Fethiye Camisi'nde 2.500- 3.000 kişi ile Cuma edâ edildi!
Sultan Alparslan'ın manevî imamlığında; İklim-i Rûm'un vatanlaştırılması fütûhatının giriş kapısı olan Anı'da 2.500- 3. 000 kişilik cemaat beni incitti!
Bindirilmiş kıta yüzbinlerdense, bu üç bin kişi elbette defalarca manidâr! Oradaki herkes, gözü kapalı devletin-milletin bekâsı için ölebilecek kişilerdi ve kendisiyle beraber en az on kefereye de dünyasını değiştirebilecek kudretteydi!
Sultan Alparslan'da Anı'da, ordusundan kat kat fazla Haçlı ile karşılanmış, ordusundan kat kat fazla sayıdaki orduları, îman gücü ile, ihlâs kudreti ile itlâf etmişti!
Akıncıların sayısı, elbette az olur! Azdır akıncılar ama her biri bir şimşek, her biri bir yıldırımdır onların! Geçtikleri yerde toz koparır, dokundukları yeri yakarlar akıncılar! Bir rüya sessizliği ve hızı ile gelir, keferenin karabasanı, kâbusu olarak olarak kalırlar gittikten sonra da asırlarca!
Zamanlama müthîş doğruydu! Emsâl incitici uygulamalar vardı! "Gerekirse Anadolu'yu bir daha fethetmek!" tarifli dâvet te çok heyecan verici ve doğruydu!
Peki niye cemaat azdı? Bana mı az geldi? Vasıta bulamadığım için Anı'da olamayışımın öfkesi mi bana bunları söyleten?
Tarihten biliyoruz ki zaferleri, çok sayıdaki ordular değil, inanmış-îmanlı az sayıdaki serdengeçti ordular kazanmıştır! Anı'daki 3. 000 kişi; Irak'a "Haçlı Seferi" diye ilan ederek gelen BOP Eş Başkanı Bush'un, yakın mesai arkadaşı "Bizim BOP Eş Başkanımız"a rağmen Anı'da olan yürekli-îmanlı-ihlâslı kişilerdi biliyorum! Anı'da olanların en az on katı Karslı'nın, -artık dillendirmenin hiç bir yararı olmadığına inandığım sebeplerden- cemaate katılmadan dualarıyla, yürekleriyle Anı da olduklarını da biliyorum!
Düşüncemi, hayâlimi, umudumu öfke edip içime kusuyor, bir daha sesli düşünüyorum sadece! Anadolu'laştırmak için İklim-i Rûm'un kapısını 946 sene önce Anı'dan açan Sultan Alparslan'ın, ondan miras kalan vatan topraklarında, bir imparatorluk molozlarından yeni bir Türk Devleti çıkaran Başbuğ Atatürk'ün, O'ndan miras kalan devlete ve cumhuriyete Türkçe sahiplenen Başbuğ Alparlan Türkeş'in ve ortak ideal uğruna; "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle" tarifiyle ölümsüzleşen şühedânın mânevi huzurlarında saygıyla, minnetle, şükrân duygularımla eğilirken Anı'da Cuma edâ eden her ferdi tek tek ayaklarının altından, yüreklerinden öpüyorum!
Allah Cuma'larını kabul etsin!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN