Pazar, Şubat 28, 2010

DİVÂN-I LÜGAT'İT TAYYİP...

Kurumların ve kavramların çatıştırılmasıyla uygulanan "alıştıra-alıştıra, hazmede-hazmettire" projesinin baş aktörü, BOP Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yorum farkıyla bazı kavram ve kurumların "Tayyipçe"si...
Tayyipçe'de;
GAZETE: Dükkân! Her türlü inancın ve karakterin alınıp satılabileceği, kullanım süresinin AKP'ye verdiği katkısıyla belirlenen, yalaka-yağcı-amigo kişilerin transferlerinin gerçekleştirildiği en-tellek-tüel semt pazarı...
MUHABİR: Muhbir, anten, gizli tanık, ajan, telekulaktan kaçmayı başaranları takiple görevli; ücretleri TMSF'ce atanmış müdürler tarafından belirlenen, kendilerine tahsîs edilmiş köşeleri ve izlenmeyen televizyonlarda gece yarısı programları sayısınca popüler, kiralık dolma kalemler...
KÖŞE YAZARI (muharrir): Spekülatör! İMKB'de kumar oynayıp paradan para kazanan, sanal sermâyesini çekerek bir günde %6,5'luk düşüşe neden olan ve AKP'nin 'Sanal Ekonomik İstikrâr'ına zarar veren provakatör! Yandaşsa resmî uçaklarda VIP muamelesi gösterilen, havada havalı beyânatların dikte ettirileceği kâtipler-kâtibeler...
DEMOKRASİ: Gereken durakta inilecek tramvay. Gecikenin kaçıracağı tren. İnenin yerini kaybedeceği kompartman. Gömlekleştirilen ve önümüzdeki günlerde kurşun geçirmezi sipâriş edilen Millî Görüş'ü; "Devletin kılcal damarlarına nüfûz" ettirinceye kadar kullanılacak bir Anayasal araç...
DİPLOMASİ: "One minute! Orda dur!" elektronik sinyalli, mahkemede şaşmak için karakolda söylenen doğru! Köprü geçilinceye kadar halklara yapılan "dayı" muhabbetli ilm-i siyâset! Devletin başına geçirilen çuvala verilen 'müzik notası'; tek mermi patlattırmadan, başka anaları ağlatmadan işgâline demokratça yardım edilen ülke yönetimini, dışarıya karşı "şirket yönetimi" diye takdîm...
ANAYASA MAHKEMESİ: Sür'âtle lağvedilmesi gereken İskenderin Kılıcı. AKP'yi "Laikliğe karşı odak olmak"tan suçlu bulup kapatmayan, para cezasıyla canını çok acıtan siyâsallaşmış, anti-AKP'li gayr-ı meşrû bir kurum. DTP'yi kapatarak demokrat teröristlerin insan haklarına müdâhil olan, demokratlaşması mümkün olmayan bir vesâyetçi...
HSYK: Adâletin, yargının, savcıların, yargıçların AKP'lileşmelerini engelleyen, "Devlet Yanlısı Çete"nin Atatürk'e, cumhuriyete en sâdık ve en organize birimi...
MÜLKİ ÂMİRLER: Valiler, kaymakamlar; AKP'nin toplumu dilencileştirme operasyonlarında canla-başla hizmet veren, kapı-kapı erzak dağıtan, hazîneden maaşlı il-ilçe AKP temsilcileri.
YÖK: Muhalefetteyken yok, iktidarda çok sayılan, cumhuriyetçi-Atatürkçü rektörlerin türbana saygı duruşlarını almakla görevli mehterân çorbacıbaşısı, türbana ve en güçlü maske tesettüre saygı duruşunda sıkıntı yaratmayacak müritlerin yetiştirileceği meşrû medrese...
BELEDİYE: AKP'liyse teşkilat içinde yok sayılan, hazîneden ayrılan yerel bütçelerinin yerel yandaşlara dağıtılmasında görevli sâdık partililerin; muhalefettense AKP hâkimiyetine mani olmak için direnen "Devlet Yanlısı Çete"nin organize bir başka birimi.
MERKEZ BANKASI-DARPHÂNE: Paramızın altı sıfırın atılmasıyla tedâvülden kaldırılmasıyla dış borçlar söylenirken bin veya milyon, yatırım maskesiyle yandaşlara peşkeş çekilen işler ifâde edilirken katrilyonla ifâde edilen ve semt pazarlarından başka yerde geçmeyen parayı basmakla görevli kalpazan matbaası ve basılan kalp sikkeleri saymakla görevli kasiyer... Veee;
MİLLET: Başına vurup ağzından lokması alınacak zavallı. Çiftçisine, işçisine, sendikasına, bakkalına, askerine, şehîdine-yakınlarına, muhalif partilisine küfürler edilen, meydanlarda coplanan, biber gazı sıkılan, sokaklarda arabaları ve otobüsleri PeKaKa'nın insafına terk edilen, hakaret edildikçe, ezildikçe daha fazla oy alınan bir kilo makarna, bir torba yanmaz kömür bedelli, ucuz-dilenci topluluğu...
Örnek kavram çok! Îmanlı AKP'lilerin çok sık kullandıkları "yalan atının kırbacı" yemînden de -teyet- bahsederek, kalanların kısa sürede AKP'celeştirileceğini izleyeceğimiz kurum ve kavramları unutmamak üzere hafızalarımıza kaydedelim lütfen. Kaydedelim, unutmayalım, kaybetmeyelim n'olur!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 26, 2010

UNUTMAYIN, BAŞBAKANIN DA PATRONU VAR...

"O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da feryat etmeye hakkın yok." diye kükreyen Başbakan, patronları tehdît ederken, köşe yazarlarını da patronlara şikâyet etti. Demokrat ya 'Civanım Delikanlım'...
Haklısınız Sayın Başbakan!
Sizin deyiminizle "sayın" bir alçak, aldığı "kelle"lerin hesabını vermişti! Sizin de; içeri tıktırdığınız, aç bıraktığınız kalemlerin, aşsız-işsiz işçilerin, yoksullaştırdığınız milletin, borçlanarak teslîm ettiğiniz Devletin hesâbını vereceğiniz gün, elbet gelecek!
Siz köşe yazarlarını tehdît ettiğiniz patronlara şikâyet edin! Ya sizi kime şikâyet edelim Kasımpaşalı'm?
"Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." derken, mesâneden rahatsız oğluna çürük raporu alıp askere göndermeyen, mesâneden çürük oğlunu dünyayı sallayan bir düğünle evlendiren Lider'i, gücünü ailesinin ve yakınlarının emrine veren Başbakan'ı kime şikâyet edelim?
Milli Görüşçüyken Mücâhid Erbakan'dan maaş alarak il başkanlığı yapacak kadar ihtiyaçlıyken, gömlek değiştirip AB ve ABD'nin hormonlu saflarına girince kısa sürede dünyanın en zengin sekiz liderinin arasına giren Başbakan'ı kime şikâyet edelim?
"Yetim hakkını onlara yedirmem!" diyerek tekel İşçilerine karda-kışta tazyikli sularla, coplarla, biber gazıyla zulmederken, oğulcuğuna gemicik alacak kadar tutumlu, mütevâzı Başbakan'ı kime şikâyet edelim?
Boğaz'a nâzır bir bahçede toplanan aile villacıkları, villaların bahçesine belediye bütçesinden müstâkil helikopter pisti yaptıracak kadar mütevâzı, garip-guraba babası Başbakan'ı kime şikâyet edelim?
Dünürlerine gazeteler bağışlayan, yandaşlarına hazine kredileriyle televizyonlar alan, yetim hakkı muhafızı Başbakan'ı kime şikâyet edelim?
İlk aday olduğunda emânet ceketle afiş resmi çektirdiğini yerel basından öğrendiğimiz, bir dönem bakanlık süresinde oğluna dört yüzden fazla daire kazandırdığı yazılan-söylenen bakanları olan Başbakan'ı kime şikâyet edelim? Kemal Abi'nin, oğullarının mısırlarını, vurgunlarını kime şikâyet edelim?
Fakir fukaraya kömür dağıtımının trilyonluk ihâlesini yandaş bir firmaya verip, teklifi sonradan dosyaya koyanlara göz yuman âdil Başbakan'ı kime şikâyet edelim?
Önlerinde elli takla atılan AB'nin "Asrın dolandırıcılığı" diye yargılayıp cezalandırdığı ekibin Türkiye uzantısı adamı; "Temiz Kardeşimizdir." diye sahiplenen Başbakan'ı kime şikâyet edelim?
Irak'ı Haçlı Seferi olduğunu açıklayarak işgâl eden, bir buçuk milyon müslümanı katleden, yüz binlerce tesettürlü müslüman kadına-kıza tecâvüz eden ABD askerlerine dua eden; Haçlı'nın müslümanlara zulmederken çektiği zahmet(!)e üzülenleri kime şikâyet edelim?
Sokakları cehenneme döndüren, kendilerine televizyonlardan "Has..tirin! Has...tirin!" diye iltifat eden PeKaKa'nın KCK'lısına "diklenmeden dik duran' ama yalaka yandaşlarının din dışı methiyelerini meclise getiren MHP'lilere karşı cihâd eden, saldıran AKP'lileri kime şikâyet edelim?
Olur Sayın Başbakan! Siz bizi tehdît ettiğiniz patronlara şikâyet edin! Bizleri de tekel İşçilerine yaptığınız gibi açlıkla tehdît edin! Hatta patronlar da Aydın Doğan'a uygulanan siyâsi linci hatırlayarak korksunlar ve gereğini yapsınlar!
Şahsen geri basarsam nâmerdim!
Ne kadar geciktirirseniz geciktirin, sonuçta bir sene sonra seçimlerde, asıl demokrat mahkemeyi kuracağız! Bakın o zaman ben ne çalacağım, AKP ne oynayacak?
Sizin atınız ürkecek diye ben zurna çalmayacak mıyım fincancılar?
Doğrudur! Bir sene daha mühür sizde ama Vallahi mahkeme kadıya hiç mülk olmadı, hatırlatırım! Senin de patronun var "Demokrat Sultanım"!..
Galiba farkında değilsiniz ama sizin patronunuz millet, yâni biziz! Sözleşme süreniz bir dolsun, görüşürüz Sayın Demokrat Padişahım!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

MHP, TAHLİYE KAPAĞINI ARALADI...

Adamlar, yıllarca alıştıra-hazmettire yaptılar yapacaklarını!...
Korktuklarına fısıltıyla küfredip tahrîk ettikten sonra; "Allah!" diye, "Lebbeyk!" diye meydanlarda kaçtılar! Meyhânede sarhoşa küfredip, kaçıp camiye sığındılar! Alevilere hakaret edip tekkelere sığındılar! Mezheplere saldırıp cemaatlere sığındılar! Türk Milliyetçilerine küfredip bölücü halkçılara, Kürtçülere, Ermenicilere, siyonistlere, Haçlı'ya sığındılar! Apartmana küfredip, gecekondulara kaçtılar! Askere hakaret edip, polise sığındılar! Hukuka küfredip savcılara sığındılar! Yüksek Yargı'ya hakâret edip, dokunulmazlığa sığındılar!...
Komşuyu dövüp, diğer komşuları korkuttular, hedefin kim olduğunu anlayamadık! Amcaoğlunu dövüp, kardeşi korkuttular, korkutulmak istenenin kim olduğunu anlayamadık!
Hayat kadınlarını, genel evleri ziyâret edip demokratlaşarak zinâyı serbest ettiler! Cumhuriyetle dövüştürdükleri imam nikâhı'nı, metres taşımaya âlet ettiler, medenî kanunun hedef olduğunu anlayamadık! "Ne mutlu Türk'üm diyene." sözüyle, Kurtuluş Savaşımızın paşalarıyla, İstiklâl Mahkemeleri'yle, Cumhûriyetin banileriyle dövüştüler, hedefin Atatürk ve Cumhuriyet olduğunu anlayamadık! Sağ gösterip sol vurdular!...
Onlarca yıl ülkücü-devrimci kavgasından nemâlanan sağcılar-solcular, bir araya geldiler! Taş binanın mermilerle delik-deşik olduğu bir çatışmada saman altından sağ çıkan kahraman(!)ları, Deniz ve arkadaşlarıyla arkadaş olmak sermâyeli siyâsi, ucuz "68 Kuşak"lıları, makamlarla, yeşil dolar veya eurolarla, Fetullahçı gazete adlı paçavralarda köşelerle, devlet kuruluşu TRT'de veya TMSF'ce gasp edilen gazete veya televizyonlarda uçuk rakamlarla konuşturarak, yanlarına aldılar!
Bir zamanlar tesâdüfen veya bu günlere hazırlık amaçlı Ülkü Ocakları'na girip çıkmış ajanları veya MHP'nin önünde çay içmişleri veya korkudan sığınmış tabansızları, "Eski Ülkücü" sıfatıyla, gerekli gereksiz yerlerde ulutarak, kurt köpeklerini kurtlara ürüterek kapılarına bağladılar, sıranın ülkücülere, gerçek vatan-millet sevdâlılarına geldiğini anlayamadık!
Sokaklarda, camilerde, tekkelerde, ışık evlerinde, hücre evlerinde fısıltıyla küfredip tahrîk ettikleri askerden, polisten, yargıdan sonra Meclis'te MHP grubuna saldırılıncaaa... Akıl başa gelmediyse gelmek zorunda!
Silahlı Kuvvetlerimize, özel seçilmiş gönüllülerden oluşan Terörle Mücadele timlerine, Özel Kuvvetlere, Yüksek Yargı'ya sırayla saldırılırken sıraya alınanın, Türklük ve Türk Milliyetçiliği olduğunu anlayamadık!
Taşların bağlanıp kuduz itlerin sokaklara salındığı; "Hepimiz Ermeniyiz!" diye naralar atılan, "Daha Fazla Demokrasi" kılıflı "Hepimiz Kürt'üz" sloganlarıyla, dağdan davetle indirilen alçak teröristleri resmî törenlerle karşılayarak, şehirleri PeKaKa'ya KCK'ya teslîm ederek; yıllardır suskunluğuna rağmen hâlâ Millî Refleks olan MHP etrafındaki çemberi daralttıklarını anlayamadık! Tek kelimeyle ayıp ettik!
Yanlış zamanlarda, yanlışlarla uğraşarak zaman kaybettik, yanlış yaptık! Biz, karşılıklı yanlışlarla birbirimizle uğraşırken mazlûm maskeli zâlimler, örümcek ağlarını ördüler! Kapımızdan girerken yüzümüze bulaşan örümcek ağından anladık nasıl bir sinsi saldırıya uğradığımızı! Örnek te çok söz de ama yerim yok!...
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin; çok doğru bir zamanda ATP Genel Başkanı Oktay Öztürk'e yaptığı ziyâretiyle, ziyârete giderken yanında götürdüğü kurmaylarıyla da gittiği yeri ne kadar önemsediğini belli etmesiyle; Türk Milliyetçisi gönüller, Ülkücü yürekler, kabardı! Yıllardır taşma derecesinde dolu Ülkücü barajın tahliye kapağı aralandı! Taşmadan, etrafa asla zarar vermeden, kırk beş yıllık bilinen yatağından millete doğru akmaya başladı Ülkücü Bereket! Hayırlı olsun, hayırlara vesîle olsun, yârınlar Türk Milleti'nin olsun...
Devlet Bahçeli, Allah aşkına devam et! Ehîl adamların, kanaat önderi Ülkü Devleri'nin memleketten AKP'yi nasıl silip-süpüreceklerini, cini çıktığı şişeye nasıl hapsedeceklerini, sadece seyret yeter...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 25, 2010

"DUYANLARA, DUYMAYANLARA..."

Ben devletim, devlet benim.
Devletin bütün kurumları benim. Asker benim, ordu benim; ben askerim, ben orduyum! Savcı benim, ben savcıyım! Yargıç benim, ben yargıcım! Polis benim, ben polisim...
Ne devletimden, ne de hiç bir kurumumdan vaz geçmem, geçemem...
Askerimden de vaz geçmem, PeKaKa'lı piçlerin taşları karşısında korunmasız bırakılan polisimden de! Şehîdimden de, gâzimden de, emekli veya muvazzaf paşalarımdan da vaz geçemem! Vaz geçersem kendimi inkâr ederim, kendimden vaz geçerim!...
Kim, kime ne anlatır, ne öğrenir, ne öğretir ilgilenmem çünkü on bin yıldır gözümün önünde yükselen, batan, tarihin tozsuz raflarına terk edilen medeniyetleri izleyerek, bütün düşmanlara inat ayakta kalmış bir millet olarak ve tecrûbelerimden hareketle sadece öğretmekle mükellef olduğumu bilirim.
Tarihi kim, nasıl yazarsa yazsın, kim gönüllü kâtip olursa olsun; tarih benim, ben tarihim...
Tarihe dolgu malzemelerini istersem konu ettirecek erkim, Türk'üm ben...
Oğuz Kağan’ın; "Yoksulluk suç olsun. Hiç bir Türk ilinde fakir insan olmasın." töresel türesini, İslâmla teşerrüften sonra; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." şeklinde düstûrlaştırmış; îmanlı, teâmüllü, devletli milletim ben...
Devlet-i Ebed-müddettir benim doktrinim.
Dört yana akınlar yapan, başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürüp halkları toplayıp "budun"laştıran tek Milletim. Hakları milletleştirdikten sonra yoksulu bay etmek, açı doyurmak, çıplağı giydirmek birinci işi olmuştur Hakanlarımın...
Tuvaleti bilmeyen, banyoyu bilmeyen, ceddimin altında yıldırım hızlı atı, elindeki çelik kılıcı, çelik uçlu oku, güçlü yayı görünce aklını yitiren, ilkel Avrupa derebeylerinden, fedai şövalye sapıklarından bir şey öğrenmeğe niyetlenenler, öğrenseler öğrenseler içerdeki acziyetin adı demokrasiyi, dışardaki acziyetin adı diplomasiyi öğrenirler! Taşıma suyla değirmen dönmez!
Bu öğrendik zannettikleri ithâl uygulamalarla da serçe gibi zıplamaktan, serçelere akıldânelik vermekten öteye gidemezler bu taklitçiler!
Devlet-i Ebed-müddet tavrımla, yönetimde hata yapanların hatalarını düzeltmek te benim işim! Ben milletli devletim, devletli milletim. Dîni siyâsi malzeme edenlerle de, milleti ordu ile tehdîdi düşünenlerle de mücâdele benim işim! Hiç birinden vaz geçmeden, hiç birini ötelemeden, benim hatalılarım diyerek, hatalarını düzeltmek, suçlu duruma düşmelerine mani olmak ta benim işim!
Çünkü devlet benim, ben devletim. Çünkü ben, töreli-türeli bir milletim.
Bana akıl vermeğe niyetlenen ağzı salyalı müttefik(!)lerimiz de, ben de biliriz ki kaç kere gelmişlerse; "Geldikleri gibi giderler." inancımla, sayılarını azaltarak göndermişim! Burada canlarını alarak kalmaya mecbûr ettiklerime de hürmette eksik etmemişim. İşbirlikçiyle, çaşıtla, hainle ilk ve son tanışmam değildir yaşadıklarım bilirim! Kaç Haçlı saldırısını, tek karşılamış, geri püskürtmüşüm tek başıma bütün dünya müslümanları adına...
Esîr ve onursuz yaşamaktansa elde silah ölmeyi yeğlemişim! Kırk kişiyle Çin sarayını basarak Kürşad'laşmış, 253.000 kişiyle Çanakkale'de "Çanakkale Geçilmez" diye destanlaşmışım, kurallaşmışım... Benden başka ölümü öldürerek dirilen, öldükçe çoğalan millet var mıdır?
On binlerce yıldır beni öldüremeyen her yaradan sonra daha güçlenerek kalkmışım...
Bütün bunları birilerine, birilerinin işbirlikçilerine, din tacirlerine, Atatürk pazarlamacılarına, milletin değerlerinden habersizlerin tamına uyarı niyetli hatırlattım.
Tekrâren; devlet benim, ben devletim, ben Türk'üm Türk Milletiyim...
Hafızam da güçlüdür, bana ve tarihe kâtiplik eden gönüllülerin defterleri de...
Unutanlara öfkemi ve buna muhatap olacakların başına gelecekleri hatırlatmaya çalıştım.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 24, 2010

RÜYALARIMI İHBAR EDİYORUM!

"Şu sıralar, fikir söylemeyip, sadece seyretme zamanı. Her şey, her gerçek önünüzden akıp geçiyor. Yapacağınız tek şey, soruları sorup, o sulara atmak." (22.02.2010-Ertuğrul Özkök)
Adamları rüyalarında şeytan aldatmış! Yedi sene önce düşünüldüğünü, rüyalarında gördükleri işleri kâhinlere yorumlatarak uygulamaya koyuyorlar!
Gusletmeleri lâzım ama önce gusül suyunu dökecekleri baş arıyorlar!
Gün boyu, ağızları sulanarak seyrettikleri, söylemekten açıklamaktan korktukları şehevî arzuları, şuuraltından şeytan olup rüyalarına girmiş! Belki rüya bile görmemişler, kendilerine ve rüyalarına iftira ediyorlar ama gusül şart olmuş! Madem abdest bozuldu, madem inanç gereği cenâbet dolaşılmıyor, madem her gusül bir cim'anın ispatı...
Aklıma Karaman Eski Millet vekili Osman Sevimli'den dinlediğim Karamanlı Karasakal Hoca'nın bir meseli geldi. Hoca'ya; "Hocam, kaç gün cenâbet gezilebilir?" diye sormuşlar. Hoca; "Yüz gün!" demiş! İtiraz etmişler; "Ama diğer hocalar, bir saat bile gezilemez diyorlar!" demişler. El cevap; "O, abdest alıp namaz kılan kişiler için, size ne onlardan, Siz hiç gusletmeseniz de olur!"
Kim, kimin rüyasından haberdar ki veya kim yalandan ölmüş ki?
E. Özkök gibi yazıp suya atmak ta bir yol, ta ki Yunus Emre'nin Molla Kasım'ı uyaran şiiri ele geçinceye kadar...
İki ihtilâli, sayısız muhtırayı, post modern darbeleri, düşüncemize yapılan düşünmediklerimiz iftirâlarını yaşayarak bu güne geldik...
12 Eylül Kıyâmeti işkencelerinden daha fazla tazyîk yapan bir "Demokrat Cunta"yla muhatâbız!
Kendimi bir kaç kere; "Devlet Yanlısı Çete'denim." diye ihbâr etmiştim! Şimdi de rüyalarımı ihbâr ediyorum!
Heeeeey! Demokrat Cuntacılar! Rüyalar görüyorum, hem de ne rüyalar...
Aylardır-yıllardır, en fazla düşündüklerimi, artık rüyalarımda da görüyorum!
Bir zamanlar, -rahmetli- Yozgatlı Ünsal Ağa (Ünsal Erciyes) ile birlikte ziyâretine gittiğimiz, Liberal Özal'ın Yozgatlı Ülkücü Bakanı Cemil Çiçek'i görüyorum...
Meclis'teki ateşli Recep Tayyip Erdoğan yağcılığına, MHP'li Mehmet Şandır'ın; "Senin geçmişini de biliyoruz!" diye cevap verilen, muhaliflerin kanından bahseden, renksiz kan gruplu, damarlarında ithâl serum dolaşan, eskimiş-pörsümüş Millet vekilini görüyorum...
"Civanım Delikanlı"ya iç direnişle Meclis başkanlığı'nı alan, bu yüzden Köşk'ü kaçırmanın nedâmetini yaşayan, bu öfkeyle Meclis Başkan Vekili odası basan, "Şeyini şey ettiğimin şeyi" ni görüyorum...
R.Tayyip Erdoğan'ın yasağını kaldırıp Başbakan edecek kadar, onlarca yıl önceden Kürt Açılımı'nı raporlaştırmakla övünecek kadar demokrat olan Deniz Baykal'ı görüyorum...
Batı Çalışma Grubu'nun kılıcın en keskin olduğu dönemde, bir panelde, üniformalı epeyce zevâtın da huzurunda; "28 Şubat, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Türk Milletine ihânetidir." diyen ama bu gün "Düşene her kes vurur." kolaycılığına tenezzül etmeden, akîl devlet-millet adamlığı tavrını her platformda sergileyen, bütünleyici Türk Milliyetçisi Stratejistimiz'i görüyorum...
Netekim Paşa'yı, Çevik Paşa'yı, trilyonluk zırhlı makam araçlı emekli Paşa'yı ve daha nice nice paşalardan fazla paşacıları görüyorum...
Rüyada bile görmeğe tahammül edilemeyen, Üstün Hizmet Madalyalı, tutuklu Kahraman görev adamlarını, fedâkâr Millet Evlâtlarını, kalemleri ihtilal silâhı sayılan gazetecileri görüyorum...
Heeeey! Demokrat Kızıl Sultanım!
Çok rüya görüyorum çooook! Seni ve yandaşlarını, değişen-gelişen-gömlek çıkaranları çok sık görüyorum!
Ve rüyalarımı ihbâr ediyorum!
Rüyalar benden, yorumu kâhin yorumcularınızdan...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 22, 2010

PAROLA: DÜŞMAN, İŞÂRETİ: HOŞ GELDİN!

Yapılan, âdice, alçakça bir iş! Heyecânını, öfkesini, hezeyânını saklamayı beceremeyecek kadar aşağılık kompleksli basit birinin emrindeki askeri bir birlikte, seçilen parola ve işâreti tek kelimeyle basit ve çok basitçe!...
Gûya sevdiği kızın adını yeni boyanmış bir apartman duvarına yazarak bütün apartman sakinlerine küfrettiren mantıksız çocuk davranışından, farkı var mı bu basitliğin?
Beni inciten, işin asıl ciddiye almamız gereken yanı! Askeri alanlara, garnizon, karakol ve kışlalara düşman sızmasını önlemek için gün battıktan sonra nöbetçilerin ve bölgeye gelenlerin birbirini tanımaları amacıyla kullanılacak sır şifre değil midir parola ve işâreti?
Niye çıkarıldığı, kimlerce çıkarıldığı, hazîneden nasıl finans edildiği bilinen, bilmem kaçıncı kol bir gazete, ele geçirdiği parola ve işâreti yayınlamasa ve bir yerlere servis etseydi, dünyanın en güçlü ordularından olmasıyla övündüğümüz ve görev sırrı olan parola ve işâretini saklayamayan Ordumuz'un, nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunun farkında olan var mı?
Hâlâ sabrın sınırı aşılmadı mı? Kendini koruyamaz hâle getirilmiş bir orduyu, kim ne kadar ciddîye alır? Kendini koruyamayan ordunun vesâyetine kim, gülmez? Yapılmak istenen buydu ve başarılıyor farkında mısınız Sayın İlker Paşa'm?
Sınır karakol baskınlarını hazmedememiştik! Sınır karakollarımızı çeliklerle destekleyerek mermiye, rokete dayanıklı hâle getirmekle utanmamız gerekirken övünebiliriz de bu rezâleti kim, nasıl açıklayacak? Erdek Mayın Filo Komutanlığı'na bağlı birimlerin kullanacakları parola ve işâretini öğrenen düşman, yatakhânelere girip toplu katliam yapsaydı kim, kime, neyi, nasıl açıklayacaktı?
Gün batımına yakın veya şafakta gölgesinin uzunluğu ile büyüklük vehmedenlerin halinden farkı var mı bu gevşekliğin?
Karakollarımız korunamayacak! Vatanın göbeğinde, Tokat'ta Mehmetçik korunamayacak, güvenlik güçlerimizin can emniyeti olmayacak; daha fazla demokrasi sloganıyla parçalanmak, halklara ayrıştırılmak istenen milletin can ve mal güvenliği kalmayacak; bunları tam kanıksayacakken bu kere dünyanın en güçlü ve disiplinlisi olmasıyla övündüğümüz Ordumuz'un nâmusu, haysiyeti, can emniyeti, sır şifresi olan parola ve işâreti gazetelere manşet olacak!
Dünyada hiç kimse, vaz geçilmez değildir! Her bürokrat, her memur, her âmir, her meslek mensûbu, işini-görevini en iyi şekilde yapmak zorundadır. Aksi halde hayatta kalamaz! Hele bu görev vatan muhafazası, nâmus borcu askerlik göreviyse... Başaramamak diye mazereti olmayan, gevşekliği asla kabul etmeyen bir kurum, millî nâmusun emânet edildiği ocaktır Ordu! Genel Kurmay Başkanı'nın; "Sabrımız taşarsa açıklarız!" uyarısının hemen ertesinde sesinin servis edilmesi, ani bir operasyonla emekli-muvazzaf paşaların, subayların, yedişer-sekizer göz altına alınmaları ve hemen peşine de parola ve şifrenin deşifre edilmekten öte aleme duyurulması!...
Bir yerler, birilerine mesaj mı veriyor?
Yetkili ama etkili olmadıkları, olamadıkları belli bir yerleri, birileri ikaz mı ediyor? Bu ikazı algılayacak, bu mesajı sür'atle alıp sür'atle müdâhil olması gereken kim?
Bu; haber sitelerine yeni düşen ve seven-sevmeyen bütün milleti inciten, İspanya'da Başbakan'a ayakkabı fırlatılmasına benzemez! Zırhlı gömlek siparişiyle, Başbakan'ın yeterince korunamadığı mesajını veren kurnaz koruma güçlerinin acziyle, Ordu'nun parolasına sahip olamamak beceriksizliği üstüste koyulursa, manzaranın vahâmetine bakar mısınız?
Parola ve şifreyi ele geçirdikten sonra yetkili devlet kurumlarını haberdar etmeyen gazeteye "Tuuuu!" ama parola ve şifresine sahip çıkamayan o yetki verilmiş, beceriksiz subaya da sayısız kere "Tuuuu!", sayısız kere yuh!
Parola: Düşman, işâreti: Hoş geldin!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

GÖZ GÖZ OLDU GÖZLERİMİZ!....

Gözlerimiz gözaltında ve gözaltı'nın ne demek olduğunu anladık galiba!
Amerikan güneş gözlükleriyle gözler gözaltına alınarak, görmesine mâni olunuyor! Aslında Amerikan güneş gözlüğü taklîdi at gözlükleriyle gözaltında gözler!
Bütün hızıyla devam eden, kargalardan-kuşlardan, magazinsel sansasyondan başka özelliği olmayan karakter fukaralarından, -istisnâlar hâriç- sanat(!)çı maskelilerden destek alınan "Demokratik Açılım Süreci"nde Devlet'in gözüne, güneş gözlüğü taklîdi at gözlüğü takıldı! Devlet artık ne sağa, ne de sola bakamıyor! Baksa da bir şey göremiyor!
Adamlar "He-man"liklerini îlan ettiler! "Güüüüç bende artııııık!" naraları, okyanus ötesinden bile alkış alıyor! "Demokratik Açılım Süreci"nde, fişleyen fişleyene, dişleyen dişleyene!
Saklamaya tenezzül edilmeyen, gayr-ı hukuki bir sokak dövüşü var! Dövüşçüler iddialı, bahisler çok büyük! Ortada iki dövüşçü var, etrafta sayısız seyici!... Alkışlayan alkışlayana, küfreden küfredene! Farklı kişiler, farklı yönlerden bakıyorlar dövüşçülere dolayısıyla tepkiler de farklı! Naklen yayınlanan mücâdeleyi; dövüşçülerin yakınları, ebeveynleri ayrı yönden, ayrı hislerle; hâkemler ayrı yönlerden, ayrı gözlerle; taraftarlar ayrı yönlerden, ayrı gözlerle; bahisçiler ayrı yönden, ayrı hesapla seyrediyorlar! Bir kesimin alkışladığına, diğer bir kesim ağız dolusu küfrediyor!
Yapılan dövüşün kurallarını bilen yok! Her kafadan bir ses var! Hâkemler ne kadar bilir veya büyük bahisçilerin telkinleri dışında bir şey yapabilirler mi o da belli değil! Müsabakanın; boks mu, king-boks mu, karate mi, judo mu, güreş mi, tekvando mu olduğunu bilmeden-bilemeden alkışlayan veya yırtınırca bağırarak küfreden asıl ezici kalabalık, şaşkın!...
Gözler, gözaltında!
Müdde-i Umûmiler yâni umûmun iddiacıları, yâni Cumhuriyet savcıları, yâni cumhur adına, millet adına sav ileri sürenler, gözaltında! Devletin zirvesi, yargı reformu gerek diyor! Yâni, devletin gözüne takılan at gözlüklerini de çıkararak göstere göstere gözaltı yapmak lâzım Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranları savunanlara!...
Yargı, gözaltında!
Devletimize, sınırlarımıza, millî çıkarlarımıza karşı her hangi bir tâciz veya saldırıda, Devlet'in-milletin tek güvencesi Ordu gözaltında!
Savunmasız, silahsız, hukuksuz bir karmaşık ortamda gözaltılar seyrediyoruz hayret, ibret ve öfkeyle ama karakolda ayna var şükürler olsun! Nerede olursa olsun gözaltına alınması sıraya koyulmuş kişileri, aynalarla, tele-kulaklarla izleme şansımız var! Erkek olan konuşsun bakalım! O bir söylerse bin söylediği anında servis edilir internet sitelerine!...
"Güüüüç bende artıııık!" diyen He-man'ler, kırk yıldır halkı fişleyenleri, dişlemek üzere fişliyorlarmış! Ola ki güce boyun eğmeyip bir konuşan olursa, hemen gözaltına alınması için elli tane korsan dinlenim kasetleri vardır elbette! İlker Paşa'nın, masaya vurarak yaptığı sert konuşmasını ve hemen akabinde servis edilen ses kaydını, bu anlamda çok dikkate değer buldum! Paşa'nın He-man'e verdiği pas, taca atılıyor sanki!
Bir ayda üç kere adı değiştirilen "Demokratik Açılım Süreci"ne, İmralı'daki müebbet mahkûm bebek katili câni çakal yol haritası verirken, onu der-dest edip getiren, madalyalı resmî görevliler gözaltında!
Gözlerimiz gözaltında! Dilimiz yasaklı! Ellerimiz bağlı! Evden çıkabilmek PeKaKa'nın demokratik taşlarına, molotoflarının sayısına bağlı!
Gözlerimiz gözaltındayken fikirler ve hürriyet de cezaevlerinde! Dışarda PeKaKa'lılara serbest olan demokratik "Has...in!" iltifâtı ve daha katmerlileri, içerde yâni cezaevindekilere sonsuz serbest!
Çünkü ölümden öte köy de yok ve bu yolculukta cezaevinden sağlam durak ta!...
"He-man"lerin gözaltına alacaklarının listesini bir görebilsek, veya "tarafsız yandaşlar" bir açıklasalar alkışı ve küfürleri görün o zaman...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 21, 2010

DEMOKRAT TRİBÜN KAVGALARI...

Kavgalarda en fazla dayağı, aralayanlar yer! Hâbil-Kâbil kardeşlerle başlayan insan kavgasının ilkinde, belki de aralayan olmadığı için kardeş kardeşi öldürmüştür!...
İnsanlık, ilk kardeş kavgasının sonucunu görerek daha sonraki kavgalara müdahil olmuş, aracılık yapmaya, kavganın kötü bitmemesi, yeni ve daha sert kavgalara, savaşlara sebep olmaması için gayret içinde olmuş...
İnsanın yaratılış özelliği olan kıskançlığını, hasetini, rekâbeti tesbît eden aksakallar, akîlller, kavgalar olmasın diye çâre düşünmüş ve yarışları geliştirmişler. Güreş, boks, koşu, at yarışları, horoz dövüşleri, kuvvet ve mahâret gösterileri derken öle-öldüre, savaşa-barışa günümüze gelmiş insanlık!...
Yarışlarda, yarışçılar belli ve seçilmişken taraftarlar arasında seçim hiç yapılmamış! Belki de akla gelmemiş ve "Şeyhi, müritleri uçurur!" uygulaması gelenek olmuş!
Gruplaşmalar, kümeleşmeler, ayrışmalar dinde de olmuş, siyâsette de! Dinlerde hilâfet-mezhep çatışmaları, siyâsette iktidar-muhalefet kavgalarıyla günümüze gelmişiz! Yarışan ve rekâbet edenler göz önündeyken, tek-tek bilinirken nasıl olmuşsa olmuş, -siyâsette- yarış sonunda kıyâmet, hep taraftarlara kopmuş! Beşerî izm'lerin tamamında bu son aynı olmuş!
İktidarı ele geçirmek için demokrasiyi araç ettiğini hiç saklamayan; "Devletin kılcal damarlarına sirâyet edinceye kadar her yol mûbahtır." fetvâsı ve; "Alıştıra-alıştıra, hazmede hazmettire" yöntemiyle, ağlayıp-ağlatan günümüz "Demokrat Kızıl Sultan"ına ulaştık şükr olsun!
"Hasta adam" tarifli, can çekişen bir îmanlı imparatorluk(!) molozlarından, bir ulus devlet çıkaran; saltanatı kaldırıp yönetimi millete bırakan cumhuriyetle de kurulduğu günden itibâren çekişme başlamış! "Daha fazla demokrasi" diyenler, yemleri önlerindeyken gözleri dağlarda kalan ve kaçıp dağda yırtıcılara yem olan keçiler, "İkinci cumhuriyetçiler","Yeniden Osmanlıcı"lar
sâyesinde, asrın icâdı "Demokrat Kızıl Sultan"ımız, muhaliflerini fişletmeğe başlamış!...
"Âdete ikinci peygamberimiz gibidir." diye iltifat eden ateşli taraftar deşifre olunca istifa ettiren "Kızıl Sultan"ımız; "Eee! Şimdi biz onları fişliyoruz! 40 sene onlar bu halka yaptı, inşallah sıra bizde." diye sultanına güvenerek itirafta bulunan ve yargının tepesinde koparılan kıyametin sebep ve sonucunu açıklayana bakalım ne yapacak?
Aslında, fişleyen-dişleyenler gûya demokratik yarıştayken fişlenen-dişlenenler, taraftarlar! Yâni seçmen, yâni millet, yâni biziz farkında mıyız?
Sultanlar fişlemeğe-dişlemeğe devam etsinler. Ben bir soru sorsam, meselâ; "Yargı siyâsetten bağımsız olabilir mi? Fişlenen-dişlenen muhaliflerin öldürülmesine, falakaya yatırılmasına, aç bırakılıp aç aslanların önüne atılmasına kimsenin rızası olamayacağına göre, iktidar mahkemelerinde, iktidarın yargıçları tarafından yargılanıp susturulmasından daha demokratik bir yol bileniniz var mı? Bütün iktidarlar, ömürlerini emirlerindeki yargı ve yargıçlar sâyesinde sağlamazlar mı? Tarihte de hep böyle olmamış mı? Önümüzdeki ilk seçimlerde "Demokrat Kızıl Sultan"ımızı indirip yerine yeni sultanı çıkardığımızda o ne yapacak? Ne yapabilirler?" desem...
Sonuç; ya kavgaya hiç müdahil olmadan yarışı balkondan seyredeceğiz, kazananı-kaybedeni alkışlamayacak veya protesto etmeyeceğiz ya da aracılık ediyorsak iktidarın da, muhalefetin de attığı yumrukları yiyerek yerimizde inleyip duracağız!
Bilinen en iyi ikinci yol demokraside, taraftara ve muhalife verilecek başka bir ödül de yok, ceza da! Sahada yarış olacak, trübünlerde kavga...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 19, 2010

ANLATACAĞIM...

Bu ayıpla fazla yaşamam diye
Bu günü yârına anlatacağım,
Yârın utanır da koşamam diye
Niye durduğumu anlatacağım,
Ne savurduğumu anlatacağım...

Filler mazlûm imiş zâlim çimlermiş,
Filler çimi ezer hem de yerlermiş,
Sağırlar körleri dinler mimlermiş!
Zûlmün güldüğünü anlatacağım,
Aczin öldüğünü anlatacağım...

Kubbeler miğferdi, minâre süngü
Îmanla başladı îmansız döngü
Bozuldu suç ile cezânın dengi!
Mülkün solduğunu anlatacağım
Vîran kaldığını anlatacağım...

Orduyu Haçlı'ya asker ettiler
Hırsıza kanunu siper ettiler
Komşuyu komşudan ürker ettiler!
Aklın durduğunu anlatacağım,
Hırsın vurduğunu anlatacağım...

Cahiller susturdu ilmi, âlimi
Mazlûm eylediler katil zâlimi
Utandı tarihten zaman dilimi!
Asrın bildiğini anlatacağım,
Harsın öldüğünü anlatacağım...

Karıştırdık fikrin sağ ve solunu
Şaşırttılar düşüncenin yolunu
Devletin koynunda Haçlı kolunu
Şerrin sardığını anlatacağım,
Zehri kardığını anlatacağım...

Türklük yasaklandı Türk'ün ilinde
Mühür, işbirlikçi erkin elinde
Mü'minden çok îmansızın dilinde
Yemîn olduğunu anlatacağım,
Günün solduğunu anlatacağım...

Kırk bin kişi katleden it, demokrat
Sahte rapor tanzîm etti Hipokrat
Teröristle meclis arasında hat
Temîn olduğunu anlatacağım,
Kimin aldığını anlatacağım...

Söz uçucu yazı kalır dediler,
Çoğu gitse azı kalır dediler,
Av bitse de tazı kalır dediler!
İtin çaldığını anlatacağım,
Kurtun öldüğünü anlatacağım...

Bu ayıpla fazla yaşamam diye
Bu günü yârına anlatacağım,
Utanırda yârın coşamam diye
Kime vurduğumu anlatacağım,
Niye durduğumu anlatacağım... 19/Şubat/2010-İzmir

Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

AL SANA İSTİKRÂR!...

Türkiye'de olanları, tımarhânelik deliler yapmaz!
Ayna karşısında kocaman adamlar, görüntüleriyle dövüşüyorlar! Ayna karşısına geçen kişi sağlak, görüntüsü solak veya kişi solak, görüntüsü sağlak!
Sağlak siyâsinin aynadaki solak görüntüsüne vurmaya çalışırken sağ eli; solak siyâsinin sol eli acıyor! Ayna kırılıyor, görüntü paramparça, kesilen kendi elleri, kanayan, acıyan milletin canı, millet vicdanı!
Ulus Devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni bölüp öldürmeğe çalışan gizli ama bilinen müttefik açık el, emniyeti içinden bölüp parçalamıştı! Yıllar öncesinden öğretmenleri, memurları, işçileri kendi içinde bölmüş, ayrıştırmıştı! Bölünmüş, ayrışmış öğretmenlerin, öğretim görevlilerinin, doçentlerin, profesörlerin yetişdirdikleri de daha öğrenciyken ve farkında olmadan bölünmüş, ayrışmıştı! Sıra ordunun, sıra; halklar diye milletin ayrıştırılmasındaydı! Senaryo aksatılmadan sahnelendi, sahneleniyor!...
Devletin tepesinde, bu senaryo gereği kıyametler kopuyor!
Tamamı hukuk mezunu kişiler, farklı-farklı hukuk tarifi yapıyor, farklı-farklı yollar tavsiye ediyor! İstanbul mezunu hukukçular başka, Ankara mezunları başka, İzmir mezunları başka başka hukuk/çu tarifi yapıyorlar!
Her kesin kendine göre bir hukuku ve fazla bağıranın hukukunun geçerli olduğu bir orman hukuku izliyoruz!
Gûya hukuk tek! Cemaatçi, Atatürkçü, solcu , sağcı, laik, dindar hukukçular var! Hukukun hukukçular da dahil her kese lâzım olacağına inanarak bir şeyler söylemeğe niyetlensek hukuk dışı davranmış oluruz!
Cumhuriyet Savcısı, Cumhuriyet Baş Savcısını tevkif ediyor! Baş Savcı kendi hukukunu savunamıyor; tevkif eden Savcı, bir sürü hukukçu tarafından hukuksuzlukla ithâm ediliyor!
Ve kıyametler kopan ülkede hiç bir şeye fedâ edilemeyecek kadar önemli bir istikrardan bahsediliyor!
Nasıl istikrarsa uğruna, Ordu mazlûm edildi! Nasıl istikrarsa ve neye yararsa anarşi, terör boyu aştı! Nasıl istikrarsa polis polisi, asker askeri, savcı savcıyı, istihbaratçı istihbaratçıyı izliyor, dinliyor, tutukluyor, tartaklıyor, taciz ediyor, sınırlar yol geçen hanı! Nasıl istikrarsa memleket suçlu cenneti! Üstün hizmet madalyalı kahramanlar cezaevinde, emekli veya muvazzaf generaller, subaylar, Cumhuriyet baş Savcıları cezaevinde; terörist mecliste, sokakta yetmedi parti açılış protokollerinde!
Generallere dokunabilen istikrar, Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcılarına dokunan istikrar, Görevdeki Cumhuriyet baş Savcısına dokunan, tutuklayan istikrar Deniz feneri e.v. ye dokunmuyor! Mecliste yüzlerce suç dosyası zaman aşınımına bırakılıyor! Nasıl istikrarsa tutuklu terörist, müebbet hapse mahkûm bebek katili câninin listesinden seçilerek ceza evinden Meclis'e taşınıyor! Nasıl istikrarsa birbirinin ümüğünü sıkan millet vekilleri ve hükümet mensupları, televizyondan hükümete; "Has..tirin! Has...tirin!" diye küfredene dokunamıyor!
İşçi ölüm orucunda, nüfûsun %20'si aşsız-işsiz, emekli can çekişiyor, esnaf kan ağlıyor, bakkallar patır patır dökülüyor, üretim yapan fabrika ve sanayi kalmadı, çiftçi ekemiyor, nüfusun yarısı kredi kartları yüzünden icralık, açıkça organ pazarlanarak satılıyor, vesikalı hayat kadını olmak için müracaatta beş misli artıştan bahsediliyor!
Yasalar adil değil! Paramızın değeri yok! Can ve mal güvenliğini devlet sağlayamıyor ve istikrar var!
Bunu söyleyenler istikrara zarar veriyor! Bütün sıkıntıların müsebbîbi bu istikrârın devamı için; ordu lağvedilebilir, cumhuriyet kökünden değiştirilebilir! Suç yasal, yargı yasak! Adaletsizlik, zorbalık, hortumculuk, adam kayırmacılık, torpil yasal, hukuk yasak!...
Eşkiya gibi zâlim bir istikrârımız var ve istikrâr uğruna daha neler-neler olacak!
Ne zamana kadar mı? Ali Baba'nın üzerinden otuz dokuzuncu harâmi geçinceye kadar! Sarhoş Ali Baba bir ayıksın! Gününüzü görürsünüz istikrarcılar!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 16, 2010

SESSİZ SÛR DÜDÜĞÜ!...

"Maşallah" veya mavi boncuk takarak teknolojiye yaptığımız katkıyı, zor günlerin aşılmasına dua ederek tekrarlıyoruz!
Zor günlerin zor adamlarında panik var! Kahramanlar, mücâdele etmeden teslîm oldular sanki!
Onlarca yıl, net duruşlarına saygı duyduklarımızın saf değişmeleriyle, deyişip gelişmeleriyle; komünistin, ateistin dincilikten geçinenlerce finans edilmeleriyle, dinsizle dincinin ittifâk ederek millî değerlere saldırmaları ile de millî aklımız karıştı!
Ölümün onursuz yaşamaya tercîh edildiği destansı dönemler, tevâtür sayılmaya başladı! Yalaka kalabalıktaki yalnızlığın müthîş gürültüsü, kuva-y-ı seyyârelerin beyinlerini; yalnızlığa terk edilen münevverlerin canhıraş çığlıklarıysa îmanın vicdânını patlatıyor! Bu sessiz Sûr Düdüğü'nün hazırladığı tûfanı kaç kişi hissediyor acaba?
Mevcût bir beşerin bu sıkıntıyı tesellîsinin mümkün olamadığını görüyor; "-Resûlüm- İşte biz böylece her peygamber için suçlulardan düşmanlar peydâ ettik. Furkan/31" ve; "Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan vesîlesi kıldık, bakalım sabredecek misiniz? Furkan/20" âyetlerindeki ilâhi hikmete teslîm oluyoruz.
Zor işlerin, zor adamlarca yapılacağını biliyoruz. Bu zor adamların nerede olduğunu, bir bilebilsek!... Bu zor adamlardan birinin; "İdeallerin gerçekleştirilmesinde, millet adına doğruların yapılmasında partilerin yeri nedir?" sorusunu hatırlıyorum. Cevâbı, sorunun tonlamasındaydı!
İdeallerin şahsî hatalara ve tutkulara kurban edilmesini, bir çürük meyve yüzünden tonlarca mahsûlün çürük sayılması insafsızlığını, defalarca görerek ne yapacağımızı şaşırdık!
Millet adına doğruların yapılabilmesi için, ideallerin gerçekleştirilebilmesi için şart olan partilerin, şahıslara yük olduğunu biliyoruz! Partilerin yük olduğu kişilerin tamamının partilerinin dışında bırakıldığını da biliyoruz! Partilerin yetkisiz idealist kişilere yük olduğu bu insafsız günlerde idealistlerin, millî hayâlleri olan münevverlerin, partilerden umudu kalır mı?
Doğrunun rakîbi yanlıştır! Yanlışın çoğaldığı, yanlış sıfatlı kişilerin çoğunluk olduğu günümüzde, doğruların yalnızlığa mecbûriyetini ve işlerinin imkânsıza yakın şekilde zorlaştığını biliyoruz!
Hâlâ; "Dere geçilirken at değiştirilmez." töresinin verdiği sorumlulukla, şahıslara yük olmuş partileri, sistemin "demokrat sultan"larının savunulmasını ve işin zorluğunu bilerek bu yanlışı yapanların sıkıntılarını da biliyoruz!
En doğru insanın, yanlış safta durursa, yanlış tarifi alacağını defalarca yazdık. Doğrular; doğru zamanda, doğru safta yer almadıkları sürece canımızı yakan bu zâlim yanlışlara mecbûruz!
Perâkendeleşmiş aklımızla, doğru safta kararsızız!
Şahsen kendimi İngiliz işgâlindeki İstanbul'da, işgalcilerin atlarının çekildiği tekkelerde gibi hissediyorum! Külliyenin, mektebin, medresenin, tekkenin sadece binadan oluşmadığını; tekkeyi tekke yapanın cemaati olduğunu, mürşîdi uçuranların müritleri olduğunu söylemeğe sanırım gerek yok.
Tekkemizde Mürşîd ölmüş! Mürîdan yas için inzivaya çekilerek tekkeden çıkmış! Tekke; mürailere, takîyyecilere, intikamcı inançsızlara kalmış! Ve tekkeyi dolduran intikamcılar, yaslı mürîdanı, -onlardan habersiz- kaçaklıkla, döneklikle, ihânetle suçlamış!
Sana sığınırız Ya Rab!
"Sakın Allah'ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak Allah onları -cezâlandırmayı- korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. -İbrâhim/42" buyruğuna teslîm olarak sana sığınırız...
İşimiz dua ve bedduaya kaldı! Zor işlerin halline katkımız bu kadar olunca da mesele gittikçe ağırlaşıyor!
Ey şühedâ vârisi Milletim; Ümitsizliğin imansızlık olduğunu bilen milletim; "Küfrün karşısında susan dilsiz şeytan gibidir." diyen Peygamber ümmetinden değil misin sen?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 15, 2010

ÇOK GEÇ OLMADAN...

"Hâfıza-y-ı beşer nisyân ile malûldür." biliriz. Dünü, kolay unutuluyor veya unutturuyorlar! İnadına hatırlatmak ta bizim görevimiz...
Millî Şef dönemine tepkiyi, CHP'den kopan Menderes'le veren millet; siyâseti din eksenli yapmayı telkin eden ABD'nin öğütleri ve erkenciliği ile yağlı ilmeğe boynunu veren aynı kişiye sadece ağladı! Ağlarken bir yandan da fincan tabaklarındaki Menderes resimlerini siliyordu!
Sonra millet %52 oyla Demirel'li dönemleri başlattı. Milletle sistemi barıştırabilmek için olağan üstü gayret gösteren Demirel'in önü defalarca kesildi. Altı kere gitti, yedi kere geldi. Popülizmle ağzına şerbet verilmiş millet, Demirel'e her seferinde bir öncekinden daha az oy verdi.
Sonra Özal'da kümeleşti millet. "Netekim Paşa"nın işâretinin aksini yaptı. Çünkü milletin oydan başka silahı, sandıktan başka mahkemesi yoktu.
Bu kümeleşme de ancak iki dönem sürdü. Siyâsi yasakların kaldırılmasıyla her kes adresine döndü ve toplanma kampı ANAP, dağılma sürecine girdi.
Sonra millet, tepki oylarını RP'de yoğunlaştırdı. RP'nin hâris ve kindâr uygulamalarıyla Menderes gafleti tekrarlandı. Sistemle hatta Devletle kavgaya, hesaplaşmaya başladılar! Ve demokrasinin yüz karası mâlum olaylar... İmam Hatip Liselerine arka bahçe diyen, rektörleri türbana selam durduracağını haykıran zihniyetin, 'devlet-i ebed müddet'e zarar vereceğini gören millet bu kere tedbirli bir uygulamaya imza attı. Sağın birinci partiliğini %18'le MHP'ye verirken daha önce tepki olsun diye kümeleştiği ANAP ve DYP'ye de eşit miktarda oy verdi. Millet, sandıktan mesajını vermişti. MHP, ANAP ve DYP'nin bloklaşmasını, hatalarda birbirlerini tamamlamalarını istemişti. Ama siyâsilerimiz bu mesajı alamadılar! Meclis'te bloklaşmaları beklenen MHP, ANAP ve DYP birbirine çok sert saldırdılar! Bahçeli; DYP ve SP'yi nadasa bırakarak Meclis Başkanlığı'nı kaybetti.
Ve milletin, sağ tarifli politikacılara güveni de sarsıldı. "Millet söylemez, söylenir." gerçeğini dilimizin ve sesimizin gücü kadar hatırlatmaya uğraştık ama nâfile!... Dağılmanın başladığını, tabanda partileri terkin başladığını, sonun başlangıcını yırtınarak haykırdık ama kaale alınmadı. Nedenini hâlâ merak ettiğim bir restleşme ile erken seçim kararı alındı. Siyâsi intihar diyenler de oldu bu karara ama dönülmedi!
Yırtındık o günlerde; "Kamburlar var! Çıbanlar var! Kambura ve çıbana tahammül bitti!" dedik defalarca olmadı! Sonuçta; kamburlardan, çıbanlardan bıkanların üstüne öfkeliler, dargınlar, kırgınlar da eklenerek yeni "Deprem Çadırı AKP", zorla oluşturuldu!
Bu süreçte MHP de, DYP de genel merkezlerinin kurbanı oldu! Ülkü Devleri'nin, Dâvâ Aysbergleri kanaat önderlerinin yöresel şahsî gayretleriyle, kemikleşmiş oylar muhafaza edildi ama artık milletin başına ABD'den yönetilen, AB'den açıkça yasa dikteleri alan, "BOP Eş Başkanlığı"nı övünerek kabullenen, Irak'ı işgâl eden müslüman kadınlara-kızlara tasallut eden Haçlı'ya övgü ve dualar yapan AKP, musallat edilmişti!
Bir daha ve tam zamanıyken seslenelim. Zarârın neresinden dönülürse kârdır mantığıyla, akl-ı selîme seslenmek zorundayız.
MHP; hiç zaman kaybetmeden, milletin refleksi tarifli, evlerinde hapis Ülkü Devleri'ni, hiç değilse bir kere telefonla arayarak hatırlamak ve gönüllerini almakla işe başlamalıdır. Ülkü Devi kananat önderlerinin, bizzat işe soyunmaları, milleti ikna eder. Genel merkeze güvensizliği başka türlü aşmak mümkün değil. "Yeniden Başlama" sayılabilecek bu hareket, Milliyetçi Hareket'e ve siyâsete hareket getirir.
Aynı metod samîmiyetle DYP ve ANAP'ta da yapılır ve DP'ye hayat verilebilirse, doğru çıkışlar yapan CHP'nin de toparlanmasıyla milletin başına musallat edilen AKP belâsından kurtulmak mümkün.
Yoksa güçlü zâlim, yeniden mazlûm söylemlerine, ağlamağa ve göz yaşlarını türbanla silmeğe başladı bile!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 13, 2010

EN GÜÇLÜ ZÂLİM-MAZLÛM...

Yıllardır miting meydanlarında nâralar atarak söylenilen; "Alıştıra alıştıra" uygulamasına, millet olarak seyircilik yapmaktan öte alkışladık!...
Demokrasiyi araç edenlere, demokrasiye "gereken durakta inilecek tramvay" diyenlere, "Kılcal damarlara sirâyet edinceye kadar yalan bile mubahtır." fetvâsıyla yer altında gelişip büyüyenlere, Askeri vesâyetten kurtuluşun Hilmi Özkök'ün Genel Kurmay Başkanlığıyla başlayacağını duyuracak kadar alenîleşenlere de seyircilikle yetinmeyip ezici çoğunluk sağlayacak kadar oy verdik!
Çiftçiye; "Gözünüzü toprak doyursun.", vatandaşa; "Ananı da al git!", gözü yaşlı şehit ailelerine; "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir.", işçi ve sendikalara; "Siyaseti size mi soracağız?"; samîmi dindarlara; "Hazmede hazmettire geliyoruz! Köşke imam hatipli birinin çıkması yakındır!", avâmdan laiklikle Atatürk severlik arasındaki farkı bilmeyenlere;"Kişiler laik olamaz, devlet laik olur! Bir kişi ya dindardır ya da laik-dinsiz!" diyerek toplumun bir kesimiyle kavga ederken bir diğerini kandıranı alkışladık! Her kavgadan sonra mutlaka çat-kapı bir gecekonduya girerek bağdaş kurup iftar eden müthîş yetenekli hatibe, askerî vesâyeti sonlandırma yetkisini de vererek, rahatladık!...
Diyarbakır'da Kürtçü, Erzurum'da, Adıyaman'da, Konya'da cemaatçi; Yozgat'ta "Azîz Milletim!" sözüyle makyajlı milliyetçi, metropollerde renksiz-demokrat, her kelimesi kaydedilen resmî toplantılarda Meclis'te Atatürkçülükten de bir adım önde Kemalist nutuklar atan ve demorasinin nîmetlerinden istifâde etmeyi bî-hakkın başaran, bütün güçleri elinde toplayan "zavallı güçlü"yü alkışlamağa devam ediyoruz!
AB'nin dikte ettirdiği bütün yasaları "gece operasyonları"yla çıkaran ve yabancı elçilere verilen yemekte; "Avrupa Parlamentosu'nun gözü kör mü?" -anlaşmalı- çıkışıyla, yaptıklarını unutturarak seçime gitmesine izin verildiği anlaşılan siyâsi aktörü, hâlâ alkışlıyoruz!
Muhalefet sözcüsü, bir AKP il başkanının -İl Genel meclis Üyesi edilerek ödüllendirilmiş-; "Bizim için adeta ikinci peygamber gibidir." sözünü hatırlattı; O, kürsüye gelerek; "Eşimi siyâsi malzeme etmek îzansızlıktır, ahlâksızlıktır!" diyerek sözü her sıkıştığında arkasına saklandığı türbana çekti!
Kürsüden işâret ederek millet vekillerini MHP sıralarına hücûm ettirdi, sonra bize saldırıldı diye mazlûm rolüne yattı! Artık saklamadığı bütün faşist uygulamalarına rağmen MHP'yi faşistlikle suçladı! Niye?
Çünkü yıllardır ABD'nin kontrolünde olduğu -artık- bilinen sağcıların sol yanları, solcuların sağ yanları serbest kalmaya başlamıştı! Doksan sene önceden; "Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir." diye feryâd eden samîmi ittihatçılar ve dindarlar, ülkücüler ve devrimciler olarak siyâseti sağcı-solcu politikacılardan almak üzere hareketleniyordu!
CHP'deki ve MHP'deki dış kontrollü mihraklar, birer birer dışlanıyor, MHP Genel Başkanı'nca Fetullah'ın elçisi tersleniyordu! Demek ki Türk siyâsetinde, kılcal damarlara zerk edilmiş yabancı akımların panzehiri bulunmuştu!
Sağcı-solcu, dindar-liberal, ülkücü-devrimci her kes Tekel İşçileri'ne destekte birleşmişti!
Son direniş tarifli Tekel İşçileri'nin mücâdelesini, yandaş sendikalarla sabote edemeyince üzerine bir örtü gerekti ve bu memlekette "türban"dan güçlü setr yâni örtü, imam hatiplileri tahrîkten kolay ve haklı bir bahane yoktu!
Yıllardır taşıma suyla döndürülen değirmene Yargıtay, meslek liselileri ve ailelerini inciten kararıyla, Genel Kurmay Başkanı; "Sabrımız bittiğinde belgelerimizi açıklayacağız!" demokratlığıyla; muhalefet sözcüleri de vakitsiz doğru sözleriyle, elli yıldaki en "zâlim mazlûm"un önünü bir daha açıyorlardı! Sonucunu, berâber göreceğiz!
"Ne gadar ki hâkimlik var, mahkûmluk var, men varam
Zûlme garşı isyankâram, ezilsem de susmaram." (Ahmet Cevat)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 12, 2010

KÖR GÖRMEZ, YORUMLARMIŞ!

Herkes gördüğünü gördüğü yanından anlatacaktır elbette. Ahmet Hakan'da görebildiği tarafından "Ülkücü ile İslâmcı"yı mukayese etmiş! Sağ olsun! Hayatta bizim aklımıza kelime-i şahâdetlerinden dolayı din kardeşimiz bellediğimiz hiç kimseyi fikrîyatımızla ve millî karakterimizle mukâyese aklımıza gelmezdi! -Özellikle söylemeliyim ki- mukayese ettiklerim asla samîmi dindarlar değil. Dîni, mezhebi, tarikati, cemaati, fikriyâtı kendilerine siyâsi malzeme ve geçim kapısı etmiş "İslamcı"lara ve milletin refleksi Ülkücülere aynı yönden bir de ben bakayım:
*"Ülkücü “bir gece ansızın” gelebilir... İslamcı ise zamana yayarak, fark ettirmeden, sessiz ve derinden gelir..."miş!
** Ülkücü sâbit ve kararlı olduğu için, sıkışıldığında korkuya maske edilen, "hicret" sünnetini samîmi îmanıyla hep unutur! Bu yüzden gidip gelenler, genellikle korkuları yüzünden tenha yerleri seçtikleri için gecenin bir vaktinde gelenlerin karşılarına çıkıverirler! Yâni Ülkücü, mücâhiddir, merttir, âlenidir, hancıdır, han sahibidir; islâmcı sinsî, hicret'e sığınan, ürkek-kurnaz yolcu!...
*"Ülkücü “anlık öfke”nin adamıdır... İslamcı ise “yüz yıllık öfke”nin..." miş!
**Ülkücü akıllıdır. Aklı gereği îmanlıdır. İmanı gereği affedicidir ama "Bir kötülüğün cezâsı ona denk bir kötülüktür. Şûra-40/ ayrıca Bakara-178" Ayetleri gereği, kardeşlerine ve kendine yapılana aynı şiddetle mukabele eder. Bu yolda ölürse şehîd olacağına inanır; olabilecek yeni Haçlı seferine de hazırdır; islamcı, öfkesini yüz yıl, korkusuyla besler kine döndürür!...
*"Ülkücü ulusalcı ile dost olur... İslamcı ise “komünist” ve “liberal” ile..."
**Ülkücü; dîni ve tarihî millî tecrübeleriyle her zaman müteyakkızdır. Doksan sene önceden Akif'in ağzından; " Ey dipdiri meyyit, "İki el bir baş içindir./"Davransana... Eller de senin, baş da senindir!/ His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?/ Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin!" diyerek başlattığı asîl baş kaldırısı hâlâ sürmektedir. İstiklâlimiz sağlandıktan sonra, başı korumakla mükellef iki el arasında görev taksimatı yapacaktır ama islâmcı; eyyâmcılığıyla, takîyyeciliğiyle, sinsî kurnazlığıyla, mes'eleyi ilm-i siyâsetle maskeleyerek komunistle de dost olur, liberalle de, Haçlı ile de, Vatikan'la da!...
*"Ülkücü'nün “Dokuz Işığı” vardır... İslamcı ise tekleştirir..."miş!
**Ülkücünün yıllarca Türkeşli MHP döneminde siyâsi bir doktrini, Dokuz Işığı olduğu doğrudur. Îmanı ve tevhîdden tâvizi asla düşünmez. "Kelime-i şahâdet farklı , kelime-i tevhîd farklıdır. Tevhîd tek'lik, bir'lik demektir. Kelime-i tevhîdde zaten peygamber yoktur." fetvâlarıyla "teslis"çilerle yakınlaşmayı reddeder. Peygamber (s.a.v.)'in ikrar edilmediği şahâdete de
mesâfelidir. İslamcılar; "Köprüyü geçinceye kadar..." kurnazlığı ile Vatikan'la işbirliğine girebilir tevhîdi, üçlemeye seyircilik hatta ortaklık edebilirler!
*"Ülkücü kısa cümle kurar... İslamcı'nın cümleleri ise uzundur..."
** Elbette! Atalar; "Dertli söyleğen olur." dememiş mi? Ülkücünün millî dertleri vardır...
*"Ülkücü'nün bıyığı meşhurdur, İslamcı'nın ise sakalı..."
**Ülkücünün bıyığıyla islâmcı'nın sakalının meşhûrluğunu da kabûl edelim de sakalsız bıyıksız Diyalogcu-Ilımlı İslâmcıları ne yapalım?
*"İslamcı Ülkücü'ye “Faşist” der... Ülkücü ise İslamcı'ya “Yeşil komünist” der..."
**İslâmcı Ülkücüye ne der onu Ahmet Hakan bilebilir. Ülkücünün ata ot, ite et verdiğini de biz biliriz! Kim, neyse öyle anılır. Komünist komünisttir, renksiz de renksiz. Fazladan olarak Ülkücü, kurnazlıkla akıllılığa yer değiştirmiş işbirlikçilere de hâin der sözünü sakınmadan...
*"Ülkücü 33'lük tespih taşır... İslamcı ise 99'luk tespih..."
**Asrın dolandırıcılarının, Millî Görüş Fenercileri'nin, Ali Kalkancı'cıların, Müslüm Gündüz'cülerin, ...ullahçıların, falancıların-filancıların 99'luk tesbîhlerini gösteriş yaparak taşıdıklarını biliriz ama Alparslan Türkeş'i, Muhsin Yazıcıoğlu'nu, Ümit Özdağ'ı, Sadi Somuncuoğlu'nu, Devlet Bahçeli'yi, Oktay Öztürk'ü, A. Bican Ercilasun'u ve sayısız göz önündeki Ülkücüyü, cami dışında tesbîhle gören var mıdır? Velev ki görülseler mahzûru ne ki?
*"Ülkücü'nün “reis”i vardır... İslamcı'nın ise “imam”ı..."
**Recep Tayyip Erdoğan'a da yakın çevresinden "Reis" diye hitâbedildiğini çok kere duydum. Erdoğan da mı Ülkücü?!.. Ayrıca her camide imam vardır Ahmet Hakan... İmamsız cemaat namazı olmaz. Cami cemaatinin imamı olur, islâmcının "Abi'leri, Büyük Abi'leri"...
Sonuç olarak dedik ya sağ olsun Ülkücülerle İslam'dan geçinen lümpenlerin mukayesesine vesîle oldu Ahmet Hakan... Bilerek bilmeyerek bir hayır işledi Allah râzı olsun...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 11, 2010

HAR, KURDU DÂVET İÇİN ZÂR ETTİ!

Dar alanda paslaşmalarda yön değiştiren toplar, istenmeyen işlere vesîle oldu!.. Senaryo dışı bir sahne oluştu! Dar alanda penaltı yaptırmaya uğraşan kurnaz topçunun topu, yan hâkemin türban maskesine çarptı!
"Bıldır öldü boz eşek, gelin şimdi ağlaşak!" hesabı, üç sene önce olmuş veya olduğu söylenmiş, unutulmuş-unutturulmuş, hatta o dönemin AKP kurmaylarından A.Latif Şener tarafından tamâmen yalanlanan bir olay, az önce olmuşçasına gündeme taşındı, kavlamaya yüz tutmuş "türban" yarası bir daha kaşındı!
Mesele bayattı, ateş sönmeğe yüz tutmuştu, milletin aklı sadece aşında-işindeyken dikkat çekmeyebilirdi ve kuvvetli nefeslerin desteğine ihtiyaç vardı! Taraflı gazeteciliğin mümtaz döneği, neresinden bakılırsa başka görülen birbir suratlı, renksiz demokrasi fedaisi, ortaya atıldı hemen!
"Diyalogcular"ın, "Ilımlı İslâm"cıların, "Kelime-i Tevhid'de müştereği yakalamış" îman tacirleri, "Medeniyetler Arası İttifak"ın îmansız "taraf"ının en Altan'ı ortaya atıldı! Tahkîr edildiğini iddiayla tahrike başladı!
Kimin elinin kimin cebinde olduğunun, kimin parmağının kimin kör gözünde olduğunun anlaşılamadığı kavram kargaşasında, bir düzen bozucu, bir fikir fâhişesi, alınıp-satılmayı maharet sayan bir ucuz meta, vatanı kadın memesine değiştiren bir entel, ensest ilişkileri hoş gören bir demokrat sapık, birden bire eşekleşerek nâraya başladı!
Eşeğin kurda hasım olduğunu, duymaktan öte gözümle gördüğüm bir olaydan bilirim. Enikken alıp büyüttüğüm ve bir kaç ayda Annem'in kırktan fazla tavuğunu yiyen kurdumu tenha yerlerde gezdirirken bir ağacın gölgesine oturmuş ve kurdumu da dolaşsın diye bırakmıştım. Yakınımızda otlayan bir eşek vardı. Kurdumu gören eşek, hayretli bakışlarım arasında anırarak, çılgınca kurduma saldırmıştı. İçgüdüsel olarak sağa sola zıplayıp kendini korumaya çalışan kurdum, eşekten bir tekme yedi! Olan da tekmeyle birlikte oldu! Eşeğe tek dalış yaptı kurdum ve tek hamlede eşeğin takım-taklavatını kopardı! Eşek yan gelip inleyerek yerde tepinirken ben de ağzında eşeğin kanlı takım-taklavatıyla kaçan kurdumun peşindeydim... Hayatında ilk defa eşek görmüş bir kurda karşı eşekliğini göstermiş ve kendini geberttirmişti eşek!
Îman tacirlerinin îmansız taraf'ından Ahmet Altan, gûya Devlet Bahçeli'ye ve Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın'a cevap verirken eşeğin kurduma saldırdığı seviyede, tepinerek sesler çıkarıyor! Aylardır MHP ve Devlet Bahçeli ile ilgilenmeyen benim bile duyacağım tarzda, har-ı demokratça zâr ediyor!
"Biz iyi bir avız. Silahsızız, savunmasızız, korunmasızız." diyor avcı ortağı kalleş keklik edâlı!...
Fikir dönekliğinden, karakter değişiminden, taraflı tarafından, yeniden dönmek görevi veya doluyu tarlasına çağırmak veya kurda bulaşan eşeklik görevi verilmiş belli! Eşekçe buğday tarlasına girip harap etmesi ve tarla sahibi tarafından yakalanarak kulağının, kuyruğunun kesilmesi düşünülmüş belli de günümüzde Harnâme'yi bunlar için yeniden yazacak Şeyhî kim olacak onu düşünmemişler!
Sanatın siyâsete, siyâsetin sahneye, serçenin kargalığa, deri gerdirmeyi meslek edinmiş kocamış karganmışların açılımcılığa soyundurulduğu günümüzde; döneklerin, fikir fâhişelerinin, kurda yem olmak isteyen eşekliğe terfisinden doğal ne olabilirdi ki?
"Bir hakikattır bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok
Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh intikam;
Yerde kalmış na'şa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdâdınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa; istikbâlinizden korkulur, pek korkulur!" (Safahat-Beşinci Kitap'tan- Mehmet Akif)
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 10, 2010

PARMAK HESÂBI!...

Ağlanacak halimize gülmek gibi trajikomik bir refleks geliştirdik!
Refleks yerine, 'olaylar karşısında irâde dışı tepki' deseydim, trajikomikin yerine, 'hem acıklı, hem güldürücü özelliği olan' deseydim, cümle kurmakta zorlanacaktım. Dilimiz adına savunmam olan bu kısa açıklamadan sonra ağlamamız gerekirken güldüğümüz iki olayı hatırlayalım.
Bizi, -düzelteyim iktidar yanlısı hukuk fakültesi mezunlarını- "Kozmik Oda"ya kadar götüren olayı, hatırlayalım: Uzun uzadıya, defalarca konuşuldu biliyorum. Biz, yazıya geçirerek kayıt altına alalım...
Çok Sayın Bülent Arınç Hazretleri memleketi Manisa'dayken Ankara'daki ikâmetgâhının önünde şüpheli bir aracın olduğu, Amerika'dan ihbâr edilir! İhbâr üzerine, orada pusuda olan hazır polis mâlum arabayı çevirir. Arabada Çok Sayın Bülent Arınç Hazretleri'ne suikast hazırlığında olan iki subay vardır. Subaylarda silah yoktur. Baskınla panikleyen silahsız suikastçı subaylardan biri, önünde oldukları adresin yazılı olduğu kâğıdı ağzına atar. Yutabilmek için polisten su ister. Polis suyu verir ve subay içmek için ağzını açtığında kâğıdı fark eder, parmağını sokarak kâğıdı, suikast belgesini yutulmaktan kurtarır! Parmak, biiiir!
Son günlerde kimin parmağı kimin gözünde belli değil ve istikrârımızın içine bir parmak musallat oldu! Geçtiğimiz günlerde; suikastçı-silahsız subayın ağzından kâğıdı çıkaran parmaktan intikam alırcasına hükümet aleyhtarı, ideolojik gösterici bir grupta, bir polisin parmağı ısırılarak kopartıldı! Parmak ikiiii!
Dîn-i mübîni yâni hayrı-şerri, iyiyi-kötüyü ayıran, açık-meydandaki dîni korumak adına; "adeta ikinci peygamberimiz gibidir" târifli Recep Tayyip Erdoğan'ın dokunulmaz fedâilerinin, hatta kabinedeki sağlıktan sorumlu bakan fedâisinin yaptıkları cihad hareketinde, serçe parmaklar kırıldı! Parmak üüüüüç!
Hani; "Kör gözlere parmağım!" derler ya tam da o misâl serçe parmakların kırıldığı cihatta, gözler görsün diye takılmış olan bir kaç gözlük te kırıldı! İsteyen tesâdüf desin, isteyen tevâfuk, isteyen de denk gelme...
"Çarşıda mum kalmamış, körün de çok umurunda!" sözüyle ilişkilendirsem çok mu parmaklamış olurum?
Bir de meşhûr parmak hikâyemiz:
Temel doktora gider. Parmağı ile neresine dokunursa dokunsun canının müthiş acıdığını söyler! Tepeden tırnağa muayene edilir ama Temel sapasağlamdır! İtiraz eder; "Ula peçi sağlamisem neden ha burama da dokunduğumda canım yanayi?" diyerek parmağını yanağına değdirir ve feryâd eder! Yeniden muayene, yeniden sapasağlam! Son olarak bir intör doktorun ısrarıyla Temel, ortopedi servisine sevk edilir. Muayene sonucu görülür ki Temel'in yanağına dokunduğu işâret parmağı kırıktır! Parmak döööörrt!
Asıl parmak, meşhûr "mali"nin, yıllarca ekrandan gözlere soktuğu; "Parmaktan sonra!"sında!...
Millet olarak işâret parmağımız kırık ve neremize dokundursak canımız yanıyor! Vurunca da canımız yanıyor, vurmaya kalkan eli tutunca da!
İşçiye dokunuyor feryât! Köylüye dokunuyor, esnafa dokunuyor, emekliye dokunuyor, sanayiciye-işverene dokunuyor feryâd ü figan!...
Askere dokunduğunda, yargıya dokunduğunda, tesettüre dokunduğunda, açlıma-saçılıma dokunduğundaki hâlini söylemeğe gerek yok! Adamın, milleti döverken canı yanıyor!
Ortopedi servisimizin seçim sandığı olduğunun; kırık parmağımız da farkında, işaret parmağı kırık olduğu için sakınılamayan serçe parmakları kıranlar da, dîn-i mübîni korumak adına yapılan cihada karşı savunmaya geçen müslümanlar da ve millet te...
Kaçan da Allah diyor, kovalayan da vesselâm! Bu işte bir şeytan parmağı yok mu?...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 07, 2010

TAHAMMÜL ZOR BU ESÂRETE...

Biz kalem erbâbının alabileceğimiz en tatminkâr ödülümüz iltifatlar, alkışlardır. Alabileceğimiz en ağır ceza ise kaale alınmamaktır. Sayısız tenkitlere muhatap olduk! Sayısız tehdîtlere, gülümsemeğe bile tenezzül etmedik ama son günlerde aldığım iltifatlardan biri, gönlümü ihyâ eylediği kadar, mes'elenin vahâmeti karşısında içimden geldiği gibi, duygularıma asla dizgin vurmadan, nefsime esîr ve yenik düşmeden Türkçe haykırmam gereğini hatırlattı!
İsmi ve adresi bendenizde mahfûz bir Gönüldaşımız; "Yorumunuz bile insanın tüylerini diken diken ediyor. Âkif misin be Koca Reis? Allah razı olsun cenâb-ı Allah sizleri korusun." diye iltifât etmişler!
Türk gönlümü ihyâ ederken ağırlığı altında inim inim inlememe vesîle olan bu iltifât karşısında edebimle susmam gerekirdi biliyorum! Susmadım, susamadım, susamazdım! Bendeniz de susarak sıramı savanlar kervânına katılamazdım!
Bir kaç gün önce, Mehmet Emin'ce; "Bırak beni haykırayım!" diye feryâdım vardı. Feryâdıma kaldığım yerden devamla, O gönüldaşıma ve O'nun şahsında Milletime bir daha-bir daha seslenmek istedim:
Büyük Milletim!
Senin ağrıyan yerine en azından elini koymayan veya ağrıyan yerinde milletin eline lüzûm hissetmeyen birinin; "Millettenim, milliyetçiyim." demek hakkı olabilir mi?
Sen fakr ü zarûret içinde kıvranırken, dînî ve ahlâkî değerlerin siyâsî malzeme edilerek pây-mâl edilirken sadece seyircilik eden, "Bana değmeyen yılan bin yaşasın." eyyâmcılığını tercîh eden birinin; "Millettenim, milliyetçiyim. Ümmettenim, ümmetçiyim. Vatandaşım, vatanperverim." demek hakkı olabilir mi?
"Ekerken yok, biçerken yok, harmanda kardeş!" zihniyetli ukâla, kurnaz, işbirlikçi, bölücü taşeronlarla mücâdele etmektense "Kardeşlik" müessesesine sığınarak bölücülüğe kerhen yardım edenin, "Dâvâ adamıyım. Mücâdele adamıyım." demeğe hakkı olabilir mi?
"Akif misin be koca reis?" iltifâtına çok teşekkür ederim ama bendenize çok ağır geldiğini de lûtfen kabûl buyurun!...
Keşke ibret alınsaydı! Keşke tarih, tekerrür etmeseydi!
Keşke; şeytan sözü, vesvesenin başlangıcı bilirim ama keşke Rabb'im yeniden destanlar yazılacak olaylara millet evlâdını mecbûr bırakmasa!
Kur'an-ı Kerim'de (Maide-54) tarifli, Peygamber(s.a.v.)'imizden duâlı bu Yüce Millete Allah(c.c.)'ın uzun süreli zilleti revâ göreceğine asla ihtimâl vermem. Tarihimize bir zahmet göz atanlar; millî öfkenin önce hâne içinden ıslâh ve tedâviye başladığını defaatle görürler.
Milletlik töremiz ve devletlik türemiz; kapımızın önü çöplükken, başkalarının bahçesinin şeklini tenkîdimize izin vermez!
Milletin çektiklerini görmezden gelerek kendinin ve aile efrâdının istikbâlini garantiye aldıklarını zannederek sadece dünyalık toplayıp mes'elelerini hallettiklerini zannedenlerin; Millî aklın harekete geçmesiyle bir anda toparlanacağına îman ettiğim Milletin âdil yargılamasından kurtulacaklarını zannedenlerin; yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını zannedenlerin hallerine Îmanlı Türk gönlümle sadece üzülürüm!
Bilirim ki; "Keser döner, sap döner, bir gün de hesap döner."
Alvarlı Muhammed Lütfi Efe'nin;
"Yerden göğe küp dizseler/ Birbirine bend etseler
Alttan birini çekseler/ Seyreyle sen gümbürtüyü!" ikazını hatırlayıp hatırlatarak Akif'çe devâm edelim feryâdımıza:
"Nasıl tahammül eder hür olan esâretine
Kör olsun ağlamayan ey vatan felâketine!
Ölüm kolay... Diyebilsek sonunda "Kurtulduk!"
Bu intihâr! Öteden, üç yüz elli milyonluk,
Zavallı Âlem-i İslâm için elîm olacak!
Biz olmasak bu kadar hânumân yetîm olacak!" (Safahat 282-283)
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 06, 2010

AĞZIMIZ BİR DAHA EKŞİDİ!...

Denize düşenin, yüzme bilse bile yorulduğunda köpüğe el atması doğaldır!
Yıllardır, demokrasi denilen şişirilmemiş can yeleği ile denize itilen usta yüzücülerin, köpüğe el atmalarını seyrediyoruz, seyrettiğimiz akvaryumun içinde miyiz, dışındamıyız fark edemeden!
El attıklarımız elimizde kala kala, avuçlarımızı ustalar çöplüğüne dönüştürdük! Kendimiz aldığımız için atamıyoruz! Bir bedel karşılığı ve bir çıkar hesabıyla almadığımız için satamıyoruz!
Bir kere "iyi" dediğimize, "kötü" diyebilme "değişim-gelişim"ini de acziyet saydığımızdan, bütün gücümüzü okyanusu geçerken tüketip tam kurtulacakken derelerde boğuluyoruz!
"Birilerinin gelip kurtarmasını beklemek, köle zihniyetidir." biliriz! Biliriz de millet olarak lidere göre hareket eden bir yapıdayız! Balığın baştan koktuğunu , rehberi karga olanın burnunun necâsetten kurtulamayacağını, görünen köye kılavuz gerekmediğini de biliriz ama "İki mü'mîn yolculuğa çıksa derhal aralarından birini lider seçsinler." öğretisiyle, elimizi bir daha atarız yakınımızdakine, köpükçesine!
Sözüm ve sitemim hiç kimseye değil ve her kese! Sözüm ortaya ve kim alınırsa ona kalacak!
Değişenlerin, gelişenlerin, döneklerin, tüneklerin, binbir yüzlülerin, yalakaların, soytarıların geçiminin çok kolaylaştırıldığı bu zor günlerde, tavrımızı muhafaza edebilmenin zorluğunu bile bile okyanusa atıldık!
At üstünde doğup büyüyüp, at üstünde savaşıp uyuyup, at üstünde dünyayı dolaşan fetheden bir ırkın ahfâdı olarak deryalara atıldık atsız, pusatsız!
Ana rahminde dokuz ay on günlük su içindeki hayat yolculuğumuzdan biliriz yüzmeyi ve biz; "Allah'ın askerleri" olarak, i'lâ-yi kelîme-t-ullah'ı görev edinmiş bir millet ferdi olarak, dünya nizâmından sorumlu bir millet mensûbu olarak çârelikten çıkarılıp başımıza belâ edilmiş yabancı reçetelerle oyalanmağa mecbûr edildik! Her alanda ehven-i şerre mecbûr kaldık!
Milliyetsiz milliyetçilere tahammüle alıştık! Demokrat sosyalistlere tam alışmışken piyasaya demokrat komünistler-marksistler, liberal demokratlar, bölücü demokratlar, islâmî demokratlar çıkıverdiler!
Ilımlı-çalımlı-açılımlı edâlarla yeniden "Allah İle Aldatanlar"ın salvolarına muhatabız! ABD mutfağında pişirilmiş, AB soğuk ön ikrâmıyla sunulan tadını bilmediğimiz yemeğe millî sos zannettiğimiz tadın sesi de Amerika'dan gelince, limon yemişçesine ağzımız ekşidi!
"Kılcal damarlara nüfûz edinceye kadar her yol hatta yalan bile mubahtır." zihniyetinin, Kur'an hükümlerine, Vatikan senaryosu ve Haçlı ile birlikte kafa tutan zihniyetin, "Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek" ilm-i siyâset(!)inin, eyyâmcılığın, takîyyeciliğin, günü kotarma acziyetiyle ve inadına demokratlaşma maskesiyle teslîmiyetçiliğin, siyâset sahnesindeki perdesini izliyoruz!
Taraftarlıktan vaz geçip sahaya inmediğimiz müddetçe, alkışlarla şişirdiğimiz ellerimizi atalarımız-dedelerimiz gibi vuracağımız silme tokatlarla tâlim ettirmediğimiz müddetçe veya çok âmiyâne tabirle biz eşekliğe gönüllü olduğumuz müddetçe belimize semer vuranlar, hep olacaktır!
On binlerce yıldır, her türlü ihâneti, her türlü acıyı yaşayarak, acılara karşı bağışıklık kazanmış millî yapımız ve karakterimizle, Türkçe ayağa kalkmadığımız müddetçe; ılımlı-çalımlı-açılımlı döneklerin, değişmiş-gelişmiş liberallerin, işbirlikçilerin, dâhilî ve hâricî bed-hâhların yaptıklarına için-için öfkelenmekten öteye geçemeyeceğiz!
Türk Milleti; Allah aşkına, dağlar gibi yığdığın kemiklerine, seller gibi akıttığın kanına bakarak nâdim ol! Tanrı aşkına kendine dön Türk Milleti!...
Bütün ithâl "izm"lere karşı, Allah aşkına millî aklını yeniden harekete geçir! Yaptıkların, yapacaklarının kefîlidir! Yer yüzüne öğretmek için indirilmiş senin, Haçlı câhillerinden öğrenecek bir şeyin asla olmaz, olamaz.
"Gönlündeki yaraların kanını dindir
Yüzde yüz Türk olduğun gün cihân senindir."
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 05, 2010

"MERD-İ KIPTÎ"LERİN DEMOKRATİK HAKLARI...

Atalarımızdan, dedelerimizden mîras kalan, hakaretin en ağırlarından; "Ermeni dölü!" sözünü, yıllar öncesinden, hatta Fırat'laşmış rahmetli Hırantımız'ın vahşîce katlinden önce terk etmemiz gerektiğini, bir Hâdis'le destekleyerek istemiştim.
Peygamber(s.a.v.)imiz'e; "Ya Resûlallah, hangi millet iyidir?" diye sormuşlar. "Her milletin iyisi, iyidir." buyurmuşlar.
Her insanın kendine yakışanı yapacağı ve milletlerin fertlerden oluştuğu gerçeğinden hareketle her millet te kendine yakışanı yapar der-geçerim yıllardır.
Yanlı-yansız, taraftar-muhalif aydınların tamamı tarafından atlanan bir garâbet var! Son yıllarda ve son günlerde, kavga meydanı Meclis'te bile, "daha fazla demokrasi, halklara daha fazla demokratik hak, halklara eşitlik, bölücülere açılım, v.s." sloganlarıyla ve -Başbakan'ın söylemiyle- otuzdan fazla alt kimlikten oluşan "Türkiyeli üst-kimlikliler"den birine, hakaret ediliyor, aşağılanıyor ve "Hepimiz Ermeniyiz!" diye feryâd eden, demokrat maskeli dolma kalemlerden tık yok!
"Merd-i Kıptî, şecâatin arz ederken sirkâtin söyler!" diye bir söz var! Milleti, otuzdan fazla alt kimlikle paramparça etmeğe ve her parçaya da daha fazla demokratik hak vermeğe görevlendirilmiş Başbakan da, kültür seviyesini belli etmek için her öfkelendiğinde bu sözü kullandı. En son "İkinci Peygamberimiz gibi" benzetmesinin ifşâsı ile cevap için kürsü aldığında, bir daha haykırdı: Merd-i Kıptî, şecâatin arz ederken sirkâtin söyler! ...
Yâni: Çingene'nin merdi; yiğitliğini, yürekliliğini anlatırken hırsızlığını söyler!
Yâni; çalan-çırpan, uyuşturucu-kadın-silah pazarlayan, topladığı paraları PeKaKa'ya gönderen, kap kaç yapan, sokakları yangın yerine çeviren, Bayrak yakan, İstiklâl marşı söylemeyen, dağa çıkan ve törenlerle indirilen, seyyar mahkemelerce serbest bırakılan Kürt hırsızlara, katillere,bölücü yasa tanımazlara istenen daha fazla demokrasi, Kıptî Vatandaşlarımıza, Çingene Kardeşlerimize gerekmez! Çünkü hırsızlıkta dahil bütün demokratik suçlar sadece Kürtlere serbest çünkü onlara daha fazla serbestlik verilmesi için ABD'nin Haçlı Birliği AB'nin dayatmaları var!
Ama Kıptî vatandaşlarımız, bütün güzelliklerine rağmen, hamâsî hakâret malzemesi olarak kalmalılar! Bir tane "dolma kalem" de, bir tane demokrasi havarisi entel de çıkıp "Hepimiz Çingeneyiz!" diye nara atmaz!
Gürcü olduğunu iftiharla söyleyenler Başbakan, hiç birinin soy kütüğüne ve etnik köküne bakılmayan kişiler Millet vekili, bakan, müsteşar olabilir ama "Merd-i Kıptî" sadece sirkâtin söylemekle kalır!
Bu demokrasi denen ithal baş belası, sadece Devlete baş kaldıranlara, sömürgeci-emperyalist Haçlı ile işbirliği yapan Devlet-Millet hainlerine mi lâzım?
İki kere oy vererek, milleti otuzdan fazla etnik köken var diye parçalamağa yardım eden BOP Eş Başkanı'nı Başbakan eden, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenler adına Kıptî kardeşlerimizden, Çingen kardeşlerimizden ÖZÜR DİLİYORUM!...
Önümüzdeki seçimlerde tek tek oy saymaya mecbûr görünen Tayyip Erdoğan'ın; en azından son kullandığı Meclis kürsüsünde "Merd-i Kıpti"lerden özür dilemesini de istiyorum!
Bakalım bu özürü dileyecek kadar demokrat mı veya bakalım kendilerini hâkir gören bir kişiye karşı "Merd-i Kıpti"ler sandıkta ne yapacaklar?
Öfke de hitâbet şekliymiş ya! Öfkelenince hâtip irticâlen karakterini yansıtan îrâd-ı nutk edermiş ya! Muhalefetten önce; "açılım"cı AKP'li vekillerin birinden bu konuyu düzelttirecek bir hareket beklemek, millet evlâdı Merd-i Kıptî'lerin demokratik hakları değil midir?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 03, 2010

SEN NEYMİŞSİN DEMOKRASİ!...

Oldum olası hazmedemedim, algılayamadım şu demokrasiyi! Sözlükte: "Milletin hâkim bulunduğu hükümet" anlamına gelen ama millete hükmeden demokrat sultanların tek hayat kaynağı olan bu kavramdan tiksiniyorum hatta!
Memleketin bütün renksizlerine, kimliksiz-kişiliksizlerine, işbirlikçilere, bölücülere, cumhuriyetle hesaplaşmaya soyunanlara, milliyetsiz milliyetçilere makyaj malzemesi, maske edilen demokrasiden ise nefret ediyorum!
Demokrat solcular, sosyal demokratlar; liberal demokrat, dinci demokrat, laik demokrat, sağcı demokrat, solcu demokrat, ümmetçi demokrat, demokrat Atatürkçü, Ülkücü demokratlar, devrimci demokratlar!...
Nasıl bir şeyse, nasıl bir güçse bu demokrasi veya demokratlık; bütün "izm"leri piç etti!
Sadece "izm"ler demokratlaşsa belki farkında olmayacaktım ama hâkim demokrat, savcı demokrat; hortumcu demokrat, hırsız demokrat, polis demokrat!
Varlığını ve gücünü, şeytanın akıl erdiremediği disiplinine borçlu olan ve disiplinini kaybederse, astın üstüne itaatini kaybederse varlığı sorgulanabilecek olan Ordu demokrat, neyine yarayacaksa!
İçerde asayişi yok eden, emniyet mensuplarımıza sokağı cehennem eden, büyük şehirlerde vatandaşın gün battığında sokağa çıkışını yasaklayan bölücü teröriste bir şey yapılamaz çünkü hem bu yaratıklar demokrat, hem de onlara demokrasi adına destek verenler!
Dışarda; millî teamüllerimizi yok sayarak demokratlık ve diplomatlık uğruna yüzlerce yıllık millî ve dînî düşmanımız Haçlı'nın temsilcileri AB kapısında elli yıldır nöbet tutan siyâsilerimiz demokrat ve onlara yol gösteren bütün dünya emperyalistleri demokrat!
Irak demokrasi getirilmek üzere işgâl edilir! Afganistan demokrasi uğruna cehennemleştirilir! Başımıza çuval, Irak'a demokrasi getirmek isteyen bu Haçlı demokrasi havarilerine destek vermediğimiz için geçirilir ve dünya jandarması ABD; "Büyük devletler özür dilemez." diye demokrat maskelilerimizce mâzur görülür!
Mevcut partilerin tamamı demokrat! Mevcutları yeterli görmeyen daha demokrat kişilerin kurdukları veya kuracakları partiler de demokrat!
Boynuzlayan karısına hoş görülü erkek, demokrat! Zinâyı yasaklıktan çıkarıp dîni nikâhla beraberliği meşrûlaştıran müslümanlar demokrat!
Dünya siyaset literatüründe demokrasinin en büyük buluşu denilen sendikalar demokrat; sendikalı emekçiler demokrat, işçilere demokrat sultanın emriyle kış günü tazyikli foseptik suyu sıktıranlaranlar-coplattıranlar demokrat!
Hayatlarının baharlarında Ordu saflarına Uzman Erbaş sıfatıyla alınıp, devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü uğruna hayatları pahasına savaş veren Türk Delikanlılarına; ülkeyi bölmek uğruna kurşun sıkanlar da demokrat, onları insan hakları ve daha fazla demokrasi sloganlarıyla destekleyenler de! 45 yaşına gelen, üstün hizmet madalyalı bu kahraman vatan evlatlarını, hiç bir sosyal güvence vermeden, yaşlandı diye sokak ortasına terk eden, Komutanlar da demokrat!
Asker demokrat, sivil demokrat! Siyasetçi demokrat, sanayici demokrat, işçi demokrat, sendikalar demokrat ve demokratik anarşi ve terör boyu aşmış!
Asayiş yok! Can ve mal güvenliği çelik kapılara rağmen yok! Her gün 2-3 çocuğun kapı önünden kaçırılışı rutinleşti! Bir de organ mafyasıdır söylenip durur ve kaybolan her çocuğun, organları boşaltılmış cesedi hayâliyle mideler bulanır!
Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz, yukarımız, aşağımız demokrat, ortada demokrasi yok!
Nasıl bir şeyse, nasıl bir kudretse bu demokrasi veya demokrata nasıl bir kudret sağlıyorsa "izm"lerle de yetinmeyip bütün millî ve dîni kavramları da piç ediyor!
Meclis'te demokrasi uğruna sokak kavgalarını bile edep yönünden özleten kavgacıları izleyince büyük harflerle yazarak ve haykırarak bütün demokratlığım(!)la; "MAĞRÛR OLMA DEMOKRAT SULTANIM, SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR." diye nâra atıyorum ben de!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

GOLÜ YİYEN, MİLLET!

"Dar alanda paslaşmalar" izliyormuşuz!
Kısa paslarla ver-kaç taktiğini futbolculuk dönemlerinden iyi bellemiş olan Başbakan, hayatında ayağına top değmemiş vatandaşları bu eski becerisiyle hipnoz ediyormuş, biz de hayretle seyrediyormuşuz demek ki!...
Bir önceki Genel Kurmay Başkanı ile "Mezara götürülecek sır"lar paylaşıp başka emekli olmuş Genel Kurmay Başkanı yokmuş gibi veya önceki Genel Kurmay Başkanları asla düşmanla, PeKaKa köpekleriyle mücadele etmemişler gibi veya her nedense hiç birinin özel araca ve özel korunmaya ihtiyacı yokmuş gibi Sırdaş Emekli Paşa'ya zırhlı, trilyonluk makam aracı vermek te, bu ver-kaçlardanmış demek ki!...
Ekmeklerinin, ömürlerine mal olan emeklerinin hakkını isteyen Tekel İşçilerine; "Hükümete karşı alenî kampanyaya dönüşmüştür." yaklaşımına karşılık PeKaKa'nın kurtarılmış bölgesi Diyarbakır'da, bir belediye başkanının "Has..tirin! Has..tirin!" iltifatını duymazdan gelmekte
"Daralanda paslaşmalar"danmış!
Ver-kaç'ı ustaca yapamayanların, kendi kalelerine gol atmaları da bir ihtimâl ama bu işi ustaca yapanların, rakip takımların akıllarını başlarından aldıkları da bir gerçek!
Gerçi bu memlekette hiç bir şeyden anlamayanların, her şey konusunda ahkâm kesmeleri sonucu; millet açlıkla boğuşurken büyüme rekorları kırdık ustaca paslaşmalarla! Kredi kartı olmayan birinin, hiç bir mağazadan taksitli alış-veriş yapmasının mümkün olmadığı ve kredi kartı dağıtan bankaların nerdeyse tamamının yabancılarda olduğu bir memlekette küresel kriz teyet geçti bu ver-kaçlarla!
Yirmi sene öncenin ayakkabısı delik, maaşlı şeriatçi il başkanının; kısa süreli bir belediye başkanlığı ve yedi yıllık başbakanlık döneminde aile bireylerine birer villa yaptıracak, villaların bahçesine helikopter pisti yaptıracak, oğluna gemicik alabilecek, dünyanın en zengin sekiz liderinin arasına girecek kadar zenginleşmesinin mümkün olduğu bir ülkede, "garip guraba"nın "yetim hakkı"nın kimseye yedirilmemesi için verilen müthîş beyt-ül mal savunması da bu, "dar alanda paslaşmalar" sâyesindeymiş!
"Gözünü toprak doyuran"lar, "Anasını da alıp giden"ler, "Askerde yan gelip yatan"larla "Aldığı kellelerin hesabını veren sayın" ve taraftarları arasındaki demokrat ver-kaçlar sâyesindeymiş bu hayretlik istikrar!
Davos'ta "One minut!", Diyarbakır'da sus-pus!
"Lütfen bu adamdan istifâde edin, deliğe süpürmeyin!" diye kendini temsîlen yapılan ricalarda sus-pus; oyunu tek güç bilen ve oyu ile hükümeti alaşağı edeceğine inanan sendikalı emekçinin hak arama mücâdelesinde kükreyen demokrat aslan!
Bu kadar hızlı ver-kaçlara hangi akıl, nasıl dayansın? Bu kadar ustaca yapılan "dar alanda paslaşmalara" hayatında top oynamamış amatör seyirci, alkıştan başka ne yapsın?
"İnsanın bazı hallerde bırakın savcı olmayı, bırakın avukat olmayı, yargılanası geliyor." tavrına gel de alkış vurma!
Bu kadar oyunbazın içinde, bu kadar usta paslaşmacının arasında, bu kadar ehîl ver-kaççının içinde, gel de demokrat kal! Anamızı ağlatan demokratlar içinde, millî karakterimizi, kimliğimizi yok eden diplomatlar içinde, dört mevsimi yaşayan bir dünya cennetinde kışın yağması kadar doğal bir hal olmayan bir kar yağışı yüzünden hayatı felç eden basîretsiz yerel yöneticiler içinde gel de demokrat kal kalabilirsen!
Ananızı da, demokratlığınızı da, diplomasinizi de, paslaştığınız demokrat Paşalarınızı da alın gidin artık Allahınızı severseniz!
Vallahi canımıza yetirdiniz vesselam!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN