Çarşamba, Mart 31, 2010

ZOR İŞLER BUNLAR!...

"İki işe bakan, şaşı olur!" demişler. Ya ikiden fazla işe bakan?... Bir yandan, hükümet kalarak demokrat sultanlığı devam ettirmek; diğer yandan, Osmanlı tam bitirilecekken ortaya çıkıp Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran, gelenleri geldikleri gibi gönderen Muhteşem Türk Atatürk'ten intikam için onlarca yıldır uğraşan Haçlı ile işbirliğini devam ettirmek ve işbirliğini milletten saklamak gerek! Zor iş!
Bir yandan, İslâmî mazlûm nutuklarla amaç için araç olduğu açıklanan "demokrasi tramvayı"nda vatmanlık etmek, gerekeni gereken durakta indirmek ve indirilenleri de küstürmemek gerek! Zor iş!
Faizin haramlığından bahsedip islâmi kâr ortaklığı maskesiyle paradan para kazanarak; "Garip gurabânın, fakir fukarânın hakkını kimseye yedirmem!" diye gerçekten kimseye dirhem yedirmeden, "Rabbenâ, hep bana!" tekerleme duasıyla hep kendine yontarak; ülkede milyonlarca aşsız-işsiz varken, askerden çürük raporlu oğluna yeri yerinden oynatan görkemli düğünler yaptığını, gemicikler hediye ettiğini, dört-beş lüks aile villasını bir bahçede toplayıp özel helikopter pisti yaptırdığını, milletten saklamak gerek! Zor iş!
Dîni mezheplere, mezhepleri tarikatlara, tarikatları cemaatlere bölerek; milleti halklara, halkları aşiretlere, aşiretleri sülâlere bölerek; "Bütüne sahip olamıyorsan parçala" ve parçalara sahip ol mantığıyla alt kimlik atfettiği ve hem "Roman Açılımı" yapıp hem de sık sık; "Merd-i Kıptî şecaatin arz ederken sirkâtin söyler." diye hırsızlıkla ithâm ettiği Roman'dan alkış almayı sürdürmek gerek! Zor iş!
Millet olarak sanal gündem sağanağındayız! Gündem oluşturan da, oluşturulan gündemler içinden birilerine önem atfeden de aynı yer! Zor iş!
Gerçekten göz bebeğimiz gibi korunması gereken kurumlarımıza dokunulup, Ordunun sır odasına dahi el uzatıp; dolandırıcılığı AB mahkemelerince tescilli bir bürokrata; "Temiz kardeşimiz." diye sahip çıkmaları; beş yüzden fazla dosyayı Meclis raflarında tutmayı millete anlatmak, anlatamıyorsan saklamak gerek! Zor iş!
"Çeteleri çökertiyoruz!" diye yıllarca dağlarda, canları pahasına bölücü PeKaKa kuduzlarının peşinde koşan, yakaladıkları kuduz terörist itleri itlâf eden millet evlâdı kahramanları ceza evine tıkarken; belediyesinde fısıltıyla söylenen rüşvet şaibesini açıklayarak üzerine giden Aytaç Durak'ı anında görevden alırken; televizyonlardan "Has...tirin! Has...tirin!" iltifatını siyâsî literatüre kazandıran belediye başkanını, açılım uğruna görmezden gelmeyi millete anlatmak, anlatamıyorsan saklamak gerek! Zor iş!
Milleti "36 alt kimlik" diye ayrıştırıp, ayrıştırmayı çabuklaştırmak için açılım üstüne açılım yapıp, Türk'ün geleneksel bayramı Nevrûz'u zorla birilerine verdikten sonra, resmî Nevrûz töreninde Türk bayrağı'nın olmayışından rahatsız olan bakanı, gece yarısı görevden almayı milletten saklamak, saklayamıyorsan makûl bir izah bulmak gerek! Zor iş!
Bütün bu zorlukların üstüne, Urfa'da on binlerce bölge insanını meydanlara indiren, MHP ve ekibiyle mücâdeleyi göze almak gerek! Zordan da zor iş!
Devleti, bütün kurumlarıyla "kendininleştirmek" için yapılan işlere hukûken karşı çıkmaları bitirmek için, "gövdeyi taşın altına koyarak" bir intihâr referandumuna gitmek gerek, tehlikeli olduğunu fark edince de çaktırmadan çark etmek gerek! Zor iş!
Oysa tarih; dönekliğin, dönmenin, değişmenin, gömlek değiştirmenin, ihânetin, puştluğun -adına iyi denilmese de- kolaylığını gösteren örneklerle dolu! Çaktırılmadan yapılırsa ihânet kolay da "Haîn" sıfatıyla ortalarda dolaşmak gerek! Zordan da zor iş!
Zor işleri kolayca, kolay işleri imkânsızlaştırarak zorca yaptıklarını göstermeğe çalışan bu kolay adamlara hadlerini bildirmek için milletin nasıl, sabırsızlıkla sandık beklediğini görerek sandığa ortam hazırlamak gerek! Zor iş!
Bu kadar zor işe gönüllü "BOP Eş Başkanı"mıza ve avânesine kolaylık dilemeyeceğim! Aslında dilemek gerek ama vallahi bu da vicdânı olan için çok zor iş!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 30, 2010

SİVİL KARŞI DEVRİM ANAYASASI...

Yandaş, dolma kalemler; "Bize yaptırırlar, olur!" AKP'li mantığıyla, Irak'a demokrasi getiren(!) ABD'nin ve AB'nin dikteleri bir taslağı, "Sivil Anayasa" diye millete dayatmaya niyetliler!
"Bugüne kadar, hep "askerler" tarafından yapılan "Anayasa"ların, ilk defa "sivil irade" tarafından yapılacak olması, CHP ve MHP’nin uykularını kaçırıyor!" muş!
Hemen peşine de itiraf cümlesi: "Çünkü böyle bir değişiklik, 'devrim' demek!.." miş! Yandaş basında Hasan Karakaya, ithâl mürekkebinin yeşil rengiyle böyle yazmış! Bu itiraf, bir "Dolma Kalem"in kâğıda düşürdüğü AKP'nin de itirâfı!
Devrimden başlayalım. Devrim: İnkılâp; bir durumdan başka bir duruma geçiş, dönüşüm, diye açıklanıyor sözlükte. Arzûlanan, dillendirilen, itiraf edilen devrimin, Atatürk İnkılâplarından, Cumhuriyet kazanımlarından dönüş-dönüşüm olacağını anlıyoruz da neye dönüşeceğimizi, dönüştürüleceğimizi söyleyen olmadığı için bilemiyoruz! Milletle berâber MHP'de, CHP'de dönüşümü, karşı devrimi görüyorlar ama hedeflenen demokratik(!) sonucu bilemedikleri için ve açıklayan bir AKP'li de olmadığı için elbette endişeliler!
Doğrudur! Birilerinin uykuları kaçıyor! Eminiz ki bu uyku problemini yaşayanlar, "Karşı Devrim" hazırlığındaki Tayyip Erdoğan ve AKP'lileridir! İnanan her müslüman bilir ki, "İbret ahirete kalmaz!" Mahkeme-i Kübrâ'dan önce, ibretlik beşerî mahkemede de verilecek hesâbı olanlar, elbette huzursuz olacaklar ve elbette uykuları kaçacak!
Yandaş, dolma kalemler ve AKP'lilerin ısrarla, demokrat maskesiyle savunuyor görünerek dayattıkları, "sivil irâde"nin hazırlayacağı "sivil" anayasaya gelmeden önce; hep "askerler" tarafından yapıldığı için itirâz edilen anayasaları, hatırlayalım. Askerlerin yaptığı hangi Anayasayı ABD'nin ve Avrupanın, daha bilinen adıyla Haçlı'nın dikte ettirmediğini kim söyleyebilir? Bir yerlerin "bizim çocukları, askerleri" eliyle dayatılmış anayasalara, onlarca yıl mecbûr kaldığımız konusunda, müthîş bir mutabakat var, doğrudur!
Amma velâkin; "sivil irâde" diye adlandırılan; BOP Eş Başkanı'nın, İslâm dünyasını kan gölüne çeviren, Irak'a katliamlar yaparak, kadınlara kızlara tecâvüz ederek demokrasi getiren, 21.yy. Haçlı şövalyesi ABD'nin direktifleriyle hazırlanmış dikte ettirilmiş anayasa mı sivildir? Daha önce askerlerine dikte ettirilen anayasa ile şimdi BOP Eş Başkanı'na dikte ettirilen anayasanın farkı nedir? Bu dikte anayasayı millete polis gücüyle dayatacak olan, BOP Eş Başkanlığı ile iftihâr eden, müslümanları katledip ırzlarına tasallût eden ABD askerlerine dua eden işbirlikçiler mi sivil irâdedir?
Dağdan resmî törenle indirilen, ayaklarına seyyâr mahkeme götürülen, hükümetin şahsında devleti tehdît eden ültimatomlar veren PeKaKalı taşeron teröristler mi, onların Meclis'teki temsilcileri mi, onları meşrûlaştırmakla görevli işbirlikçi AKP'liler mi sivil irâdedir?
Taşeron teröristler ve işbirlikçilerin elele vererek hazırladıkları, ABD dayatması anayasa mı sivil anayasadır? Bu anayasa taslağı sivil sayılırken, MHP'nin; "Önümüzdeki seçimde bir mutabakat belgesi, bir uzlaşma belgesi olarak hazırlanacak anayasa değişikliği metni, milletin oyuna da sunulmalıdır. Yenilenen bir Meclis’in yapacağı Anayasa değişikliği, bundan sonraki tartışmaları da sona erdirir!" teklifi, askeri anayasayı savunmak mıdır?
Hadi oradan! Sizi gidi kiralık akıllılar, kiralık vicdanlılar, ılımlı patates dinli, diyalogcu yalakalar sizi!
Gene kullanmaya başladıkları "baş örtüsü"ne gelince; Kardeşim! her sıkıştığınızda deve kuşu mantığıyla başınızı "baş örtüsü" kumuna sokup gözlerinizi kapatıyorsunuz ama kıçınızın açık olduğunun farkında değil misiniz? Sizin baş örtüsü maskenizi artık milletin yemediğini anlayamıyor musunuz? Yoksa bu deve kuşu mantığı mıdır sizi serçelerden, eşcinsellerden, dönmelerden, paparazzi sermâyesi kadınların kucaklarında palazlanmaktan öte özelliği olmayan açılımcı kargalardan, yağcılardan, yalakalardan akıl almaya mecbûr eden?
Sizi, "Mücâhid Erbakan"a şikâyet edeceğim haberiniz olsun!
BU MEMLEKET TARİHTE TÜRK'TÜ, BUGÜN DE TÜRK'TÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 20, 2010

DOĞRUYA BİR DAHA DÂVET...

"Zenginin malı, züğürdün çenesini yorar."mış! Diye tenkîd ettik zannediyorlar çıkarcı, ucuz taraftarlar! Bahçeli'nin, kuruluşundaki ve fısıltı açılımıyla Alparslan Türkeş Partisi ATP'yi MHP'ye katma kararını açıklarken söylediği sözleriyle heyecanlanan ama şüphelerine dizgin vuramayanlara, hevesle seslenmiştim!
Türk milletinin, Türk milliyetçiliğinin, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin refâhını, felâhını bu güç birliğinde görenlerdenim. Bu düşüncemde de ısrarcıyım. O seslenişimden dolayı tebrîkler aldığım gibi, tenkîdlere de muhatabım!
Her hangi bir nedenle MHP'den dışlanan, MHP'yi terk eden; dışlandıktan veya terk ettikten sonra -MHP'yi değil- Devlet Bahçeli'yi tenkîd edenlerin, tenkîdlerimi bilenlerin yapacağı sitemlere hazırlıklıydım! Beni, Bahçeli'den fazla Bahçelici olanların veya öyle görünmek için özel gayrette olanların yaptığı akılsız tenkîdler şaşırttı! Bu, tenkîd edeyim derken bütünü tahrîp eden, mevcût yerlerinden endişelenenler öyle çıkarcılaşmış, başarıyı öyle maddîleştirmişler ki seslenişimi tenkîd ederken Devlet Bahçeli'ye zengin, bana züğürt derken Bahçeli'ye hakâret, bana iltifât ettiklerinin bile farkında olamamışlar!
Her hangi bir "Ülkü Devi"nin veya partilinin aklına, MHP'yi sorgularken hazîneden alınan trilyon liralar gelmez! Dolayısıyla da Bahçelî'ye zengin, ülkücülere züğürt demez, partiyi "dükkân"laştırmaz, ifâde fukaralığına düşmezler! Milletten aldığı oydur MHP'nin başarı veya başarısızlığı!
Türk milletine, Türk devletine, siyâseten Türk Milliyetçiliğine sahiplenişi veya dışlayışıdır MHP'nin ülkücülüğü veya sıradanlığı! MHP'nin merkezleşmesi, liberalleşmesi, renksizleşmesi, bu tür Bahçeli'den fazla Bahçelicileri memnûn ederken; yakın hedefleri "Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye", nihâi hedefleri "Tûran" olan Ülkü Devleri'ni, Dâvânın Sahiplerini, Türk Milliyetçilerini rahatsız eder ki ediyor! Meselem, beni tenkîd edenler değil! Milletin zorda, devletin darda kaldığı çok tehlikeli, çok zor bir dönem yaşıyorken; "Son yüz yılın en zor geçecek on yılına giriyoruz." diye gününden önce uyaran Ümit Özdağ'ın müthîş öngörüsünün tecellîsini ve bu zor on yılın son üç-dört senesinin içinde olduğumuzu vurgulayarak hatırlatmak ve Devlet Bahçeli'yi, doğru bir zamanda yaptığı doğru hareketinde ısrâra ısrâr kastımız. Siyâseti asla düşünmeyen, Kuva-y-ı Seyyâreliğimden asla vaz geçmeyecek biri olarak; "Bana ne bal alandan, pekmez satandan!" da diyebilirdim!
On gün önceki seslenişimde; "Türk Milletinin refleksi Ülkücüler, Millet mevcûdiyetinin yegâne temeli Türk Milliyetçileri, Alpler, Alperenler, Devrimciler, Mücâhidler; samîmiyetlerinden şüphesi olmayan, komplekslerini aşabilmiş Cihad-ı Ekber'in galipleri, doğruyu zamanıyken destekleyin! Size yapılanları, bir kere daha unutun; sizin yaptıklarınızı da unutturun n'olur?" diye yalvarmıştım! Yalvardıklarımın içinde devrimcilerin olmasına itiraz edilmiş! Bunu anlayabilir ve hemen Mehmet Akif'in günümüzden yaklaşık yüz sene evvel; "Ey dipdiri meyyit, İki el bir baş içindir./Davransana! Eller de senin, baş da senindir" sitem ve seslenişini hatırlatırım. Diğer, beni ve MHP'ye gelmek için bir işâret, bir telefon beklediklerini bildiğim Ülkü Devleri'ni tenkîd edenlere gelince, derim ki: Ey kendilerinden başka kimseyi, ceplerinden başka yerlerini göremeyen, görmesini bilemeyen bakar körler! Siyâset kazanma sanatıdır. MHP için ülkücüler her zaman "Elde bir"dir. Milliyetçi olamasalar da vatanseverlikte müşterek olunan mütedeyyîn müslümanları, devrimcileri, sosyal demokratları, fakir fukarayı kendine râm edemeyen bir siyâsi hareketin başarısı mümkün müdür?
Akıllı olun bari! Hz. Hamza'yı şehîd eden Vahşî'den, ciğerlerini söken Hind'den daha mı suçludur Bahçeli'ye muhalefet eden ülkücüler? Onları affederek sahâbeleştiren zihniyet değil midir o, zordan da zor dönemin adını, "Asr- Saadet" eden?
Bahçeli'ye bir daha sesleneceğim; "Ey Oğul! Beysin." diyen Edebali öğüdü ile başlayıp devam edeceğim. Teşkilatlarına bir telefon kadar, bir mektup kadar yakın olan Ülkü Devleri'ni biliyorsunuz. Arayın, arattırın lütfen. Nezâket ve dâvetinize ilgisiz kalmayacaklarını siz de biliyorsunuz!
Son ve tek şahsî ricam; Allah rızası için beni aratmayın! Kuva-y-ı Seyyâreliğimi çok özümsedim ve çok seviyorum. Allah(c.c.) şahidimdir ki her zaman doğruyu ve doğru yapanı alkışlayacak, yanlışla uğraşacağım...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 19, 2010

ERMENİ VE GENEL-EV AÇILIMI

Başbakan'ın Kardeş Azerbaycan'ı incitmek pahasına açmaya çalıştığı Ermenistan Sınırı'ndan sınırdışı etmekle tehdît ettiği yüz bin kaçak Ermeni konusunda bizim de bir iki lafımız var!
Önce açılımlar; Kürt Açılımı, demokratik açılım, PeKaKa'lılara daha fazla insâni hak açılımı, Alevî açılımı, türban-tesettür-çarşaf açılımı, tekke-zâviye-ûlema açılımı, sağlık açılımı, TSK açılımı, yargı açılımı, Kıbrıs açılımı, Kuzey Irak açılımı, mayınlı sınır bölgesi açılımı, Suriye açılımı, kilise açılımı, eşcinsel açılımı, genel-ev açılımı, Ermeni açılımı v.s.
Bir çırpıda aklımıza gelenler bunlar. Açılımlardan atladığımız olmuştur, bilerek değil. Bilerek sona bıraktığımız iki açılıma dalalım izninizle; Genel-ev ve Ermeni Açılımı'na...
Ne demekse dünyanın gözü önünde, (İngiltere'de konuşulunca göz önünde, Türkiye'de konuşunca kapalı kapılar ardında mı?) ülkemizdeki kaçak yüz bin Ermeni'nin sınırdışı edilmesi tehdîdinde bulundu Açılımcı Başbakan!
Niye? Yeni bir "One minute!" salvosu olsun diye!
Haçlı'nın 21.yy. versiyonu AB mensûbu ülkelerin, değişmez müttefik(!)imiz ABD'nin de desteği ile bizi peşpeşe Ermeni Soykırımı yapmış olmakla suçlamaları üzerine!
Aynı 21.yy. Haçlısı içinden sağ duyulu bazı gazetelerde, mesela The Times'ta; "Bu gün hayatta olan hiç bir kimse geçmişteki barbarlıklardan sorumlu değil. Çünkü o olaylar çoktan tarihe karışmış bir emperyal güç tarafından gerçekleştirildi." diye yazıyor! Bu sağ duyulu 21.yy. Haçlısına göre tarihe karışmış ve soykırımı yapmış emperyal güç, Osmanlı!
Genç Türkiye Cumhuriyeti olarak Osmanlı'nın borçlarını üstlendiğimizi ve ödediğimizi de hem Haçlı'ya hem de "Yeniden Osmanlıcı"larımıza biz hatırlatalım! Osmanlı'nın âsâyişi yani iç huzûru sağlamak için uyguladığı "Tehcîr Olayı"nda, birbirine katliam yapan halkların; Rusya destek ve tahrîkli Ermeniler ile İngiliz destek ve tahrîkli Kürtler olduğunu, bildiğimizi de hatırlatalım! Günümüzde, kendi soyundan Kürtlere -bebek, kadın-kız, yaşlı-genç ayırt etmeden- uyguladıkları vahşeti o tarihte Ermenilere, onlar da Kürtlere ve Türklere yapmışlardı!
Osmanlı'nın yumuşak karnı ve başının belâsı gayr-ı müslîm halklardı. Bunların en belâlısı da teba-y-ı sâdıka yani sadık tebaa sıfatlı Ermenilerdi! Osmanlı'nın müslüman olduğu için kendinden saydığı Kürtlerin o dönemde, sadece tehcîr olayında da değil, "Yedi Düvel"in el-birliği ile saldırılarına direnen Osmanlı'nın başına açtığı belâları, bir çok kaynakta görmek mümkün!
Mehmet Arif Bey'in "Başımıza Gelenler" kitabını, sadece bu amaçla bir daha gözden geçirmeyi şiddetle tavsiye ederim. Bu eserde Mehmet Arif Bey'in; "Tedbirsiz ve kararsız duruşumuz yüzünden hristiyan tebaamız şöyle dursun, devletimiz Türk, Arnavut, Kürt, Arap gibi çeşitli müslüman kavimlerden teşekkül ettiği halde vatanın müdâfaası ve islâmın muhafazası, şurada on iki milyondan fazla tahmîn edemediğimiz Türk ahalinin hamiyetli omuzlarına yüklendi!" tesbît yorumu, aklımı uçurur!
Neyse! Genel-ev ve Ermeni Açılımı'na dönelim. Başbakan'a göre ülkemizde yüz bin Ermeni kaçak bulunuyor ve kaçak çalışıyor. İstediği anda da sınırdışı edebilirmiş! Türkiye bir muz cumhuriyeti veya bir aşiret derebeyliği ve başında da o var ya! Potamyalı İrecep, istediğini yapabilme demokrat sultanlık haklarına sahip ya!
Duyarlı bazı gazeteci ve köşe yazarlarımız da; yüz bin kaçak Ermeni'nin, bizim yüz bin işsizimizin işine mani olduklarına dikkat çekiyorlar! El-Hakk doğru! Açılımcı AKP'nin, eşcinsel, genel-ev ve Ermeni açılımına, AKP döneminde hayat kadını olabilmek için vesîkaya müracaatın beş misli arttığının da yazılıp çizildiğine bir vurgu daha yaptıktan sonra; Karadeniz insanımızın müthîş pratik zekâsıyla, son yıllarda ürettiği; "Oy nataşa nataşa/ Koydun beni ataşa!" türküsünü de hatırlatalım ve kaçakların hangi işsizlerimizin işine mani olduklarını da hatırlatmış olalım! Buradan yani bizim cenâhtan bakıldığında, manzara bu!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mart 18, 2010

TÜRK GÖNLÜMCE

İnceden yaram kanıyor sessizce canım yanıyor
Yaşım gözümü dağlıyor güle güle ağlıyorsam,
Ağlayarak çağlıyorsam;
Sesim seslenir adama sazım coşkun çalar ama
Asılarak öz yakama güle güle ağlıyorsam,
Yarama tuz bağlıyorsam;
Gâmımı saklayıp yâddan, hicâb ederek feryâddan
Utanıp kuldan imdâddan, güle güle ağlıyorsam,
Sînemi ben dağlıyorsam;
Dilim küsmüşse sözüme elim yetmezse özüme
Vurarak iki dizime güle güle ağlıyorsam,
Ekerek gâm tağlıyorsam;
Bilin ki canım yanıyor, damarda kanım kaynıyor
Bin yıllık kîn uyanıyor! Güle güle ağlıyorsam,
Yaralarım dağlıyorsam...
Kısas hakkımı dîn vermiş millî direnci kin vermiş
Dedem Korkut telkîn vermiş güle güle ağlıyorsam,
Türk gönlümle çağlıyorsam...
Diken olupta sözüme çok battınız ki gözüme
Hükmedemeyip közüme dört yanımı yakıyorsam,
Şimşek olup çakıyorsam;
Her dönemin Türk'ü ile dilimdeki türkü ile
Oğuz Han'ın erki ile pusatımı bağlıyorsam,
Martinimi yağlıyorsam;
Başlı yine baş eğecek dizli gene diz çökecek
Tarih bir daha bilecek türeyi ben sağlıyorsam,
Güle güle ağlıyorsam...
Malazgirt'im, Zigetvar'ım, Türkçe her meydanda varım
Çölde dağıtıp efkârım güle güle ağlıyorsam,
Güllerimi bağlıyorsam...
Etten kaleyim açılmam, Çanakkale'yim geçilmem
Kolay kolay vazgeçilmem güle güle ölüyorsam,
Millete şân oluyorsam.
Körler göremez resimi, sağır duymazsa sesimi
Tanrı'm bilir hevesimi hep O'na bel bağlıyorsam,
Adâleti sağlıyorsam,
Güle güle ağlıyorsam...
18. Mart. 2010/İzmir

Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 16, 2010

"MERD-İ KIPTÎ"LERE ROMAN AÇILIMI!...

Açılımı açılıma ekleyerek, halklara ayrıştırarak milletliğimizi dolayısıyla devletliğimizi tahrîp operasyonları devam ediyor!
Bir kaç gün önce Başbakan'dan "Kıptî"ler adına bir özür istemiştik! Halkları toplayıp milletleştiren Türk Milleti olarak Roman Kardeşlerimiz adına bu bizim hakkımız! Israrımda ısrarcıyım! Hz. Peygamber(s.a.v.)'imiz'e; "Ya Resûlallah, hangi millet iyidir?" diye sorarlar. "Her milletin iyisi, iyidir." buyururlar.
Her insanın kendine yakışanı yapacağı ve milletlerin de fertlerden oluştuğu gerçeğinden hareketle her millet te kendine yakışanı yapar, der-geçeriz millet vakarımızla. Lâkin, taraftar-muhalif entellerin tamamının atladığı bir acayiplik var! Son günlerde, hatta son kavga günü Meclis'te, "Daha fazla demokrasi, teröristlere daha fazla demokratik hak, bölücülere açılım" v.s. sloganlarıyla ayrıştırılmak istenen milletten birine, hakâret edildi, aşağılandı ve ne onlardan ne de demokrat maskeli, halkçı yandaş yalakalardan tık çıkmadı! "Merd-i Kıptî, şecâatin arz ederken sirkâtin söyler." miş!
Milleti, alt kimlik(!)lerle parçalamak ve her parçaya daha fazla demokratik hak vermekle görevli "Eş Başkan" Başbakan, bu sözü çok kullanır! Son olarak; "İkinci Peygamberimiz gibi!..." sıfatının ifşâsına cevap için çıktığı kürsüden de gürledi: "Çingene'nin merdi, büyüklüğünü gösterirken hırsızlığını söyler."miş! Bu özelliğini Başbakan'ın defalarca söylediği Romanlar
için açılım toplantıları var! Garibim Kibariye de Başbakan'ın bu sözlerinden yada sözün
anlamından haberi olmadığı için çok sevilen samîmiyetiyle methiyeler dizip alkış vuruyor!
Başbakan ve Haçlı Batıya göre; hırsızlara, katillere, bölücü yasa tanımazlara istenen "daha fazla demokratik hak"; bölücü olmayan, mahallelerine giren PeKaKa'lıları püskürten, devlete sâdık, milletleşmiş Kıptîlerimize, Çingenlerimize, Roman Kardeşlerimize gerekmez! Çünkü hırsızlık ta dahil bütün -demokratik- aşağılık suçlar sadece bölücülere serbest! Çünkü onlar için ABD'nin, Haçlı Birliği AB'nin dayatmaları var!
"Merd-i kıptî"yi sirkatiyle tarif eden Osmanlı'nın; "Kürt'ten evliyâ/Koyma avluya/Ya samıyı götürür/ Ya da samı bağını!" diye bir tarifi de yok mu? "Yeniden Osmanlı"cıların, Osmanlı mîrası tariflere farklı yaklaşımlarını, farklı "açılım" uygulamalarını, nasıl algılayalım? Huzûr bozucu, bölücü, yasa tanımaz cânîlere, hırsızlara AB istiyor diye nerdeyse sokakta dokunulmazlık verilmişken Kıptî (Çingene/Roman) vatandaşlarımız, bütün güzellikleriyle hamâsî hakâret malzemesi öyle mi?
Gürcüler Başbakan, soyu ve etnik kökü -sistem gereği- sorulmayan herkes millet vekili, bakan, müsteşar olur ama "Merd-i Kıptî"nin şecaati sadece nutuklarda sirkâtiyle kalır öyle mi?
Bu demokrasi denen ithal, "amaca ulaşmak için binilen, gereken durakta inilen tramvay" tarifli baş belâsı; sadece âsîlere, işbirlikçilere, Devlet-Millet hainlerine mi lâzım?
İki kere BOP Eş Başkanı'nı Başbakan eden, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenler adına, Kıptî kardeşlerimizden, bir daha ÖZÜR DİLİYORUM!...
Bir oya bile muhtaç görünen Tayyip Erdoğan'ın, ilk kullanacağı kürsüde "Merd-i Kıpti"lerden özür dilemesini de ısrarla bekliyorum!
Öfke de bir hitâbet şekli ya! Hâtip irticâlen karakterini yansıtan sözler söyler ya! Muhalefetten önce, "açılım"cı AKP'li vekillerden bu konuda bir hareket beklemek, millet evlâdı Merd-i Kıptî'lerin hakkı değil mi?
Kibariye, kendilerine ısrarla hakaret eden Başbakan'a hak etmediği iltifatları yaparken Erdoğan ve kurmaylarının vicdanları hiç mi sızlamadı?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 10, 2010

O, SEN, BEN, BİZ...

O, o'lukta, sen senlikte kalınca
Ben de beni, bende yalnız bıraktım!
Bakıp görülseydi önce karınca
Bilirdim ki insanlıkta çıraktım...

Eksikliği insanlıktan bilerek
Benlikten ayrılıp biz'e gelerek
Zorluklara birlik olup gülerek
Kızgın çölde hasat deren oraktım...

Kimi okuyacak, kimi yazacak
Kimisi gülecek, kimi kızacak
Biz'den başka ne var ben'i bozacak
Vatandır biz, ben vatanda topraktım...

Ben kalanlar, tek başına ölürler
Bizleşenler dirilirler gülerler
Benler bende benden çok güzeldirler
Şükür ben de, bende bize ortaktım...

Ben noksan, ben eksik, ben sâdece ben
Zorda birleşen biz, zorlanansa ben
Sendeyim, ondayım, bir de sen gelsen
Bilmez misin benken, sende korkaktım... 20.12.2007/İzmir

Doğrulara; "Ben yapmadım!" diye itiraz eden benler yüzünden perişânlık var! Batıya göre ego, Türkçesiyle benlik, İslâmi adıyla nefse yenik düşülerek; birlik rahmetindense ayrılık azâbını tercîh ederek şeytana, şeytan çıraklarına, din ve devlet-millet düşmanlarına, Haçlı'ya yardım edildiğinin farkında olan var mı?
Devlet Bahçeli, Türk Milliyetçilerini siyâseten bir araya getirmek için bir hamle yaptı! Kimi "Geç kaldı!" diyor, kimi; "Falan zamanda neden yapılmadı?" diyor, kimi; yıllardır sorup yüzlerce kere cevâbını aldığı sorusunu tekrarlıyor, kimi de asıl görevi olan öküz altında buzağı aramakla meşgûl!
Yapmayın ben'ler! Yapmayın egoist beyler! Yapmayın nefslerine yenik düşmüş şeytan çıraklığı ettiğinin farkında olamayanlar!
Başbuğ Atatürk 10 Kasım 1938'de, Başbuğ Alparslan Türkeş 4 Nisan 1997'de, Muhsin Yazıcıoğlu 25 Mart 2009'da; aynı gerçekte, aynı adreste, uğruna ölmeyi göze aldıkları vatan Toprağında buluşup sevdiklerine kavuştular! Onlar şimdi Hakk dünyada Mahkeme-i Kübrâ'dalar! Onlara dualarımızdan başka bir katkımız, hayırla yâd etmekten başka bir görevimiz yok artık! Onları kabirlerinde rahatsız edecek şekilde, emânetlerine hiyânete de kimsenin hakkı yok!
Doğruya; acziyet madalyalı şahsî kînle karşı çıkmakla, sadece yalnızlığa mahkûm olunmaz;
milletliğimizi hedeflemiş şer güçleri ve işbirlikçilere katkı verilir! Herkes -varsa- kendi vicdânında mahkûm olur, farkında mısınız?
Kur'an-ı Kerim'e ters düşerek Papa ve haçlıyla diyalog deneyenler varken biz kol-kola giremezsek, bizim birliğimize enâniyet mâni olursa; millete diyalogcular mı, işbirlikçiler mi, eş başkanlar mı, bölücüler mi, yoksa biz mi daha fazla zarar veririz?
Türk Milletinin refleksi Ülkücüler, Millet mevcûdiyetinin yegâne temeli Türk Milliyetçileri, Alpler, Alperenler, Devrimciler, Mücâhidler; kendi samîmiyetlerinden şüphesi olmayan, komplekslerini aşabilmiş Cihad-ı Ekber'in galipleri; doğruyu zamanıyken destekleyin! Size yapılanları, bir kere daha unutun; sizin yaptıklarınızı da unutturun n'olur?
Doğru zamanda, doğru safı oluşturarak "Türk Milleti geçilmez!" diye bir daha destanlaşın artık! Vallahi tam zamanı...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

25 MART VE 4 NİSAN'A...

Habersiz gittiler vedâ etmeden,
Gelsin ya da "Gel" desinler geleyim!
Söylenecek sözde sedâ bitmeden,
Gelsin ya da "Gel!" desinler geleyim,
Gelemezsem bari ben de öleyim...

Sorardım dostlardan özlediğimde,
Beklenen onlardı gözlediğimde.
Allah aşkına gel, gel dediğimde
Gelsin ya da "Gel!" desinler geleyim,
Gelirken de kahkahayla güleyim...

Dağlar kızdı, dağa kızmayım diye
Tipi küstü dağa, tozmayım diye
Tarih surat astı yazmayım diye!
Gelsin ya da "Gel!" desinler geleyim,
Gelirken de izlerini süreyim...

Ambarları her gelene açıktı
Bir dane alana ikbâller çıktı
Yangın ciğerimden nâleler bıktı!
Gelsin ya da "Gel!" desinler geleyim,
Ölemezsem ölmek için güleyim...

Vahdete Türk gibi birlik dediler
Birlik seferine erlik dediler
Berâber sağlanır dirlik dediler!
Gelsin ya da "Gel!" desinler geleyim,
Gelmem diyenlere gülüp öleyim...

Verâsetin vârisleri çoğaldı
Kabil'lerin hârisleri çoğaldı
Hârislerin nefisleri çoğaldı!
Çok utandım, "Gel!" desinler geleyim
Hiç değilse bu uğurda öleyim...

Bahar gelir Mart'ta cemreler düşer
Nisan'da goncalar, tohumlar şişer
Nevrûz'umda yas ikişer ikişer!
Gelsin ya da "Gel!" desinler geleyim,
Gülümseyip gül vererek öleyim...

"İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn."
Mart'ın sonu, Nisan'ın başı her yaklaştığında, kapanmayan yaralarım kanamaya başlar. Kalan ömrümce kanayacaklar. Başbuğ'um ve Başkurt'um yoklar! Allah taksîratlarından geçsin, Allah rahmet eylesin.
"İbret ahrete kalmaz." diye öğrenerek büyüdük. İbretlik dünyevî hesaplaşmayı Rabb'im bize de göstersin. Görelim ki dersimizi alalım, algılayamayanlara hesâbın ibretlik yanını aktaralım ve günümüzü, sıramızı gönül huzûru ile bekleyelim inşallah...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 09, 2010

MEDYÂTİK VÂİZ...

"Medyâtik vaiz"lerden şikâyetlenen Türkiye'nin en büyük medyâtik vaizi; "Çünkü insanı yıkmak, o gönlü yıkmak bambaşka. İleri gidiyorum, o Kabe'yi bile yıkmakla mukayese edilmez. Bu kadar önemli." diye buyurdular, son vaazlarında!
CHP oylarının yükselişte olduğu bu günlerde, provokatif-medyâtik bir eylem olduğu apaçık belli olan çarşaf yırtma gösterisi üzerine verildi bu vaaz!
Ümraniye Bombaları diye başlayıp sonradan Ergenekon'laşan, Balyoz'laşan, şekilden şekile, sıfattan sıfata sokulan; emekli, doktor raporlu hasta, bastonlu aksakalların, delikanlılık yıllarında yapmayı hayâl ettikleri darbeler suçlamasıyla bütün çeteciler tutuklu olmasa, onların işi diyesi geliyor insanın!
Ya da bu kere îmanlı senaristler, "Doğu Çalışma Grubu" görevlileri provakatörler ya da ücretli oyuncular iş başındalar!
Da! CHP ve solun siyâseten parlayan yıldızı Kılıçdaroğlu'nun Güneydoğu'da açıkladığı, CHP Genel merkezi'nin yalanladığı "Genel af"fı nereye koyalım?
AKP'nin ayrı, CHP'nin ayrı çalışma grupları mı var?
O kadar karmaşık, o kadar gündem edilen boş işler var ki sıraya koymak, hepsine yer ayırmak mümkün değil. Gazetenin tamamı bize tahsîs edilse yetmez!
Medyâtik Vaiz'in; "Kâbe yıkmaktan beter." diye vazettiği gönüle, insana dönmek istiyorum. Bu gönül, bu insan, nasıl oluyorsa Başbakan muhatap olduğunda başkalaşıyor! Bu, insan inciterek Kâbe'yi yıkmak, Medyatik Vaiz Başbakan söz konusu olunca asla, kat'a geçerli değil! Ya da; "Ananı da al git!" diye hakâret edilen vatandaş, "Gözünüzü toprak doyursun." diye fırçalanan çiftçi, "Askerlik yan gelip yatma yeri değil!" diye azarlanan şehit aileleri, "Yetim hakkını onlara yedirmem!" diye gaspçı, dolandırıcı diye tarif edilerek kış günü tazyikli sulara, coplara, gaz bombalarına maruz bırakılan Tekel İşçileri, "kelleler" ve yakınları, intihar eden Üstün Hizmet madalyalı kahramanlar ve aileleri, eczacılar, bakkallar, gazeteciler, köşe yazarları velhâsıl "Medyatik Vâizimiz"e muhalif olan hiç kimse, insan değil! Onları incitmek, onların gönüllerini yıkmak, AKP'li olmayan bu kâfirleri rencîde etmek başka! Başkadan da öte, demokratik hak!
Hakkında konuşulması, yazılması, muhalif kalem ve basına yasak olan süren mahkemeler hakkında da "Meyâtik Vâizimiz"in ayrıcalığı var! Sadece onun mu? Yakınlarının yandaşlarının konuşmaktan öte yargıçları, savcıları televizyonlardan tavsiyelerle yönlendirme hakları da var!
Kuruluş parasının Avrupa Deniz feneri e.V'den transfer edildiğini Avrupa mahkemelerinden ve basından öğrendiğimiz bir televizyonda, İmam Hatipli Cumhurbaşkanı'nın çok yakın arkadaşı bir köşe yazarı, iki isimle yazması yetmezmiş gibi birde emeğinin karşılığını çok mütevazı ücretlerle alarak ekrandan hâkim ve savcılara tavsiyelerde bulunuyor! Bir başkası, kaşını, gözünün rengini, boyunu, kilosunu ve açık adresini verdiği ama adını vermediği Paşaları işâretle ihbar ediyor!
Gizli Tanık ûnvanlı, amerikan filimleri kahramanları, yandaş basın ve medyaya göre; CHP'lilerce Ankara'ya kaçırılmış, 40.000 liradan başlayıp 200.000 liraya kadar yükselen para teklifleriyle, tehditlerle ifade değişmelerine uğraşıldığı anlatılıyor, yazılıyor!
Muhalif ve tarafsız bir-iki gazete ve televizyona göre ise; nasıl gizlilikse "Gizli Tanık"ların yedi sülalesinin, adlarının, adreslerinin, özellikle deşifre edildikleri, ifadelerini alan savcı ve başkaları tarafından va'dedilen hiç bir şeyin yapılmadığından şikâyetleri, hayatlarından korkuları, gazete-gazete, televizyon-televizyon dolaştıkları, intiharı düşündükleri anlatılıyor!
Nasıl tanık ve hem de "Gizli Tanık"larsa, ilk ifadelerini alan Erzurum Savcısı tarafından; "Bir an önce ifâdelerinin alınması yoksa ifâde değiştirebilecekleri" şeklinde tarif ediliyorlar! Adamların "Gizli Tanık" mı, yalancı şahit mi oldukları meçhûl!
Bir başka konu; Türkiye'yi yasa boğan Elazığ Depreminden sonra gûya muhalefet yapanlar, depreme dayanamayan kerpiç evlerden de AKP'yi sorumlu tutmak üzereler nerdeyse! Aynı mantığın zıddı, Düzce depremi'nde başka sebepler açıklamıştı! Yandaşını muhalifini alıp birbirine vurmak lâzım aslında!
Devletime geçmiş olsun, milletimin başı sağ olsun. Afetzedelere Allah güç ve sabırlar versin. Allah(c.c.) devletimize de zevâl vermesin...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 08, 2010

HÂLE BAK!...

Tüfeğim tutukluk yaptı elimde
Dalda dil çıkaran kargalara bak!
Bir baktım ki at süvâri belinde
Tırısı seyreyle, yorgalara bak!

Serçe şahinleşmiş sera içinde
Çakal, kurdum diyor mera içinde
Kılıç vuran eller yara içinde
Arkadan kurulan kurgulara bak!

Süvâriler atsız, hızı kalmamış
Yürümüş geride izi kalmamış
Cânanın cânına nazı kalmamış
Hele sitemdeki vurgulara bak!

Abdest alıp inşallah pâklanınca
Mürâi farş olup biz aklanınca
Bir de Allah deyip ayaklanınca
Semâya dikilen kargılara bak!

Sular büklüm büklüm bükülür o gün
Al kanlar bir daha dökülür o gün
Kahpenin ciğeri sökülür o gün
Dillerdeki marşa türkülere bak!

Cenk dâveti gelince Türk iline
Gâziler binerler kırat beline
Ozanlar sazını alır eline
Türk'ü tarif eden şarkılara bak!

Türk tutsağı olmaz öfkenin kînin
Sancaktarı odur dîn-i mübînin
Çakalın köpeğin kurnaz tilkinin
İninde çektiği korkulara bak!

Hesapta sıfırın kesiri olmaz
Bilinir ki Türk'ün esiri olmaz
Destanın şiiri nesiri olmaz
Tarihi süsleyen yargılara bak! 7 Mart 2010/ İzmir

Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mart 07, 2010

21.YY. MALTA'SI/ SİLİVRİ CEZAEVİ F-7'YE MEKTUP

Sevgili Tuncay Özkan;
Ve şahsında, 21.yy. Maltası edilen yerde, selseri kesilmek istenen, kafeslenen yiğitlere...
Ölümden öteye köy yok diye belledik.
Ölüme gidenin gelemediğini ama mahpushâne denen şu zıkkım yerin, ölümden önceki köy olduğunu ve gidenin geldiğini de defalarca yaşayarak öğrendik!
Hürriyetin en sınırsız yaşandığı yerin mahpushane hücreleri olduğunu söylediğimizde, bizi anlamakta sıkıntı çekenler olmuştu! Şimdi hürriyetini sınırsız kullanan Tuncay Özkan'ları anlamakta sıkıntı çekenler olacağını da biliyoruz!
Ve biliyoruz ki mes'elesine aşk ile bağlananların yenilmesi mümkün değil! Sayılı günler tez geçer, rüzgâr eken de fırtına biçer! Bunu da biliyoruz ama Tuncay Özkan ve benzerlerinin sayılı günleri de belli değil! Zor olan bu!
Dayan Tuncay Özkan!
Saatime 30 derece sola eğilmeden baksam da, sola eğilerek saatine bakıp sağ ayaklarıyla eşik geçmeyen haramzâdelerle ortaklık eden, sol gösterip sağ elleriyle taş vuran lümpenlerden daha fazla sana destekçiyim!
Sen ve ben!
Bir bedenin iki kolu. Biri sağ, biri sol... Hangi kol sakat olsa bedenin adı çolak olur Tuncay Özkan!Mehmet Akif yaklaşık yüz sene evvel; "Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir." diye seslenirken sana ve bana mı seslenmişti acep?
Sakın moralini bozma!
Uyduruk cunta mahkemelerinde 2-3 îdamla yargılanan millet evlatlarının berat ederek çıktıklarını, içlerinden birini mahkemeyle astıramayınca canlı yayında katlettiklerini de seyrettik! İlk defa helikopterle seçim gezisine çıktığı için sevinen ve bindiği helikopterle, yüksek dağ zirvesine düşürülen, yanlış tarafta arattırılan ve dönmeyen Muhsin Yazıcıoğlu'nu kimlerin, niye katlettiklerini de artık biliyoruz!
Bozma moralini Tuncay Özkan!
Muhteşem Türk Atatürk ve mesai arkadaşlarının emanetlerine, cumhuriyet kazanımlarına aşk ile bağlı olan sağcı-solcu samimi vatanperverler, sağcı-solcu samimi millet-ulus severler; aşk ile sahip çıktıkları savaşlarından mutlaka ama mutlaka galip çıkacaktır bundan eminim!
Bu milletin her zaman şereflilerinin, şerefsizlerinden kat-kat fazla olduğuna iman ederim ben! Bu memleketein şerefli sağcıları, şerefli solcularından; şerefli solcuları, şerefli sağcılarından kolay vaz geçmez! Yiğit yiğitten, delikanlı delikanlıdan, Türk Türk'ten kolay vaz geçmez!
Ekerken yok, biçerken yok, harmanda kardeşlik dâvası güden çıkarcı, eyyâmcı, takîyyeci, Hâbil'e kıyan Kâbil tıynetli kardeşlerle de günü geldiğinde mutlaka hesaplaşılır!
Zaman durmaz geçer! Gün gelir, mahkemeler gerçek manada kurulur!
Bozma moralini Tuncay Özkan!
Şahsında; 21.yy. Maltası edilen yerdeki madalyalı yiğitlere, sadece arkadaşlarına, generallere değil Türk gönüllerin Paşaları'na, millet sevdâlılarına, devlet sevdâlılarına, hukuk sevdâlılarına selamlar olsun...
Allah kurtarsın!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 06, 2010

TÜRK'SÜZ TÜRK İLİNDE İSTİKRÂR!...

On milyon seçmenin sandığa gitmediği seçimlerden alınan %47'lik oyla; "Güç bende artııık!" naraları atan AKP sâyesinde, müthiş bir istikrârımız var şükr'olsun!
27 Aralık 2002 günlü, Meydan'ımdan Recep Tayyip Erdoğan'a; "Her şeye ve herkese rağmen sizin doğrularınızı alkışlamak istiyorum! Sizi sevenler, sevmeyenlerinizin inâdına sizi, Türkiye'de ilk defa Başbakan'ın Genel Başkanı ettiler! Teamülleşen yanlışlar yüzünden Meclis dışındasınız. Bu yanlışın azâbını sizin kadar bilen biri olabileceğini sanmıyorum. Bu 448 Millet vekilini, genel başkanların esâretinden -isterseniz- kurtarabilirsiniz! Millet vekillerine, gerçek görev ve ûnvanlarını tevdî ederseniz, yaşarken tarih olursunuz. Ve ben; demokrasi diye dayatılan bu zorba zihniyetten kurtaran olarak ömür boyu sizi alkışlarım! Aksi halde; sizin de diğer zorbalardan bir farkınızın olmadığına kanaat getiririm ve demokrasi hevesim kursağımda kalır." diye seslenmişim!
Sekiz sene geçmiş! "Gelen, gideni aratır!" bu değilse ne Allah aşkına?
Bundan önceki Genel Başkan sıfatlı demokrat zorbalar, popülizm yaparlardı, partizanlık yaparlardı ama taraftarlarına dünyâlık sağlarken muhalefetten olanlara zûlmetmezlerdi! Devlet İhâlelerine girip iş alan sayısız muhalif müteahhit biliriz!
Meclis'te; 4-5 parti dolayısıyla da 4-5 genel başkan sıfatlı 'demokrat zorba' varken muhalefet parti millet vekillerinin, iktidar partisi vekilleriyle selam-sabahları vardı! Birbirlerinden rica hakları ve hemşehrilerinin işlerine müdahele şansları vardı!
"Taş bitti, inşaat paydos!" slogan esprisiyle seçimlerden hemen sonra herkes işinin başına döner, bütün partililer düne sünger çekerek komşuluk ilişkilerine, hayata devâm ederlerdi!
Kimse kimseden endişelenmez, kimse kimsenin yanında konuşmaktan korkmazdı! Muhbirlik, şerefsizlik, dedikodu-gıybet ölmüş kardeşin etini yemek kadar murdarlıktı! Yedi yerde sual edileceğine inanılan komşu hakkını gözetmeyen, toplumdan tecrît edilirdi.
Bütün delikanlılar, mahallelerinin namus bekçisiydiler. Ayık hiç kimse, sarhoşa vurmazdı! Sarhoşa vuran delikanlı, delikanlıdan sayılmazdı. Silahsıza silah çekilmez hele arkadan kalleşçe, puştça, alçakça asla ateş edilmezdi!
Kan davalısının malına zarar vererek intikam ucuzluğuna düşene asla itibar edilmez, ömür boyu yalnızlığa mahkûm edilirdi!
Ya ben çok yaşlandım, anlattıklarım tarih öncesi efsâneleri, ya da îmanlı siyâsilerimizin iş başına gelmeleriyle, "İnâdına Tayyip!" sloganıyla, inâdına seçilen yeni Demokrat Zorbamız'ın; gelenek-görenekleri bile değiştiren gücüne güç yetmiyor!
Sokaklarımız cehennem gibi alev alev! Daha fazla demokratik hak talebinde bulunan PeKaKa'lılar, kimseyi bulamazlarsa arabaları yakıyorlar ve istikrâr var!
Türkiye-Ermenistan maçında, Okyanus ötesinden ve AB'den alınan tâlimatla protokol imzalanırken Diyarbakır'da Bursa Sporlu futbolcu ve taraftarları, Taliban'ın recm uygulaması gibi taşla linç edilmek isteniyor, polis çâresiz! İstikrâr var!
Millet aç! İstikrâr var!
Paslaşılan "General"ler serbest, "Paşa"lar tutuklu! Cemaat mensûbu oldukları söylenen savcı ve yargıçlar; Atatürk ve Cumhûriyete sâdık, mer'i yasalara uyan savcı ve yargıçları sorguluyor, tutukluyorlar, hukuk hukuku yok ediyor! İstikrâr var!
Hiç kimsenin sosyal güvencesi kalmadı, devlet memurları, emekliler, sendikalı-sendikasız işçiler aç ve sokaklarda, istikrâr var!
Anadolu'nun göbeğinde, hatta batının batısındaki Muğla'da, PeKaKa'lılar parti binaları taşlayıp yakıp yıkıyorlar, bir anda bir araya gelerek, milleti darp ediyorlar; polis, saldırıya uğrayan Türkleri, can güvenliklerini sağlamak için saatlerce göz altına alıyor! İstikrâr var!
Velhasıl-ı kelâm; nasıl bir istikrârsa AKP'den ve "daha fazla demokratik hak" talebindeki bölücülerden başka herkes, istikrâr arayışında! Türk'süz, Türk Milliyetçisi'siz, Türk'üm demenin yasaklandığı bir Türk İlinde istikrâr, böyle mi oluyor yoksa?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 05, 2010

PAŞALAR VE GENERALLER...

Deryâlaşan suyun, deryâlaşma serüvenini ifâde etmeğe çalışırken aklayıcı, pâklayıcı, yeşertici, düzen kurucu veya öfkeyle "kükremiş sel gibi" bendini çiğneyip aşan, önce bendini sonra önüne gelen her yapılmışı, ekilmişi yıkan, söken su ile eşref-i mahlûkat insan arasında bir benzerlik bulmaya uğraşmıştık!...
Bu sancımız yeni değildi! Bâzen kendinden önce rüzgârını fark edip selden kaçarak, bâzen kuru toprağı güneşle birlikte nefeslendiren, toprak kokusu ile çevreyi bahtiyâr eden rahmeti severek; bâzen şemsiye ile birikemediği yüksek kaldırımlarda sekerek yürüyüp seyrederek ve onlarca yıldır dağlarda, ovalarda, köylerde, ilçelerde ve beton yığınlarıyla yağmura kafa tuttuğunu zannederek, çamuru engellediği zannedilerek sokaklara taşmasına sebep olan asfaltlarda, yağmura kızanlara kızarak sessiz sedâsız suyla anlaşmaya çalıştık!
Bir katre olarak ana rahminde deryâya düşen, dokuz ay uzun karanlık bir yolculuktan sonra, durağı eve/ocağa bereket tarifiyle doğan, nazlı yağmur damlası gibi yıllarca yerlerde sürünen, dizinin yere sürtünmesiyle ebeveyninin yüreğini muhabbetle sızlatan, badi-badi ayaklandığında mecrâından saptırılan su gibi yalpalayıp esrikçe yürüyen; sokakla tanıştıktan sonra bendinden taşan su gibi engelleri atlayarak coşan, emsalleriyle, çelik-çomak oynayacağım diye komşu camı kıran, komşuya verdiği çocukça zararla babasına yüklediği külfetin altında gölleşerek susan...
Ana-baba kontrolünden çıktıkça benzerleriyle buluşan; ehîl birine, ehîl bir yönlendiriciye denk gelmezse ailesine, sülâlesine, komşusuna, hemşehrisine, milletine benzemeyen birilerini taklîde yönlendirilen, bunu söyleyene delice kızan; ateş elini yakınca, taş başını kırınca, gözünün önünde su birini boğunca gerçeği öğrenen ve pişmân olan insan adayı genç insanları düşündük. Üzülsek mi, sevinsek mi bilemedik!
"İnsansan, insan san!" diyen kardeşim Ali Haydar Aslan'ın da kulaklarını çınlatarak herkesi kendi gibi zanneden ve bu yüzden Millet Evlatlığı cendereye sokulan, milliyetçi görev karakteri sorgulanan, madalyalı görevleri suçlaştırılarak üstlerine yıkılmağa çalışılanları görerek veya öyle algılayarak selleşip önüne geleni yıkarak felâketleşen insâna benzer zâlimleri, deryâca insanlığımızla sorgulamamız gerekmez mi diye öfkeyle dalgalanmağa başladık!...
Tûfan habercisi fırtına öncesinin sessizliğini, milletten başka duyan yok mu yoksa?
Generaller Karargâh'ta olağanüstü toplanıyor, yakın diye tarif edilen generaller, serbest bıraktırılıyor ama milletin "Paşa"larının tutukluluğuna bigâne kalınıyor! Emir verenler, özel trilyonluk zırhlı makam araçlarıyla emekli ediliyor! Bir bakana; "Makatına süngü bağlatır dolaştırırım!" dediğini demokrat "dolma kalemler"den öğrendiğimiz, "postmodern darbe"nin başı ve yöneticileri generallerin esâmisi okunmuyor ama yıllardır tutuklu ve; "Dördüncü tayin yerimde cumhuriyeti koruma-kollama görevimdeyim! "diyen Veli Paşa, unutturulmaya çalışılıyor!
Bizimde milletçe 'kükremiş sel' öfkemizle, NATO'ya dolayısıyla ABD'ye yakın generallerle, millete-devlete-Atatürk'e yakın olan "Paşalarımız" arasında tefrîkimiz başlıyor!
Madalyalı ve kahraman diye televizyonlardan tanıtılmış Vatan Evlâtlarına revâ görülen bu çifte standarttan, milletin çok rahatsız olduğunu, biri dillendirmeliydi!
Bu madalyalı görev adamları, milletin yâni bizim kahramanımız olmak için ölüme gözü kapalı atılmamışlar mıydı? Analarımızı ağlatanların analarını ağlatmakla görevli değil miydiler?
Yetsin artık! Adâletse tecellî etsin ve bu çin işkencesi bitsin artık! Suçlu iseler cezâlandırılsın, hatta asılsınlar! Değillerse, kahraman iseler -ki millet nazârında öyle- onlara revâ görülen bu demokrasi maskeli zûlmü, bu demokrat maskeli Cumhûriyet ve Atatürk'ten intikama soyunmuşları millet, millî hafızasına not etti!...
Günü geldiğinde, cumhûr üslûbunca nasıl sorgulayacağını da ilk sandıkta; zalimler de, demokratlarda, maskeli demokratlarla paslaşan generallerde ve sîne-i milletin sevgi tahtlarındaki Paşalarımız'da görecekler inşallah...
"Doğacaktır sana va'dettiği günler Hak'kın/ Kim bilir belki yârın, belki yârından da yakın."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 03, 2010

DAMLADAN DERYA...

Eşref-i mahlûkat, mahlûkatın yâni yaratılmışların en şereflisi insan... Şerefi aklı... Olayları sorgulama, meseleleri yargılama, muhâkeme gücünden dolayı eşref-i mahlûkat...
Başına belâ da aklı insanın!
İnsânı şeytanlaştıran da aklı! Aklından dolayı olaylardan, aklından dolayı hem hayatta, hem de ahrette iyi kötü her şeyden sorumlu...
Canlı cansız bütün mahlûkata benzeyen de, benzeten de insan! Ot gibi adam, gül yüzlü, yılan gibi, kurt gibi, çakal gibi, aslan gibi adam! Bukalemun, maymun, it, eşşek, hayvan adam! Melek gibi, şeytan gibi, su gibi adam, adam gibi adam denen de diyen de insan! Daha nice-nice sıfatlar yakıştırır insana insan.
Taş gibi, kaya gibi, dağ gibi, deryâ gibi, su gibi... Su gibi, deryâ gibi, ummân adamda duralım biraz! Su gibi...
Su; yüz milyonlarca müslümanın günde beş kere, abdest alarak pâklandığı su...
Su; inanan-inanmayan milyarlarca insanın, yıkandığı temizlendiği, kirlerini temzilediği su...
Su; bütün canlıların canı; insanlığın, hayvanların, bitkilerin yaşamak için hava gibi olmazsa olmazı...
Su; bitkilerin hayat kaynağı dolayısıyla otoburların besin kaynağı, dolayısıyla etoburların gıdalarının hayat kaynağı! Damarımızdaki kan su, bedenizmizdeki can su...
Hasretin, susamak diye en etkili tarifi... "Kana kana içmek" diye vuslatın en doyurucu anlatımı... Su...
Pınarlarda, derelerde, nehirlerde, göllerde, denizlerde, okyanuslarda güneşle buluştuğunda ısınan, buharlaşan, havalanan su. Nem diye meteorolojik bir tanımla bildiğimiz, soluduğumuz ama fark edemediğimiz su. Buharlaşıp hafifledikçe yukarılarda bulutlaşan su. Bulutlaştıktan sonra sıkışan, birleşen, damlalaşan ve yağmurlaşan su... Yağmurken tabiatın kanı, mevsimlerin en güzeli baharın sebebi. Yaz yağmuru, güz yağmuru, kışın lapa lapa karı su...
Canımız su, terimiz su; sevinçte, tasada, acıda gözümüzün yaşı su...
Su gibi adam! Su gibi berrak, su gibi akıcı, su gibi temiz, kükremiş sel gibi enginlere sığmayıp taşan, gürül-gürül çağlayan, yere bakan-durgun akan su gibi...
İnsan olup buhar gibi fark edilmeden, damlalaşıp yağmur gibi, yağdıktan sonra bir mecrada buluşup dereler gibi, sağanaksa mecra'ına sığmayarak taşan nehirler gibi, daha kuvvetlice yağarak seller gibi önüne geleni toplayarak deliler gibi akan, akarken her şeyi silip süpüren yerini değiştiren su!...
Hayat bulup, hayat olup, coşup öfkelenerek selleşip yıkıp vîran eden tûfan su!... Ta ki son durağına, yeni bir devr-i âleme çıkmadan durulacağı, dinginleşeceği denize, deryâya, okyanusa varıncaya kadar durdurulamayan su...
Yağarken nebâtı, sulaşıp insanlığı, gölleşip hayvanatı yıkayan temizleyen; deryâlaştıktan, okyanuşlaştıktan sonra kendini, kendi kendini temizleyen su...
Denizlerin kendi kendini temizlediğini de bilen, fark eden tek canlı, eşref-i mahlûkat insan... Hayvanlara, bitkilere, dağlara-taşlara, suya benzetilerek sıfatlanan; iltifat edilen veya hakâret edilen insanın, isterse suya benzeyerek insanlaşmasını bir dakika gözlerimizi kapatarak düşünsek mi?
Damla olup yağmurlaşsak, yağıp dereleşsek, taşıp selleşsek, selleşip önümüze kattığımız her şeyi de taşıyarak son durağımızda deryâ ile kucaklaşıp okyanuslaşsak ve hem bütün canlıları yıkayıp temizlerken hem de kimseye belli etmeden içimizden kendi kendimizi temizlesek pâklasak...
Olamaz mı? Zor mu?
İstesek te, istemesek te zâten olan bu! İsteyerek yapsak, yapan olsak, doğruyu yaptığımız için de mükâfatımızı beklesek daha çok insanlaşmaz mıyız Ya eyyühennâs, ya eyyühellezîne âmenû?
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 01, 2010

SÖZ, ÜSTÜNE ALINANA KALIR!

Demokrat maskeli, mazlûm duruşlu zorbalar, ortalığı toz-duman etti! Araç saydıkları demokrasi sâyesinde Meclis'teki sayılarına güvenerek Başbakan ve yardımcılarının; "Ben yaptım oldu!" dayatmalarını, millî vicdânımızı rencîde eden "açılım" uygulamalarını seyrediyoruz! Her önemli mes'elenin üstü, yapay bir gündemle kapatılıp milletin gerçekleri görmesi ve sorgulaması engelleniyor!
Yedi yıl önce düşünüldüğü iddia edilen, Okyanus ötesinde mukîm cemaat desteği ile çıkarılan bir işbirlikçi gazeteye servis ettirilen, imha edilme süresi geçmiş kâğıtların deşifresiyle, eski bir darbe hayali(!)nin sorgulanmasını seyrediyoruz! "Dördüncü tayin yerimde ve Cumhuriyeti koruma-kollama görevimin başındayım!" diyen Veli Paşa'yı ve Ergenekon'laştırılan Ümraniye Bombaları olayını unutturdular bile! Kocaman kocaman muvazzaf generaller, tevkif edilme sıralarına girdiler demokratça!
Düşünüp beceremeyen darbecilerin, tamâmının emekli ve doktor raporuyla hasta oluşları da ayrıca hayret nedeni! Halbuki bize büyüklerimiz; "Devlet her zaman 18 yaşındadır, asla kocamaz!" diye öğretmişlerdi.
Bu toz duman ortamda görülmesi engellenen bir güzel hareket oldu! MHP Genel Başkanı, Türk Milliyetçilerini bir araya toplamak üzere harekete geçti. Hareket ve zamanlaması müthîş doğru! Lâkin ortada bir güvensizlik sözleridir, dedikodusudur dolaşmaya başladı! "Söz ortanındır, kim alınırsa ona kalır." düşüncesiyle ortaya konuşmanın zamanı ...
İnsanın herkesi kendine benzetmesi, fıtrâtından yâni yaratılış özelliğindendir. Bütün doğrular da, yanlışlar da bu özelliklerden doğar ve beslenir. Örneklersek; -incinecek her kesten özür dileyerek- hiç kimseye güvenmeyen, hiç kimseye inanmayan kişinin, kendisinde bir anormallik yok mudur?
İnsanı en iyi kendisi tanıyacağına göre; yalancı, çoğunluğun doğru bildiği birine inanır mı? Meselâ müslümanı, ikrârından bilmez miyiz? Kelime-i Şehâdet'ini duyduğumuz birine müslüman değil diyebilir miyiz? Bu kişinin takvâsını ve samîmiyetini ancak Allah bilmez mi? Bu yüzden Allah(c.c.); "Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyiniz; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. En'âm-108" diye inananları uyarmamış mıdır?
Hayâli korkularımızla, vehmettiğimiz sanal devlerle kavganın mantıksızlığını anlamak zorundayız! Sn. Bahçeli hakkındaki düşüncelerimde bir değişme yok ama milyonlarca ülkücünün inandığı ve güvendiği birine, hakaretvari sözlerle saldırmak, edepli ve vicdâni midir?
Bahçeli'yi tenkîd edenler, sevenlerinin yapacakları karşı tenkîdlere de aynı samimiyetle tahammüle mecbûr değil midir? Veya; çok sevdiğimiz, vaz geçemediğimiz, Bahçeli'yi seven ülküdaşlarımızın hatırına kızgınlıklarımızı saklamak, akıl ve vefâ gereği değil midir?
Şühedâ emâneti Vatanı bölüp paylaşmak için Hırisitiyan-Yahûdi işbirliği yetmezmiş gibi İslâm adına onlarla diyaloga geçenler göz önündeyken aynı ülkü pınarından beslenenlerin, birbirine karşı 45 yıllık bir "ülküdaşlık hukûku" olmamalı mı?
Bir arı soktu diye, koca kovanı yok etmek, akıllı işi midir? Şahsen kuva-y-ı seyyâreliğimden vaz geçmem. Bir kaç kere; "Yemîn olsun ki kim istiyorsa millet vekilliği de, parti üst yöneticiliği de onların olsun. Yeter ki ülkücü olsun. Yeter ki millî çıkarları, şahsî çıkarlarından önde tutabilsin." dedim. Sözümdeyim, dönmem-dönemem...
Birbirimize güvenmek, yeniden ehil ülküdaşlarımıza omuz vermek zorundayız. Birimiz ahmetten, diğerimiz mehmetten şüphelenmeğe ve bu şüphe yüzünden de onlara güvenenlere güvenmemeğe devam edersek bilelim ki kimse de bize güvenmez ve herkes tek başına emperyal güçlere lokma olmak için sırasını bekler!
Zor, bir araya gelirsek kolaylaşır. Dünyânın en ehîl kadroları olduğuna iman ettiğim Ülkücüler bir araya gelirse; Bahçeli'nin veya başkalarının enâniyet ve hatâ yapma şansı kalır mı? Allah(c.c.)'tan hür ve millî akıl dileyerek birliğe-iriliğe-diriliğe doğru yola çıkalım lütfen. İçinde olduğumuz, su alan devlet gemisi batarsa hepimiz boğuluruz!
Batacak gemiyi terk etmeğe hazır fâreler, can yeleği bile takmışlar! Kör müyüz?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÜLKÜ BARAJI BEREKET DOLU...

MHP Genel Başkanı ve Kurmaylarının ATP Genel Başkanı Sn. Oktay Öztürk'e yaptıkları ziyâretin hemen sonrasında; "Yıllardır taşma derecesinde dolu Ülkü Barajı'nın tahliye kapağı aralandı! Taşmadan, etrafa zarar vermeden, kırk beş yıllık yatağından millete doğru akmaya başladı Ülkücü Bereket! Hayırlı olsun, hayırlara vesîle olsun, yârınlar Türk Milleti'nin olsun... Devlet Bahçeli, Allah aşkına devam et! Ehîl adamların, kanaat önderi Ülkü Devleri'nin AKP'yi nasıl silip-süpüreceklerini, cini çıktığı şişeye nasıl hapsedeceklerini, sadece seyret yeter." diye heyecanımızı dillendirdik.
Bu seslenişimize rağbet, tahminlerin çok üstünde oldu! Heyecânımızda yalnız olmadığımızı, gerçekten Ülkü Barajı'nın tam taşma aşamasında tahliye kapağının aralandığını gördük!
BBP Genel Başkanı Sn. Yalçın Topçu'nun, Gazetemiz'e yaptığı açıklama ile bir kere daha kabardı yüreğimiz! Şimdi seslendirmemeğe kararlı olduğum, iç çekmelerimiz, şeytân vesvesesi "Keşke!"lerimiz olmasına rağmen, yüreklerimiz sînemizden taşmaya başladı!
Sn. Yalçın Topçu'nun; "Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu döneminde de birlik için bizim çabalarımız oldu. Bu nedenle misyonumuz gereği yapılan bütün çağrıları değerlendiririz." sözlerinin samîmiyetine şahsen tanıklık ederim. Hele; "Yalçın Topçu olarak Türk milliyetçilerinin bir araya gelmesinde her türlü fedakârlığı yaparım." sözlerinin samimiyetinden o kadar emîn ve o kadar heyecanlıyım ki!...
MHP Genel Merkezi'nden BBP'ye yönelik bir adım ve teklîf yokken, "Ülkü Barajı"nın tazyîkiyle konuşan Sn. Yalçın Topçu'nun tavrı, MHP kurmaylarınca mutlaka ciddîye alınır düşüncesinde hatta bu samîmi kapıyı kapatmayın diye yalvararak ricalardayım!
Bir kere de n'olur yağmur, bizim yarıklarımızı kapatsın! Bir kere de on üç yılda on üç saniye aklımızdan çıkaramadığımız Baba Ocağımız'da; 45 yıllık Ülküdaşlarımızla, ülkü saflarına katılmış yetişkin çocuklarımızla, hatta ağabeylerimizin torunlarıyla, hep birlikte üç kuşak yek-vücûd olmak için bize yapılanları unutalım, yaptıklarımızı da tahrîk ederek hatırlatmayalım!
Zamanlama olarak müthîş doğru bir hareketi tamamlamak için; "Devlet-i ebed-müddet" diyenler, "Rehberimiz Kur'an, hedefimiz Tûran." diyenler, "Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız." diyenler, ABD'nin çocukları en zâlim-baskıcı Cuntaya rağmen "Kurt Duruşu'yla Baş Eğmeyenler", mahpushâneleri Yusufiyeleştirenler, "Artık yeter Türk Yusufları kuyudan çıkarmak gerek." diyenler, "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle" diye şehâdeti gülerek bekleyenler, "Anadolu toprağı kir tutmaz." diyenler, bir arada olmak zorunda!
Elli senedir kapısında elli takla atılan AB'de, dînimize, Peygamber(s.a.v.)'imize, millî bütünlüğümüze olmadık hakaretler yapılırken seyredenlerden, Irak'ı işgâl edip yüz karası toplu katliamlar yapan, müslüman kadınların-kızların ırzlarına tasallût eden Haçlı askerlerine dualar edenlerden, BOP Eş Başkanlarından; İstiklâl mahkemelerine kelle vermiş dedelerinin kan davasını Cumhuriyetle görmeğe niyetli bölücü torunlardan, siyâseti kimliksiz-renksizlerden; milleti, demokrasiyi araç kullanan takıyyecilerden kurtarmak için başka yol yok!
Sn. Yalçın Topçu'nun da hatırlattıkları gibi, aynı Ülkü pınarından beslenen üç partiyi birleştirebilmek için verilen mücâdelelerin birebir şahitlerindenim! Kimlerin, nerelerde, neler yaptıkları, kimlerin kimlere neler söyledikleri ân gibi aklımızda!
Ama arzettiğim gibi bir kere de -Allah aşkına- yağmur, bizim yarıklarımızı kapatsın! Ülkücünün ülküdaşına karşı bir vefâsı, bir ülküdaşlık hukûku vardır. Her şeye rağmen bu müthiş bağ zedelenmemiştir. Her ülkücünün ülküdaşına ve Türk Milletinin de bu Ülkü Birliğine âcilen ihtiyâcı vardır.
Omuzlarımızdaki ayak izlerini, millî rütbelerimiz olarak taşıdığımız kendilerini yukarda gören Ülküdaşlarımız; Allah'ın hatırına bu millî galeyânı engellemeyin!...
Ülkü Birliği'yle yırtılır korkağın, işbirlikçinin hayâli haritası!
"Kalk Yiğidim! Kaaaalllk Yiğidim! / Yine dağ başını duman aldı..."
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN