Pazar, Ocak 31, 2010

BU DEVRÂN, BÖYLE SÜRMEZ...

Kuşak olarak gözümüzün gördüğünden korkmamayı öğrenerek büyüdük. Değişen zaman ve değişip gelişerek zamâneyi değiştiren dönekler yüzünden, gözümüzün gördüğünü hayâl saymaya ve hayallerden korkmağa başladık!
Haçlı'nın yüzlerce yıldır devam eden ayrıştırma, bölme ve gûya demoratikleştirme operasyonlarıyla değerlerimiz alt-üst edildi! Bebek katili, bölücü, hain, urgan artığı mahkûm bir cemiyet mikrobunun taraftarları da, karşıtları da nerdeyse onu hükmî şahsîyet ettiler! İmralı, ceza evi mi, yoksa sıkı korumalı bir ofis mi belli değil! AB dayatmaları ve demokratlık uğruna yağlı ilmeği bebek katilinin boynundan çıkaranlar yüzünden, şehâdet adındaki ölümsüzlüğe severek atılan şehîtlerin aileleri adına korkmaya başladık!
Yıllardır hiç aklımızdan çıkmayan; "Toprak benim, vatan sizin, buyurun çarpışın!" diyen gayr-ı müslîm vatandaşımızın sözleriyle, yıllarca anti-siyonizmin temsilcileri ve sözcüleri mücâhitlerin değişerek BOP Eş Başkanlığı'nı iftiharla kabullenmelerine hayretle bakıyoruz!
Milliyetçilik ve milliyetçilerden de endişelenmeğe başladık!
Neye yaradığını anlayamadığımız demokratlık uğruna; Milleti, milletin kurduğu Devleti, devlet kalmak uğruna yüzlerce yıldır bedel olarak verilen şühedâyı inkâr mı edelim? ABD ve AB adındaki Haçlı birliği istiyor diye, mukaddeslerimizden vaz mı geçelim? Yüzlerce yıl kuyruklarını yolduğumuz, defalarca geldikleri gibi gönderdiğimiz, başını defalarca ezip başlısına baş eğdirdiğimiz, dizlisine diz çöktürdüğümüz ve düşman bellediğimiz, daha dün Yedi Düvel adıyla bize saldıranları dost mu belleyelim?
Yapmayın Allah aşkına! "Su uyur, düşman uyumaz!" millî ikazımızı neden unuttuk? Haçlı'nın ta Roma'dan miras kalan böl, parçala, yönet taktiğini, nasıl unuturuz ve onlar istiyor diye kendi elimizle "açılım" adıyla bölünmeğe nasıl heves ederiz?
Boş verin kardeşim! Apo'yu asın, bizi AB'ye almasınlar! Bütçemizi Türk Lirasıyla yapın, doları-euroyu yeniden yasaklayın, enflasyon fırlayacağı kadar fırlasın! Gümrük kapılarımızı yeniden kontrol altına alalım, varsın bize kapalı rejim desinler! "Acze düşüp elleriyle cizyelerini verinceye kadar onlarla savaşın." Allah emrini uygulayalım, varsın bizi dinler arası diyalogu bitirmekle ithâm etsinler!
Milliyetsiz milliyetçilerden, îmansız iman bezirgânlarından, şövenist solculardan, ırkçı liberallerden, bölücü halkçılardan ve aciz demokratlardan-diplomatlardan kurtularak yeniden istiklâlimizi îlan edelim, kim ne derse desin!
Millet dayanılmaz şekilde tahrip ve tahrîk oluyor! Dünyanın ve Avrupa'nın alay ettiği devlet aczimizden milletin midesi bulandı! Millet artık milliyetçi-liberal, şeriatçı-laik, sağcı-solcu, kapitalist-komünist diye birbirine zıt gibi yutturulan, birbirinin fotokopisi resmî tüzüklerle siyâset yapan partilerin tamamına eşit mesâfede ve güvenmiyor!
Otuz yılda gûya asayiş adına kırk binden fazla can kaybı veren Millet, gerekirse bütün Avrupa ile savaşarak izahı ve mantığı olan yüz binlerce şehit vermeğe çok râzı ama artık siyâsetçilerin "Kör gözüne parmağım" mantığıyla yaptıkları işlere, tek evlâdını vermeğe râzı değil!
Sağ gösterip sollarını hazırlayarak vurmaya niyetlenirken tokatlanarak bekleyenlere, çuval üstüne çuval giyenlere artık acımıyor millet!
Ya vurun, ya durun, ya da savulun artık! Bıçak kemiğe dayandı! Millî gururumuz incindi! Millet olarak canımız yanıyor! Bu öfkeyle, bu can yangısıyla canınızı yakmak için acayip sabırsızız! Birinizi alıp diğerinize çalacağız ilk sandıkta haberiniz ola!
Diyarbakır'da gûya bir STK temsilcisi "bilmem ne milleti" diye yırtınırken, "Türk Halkı" diyerek entelliği münevverliğe tercîh eden milliyetçilik sözcüleri, sizlerinde dudaklarınıza acı biber sürülecek bilesiniz! Böyle yanlışlarla, işbirlikçiliklerle, uzaktan kumanda ve dikte yasalarla süren devrânın sonsuza kadar sürmeyeceğini, herkes gibi millet te biliyor, biliyor musunuz?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 29, 2010

"NE DEVLET SENİN, NE DE EVLÂT!"

Bugün sadece iki kıssayı paylaşmak istiyorum. Birincisini daha önce paylaşmıştık, tekrar geldi içimden:
İmparatorluk makamına oturan Yavuz, devlet ve millet adına hayallerini gerçekleştirebilmek için kendi mesai ekibini kurmalıdır. Acil gereken atamaları yapabilmesi için en önce sadrazam ataması lazımdır. Fısıltıyla ilk divanda sadrazam atayacağını duyurur. Paşaların tamamına yakınında sadrazamlık hayal ve hevesleri başlar. Tamamına yakını Enderûnlu yani tahsilli olan paşaların içinde sadece Piri Mehmet Paşa, serhâdden serhâdde, gâzâdan gâzâya atılarak meydan başarılarıyla, îman ve bilek gücüyle paşadır. Divan günü sadrazamlık hayalleri ile hevesli paşalar, divan saatinden çok önce koşarak padişaha yakın yerlere otururlar. Pîri Mehmet Paşa ise divana bir kaç dakika kala gelir ve kapıya çok yakın bir iskemle bularak oturur. Koca Yavuz gelir. Selam-sabah, hoş-beşten sonra divanı açar.
- Bre Paşalar! Bir karara vardım, ne dersüz? Diye divanı ve meşvereti başlatır ama açıkladığı kararı devletin yüzde yüz aleyhine bir karardır! Sırasıyla paşalara kanaatlerini sorar. Her sırası gelen; "Muvafıktır Hünkârım! Çok doğrudur Hünkârım! Siz yer yüzünde Allah'ın sâyesisiniz hatâ yapmazsınız Hünkârım!" ve benzeri iltifat ve taltif bekleyen cevaplar verirler. Sıra Pîri Paşa'ya gelir.
- Sen ne dersün bre Paşa?
- Külliyen yanlıştır Hünkârım! Cevabıyla, divana bomba düşer! Gazâbı bilinen Yavuz hiddetle:
- Bre Paşa! Bizden korkmaz mısın? Bilmez misin biz kelle alırız? Diye kükrer.
Pîri Mehmet, hemen hemen aynı edâ ve tonlamayla:
- Hâşâ Hünkârım! Yüreğimizi Allah korkusu öylesine kaplamıştır ki başka bir korkuya asla yer yoktur! Ve Pîri Mehmet Paşa sadrâzamdır...
Her yönetim değişikliğinde, bu kıssayı hatırlatır ve; "Bu milletin içinde Pîri Mehmet'ler her zaman vardır. Allah, Pîri Mehmetleri görevlendirecek Yavuzları çok aratmasın." duâmı tekrarlarım.
İkinci kıssamız:
Şehzâde Bayezid, babası Kânûni'ye baş kaldırır, isyân eder. Kânûni öncelikle aileden saydığı damadı Rüstem Paşa'yı çağırarak akıl danışır. Sultanın, en kudretli oğlu Şehzâde Mustafa'yı yanındaki çadırda boğdurduğuna şahit olan Rüstem Paşa; "Sefer Hünkârım!" diye düşüncesini açıklar. Kânûni, derin bir iç çeker; "Seni akıllı zannedip aileye damat yapmıştık Paşa! Eh, sen de haklısın! Ne devlet senin, ne de evlât!" der...
Devletin yukarılarındaki poker restleşmelerini, millet burnundan soluyarak izliyor! Kraldan fazla kralcı yalakaların, "dolma kalemler"in yöneticileri tahrîk ve dolduruşlarını da ibret ve hayretle seyrediyor!
Milleti tebaalıktan özgür bireyliğe terfi ettiren sistem ve sistemin bânisi sâyesinde yirmi yıl önceki delik ayakkabısını unutanlar, evlâtlarına gemicikler alabilenler, bütün aileyi müstakil villalara taşıyanlar, bir aradaki aile villaları bahçesine helikopter pisti yaptıranlar ve haftalardır kara kışa, Ankara'nın soğuğuna rağmen ekmekleri ve evlâtlarının istikbâli için aç bî-ilaç demokratik direniş haklarını kullanan Tekel İşçilerine; "Ben tüyü bitmemiş yetimin hakkını da orada durarak, oturarak kimseye yedirmem!" diye ahkâm kesenlere de milletin; "Eh! Sen de haklısın! Sendika da senin değil, fabrika da, işçi de, Devlet te!" diye söylendiğini hatırlatmak bize düştü!
İkinci Cumhûriyetçilere, Yeniden Osmanlıcılar'a, Atatürk ve kazanımlarıyla hesaplaştığını zannedenlere, bir Osmanlı darb-ı meselini de hatırlatalım:
"Tîz-i reftâr olanun, pâyine dâmen dolaşur!" (Hızlı yürüyenin etekleri ayaklarına dolaşır.)İnşallah kıssadan hisse dönemi de değişim-gelişim sürecinde sona erdirilmemiş olsun!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 27, 2010

"İZM"LERE KARŞI MİLLÎ AKIL...-1-

Beşerî fikirler, bir kişiden doğar ve ilk zamanlarında yalnızdır, tektir demiştik. Fikirler yazılıysa elden ele, sözlüyse dilden dile dolaşarak taraftar toplar. Elden ele, dilden dile dolaşma serüveninde fikirde eklemeler veya eksiltmeler yapılır. Eklemeler ve eksiltmelerle, ilk haline benzemeyen ama ilk dillendirenin adıyla anılan fikir üzerinde ateşli tartışmalar yaşanır. Bu ateşli tartışmalar ise fikrin fanatik taraftarlarının ve karşıtlarının oluşmasını sağlar.
Beşerî fikirler; fanatik taraftarlar ve karşıtları oluştuktan sonra sahibinin fikri olmaktan çıkar ve artık ciddî bir hayâl veya ciddî bir tehlikedir! Fanatik taraftarlar içinden fikrin hâkimiyeti uğruna ölüp öldürebilecek heyecanda kişilerin oluşmasıyla da fikir idealleşmeğe ve taraftarı olmayanlara hayat hakkı tanımamaya başlar! Bu, dikkat edilir ve tarafsızca incelenirse bütün beşerî fikirlerin serüvenidir. Fikirlerin, düşüncelerin tamamı, insanlığı biraz daha rahat ettirebilmek, teknolojiden müsbet manada biraz daha fazla istifâde edebilmek ve biraz daha huzûr için düşünülür.
Doğruya çok yakın olsa dahi bütün beşerî fikirlerin, mutlaka bir zıddı olur veya oluşur. "Her şey zıddı ile kaimdir." tesbîti, beşerî düşüncelerde de hiç yanılmaz! Zaman içinde, taraftarı çoğaldıkça ve muhalifleri de doğal olarak arttıkça kısmî hakimiyet sağlayan beşerî fikir ideolojileştikçe kendinden olmayanları ikna edip kazanmaktansa, zaman kaybına tahammülü olmadığı için yok etme kolaylığına yönelir ki artık beşerî fikrin sahiplenmiş bir lîderi, siyasallaştırmış ve kendisine ekmek ağacı edinmiş bir önderi vardır.
Bir kişiden doğmuş, elden ele-dilden dile dolaşarak şekillenmiş fikir, artık şahsileşmiş bir kişinin siyâsi malzemesi olmuştur ve artık insanın bütün insânî özellikleri ve vahşeti söz konusudur! Maksizmde de, komünizmde de, kapitalizmde de, faşizmde de, hatta liberalizmde de kaçınılmaz ve değişmez bir gerçektir bu! Tamamı, insanlığa biraz daha huzûr, biraz daha kardeşlik, biraz daha eşitlik, biraz daha demokrasi sloganlarıyla yayılan beşerî sistemlerin hakimiyet kurmak için akıttığı seller gibi kanlar, inkârı mümkün olmayan gerçeklerdir.
İnsanlar arasındaki rekabetin kaçınılmaz sonucu kavga, milletler arasındaki rekabetin kaçınılmaz sonucu ise savaşlardır ve tamamının temelinde bir beşerî fikrin savunuculuğu veya karşıtlığı yatar! İnsanoğlunun yaratılışı ve bilinen tarihiyle berâber bu beşerî fikirlerin etrafındaki çekişmeler hep vardır.
Beşerî fikirlere sadece dinî ve millî akılla galip gelmek mümkün olmuştur. Aklını kullanmaya başlayan insanoğlu; toplumu bir arada tutabilmenin ancak iki kuvvetle mümkün olduğunu da deneme-yanılma metodu ile öğrenmiştir.Toplum ya dinin vaat ve tehdîtleriyle ya da silahlı kuvvetlerin caydırıcı kuvvetiyle bir arada ve kaynaşmadan tutulabilir ve tutulabilmiştir. Orta çağ Avrupasında dîn ile ordular arasındaki çekişmeden dolayı yüzlerce yıl, insanlığın yüz karası uygulamalar yaşanmıştır. Dîn adına, şeytan kovmak-şeytan çıkarmak için diri diri insan yakılmaları, kilometrelerce direklere insanların çakılması, sayısız insanın kazıklara oturtulması vardır. Ordu hâkimiyeti adına, sayısız toplu katliamlar, soy kırımlar mevcuttur. Hele bir de adına Haçlı Seferleri denilen gûya din ile ordu ittifakıyla oluşturulan kindar güçlerce işlenen insanlık suçlarını; insanlar unutmak istese bile tarih unutturmamaktadır.
İslâmiyetle birlikte ortaya, "Îmanlı Ordu" tarifi çıkar. Artık savaşın adâleti söz konusudur. Savaşın sadece ordular arasında yapılması, sivillerin savaşlardan en az zarar görmesi gözetilir. Ordunun geçtiği yerde kopardıkları üzüm salkımları yerine, bedelini asmak gibi şahâne uygulamalar görülür. Ve bu îmanlı Ordu sâyesinde yüzlerce yıl süren kalıcı medeniyetler doğar.
Dîn ile ordu ittifakının tek hasmı da beşerî fikirlerdir! Kalıcı medeniyetlerin içine odun kurdu gibi yerleşen beşerî fikirler, sinsice oyarak, içten çürüterek dev medeniyetlerin yok olmasına sebep olur. Ne halklık-halkçılık, ne sosyalizm, ne komünizm, ne faşizm, ne hümanizm, ne feminizm ne de bilmem ne izm'ler, ağaç kurdu olmaktan öteye geçmezler, geçemezler!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"İZM"LERE KARŞI MİLLÎ AKIL...-2-

Dîn ve ordu ittifakıyla oluşturulan devlet gücüne karşı, beşerî fikirlerin "ağaç kurdu" misâli içten oymaları, çürütmeleri hep yaşanmıştır, yaşanmaktadır.
Din-Ordu ittifakıyla, "îmanlı ordu" tarifiyle meydana gelmiş son medeniyete Türk-İslâm Medeniyeti adını koyan Hristiyan Avrupa; alternatif olarak "Haçlı " zihniyetini oluşturmuştur. Haçlı zihniyeti vahşetini bilmek için tarihçi olmaya da gerek yoktur. Son Irak'ı demokratlaştırma saldırısının adını Baba Bush'un "Haçlı Seferi" olarak açıkladığını, yaşayan nesil olarak gördük. Bir tokat yediğinizde, diğer suratınızı çevirmeniz teslîmiyetini öğreterek savaşları engellemeyi deneyen Hristiyan öğretisiyle; Müslüman-Türk'ten intikam almak üzerine oluşturulmuş son Haçlı Seferi kıyaslanırsa; beşerî fikir ve uygulamaların, dîni ve öğretileri sahiplenerek nasıl zâlimleştirilebileceği açıkça görülür!
Sovyetler'in çöküşüyle dengenin yok olması ve tek dünya hakimi gibi davranan ABD'nin, özellikle müslüman ülkelerdeki demokrasi şövalyeliğinin faturası da çok açıktır! Daha fazla demokrasi, daha fazla adâlet, halklara özgürlük, halkların kardeşliği gibi kulağa çok hoş gelebilen söylemlerle milletleşememiş müslüman halklara uygulanan zûlme, ancak işbirliğinde olanlar itiraz etmezler ve etmiyorlar!
"İzm"leşmiş beşerî fikirleri sahiplenen kişiler yüzünden şahsî ihtiraslar ve dünyayı Hristiyanlaştırma ideali uğruna, yeni Kazıklı Voyvodalar izliyor ve ma'lesef bu zâlimlere dua eden, alkışlayan, bunlarla işbirliğini akıllılık zanneden dahilî bed-hâhları seyrediyoruz! Sonradan "Mücahid"leştirilen Erbakan'dan doğan "Millî Görüş" adındaki beşerî fikrin, bir başkaları tarafından özelleştirilerek siyâsi silah edilişini yaşıyoruz!
Tamâmen millî düşüncelerle, din ile milleti birleştirerek, "îmanlı ordu" tarifini destanlaştırıp yokluklarla dev medeniyetler ittifâkını alt ederek tebaayı vatandaşlaştıran "Selâtin" (sultanlar) hakimiyetinden cumhuriyete geçmeği başaran Mustafa Kemâl ve mesai arkadaşlarının destansı emeklerini inkâr ve "İkinci Cumhûriyetçiler" sıfatıyla bir hesaplaşmayı izliyoruz!
Dîni dinciler, Atatürk'ü Atatürkçüler, îmanı şeyhler-cemaat liderleri, Türk'ü Türkçülükten geçinenler, laikliği laikçilikten geçinerek dinsizleştiren beceriksiz taraftarlar yüzünden; siyâsîlerin beşerî fikirleri özelleştirdikleri ve demokratik saltanatların insafsız mücâdeleleri arasında milletin yok edilişini seyrediyoruz!
Türk Milletinin devletçilik teamülünde, tarihte defalarca ispatlanmış; "Dört yanda düşman bırakmadan başlıya baş eğdirip, dizliye diz çöktürdükten sonra uygulanan çıplağı giydirmek, yoksulu bay etmek, açı doyurmak" uygulamasına "daha fazla demokrasi, halkçılık, haklara özgürlük, haklara eşitlik ve kardeşlik" terâneleriyle zarar verilişini, milletliğimizin çözülerek yok edilişini seyrediyoruz!
Çok açık bir ifâdeyle artık şahsîleştirilmiş ve "Tayyipçilik"e dönüştürülerek hırslandırılmış bir "Millî Görüş" hakimiyeti mücâdelesinin insafsız-acımasız baskısına muhatabız! Dîn ile ordu arasına sokulan müthîş nifakla, dinsiz bir ordu ve ordusuz bir beşerî görüşün, demokrasi silâhıyla ve Haçlı desteği ile mantıksız bir kavgasına şahidiz!
Millî aklın, fertler tarafından unutturulmasıyla da bir "millî akılsızlık" sergiliyoruz! Millet olamadan devlet, devlet olmadan ordu, ordu olmadan asayiş ve hakimiyet mi olurmuş? Devleti temsîl eden seçilmişlerle çatışan kurumların olduğu, seçilmişliği ferdî tahakkümün kuralı kabûl eden bir mantıkla yasalara kafa tutarak hükümet edilebileceğini zanneden bir zihniyetin var olduğu, devlet olmanın olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı ve kuvvetler dengesinin olmadığı bir kaos ortamında devlet mi kalırmış?
Milletliğimizin halkçılıkla, devlet otoritemizin demokratlıkla, üniter bütünlüğümüzün demokratik otonomilerle, bağımsızlığımızın emperyalizmle işbirlikleriyle tahrip edildiği bu zor günlerin aşılması için tek yol; özelleştirilmiş beşerî fikirlerin liderleri görüntüsündeki demokrat sultanlardan kurtulmaktır.Tek çâre de "Millî Aklı" yeniden harekete geçirerek, millî bütünlüğümüzle yeniden başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürecek millî hâkimiyeti ve devlet otoritesini tesis etmektir. Öncelikle de kavramlarımızın içinin boşaltılmasına daha fazla seyircilik ve ortaklık etmeden millî heveslerimizi yeniden hayata geçirmektir.
İşin en ağırı ve zoru da "Millî münevverler"dedir vesselam...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ocak 26, 2010

YAŞ GÜNÜ KUTLAMASI

Bu, teknolojik cehâletimin zorla yaptırdığı bir uygulama sonucu çıkan bir yazı. Bütün yapmak istediğim, en küçük Kardeşim Gökbörü'nün doğum gününü kendi üslûbumla kutlamaktı. Ne Gökbörü'nün sayfasında, ne de kendime torunumun açtığı facebook sayfamda yayınlayamadım! Yani beceremedim! Beceremeyince de inat ettim ve kendi özel blogumda yayınlayarak facebook'a da yönlendireceğim yine çıkmasın da göreyim!

BU KÖTÜ SENEYİ BİLE BAŞLANGIÇ AYINDAN
GÜZELLEŞTİRMEĞİ BAŞARAN KARDEŞİM'E...

Çocuk değil gençtik delikanlıydık
Memleket dertleri sırtımızdaydı,
Gurbette okurken bir haber aldık
Yeni kardeşimiz safımızdaydı.

Börü'ce dikilip Gök'çe gürlemiş
Babam böbürlenmiş Anam terlemiş
Çağ geçmiş, Babam yok, yaş ilerlemiş
Şükr'olsun Gökbörü arkamızdaydı.

Yaşımızla derdimizi büyüttük
Merhem olup yaraları çürüttük
Farkında olmadan ömrü erittik
Muhammed Gökbörü arkamızdaydı.

Söğütsüz olmazdı bağbanın yeri
Öğütsüz olmazdı seferde çeri
Yiğit'siz olmazdı bizim Gökbörü
Artık meyvesiyle bağımızdaydı.

Her yılın başını güzelleştirip
Sıkıntıyı ezip özelleştirip
Aklında zorları çelmeleştirip
Kolaylaştırarak yanımızdaydı. 25 Ocak 2010/izmir
Dostlar;
Gökbörü Aslan Hoca'nın doğum gününü kutlayan sevenlerinin iletilerini okurken sevginizle onurlanmadım dersem yalan söylerim! Tanıyanlar bilirler. Dostlar tamamımızı tanırlar. Tanımayanlara Gökbörü gibi bir Kardeşin varlığını hissettirmekten müthîş keyif alırım. İletileri okurken göyneyen gönlüm, kaynayan yüreğimden bu dizeler dökülüverdi.
Kabûl ederse Ağabeyisinden Gökbörü'ye, kelimelerin ifâde sıkıntısıyla bir ikrâm olsun. İyi ki doğmuşsun Gökbörü. İyi ki varsın be Gardaş. Babam'a sonsuz rahmet, Anam'a sınırsız muhabbet ve dua senden dolayı... Nice , nice, mutlu bereketli, sevdiklerinle huzurlu yıllara Gardaşım...
Muhabbetle gözlerinden öpüyorum. Seni de, sevdiklerini de, seni sevenleri de çok seviyorum.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ORDUNUN KANINDANDIR BU VATAN...

Arsızın, hırsızın şirret olduğu, itin korktuğu yere ürüdüğü bilinir. Korkmaktan başka çâresi olmayan, el kapısından doyan itlerin korktukları yere ürüdükleri günleri yaşıyor ve sahnelenen bir it oyunu izliyoruz!
Türk Ordusunu; Haçlı'nın parçaladığı bir coğrafyadan millet ve devlet çıkarmayı başarmış, îman ve yürek gücüyle kurduğu devleti cumhuriyet ederek millete teslîm etmiş Gâzi bir kuvveti savunuyor görünerek hakâret etmek, kimsenin haddi değildir! Tarih yapan bir milletin ordusu, kendini savunmaktan âciz olamaz! Bu eşyânın tabiatına terstir ama "asker millet, devletli millet, dualı millet" tarifli millet mensûbu her Türk'ün Ordusuna destek vermek nâmus borcudur, var olma gereğidir.
Aylar önce Genel Kurmay Başkanımıza; "Paşam! Sîne-i millete dönün! Bu milletin sînesinde çocuğuna adını verdiği paşalarına her zaman yer vardır." diye seslenmiştik. İki-üç gün önce de; "Sandıkta oy vermekten başka Ordu'nun demokrasiyle ne işi olabilir?" diye sormuştuk! Türkçe taktikleriyle şeytanın ödünü koparan Ordumuza milletin tarifi; "Peygamber Ocağı"dır. Bu, milletin ordusuna, ordusunun îmanına olan güveninin göstergesidir.Türk Ordusu'ndan kimlerin, niye korktuklarını; kimlerin korktukları yere ürüdüklerini ve itlere rağmen kervânın yürüdüğünü görerek rahatız. İlkerPaşa'nın son lânetleyen konuşması olmasaydı, Türk Ordusunun da sabrının bitebileceğini söylemeseydi, lânetleme işini ordumuz adına biz yapsaydık daha keyifli olacaktık!
Rahmetli bir Genel Kurmay Başkanımızın Cemal Tural Paşa'nın besteleyerek askere söylettiği; unutturulmaya çalışılan "Ordu Marşı"nı hatırlatırsak, demek istediğimiz daha kolay anlaşılır...
ORDU MARŞI
Bayrağımın üstünde ayyıldızdan da büyük
Ey asırlar hâkimi tarihin hâkimi Türk.
Orduların atıyla üç kıt'ayı çiğnedi
Zafer türkülerini yedi kat gök söyledi.
Asırlardır bu ordu Türk Yurdu'nu koruyor
Milletinin emrinde zaferlere yürüyor.
Her varlığın içinde her sevginin üstünde,
Vatan için yaşıyor vatan için ölüyor.
İstiklâl destanıdır kazandığın zâferler
Serhadler şehnâmeni, dağlar türkünü söyler.
Bu orduyla vatanda doğdu battı devirler
Ey tarihe ad koyan cihâna şân veren er.
Zaferlerle diktiğin kanından şanlı bayrak
Atandan emânettir sana doğduğun toprak.
Dünyalar vuramadı sana esîr damgası
Kahraman göğsün oldu bu milletin kal'ası.
Anafarta Zâferi, Afyonlar, Dumlupınar
Senin engin bağrında fışkıran yanardağlar.
Çanakkale, Malazgirt seni tunçlaştırırken
Sesini düşmanların duydu Zafertepe'den.
Ufuklara yazılı şanlı destanlarından
Yarattığın ordunun kanındandır bu vatan.
Bayrağımın üstünde ayyıldızdan da büyük,
Ey asırlar hâkimi, tarihin hâkimi Türk...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ocak 24, 2010

BEŞERÎ FİKİRLER TEMBELDİR, ZÂLİMDİR...

Bugün, kendimi tahkîr ederken üslûbumuzun, karakterimizin benzeştiği, duyarlı kişileri de tahrîke çalışacağım!
Bu kadar sıradanlığı, bu kadar güdülen bir topluma mensûbiyeti kabullenen biz miyiz? Veya bu kadar güdülmeğe itiraz etmeyen bizim, güdülmesinden rahatsız olduklarımızdan farkımız nedir?
Çok merak ederim; dünyayı, gezegenleri, uzayı keşfeden-tanıyan insan, kendini tanımakta ve tarifte neden bu kadar zorlanır? Kendini tanımak ve tanımlamakta bu kadar zorlanan insan, başkaları hakkında hükmü nasıl bu kadar kolay verir?
Soydaşlık, dindaşlık, yoldaşlık bağlarıyla kendini onlardan hissettiği insanlar için keskin sirke misâli küpünde tepkiler verirken gözünün önünde -kendi seçtiklerince- zûlme tâbi olan vatandaşlarına, komşularına karşı nasıl bu kadar bigâne kalabilir?
"İbrahîmi Din ve Dinlerarası Diyalog projeleri"nin teorisyenlerinden olan Prof. Dr. W. M. Watt'a göre; "Modern bilim ve teknoloji sayesinde dünya büyük ölçüde kültürel birliğe ulaş/tırıl/mış artık sıra 'dinlerin birleştirilmesi'ne gelmiştir. Watt'a göre; "Dinler arasındaki münasebet konusunda da yeni bir anlayış gündeme gelmiştir ki, buna 'diyalog' denmektedir.
Diyalog şöyle olmalıdır: Bazı Hıristiyan ve İslâm ilâhiyatçıları bir takım toplantılar yaparak önce itikada dair esaslarla ilgili zıt görüşleri dikkate almalı, daha sonra da bu esaslardan bazılarının doğru, bazılarının ise yanlış olduğu hususunda anlaşmaya varmalıdırlar." (Modern Dünyada İslam Vahyi - çev. Mehmet S. Aydın, Ankara-1982, Hülbe yayınları)
İsviçreli bir başka diyalogcu yazar Henri Nussle de "İslam'la Diyalog" adlı eserinde Müslümanlara; "Ey dinlerimizin akraba olduğunu cesâretle söyleyen Müslüman! Senden şu düşünceye yer vermeni istiyoruz: Batı sana kültüründen, kapitalinden, yaratıcı dehâsından daha fazla şey verebilir. Sana bir hayat görüşü, meleküt aleminden gelen bir görüşü; bir kelimede, bir isimde, yani İsa adında ifadesini bulan sonsuz ümidi verebilir!" (s.163) vaadinde bulunur!
3. bin yılda Asya'yı hristiyanlaştırma projesi içinde bu yapılanın diyalog mu, yoksa dudağa bir parmak balla kandırarak teslîm alma mı olduğunun biz farkına varmazsak, ilgilileri biz uyarmazsak teslîmiyetçilerle suç ortağı olmaz mıyız?
Watt'a göre diyalogun bir kuralı da; "Benim dinim son dindir" inancından vazgeçmektir! "Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük ve aşağılık açısından herhangi bir değerlendirmeye gitme, objektif anlamda geçerli olmadığı için gerçek diyalog anlayışı, bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyi icâb ettirir. Söz gelişi bir insan "Benim dinim son dindir." derse bu olmaz. Çünkü buradaki 'son' kelimesi diğer dinlerden üstün olma veya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. (...) Konuya çeşitli açılardan bakış gösteriyor ki, başka dinlere mensup olanlar ile gerçek bir diyalog kurulacaksa ve gerçekten çevremizdeki dünya ile doğru dürüst ilgilenerek yaşayacaksak, bu 'son' savunma kalesini, 'bizim dinimiz diğerlerininkinden daha üstündür' inancını terketmemiz gerekir." (s.167)
Bu, Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de öğrettiği ile ters düşmek değil midir? "Allah nezdinde hak din İslâmdır."(Al-i İmran-19) ve "Bugün kâfirler, sizin dininizden ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dîninizi ikmâl ettim, üzerinize nîmetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmı beğendim."(Maide-3) şeklindeki Allah hükümlerine ters değil midir?
Tahrîke çalıştığım muhterem, akıllı, îmanlı Türkler; fikirler önce bir kişide doğar, tek kişiliktir, yalnızdır. Sonra taraftarı çoğaldıkça hayâl olmaktan çıkıp ideal şekline dönüşür. Taraftarları arttıkça, katılımı artırmaya çalışanlardan bu uğurda ölüme râzı olanlar çıkar. Ve bir zaman gelir ki kısmî hâkimiyeti sağlanan ideoloji, tamâmen hâkim olabilmek için kendinden olmayanları iknâ edip kazanmak zahmetindense yok etmek kolaylığına yönelir, zâlimleşir!
Artık bir kişilik başlayan bir düşünce; sahibinden başka birinin geçim kaynağıdır, hakimiyetini sürdürebilmek için siyâset silahıdır! Bu; sosyalizmde de, komünizmde de, kapitalizmde de, faşizmde de ve bütün beşerî düşüncelerin tamamında da görülen şaşmaz tekâmül seyridir!
Millî aklın geliştirdiği ve sahiplendiği milliyetçilik haricindeki bütün beşerî fikirler, aynı hayat seyriyle kurnaz siyâsilerin elinde birer ekmek ağacıdır. Günümüzde, Türkiye'de "Millî Görüş" adındaki Erbakan fikrinin hâli ve uygulaması da budur! Gıdası dîn edilen bir beşerî fikrin ikna etmektense yok etmek kolaylığına tercihinin demokratik zulmünü yaşamaktayız!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ocak 23, 2010

HAYATIMDA OLAMAYACAĞIM KADAR DEMOKRATIM!...

"Analar ağlamasın!" Söyleyene de, dinleyene hoş gelen bir söz. Çâresi: Daha fazla demokrasi!
"Yoksullukla, yolsuzlukla, çetelerle sonuna kadar savaş!" Bu da aynı. Söyleyene göre de, dinleyene göre de hoş bir söylem. Çâresi: Daha fazla demokrasi!
"Civanım delikanlı bakın ne hâle geldi?" Söz doğru, söyleyenin samîmiyetini ölçecek bir samimiyet-metrem yok ama aynı hassas yüreğin sahibine bir de haftalardır Ankara'nın göbeğinde ağlayan analara, ne hâle getirilen civanlara bakmalarını önereceğim! Çâresi: Daha fazla demokrasi!...
Dünya ordularının ve siyâset adamlarının gücünü ve kalitesini teslîm ettiği Türk Silahlı Kuvvetleri subaylarında, -gûya- Bülent Arınç'a hazırlanmış suikast plan ve adresleri yakalandı! Kıyâmetler koptu! Gece yarısı yasalarıyla, ordu mensuplarına sivil mahkeme yolu açıldı ve Genel Kurmay Başkanlığı'nın sır odasına, "Kozmik Oda" lâkabı takılarak siviller sokuldu! Sivili kelimenin anlamıyla kullandım. Atanmış, hükümet eden siyâsal görüşün ateşli bir mensûbunun patronu olduğu Adalet Bakanı'nın atadığı; terfisinin, soruşturmasının ve sürgününün iki dudağı arasında olduğunu bilen bir sivil memur, girilmemesi gereken yerlere girdi! Gördüklerini kime söyleyecek; demokrasi gereği iş başında olan patronuna yâni Adalet Bakanı ve Başbakan'a! Yıllardır demokrasiyi araç kullandıklarını hiç saklamayanlara!...
Günlerdir; "Neyine lâzım Ordu'nun demokratlık? Sandığa gidip oy kullanmaktan başka Ordu'nun demokrasiyle ne alâkası olur?" diye yırtınıp durdum ama Genel Kurmay Başkanlığı; hangi devlet kurumunun daha demokrat olduğunu ispat için engelleme hakkı olmasına rağmen bu sivil müdâheleye izin verdi! Haftalar süren araştırmalar sonunda yasalara muhalif bir şey bulunamadığını da sivil personel açıkladı!
Olan; uzun araştırmalar, raporlar, yıllarca süren emekler, istihbaratlar sonucu hazırlanmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin millî savunmayla ilgili sır plânları deşifre oldu ve geçersiz sayılarak imha edilecek! Kime yarar? Devletimizin çıkar hasımlarına, devlet-millet düşmanı işbirlikçilere! Çâresi: Asıl burada daha fazla demokrasi!
Bakın beyler! Dikkatle dinleyin "dolma kalemler" beni!
Bizde olmadığını kesin bildiğim, neye yaradığını asla bilemeyeceğim, güçlü oldukları için ne demokrasiye ne de diplomasiye ihtiyâcı olmayan devletleri hatırlayarak içerdeki acziyetin adını demokrasi, dışardaki acziyet ve teslîmiyetin adını diplomasi koyan taklit kılıklı, papağanca ezber sözlü, tarihteki soytarıları aratan yalakalar, sahibinin koyduğu renkte yazan dolma kalemler; yandaşlığını yaptığınız Başbakan'dan öğrenerek demokrasiyi bir kere de ben araç olarak kullanacağım! Önümüze ilk gelecek sandıkta kime oy vereceğimi bilmiyorum ama AKP'ye oy vermeyeceğimi kesinlikle biliyorum!
Dünyanın hiç bir yerinde benzeri olmayan mevcût sistemsizliğin sandıktan sandığa noterlik yaptırdığı vatandaşın büyük bir çoğunluğu da AKP'ye oy vermeyeceğini biliyor! Nereye oy vereceklerini önümüzdeki zamanda kararlaştırırlar! Siyâsette bir günün, çok uzun bir zaman olduğunu uzun yıllarda öğrendik!
Askerin sivil mahkemelerde yargılanması yasasının oy birliği ile iptâlinden sonra hükümetin, devletin olmazsa olmaz bir kurumuyla; "Sabaha kadar rölans" laştıklarının da farkındayız!
"Analar ağlamasın!" doğrudur! Hele bizim anamız, milletin anası hiç ağlamasın! Kızılay'da, Ankara'nın göbeğinde, dünyanın gözü önünde, ekmeği için mücâdele veren analar da, babalar da ve onların çocukları da, komşuları da, soydaşları da, vatandaşları da ağlamasın! Yakında birilerinin anası ağlayacak belli ama -vallahi- bu kere ağlayan milletin anası olmayacak o da belli!
Araçlıktan çıkarılarak silahlaştırılan, keskin bıçaklaştırılan demokrasinin AKP tarafından bilenmiş ağzı, bu kere acemi kasap misâli aceleci demokrat maskelilerin ellerini kesecek! Bu sıkıntılardan kurtulmanın başka yolu da yok, başka aracı da, başka çâresi de...
AKP'den ve demokrasiyi araç eden demokrat maskelilerden kurtuluncaya kadar hayatımda olmadığım kadar demokrat, hayatımda olmayacağım kadar demokrasi yandaşıyım vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 22, 2010

NE AYAKSINIZ ARKADAŞ?

Abdi İpekçi katledildiğinde merhûm Alparslan Türkeş'in ve ülkücülerin katillere lâneti hafıza ve arşivlerdeyken "Yaygın Basın'ın Dolma Kalemler"i, ağustos kurbağaları gibi gene bir ağızdan vırraklamaya başladılar! Kurbağanın gölüne taş ta gene bize düştü!
Bir terörist, cezasını çekerek tahliye oldu! Otuz yıl ağır hapisten sonra! Verilen ceza vicdanları ne kadar tatmîn etti bilemem ama yasamanın ben olmadığımı bilirim! Dahası ülkücüleri topluca katleden cânilerin, suçları birleştirilip idam cezasını 10 yıl yatarak çektiklerini, "dolma kalemler"ce de alkışlandıklarını; Haluk Kırcı ve arkadaşlarınınsa aynı demokrat dolma kalemlerce insafsızca linç edildiğini bilirim!
Daha dün İmralı'daki katilin emriyle; bebeklerin, kadınların, askerimizin, polisimizin, resmî görevlilerimizin katillerinin, törenle karşılanıp seyyâr mahkemece salıverildiğini ve parti açılışları yaptıklarını bilirim!
Dahası; otuz yıl yatan bir teröristten hareketle ağustos kurbağaları gibi bir ağızdan vırraklayan, ülkücülere yeniden saldırmaya niyetli dolma kalemlerin, dağdan törenle indirilen teröristlere yalakalık yaparak alkış vurduklarını bilirim!
Heeeey! Atatürkçülükten, laiklikten, demokratlıktan ve bunların tamamıyla kavgalı devrimcilerle arkadaşlıktan geçinen; ücretlerini Soros'tan, liberallerden, emperyalislerden, işbirlikçilerden alan ucuz adamlar, dolma kalemler heeyy! Hadi hesâba oturalım!
Hadi acılarımızı yarıştıralım! O zor günleri yaşayan ve hayatta olan nesil olarak kırk yıllık yaralarımızı tam kavlamışken hadi -bu kere- kendimiz bir kere daha kanatalım!
Yıllarca devleti-milleti sağından solundan çekiştirerek bölmek parçalamak isteyenlere yardım edercesine biz birbirimizi öldürürken o sağcı-solcu siyâset lümpenleri oy saymadılar mı? Yoksa gençliğe dövüş horozu tavrı takınan bu şerefsiz bahisçiler, gerçekten memleketin sahipleri mi?
Hesaplaşalım hadi! Acılarımızı yarıştırarak, hafızamızı gözyaşlarıyla yıkayarak cenâzelerimizi
ve bu arada karakterlerimizi de sorgulayarak yarıştıralım!
Biz; yıllarca samîmi duygularımızla; "Ey dipdiri meyyît! İki el bir baş içindir/Davransana! Eller de senin, baş da senindir." diye târihten hepimize seslenen Mehmet Akif'çe yaklaştık size! Deniz ve arkadaşlarına kaç kere özlemimizi belirtip hatta onlara kaç kere rahmet yazdık? Peki ya siz? Siz, bir kere bile darağaçlarında ölümsüzleşen Ülkü Devleri'nden bahsettiniz mi?
Biz; Abdi İpekçi'de dahil sol cenâhtan katledilmiş bütün yazarlara rahmet okuyup katillerine lânet ederken; Fırat'laşmış memleket evlâdı Hırant Dink'i suistimâl eden özürcülere rağmen, ayrı dinden olduğunu bile bile rahmet yazarken ya siz? Siz; bir kere olsun İlhan Darendelioğlu,
İsmail Gerçeksöz, Kemâl Fedai Coşkuner ve katledilmiş rahmetli gazetecilerden, diğer Türk Milliyetçisi
kişilerden bahsettinizmi? Siz ne diyorsunuz? Siz ne ayaksınız?
Bu sözlerden utanmayacağınız gibi tahrik te olmayacaksınız biliyorum! Çünkü biz, aklımız kesti keseli millî; sizler ise dolar ve markı tanıdınız tanıyalı kiralık, alınıp satılabilen, ne renk mürekkep koyulursa o renk yazan "dolma kalemler"siniz! Size alışamadık, sizi sindiremedik ve kaale de almıyoruz sizi! Ama bizim net millî tavrımızın karşılığı bir samîmiyet ile bizim bizden geçinenlere yaptığımız sorgulamayı ve vicdâni yargılamayı yapmayan; gerçek devrimcilere, gerçek bağımsızlık savaşçılarına, Atatürk severlere de gönül koyuyoruz! Sitemimiz de, şikâyetimiz de millî bedenimizin sol tarafına! Tekrâren ne solcuları, ne de solculuktan geçinenleri; ne sağcıları, ne de sağcılıktan geçinen siyâset lümpenlerini, hele dolma kalemleri asla ve kat'a kaale almıyoruz ama sizleri önemsiyoruz millî bedenimizin sol uzuvları...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 21, 2010

SÜRÜ, TERSE Mİ DÖNDÜRÜLDÜ?

Lâhavle!... İslâmî ve ahlâkî tarifli özellikler, dînî ağırlıklı siyâsetçiler sâyesinde tuhaflık hâline geldi! Akıllılıkla kurnazlığa, kazanmakla hortumculuğa, liyâkatla kayırmacılığa, döneklikle tekâmüle, vatanperverlikle işbirlikçiliğe yer değiştirildi!
Yasalara uyanlar, emânete hiyânet etmeyenler, ceddini ve tarihini inkâr etmeyenler siyâseten toplum dışı edildi!
20 yıl önce ayakkabısının delik olduğunu söyleyen, otobüs biletçiliğinden, maaşlı il başkanlığına, kısa bir belediye başkanlığına, 4 aylık cezâevine, sonra başbakanlığa kadar Atatürk kazanımları ve demokrasiyi araç kullanarak çıkan kişinin 20-25 yılda dünyanın en zengin liderleri arasına karışmasıyla, askere gidemeyecek derecede mesâneden çürük -raporlu- oğluna dünyayı sallayan düğün yapmasıyla, ülkede laiklik zûlmüne uğrayan baş örtülü kızlarının eş-dost himmetiyle Amerika'da okutulmasıyla, diğer oğula gemicik alabilecek sınırlı imkânıyla; kiralık daireden çıkıp Boğaz'a nazır yedi dönümcük bir bahçeye sıkıştırılmış beş tane villacığa tıkışmaya ve özel helikopter pistiyle oluşan sıkışıklığa rağmen milletin diline düşen bir Başbakanla mukayese edilince otuz yılda otuz karış büyüyemeyenlere aptal diyenlere ne denebilir?
Sadece "Kemal Abi" özelliği ile karunlaşanlarla, sadece bir dönem orman bakanlığı yaparak oğluna yüzlerce daire kazanabilen üstün yetenekli siyâset ve ticâret erbâbı ile mukayese edilince; bütün yasalarımızı gece yarısı operasyonlarıyla onlara benzetmeye çalıştıkları AB mahkemelerinin asrın dolandırıcısı diye ithâm ettiği ama Başbakan'ın "Temiz kardeş" sıfatlı bürokratıyla mukayese edilince; kırk yılda kırk santim büyüyememiş adamlara aptal diyenlere ne denebilir?
Hem bizim, hem de Avrupa'nın cezalandırdığı, yaptıklarının bedelini ömrünün otuz yılını hücrede geçirerek ödeyen "bireysel terörist" olduğunu defalarca açıklamış bir eski hükümlünün tahliyesiyle onun "mesih"liği ve meczûpluğunun arkasına saklanarak gündeme yeni bir tesettür/örtü icâd eden siyâset kurnazlarıyla mukayese edilince kırk yıldır hamâset yapanları, kendilerini savunmaya asla tenezzül etmeyenleri; bu, yapay gündem oluşturan mâhir takîyyecilerle mukayese ederek aptal diyenlere ne denebilir?
"Tavşana kaç, tazıya tut!" ilm-i siyâsetiyle devleti birbirine düşüren, kurumlar arası rekâbetten ortalık toz dumanken araya "açılım" adıyla bir paket bomba atan, "açılım"ın ses bombası olduğunu sonraki parça tesirli Kürt ayrıştırmacılığı bombasıyla ispatlayan demokrasi fedaileriyle, "Ölü kahramanlıktansa sağ korkaklık!" ı seçenlerle mukayese edilince inancı uğruna ölümü göze alanlara aptal diyenlere ne denebilir?
En sert muhalefet partisine siyâsi yasağını kaldırttırarak başbakan olanlarla; "Okyanus ötesine kaçsa getirip yargılayacağım." diyen diğer muhalefetin desteğiyle Köşk'e imam hatipliyi çıkarmayı başaranlarla, dünyanın ve NATO'nun en saygın kurmay subaylarının ceplerindeki suikast planlarıyla öldürülme hesaplarının yapıldığı söylenerek haftalardır Ankara kışında açık havada polis copuna, tazyikli suya, biber gazına tâlim eden ekmek kavgasındaki işçilere sadistçe gülerken kendisine bütün ikbâlleri sağlayan Başbakan'a; "Civanıma bakar mısınız ne hâle geldi?" diye göz yaşı döken, duygu simsârı kurnazlarla mukayese edince, yanlış yapan babası bile olsa tenkîd eden doğrulara, açık sözlülere aptal diyenlere ne denir?
Ve... Zampara ile âşıkın, zinâ ile dîni nikâhın, metres ile mutâ nikâhlının, vergi kaçağı ile dar'ül harpten kotarılan ganîmetin, vatan borcu askerlikle vicdâni reddin yer değiştirildiği kurnaz bir müslüman ülkede; "Ve tevekkel a'lallah" buyruğuna uyarak sâdece dînini yaşayan, ahlâktan tâviz vermeyen doğrulara, tutucu-bağnaz-yobaz-mürteci diyenlere, bunlarla işbirliğindeki "Allah İle Aldatan"lara ne denir? Yoksa sürü terse mi döndürüldü?
Genel başkanların yediği, başkalarının yalandığı bir ülkede; kurnazlarca, takîyyecilerce, döneklerce aptal denilen ezici çoğunluk, Türk Milleti; Allah aşkına ayna karşısına geç! Dikkatle bak ve ne gördüğünü her kese haykır artık! Vallahi sabrımız su kesti!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 20, 2010

İTHÂL YEMEĞE MİLLÎ SOS...

Eski camlar bardak, eski çamlar çardak olur, doğrudur! Ama bilinir ki bardak ta lazımdır, çardak ta! Kullanan ne bardağın, ne de çardağın malzemesinin eskiliğini fark etmez hatta çamın eskisi makbûldür...
Kars'a gitmiştim. Adını "Huzûr şehri" koyduğum Erzurum'a da uğradım. Hem hasret giderdim hem de en doğudan Türkiye nasıl görünüyor diye merak ettim.
Karst'an Erzurum'a, Erzurum'dan İzmir'e kadar tanıdık bildik bütün kanaat önderleri; Kültür Eski Bakanlarından Namık Kemal Zeybek'in Konya'da Demokrat Parti'nin Genel Başkanı edilmek üzere birleşmiş partiye katılımını konuşuyorlardı... Kanaat önderlerinin meseleyi yorumlarını merakla dinledim! Kars'ta, Erzurum'da ve İzmir'de aynı konu, siyâsetle ilgilenen-ilgilenmeyen herkesin dilinde...
Dün İzmir'de Ege bölgesinin ciddî kanaat önderlerinin büyük bir heyecanla toplanarak meseleyi irdelediklerine şâhit oldum. Yaklaşık beş saat, Namık Kemal Zeybek konuşuldu. Grup içinde; her görüşten, her partiden insan vardı ve hepsinin siyâseten aynı sıkıntısı vardı! N. Kemal Zeybek'in bizzat Demirel tarafından oluşumun başına dâvet edilmesi, katılımının Konya'da yapılması, Konya'da Zeybek'in estirdiği rüzgârının taaa İzmir'den, Kars'tan hissedilmesi tabi ilginçti!
N. Kemâl Zeybek'in; 12 Eylül öncesi MHP'liliği, sonra ANAP'lılığı, sonra DYP'liliği, sonra Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanlığı, bakanlık dönemleri ve icraatları, vefâsı-vefâsızlığı, Türkiye'deki ve Türk dünyasındaki yeri, cemaatlere mesâfesi, Hace Ahmet Yesevî tarzıyla dişllendirdiği Türk Milliyetçiliği bizzat tanıyan kişiler tarafından hiç bir teferruat atlanmadan irdelendi.
Son ve ortak karar/kanaat: N.Kemal Zeybek'in; ciddî bir teorisyen, dirençli bir siyâset maratoncusu olduğu ve üzerine ölü toprağı serpilmiş siyâset sahnesinde tatlı bir ümit yeli estiren Demirel'in isâbetli tesbitiyle yeni bir merkez sağ fırtınayı koparabileceği şeklinde oldu.
Yıllardır AKP'ye; "Deprem Çadırı" derim. Deprem çadırına âfetzede çâresizlikten girer ve gözü artçı depremlerden sonra döneceği yuvasında kalır. Siyâsetin çârelikten çıkarılışının tuzu biberi olan son açılım-saçılım paketinden sonra, deprem çadırında kuvvetli bir çalkantı bekleniyordu. N. Kemal Zeybek'in bu depremi fişekleyeceğine inananların sayısı epeyce. Amaaa!...
Zeybek'in; kendisine sıyra kılıç saldırmaları muhtemel Başbuğ Alparslan Türkeş döneminden ülküdaşlarına, yurt içi-yurt dışı cemaatlere, kısa süreli de olsa birlikte olduğu Muhsin Yazıcıoğlu'na sevdâlı ve Zeybek temelli hayâller kuran BBP'lilere ve Alperenlere, Çillerci-Ağarcı DYP'lilere, Yılmazcı ANAP'lılara ve siyâset amigoları, yandaş "Dolma Kalemler"e herkesten önce ve sorulmadan ikna edici bir şeyler söylemesi gereği de konuşuldu.
Müktesebâtı, devlet ve siyâset deneyimleriyle N. K. Zeybek'in artık ekip adamı deyil ekip başı olması şartına ve ekip başı Zeybek'in Demirel'in üflediği yeli, bir rüzgâra döndüreceğine inanç tam... "Demirel, tecrübesinin hakkını vererek dağıltılmış kıymetli boncukları toplayıp bir ipe dizmiş ve bu boncukların tesbîh târifini alabilmesi için imâmeyi saklamışmış! Şimdi imâmeyi de açıkladı ve mahirâne dizilmiş boncuklar, tesbîhleşti." diyorlar. Tesbîhi; kimin, nerede, ne şekilde çekeceği, tesbîhi çekenin sabır dileyerek lâhavle mi yoksa zikir mi terennüm edeceği de merak konusu!
Bana göre ise, N. Kemal Zeybek; ABD mutfağında pişirilmiş, AB'nin ön soğukları ikrâmıyla sunulan alternatifsiz bir yemeğe, millî sos gibi geldi!
Bir de unutulmaya terk edilmiş; "Yeter! Söz milletin!" sloganını; halklar, halklara özgürlük, halkların eşitliği gibi millet kavramını sabote eden, ayrıştırıcı sıfatlardan kurtarıp millet ile ümmet arasındaki farkı hissettirerek kullanabilirseee ...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 18, 2010

KAHRAMANLIK NEDİR? KAHRAMAN KİMDİR?

Yıllardır; "Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen toplumlar millet olamazlar." der dururum. Derim de nedir kahramanlık? Kimdir kahraman?
Madalya bir kahramanlık belgesi midir, yoksa verilen görevi başarıyla yapmışlığın tescîli midir? Madalya, kahramanlık ispatı ise sene sonu karnesini teşekkür veya takdîr belgesi ile getiren her öğrenci de kahraman mıdır? Bu kahramanlık ve kahraman sıfatlıları, vicdâni muhasebemizi en âdil acımasızlığı ile faaliyete geçirerek irdelememiz gerekmez mi?
İdealleri olan milletlerin koyunlardan kahraman çıkardığı, idealleri olmayan milletlerin ise kahramanlarını koyunlaştırdığı gerçeğinden de hareketle Üstün Hizmet Madalyalı resmî görevlilerimiz, subaylarımız, kurmaylarımız, madalya alacak başarıyla yerine getirdikleri görevlerinden dolayı yargılanmaya-sorgulanmaya başlanmışsa yapılanın adı nedir?
Madalya alacak kadar başarıyla görev yapanlar yargılanırken onları göreve gönderenler, görev emirlerini verenler neden yargılanmazlar? "Ölüm gelince komşuya!" bid'atı, Peygamber Ocağı'na da mı sirâyet etti?
Böyle insafsız ve akıl dışı uygulamalarla fedâkârca görev yapacak gönüllü adam bulunabilir mi? Göreve adam bulamayan erk, hâkim erk midir? Milletin teşkilatlanmış hâli olan devletin görev vereceği adam bulamaması halinde devletliği sorgulanmaz mı?
İçerdeki adı demokrasi, dışardaki adı diplomasi koyulan ithâl bir aczin temsilcilerine mecbûr kalarak demokrasiyi araç olarak kullandıklarını saklamayanlara karşı, millî bir duruş sergilememiz şart değil mi? Millet olarak; devleti acze düşürüp üstün hizmet madalyalı komutanları-askerleri-görevlileri ödüllü başarılarından dolayı sorgulayan-yargılayan, -meclisten aldığı görevle- emri verenle kapalı kapılar ardında "mezara gidecek sır" tarifiyle görüşüp emirlerini yargılatmayan, sorgulatmayan erkin millîliğini sorgulamayalım mı?
Devlet; milletin teşkilatlanmış hâli ise, devletin bir biriyle uyum içinde çalışması gereken kurumlarını bir biriyle çatıştıran, "daha fazla demokrasi" slogan-maskesiyle içine düşülen acziyetin temsilcisi hükümeti, en azından vicdanlarımızda yargılamayalım mı?
Dünyanın sayılı güçlü ordularından olan Türk Silahlı Kuvvetlerini, Anayasa'nın kendine tanıdığı görevine rağmen sorgulayabilen demokrat maskeli, millet kimliğimizi red ederek "Türkiyeli" gibi ikâmet adresinden mülhem bir alt kimlik icâd etmeye çalışanlardan Türk Milleti olarak gerçek demokrat tavırla hesap sormayalım mı?
Bu demokrasi denen illet, sadece demokrasiyi araç kullanan takîyyecilere mi yarar? Bu demokrasi denen illet, uğruna yüz binlerce şehîdin verildiği, milleti tebaalıktan hür bireyliğe, vatandaşlığa terfi ettiren Atatürk ve mesai arkadaşlarının anladığı ve hayal ettiği cumhuriyetle hesaplaşmaya mı yarar? Bölücülere, teröristlere koruyuculuk-hâmîlik gibi bir görevi mi vardır bu demokrasinin?
NATO'dan, ABD'den üstün hizmet madalyaları alanların AB veya ABD kuruluşlarından
liyâkat belge ve madalyaları alanlarla birlikte yönetimi ele geçirip Cumhurbaşkanımız'dan madalyalı görev adamlarını yargılamalarına baktığımızda kahraman; bizden madalyalı olanlar mı, yoksa dışardan madalyalı ve bizim madalyalılarımızı yargılatanlar mı diye sormayalım mı?
Kahraman; okyanus ötesinde, CIA çiftlik kampında, özel korunmada bir eli yağda, bir eli balda yaşarken kameralar karşısında ağlayarak duygu sömürüsü yapan mı, yoksa BOP Eş Başkanlığı'nı kutsal bir görev gibi kabullenen siyâsi erk tarafından ceza evine tıkılan, iki yıldır neyle suçlandıklarını dâhi bilmeyen gazeteciler, yazarlar ve madalyalı görev adamları mı?
Soruların cevaplarını hepimiz kesinlikle biliyoruzdur. Buradan hareketle de kahraman; millî meselelerde kendini hiç düşünmeden ileri atılan, ölümü öldüren bir ölüşle dirilenlerdir. Kendi düşünüp, kendi karar verip, kararını uygularken inancı uğrunda hevesle ölendir kahraman... Haçlı'nın, AB'nin, ABD'nin, NATO'nun gönlünü hoş etmek için millî çıkarlara ters düşenlerden, milletin ve devletin bölünmezliği uğruna görev yapan madalyalı yiğitleri yargılatan ve yargılayanlardan kahraman da çıkmaz, demokrasi fedaisi de! Çıksa çıksa işbirlikçi çıkar ve onları alkışlayan amigo "dolma kalemler" çıkar vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ocak 17, 2010

"BIRAK BENİ HAYKIRAYIM!"

Müslüman Türk dünyasının Türkiye'deki din adamları, ulema, sözüm size! Türk dünyasının Türkiye'deki Milliyetçileri, münevverler, kanaat önderleri; seslenişim, serzenişim size!
Siz beni duymazsanız, söylenen millet adına söyleyen bana ve benim gibi Türk bedeninin her uzvu, müslüman rûhunun her zerresi feryâd eden seslere bigâne kalırsanız, yarın size sıra geldiğinde hiç bir şeye yaramadığınızı, artık gereksiz görüldüğünüzü fark ettiğinizde feryâdınızı duymak için biz de olmayacağız!
Yanlış anlaşılmasın! Karamsar değilim asla! "Allah var ne gam var." tevekkül ve imânımla çârelerin tükendiği anda Allah'ın bu İslâm sancaktarı millete, i'lâ-yı kelimetullahı gönüllü görev edinmiş bu mücâhid millete yeni bir şafak açacağına inancım tamdır...
Hz.Peygamberimiz(s.a.v.); "Bir toplumda iki zümre sağlamsa o toplum felâha erer, iki zümre bozuksa o toplum iflâh olmaz; bu zümreler âlimler ve âmirlerdir." buyurmuşlar. Hâdis-i şeriften hareketle seslenişim, serzenişim; ûlemaya, ümeraya, kanaat önderlerine: Neredesiniz? Ne ile meşgûlsünüz? Siz susarsanız, olanlara, olaylara bigâne kalırsanız milletin hâli nic'olur? Sizin suskunluğunuz yüzünden olmadık baskıya, tahakküme muhatap olan milletin hesâbını mahşer günü nasıl verirsiniz?
Hayatları boyunca bir şey olamamış hiçlerin torpille, kayırmalarla doldurdukları makamlarda yaptıkları, tekrar ve ısrarı mahâret saydıkları hatâlara siz sessiz kalırsanız; çöken bina ekazı altında hepimiz kalmaz mıyız? Batan devlet gemisinden sizler de dahil kurtulan olabilir mi?
Tehlîkenin farkında değil misiniz?
Dindarım diye ahkâm kesen kalemlerden biri, bütün dünyada özelleşmiş bir sıfat olan "Asr-ı saadet"i; gûya bir dönemi tenkîd için kullanabilecek kadar câhil cesâreti gösterebiliyor ve sizler, susuyorsunuz! Duymazdan, görmezden geliyorsunuz ve ulemâdansınız!
"Dolma kalemler"ce, yandaş yazarlarca saygısız sıfatlarla kulakları çınlatılan Türk milliyetçisi yazar-çizerlerin en tanınanları; Türk Milletine "Türk halkı" diyorlar! Seyrediyorsunuz! Susuyorsunuz! Bu tarihî vebâle ortak oluyorsunuz!
PKK'nın artık özerklik îlan ettiği Diyarbakır'da -gûya- bir sivil toplum örgütü mensûbu veya temsilcisi; "Kürt milleti" tâbirini kullanırken Türk milliyetçisi sıfatlı aydınlarımız Türk halkı demekte ısrar ediyorlar! Milletliğimiz hedef alındı! Görmüyor musnuz? Millet olarak bütün kalamazsak, devlet olarak kalabilir miyiz?
1278 sene evvel devletlik-milletlik teâmülümüzü taşlara kazıyıp târihe emânet eden Bilge Kağan ve Kül Tigin Kardeşlerin sözlerini siz unutursanız, millete ve yönetenlere siz hatırlatmazsanız; "Tanrı güç verdiği ve bahtım açık olduğu için kağan oldum. Kağan olunca fakir halkı topladım. Fakir milleti zengin, az milleti çok kıldım." diyen Bilge Kağan emeklerini; "Bumin Kağan tahta çıkar çıkmaz Türk milletinin ilini, töresini ele alıp tanzîm etmiş. Dört tarafı düşman imiş. Ordu gönderip dört yandaki halkı hep almış. Başlısına baş eğdirmiş, dizlisine diz çöktürmüş." diye Kül Tigin'in anlattıklarını; halkların nasıl milletleştirildiğini, yöneticilere kim hatırlatır?
Tarihin hangi döneminde ve dünyanın neresinde Türk'ten başka halkları toplayıp milletleştiren ve milletleştirdikten sonra halklar arasında asla ayırım yapmadan adâletle yöneten bir erk olmuştur?
Dîninize ve dününüze bu kadar yabancılaşmaya hakkınız var mıdır? Kör câhilin bile kul hakkını, kardeşlik-akrabalık-hısımlık hukukunu bildiği-korktuğu islâmî gerçeklerden bu kadar mı uzaksınız?
Gerçeği ve ilmini milletle paylaşmayan âlimin; iktidarda zulmeden âmirin, dînen cezâsını, avâm bile biliyorken siz bilmiyor musunuz? Sükûtunuz ikrârınızdan mıdır yoksa? Eğer siz, ısrarla susacaksanız size son sözüm:
"Ben en hakîr bir insanı kardeş sayan bir rûhum!
Bende esîr yaratmayan bir Tanrı’ya îman var,
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar...
Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et!
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir...
Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir!
Bu zavallı sürü için ne merhâmet, ne hukuk,
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!.." diye Mehmet Emin YURDAKUL'ca olur...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"TEK PARTİ ASR-I SAADETİ"

Laf oyununa getirerek cumhûrdan, cumhûriyetten kendi anladıkları ve fısıltıyla anlattıkları gibi bahseden ve faydalananlar var yazık ki!
Yüzlerce yıl dünyayı kendisine özendirerek benzeten bir sistemin; Avrupa ile tanışan ve Osmanlı'ya yüzlerce yıl özenen batıyı taklîdi, ilericilik sayan devrin aşağılık komplekli okur-yazarları, muazzam bir imparatorluğu teamüllerinden uzaklaştırarak 1.-2. meşrûtiyetlere mecbûr ettikten sonra çatırdatarak, parçalayarak, böle böle ufaltıp bitmesine neden oldular!
Çöküşü 30 yıl yavaşlatarak hatta durdurarak erteleyen Sultan Abdulhamid "Gaflet İçindeki Münevver..." lerden bahsederken; "Mekteplerimde okuttuğum, Avrupa'ya gönderip dünyayı öğrenmelerini sağladığım insanların bazıları, kabiliyetsiz çıkıyorlar, Avrupa'da neye bakıp neyi görmeleri gerektiğini kestiremedikleri için memlekete zararlı fikirlerle dönüyorlardı. Kendilerini yanlış yetiştirdiklerinden dolayı cezalandıramazdım. Ama başkalarını da yanlış yetiştirmelerine izin vermek hakkım değildi." Dedikten ve tarif ettiği kişilerin İngiltere'deki meşrûtiyeti, Avrupa'daki kadınların erkeklerle dansını medeniyet diye algılamalarını, Fransız İhtilâli'ni anlamadıklarını veya yanlış yorumladıklarını anlattıktan sonra; "Hürriyet, hürriyet diye devlete oturdular fakat gelir gelmez hürriyeti yalnız kendileri için istediklerini de ortaya koydular. Onların anladıkları hürriyetin bana sövüp sayma, kendilerini alkışlama hürriyeti olduğu eserleriyle ortadadır. Köprü üstünde muhalif muharrir öldürmek hürriyeti de buna dâhil!... Tanrı memleketimi bu çeşit hürriyetlerden korusun!..." Diyerek târihe şerh düşer...
Günümüz "kendilerini alkışlayanlar"ından, yandaş "dolma kalemler"den biri; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu, 2. Cumhuriyetçilerin tepe tepe kullandıkları demokrasinin bânisi, Muhteşem Türk Atatürk devrini kasıtla; "İlle “parlamento eliyle sivil faşizm” arıyorsanız, size “tek parti asr-ı saadeti”nde olup bitenleri irdelemenizi öneririm... İl başkanı olacak zat, aynı zamanda parti komiseriydi, aynı zamanda devletin valisiydi, aynı zamanda belediye başkanıydı, aynı zamanda genel başkanın mutemetiydi... Parti, “açık oy, gizli tasnif” sistemine göre yapılan seçimlerle iktidara gelirdi, gitmek bilmezdi." diye târif ediyor!
Tenkîd mi, takdîr mi yoksa mevcût AKP Genel Başkanı ve hükümetini anlatım mı anlayamadım!
Tevâfûken, müthîş bir benzetmeyle; Düvel-i muazzama'yı ters yüz edip geri gönderdikten, cihan harbinden çıktıktan bir kaç yıl sonra uçak yapıp ihrâc edecek kadar medenîleşen-gelişen Genç Türkiye Cumhûriyeti'nin ilk ve Atatürk'lü yıllarını, "Asr-ı Saadet"e benzetmesinden de müthîş keyf aldım.
Aklı, soy adıyla müsemma "Kekeç"in, bu akıl kekelemelerine söyleyenden çok söyletenin hikmeti olarak bakmaktan da ayrıca keyf alıyorum.
Demek ki ikinciler, taklitçiler, taklitçilik gibi aşağılık kompleksliler, hep birbirine benziyorlarmış! Akılları kekeç olduğu için algılamaları, anlatımları kekeç olduğu için de ifâdeleri kekeme oluyormuş!
Türkiye'nin her bölge ve vilâyetinde olmakla övünen, kendilerini ve yandaşlarını alkışlayan, alkışlatan; Diyarbakır'da kürtçü, Yozgat'ta -kendi anlamladırdıkları şekliyle- milliyetçi, İzmir'de Atatürkçü, Konya'da millî görüşçü, fısıltı muhabbetlerinde anti siyonist, açıkta İsrail düşmanı davranışlarla; ne olduğu, hangi fikre mensûb olduğu belli olmayan, anlaşılamayan AKP Genel Başkanı ve yöneticilerini, ben böyle târif etseydim bana neler derlerdi neler!
"Ben, doğuştan merhâmetli bir insanım. Fakat devletin merhâmetle idare edilemeyeceğini de bilirim... Ne yaptıysam, yapabildiğimdir. ... Gerekeni yaptım, faydalının peşinden koştum, ahaliyi ezdirmemeye çalıştım; beyhûde kan dökülmesinin karşısına her yerde çıktım. Memleketim, Jön Türklere gösterdiğim şefkatten değil, Jön Türklerin bağışlanmaz gafletlerinin kurbanı oldu; işte o kadar!..." diye târihe ve millete seslenen Sultan Abdulhamid'in batı taklitçilerine, Atatürk Cumhûriyeti'nin millet eliyle yetki verdirdiği demokrat maskelilere ve "dolma kalemler"e gösterdiği müsâmaha benzerliğine bakar mısınız Allah aşkına?...
"Zulüm ile âbâd olanın âhiri ber-bâd olur."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ocak 16, 2010

ÇOK DEDİK, AZ İŞİTİLDİ!...

Özellikle 12 Eylül Kıyametinden sonra, yıllarca gücümüzün yettiğince dikkat çekmeğe, sesimizin yettiği yerleri uyarmağa gayret ederek millî aklımızı hep canlı ve müteyakkız tutmamız gerek dedik!
Millî değerlerimize de en az dînî değerler kadar sahip çıkmamız hatta millî değerlerimizi diri tutamazsak dînîmize sahip çıkamayız, yakın geçmişimizdeki işgâlleri, camilerimizin at tavlası ve dansöz masası edildiğini unutamayız dedik!
Haklara özgürlük, halkların eşitliği, halkların kardeşliği gibi slogan maskelerle millet bütünlüğümüzü tahrip ediyorlar dedik. Milletliğimizi muhafaza edemezsek devletliğimiz tehlikededir dedik. Kahramanı olmayan, kahramanı ölmeyen toplumlar millet olamazlar. Kahramanlarımıza sahip çıkmak zorundayız dedik!
Vatan sever ile millet sever birbiriyle alâkalı ama tamamen farklı duygu ve kavramlardır dedik. Sosyalist te, komunist te, marksist te, ümmetçi de, liberalin haricindeki bütün 'izm' mensupları da vatan sever olabilir; farklı hesaplarla üzerinde yaşadığı toprağa babasının, dedesinin mezarlarının bulunduğu yere vatan diyebilir ve sahiplenebilirler ama millî ruhla devletleşerek millet ve devlete dünya adresi olarak kabûl ettirilen vatan bütünlüğünü korumak için sadece millet sever yâni milliyetçiler severek ölürler dedik!...
Emperyalist milletlerin dünyaya ihrâç ettikleri izmlerin mensupları ve diğer radikal fikir mensupları da fikirlerini hâkim kılmak için girecekleri öldürerek kabul ettirme uğraşlarında kazara ölebilirler. Onlarda fikirlerini kabul ettirmek için öldürmek amaçtır ama milliyetçi -dahası- İslâm'la bütünleşmiş Türk Milliyetçisinden başka; ölümü şehâdet, şehitliği ölümsüzlük sayan ve hevesle ölen fikir mensûbu yoktur dedik!
Haçlı birliğine girerek iri görünmek kompleksindeki korkak milletlerin tamamı, bazı milletlerin milliyetçiliğinden korkarlar. Birbirinden de korkan bu korkaklar, bir araya gelerek kuvvetlendikleri zannıyla zâlimleşirler dedik. Tarihin dolgu malzemeleri bu korkaklar ya Amerika Birleşik Devletleri, ya Avrupa Birliği gibi birleşik sıfatlı adlara sığınırlar! Savunma refleksleri ve zırhları korkuları olan bu korkak zâlimlerin silahları ise genellikle demokrasidir dedik! Haçlı adıyla yüz yıllardır bir araya gelen bu korkak zâlimlere karşı müteyakkız olmamız gerek dedik. Çok dedik, az işitildi!...
Halkçılığa sığınmış korkaklarımızın; demokratlık, diplomatlık maskeleriyle ve batılılaşmak, entelleşmek hevesleriyle bu dünya zâlimleriyle yaptıkları paralı iş birliği sâyesinde, şu anki 'açılım'lı, saçılımlı, ayrıştırıcı, ötekileştirici, bölücü belâlarla muhatabız! "Dolma kalemler"imizin, işbirlikçi entellerimizin, siyasî yalakalarımızın; halkçılık maskeli, dindarlık kisveli korkak siyâsilerimizin demokrat(!) uğraşlarıyla milletliğimiz ma'lesef tehlikede!
Îmanlı tarifli Milli Görüşçülerin çekirdek kadrosundan oluşan AKP Hükümetinin -dikkat edilirse- eski komüniste, eski sosyaliste, eski liberale hatta eski dinsize iltifat edip gazeteci veya kanaat önderi sıfatı verdiği, devlet uçaklarıyla dedi-kodu etmek için seyahatlere götürdüğü, kamu oyuna mesajlarını iletmek için bunları kurye olarak kullandığı ve Türk Milliyetçilerini tehlikeli diye îlan ettiği, çok açık! Bölücülük eksenli, okyanus ötesi programlı, ayrıştırıcı ve içi boş 'açılım'a karşı çıkan Türk Milliyetçilerine; "Analar ağlamasın!" sloganına karşı çıktıkları için birinci ağızdan "vatan haini" dediler!
Yıllarca demokrasiyi araç olarak kullandıklarını saklamayan bu zihniyet; -neyine yarayacaksa- demokratlaşan Genel Kurmay'ın kozmik odalarına kadar demokrasi adıyla girdiler! Ordumuzun mahremine değen bu gayr-ı millî ellerin nelere mal olacağını da hep beraber izleyeceğiz ma'lesef!
Asrın dolandırıcıları, "temiz kardeşimiz." tarifiyle ahkâm keserken üstün hizmet madalyaları ile başarıları tescilli ordu mensupları ve kahraman millet evlâtları ceza evindeler!
Dönenler, dönekler, değişen-gelişenler, paltosuna sahip çıkmaktan âciz siyâsi amigolar, yönetimdeki demokrat maskelilerden iltifat görürlerken bu çıkar eksenli ilişkilerin nelere gebe olduğunu görmemekte ısrarcı olan, aymaz bazı milliyetçi sıfatlı yazar-çizerlerimizin ısrarla "Türk Halkı" diyerek milletlik bağlarını törpülemelerine ise tarifsiz isyânlardayım!...
"Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı yırtıcıdan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa öleceğini bilir! Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı koşan ceylandan hızlı koşması gerektiğini yoksa açlıktan öleceğini bilir! Aslan veya ceylan olmak fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlamak, yaşamak için mecbûriyettir." (Afrika ata sözü)
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 06, 2010

"SESSİZ GEMİ" YOLCULARINA...

Bu da kendimle sohbetim! Bu, kısalığını anlayamadan bitecek olan ömrümde; bu, bu kadar yıldır sür'atini hep şaşırarak izlediğim zamân içinde, her sıkıştığımda yaptığım gibi gene kendime firârım!...
Her vakitsiz çaldığında olduğu gibi sabahın alaca karanlığında telefonum beni kötü bir haberle yüzleştirdi gene! Baba yurdumuzda, köyümüzde, Ata Ocağımızı tüttürmek düşüncesiyle sülâleyi temsîlen köyde kalan kardeşimizin ölüm haberini almıştım... "İnna lillâhi ve inna ileyhi raciûn."
Emr-i Hakk ile bir daha canımdan bir can koptu. Bir daha; "Dünyada ölümden başkası yalan." gerçeği ile yüzleştim. Yere yurda sığmayan, ipe sapa gelmeyen insanlığımın aczini bir daha yaşayarak âlemleri içinde var edip bütün kâinatı içinde barındıracak büyüklükteki, yumruk kadar kalbe sığan, şekilden ve yerden münezzeh Ol Yüceler Yücesi ile olabilmek, Allah'ıma sığınabilmek ümîdimle, târifsiz beşerî paniğimle, "Ve tevekkel a'lallah" (Vekil olarak Allah yeter- Ahzâb-3) diye ikrâr ederek bir daha kendime firâr ettim...
İnsanlığımdan korkup, insanlığımdan kaçıp insanlığıma sığındım Allah'ımdan yardım dileyerek...
İnsafsızlığının farkında olmayan insafsız zamanın, günümüz şartlarının, teknoloji ve geçim gâilesinin el ele vererek darmadağın ettiği, dört bir yana savurduğu aile bireyleriyle, sülâlemle, dede-baba komşularımla, mecbûren bir daha toplandık.
Demek ki hayda, vayda, toyda bir araya gelmek geleneğimizi muhafaza ediyoruz hâlâ! Demek ki hâlâ aileyiz, sülâleyiz, akrabayız, komşuyuz hamd ü senâlar olsun...
Bazen toy'da erteleme olabilir. Toya katılamamanın ma'zereti olur ve kabûl edilir. Cenâzenin yâni vay'ın ma'zereti yok! Vayı paylaşmayana, aile ferdi tarifiyle aile efrâdının canının yanan yerine elini koyamayan, canının acıyan yerinde sülâlesinin elini hissedemeyenlerin halini tarife, imkân yok! Ömür boyu yalnızlığı seçmiş, ömür boyu yalnızlığa mahkûm olmuş veya edilmiştir o! Sözün söz hükmünü kaybettiği hâl bu işte! Sözün çâresiz kaldığı, insanın kendine bile anlatamadığı veya anlattığını anlayamadığı, beynin düğümlendiği, aklın iflâs ettiği, bütün hissiyâtın canının yandığı hâl, bu işte! Ve bütün zorlardan daha zor!
Kaçanın kurtulması, kovalayanın yakalaması mümkün olmayan; kaçanın da kovalayanında attığı her adımda, soluduğu her nefeste sona yaklaştığını anladığı hâl bu...
Bu ecel...
Bu ölüm...
Bu yok oluş diye târif edilen sonsuz hayâta başlangıç... "Bir çok gidenin her biri memnûn ki yerinden/ Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden." diye târif edilen "Sessiz Gemi"nin yolcularından dönen olmadığı için sonsuz hayatı merak edenler, sayısız!...
Sessiz Gemi ile yolcusunu gönderen her kesin dileği, gönderdiğini Cennet'e yolcu etmek ama; "Her kes odununu kendi götürür." tarifli yere göndermek te var Allah korusun...
Kimin nereye gideceğini sadece Ol Yüce Rabbim biliyor. Bir de sonsuz yolculuğa çıkan da biliyordur her halde. Her yolcu yakınının aklına o gün, kendi odununu götürüp götürmeyeceği gelir. Korku başlar! Her kesin kendi içinde, vicdânında kendini yargılaması başlar! Çârenin çârelikten çıktığı, insân irâde ve aklının çâresizleştiği bu anda, O'na sığınmaktan başka yol kalmaz.
Öyle bir hikmet, öyle bir mûcizeki bu; göklerin, yerin ve dağların kabul etmediğini kabullenerek cahilliği, zalimliği kabullenen insanın Yaratıcıya teslîmden başka çâresinin kalmadığı bir hâl bu...
Bu îmansıza göre yok oluş; îman ehline göre sonsuz hayata gerçek doğuş...
Yâni bu, ecel! Yâni her fâninin tadacağı ölüm bu...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 04, 2010

"SAKIN DENGEYİ BOZMAYIN."

Yazımın başlığı, alıntı!
İnanan-inanmayan herkesin müracaat ettiğinde mutlaka ilâhi bir işâret alacağına inandığım bir adresten alıntıladım başlığı. Bütün zamanların kitâbı ve bütün kitapların O'nu anlamak için okunduğuna inandığım Kur'an-ı Kerîm'den...
"Ellâ tedğavfîl mîzan- Sakın dengeyi bozmayın" (Rahmân-8)
Gönüldaşlarım;
Güzel sesliler arasında, yorumcular arasında, sanatçılar arasında tercîh yapan, yapmaya hakkı olan herkesin kitap-dergi-gazeteler arasında da, hatta aynı gazetenin muharrirleri arasında da tercîh hakları vardır ve bu haklarını kullanırlar. Fakîri tercîh edenden de, etmeyenden de Allah(c.c.) râzı olsun ve seslenişim onlara, onlar vasıtasıyla duyurabileceğim bütün dostlara...
"Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" diyerek te ölümsüzleşen Fuzûli'yi bir daha rahmetle yâd ederek ve gönüldaşlarıma yalvararak bir rica hakkımı kullanacağım.
Ülküdaşlarım, Gönüldaşlarım,Yoldaşlarım;
Milletimizin devâmı, devletimizin ebed-müddetliğinin teminatı, nizâm-ı âlemden sorumlu ırkın ahfâdı Türk Gençliği, Ülkücüler, Alperenler;
İnsanî özelliklerin güzelleri sıralandığında; emînlik, sırdaşlık, sadâkat, vefâ ilk sıralarda yer alır.
Ketûmiyete mecbûr yâni beşerî zaaflarını konumu, mevkisi, makamı gereği saklamakla mükellef kanaat önderi kişiler bâzen çok inandığı, güvendiği, sırdaşlıklarına emîn olduğu ve "dost" bildiği kişiler yanında rahatlar ve kendileri gibi davranırlar. Buna ihtiyâçları vardır!
Hani bâzen insanın yaşını unutarak çocukça taklalar atma arzusu depreşir ya! Bâzen edep dışı olduğunu bildiği ve söylediğinde toplumu rahatsız edeceğini öğrendiği-öğrettiği küfür diye tarif edilen, galiz sözleri sarf etmeğe ihtiyâcı olur ve küfreder ya! Öylesi anlar işte...
Beşerî za'flarını, isteklerini, hayallerini hatta sevdâsını paylaşır bu emîn olduğu kişilerle! Bu özellerin paylaşıldığı zevâtın işi, kanaat önderi insandan daha zordur! Yüz binlerin, hatta milyonların inandığı, güvendiği, örnek kabûl ettiği kişinin beşerî davranışlarının, insânî sıradanlıklarının şahitleridirler! Yanlarında yapılan davranışlar, söylenen sözler, asla hiç bir yerde anlatılmamak üzere onların vicdânî nâmuslarına emânettir! Bu emânete hıyânet edilmez, edilmemeli, edilememeli...
Hâneden sayılacak kadar, hatta hâne mensuplarından daha fazla güvenilen, inanılan ve yanlarında beşerî davranışların, sözlerin, küfürlerin rahatça yapılabildiği kişiler; bir gün bu şahsa veya herhangi birine kızdıklarında, vicdânî nâmuslarına emânet edilmiş bu davranış veya sözleri fâş ederlerse önce kendilerine ihânet ederler! Güvenilir insanlıklarını kaybederler!
Bazı internet sitelerinde; Emr-i Hakk'tan ve merhûm Muhsin YAZICIOĞLU'ndan sonra, genel başkanlığı verâseten alan Yalçın TOPÇU ile ilgili hiç te edepli olmayan yazılar, yorumlar görüyorum!
Tek kelimeyle utanıyorum! İnciniyorum! Rûhum bunalıyor!...
Hele bu yazılan ve yapılanlar; "Ebedî Nizâm-ı Âlemciler Alperen Ocaklılar" adı ve imzasıyla olunca da tek kelimeyle ürküyorum!
Herkesin inâdına Türk milletinin refleksi olduklarına inandığım Ülkücü Gençlik ve Alperenlerin böylesine ucuz ve hafîf (yüngül) davranışlar içinde olmamaları inancımla, edep ölçüleri içinde müdâheleyi de vicdâni bir görev sayıyorum.
Allah(c.c.)'ın en büyük ikrâmı akılla bezenmiş insandan başka aşkı, sevgiyi, muhabbeti, sadâkati veya zıddı kîni, ihâneti yaşayan-yaşatan mahlûk yoktur!
Bütün insanlığımla, bahse konu kişilerin insanlıklarına, vicdânlarına Allah(c.c.)'ın kelâmını hatırlatarak seslenmek istedim: "Ellâ tedğavfîl mîzân- Sakın dengeyi bozmayın."
Siz, size güvenenlerin sırlarını ve beşerî za'flarını fâş ederseniz, kendinizi fâş ettiğinizi Allah aşkına fark edin ve bu hatâlı davranıştan sürâtle vaz geçin. Bu yanlış davranışın, devlet-millet düşmanları haricinde kimseye bir hayrı yoktur!
Meşrû zemînlerde, meşrû zamanlarda, meşrû mücadeleye herkesin hakkı vardır. Fakat vicdânî nâmuslara emânet edilmiş hâl ve sözleri fâş etmek, emânete hiyânettir ve Ülkücülüğe-Alperenliğe, yiğitliğe, mertliğe asla, kat'a yakışmaz vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ocak 02, 2010

RÛHUNA KULAK VER EY SAĞIR!...

Rıza Zelyut'un; "Bu milletin rûhu yeter..." diye, sağırların bile duyabileceği Türkçe nârasını okurken aklıma, -dincilerin inâdına- millî şairimiz Mehmet Akif'in, aynı millî duygularla, millî yakarışı geldi:
"Rûhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli;
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!"
89 sene arayla, aynı bedenin aynı uzvundan, ağzından aynı tonlamayla iki nârâ!... Konuya geçmeden, kasıtlı olarak unutturulmak istenen millî değerimiz "İstiklâl Marşı" hakkında, kısa bir ma'lûmât:
Genç ama yorgun devletimizin zor günlerinde, millî bir marşa ihtiyâç duyulur. Millî Eğitim Bakanlığı ödüllü bir yarışma düzenler. Yarışmaya 724 şiir katılır. Mehmet Âkif, para ödülü olduğu için katılmaz. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi'nin ısrarıyla şiirini gönderir. "Kahraman Ordumuza" adıyla 20 Şubat 1921'de yazdığı şiir, 12 Mart 1921'de Gâzi Meclis'in gâzilerince ayakta alkışlanarak millî marş olarak kabul edilir.
Millî ruhun, 89 yıldır; "Kör gözlere parmağımız." mantığıyla, Millî Marş olarak terennüm ettiği bu müthîş şiir de Ordumuz'a ithâfen yazılmıştır hatırladık mı?...
Muhammed İkbâl'in; "Müslümanlardan kaçıp İslâmiyet'e sığındım." dediği dincilere inat millîleşen, millî rûhu temsîle mecbûr edilen Âkif, daha önce de Ordumuzu târif ederken;
"Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhîdi.
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. " demişti...
Akıl, rûhun görüntüsü olan bedeni bazen rûhu rahatsız edecek kılıklara sokar! Rûh tek olmasına rağmen beden, uzuvlardan oluşur. Kafa, kol, gövde, bacak; kafada saç, göz, kaş, kulak, ağız, burun, burun delikleri, kulak delikleri; gövdede kol, bacak; kolda eller, ellerde parmaklar, parmaklarda eklemler, tırnaklar; bacaklarda butlar, baldırlar, bilekler, topuklar, tabanlar; tabanlarda parmaklar; parmaklarda tırnaklar... Rûhun bedeninde, aklın irâdesiyle uzadıkça kesilip atılan saçlar, tırnaklar...
Bâzen aklın akılsızca, aptalca uygulamalarıyla kesilmesi gerekirken ojelenen, altında kendi necâseti de dahil pislikleri toplayan tırnaklar ve yine akılsız akılların, özellikle yabancılaşan entellerin gûya olumlu bir târif yapıyormuşçasına dedikleri; "Etle tırnak gibi..." benzetmesi!
Akılsız akıllar, bu rûhu rahatsız eden benzetmelere, kesilmesi gerekirken tırnağı ojelemeye devâm etsinler! -Şimdilik- mes'elemiz bu değil...
89 yıl ara ile rûhu seslendiren veya rûha seslenen iki ses, bu gün meselemiz...
İki ses te kendi üslûbuyla; islâmla şereflenmiş rûhu temsîl eden Türklere Türkçe sesleniyor...
Millî Şâir Âkif, gene seneler önce "Ordunun Duası"nı yaparken, yazarken;
"Türk eriyiz, silsilemiz kahraman.
Müslümânız, Hakk'a tapan Müslümân.
Putları Allah tanıyanlar, aman
Mescîdimin boynuna çan asmasın.
Âmin desin hep birden yiğitler,
'Allahu ekber!' gökten şehitler.
Âmin! Âmin! Allahu ekber..." diye Türkleşmişken, 90 sene sonra bir daha Türkleşen rûh; müslümân adıyla İslâm rûhumuza saldıran, mescîdimizin boynuna haç astırmağa çalışan, kesilesi tırnaklarımıza, uzayan şampuanla kirletilmiş saçlarımıza; "Bu milletin rûhu yeter." diyor...
Ve size söylüyor! Size söylüyoruz bakıp görmeyenler, işitip duymayanlar! Ben de aynı rûhun seslenenlerinden biri olarak;
"Tanrı, Türk'ü fert yaratmış, zâlimlere dert yaratmış
Mazlûma kol-kanat etmiş, merhâmetli mert yaratmış
Yerle gök az gelir diye yönleri de dört yartmış!
Başlıya baş, dizliye diz eğdiren tek âdil erkim
Yaratılır iken tektim, kıyâmete kadar tekim." diye şükrederek nârâlardayım...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 01, 2010

GELEN, GİDENİ ARATTI...

Millet yeni yıla girdik diye sevinirken ben, eskileri özledim! Eski demokrat hatalarımızı, siyâsi kutuplaşmalarımızı, eskittiğimiz güzelliklerimizi özledim!
Eskiden de duymak istediğimiz yalanı söyleyenler seçilirdi! Ağaların desteği, şeyhlerin-şıhların gizlice el vermesiyle parti listelerine giren, seçildikten sonra genel başkanın emri olmadan el kaldırıp indirmeyeceği bilinen millet vekili adaylarına oy sözü verilirdi! Bâzen hem söz hem de oy verilir ve hükümet değiştirilirdi eskiden!
Adaylar milleti, millet adayları kandırdığını bile bile ve güle oynaya sandıklara gidilirdi. Seçimden sonra kazananlar bir dahaki seçime kadar seçildiği yeri unuturken kaybedenler, bir dahaki seçime kadar kandıramadığı, kandırıldığı öfkesiyle herkesle kavga ederdi ve bu kavgalara gülünürdü!
Ruslarla, komünizmle korkutularak Nato'ya girip bağımsızlık karakterimizi uzun süreli izine çıkardıktan sonra, doğru sözlü siyâsilerimize karşı her on yılda periyodik uygulanan darbelerin inadına; "İzindeyiz!" sloganı, tatildeyiz anlamında kullanılarak darbecilerin mağdûr ettiği siyâsilere oy verilirdi! Altı kere giden, yedinci kere getirilirdi!
Seçim biter bitmez şikâyetlenmeler başlardı! İktidar ve muhalefet yandaşları arasında gene çekişmeler vardı ama her çekişme sonunda yapanlara, yapılanlara mutlaka gülünürdü.
"On lira yevmiye, on iki nüfus/ Ne ey oldu gardaş, öldün gurtuldun" diyen, "Günah sisi vardır iman dağında/ Dize kadar çamur yola ne deyim?" diye soran ozanlarımızla; "İşçisin sen işçi kal" diye sol yumruğunu havaya kaldıran popçularımızla; "Aldırma gönül aldırma" diyen devrimci, "Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türk'ün Bayrağına" diyen ülkücü sanatçılarla coşulurdu. Ne kadar hoş görülü olunduğunu ispât için rol yapılmazdı.
Partilerin, partililerin, seçmenlerin siyâsi kimlikleri aşikârdı. Sağcı da bilinirdi, solcu da. "Gelene yenge, gidene sağdıç" eyyâmcılara "renksizler" diye berâber kızılırdı. Kızılırdı ve camilerde saklanan bu renksizlerle aynı safta, aynı imama uyarak namaz da kılınırdı! Camiler, cemaatlerce paylaşılmazdı!
Hırsızlar, arsızlar, namussuzlar belliydi! Hırsızın hırsızlık edebi, pezevengin meslek âdâbı vardı! Hırsız fakirin evine asla girmez, pezevenk vesikalı hâricinde kadın pazarlamazdı. Hiç kimse başı örtülü kadına-kıza yan gözle bakmazdı ama adı tesettüre, türbana dönüştürülmüş kıyâfetlerle, lüks arabalarla dolaşan vesikasız tele-kadınlarda olmazdı!
Kurnazlar, kumarbazlar, dolandırıcılar eskiden de vardı ama adresleri belliydi. Hortumcular, milleti soyanlar, kurban paralarını iç edenler cami derneklerinde veya dîni maskeli yardım derneklerinde, Deniz feneri e.V'lerde olmazlardı! Avrupanın Asrın dolandırıcısı diye yargıladığı kişiye "temiz kardeşimiz" diye sahip çıkılmazdı. Yalancılığı tescîlli yalancılar bile yalan yere yemîn etmezlerdi!
Arsızlar, kumarbazlar, hırsızlar bilinir; yalancılar, talancılar, kara borsacılar tanınırdı. Zamparalar, sermâye karılar, pezevenkler, genel ev patronları tanınır, bilinir hatta vergi rekortmeni genel ev patronlarına devlet ödülleri verilirken bile teşhîr edilirdi sessiz sedâsız!
Demokratik haklarını kullanan öğrenciler ve onlara karşı toplum polisi vardı. Onlar birbirini tanır, birbirine karşı tedbirler, yaptırımlar uygularken mahallelerde, sokaklarda asayiş "Bekçi Baba"nın düdüğü ile sağlanırdı. Cibali Karakolu Baş Komseri Cafer ve pala bıyıklı Bekçi Murtaza'nın otoritesi sorgulanmazdı.
Avukatlar, cânîye-bebek katiline kuryelik etmez, hâkimler savcılar siyâsi teröristlere teslîm olmazlardı!
Devlet dairelerinde makamlara yakın mescitler olmazdı ama günlük traşlı, badem bıyıklı, al yanaklı, doksan dokuz tesbihli, kıravatlı, bal dudaklı îmanlı, yalakalar da bulunmazdı!
Millet kavramı da milliyet kavramı da bilinirdi! Milletin mensûbu halklar bilinir, birbirini tanır, millî meselelerde yek-vücûd olunurdu.
Hatırlarken özledim! Eskileri hem de eski hırsızları, eski pezevenkleri, eski vesikalıları, eski stokçuları, kara borsacıları ve bunların korkulu rü'yâları Baş Komser Cafer'leri, Bekçi Murtaza'ları özledim. Gelen îmanlılar, giden îmansız diye iftira edilenleri arattılar, özledim vesselam...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN