Salı, Kasım 30, 2010

WİKİLEAKS SANAL KIYÂMETİ!...

Yirmi yıl önce dünyânın küçültülerek beyaz cam denilen televizyona sığdırıldığından şikâyet edilirdi. Şimdi sanalağ/internet denilen bir başka, iyice küçültülmüş "sanal dünyanın kıyâmeti koptu!" deniliyor!
Sokağa bakıyorum, hayat normal! Beyaz cama kanal kanal dolaşarak bakıyorum; adına haber program iftirası edilen vuvuzela korolarından, bilinen gürültüden başka birşey yok!
Başkası etti mi bilmem ama ben, sanal deli olduğuna emîn olduğum Julien Assange'a teşekkür ediyorum! Yine bir deliye kuyuya bir taş attırıldı ve kırk akıllı aylarca çıkarmaya uğraştırılacak!
Beyler! Umumhânede zamparalık olmaz! Veya kendini zampara zannederek umumhânede arz-ı endâm edene zampara denmez, kerhâneci denir!
Bir kutucuğa sığdırılmış sanal dünyaya mahkûm teknolojik entellere belki yutturulabilir ama sokakta büyümüş ateşin yaktığını, suyun boğduğunu yaşayarak öğrenmiş insanlara, bu dolma kolay yutturulamaz!
Herkes, gözlerini kapatıp Türkiye'nin son beş yılını hatırlasın lütfen! Pentagon'un WikiLeaks üzerinden Avrupa'ya servis ettiği belgelere göre; "Ey Vah!" denilen, hangi işten habersiziz?
Açıkça yapılan, işe alınacak elemanın karakter sınavı değil mi?! Eski filmlerde, eski roman ve hikâyelerde çok görüp okuduğumuz bilinen bir yöntem bu! Herkesin göreceği kadar açık bir yere para veya kıymetli bir şey koyulur; denemeye tabi elemanın tavrı izlenirdi! Düzgün karakterli aday-eleman, bu kıymetli eşyayı koruyup kollarken işveren de elemanı izlerdi! Bu test süresi özellikle uzatılarak elemanın suça direnci ölçülürdü!
Dünya patronluğunu ilan etmiş olan CFR üyesi birkaç aile; başta Rusya olmak üzere, İran, Suriye ve Azerbaycan üzerinden Türkiye'ye uygulamak istedikleri ablukayı oluşturacakları ülkeleri, test ediyorlar!
Banu Avar, kendine has dikkatiyle; Julien Assange'a "küresel çeteyle yakından ilişkili merkezler"in verdiği ödülleri hatırlatıyor! En son 12 kasım 2010'da yani bu belge sağanağından 20 gün önce Tıme Dergisi tarafından, "2010 Yılın Adamı" seçiliyor bu sanal fedai! Yine, bilgi sızdırmasıyla ünlü emekli Pentagon casusu Daniel Ellsberg'in; "Assange, gizlilik kurallarını altüst ederek Amerikan demokrasisine hizmet ediyor!" yorumunu, hatırlatıyor!
Sanal Dünya adındaki kutucuğa mahkûm entel vuvuzelaları, oturdukları ortopedik koltuklarında bırakarak biz sokağa çıkalım ve Vatan kavramını "küreselcilik"le; millet-milliyetçilik kavramını dinle, takvâ ile reddeden Türkiye'deki küreselci işbirlikçilere karşı ne yapabilirizi araştıralım! BOP Eş Başkanı ve şürekasına karşı çıkacak güç ve kapasitede, Ülkücülerden başka bir güç var mı ona bakalım!
CFR üyelerinin; Pentagon senaryolu, NATO destekli, kime karşı-kim tarafından kullanılacağı saklanarak ortaya atılan "Füze Kalkanı" ile AKP'yi mi, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni mi, CHP'yi mi, MHP'yi mi, yoksa Türk Milliyetçilerini mi test ettiklerini anlamaya çalışalım!
Yoksa dünyanın bildiği bilgilere, sır dersek veya bilinene sır muamelesi yapan "dolma kalemler"le avunursak umumhânede zamparalık yapan kerhâneci konumuna düşeriz!
BOP'un ikinci aşamasının uygulamaya koyulduğunu farketmek; ABD'nin Suudi Arabistan'a bir ay önce milyonlarca dolarlık ağır silahları niye sattığını, füze kalkanının ne olduğunu-kimi koruyacağını sorgulamak zorundayız!
Ülkücü-idealist Türk Milliyetçilerine; Pentagon hakemliğinde, AB ve NATO kurallarına göre yapılan bir müsabakada, bilerek bir sarı kart görmek, millî aklın gereği!
Ma'lesef ahlâk, dinci siyâsiler sâyesinde; "Allah'a inanıp güvenmemek"e dönüştürülmüş; ehven-i şerre mecbûriyet ilm-i siyâset edilmiş!...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 29, 2010

MÜDÂFAA VE TAARRÛZ FARKI...

Bir akademist, stratejist ve siyâset bilimci değilim. Sıradan bir okur-yazarım! Akademistlerin fikirlerine, sütten ağzı yanmış biri olarak hep üflerim! Sert iniş-çıkışlarla geçen hayatımla deneyimli bir savaşçı olduğumu ise çok iddiayla söyleyebilirim.
Savaşçılıktan hareketle; savunma ile taarrûz arasındaki farkı hem bilir, hem de anlatabilirim! Meselâ Pilevne Kahramanı Osman Paşa'nın destanlaşmasını; yardım beklenirken yapılan savunmadan ziyâde yardım gecikince yapılan Hurûç hareketiyle yâni ablukayı yarmak için yapılan taarruzla sağladığını, tarihin anlatımından bilirim!
Büyümek isteyen, gelişmek isteyen, yayılmak isteyen devlet te, millet te, ticâretçi de, siyâsetçi de risk alarak taarrûz etmelidir. Mevcût hali muhafaza ile yetinenlerin yapacağı ise tahkîm edilmiş siperlere çekilerek müdâfaadır!
Artık partili-partisiz, sağcı-solcu, ülkücü-devrimci bütün vatanseverlerin, milliyetçi-ulusalcı bütün milliyetperverlerin ortak kanaatleri BOP Eş Başkanlığı'nı övünerek kabullenen ve ikrâr eden AKP Hükümetinden milleti-devleti-cumhûriyeti kurtarmaktır.
Bu anlamda AKP'nin merkez ve taşra teşkilatlarındaki vatanperver-milliyetperver insanların hedef alınması gerekirken CHP ve MHP'nin benzer iç sebep ve saiklerle uğraşarak vakit kaybetmeleri, olumlu yorumlanabilir mi?
AKP'nin sandık başarıları, mahirâne uyguladığı "Soğan Soyma Tekniği" iledir! Soğan gibi kat-kat ve içe doğru, öze doğru yaklaşıldıkça yumuşayan bu yapıya neden el atılmaz? Küskün-dargın-kızgın-yorgun v.b. bahânelerle gitmiş veya gitmeye hazırlarla uğraşılacağına; Bizzat Tayyip Erdoğan'ın yaptırdığı araştırma sonucu tesbit edildiği 'Yandaş Dolma Kalemler'ce söylenen AKP teşkilatlarında ağırlığın "eski Ülkü Ocaklılar"da olduğu, ikinci sırayı "eski Milli Görüşçüler"in aldığı gerçeğinden hareketle; AKP soğan gibi kat-kat ve kolayca soyulamaz mı?
Sekiz yıllık AKP döneminde kaybedilen millî değerler, cumhûriyet kazanımları hatırlatılarak bu "eski" sıfatlı millîcilerin vicdânlarına hitâbedilemez mi? Mütedeyyin dindârlara sadece BOP Eş Başkanlığı'nın ve bu projenin ne olduğu ısrarla anlatılarak ortak edildikleri millî vebâl hatırlatılamaz mı?
AKP'den kurtulmanın yolu, AKP deprem çadırını dağıtmaktan geçmez mi? Kırk yıldır; alıştıra-hazmettire aldıkları mesâfeyi; kırk yıl insafsızca kullandıkları "alnı secdeli, türbanlı, imam-hatipli, tarikatli-cemaatli" söylemleri dînî argümanlarla yok ederek mesâfe alınamaz mı?
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir." deyip alınan oylarla; sekiz yıllık AKP döneminde Karun'laşanları geçmişleriyle yüzleştirmek; küçük ölçekli esnafın, rençberin, orta direğin yok edilerek yardım paketlerine mecbûr bırakıldığını belgeleyerek anlatmak zor mu?
Bu işler, sadece AKP'ye mi mûbah?
Kırk yıllık Kürt Ülkücülerle PKK'nın katlettiği insanların kapıları tek tek çalınamaz mı?
Türklüğü ile iftihâr eden ve en fazla da bu özelliklerinden ve Atatürk'e sadakatlerinden dolayı hedef seçilen Alevî Türklerle birebir temâsa geçilemez mi? Kırk yıllık maziyle herkesin bildiği Alevî Ülkücülerle Dede ziyâretleri, Cem Evleri ziyâretleri yapılamaz mı? Bunlar seçimden sonraya ertelenirse seçim öncesi müdâfaa zor olmaz mı?
Allah aşkına çıkın artık evlerinizden! Zaman durmak, birilerinin bir şey yapmasını bekleyerek pineklemek zamanı değil!
Yolculukta, seferde yol arkadaşı merak edilerek tanınmak istenebilir ama meydanda herkesin gözü hasımda olmaz mı? Küreselcilerle milliyetçiler arasında başlatılan savaşta her milliyetçi-ulusalcı-vatanperver meydandaki hasma kilitlenerek atağa geçmek zorundadır.
Zaman kısa, rakîb küreselcilerin de destekleriyle epeyce güçlü vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SİYÂSETTE; "SOĞAN SOYMA TEKNİĞİ"

Amerika'da yaşayan ve çok istifâde ettiğim bir Türk Milliyetçisi gencimizi dikkatlerinize sunacağım. "Düşmandan gelen iftira ve ithâm, taraftardan gelen övgüden daha değerlidir!" diye çok bilinen bir a'râzı teşhîs eden Mete AKSOY'dan alıntılar yapacağım.
Okyanus Ötesi'nden "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" diye başlatılan saldırıdan beri, Türk Milliyetçileri -ma'lesef- savunmaya geçtiler! Savunma için de bol mühimmâta, güçlü lojistik desteğe ihtiyâç doğdu! Taarruz etselerdi savaşçıya ihtiyâç olacaktı! MHP savunmaya geçerek savaşçı süvarilerdense mühimmât stokuna yönelince biz de; Mete AKSOY'u öncelikle MHP Genel Merkezi'nin dikkatlerine sunuyoruz.
AKSOY, bir yazısında "Soğan Soyma Tekniği"nden bahsediyor! "Günümüz psikolojik operasyonlarında (PSYOP) kullanılan etkili bir tekniktir. Bu tekniği kullanmak bir medya desteği gerektirir. Bu operasyonun temelinde düşmanı veya karşıt grubu/muhalefeti soğana benzetmek yatar. Soğan nasıl katmanlardan oluşuyorsa, muhalefet/karşı grup da aralarındaki fikirsel ve sınıfsal ayrılıklardan dolayı katmanlardan oluşmaktadır. Yine soğan metaforundan gidecek olursak, en dış katman en zayıf kliki, merkezdeki çekirdek yapı ise en katı kliki temsil eder. Doğal olarak, “soğanı soymaya” en dış katmandan başlanır. Her katman soyuldukça, bir sonraki katmana geçilirek çekirdek yapıya ulaşılır ki bu da kesin zafer demektir." şeklinde, özetle tekniği anlatıyor! Tekniğin uygulanışını da örnekliyor; "Peki her katman nasıl soyulur? Verilecek demeçlerle, medya desteği ve en dış katmana sızma yapan elemanların, “uyuyanların”, “aktif hale geçirilmesiyle” en dış katmanın liderliğine eleştiriler yöneltilir. Dargınlıklar yaratılıp, kişisel suçlamalar ortaya atılır, kişisel menfaatler ön plana çıkarılır, grup içinde şüphe ve paranoya yaratılır. Bu noktada en ufak bir dargınlık, ayrışma ve çatışma bile medya aracılığıyla duyurulur. ... İçerideki ve dışarıdaki 'soğan soyucular'ın: “Ben Türk milliyetçiliğini eleştirmiyorum. Bu dava uğruna ölürüm. Bunu geçmişimde kanıtlamışımdır. Benim eleştirim, bu davaya asıl ihanet edenlerdir. Bunların da kim olduğu açıktır.”şeklinde eleştirileri olur! Bir sonraki aşamada da “asıl ihanet edenler” açıklanır! Ne kadar tanıdık cümleler değil mi? Referandum öncesi hergün iktidar medyası aracılığıyla duyduğumuz cümlelerdir bunlar!" Tekniği AKP'nin kullanışını, referandum sürecindeki "eski-bağımsız" sıfatlı isimlerle örnekliyor! Bu teknik ve taktiğe, karşı tedbirleri de var AKSOY'un: "1- Ne yapılmaya çalışıldığı bilinmeli, 2- Dış katmanların birliği kuvvetlendirilmeli, yani dış katmanlarda kalmış "eski ülkücülerin" yeniden teşkilandırılıp kazanılması yoluna gidilmeli, 3- Bu tekniğinin temel gücünün medya olduğu bilinmeli; topluluk içerisindeki dargınlıklar, fikir ayrılıkları, dışarı sızdırılmamalı, 'soğan soyucular'ın eylemlerinin potansiyel oylara ulaşması, engellenmeli, 4- Liderliği "çok ısrarla" eleştirenlerin samimiyetleri sorgulanmalı bu yapılırken de yine bu iç tartışmaların dışarıya sızması engellenmelidir." Çok teşekkürler Mete AKSOY...
Bizzat "yandaş dolma kalemler"e göre; AKP il-ilçe teşkilatlarını oluşturanların, sayısal olarak birinci sırasını "eski ülkü ocaklılar" oluşturuyor -sa, ki öyle!- MHP niye "Soğan Soyma Tekniği"ni kullanmaz? "En iyi müdâfaa, taarrûzdur."u erteleyen MHP Genel Merkezi'nin dikkatlerini, bu tekniğe çekmek gayretindeyiz!
Artık hiç kimse, MHP adlı Millî Saf'ta gedik verilmesine sebep olmamalı! Bu saatten sonra safta gedik verenler de affedilmemeli! Artık bu müdâfaanın, lojistik desteğe ihtiyâcı olduğu bilinmeli ve herkesten bu destek istenmeli!
MHP'nin görevlendireceği ehîl "Soğan Soyucular" işlerini yaparken, içeride de tahkimâtın sağlamlaşması için samimiyetin artırılması operasyonları yani "Teşkilâtla Ülkücülerin elele tutuşturulması" ertelenmemeli!
Karar, Savunma Karagâhı'nın vesselâm!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 28, 2010

MAYASIZ YOĞURT TUTMAZ!...

Sıkıntıdayım! Sıkıntıdan susmak üzereyim!
Ya ifâde eksiğim var, ya da başka bir şey!... Ya duyanı incitecek kadar doğruyu söylüyorum, ya da kaale alınmayacak kadar üfürükten şeyler! İkisi de bana âr, ikisi de susmam için tazyik!...
Emeksiz hiç bir kazanımın mümkün olmadığı bilinir. En kolay iş zannedilen, yemeği yemek için bile el uzanacak, lokma kopacak, ağıza atılacak, çiğnenecek, yutulacak, ...cak, ...cek, v.s.!
Kolay bulduğumuz için kolay yapıldığı zannedilen yoğurt elde etmek için süt lâzım, ateş lâzım, yoğurt mayalamasını bilen biri ve olmazsa olmaz önemle maya lâzım. Süt, mayalanmazsa yoğurt olmaz! Süte maya katmadan yoğurt yapmak imkânsız!
Her insan, imkânsızı elde etmeyi hayâl eder! Hayâldir ve hayâle güç yetmez ama imkânsızı hayâl etmek, imkânsızı gerçekleştirmez! İnsan, hayâliyle başbaşa kalır istediği kadar...
Küslüğü yok etmek, barışmak için iki taraf gerekir. Taraflardan biri olmazsa ne barış sağlanır, ne de küslük yok olur! Bazen küslüğün sebebi, incir çekirdeği kadar bile değilken dağlaştırılır; bazen de dağlar kadar büyük sebepler incir çekirdeğinden sayılarak yok edilir! Bunu başarabilecek ganî gönüllere ihtiyâç vardır barışmak için. Bu ganî gönüller barışın-kucaklaşmanın-karışmanın-birleşmenin mayalarıdırlar!
Yoğurt yemeye, etrafına toplananlara ayran ikrâm etmeye niyetli biri, sütü mayalayarak yeter miktarda yoğurt üretmelidir. Marketten alınan ithâl yoğutla da ayran yapılır ama zor olur, en azından çok pahalı olur!
Vahşi doğa belgesellerinde; av ve avcı yırtıcıları izleriz. Avcı yırtıcıların attıkları pusu nerdeyse birbirinin aynıdır. Gözlerini ava diker, atılmak üzere gerilerek sessizce beklerler. Yakalama menziline giren avın kurtuluşu mûcizedir artık...
Bir dip dalgalanma, millî "siyâsi tsunami"ye dönüştürüldü! Okyanus Ötesi'nin "Küçültülmüş CHP, MHP'siz meclis" projesi, içgüdüsel tepki veren Ülkücüler sâyesinde ölü doğmak üzere! MHP Genel Başkanı'nın bu dip dalgalanmayı doğru okuması ve esinti halindeki rüzgârı fırtınaya dönüştürmesi ile siyâseten Türk Milliyetçiliği gemisinin yelkenleri doldu! İş artık yelkenleri kontrol edecek, gemi dümenini kontrol ederek kayalara bindirmeyi engelleyecek mahâret ve yetenekteki kaptanları görevlendirmeğe kalmıştı!
Rüzgâr kuvvetli, yelkenler dolu, geminin yolcuları tamam, kaptanlar da göreve hazırdı! Olumlu haberler, davet edilenler, davet edilecekler, davet edilip buluşma gününü bekleyenler vardı ki haber sitelerine; barış mayası tarifli bir Ülkü Devi ile buluşmanın, ertelendiği haberi düştü! Art niyetliler, hemen öküz altında buzağı aramaya, yoksa altına buzağı koymak üzere öküz arama faaliyetine geçtiler! Bütün ehîl ülkücüler de, dâvete koşarak giderlerken bu erteleme yüzünden avını bekleyen avcı yırtıcı refleksiyle yeniden pusu hâline geçtiler!
Maya katılmamış sıcak süte soğuk kaşık değerse çürür! Bu müthîş ve câzip teklife samimiyetle koşanlar olduğu kadar, sıcak süte soğuk kaşık sokmak için bekleyenler de var! Korkarak hatırlatırım!
Bir de bu şölene hazırlanmış, döşürülmüş-pişirilmiş ve demlenmesi için dâvet sahibine teslîm edilmiş yemek kazanının kontrol için kapağı açılınca yayılan güzel koku ile yemeğe erken saldırı başladı! Demek ki epeyce aç varmış!
Dahası bu açların çoğunun kaşıkları da ellerinde hazırmış! Daha yemeklik malzeme döşürülürken, yemek pişirilirken kaşıklarını hazırlamışlarmış bile!.. Ne diyelim? Afiyet olsun!...
Yoğurdumuz mayalansın, sütümüz çürümesin, biz oruca talimliyiz, aç kalsak ta olur!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BEN'DE BEN'LEŞEN BANA İKAZIM!...

Her yeni güne, benim benle buluşmamla, kendimle selamlaşmamla başlarım!...
Akıl; arayıp bulduğu, bulup teslîm olduğu, teslîmiyetini diline ikrâr ettirdiği, adını îman koyduğu gücüyle her gününe Cihâd- Ekber'le başlayabiliyorsa âkıldır! Aksi halde kişi, cüz'i irâdesinin nefs-i emmâreye belli-belirsiz teslîmiyetinin sıkıntılı azâbını yaşar!
İşkencedir, azâptır akla bu!
Benliği yok edebilmek için, beni öldürüp biz'de tekleşebilmek mücâdelesinin şiddetini, bu mücâdeleyi yapmayan bilmez-bilemez! Bilen de, fakîrin yaptığı gibi başkasına söyleyemez, kendinden başkasına anlatabilmesi de mümkün değildir, çünkü anlatırsa enâniyet sanılır!
Oysa anlatmalı, anlatılmalıdır, anlatılmazsa oyar içten içe ağaç kurdu misâli vicdânı! Bunu başarırsa akıl başarır ve aklımla sohbetim başlar:
"Aklım, seni çivilerle çakarım
Çarmıha gererim seyre çıkarım
Nemrût olur İbrâhim'ce yakarım
Varım diye korku verme sen bana,
Düşmânımdan önce vurma sen bana!"
Başlayan, başlatılan, başladığım, aklımla sohbet midir, aklımla savaşım mıdır? Ben de bilmem, aklım da!...
Devâm eder sohbetim, ünsiyyetim, münakaşam, savaşım:
"Eğer varsan yarışa gir akılla
Ne işin var ince harçta çakılla?
Yarışa girerek sultanla kulla
Varım diye cinnet geçirtme bana
Panzehir ol, zehir içirtme bana!"
Görmek için bakan gözün, görmekten başka seçeneği olmaz! Her görülen de görene her zaman huzûr getirmez! Güzelliklerden önce; doğrudan, haklıdan, mazlûmdan önce yanlışlar, haksızlıklar, zalimler görünebilir bakan göze baktığı için! Devreye akıl girer! Ya itirâz edecektir; "Küfr'ün karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır." diye, ya da; "Her doğru her yerde söylenmez!" ürkekliğini, korkaklığını ilm-i siyâsetten sayacaktır! Ben'de, bana saldıracağım elbette:
"Aklım! Billâh çivilerle çakarım
Yusuf'ça kuyuda dibe sokarım
Neron'ca yakarım, zevkle bakarım!
Varım diye korku verme sen bana
Şeytânımdan önce vurma sen bana!"
Aklımın vurduğu, aklımın dövdüğü isyankâr ben; fıtratından kaynaklı âsî benliği ile bir daha kuva-y-ı seyyâreliğe soyunur, kendiyle başlattığı amansız savaşına devam eder!...
Bir de kendiyle savaşan bir başka savaşçının sözleriyle başlamışsa güne, kolay gelsin!...
"Yazarın, yaz(a)madığı yazı vardır. .... Yazsa, uygulayacak insan, kadro ve şart(lar) yok hissindedir ve bu durumda bir fitneye sebep olacağı kanaati hâsıl olur. Ve yazar .... kalemini kırar! Mevcut tiyatroya sufleler üretmeyi sürdürür." (Hasan DEMİR-Yeniçağ)
Selamün aleyküm ben; Ve aleyküm'esselâm!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 26, 2010

HAKKIMSA İSTİYORUM!...

"Hak verilmez alınır!" Türk öğretisiyle yetiştik.
Eğer hak verilmiyorsa bu gasptır! Hakkını almak için savaşamayan zayıfsa hakkı vermeyen zâlimdir! Zûlüm karşısında susmak; "Küfr'ün karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır." öğretisinden hareketle şeytânlık değilse mürâiliktir! Son otuz yılımızda ilm-i siyâset diye belletilen ehven-i şerre mecbûriyete baş kaldırmamak 21.yy. Taif Ehli'liğidir!
İki yüzlülükten, mürâilikten, yağcı tarifi almaktan, yanlışı sadece taraftarlık duygularıyla alkışlamaktan, en can acıtıcı doğruyu söyleyememekten, sevdiğimin başkalarının düşmanca tenkîtleriyle incitilmesindense uyarıyı yaparak hatâya engel olamamaktan Allah(c.c.)'a sığınırım!
Türk Milletinin zorda, Türk Devleti'nin darda olduğu bu çetin günlerde; suyu getirenle testiyi kıran arasındaki farkın fark edilebilmesi için Nasrettin Hoca uyarısını yapmak zorundayım!
Önce hakkıma sahip çıkarak başlamak istiyorum! Fedakârlık başka, hakkın gasp edilmesine ses çıkarmadan teslîmiyet başka şeyler!
Günlerdir, haftalardır ölesiye bir merâk ve heyecanla; Dâvâ Aysbergleri ile, Ülkü Devleri ile Teşkilâtın elele tutuşturulması buyruğunu bekliyorum! Zaman komada! İhmâl edilerek geçen her an; Millî Mücâdeleye verilecek katkı geciktirilerek yapılan zaman isrâfıdır!
Hiç tevâzu göstermeden yetişmiş-kalifiye Türk Milliyetçiliği, Milliyetçi Hareket, Ülkücü Hareket, Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye; "Millet-Devlet-Vatan-Bayrak" bütünlüğü, özetle MHP propogandistlerinden biri olduğum iddiasındayım! Hayatımın tamamını, bu şekilde yaşadım! Okyanus Ötesi'nden ilan edilen; "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi"ne içgüdüsel olarak, kimseye danışmadan Türkçe baş kaldırdım! AKP'nin referandum sürecinde; "MHP'de tsunami olacak!" saldırısına gene içgüdüsel olarak 17 Ağustos 2010' da; "Ülkü Devleri"nin, parti içi politikasını beğenmeseler bile Parti'nin mevcût Genel Başkanını sizin karşınızda yalnız bırakacaklarını mı zannedersiniz? Bininizi, Devlet Bahçeli'nin kestirip attığı, traş artığı saçının teline kurban etmez mi en kızgın Ülkücü? " tepkimi koydum!
Bir Türk Milliyetçisi olarak, Ülkücü doğmuş-ülkücü yaşamış-ülkücü yaşayan-ülkücü olarak ölecek biri olan ben, tek kişilik savaşımı başlatırken; "Birlik-Berâberlik Daveti" falan söz konusu bile değildi!
Bilirim ev danası öküz olmaz! Bilirim evin çocuğu asla büyüyemez! Bilirim elde birlerin ihmâli mukadderdir!
Bunları bilerek, ihmâli kanıksamış biri olarak; kendi dilime vurduğum bağı kırabilmem için, kendi sohbet ortamlarıma kendi çektiğim setleri yıkabilmem için, gönlümce kimsenin "Hoca! Ne yaptın?" sorusuna muhatap olmadan, "Niye?" ye gönlümce cevâp vererek propogandama başlayabilmem için; dilimin, elimin, önümün açılmasını sağlayacak "Teşekkür ve dâveti"mi bek-li-yo-ruuuum!
Hayatımda ilk defa ağzımla istiyorum, ağzımla yiyeceğim!
Hiç bir hâreketimi; kimseden emirle yapmadığım için bu hakkımın teslîminde de kimsenin aracılığına tevessül ve tenezzül edemem! Bu, benim beni inkârım olur! Bu, benim beni taraftar tarifine sokuşum olur! Bu, benim karakter intihârım olur!...
Dünyâmın olmazsa olmazı Teşkilâtım; Hakkımı ver! Bir teşekkür ve dâvetle beni Millî Seferberlik çağında özlediğim mücâdelenin içine alıver! Küsmeğe tenezzül etmeyen yüreğimin, bitmiş kızgınlığına kesin olarak son ver! Beni Teşkilatımla buluştur artık Teşkilâtım!
Ağzımla istiyorum, ağzımla yiyerek tok gönlümle; kolum kuvvetli, elim kuvvetli, dilim kuvvetli olarak saldırıya geçip en geçerli Türk Savunması taarruzu, yaşamak istiyorum vesselâm!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 25, 2010

FİRÂR!...

Kırılmayın, darılmayın, küsmeyin aklım yüreğim
Bu çileye hayat ile berâberce var mısınız?
Devr-i âlem, çark-ı felek rakibinizdir bildiğim
Rabbim bile sığıyorken, çilelere dar mısınız?

Yolcuyu siz yola vurur, hasreti de çekersiniz
Nefs atına dizgin vurur, derde sevdâ ekersiniz
Gepgeniş sîne dar gelir çıldırır tepinirsiniz
Dertler ateşte yanarken pervâneye kâr mısınız?

Cefâ ile benzenmiş bir ömür dileyip Çalap'tan
Çile ile pâklanmayı beklersiniz kirli kaptan
Kaç kere teyemmüm edip susuz yerlerde turaptan
Gizlide gözyaşınızla harâmı yıkar mısınız?

Kardeş Yusuf'u kuyuya, atar çünkü insandır o
Hem eşref-i mahlûkattır hem nankördür, noksandır o
Firâvun'dur, hem Nemrût'tur, bazen yerle yeksândır o
"Sıla-y-ı rahm" buyruğuna aynadan bakar mısınız?...

Ata insan, ana insan; kardaş insan, düşman insan
Helâl ucuz, harâm paha, harâmdan olmuyor ihsân
İyi insan, kötü insan; deli insan, velî insan
Bu kadar insan içinden, insanca çıkar mısınız?

Sakın küsüp darılmayın, düz yollarda yorulmayın
Fırtınalar olup esin, deprem olun durulmayın
Seferberliğe fırlayın, arkanızdan vurulmayın
İhânet yakından olur, aynadan çıkar mısınız?

Fıtratınıza Türk denmiş, aklınıza dîn eklenmiş
Deliye sorgu suâl yok, velîye îman yüklenmiş
Nefsin oynaşı Şeytan'a, aklın îmanı diklenmiş
Ölüm öldüren yiğide, şehîde bakar mısınız?

Yine darda firârdayım, benden sormadan bulunmam!
Kızamam çünkü küserler, küsenlerdense alınmam
Bana verdiğim bu cezâm bitene kadar da durmam
Firâri demeden önce yoluma çıkar mısınız?

Duamın adresi belli, ibâdetimse saklıdır
Şeytana uyan nefis te savunmasında haklıdır
Huzûr yolunun dikeni, bülbülüne meraklıdır
Yolun Sahibi'ne uyup mecrâda akar mısınız?

25 Kasım 2010/ İzmir
Mustafa ASLAN

TEAMÜLLERE "SİVİL DARBE" YMİŞ !...

"Deyirem ölürem, demirem olmur."
Şimdi sussak, sükûtumuzu ikrâr sayarlar! Susmasak; kimi, kime şikâyet ettiğimizin anlaşılmaması için ne kadar vuvuzela varsa bir ağızdan ötecekler!
Önce İçişleri Bakanı bir generali, sonra Milli Savunma Bakanı iki generali açığa aldı!
Alabilir mi? Demek ki alabiliyormuş! Yasal mı? Evet!
AKP'den önce neden hiç kimse yapmadı? Teâmüle uymazmış! Yasalar müsait değilmiş!
Yasaları kim yapar? Türkiye Büyük Millet Meclisi...
Kim uygular? Yürütme yâni Bakanlar Kurulu ve ilgili organlar...
Atatürk mirâsını hoyratça harcayan, bir türlü bitiremeyen CHP, bu uygulamaya; "Sivil darbe!" diye itiraz edesiymiş!
İgili-ilgisiz, iktidar-muhalefet, seven-sevmeyen, duyarlı herkes; Beyler!
Bulunduğu yerin farkında olamayanlar, millet vekilliği ile Genel Başkan Vekilliği arasındaki farkı bilmeyenler, yasa yapıcı olduklarının farkında olmayanlar; Deniz Baykal'ın Siirt seçimlerini iptal ettirip R. T. Erdoğan'ın yasağını kaldırtarak; "Muhtar bile olamaz" tarifli birini Başbakan etmesine itiraz etmeyenler, şimdi sadece susacaklar! Başka birşey yapamazlar!
Uygulama yasal! Uygulayan da yıllar önce Meclis'te çıkarılan yasaları uyguluyor! Gece yarısı yasalarıyla Kozmik Oda'ya giriş hazırlığı yapıldığında, şimdi "Sivil darbe!"ye itiraz eden bütün CHP'liler Mecliste değiller miydi?
Oyun bilmeyen gelinin, yer darlığından şikâyeti bilinen bahânedendir! "Sayımız yetmedi! Engelleyemedik!" bahâneleri hazırdır! Hadi perşembenin gelişini çarşambadan anlayamamış olsunlar! Gece yarısı uyku sersemliği ile, askerin çetecilikle suçlanarak sivil mahkemelerde yargılanması hazırlığını, atlamış olsunlar! Şimdi uyandılar ve ellerini tutan da yok!
Milletin ve yasaların verdiği Millet Vekili yetkisiyle engelleme yollarını -vatandaş olarak-, "Bilmiyoruz!" diyenlere, şiddetle tavsiye ederiz: Sîne-i Millete dönmek yâni istifa gibi meşrû ve çok mertçe bir yol var!
Altı ay sonra seçim var! AKP'de alıştıra-hazmettire geldiği-getirdiği-gerdiği ortamı, kafasına göre ve hoyratça seçim yatırımı olarak kullanıyor! Daha neler yapacak! Hukuku siyâsallaştırıyorlar! Diyânet İşleri'ni siyasallaştırıyorlar! Askerin karizması çizildi! Alternatif silahlı kuvvetler hazırladıkları söyleniyor!
Gâzi Meclis'teki Millet Vekil(!)leri, bu olacakları seyredeceklerine beş aylık maaşlarından ferâgat ederek istifa etseler; Meclis'i olağanüstü Erken Seçime mecbûr etseler, milletten alınacak yetkiyle AKP'den memleketi kurtasalar olmaz mı? Bu tavra AKP ne kadar dayanabilir?
Yeni Mecliste de AKP tahrîbatlarını tanzîm ve tamir etseler, olmaz mı?
Kızan kızsın! AKP, araç dediği demokrasinin nasıl kullanılabilineceğini öğretiyor aslında!
Bu işler Meclis'te grup toplantılarında veya genel merkezlerde olmaz! Millete ineceksiniz! Milletle kucaklaşacaksınız! Milleti dinleyecek ve dinlediğiniz dertlere çâre sözü vereceksiniz! Ne kadar inandırıcı olursanız o kadar oy alacak, aldığınız oyun gücüyle de yeni yasalar çıkaracaksınız!
Milleti de, Devleti de, Orduyu da, Diyâneti de ve Devletin kadrolaşarak işgâl edilen kurumlarını da BOP Eş Başkanı'nın bu insafsız baskılarından kurtaracaksınız!
Demokrasiyi araç olarak kullananların, demokrasi eliyle yaptıkları tahribatı; ancak demokrasiyi amaç edinenlerin, demokrasi eliyle düzeltme şansları vardır!
Demokrasilerde askerin adresi kışla, imamın adresi camidir! Hiç birinin siyâsete karışma hakkı yoktur, olmamalıdır vesselâm.
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua..
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 23, 2010

DUA...

Allah'ım, Çalab'ım, Tanrım!
"Ol" deyince olduran, "Öl" deyince öldüren Güzel Rabbim!
Bize huzûruna çıkacak yüzü kazanabilmek için mücadele gücü ver!
Tanrım! Yüzümüze bakmaya utanan dostlarımızın, yüzlerine bakmaya kıyamadığımız dostlarımızın yüzüne bakacak yüzden etme bizi!
Allah'ım! Öfkelenmeğe-incitmeğe-küsm
eğe kıyamadıklarımızın elinden tutabilmek için, elimizi onlara tutturabilmek için bağışlayıcı ferâset ver!
Tanrım! Birliğimizi, dirliğimizi sağlayabilmek için nefsimizi yenebilecek irâde nasîbeyle!
Safımızı sıklaştır, firâri ülküdaşlarımızın yüreklerine merhâmet ver Tanrı'm!
Görklü Tanrı'm; "Size şah damarınızdan da yakınım." tarifinle, bizdeki heybetinle, şânına lâyık kudretinle celâdetimizi artır Allah'ım... Celâlli cemâlinin, bizde aksettireceğin kudretiyle; bizden korkanların değil bizi sevenlerin sayısını artır Allah'ım...
Çalab'ım! Cihâd-ı Ekber'de zorlanan bize el ver! "Vatan sevgisi îmandandır." tarifine dînden geçinerek muhalefet eden haçlı Müslümanlara karşı bize kudret ver!
Birliğe davet sahibine samîmiyet, sesine güç, dâvetine cezbe nasîbeyle Ya Rabbi! Sen'in korkunla dolu, başka korkulara yer bırakmadığımız yüreklerimizde; kîne, hasede, kıskançlığa, tembelliğe yer verme Tanrı'm!
Tanrı'ım! Elbette hikmetine sual olmaz! Elbette vakti-saati gelmeden çiçek açmaz! Elbette çilesiz refâh yok! Elbette yanmaktan korkanlar pişemez! Yandık Ya Rabbi! Nasîbinle ölümleri öldürdük Tanrım! Öldürdün çoğalttın, yolunda çoğaltıp öldürdün elhamdülillah!
Allah'ım! Uğrunda ölmek yarışında, geri kalmaktan-geç kalmaktan bizi Sen koru!
Kibirliden, gururludan, kendini dünya merkezi zannedenlerden, milleti Allah İle Aldatanlar'dan, dîni insafsızca pazarlayanlardan, nasîp ettiğin makamdan aldığı güçle milleti azarlayanlardan kurtulabilmemiz için bize, birlik gücü ver Tanrım!
Nefsimize yenilmeden affedebilmemizi, nefslerine yenilmeden affedilebilmemizi nasîbet Allah'ım!...
Tanrım! Sana yalvarmaktansa, onlarda var olduğu vehmedilen beşerî güce boyun eğerek birilerine yalvaranlardan etme bizi! Sana teslîm olmuş yüreklerimizle, hiç bir beşeri güce ve beşere baş eğdirme bize!
"O'nun delillerinden biri de; gökleri ve yerleri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır." (Rûm-22) tarifinden bildiğimiz, bizi Türk yaratmana hamd edenlerdeniz! Sen'in yaratış hükmün gereği Türklüğümüze şükredenlerdeniz! Sen'den başka ilâhın olmadığını, Hz. Muhammed(s.a.v.)'in kulun ve Resûlün olduğunu kalbimizle îman edip, dilimizle ikrâr edenlerdeniz hamdolsun...
Tanrı'm; bizi müraîlere, takîyyecilere, inkârcılara, Haçlı işbirlikçilerine, "Diyalog" maskesiyle İslâm düşmanlarıyla elele olanlara alt ettirme, yendirme Ya Rabbi!
Ya Rabbi! Ezan-ı Muhammedi'nin minârelerimizde ebediyyen inleyebilmesi için, Ezânın serbestçe inlemesini sağlayan Al-Yıldızlı Bayrağımızın hürce dalgalanabilmesi için, sayısız can bedelli Vatanımızın ucuz hesaplara kurban edilerek parçalanmaması için bize ruhsat ver!
Müslüman Türk Milleti'nin refleksi ettiğin Ülkücüleri, sür'atle bir araya getir Tanrı'm...
Dilersen olur!
"Ol" deyince olduran kudretine teslîmiz Ya Rabbi!
"VE TEVEKKEL A'LALLAH." ( Ahzâb-3)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 22, 2010

ERTELENEN BİR DESTAN...

Hatırsızın, hatırının olmayacağını bilirim. Dostun dosta en etkili gücünün, hatır olduğunu da!... Bu hatır bilmem beni, bazen susturdu! Hiç pişmanlığım da yok! Hatır için susar, hatır için ölebilirim! Atamdan, Dedemden dostluğun ve hatırın özel gücünü, yaşayarak öğrendim.
Referandum sürecinde, Ramiz Ongun haberleriyle, Türk Milliyetçisi-Ülkücü yüreğim isyân etti! Bir Ramiz Ongun destanı dökülüverdi kalemimden. Tam yazıp gönderecekken, gıyâbında "Ağabey" dediğim ve diyeceğim bir büyüğümle, Ramiz Ongun'un arasındaki 2. Genel Başkan adaylığında şahit olduğum olayı hatırladım. Ramiz Ongun'u yüzüne karşı sertçe tenkîd eden bu Ağabeyim, Kongre salonu'na onunla birlikte girdi! Aklım uçtu! Koştum sordum; "Mustafa Can, kırk yıllık dostumu yalnız bırakamazdım!" cevabıyla dostluğu-hatırı hatırladım ve sustum!
Bunlar vicdânî nâmusuma emânet! Bu yüzden Ağabeyim'in adını yazmadım. Ama sayısız Ülküdaşımın bildiğini, bilmeyenlerin de tahmin ettiklerini biliyorum. Gerekirse ve Ağabeyim'in izniyle bir başka zaman açıklamaktan da onur duyarım.
Ramiz Ongun destanımı, ertelemiştim! Sonra Ağabeyim; "Mustafa Can, artık herkes düşündüklerini söylemelidir. Keşke yayınlasaydın!" demişti ama destanın özelliği kalmamıştı!
Şimdi Ramiz Ongun'un AKP'den Millet vekili adayı edileceğini duydum ve destan, şart oldu!...
GERİ VER
Tarsus'tan bir haber ulaştı bana,
Söyleyen yalvardı: N'olur soruver!
Tam kırk yıl "ağabey" denmişti ona,
"Ağa" sana kalsın, "Beğ"i geri ver!...

İnsan bu! Bir daha kıvrılıverdi
Hevâ hevesiyle kavruluverdi
Kuru yaprak gibi savruluverdi
Sen de onu yollarına seriver!...

Yola ser ki bir Türk geçsin üstünden
O da belki vazgeçer bu kastından
İnsana her zaman darbe dostundan
gelir diye sen göğsünü geriver...

Öyle ger ki tam kopacak kıvamda
Oku herkes atsın beğ de avâm da
Yıllar yılı kimler varmış yuvamda
Tesbît edip elâleme yayıver!...

"Adı angın olanın, malı ongun olur"muş
Issız yerde yazın, yangın olurmuş
Dönenin ateşi söngün olurmuş
Bırak sönsün! Dumanını geri ver!...

Destânı hep yiğitlere yazdık biz
Azdık ama çok oyunlar bozduk biz
Çileyi tesbihçe ipe dizdik biz
Tesbihimi imâmemi geri ver,
Bizde edindiğin şânı geri ver!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

DİPLOMATİK "GÜL AYARI"...

Bu güzelim cennet vatanı, yerli kenelerden temizlemek için ithâl tavuklara tünek ettiler, ses çıkarmadık ama sağ'da-sol'da dönek yakalama yarışındayız!
Kimin olduğu bilinmeyen; kalkan mı, ok mu, kılıç mı olduğu belli olmayan, kime karşı kullanılacağı tamâmen meçhûl "Füze Kalkanı' olayında dünya, "Gül ayarı'nı konuşuyormuş!
Yeri geldi! Bir kıssa:
Adam; sabah çıkar, yer-içer, dolaşır, akşam eve geldiğinde surat bir karış! Karısı başına pervâne... Her sorduğunda benzer hikâyeler:
- Sorma Gari! Falan yerde, filanlarla dolaşırken kendini bilmez bir kaç kişi yolumu kesti! Ben de döğdüm! Hele birini çok döğdüm! Ona üzülirem!
Sabah keyifle çıkıp akşam asık suratla dönüş aylarca sürer... Hanım bir gün, kocası çıkar çıkmaz kıyafet değişip yüzüne de bir peçe takarak takibe başlar. Gün boyu kocasının gölgesi olur. Akşama doğru Kocası, evin yolunu tutar. Kadın da peşinde. Tenhâ bir yerde Kadın;
- Dur ulan! Diye narayı patlatır. Kocasının celâlini gözüyle görecek ve sonra peçesini açarak şaka yapacaktır. Kocası süklüm-püklüm:
- Buyur ağabeyi? Bir emrin mi var? Diye küçülünce Kadın bozulur!
- Ulan dürzü! Her gün evde kahramanlıklar anlatırmışsın! Yalancı pezevenk! Adam'ın korkudan aklı çıkacak gibidir:
- Yok! Yalan Ağabey! Benim kiminen ne işim olur? Kadın, öfkeyle bir kaç okkalı tokattan sonra:
- Seni bir şartla bağışlarım.
- Şartın söyle ağabey? Ne desen baş üsdüne! Kadın, gerçekten öfkelidir:
- Şimdi popomu öpeceksin ve evde de olduğu gibi anlatacaksın! Yoksa gelir kelleni alırım!
- Tamam ağabey!... Kadın şalvarını sıyırır. Adam yumuşak popoyu iki yanından şapırtıyla öper.
- Tamam mı ağabeyi? Gene öpim? Der, başı önünde bekler. Başını kaldırıp kimsenin olmadığını görünce koşarak evin yolunu tutar. Kadın kestirmeden sür'atle eve gelip kıyafetini deyişmiştir. Adamın suratı gene bir karıştır.
- Hayr'ola Bey?!!!
- Sorma! Ben ne kadar kaçsam, belâ o kadar peşimde!... Kadın, gerçeği anlatacağını zanneder.
- Sabahtan akşama kadar herşey güzeldi. Akşam gelirken, o ıssız yerde, sekiz on kişi ögümü kesdi! Çok yalvardım... Mejbur döğdüm hepbisini. Hele birini, çok fena ...
Kadın, sessizce gider kıyafet değişerek gelir. Adam, karşısında Peçeliyi görünce aklı uçar!
- Ağabey! Evde de mi heriflik yassak?
- Ulan dürzü! Hani yalan söylemeyecektin?
- Ağabey! Söz, Vallah daha söylemiyecem... Peçeli, tekrar poposunu öpmesini şart koşar ve şalvarını indirken peçesini de çıkarır. Adam, karşısında karısını görünce:
- Vay ben benim ferâsetimi ..kim! Ben bu gırmızi popoyu görmüşem dedim ama çıkaramadım!... Hikâye bu!
İçerde demokrat, dışarda diplomatlarımız gidip geliyorlar! Yandaş Basın-Medya'dan başka, dünyanın hiç bir yerinde demokrat-diplomat başarılar(!)ımızdan, tek kelime bahs'eden yok!...
Şahsen; Recep Tayyip Erdoğan'ın atadığı, "Kardeşim!" Cumhurbaşkanı'nın, diplomatik "Gül ayarı!" başarılarına itiraz etmeyeceğim! Gurbette yalan, hamamda türkü kolay işlerden çünkü! Ama artık sabırsızlıkla ferâsetlerine hatm'ettirecek bir peçeli bekliyorum!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ, TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 21, 2010

YEMÎN KAMÇILI, ŞEYTAN JOKEYLERİ!

Yalan, riya, nifâk, hırs, haset; şeytan jokeylerinin yarış atları... Şeytan jokeyleri hangi ata binerse binsin, hangi kulvarda yarışırsa yarışsın ellerinde tek kamçıları var: Yemîn!... Yalan atını, yemîn kamçısıyla süren; mürâiler, riyâkârlar, sahtekârlar, dönekler mesâiye başladılar!
Devlet Bahçeli'nin sergilediği; "Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye'nin geleceğinin ateşe atılmasını ne pahasına olursa olsun önlemeye azimli, kararlı ve hazırdır! Bunun için ne bedel ödenecekse bu bedeli ödemek için vicdan huzûru içinde razıdır." şeklindeki millî fedâi tarzı, yemîn kamçılı yalan süvârilerini panikletti!
Gittikleri yerin yenisi olamayan eskilere; "Eğer, kucaklaşma zamanı ise gelin kucaklaşalım. Hesap verme zamanı ise gelin hesabınızı da benden alın! ... bu gidişatın vebâlini üstlenme! ... hangi partide bulunmak istiyorsan ol! Ama MHP'ye, bu yandaş bülbüller arasına katılıp hakaret etmekten vazgeç!" te'vîlsiz seslenişi, şeytan jokeylerinin akıllarını aldı!
Mimik ve vücût dilinin okunması zor siyâsetçilerden Devlet Bahçeli'nin, iki eliyle yaralı göğsüne vururkenki samîmiyetini, ilk defa körler bile farketti!
Şahsen; öfkemi, öfke nedenlerimi vicdânıma hapsederek üstüne kurduğum Ülkü köprüm üzerinden sevgi seferi başlatmaya uğraştığım bu günlerde; bu te'vîlsiz tavra ihtiyâcım varmış! Bu tavrı çok özlemişmişim, çok istiyormuşum!
Nefsimin unutmama izin vermediği öfkemin üzerine, sessizce kurduğum Sevgi Seferi Köprüm'ün altından ve nefsimin üzerinden Ülkü Seli'nin geçişini keyifle izledim! Öfkem, sevgi selinin önünde muhabbet deryâsına yok edilmek üzere sürüklendi!
Öfkenin hitâbetten sayıldığı, küfrün sermâye edildiği, temizlik adıyla çevre kirletme operasyonuna; iki samîmi elin, yaralı sîneye vurarak; "Hesap istiyorsanız buradayım! Gelin sorun!" tavrıyla, istenirse son verilebiliyormuş!
Canlı köprülerin, sessiz olduklarını söylemiştim! Merde köprü olmuşken nâmertlerin geçmesine de ses çıkarmayacağımı açıklamıştım ama köprülüğe devâm ederken, geç kalmaktan korkarak bir şeyler söylemem gerek!
Dedi-kodu olmasın diye kimseyi muhatap almadan; sesli düşünen, söylenen Ülkü Devleri adına, bu söylenmeleri söze döndürmem gerek!
Okyanus Ötesi'nden başlatılan "Küreselcilerle milliyetçiler" mücâdelesinde; tehlikenin farkına vararak karşı tavır sergileyen Türk Milletinin refleksi Ülkücüler, bu hesâbı bozdular! Perdesi açılmış sahnede, irticâlen değişiklik telâşı başladı!
"Deprem Çadırı" dediğim AKP'nin; il-ilçe örgütlerinin temelini oluşturanların geçmişini araştıran BOP Eş Başkanı; ilk sırayı -eski- Ülkü Ocaklıların aldığını tesbît edince panikledi! Türk'ün zor günlerde göstereceği, "helâl süte dayalı" Türkçe tavırlarını fark edince; ağız değiştirdi, tavır değiştirdiler!
Demek ki Ülkücüler ve Türk Milliyetçiliğinin tek adresi MHP'deki söylem birliği doğru! Artık bu doğru tavırla mesafe almak lâzım! Deprem Çadırı AKP'nin BOP Eş Başkanı ve şürekasının yayılarak "Yemin Kamçısı" ile sürmeye başladıkları yalan atlarına karşı; "Sefer Emri"nin ertelenmemesi lâzım!
Biz barışma ile, buluşma-kucaklaşma ile zaman kaybederken şeytanın jokeyleri, yemîn kamçısıyla sürdükleri yalan atlarıyla kapı kapı dolaşmaya başladılar! Kendi aramızda zamanımızı isrâf edersek bu müthiş sinerjiden ürkerim!
Artık davete uyup gelenler baş-göz üstüne! Gelmeyenler umurumuzda değil!... Onlarsız sefer aksamaz, onlar olmasa sakalımızdan bir kıl bile eksilmez! Halep orda, arşın burda vesselâm...
TANRI TÜRK'Ü KORUYACAK! Çünkü Türk, Türk'ü korumaya başladı!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 18, 2010

DAVET TE, DAVET EDİLEN DE GÜZEL...

Demek ki habercilik, başka bir şey! Murat Çobanoğlu'nun: "Çağır gelsin Eflâtun'u Lokman ile berâber / Yarsın baksın bu sînemi, görsün hele neler var?" sitemini hatırladım!
Yaşım gereği ve olayları-ortamları paylaşımlarımız sâyesinde emsâlim kuşaktan ciddî kanaat önderlerinin epeycesi ile tanışır, bilişiriz. Sevip sevildiklerimizde var, kızıp kızdırdıklarımız da... Ölünceye kadar sahiplendiklerimiz de var, silip attıklarımız da... Saygı duyduklarımız da var, hak etmedikleri saygıyı istismâr eden sevgi katliamcıları da!...
Şehîdiyle-gâzisiyle, iyisiyle-kötüsüyle, sâdıkıyla-hâin(!)iyle, korkağıyla-cesûruyla, kaçmışıyla-kovalamışıyla, dernekçisiyle-militanıyla, gideniyle-geleniyle velhâsıl neresinden bakarsanız öyle görünen, görenin gördüğü yanından anlattığı, aykırı gibi algılanan, aynı kavram üzerindeki münakaşalarla, yarım asrı aşan bir hayat yaşayarak geldik bugünlere şükr'olsun!
Kızdıklarımızı, emsâli zor görülen tazyîklere-baskılara-işkencelere dayanamayıp argo söylemle "ötenler"i, herkesin kızdığı tel'in ettiği muhbîrleri, hâfızâmızın çöplüğüne mahkûm ederek yaşadık. İtilmelere, ötelemelere direnebildiğimiz kadar direndik!
Sevdiklerimizi methetmekte ise nedense hep geç kaldık! Nedense hep ihmâl ettik hak edenleri methetmeyi! Oysa Hace Ahmet Yesevî'nin; "Birbirinizi methedin." öğretisini hemen hepimiz yıllarca tekrarladık! Öğretiyi tekrarladık ama methetmeyi hep erteledik!
İnsan özelliği; hem eşref-i mahlûkat hem de "eksik" olduğunu bildiğimiz insanlığımızın, "eksik"liğinden hareketle birbirimizi ihmâl edince, aslan payını aslan olmayanlar aldı!...
Söylerken kolay ama zor yaşanan bu zor yıllardan, istisnâ karakterler çıktı!
Yaşadıklarıyla, yaptıklarıyla, olaylara tepkileriyle, kıyâmete denk baskılara erkekçe direnişiyle, milyonların teslîm olduğu zâlim kuvvete Türkçe başkaldırısıyla hafızalara yerleşen 'Fikir Kahramanları' çıktı!
Sağcı-solcu, ümmetçi-laik, halkçı-milletçi her kesimin yağcılarının el birliği ile alkışladığı, Sam Amca'nın "Bizim çocukları"nın başı, "Netekim Paşa" ve avânesine; "Ben oniki Eylül'ün nesini seveceğim? / Sevmediğim gibi de devamlı söveceğim!" diye tek kişilik savaş îlan eden, savaşçı yüreklere tercümanlık edenler oldu!
Kırk yıl; O'nun destanlarıyla, şiirleriyle, sesini taklîd ederek okunan hicivleriyle geçti geçmesine ama bazı yaşı ve başı büyük(!)lerin sessiz izinleriyle kendi destanlarıyla kendisine saldırtılan, "İlle dostun gülü..." tarifine bile direnen Dev Dalgakıranlar oldu! Bu tarif, çoğul değil aslında!
Bu tarife uyan, Ozan Arif'ten başkasını bilen var mı? Olmadığını bilenin epey olduğunu biliyorum da, bilip söyleyen var mı? Söyleyenin olmadığını da biliyorum da, şim di ben söylemesem olur mu?
Son zamanlarda keyifle yazdığım ender yazılardandır bu yazı!
Kıymetli Ozan Arif'le, dostça ve detaylı bir görüşmemiz oldu! Ve bu görüşmeyi; Devletim'in zorda, milletimin darda olduğu şartlara kafa tutmakta güçbirliği ettiğimiz dostlarımla paylaştım, paylaşmalıydım. "Sağlam bir kaynaktan aldığımız haber" diye duyurulması konusunda da özellikle ricam oldu! Demek ki habercilik, bazan böyle keyifli bir şey!
Günümüz Dede Korkut'u sıfatını, hak eden ve bihakkın taşıyan Ozan Arif; yıllarca tercümanlık ettiği incinmişleri, kızgınları, küskünleri temsîlen MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli tarafından aranıp görüşmeye davet edildiler. Önceden planlanmış programları bittikten sonra, tercümanlık ettiği binleri temsîlen görüşecekler. Önümüzdeki günlerde gerçekleşecek bu görüşmenin; milletimiz adına, Türk Milliyetçiliği adına, Türkeşçiler adına, Ülkücüler adına müthîş bir heyecan yaratacağı satırlarımdan belli olmuyorsa benim ifâde eksiğimdendir!...
"Hakk, şerleri hayr'eyler/ Görelim Mevlâ'm n'eyler/ N'eylerse güzel eyler..."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 17, 2010

KÖPRÜLER, SADECE GEÇİLMEK İÇİN...

Köprüler var. Köprüler yapılır. Köprüler yaptırılır.
Köprüler; yolun bittiği yerde yolu, yola bağlamak için...
Köprüler; yolcunun yolda kalmaması, bekleyene ulaşması, hasretlerin kavuşması için sessiz sedâsız köprülük eder gelip geçene...
Köprüler vardır; cansız, ahşap, demirden, asma...
Köprüler vardır; canlı, insan ve cansız köprülerden daha sessiz!
Cansız köprüler, kullanılma sıklığı ve süresi ile düz orantılı olarak eskirler, yıpranırlar, asma Boğaz Köprüsü de olsalar yükü fazla gelince sallanırlar, ses verirler, itirâz ederler...
Canlı köprülerden, insan köprülerdense asla ses çıkmaz! Asla itiraz duyulmaz gelene de, gidene de!... Bu Köprü İnsanlar;
"Geçti benden,
At okun geçti benden.
Ben merde köprü oldum,
Nâmert te geçti benden." diye şâirleri kendi yerlerine söyletirler ama kendileri söylemezler de, söylenmezler de!...
Köprüler; birleşme, buluşma araçlarıdır. Köprüler, yolların bitmesine mani olan, yolu yola bağlayan bağlardır. Sırât-ı müstakîm'se dünya ile ahreti bağlar köprü...
Köprüler; -yolun bittiği yerde- dönenin de, kaçanın da, terk edenin de, küsenin de sağ-salim gitmesine, kaçmasına yardım eden araçtır! Bu yüzden köprülere; hasretlerine kavuşmak ümidiyle koşanlar da, küsenler de, kaçanlar da kızamazlar! Hatta tamamı sever köprüleri...
Yakın tarihimizde, köprülere yakışmayan yüzkarası uygulamaları hatırlasak ta köprülere kızamadan, köprülerin köprülüklerini unutmadan, köprülüğün zor ama mutlaka gerektiği bir dönemde; kırgınlar, kızgınlar, küskünler, kaçkınlar arasında köprülüğe soyunan Ülkü Erleri var!...
Malûmları olduğu üzre köprüler, iki başlıdır.
Her başı; bittiği zannedilen yolun sonunu, başladığı zannedilen yolun başına bağlar! Bu yüzden gelen de geçer köprüden, giden de...
Yakın geçmişimizdeki öfkelerimizi, öfkelerimizin nefsimizle birlikte bize yaptırdıklarını, bilerek-bilmeyerek incittiklerimizi ve bilinerek yapıldığına halâ inandığımız incitildiklerimizi unutturabilmek, unutabilmek için nefsimize köprülük cezâsı yükledik!
Öfkelerini, öfkeliyken yaptıklarını unutanlar, yaptıklarını unutturabilmek için teşkilatlara ulaşmak üzere bizi köprüden sayıp geçsinler istedik! Öfkelerine, enâniyetlerine, nefslerine söz geçiremeyenler ama bizim aslâ vazgeçmek gibi bir düşüncemiz olmayan eskitemediklerimiz, dönmek için; korkanlar kaçmak için yine biz köprülerin üzerimizden geçsinler istedik!
Tavrımız bu! Duruşumuz köprüce! İsteriz ki bizim üzerimizden tek yönlü bir geçiş, teşkilatlara doğru bir hasret bitirme geçişi yapılsın ama diğerlerine de köprüyüz biz!
Köprünün her iki başına kontrolörleri; geçenden-geçmeyenden akçe alacak Deli Dumrulları, köprünün kurulduğu sahanın sahipleri koymaya yetkililer! İsterlerse köprünün her iki başına da birilerini dikebilirler ama biz köprü olarak bunlarla asla ilgilenmeyeceğiz!
İstiyoruz ve diliyoruz ki biz köprülerin üzerimizden hep mertler geçsin! Nâmertler geçerse de yapacak bir şey yok! Hatta bin nâmertin arasında tek bir mert te geçse; biz köprülüğümüze hamd ederiz! Bize köprülüğü lâyık gören, Görüp Gözeten'e şükrederiz....
Hele Bayram süresince köprü geçişleri bedavalaştı ya! Değmeyin keyfimize!... Hadi küskünler, hadi kırgınlar, hadi kızgınlar, öfkeliler; köprü beleşken geçin artık Allah aşkına!...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

GELİRLERSE EYVALLAH!...

Dostlar;
Eski çerilere ilm-i edeb'de ne denir öğretilmediği ve bilmediğim için bir şey demeyeceğim çünkü yol arkadaşımızı, silah arkadaşımızı, cezaevi arkadaşımızı, gurbet arkadaşımızı hele ülküdaşımızı, yoldaşımızı hiç eskitemeyen bir edeple yetiştik.
Kimlerden bahsettiğimizi, kendileri biliyorlar!
Onlarsız eksiğiz evet! Biliyoruz ama onlarsız yola çıkılmaz diye bir şey asla söz konusu değil!
Biz sefere yollandığımızda, geride tek kalan onları kim koruyacak diye, aklımızın meraklı bir kısmını geride bırakacağımız için üzgünüz!...
Seferberlik çağrısını duyanlar, koşarak safa katılanlar, bir aradayız! Elele-gönül gönüleyiz ve aramızda olmak için can attıklarını bildiğimiz eskitmediklerimizin de safta yerlerini muhafaza ediyoruz!
Sefer başlamadan, yola çıkmadan gelirlerse eyvallah!
Gelmezlerse tabiat ta, saf ta boşluk kabûl etmez ve yerleri fazlasıyla dolar emînim... Enâniyet yapmadan, kimse kendini dünyânın merkezi veya dünyayı taşıdığını zanneden boynuz zannetmeden, kırk yıllık geçmişin hukukuyla ülküdaşına omuz vermeğe koşarsa; herkes işine bakarsa, yolcu yoluna çıkarsa; ne yol dayanır, ne de engel vesselâm...

SEFERBERLİKTE

Savaşçı işâreti alınca komutandan
Yarış başlar güneşle, kim doğsun önce tandan!
Eğer ki duymuyorsa gelen sesi vatandan,
O kulağı sağırı neyleyim ben nöbette
Elbet helalleşiriz gününde kıyâmette!...

Günden önce çıkılır yola menzîl uzaksa,
Kapımızda Haçlı var, yollarımız tuzaksa,
Yarışa girilmez mi önce benden kan aksa!
Kan aksın ki kükresin Albayrak her cihette
Vatan canlanıversin aldığı her şehîtte!...

Ölümü öldürmenin tek adresidir meydân
Türk Yûsuflar çıkarlar o gün tek tek kuyudan
Her düşene şühedâ ûnvanı verir Yezdân!
O gün tek tek bilinir er de, mert te, nâmert te,
Gâziler dua eder, şehît güler ahrette...

Millî Sefer safına katılmayan firâri...
Firârinin kalır mı mert yürekte değeri?
Çizmeden taşan kanlar ıslatırken eğeri
Her canda savaş eder merhâmet te nefret te
Bu Cihâd-ı Ekberin mükâfatı Cennet'te...

15.Kasım.2010/İzmir

Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 16, 2010

İKİ "ÜLKÜ DEVİ" PORTRESİ...

Son aylarda ısrarla vurguladığım bir konuyu, en son 7. Ekim. 2010'da "Buyruk Bekleyen Devler" başlığıyla yazmıştım. "Ülkücüler ne yaptıysa; milletini, devletini, bayrağını, mukaddeslerini, vatanını, teşkilatını, partisini çok sevdikleri için yaptılar." demiş, ülkücülerin önem sırasına göre sevdiklerini-kutsadıkları değerleri sıralamış ve; "... Bizi sokan bir arıya kızıp kovan söndüremeyiz! ... Ringde gardımızı düşürerek yumruk yediğimiz için antrenöre kızamayız! ... Güzel yemek yapamayan anamızdan-eşimizden vazgeçemeyiz! ... N'olur bir kere de yağan yağmur bizim yarıklarımızı kapatsın! Allah rızâsı için bir kere daha bize yapılanları unutup, bizim yaptıklarımızı da unutturalım!..." diye devâm etmiştim...
Hızımı alamamış; "
Milletin zorda, devletin darda olduğu bu zor süreçte ... Ülkü Devleri'ni evlerinden çıkarmak Ülkü Ocakları'nın, evden çıkan Ülkü Devlerini millî safta hizaya sokmak ta Millî parti MHP'nin işidir! Başta Devlet Bahçeli Bey olmak kaydıyla parti üst yönetimine; bütün Ülkü Devleri'nin sabırsızca "Teşkilâta dön!" buyruğunu beklediklerini, bildiğimizi hatırlatırız. Gittikleri yerin yenileri olmayı başaramamış eski döküntüler, bu tarifte asla yer bulamazlar!" diye de söylenen Ülkücülerin söyleyeni olmaya soyunmuştum!
Söylentileri söze dönüştürmemizin üzerinden kırk günden fazla geçti! Tehlike büyüdü, "MHP'de siyasi tsunami" hayâl ve hesâbı ters tepen AKP, dozunu artırarak saldırı şeklini değiştirdi ama biz sadece söylemekle kaldık!
Bugün tanıyan-tanımayan, seven-sevmeyen, "Ülkücüyüm" diye haklı bir gururla dolaşan bütün gönüllere, iki "Ülkü Devi"ni tanıtmaya çalışacağım. Bu Ülkü Devleri; daha önce vekil ve bakan olmadıkları için, daha önce kuruculuktan başka teşkilat yöneticiliği yapmadıkları için, gençliklerini dernekçi değil şartlar gereği militanca yaşadıkları için pek popüleriteleri yoktur! Yâni çok tanınmazlar, hatta meşhûrluk anlamında hiç tanınmazlar ama bilinirler! Bunlar Ülkücü Hareket'in aysbergleridirler. Bunların olduğu yerde dip dalgalanması ya anında fırtınaya döner, ya da -tehlikeliyse- bu dalgakıran sinelerde anında söner!...
Biri Aydın'da, diğeri Ankara'da ikâmet eder bu Ülkü Devleri'nin.
Aydın'daki altmışa varan yaşı ve ileri derecedeki astım hastalığına rağmen Dâvâ'ya biraz daha hizmet inâdıyla mücâdele eder! Elli metre yürüdüğünde, on dakikaya nefes düzenini ayarlayamayan bu deli yürekli Ülkü Devi; Okyanus ötesinden ilan edilen "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi"ni, ilk fark edenlerden olarak Türkçe baş kaldıranlardandır. Hâlâ aşmış, taşmış, kükremiş sel misâli koşmakta-koşturmakta, dünyaya Türkçe kafa tutmaktadır!
Ankara'da ki; peşpeşe yaşadığı görünmez kazalarda, bacaklarından ciddi şekilde yaralanmış ve koltuk değneğine mecbûr olmuştur. Ayaklarını taşımakta zorlanan bacaklarına inat, otomatik vitesli bir arabayla kabını aşmaya, Okyanus Ötesinden ilan edilen gayr-ı millî saldırıya sadece baş kaldırmakla kalmayıp bu anlamda yapılan bütün toplantılara ulaşmaya, kendiyle berâber güzergâhındaki deli yürekleri de taşımaya soyunmuş; sağlam iki bacaklılara inat, topal(!)lığını espri konusu ederek 21.yy.'ın Emir Timur'luğuna aday olmuş!...
Birinin ciğerleri, diğerinin bacakları kendilerine yâr olmayan bu Ülkü Devleri'nin emeklerini, heyecanlarını, yürek ve cesâretlerini açıklamak, yetkili yerlerin dikkatine arz etmek gibi bir mecbûriyetim var gibime geldi!
Aydın'da Gültekin Öztürk'e ciğer olamazsak; Ankara'da Ahmet Ender Gökdemir'e bacak olamazsak; sağlam bedenimiz ve ciğerlerimizle bu Ülkü Devleri'nin hızına ulaşamazsak sağlıklı hâlimiz bize âr olmaz mı? Bu iki Ülkü Devi'ne yetişemeyen bizden, bedenimiz utanmaz mı? Bedenimiz, Huzûr-u İlâhi'de bizden dâvâcı olmaz mı? Yatan tavşanı, koşturan kaplumbağa hep geçmez mi?
Bayramımız bayram olsun...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 14, 2010

SİTEMKÂRLARLA BAYRAMLAŞMA...

Ülkü Devleri'nden Ali Güngör'ün, Devlet Bahçeli'nin davetine cevâbını; dikkatle defâlarca okudum. İtiraz etmeyeceğim çünkü gıyâbında "Ağabey" dediğim birine itirâzımın ahlâkîliğini ben sorgularım ama izninizle kendilerine "Yusufiyeli" sıfatını almış olan bazılarına da cevâben duygularımı paylaşmak isterim: Yazık ki sözün çâresizliğindeyim!
Millî ve kutsî sıfatlarla özelleşmiş-güzelleşmiş bir dâvâ uğruna, nasîb olduğu kadar çileyle tanışan ülküdaşlarımız seçilmiş kullar değil midir? Allah rızası için çekilen çilelerin ecrini, Allah va'detmez mi? Biz de bu yüzden Yusufiyeden yolu geçenlere; "Kefâretin olsun!" demez miyiz?
Ma'lesef yanlış ve doğru -eğer semâvî tarifli değilse- izâfi kavramlardır, görecelidir. Yani sizin doğrunuz, başkasına göre yanlış; bir başkasının doğrusu size göre yanlış olabilmektedir. Bu yüzden benzer insanların buluşması da Allah(c.c.)'ın hikmetlerindendir! Allah'ın hikmet ve nasîbi ile buluşan benzerler, sonradan başkalaşabilirler mi? Demek ki olabiliyormuş! Şu an yaşadığımız bu!
Eğer bulaşmış yabancı eller veya art niyet yoksa; bitirelemeyen bu nifâkı algılamakta çok sıkıntım var! Millî ve îmâni aklımız, burada devreye girmeyecekse ne zaman, neye lâzım olacak ki?
Hangimiz sevdiğimiz bir yemeği yapamayan anamızdan vaz geçeriz? Hangimiz sevdiğimiz bir tatlıyı beceremeyen eşimizi boşarız? Böyle katı ve insafsız bir mantık olabilir mi? İşin doğrusu; istediğimiz şeyin yapılmasını anamıza, eşimize yardım ederek öğretmeyi denemek değil midir?
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'ye; -inkârı mümkün olmayan- tenkîd yazıları yazmış bir kardeşinizim! Tenkîtlerim hafıza ve arşivlerde ama arasında olmadığım bir safı tenkîdin mantığının ve insâfının olmayacağını bilerek şu anda bir büyük çatı altında toplanmanın akıl ve vicdân gereği olduğunu düşünüyorum.
Yusufiyeli adını takınmış Kardeşlerimize de bütün muhabbetimle, çektiklerinin kefâretleri olması dualarımla yaklaştım hep. Halâ aynı mesâfe ve saygıdayım ama bütün muhabbetimle bir kere de ben seslenmek isterim:
Devletimizin darda, milletimizin zorda olduğu bu var oluş-yok oluş sürecinde safımızı belli etmek durumunda değil miyiz? Hangi arkadaşım nereye gitmiş olursa olsun şahsen benim için kıymetinden bir şey kaybetmez ama sadece onun yokluğunu hissetmenin azâbını yaşarım!
Sıkıntı, tehlike, millî ve çârenin geçerli yasalarımız gereği siyâsette olduğu belli! Biz; hangi arkadaşımız "eski" sıfatını da alarak nereye gitmişse bir şey demiyorsak; onlara yakışan da bizim saygımıza saygıyla mukabele ederek MHP'ye vereceğimiz desteği tenkîd etmemeleri değil midir?
Ola ki her hangi bir partiye intisâb etmişseler; doğrusu, mensûb oldukları partinin program ve yapacaklarını anlatmak değil midir? Yapacakları propogandaya iltifat veya tenkid etmek te bizim hakkımız değil midir? Aksinin adı; enâniyet, bencillik, egoistlik olmaz mı?
Şahsen; Millî Seferberlik diye algıladığım Devlet Bahçeli davetini heyecanla karşıladım! Birinci 12 Eylülcü'lere, Netekim Paşa ve şürekasına beraber direndiğimiz Ülküdaşlarımı da aynı safta görmek en samîmi hayalimdir ama gelmeyen ve gelmeyeceğini açıklayanlardan da asla vaz geçmem! Onlar benin eskimeyen-eskitilemeyen ömür yoldaşlarım-çile ortaklarımdır. Ben onlara kızamıyorsam, onlar da biz teşkilatına koşan ülküdaşlarına, kızmamalılar diye düşünüyorum. Yazısız Ülkücü Türesi, böyle istiyor zannederim.
Bilvesîle; ülküdaşlarımın ve onların şahsında Yüce Türk Milletinin Bayramlarını kutlar hayırlara vesîle olmasını niyâz ederim.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BARIŞI ÂDİL GÜÇ SAĞLAR...

Bilinir ki; en sert kavgaları, sevgi adamları sevdikleri uğruna yaparlar! Bu kavgalarserttir, ölümlüdür ve mukaddesleri sevdikleri için ölenler, ölümsüzleşirler!
Yaşayan efsâne şair Cemâl Sâfi; "Kavga ve savaşlarda, önce şairler ölür." der! Şairlerin sevgi adamlıkları da en belirgin özellikleridir!
Yine biliriz ki canlı bütün mahlûkatın; dünyayı kaplama, dünyaya sahip olma içgüdüsü vardır. Mesela sarmaşık çok hızlı büyüyerek, yayılarak bütün dünyayı kaplamak ister! Ta ki bir keçi çıkıp yemeğe başlayıncaya kadar! O anda da ölümüne bir savaş başlamıştır!
Galibiyetini fark edemeden sarmaşığın önünü kesen, sarmaşığı alt ederek yiyen, karnı doyan keçi, üreyerek bütün dünyayı doldurmak ister! Ta ki karşısına çıkan kurda yem oluncaya kadar! Nebata hayvanın, hayvana gücü yeten bir başka hayvanın, güçlü hayvana gücü yeten bir başka güçlünün ve bunların hepsine güç yetiren insanın müdahelesine kadar her yaratık, dünyayı kaplamak hevesinde, içgüdüsündedir. Ta ki önü bir başka mahlûk tarafından kesilinceye kadar. O ön kesilmesinde de ma'lesef savaş mukadder!
Tarih boyu, ilk insandan beri milletlerin de dünyaya hâkim olmak, en verimli ve güzel yerleri kontrol etmek arzuları vardır. Bu niyetle de yayılırlar, önlerine yayılmak isteyen veya ellerinde bulundurdukları yeri kimseye vermek istemeyen bir başka millet çıkıncaya kadar. O karşılaşmada da savaş kaçınılmazdır!
Tarih, bu bitmez tükenmez, sonu gelmez savaşların tanığıdır!
Tarih, milletler mücâdeleleriyle dolu ve böyle devam edecek! Savaşa engel olmanın olmazsa olmazı, caydırıcı derecede güçlü olmaktır. Caydırıcı derecede güç sahibi olduğunun ispatı için de mutlaka bir savaş gerekir.
İnsan yaratıldı yaratılalı geçen zamanın, onda biri barışla geçmemiş ve en uzun barışlar da çok kanlı savaşlar sonunda sağlanmışsa, bu gerçeği değiştirmeye güç yeter mi?
İşgal için saldıranla, huzûr ve barış için savaşan elbette farklıdır.
Barış için savaşan milletlerin bolca kahramanları olur ve bu kahramanlar da sevdikleri uğrunda yani milletinin bekası, vatanının bölünmezliği, devletinin refahı için ölümüne savaşan sevgi adamlarından çıkar!
İnsanlık arasındaki savaşları engellemeye, dinlerin de gücü yetmemiştir! Dinler arası savaşlar, en kanlı savaşlar olmuştur!
Millet olmak, milletliği muhafaz etmek için devlet kurmak, devletin bekası ve devletin adresi olan Vatanı korumak için her zaman savaşlara ve savaşçılara ihtiyâç olmuştur! Bin yıldan fazladır bu şühedâ yatağı coğrafyayı vatanlaştırabilmek ve sonra da muhafaza edebilmek için sayısız saldırılara muhatap olduk. Sayısız Haçlı Seferlerini göğüsledik; dîni, din kardeşlerimizi, dinimizi yaşadığımız vatanı korumak uğruna!
Yüzlerce yıldır öldük çoğaldık, çoğaldık öldük Allah rızâsı için! Başka türlü şehitlerin ölümsüzlüğü mümkün mü?
"Dudaklarımızda kan ve ateşe gülen bir gülüşle,
Yürüdük ölümü kıskandıran bir yürüyüşle!
Düştük te bağrına toprağın; adımız, vatan oldu.
Geçtik yardan ve serden ülkü denilen düşle
Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle!..." (M. Emin ALPER)
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 13, 2010

AKLIM

Aklım! Seni çivilerle çakarım,
Çarmıha gererim seyre çıkarım
Nemrûd olur İbrahim'ce yakarım!
Varım diye korku verme sen bana,
Düşmanımdan önce vurma sen bana!...

Sen olmasan kulağım ses duyar mı?
Sen olmasan şüphe beni oyar mı?
Sen olmasan rüyam yâri soyar mı?
Varım diye şeytan olma sen bana,
Vehîm olup şüphe dolma sen bana!...

Eğer varsan yarışa gir akılla
Ne işin var ince harçta çakılla?
Yarışa girerek sultanla kulla
Varım diye cinnet geçirtme bana,
Panzehîr ol, zehîr içirtme bana!...

Eğer varsan öğren, öğret ve oku
Fırlasın yayından doğrunun oku
Rızkı veren bilir aç ile toku.
Varım diye şeytanlaşma sen bana
Şüphe ile hiç bulaşma sen bana!...

Aklım! Billah çivilerim çakarım!
Yusuf'ça kuyuda dibe sokarım
Neron gibi yakar seyre çıkarım!
Varım diye korku verme sen bana,
Şeytanımdan önce vurma sen bana...

13. Kasım. 2010/ İzmir
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KUTLU AKINDA ÇOCUKLAR GİBİ ŞENİZ...

Sözüm yine ortaya! Siyasetçiyle, politikacıyla Ülkücü arasındaki farkı, kalemimin gücü yettiğince vurgulamaya çalışırken tenkîd ederken tahrîb edenlere de sesleneceğim...
Siyâsetçiyle ülkücü arasındaki fark, süvari ile jokey arasındaki fark kadardır!...
Süvâri de jokey de usta binicilerdir. Süvârinin hedefi ve güzergâhı bellidir, jokeyinse kulvarı...
Süvarinin sefere çıkarken hedefi bellidir, atı, pusatı, yol azığı hazırdır, sevdikleriyle vedalaşarak sefere çıkar. Seferde bilinen-bilinmeyen engeller asla süvâriye mani değildir. Süvârinin yaşayabileceği en kötü hal, atına bir şey olmasıdır. Atına bir hal olsa da süvâri, seferine yayan devam eder. Çünkü hedefe şartlanmıştır. Süvârinin seferi, ya yol bittiğinde ya da ömrü bittiğinde sonlanır!...
Jokeylerin, kısa mesafeli yarış heyecanları olur. Onların da hedefi bellidir. Ama her yarıştan sonra hedef te, hedefi belirleyen de, ödül vadeden de sürekli değişir!...
Jokeyin bineceği at, yarışacağı kulvar, yarışçı atın sahipleri hep değişir. Jokeyler, ödül için at binerler. Yarınlarını, yarışlar ve at sahipleri belirler. Yarış kazanırsa ödülü vardır, kazanamazsa yarışabileceği yeni bir ata ve hipodroma doğru yollanırlar!...
Siyâset kulvarında, jokey seçenler, yarışa sokanlar bellidir. Geçerli sistem gereği bunlar Genel Başkanlardır! Her genel başkanın seçim yarışlarında istedikleri kadar jokey kullanmak, haklarıdır. Çünkü siyâset bir yarıştır ve kazanılmalıdır. Buradan hareketle jokeylere asla itirâzımız olmaz ama biz Ülkücüler, Millî Ülkü süvarileriyiz.
Biz, Turan'ı göremezsek oğlumuza, torunumuza "Turan"a at salmalarını vasîyet ederiz.
Çünkü hem oğlumuz, hem torunumuz Türk Milleti mensûbudur ve onların da millî ve nihaî ülküleri olmalıdır...
Her Türk, bu millî seferden sorumludur. Bu sefer kutludur! Bu sefer, Türk Milleti'nin millî umududur. Bu yüzden "Kutsal Dâvâ" bilinen ve bizim "Kutlu Sevdâmız" olan bu seferde, kimseye merhâmetimiz olamaz!...
"Erken çıkan yol alır." ata sözümüz gereği erken çıkanların, bir de keşif görevleri oluşur! Geçtikleri yere kalıcı işâretler bırakarak, mühür vurarak arkadan gelen nesillerin yol bulmalarını kolaylaştırırlar...
"Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" diye Okyanus Ötesinden başlatılan saldırıya karşı, MHP Genel Başkanı; "Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği" çağrısı yaptı! Hiç bir ülkücünün bu daveti duymazdan gelmek gibi bir aymazlığı olamaz!
Bir Kutlu Seferimiz zaten var! Biz ülkücüler, bu "Kutsal Dâvâ"nın sevdâlı fedâileriyiz! Biz taraftar değiliz! Jokey değiliz! Paralı lejyoner değiliz! Biz Türk'üz, Türk Milliyetçisiyiz, Ülkücüyüz, milletimizin kutsadığı değerlerin ve millî hayallerinin fedâileriyiz!
"Dönersek nâmus bize âr olsun!.." diye yemin etmedik mi? Gâzi Meclis'te and içen yalancılardan farklı davranmaya mecbûr değil miyiz?
Tenkid edeyim derken bütünü tahrip edenlere, son bir kere daha seslenmek isteriz: Ya safta yerinizi alın, ya da aklımızdan ve dünyamızdan çıkın! Siz yoksunuz diye sefer ertelenmez! Siz yoksunuz diye bize bir şey olmaz! Başbuğumuz'un ölümüyle kıyâmet kopmadıysa, sizin yokluğunuzu hissetmeyiz bile!
Seferberlik îlan edilmişken sizinle uğraşarak kaybedecek zamanımız yok bizim! Bu Kutsal Sefere katılmayan ve katılan süvarileri oyalayanlar; tarih önünde, millî hafızâda, ülkücü vicdânlarda ve Şühedâya karşı veballidir!
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şeniz/ Bin atlı akınlarda bin Haçlı'yı yeneriz vesselâm!...
BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 11, 2010

BU YANLIŞLARDAN, DOĞRU ÇIKMAZ!

Bilerek yapıyorlar! Görevleri bu! Yanlış soruya doğru cevap istiyorlar! Katile cinâyeti kötüle diyorlar, mümkün değil!
"Ailece göbek atan"ların, "Dansöz" karikatürü"ne; dansözlerin kızmasını öneriyorlar, vicdâni değil!
"Öfke bir hitâbet şeklidir." tarifiyle, önüne gelene küfredene; muhataplarından nezâket bekletiyorlar; âdil değil, mümkün değil!
"Evde ailece göbek atan", kıvıran Memecan'ın Millet vekili Eşi'nin eşini savunmasına itiraz ediyor; Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın eşlerinin ahkâmına itiraz etmiyorlar, vicdâni değil!
Kırk bin kişinin katili olduğu, kundak bebeklerine kalaşnikofla kurşun yağdırttığı, mahkûm edildiği, cezasını çektiği bilinen bir insanlık yüz karasının; hukukun ırzına geçen avukatlarca beyanatları duyurulur! Bu câninin, bu psikopatın şehit ettiği mehmetçikler, komutanlar, polisler, korucular, öğretmenler, doktorlar, hemşireler önemsizmiş gibi; yaktığı okullar, yıktığı köprüler, tahrip ettiği yollar, topluca katlettiği Kürtler, dağa çıkarıp harem kurduğu Kürt kızları, toplu taşıma araçlarında diri diri yakılan günahsızlar, parklarda bombayla parçalanan siviller hiç yokmuş gibi hukuk katilleri tarafından duyurulan beyanatlarına, yol haritasına itiraz etmiyor; Papa'ya kimin, niye, suikat değil yaralama yaptırttığını açıklayan adama ve bu haber gibi haberi yapan televizyona; "Niye?" diye tepki koyuyorlar! Erkekçe değil!
Başbakanı haber yapar; yandaş! Haber gibi haber yapar, devlet televizyonu! Yok yaaa!
İmralı da mahkûm gibi gösterilerek emrine; bir ada, sayısız feribot, gemi, hukukçu, gazeteci tahsis edilmiş bebek katiline itiraz etmeyen hiç bir dolma kalemin; TRT, M.Ali Ağca'yı konuşturdu diye itiraza hakkı olamaz! Çünkü mertçe değil, erkekçe değil, çünkü neresinden bakarsanız bakın eyyamcılık, çifte standart!
Habere konu Katil, yaptığını inkâr etmiyor! Yaptığının cezasını çektiğini kendi de biliyor siz de!
Zamanaşımına uğradıktan sonra geçmiş eylemlerini anlatan ve bu eski eylemlerinden dolayı elbebek-gül bebek, ekran-ekran, gazete-gazete dolaştırılan eski terörist Çandar'ları, Cemal'leri, Bulut'ları görmezden gelip inkâr etmeyen, suçunun bedelini ödemiş birinin, dünyayı ilgilendiren açıklamalarına itiraz ederler! Ahlâki değil!
Elbette İpekçi Ailesinin yaraları sızladı ama AKP'den Millet Vekili olan ve bir ülkücünün katili olduğu belgelenen kişi de birilerini aynı derecede rahatsız ediyor, yaralarını kanatıyor!
Filistin kamplarında yetişerek Yurda gelip terörist eylemleri ile dönemlerin karartılmasına firüranlık etmişlerin; milyon-milyon dolar-euro ile transfer yaşayıp yazıp-çizmeleri de bir sürü insanın canını acıtıyor!
Dahası; M. Ali Ağca çıkarıldığı için itiraz edilen resmî televizyonda, bu eski teröristlere, referandum sürecinde program başı kaç para verildiği, daha dün gazetelerde haberdi! İtiraz etmediler! Çünkü onlardandı!
Tesettür, baş örtüsü, türban; ilköğretime kadar insin mi, inmesin mi? Sorusuna Cumhurbaşkanı'nın Eşleri Hanfendi cevap verdiğinde olur, Cumhurbaşkanı da Eşini teyit eden sözler söyleyince olur; "Makyajı farklıdır, türbanı farklıdır, konuşma biçimi farklıdır. Asidir, isyankârdır." tarifli yandaş, yoldaş, candaş Hanımlar; istediklerine istedikleri gibi konuşurlar ama Türk Milliyetçisi, Ülkücü birini, hiç bir yandaş-candaş televizyon ve gatede göremezsiniz çünkü "daha fazla demokrasi" var!
"Hadi ordan! Hadi ordan!" Eyyamcılar, takıyyeciler, mürâiler, dönekler, renksizler sizi!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÖFKEMİN ADRESİ...

Adressiz öfke mi olurmuş? Bazan bilinen ama bilinerek adresi saklanan öfkeler olur ve bu halin faturası insanın kendine kesilir kendince!
Türkçesi "Halk oylaması" olan bir uygulamaya ısrarla referandum denildi; iki cevaplı otuza yakın sorunun "evet" cevabı da, "hayır" cevabı da dînî kıssalarla süslenerek sunuldu!
"Hayır" diyenlerce "Evet" diyenler, "Evet" diyenlerce "Hayır" diyenler dinsiz! Suçlama da, suçun vasfı da aynı olunca suç ta aynı, suçlu da!
Suçlayan ve suçlananın aynılaştığı bir memlekette, öfkem tabi ki adressiz kaldı!
Kanan millete mi kızmalı, Allah ile aldatan kandıranlara mı?
Eskitmedikleri ekran ve yandaş gazete kalmayan "68 Kuşağı Devrimcileri" ünvanlı, yandaş basın ve medyada dincilik yapanlara mı kızmalı, bunların kim olduklarını, dün ne dediklerini hiç unutmadıklarını her ortamda söylemelerine rağmen bunları dinleyenlere mi?
Yıllardır din adıyla siyâset yapanların en fazla kızdıkları İngiltere'nin, "Milli Görüş Gömleği"ni çıkarıp değişmiş-gelişmiş Cumhurbaşkanı'na ikinci kere ödül vermesine mi kızmalı, koşa koşa ödülü almaya giden Eski Milli Görüşçüye mi, yoksa hâla "alnı secdeli" diyerek İngiltere'den iki kere madalya alan kişiye kızmayan millete mi kızmalı?
Yıllarca siyonist ve siyonizm aleyhtarı söylemlerle mütedeyyin müslümanların gönüllerine giren, "One minute!" tarihi çıkışıyla en kabadayı siyasetçi tarif edilen, hâlâ "İnadına tayyip!" sloganının geçerli olduğu Erdoğan'a "Cesâret Madalyası" veren Yahûdi localarına mı kızmalı, yoksa yıllarca tenkît ettiği Yahudi'den madalya kabûl edene mi kızmalı? Ki anılan madalya, tarihinde ilk defa bir Yahudi olmayana verildi!
Genel Kurmay Başkanımız'a "Liyakat Madalyası" veren ABD'ye mi kızmalı, ABD'den madalya kabûl eden genel Kurmay Başkanımıza mı, yoksa hâlâ bu Haçlı'dan madalyalıları savunmaktan vaz geçmeyenlere mi kızmalı?
Tarihinin hiç bir döneminde komite çeteciliği yapmamış, savaş esirlerine konuk muamelesi yaptığını dünyanın görerek bildiği ve anlattığı, en sert savaşlarda bile sivil insanlara asla dokunmamış bir millete "Soykırım yaptı" iftirasını yapan yazara "Nobel ödülü" veren Haçlı'ya mı kızmalı, Haçlı'dan bu ödülü kabul edene mi, yoksa hâlâ bu satılık dolma kalemi alkışlayan diğer dolma kalemlere mi kızmalı?
Meclis'te Millet Vekili Yemini edip, yemînine sâdık kalmayan yalancılara mı kızmalı, onların dokunulmazlıklarına kendi dokunulmazlıklarına da zarar verebilir eyyamcılığı ile dokunmayan dokunulmazlara mı, yoksa hâlâ bu dokunulmaz yalancılara oy verenlere mi kızmalı?
İşçiye, köylüye, esnafa, reçbere, şehit yakınlarına, protestocu öğrencilere, ayağa kalkarak saygı gösterisinde bulunmayan vatandaşa, sendikalara, işverenlere, sermayenin başındakilere, gazete patronlarına, köşe yazarlarına, karikatüristlere olmadık hakaretleri edene mi kızmalı, "Öfke de bir hitâbet tarzıdır'" savunmasına alkış vuran yalakalara mı, hitabetten sayılan öfkeyi aynı tarzda kullanamayanlara mı, yoksa kendilerine olmadık hakaretleri eden adama; "Türkiye seninle gurur duyuyor!" diye yırtınanlara mı kızmalı?
Cumhuriyetin, demokrasinin bânisi Atatürk'e, sâyesinde kullandıkları demokratik hakla hakaret ederek saldıranlara mı kızmalı, O'nu yeterince savunmayanlara mı, yoksa savunuyorum derken din düşmanı bir Atatürk tarifi yapılmasına sebep olan dinsizlerin laiklik bocalamalarına mı kızmalı?
Öfkemin binbir nedeni var, adresi belli değil! Öfkemin adresini söyleyebilecek kadar demokratlaşamadım bir türlü! Öfkemin adresini söylesem perişan edecekler, söylemesem hücceten çatlayıp öleceğim!
Böyle söylemeden söylenerek söyleyeceğim ben de vesselâm!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 08, 2010

SARI GÂZİ'M RAHAT UYU...

Yarın, Kasım'ın en kara günü! Sonbaharın, güz mevsiminin bütün hoyratlığını sergilediği Kasım ayının, en insafsız günü!
Dünya insanlık tarihinin her yüz yılında bir mûcizenin gerçekleştiğini; son yüzyılın mûcizesinin de Atatürk kimliği ile Türk Milletine nasîb olduğunu, bütün dünyanın, Türk Düşmanlarının, Haçlı'nın, Yedi Düvel adlı Türk-İslâm düşmanlarının kabûl ettiği, "Muhteşem Türk Atatürk"ümüzün ölümsüzlüğe terfî ettiği günün 72. senesi!
Padişah'ın ve avânesinin yurt dışına kaçtığı veya sürgün edildiği, 17 milyonluk Türkiye'nin bütün yaşayanlarının "Sarı Paşa, Gâzi Paşa" diye bağrına basmaktan öte emrine girme yarışına girdiği günlerde; isterse padişah, isterse diktatör olabilecekken Türk Milleti'ne tarihî kimliğini hatırlayıp hatırlatarak tebaalıktan-kulluktan vatandaşlığa terfisini sağlayan demokrasiyi, cumhûriyeti gerçekleştiren ve "En önemli eserim" dediği Cumhuriyeti Türk Gençliğine emânet eden Türk İrâde'ye sâdık kalamamış gibi hissediyorum kendimi!
Atatürk Gençliği'nin, yani O'nun sağlığında 18-25 yaş arası kuşağın, birinci veya ikinci kuşaktan ahfâdı olan bizim, emânete yeterince sahip çıkamadığımız utancındayım!
İstiklâl Mahkemeleri'nde ihânetleri sabit görülerek îdam edilmişlerin intikamcı torunlarının, İkinci Cumhûriyetçiler adıyla boy göstererek hilâfet ve padişahlık özleminde olanların; Cumhûriyetin sağladığı demokratlık haklarını araç kullandıklarını hiç saklamadan Cumhuriyetle-Atatürk'le-Mesai arkadaşlarıyla hesaplaşmaya soyunan tekke-zâviye artıklarının sinsi takipçileri mürâilerin yaptıklarına, seyircilik yapmak gibi bir basîretsizliğin korkunç pişmanlığı içindeyim!
"Ne mutlu Türk'üm diyene." formülünü; ulusları toplayıp budunlaştırarak; "Türk Budun, ökün!" diye tarihe ve taşlara yazan Göktürklerden alan Millet Evlâdı bir kahramanın, gâzinin, emektârın emeklerinin inkârına seyircilik yapmış olmanın müthîş utancı içindeyim!
Başkentinin işgal edildiği, sınırlarının pergelle çizilerek taksîmle paylaşıldığı, işgal kuvvetlerinin atlarının çekildiği, paryaların dansöz oynattığı camilere milletin içinden kahrederek seyrettiği; işgal kuvvetlerinin emirleriyle verdikleri fetvâlarla Mustafa Kemâl'i şakilikle suçlayan idamına fermân veren hainlerin olduğu bir kalıntılar-molozlar çöplüğünden yeni ve milli bir devlet çıkaran; Albayrağımızı yeniden göndere çeken, minarelerde yeniden Ezan-ı Muhammedi'yi inleten, Peygamber(s.a.v.) Efendimiz'in Kabirlerini yıkmak isteyen Suudileri tehditle durduran bir Müslüman-Türk Kahraman'ın emeklerini inkâr eden nankörlerin; alıştıra alıştıra, "en kılcal damarlara sirayet edinceye kadar" sinsice yaptıklarına seyircilik yapmış olmanın müthîş utancı içindeyim!
Günde kaç kere helallik istediğimi, günde kaç Fatiha ikrâm ettiğimi Vallahi bilemediğim "Muhteşem Türk Atatürk"e manevî huzûrunda ve gıyâbında söyleyecek sözüm, resimlerinde bile olsa yüzüne bakacak yüzüm kalmadığının farkında olarak kahretmekteyim!
Bize hakkını helâl etmemişse -ki ettiğini söylemiş-, edeceğinden endişemiz olmamasına rağmen ısrarla helallik istemekteyim! Bize hakkını helâl ettiğinin mânen de olsa bir işâretini alabilsem Türk Yüreğim, utancından durur!
Allah rızâsı, emânete sadâkat, Misâk-ı Millî'ye ölesiye bağlılık, "Türklük gurur ve şuuru-İslâm ahlâk ve fazîleti"nden nasiplenebildiğim kadarıyla tavır sergilemek gayretinde ama gayretimin yetersizliği yüzünden utanç içindeyim!
Ey Atatürk! Muhteşem Türk!
Ey Sarı Paşam'ın silah arkadaşları! Ey "Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ" diye adresleri Vatan olarak bildirilmiş Şehitlerim: Bize hakkınızı helâl etmeyin! Bizim rüyalarımıza girin! Bizim rüyalarımızı karabasana çevirin! Bu sizin hakkınız!
Biz; bıraktığınız muhteşem emânet ve ortamın kıymetini bilemedik! Şımarıkça hoyratça harcadık mirasınızı! Siz rahat uyuyun! Resulullah(s.a.v.)'ın ağuşunda istirahat edin. Adn Cenneti, ikametgâhınız olsun. Bizi bizimle ve utancımızla başbaşa bırakın! Başkasını hak etmiyoruz çünkü!
Ulu Tanrım! Dedeme bırakılan Cumhûriyetle şımararak millete zulmedenlerden nasîbim kadar çektiklerimden kaynaklanan bütün çilelerimin hakkını, Sen'in şahitliğinde ben; O ulu Atam'a helâl ediyorum. Helâl olsun! Gadasını alsın!
Rahat uyu; Atam, Atatürk'üm, Muhteşem Türküm...
Selâm, sevgi, dua...

MİLLÎ UYARI GÖREVİM...

Seyirci kalamam! Türk Milliyetçiliğim, Ülkücülüğüm ve "Her ülkücü otomatikman MHP'lidir." Başbuğ tâlimâtını vasiyet sayan sâdık vicdânım râzı gelmez!
Ömrünün 42 senesini Türk Milliyetçisi ve 35 senesini Ülkücü-MHP propogandisti olarak yaşamış biri olarak ne Milletime, ne mukaddeslerime, ne Devletim'e, ne ülküdaşlarıma zarar verecek davranışım olmadı. "İmanım pâdişah, vicdânım vezîr" diye formüle ettiğim bir davranışla, olaylara tepki verdim.
Teşkilât içi hizmet yarışlarında hiç tarafsız kalmadım. Kongreler tamamlanır tamamlanmaz da "Ülkücü irâde tecellî etmiştir. Seçilen Yönetimin ve Teşkilatımın emrindeyim." diyerek tavrımı hemen açıkladım.
"Ben yaramaz çocuğum! Elimden en sevdiğim oyuncaklarımı alırsanız evimin camlarını taşlar kırarım!" diye haykırdığım; "Ben, teşkilatlarımdan uzak kalırsam çırpınırım! Sadece çırpınmakla kalmam en yakınımdakini incitirim!" diye yırtındığım günler oldu!
Aradan Başbuğsuz yıllar geçti! Elinden en sevdiği oyuncağı alınmış yaramaz çocukça kırdığımız evimizin camlarından giren rüzgârla ülküdaşlarımızın üşüdüklerini görünce; kimseye sormadan, kimseden işâret almadan kırdığımız camların yerine muşamba çekmek gayretine girdik!
Evimizin Yeni Büyüğü; muşamba çekmek gayretlerini görünce, sanki kıran biz değilmişiz gibi; "Sen dur! Ben o kırık camları yenilerim, yeniletirim!" diyerek bütün yaramaz çocukların gönüllerini almaya başladı!
"Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" diye Amerika'dan duyurulan gayr-ı millî politik manevraya, hür vicdânımızla-millî reflekle tepki verdik! Referandum sürecinde; "MHP'de siyasal tsunami!" oyununa karşı, gene kimseye sormadan savaş ilan ettik!
Baba Ocağımız MHP'nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Anı'da kıldığı Cuma Namazı ile başlattığı, öncelik "yaramaz çocuklar"da olmak kaydıyla sürdürdüğü; "Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği" davetinin körüklediği "Türk Milliyetçiliği dip dalgalanması"nın keyifli sonuçlarını izledik.
Seçimlere yedi ay var. Yani seçim çok yakın! Bu kısa sürede; davetler-aramalar-aranmalar başlatılmış, davete tahminlerin fevkinde icâbet varken; Genel Başkan ve Genel Merkez arama-aranmalarla bizzat ilgilenirlerken il-ilçe teşkilâtlarında ziyâretlerin, davetlerin hâlâ başlatılmamış olduğunun ve gerçek "Dâvâ Aysbergleri"nin sessiz bir sabırsızlıkla beklediklerinin farkında olan var mı? İl-ilçe teşkilatlarınca Genel Başkan'ın 31 Ekim'de Ankara'da yaptığı konuşmada verdiği buyruğun duyulmazdan gelindiğini homurdananlara ne diyelim?
Geçen zaman; milletin, Ülkücü Hareketin, Ülkücü Hareket'in tek siyasi çatısı MHP'nin isrâf edilen zamanı değil midir?
Gittikleri yerin yenisi olamamış "eski" sıfatlılara "celeplik ve robatlık" yaptırarak keklik avına çıkan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, diğer milliyetçi söylemli partilerin seçim faaliyetleri, gözardı mı edilmektedir? Yoksa hâla; "Bir kişiye, bir kişi" muâmelesi yapan, bulundukları hâli muhafazayı başarı sayan kurnazlıklara itibar mı edilmektedir?
Bunları; "MHP'siz Meclis" senaryosunu çok ciddiye alan bir Türk Milliyetçisi olarak hemen şimdi sormazsam kimse sormayacak-soramayacak biliyorum! Başta Tayyip Erdoğan ve diğer parti genel başkanları olmak üzere herkesin oyunu MHP'ye verdirmeyi hayâl eden ve ziyâretlerine AKP'lilerden başlayan, eskimeyen-eskitmeyen bir ülkücü olarak, coşkuya dönüşen bu millî heyecanı engellemesinden korktuğum ertelemelerden sür'atle vaz geçilmesi gereğini hatırlatmak istedim. Gün, bugündür vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 07, 2010

GÖZE BATAN, GÖRÜLMEYENLER...

Yedi Düvel adlı Haçlı tarafından "Hasta Adam" îlân edilip sonra paramparça edilerek paylaşılmak istenen Osmanlı Devleti molozlarından, yeni bir Türk Devleti çıkarmayı başaran, nerdeyse Hz. İbrahim'in Allah(c.c.)'ın yardımıyla ölü kuşu canlandırması mûcizesi ile eş değerde bir işi başaran Atatürk ve mesai arkadaşlarına dil uzatmak gibi bir nankörlük varken;
Kırk bin insanımızın canına, trilyonlarımızın yok olmasına; yapılan okulları, sağlık ocaklarını, köprüleri, yolları yakıp yıkmasına; şehirleri yangın yerine çevirmesine, ülkemizi dünya uyuşturucu trafiğinin yol geçen hanı etmesine; halka parka çıkmayı yasaklamasına, her sene kış gelince durup baharda yeniden terörist eylemlere başlamasına, doğu-güneydoğu illerimizin bazılarında sıkıyönetimini ilan etmiş olmasına rağmen; terörist başı İmralı mahkûmu alçağın, "eylemsizlik kararı"na uymayarak bombalı saldırı yapan PKK'lının demokratlığı(!)nı savunmak dururken;
"Demokrasi, gereken durakta inilecek bir tramvaydır." deyip demokrasi sâyesinde bütün demokratik hakları kullanarak demokrasi kurucularına saldıran mürâilere, dün söyledikleri ile bugün yaptıkları hiç uymayan siyâsilerin yalanlarına kılıf ayarlamak dururken;
Av köpeği misali tüfeklinin yanında patilerinden birini kaldırıp kuyruğunu dikerek, tüfeğin doğrultulduğu yere bakmak dururken;
Haçlı'ya, ABD'ye, AB'ye, özellikle de bizim BOP Eş Başkanı'mıza dolayısıyla AKP'ye vuvuzelalık etmek varken; gerçek haberlerle ilgilenmek olabilir mi?
Antalya'da iki sene önce bir otobüsün çarpıp kaçtığı, şimdi on yedi yaşında olan, iki yıldır devlet desteği ile dört çocuklu merhâmetli bir Türk Annesi'nin müşfik kollarında sadece "Anne" ve "Allah" kelimelerine tepki veren çocukla ilgilenmek olabilir mi? "Burada bir çocuk anne diye yalvarıyor, uzakta bir annenin yüreği ’yavrum’ diye inliyor, yavrusunu arıyor ne olur annesi çıksın gelsin." diye kameralara ağlayarak yalvaran, müşfik Türk Annesi Gülsün Kabadayı'nın feryâdına destek vererek zaman kaybetmek olabilir mi?
Rize'de insan oğlu insan bir fotoğraf sanatçısının; bulduğu yaralı ceylan yavrusunu, iyileştirmek için verdiği aylar süren emeğini, biberonla besleyerek büyüttüğü ve doğal ortamına bıraktığını, serbest olduğu için doğada zıplayıp koşan acıktığında alıştığı eve dönen vahşi hayvandaki sadâkati; elbebek-gül bebek beslenen bu yavru ceylanı, erkekliğini ispat için kurşunlayan avcı adındaki insanlık yüz karasını haber etmek, yazmak olabilir mi?
Dolara-euroya feda edilen değerlerimizi, dolarla-euroyla doldurulan ve rengârenk yazan dolma kalemler'i, "Tevhîdde birliğimiz var. Muhammedün Resulullah demesek te olur!" diyerek dînimizi deforme eden "diyalogcular"ı, İstiklâl Mahkemelerinde yargılanarak vatana ihânetten suçlu bulunup îdam edilmişlerin torunlarının, Cumhûriyet ve Atatürk'le hesaplaşma demokratlık(!)larını, yüz karası PKK'lıların câniliklerini bile örtecek kadar demokratlık(!)larını savunarak dolar-euro kazanmak varken böyle gerçekten haber edilmesi gereken olayları yazarak boşa zaman harcanabilir mi?
İpin ucunun puştta olduğu, yalancıların-mürâilerin-eyyâmcıların-takîyyecilerin siyâseten başarıdan başarıya koştuğu; bir kilo makarna-bir paket çay-bir kilo çayşekeri-iki margarinle kıymeti belirlenmiş oylarla sağlanan demokrat(!)ik yönetimde; gördüğümüzden, yaşamaya mecbûr olduğumuzdan başka bir manzara çıkabilir mi?
Tok, ne anlar açın halinden? Gemicik(!)le deryâya açılmışın umurunda mıdır yüzme bilmeyen? Havuzlu, helikopter pistli mütevâzi villalarda oturanın ne haberi olabilir Erzurum'da mikroplu su içen; "İnadına Tayyip!" çilerin sıkıntılarından?
Millî aklı, millî ferâseti süratle harekete geçiremezsek; soğuk su dolu kazanda ateşe oturtulan kurbağa misali ya öldüğümüzü anlayamadan pişecek, ya da piştiğimizi anlayamadan öleceğiz farkında olan var mııııııııı?
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 06, 2010

ÜLKÜCÜ SEVDÂSINA, TANRI DAĞI DA DAYANMAZ!...

Ülkücüler olarak bileklerimize kendimizin taktığımız kelepçeyi, dillerimize kendimizin vurduğumuz bağı, gönüllerimize kendimizin koyduğumuz yasağı kaldırmanın tam zamanı!
Bilir ve çok sert yaşayarak ispatlamışız ki fikre yasak olmaz! Îdeal yani ülkü, yasak tanımaz! Sevdâya yasağın gücü yetmez! Sevdâlı Türk, yasa ve yasağı Ferhâtlaşıp dağ delerek yok eder!...
Tam zamanı!
Koyduğumuz yasaklarımızı kaldırmanın, kara sevdâmız ve kendimize yasakladığımız Teşkilâtlarımızla vuslatın, tam zamânı!... Amerika'dan ilân edilen "küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi"ne bigâne kalarak milliyetçilik yapılamaz!
Küreselcilerin, senarist-yönetmenin talimatlarıyla uygulamak istedikleri; AKP'den başka bütün partilerin parçalanması, küçültülmüş ve "eksen kayması"na uğratılmış bir CHP ve "MHP'siz Meclis" hayâllerine bigâne kalarak ta Ülkücülük yapılamaz! Yapılana da ne ülkücülük, ne Türk milliyetçiliği, ne de MHP'lilik denmez! Buna en kibar söylemle; "Küresel Podyumda Konu Mankenliği" denir! Mankenlikte bir meslektir, yapana karışamayız...
Siyâset kazanının kaynatıldığı, seçim sath-ı mailine girildiği bu kaygan günlerde, tam zamanı gelmişken bir kıssayı, altını çizerek ilgili/yetkili/lere bir daha hatırlatmak isterim.
Yavuz Sultan Selim Han, tahta oturur. Yakın mesai arkadaşlarını seçecek, kadro kuracaktır. İşe, fısıltıyla ilk divanda sadrazam atayacağını duyurarak başlar. Mevcût paşaların tamamına yakını, Enderun'lu yani tahsillidir. Sadece Pîri Mehmet Gâzi, serhâdlerde, savaş meydanlarında îmân ve bilek gücüyle hak etmiştir paşalığı...
Haberi duyan bütün paşaların sadrazamlık hayalleri başlar! Dîvan günü Enderun'lu paşalar, çok önceden koşarak Padişah'a yakın koltukları doldururlar. Dîvana birkaç dakika kala gelen Pîri Mehmet Gâzi, kapıya yakın boş bir iskemle bularak oturur.
Yavuz gelir. Selâm-sabahtan sonra; "Paşalar! Bir karara vardum, ne dersüz?" diye Dîvan ve meşvereti açar. Karar, Devlet-i Âliye'nin yüzde yüz aleyhinedir ve sırayla sormaya başlar: "Falan Paşa! Ne dersün? Filan Paşa! Ne dersün?" Padişah'ın gözüne girerek sadrazam olmak hayalindeki paşalarca; "Muvâfıktır Hünkârım! Çok muvâfıktır Hünkârım! Siz yeryüzünde Allah'ın sâyesisiniz, yanlış yapmazsınız Hünkârım!" ve benzeri, iltifatkâr cevaplar verilir. Sıra, kapı eşiğinde bulduğu iskemleye çökmüş Pîri Mehmet Gâzi'ye gelir. "Bre Pîri Paşa! Sen ne dersün?" sorusuna Pîri Paşa'nın; "Külliyen yanlıştır Hünkârım!" cevâbı, dîvana bomba gibi düşer! Gazâbı ile de bilinen Koca Yavuz'un; "Bre Pîri! Bizden korkmaz mısın? Bilmez misin biz kelle alırız!" sorusuna edep ve âdapla ama aynı erkek tonlamayla Pîri Gâzi'nin cevâbı; "Hâşâ Hünkârım korkmayız! Yüreğimizi Allah korkusu öylesine kaplamıştır ki başka korkuya asla yer yoktur!" şeklindedir ve Pîri Mehmet Gâzi sadrâzamdır...
Şimdi sözümüz gene ortaya!
Türk Milleti'nin bağrında her zaman Pîri Mehmetler vardır. Allah(c.c.) Pîri Mehmetleri görevlendirecek Yavuz'u aratmasın, milletimize Yavuz'u daha fazla bekletmesin!
MHP'siz Meclis, küçültülmüş CHP ve parçalanmış partilerle seçimi hesaplayan küreselcilere karşı tedbîr almakla mükellef herkes, sözümüze muhataptır.
Binaların sağlamlığı; temel ve kolonlarından bilinir ve ne temel, ne de kolonlar, çıplak gözle görülmezler. Temelin ve kolonların gücünü, inşaat sahibi ve ustası bilir! Îmân temelli, ülkü kolonlu, milliyetçilik ve vatanseverlikle süslü bir siyâsi yapıya ne küreselcilerin, ne de hiç bir kuvvetin gücü yetmez vesselâm...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 05, 2010

BU GÜCE, GÜÇ YETMEZ!

Sessiz kalıp teşekkür etmesem enâniyet diye algılanmasından, teşekkür etsem sol elimle gırtlağına sarıldığım nefsime rahat nefes aldırmaktan korkarım ama teşekkür etmeliyim!
Günlerdir tebrîkler, teşekkürler alıyorum.
AKP'nin; "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi"ni açıklamasıyla tarafımı belli ettiğim ve yine AKP'nin; "Referandum sonrası tsunami" adını koydukları MHP'ye saldırı hesapları üzerine ülkücü refleksimizle; Teşkilatlarımıza ve Genel Başkan'a destek sözlerimiz üzerine bu tebrik ve teşekkürler! Oysa bensizliğin farkında bile değildi teşkilâtım ve bensizlikle teşkilâtımın asla eksiği yoktu, olamaz da...
Allah(c.c.) şahîdimdir ki ne teşekkür, ne kimseden taltif ve tebrîk beklememiştim! Tamâmen içgüdüsel ve tamâmen irticâlen bir tavırdı yaptığım. Ülküdaşlarımı mutlu edebilmişliğimin huzûrunu yaşıyorum. Aslında duyarlı ülküdaşlarıma, Millet-Devlet ve Teşkilatları çıkarına öfkelerini yok eden yürekli Türk Milliyetçilerine, teşekkür edilmeli yetkililerce...
Yıllardır, îmânımın gereğini yapmaya gayret ederim. Aklımın îmânı, îmânımın aklıyla; kara gecede, kara taşın üstündeki kara karıncayı görüp-gözeten Tanrım'ın oluşturulan bu sûni kara bulutlara direnen ülkücüleri görüp-gözettiğinden asla şüphem olmadı.
Ülkücüler; güncel söylemle popülerleşip tanınmayı hiç sevmezler! Ben de, hayatım boyunca sol elimle nefsimin boğazını sıkarken sağ elimi de bulup-buluşup tokalaşmak isteyen Ülküdaşlarıma uzatıp durdum! Ki yıllar önce; "Ben gönlümü ülküdaşlarımın ayakları altına atmışım. İsteyen ezip geçer; "Oof!" dersem nâmertim! İsteyen de turâb ettiğim gönlümü alıp gönlüne katarak ihyâ eder; o zamanda ; "Ooh!" demezsem nâmertim!" demiştim! O günlere de, bu günlere de şükr'olsun!
Ülkücüden, Türk Milliyetçilerinden başka her kese mubah olan "konjonktürel demokrat bakış riyâkârlığı"yla; millî ve mukaddes değerlerimiz çekiştirilmeğe başlandı!
Türk Milletinin yüz binlerce şehit bedelli Türkiye Cumhuriyeti Devleti, işbirlikçilerin de yardımlarıyla Haçlı'nın yeniden iştahını kabarttı! İşbirlikçilerin ve Haçlı Müslümanlar'ın da yardımlarıyla yapılanlar, MHP'ye karşı başlatılan sistemli saldırılar, canımızı yaktı bizi tahrîk etti! Ülkücü refleksimizle Türkçe tepki verdik. Millî Heyecan fitilini ateşlemişsek, sadece Türk karakterimizin, ülkücülüğümüzün gereğini yapmışız!
Şükrolsun ki bir kıvılcım, millî seferberliğin meş'alesine dönüştü! Bu Millî Dip Dalgalanması'nı doğru okuyan Devlet Bahçeli de mes'eleye Türkçe sahiplenince, ortaya bu hoş manzara çıktı.
Ülkü Devleri, Kutlu Sefere çağrıldılar! Mola verdikleri, kaldıkları yerden ve dinlenmiş olarak yeniden yola çıkıldı!
Bu millî güce, güç yetmez! Dayanılamaz! Bu millî şahlanıştan korkmayanın aklından şüphe edilir! Bu millî selden kurtulmanın tek yolu, suyun akışına ve selin ruhuna uygun hareket etmektir! Çünkü kükreyen bir sel bu! Bendini çiğner, dağları yırtar aşar!
Hastalığı tedâvi edilmiş, lokal inmelerden kurtulmuş sağlıklı bedende; baş nereye giderse ayaklar da oraya gider! Artık yol da bellidir, yolcular da! Hedef te bellidir, okçu da!
Allah; Türk Milliyetçilerini yolundan, hedefinden şaşırtmasın; Allah, bu müthîş birlikteliği korusun. Kur'an rehberliğinde ki Tûran Seferi'nde yardımcı Allah'tır...
Bu kutlu millî birlikteliği saboteyi düşünenler varsa -kim olursa olsun- Allah, Kahhâr adıyla kahr'etsin vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 04, 2010

ŞEREFİN ŞEREFİNE!...

Bugün-yarın derken bir de saat başı değiştirilen gündem yüzünden şu İmralı'daki bebek katili câni ile görüşme-görüşmeme konusuna değinemedim bir türlü!
Hemen; "Görüşülse ne olur? Görüşülmese ne fark eder?" diyerek değineyim! Sonra da bu yaratıkla, ne zamandan beri, kimlerin görüştüklerini hatırlayıp-hatırlatarak devam edeyim!
Câni, paketlenmeden; Suriye'deyken de, dağdayken de Devlet'in Hükümet'ine bağlı İstihbaratçılar gider görüşürlerdi! Devlet'in Hükümeti'nin Başbakanı iken de, Cumhurbaşkanı iken de Turgut Özal'ın elçileri gider görüşürlerdi!
Câni yakalandığında; Devlet'in Hükümeti'nin Genel Kurmayı'nın seçkin görevlileri kaçağı yakalarlarken de, getirirlerken de görüştüler!
Câni, Cumhuriyet Savcılarıyla görüştü! Sorgusu sırasında Devlet'in Hükümeti'nin görevlileri ile görüştü! Cezalandırılırken de mahkeme heyetiyle görüştü! Cezaevinde; her gün gardiyanla görüştü, görüşüyor, görüşecek!
AİHM'ni, "İnsandır." diye kandıranlar sâyesinde, yasal hak olarak Avukatlarıyla görüştü, görüşüyor, görüşecek! Hastalandığında doktorla, hemşireyle, sağlık personeliyle görüştü, görüşüyor, görüşecek! Îdam kaldırılmamış olsaydı, cellâdıyla da görüşecekti ve bu son görüşmesi olacaktı, ol/a/madı!...
Devletin ve milletin başına belâ olan şerefsiz suç örgütünü kuran bu alçak mahkûm olduğundan, her yol denenerek, örgüte son darbeyi vurmak için lâzım olan bilgileri almak üzere görüşüldü, görüşülüyor, görüşülmeli!
Ama bu görüşmeler; Devletin Hükümetinin Görevlileri tarafından ve Devlet lehine kullanılmak üzere bilgi temini içindir ve mutlaka öyle olmalı! Bu anlamda, ne görüşenler, ne görüşme emrini verenler şerefsiz olmazlar! Şerefin anlamıyla oynayarak onursuzlaştırmanın adı ne olur o zaman?
"Niye görüştünüz?" değil; "Ne görüştünüz?" diye sormak hem milletin, hem de muhalefetin hakkıdır, görevidir! Soruyu cevaplamak yerine; "Hükümet değil Devlet görüşüyor! Bize görüştü diyenler şerefsizdir!" diye yaygara koparmaya Anadolu'da "Suçlu şirretliği" derler!
Teröristlerle ilintilenerek milletvekilliği düşürülen, dokunulmazlığı kaldırılan bir Avukat kadın; yandaş basına-medyaya, câninin basın müşâviri gibi beyânat veriyor; tehdîtse tehdîdini, istekse ricâlarını, "yol haritası"nı basın yoluyla iletiyor ve buna demokratça göz yumanlar, şerefli!
Câni, cezaevinden "Eylemsizlik" haberi gönderiyor, Anadolu'nun göbeğinde Mehmetçikler şehîd ediliyor, İstanbul'un göbeğinde aynı gün bomba patlatılıyor! Bölücü örgütün iktidar çekişmesini; "Bunlar huzûra ve istikrâra yönelik saldırılar!" şeklinde yorumlayarak, milletten bu basit gerçeği saklayanlar veya saklanmasına yardımcı olanlar şerefli!
Yandaş basının "dolma kalemler"i, örgütle dağda röportaj yapıyorlar! Örgütün başı alçak, basın-medya yoluyla Devlet'i tehdit ediyor! Terörist yandaşları yirmiye yakın yandaş televizyonda, milleti incitecek her şeyi söylüyorlar! Bunu seyreden demokratlar şerefli!
İmralı'daki câniyle, dağdaki PKK'yla, şehirde KCK'lılarla, Diyarbakır'da Hükümete küfreden Belediye Başkanı'yla görüşenlere; seçimlere kadar teröre ara verin diye yalvartılanlara kimse bir şey demeyecek ama "Ne görüştünüz?" diye soranlar; Şerefsiz!
Hey gidinin şerefi haysiyeti! Çoğu kez şerefsizler de; "Şerefe!" diye kadeh kaldırılardı ama vardın! Şimdi "Şerefli kim, şerefsiz ne iş yapar?" bilen yok!
İmralı; Ada mı, cezaevi mi, örgütün korunmalı karagâhı mı, haftada bir kadın avukatlarla fındık-fıstıklı piknik yeri mi? Bilen yok! Gelsin şerefli, gitsin şerefsiz!
Bunun üstüne, ne bulunursa içilir; Şerefe!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 03, 2010

HARMANSIZ ZAHİRE OLMAZ...

Ankara'dan Türkiye nasıl görünür bilinmez ama Anadolu'dan Ankara'nın pek hoş görünmediğini, söylemek gerek!
Ya ifâde ya da algılama eksikliği var gibi! Üçüncü bir ihtimâl, akla gelmiyor! Birinin, Millî Türk refleksi Ülkücüler adına, bu görüntüyü hemen dillendirmesi gerek! Geç söylenen sözün hükmü kalmıyor ma'lesef!
AKP'li Bakan Mehmet Şimşek'in Amerika'da; "Türkiye’de bir güçler kavgası var. ... Dar anlamda küreselciler ile milliyetçiler kavgası. ... Ve sanıyorum bu mücadele sürecek." açıklamasıyla, millî safta yer almaya çalışan Ülkücüler; referandum sürecinde Ahmet İyimaya'nın; "Bu referandum olmasa bile zaten MHP tabanında siyasal tsunami olacak!" sözleriyle tahrîk olarak teşkilat safına koşan Türk Milliyetçiliği'nin Aysbergleri, müthîş bir dip dalgalanma sağladılar!
Bu samîmi dip dalgalanmasını doğru okuyan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de Anı'da kıldığı Cuma Namazı ile rüzgârı fırtınaya çevirdi! "... küreselciler ile milliyetçiler kavgası"nda, mücâdeleye geç kalmaktan korkan Ülkü Devleri; şahsî imkânlarıyla, kimseden buyruk almadan, en az 30 yıllık yoldaşlık hatırıyla eskimeyen ülküdaşlarını evlerinden çıkarmak üzere, değişik illerde toplantılar yaptılar!
Ahmet İyimaya ağzıyla AKP'nin "MHP tabanında siyasal tsunami" arzusunu seslendirmesi üzerine, bendeniz de; "Siz Ülkücüleri, AKP adlı "deprem çadırı"na sığınmışlara mı benzettiniz? En öfkeli, en kırgın ülkücü; Devlet Bey'in traş olurken berberde bıraktığı kesik saçının bir teline, bin Tayyip Erdoğan'ı fedâ etmez mi? Ülkücüleri kırk yıllık hatırla, AKP'de siyâset yapan "eski ülkücü" sıfatlılara gitmeğe icbâr etmeyin! Tsunamiyi o zaman görürsünüz!" diye haykırmıştım. Ülkücü yazarların ve Dâvâ Aysbergleri'nin sessizce başlattığı, küreselcilere karşı saf tutma heyecanını, 31 Ekim'deki "Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği" toplantısı, bir Türk Milliyetçiliği kasırgasına çevirdi!
Devlet Bahçeli'nin ülkücü gönülleri okşayan, net konuşması, gurur ve sevinçten coşan gözyaşlarıyla Anadolu'nun her yerine sevgi seli olup aktı! "AKP, küresel projeleri sahiplenirken biz de; can feda olsun, gerekirse Anadolu’yu yeniden fetih için yollara düşeriz." sözleri, Ülkücüleri coşturdu. Hemen peşine, Türkiye'nin her yerindeki kırgın, kızgın, uzak kalmış Ülkücülerin yeniden teşkilata davet edileceği haberi, Ülkücü heyecana zirve yaptırarak sabırsız bir bekleyişe dönüştü!
Her ne kadar Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şandır, Yeniçağ Gazetesi'ndeki söyleşide; "Vatan müdafaası davet gerektirmez." gibi çok doğru bir söz söyledilerse de bizzat Genel Başkan'ın konuşmasında belirttikleri çağrı beklentisinin heyecânını anlayabilmek için mutlaka Anadolu'nun gezilerek taranması ve tabanın doğru okunması gerek!
Yakın geçmişte bir yerlerden gelenlerin Ülkücülere tercîh edildiği gibi -belki yanlış- algılanan tavra; sessizce evlerine çekilerek tepki veren Anadolu'daki Ülkü Devlerinin dâveti beklenirken Anadolu'dan değil Ankara'dan başlanan davetler, tabandaki heyecana, korkarız zarar verir!
Hemen duyurmak, edeple uyarmak gerek! Elbette herkes ama herkes dâvet edilmeli, hatta bütün partilerin taşra teşkilatları da MHP'li edilebilmeli ama bunu becerecek evsafta, zora gönüllü ülkücülerin davetleri ertelenmemeli!
Milletvekilliği listesinde yerini beğenmemişlerin, bir dönem verilen ünvan ve makamları tekrar alamadıkları için küsmüşlerin de yeniden çağrılması elbette lâzım ama meselenin asıl sahiplerinin, her şartta bütün yükü taşımaya gönüllü ve hiç bir talepleri olmayan, sadece gururlarının okşanmasını hak eden Ülkü Devleri'nin, öncelikle çağrılmaları daha doğru gibi görünüyor!
Ülkücülerin; "Kim ne olacak? Ne zaman olacak? Kim kimle barışacak?" Gibi bir merakları yok! "MHP'siz Meclis'le Türkiye'nin hâli ne olur?" diye çok ciddî endişeleri var! Rüzgârsız harman, harmansız zahire olmaz vesselam!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN