Çarşamba, Haziran 29, 2011

VİCDÂN! AYAĞA KALK!...

Kırmaya kıyamazdım ama yıllardır kınına girmemiş kalemimi, nerdeyse kınına sokacaktım! Susturacaktım nerdeyse!
Oysa boyumu sevmeyip gözaltına alanlara inat; "Kalemimi sivrilteceğim." demiştim çünkü hasmım belli, hısmım belliydi! Hasmımdan ziyâde, hısmımdan yara alınca kalemim öfkeden körelir gibi olmuştu! "Teknik Takipçi"lerin de kulak misafirliklerinde bu hâlet-i rûhiyemi paylaştığım Ankara'dan bir, İstanbul'dan iki sırdaş Gönüldaşım; "Hocam yaz! Sadece ben okuyacağım için yaz! Susma kararını tek başına veremezsin!" dediler sağ olsunlar!
Av köpeği misâli tüfenklinin yanında durmamayı, ihânetten sayan bizimkiler rahatsız olsalar da yazacağım! Sevdiklerini zannedip teslîm olduklarına; onların gönülleri hatırına dokunmamaya gayret edeceğim ama ne herhangi bir Ülküdaşıma, ne de bana edepdışı saldırılara bigâne kalmayacağım! Üzerimize gelirlerse savaşacak, saldırırlarsa vuruşacağım!
Bu arada, 29 Haziran 2011 günlü Yeniçağ'daki "Genel Manzara" başlıklı yazımda, bir düzeltme yapmalıyım. Yazıdaki; "Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halklara Türk Milleti denir." cümlesinin doğrusu; "Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye Halkı'na Türk Milleti denir." şeklinde olmalıydı! Azmi Karamahmutoğlu Başkan'a nâzik uyarılarından dolayı teşekkür ederken herkesten özür dilerim... "Kendime Firar"da olduğumu, vicdân mahkememde yargılandığımı arzetmiştim. Hakim kürsüsünde imanım, savunma makamında aklım ve zanlı sandalyesinde ben çekişirken savunmaya tenezzül etmeyen Türk yüreğimin nârâsı:

ZANLI AYDUR

Bedenimde canım hücre hapsinde
Gardiyan sînem mi yoksa aklım mı?
İmanım aklımla hüküm derdinde
Kilitli nefsim mi, sırrım saklım mı?

Şeytan fink atarken din çeperimde
Bilirim Allah var, Allah kerim de;
Arkadan vurulduk her seferinde
Gül'ün dikeninden utanalım mı?

Atan belli değil, ok yaydan çıkmış
Sabır tevekkülün canını sıkmış
Firavun Yusuf'u zindana tıkmış
Hücrede rüyâya sığınalım mı?

Vatan için yatan mert neferler var
Ölümlerle gelen sert zaferler var
Rüyâlarda bile hep seferler var
Uyanıp yeniden atlanalım mı?

Küfür edip nedâmete eyvâha
Şeytanımız yenip dönüp Allah'a
Haçlı Müslüman'ı gerip çarmıha
Dualar zırhına saklanalım mı?

Rûhum kafesinde hücre hapsinde
Çile sâyesinde ömürler zinde
Hasretin, ecelin, zorun hepsinde
Sabır yayımızla oklanalım mı,
Tevbeyle günahla aklanalım mı? (M.Aslan -29 Haziran 2011/ İzmir)

"İĞNE BATTIĞI YERDEN ÇIKAR!"


Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"GÂZİ MECLİS"TE ORTA OYUNU!

Günlerdir vicdânî mahkememde kendimi yargılıyorum! İmanım hâkim, aklım avukat; beni sorguluyorum! Fikrimle zikrim bir belli, çünkü görenlere, fikrimi ve fikrimi temsil eden partiyi hatırlatıyorum!
"Yeniden İstiklâl Savaşı" dediğimiz seçimde yenildik! Lokal yenilgidir, düşen cephe yeniden ele geçirilir ümidim vardı! Savaşta öldüremeyen yara, savaşçıya güç verir iddiam, bu inancımdandı! Artık yaralarım çok acıyor ve farklı düşünüyorum!
Hâinlerin, bölücülerin tek korkuları, bütün plan ve hesaplarını ona göre yaptıkları Ülkücüleri, ülkücü zannettikleri yine yok saymaya başladılar!
Seçimden sonra konuşması gerekenler kayıplar! Yoklar ve yok oldukları için onların yüzünden varlıkları heryerde fark edilen Ülkücüler de yok sayılıyorlar! Dahası PKK'nın siyasallaşmışlarına, CHP'lilere, AKP'lilere karşı "Meclisin saygınlığını korumak" adına sessiz kalarak demokratlaşanlar; "Aleyhte yazma!" diye telkin(!) uyarısında bulunuyorlar!
Sanki gizli bir el, mücâdele için yaratılmış ülkücülerin bütün enerjilerini ve dikkatlerini üzerlerine çekerek birşeyler perdeliyorlar! Yaralarım acıyor, aklım karışıyor!
Saddam'ın sonunu hazırlayan sekiz yıllık Irak-İran Savaşı'na benzer bir ortam hazırlanıyor! Abi BOP Eş Başkanı'nın Ülkesi, NATO ile birlikte Türkiye'yi Suriye'ye müdahele ettirmeğe hazırlanıyor! İran anında; "Suriye'ye saldırılmasına ev sahipliği yaparsanız biz de Türkiye'yi vururuz!" diye kulak çekiyor! Cezaevindeki bir sehpa artığı mahkûmuna güç yetiremeyeni, hangi komşu tehdît etmez ki?
Seçilen, "Tutukluluğa Mahkûm" milletvekilleri cezaevinde! Mazbatalarını aldılar, kayıtlarını yaptırdılar, yemin edemedikleri için milletvekili değiller! Baykal Başkanlığı'ndaki CHP desteği ile yapılan yasal düzenlemeyle "Muhtar bile olamaz"ken, yasağı kaldırılan; seçimi yenilenen Siirt'ten Milletvekili ve Başbakan edilen R. T. Erdoğan, tutukluluğun suçunu, mahkemelere atıyor!
Yemin etmeyen 169 vekil var yani Meclis'in üçte biri boş! Kaset skandalı ile MHP'den istifası istenen ve MHP oylarıyla zorla seçilen İhsan Barutçu, yemin ediyor ve vekil!
Daha önce; "411 imzayla meclisin yaptığını, hakimler bozuyor!" diye "Yargı Vesâyeti"nden şikâyet eden Erdoğan; 169 milletvekilini seçen milyonlarca oyun, iki hakimin iki dudağı arasında yok sayılışına ses çıkarmıyor! Ve bu bana, Yassıada'da; "Sizi buraya tıkan irâde böyle istiyor." diyen 'Bağımsız yargı'nın, uygulamasını hatırlatıyor! Durmak yok! "ileri demokrasi"ye devam! Neresine baksam iç karartıyor, nereye el atsam elde kalıyor!
Bir fıkra:
Kars'ta Muharrem Ayı'nda İran'dan getirilen Ahund; Hz.Ali ve Ehl-i Beyt haricindeki halifelere minberden hakaretler edince, ahali arasında münakaşa başlar! Bu münakaşanın sonunu iyi görmeyen dört kafadar, bir plan yapar.
Ahund minberde diğer Halifeler aleyhinde konuşmaya başlar başlamaz delikanlılardan biri fırlar ve Ahundu yaka paça minberden indirir, ağzına gözüne birkaç tokat atar ve "Sus! Yeter!" diye bağırır! Ahund; "Gurban olum! Defolum, susum da sen kimsen?" diye sorar. "Ben Ebubekir'im" cevabıyla Ahund giderken bir başkası yakalar, birkaç tane de o vurur! Ahund yine; "Be sen kimsen?" diye inleyerek sorar; "Ben Osman'ım." cevabıyla biraz daha siner. Bir kaç adım sonra bir başkası hiddetle Ahundu yakalar! Ağzına gözüne rast gele tokatlardan sonra, yerde de tekmeler! Ahund adamın elinden kurtulur; "Olmuya sen Ömersen?" diye inler. "Evet Ömer'im! Sus artık!" cevabıyla sessizce sıvışmaya niyetlenir. Tam kapının önünde, iriyarı bir delikanlı Ahundu yakalar! Başına kaldırıp yere çalar ve yerde epey tekmeledikten sonra ağzına-yüzüne siğer bırakır!
Ertesi gün Ahund, minberde çok sakin ve makûldür. Cemaat; "Ahund ağa, birşeyler anlat!" diye seslenir. Ahund duymazdan gelir, devam eder. Cemaat yine; "Ahund ağa, düzgün birşeyler anlatsana!" diye homurdanınca; "Ne anlatayım?" diye öfkeyle sorar. Cemaat; "Anlat işte! Kurban olduğum İmamlardan, kurban olduğum Hz. Ali'den anlat!" deyince Ahund; "Sus köpeğoğlu! Ali değil miydi ağzıma siyen?" diye öfkeyle patlar!
Sözüm yine ortaya!
SESSİZ KALABALIĞIN ÖFKESİ, SELE BENZER!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 25, 2011

"TERS LALE" DEVRİ!...

Şükrolsun, çıraklıktan kalfalığa geçişini alkışladığımız, şimdi ustalığını göreceğimiz; "Demokrasi, gereken durakta inilecek tramvaydır." vecîzesi sahibi "Demokrat Vatman" BOP Eş Başkanı Sultan I.Recep Tayyip Erdoğan sâyesinde, Allah'ın da yardımlarıyla istikrârımız sürüyor! "İleri Demokrasi"ye doğru son sür'at; "Durmak yok! Yola devam"!...
"Sıfır sorun"lu komşularımızla; "Bizde pişer, komşuya da düşer"i yaşıyoruz şükrederek! İflâs etmiş komşumuz Yunananlıların bizde bankaları var! Dev iletişim şirketi var!
I. Sultan Recep Tayyip Erdoğan'ın kankaları Beşar Esad'la yaptığı anlaşma ile sınırı açtığımız Suriye'den kaçanlar, biner-biner geliyorlar! Kanka Esad'ın tankları, sınırlarımızda tâciz turları atıyor!
Hukuka, hukukçulara ne gerek var? Avrupa İnsan Hakları Mahkemeleri yok mu? Köşk'te mûkim millî mazlûm da daha önce oraya müracaat etmemiş miydi? Biz de ederiz! Küreselci değil miyiz?
Sınırları korumaya ne gerek var? "Biz düzeltmezsek birileri gelir düzeltir" tarihi uyarısını hatırlayarak Birleşmiş Milletler'den Barış Gücü isteriz, gelir korurlar!
TSK karargâhında tutuklanmayan general kalmamış! Önemli mi? İleri Demokraside çâre mi yok? Baş müttefik ABD'den, olmazsa AB'den, olmazsa İngiltere'den tecrübeli bir general, gelir askerin başına geçer! Kanka Beşar Esad'ın tankları, sınırda gövde gösterisi yapınca kanımıza dokunuyor ve yıllarca kendi vatandaşına cezaevinde dışkı yedirecek kadar ulusalcı NATO Generalleri'nden serbest olanlar da gözümüze batıyor!
İmralı karargâhı -özür- cezaevinden ömürboyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm, bebek katili câni; kendi atadığı Kürtçü Bağımsız vekillerine, Meclis'i boykot ettiriyor! Ana Muhalefet ve diğer Muhalefet partisinin Derebeyleri, tavır benzeşmesin diye tutuklu milletvekillerine aynı yöntemle sahip çıkamıyor!
Küre-i arz'da Allah(c.c.)'ın gölgesi Sultan I. Tayyip'in; "Seçilmeleri onların parlamentoya girmeleri anlamına gelmez" hukuk yorumlarıyla seçilmiş anti-demokratlar, "Tutukluluğa mahkûm" ediliyorlar!
Yıllar önce "vesâyetçi" TSK'nın el koyduğu yönetimde; "Sizi buraya tıkan irâde, böyle istiyor" kararını hatırlatan uygulamalar seyrediyoruz intikamı alkışlayarak!
Bize "Kızıl Sultan" diye öğretilen Abdulhamid'in kırk yıldır neden "Büyük Sultan" diye lanse edildiğini; Meşrûtiyet ilan ettirenlerin neden "Sahte kahramanlar" diye anlı-şanlı "Dolma Kalemler"ce tarif edildiğini anlar gibi oluyorum ama heyhaaat!...
"Dolma Kalemler"i bilerek dedim ve kimlerden bahsettiğimi de herkes anladı! Örtülü ödenekten aldıkları, servet tarifli paralarla kumar oynayan, dünya dolaşan ve sonra müritlerince kanaat önderliği zirvelerine tırmandırılanları, herkes hatırlamıştır! Günümüzde de milyon dolar-eurolarla transferler yaşayan, yatlı-katlı, sonradan hidâyete eren, eski solcu-devrimci-68 kuşaklı dolma kalemler de aynı misyonu yani görevi yapmıyorlar mı?
Ulu Hakan Abdulhamid'i "Kızıl Sultan" edenlerden başarıyla intikam aldılar! Şimdi de günümüz "Dolma Kalemleri"; Muhteşem Türk Atatürk'ten, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halklara Türk Milleti denir" diye tarif edilen Türk'ten intikama soyunan II.Cumhuriyetçiler, Y-Osmanlıcılar, Diyalogcu Haçlı Müslümanlar'la işbirliği ile istikrârı korumak için cihâttalar!
Lâyık olduğumuz şekilde yönetileceğimize göre, "Gökten ne yağmış, yer kabul etmemiş" teslîmiyeti ile playbeak alkışlarım'a, kollarım yoruluncaya veya bakıp görmeyenlerce görülünceye veya işitip duymayanlarca duyuluncaya kadar söylenmeğe devam edeceğim vesselâm...
"SAĞIR, DUYMAZ YORUMLARMIŞ."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 24, 2011

"12 HAZİRAN" VİCDÂNÎ YARGILAMASI...

Günlerdir, kendimi yargılamakla meşgûlüm! Âdil olmalıyım! Kendime merhâmet edemem çünkü adâletle merhâmet bir arada olmaz, biliyorum!
"Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" dediler, hemen kimseye haber vermeden safımı açıkladım! Çünkü milliyetçiydim ve Türk milliyetçiliğinin açık ve tek adresi MHP'ye destek vermek, her Türk milliyetçisinin görevidir diye biliyordum!
"Referandum sonucu ne olursa olsun MHP'de tsunami olacak!" kehânetine; yine kimseye danışmadan, sevenlerimle istişâre bile etmeden; "Bahçeli'nin berberde traş artığı saçının bir teline, bin BOP Eş Başkanı'nı gözümüzü kırpmadan fedâ ederiz!" dedim! Çünkü MHP Türk Milliyetçiliğinin tek adresi ve Bahçeli de mevcût Genel Başkandı! Safa kabul edilmesem de açık destek vermekle mükelleftim, MHP Genel Başkanı'na yapılacak saldırılara bigâne kalınmamalı diye düşündüm!
"MHP'siz Meclis" plânını duyar duymaz; "12 Haziran seçimleri, yeniden İstiklâl Harbi'dir. Bu seçimde kullanılacak her oy, Çanakkale'de kullanılan mermiden daha kudretlidir! Bu oyunu bozmak ve MHP'yi daha güçlü bir şekilde Meclise taşımak, her Türk Milliyetçisinin nâmus borcudur." diye düşündüm ve seslendim!
Hazırlandıkları ve belgelerle beslendikleri belli olan bir grup, kasetlerle tehdît edince yine, 'yol arkadaşları'nı aşıp ulaşamadığım Bahçeli'ye hitâben bir açık mektupla; "Tehdît edilenler ve diğer şüphelenilenlerin âcilen ihrâç edilmelerini, hem kendilerinin hem de partinin önünü açmalarını" yalvararak önerdim! Çünkü MHP'de ahlâki zaafiyetleri olanlara yer olamazdı! Türk Milletinin refleksi Ülkücülerin, bu zayıf karakterliler yüzünden itibâr kaybetmelerine izin verilemezdi!
Diyarbakır Mitingini duyar duymaz; "Diyarbakır'da mutlaka miting yapılmalı! Alanda bir kişi bile olsa konuşulmalı! Çünkü oradan söylenecek sözün muhatapları, başta Diyarbakır ve Güneydoğu'da PKK sıkıyönetimine tabi Kürt kardeşlerimiz olmak kaydıyla Okyanus Ötesi, AB ve bölücülüğe destek veren müttefik(!) Haçlı'dır." diye feryât ettim! "Diyarbakır Mitingi'ne gidemezsem, o tarihi fotoğrafta yer alamazsam, gözlerim kapanmaz!" diye de Diyarbakır'a gidilmesi gereğini duyurdum sesimin gücü kadar! Çünkü Türk Miliyetçiliğinin kucaklayıcılığıyla MHP'den başka; "Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm; ben ne kadar Türk'sem onlar da o kadar Türk'tür." diyen; "Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat" sloganı olan başka bir siyâset kurumu yoktu! Her Türk milliyetçisinin bu mitinge destek vermesi farzdı, şarttı!
Bizim seçim süresince, düşünce ve tavrımız böyle oldu!
MHP Genel Merkezinde ise "Devlet ve milletin bekası için güç birliği" çağrısı ile davet edilen kanaat önderi, Ülkü Devleri, göstermelik törenlerle yakalarına sanki başka partiden transfer ediliyorlarmış gibi rozet takılarak rencide edildiler! Önce çağrılıp sonra görüşmeyerek ve görüşmeme sebebi olarak ta davet edilen gösterilerek bir iç paniğe neden oldular! Davete sorumluluk bilinciyle katılan ülkücüleri, seçilmeleri mümkün olmayan yerlere koyarak dolgu malzemesi ettiler! Kasetleri servis edilenleri ihraç etmeyip istifalarını istediler! İstifasını istedikleri bir kaset başrol oyuncusunun istifasını alamadılar! Ülkücülerin ve Türk Milliyetçilerinin Çanakkale'deki mermiden daha kudretli ve kutsal oylarıyla bir kaset figüranının milletvekili seçilmesine sebeplik ettiler! Millî duygu ve kutsal oyları, suistimâl ettirdiler!
Sonuçtan kendimi de sorumlu görüyor ve sorguluyor, yargılıyorum! Aptallığı bu kadar açık yaptıktan sonra, birilerinin görmesi için alnıma yazmasına gerek yok ki! Bu rencîde edici sonuçtan sonra; "Tarihi bir vebâle girdiniz ve bizi de kendinize ortak ettiniz Hocam!" diye sitem eden gönüldaşlarıma verecek cevabım yoksa; "Neden?" diye kendime sormalı, kendimi insafsızca yargılamalı ve cezalandırmalıyım artık!
İmralı'da ağırlaştırılmış ömürboyu hapse mahkûm bir sehpa artığı câni, Devlet'e tehditler gönderme hakkına sahipse; ben de kendimi mahkûm etsem bile susmadan, kadere küsmeden ve asla hız kesmeden koşmaya, konuşmaya devâm etmeliyim vesselâm...
SADECE MÜDAFAA İLE ZAFER KAZANILMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÜLKÜCÜLÜKTE FİRÂR...

İnsan firârî olmayıversin bir kere!
Firârın, hiç kimseye güvenme lüksü ve kendini ihbâr eden hiç kimseye küsme hakkı yoktur!
Firârlık-kaçaklık, tek kişiliktir ve tek başına yaşanır! Firârın-kaçağın en büyük hasmı, kaçak olmasına sebep olandır! O sebep ortadan kalkmadığı-kaldırılmadığı sürece firârın kaçaklığı bitmez!
Firârda olduğumu ve kendime firâr ettiğimi, daha önce yazdıydım! İncitmekten korktuğum kişileri, beni kendilerinden veya kendilerine yakın zannedenleri, incitmektense kendime firâr ederek kaçak tedbir ve şüpheciliği ile kendimle hesaplaşmayı tercîh ettim!
Adâletin olmadığı bir yerde; beni, benden başka kimsenin sorgulamasına râzı olamazdım! Hain bile olamayacak kadar bize yabancıların toplandığı bir yerde; bana hiç kimsenin "hain" demesine izin veremezdim! "Bana değil hain demek, düşünenin düşüncesini iğfâl ederim!" diye kendime firâra karar verdiğim gün, yıllar öncesinden nârâlamıştım!
Bütün firâriler kadar biliyorum ki firâri-kaçak; tanıdığın olduğu yerde rahatsız, çok tanıdığın olduğu yerde huzûrsuz, tanıdığın veya tanıyanın olmadığı yerde hürdür! Zordur ama güzeldir firârlık!
Aklım kesti keseli ülkücülüğe adayım!
Milletsever, vatansever olunabiliyor, pantürkist, panislâmist olunabiliyor ve bu fikirlerin taraftarı olmak için farklı özellikler gerekmiyor nedense! Cezaevi hayatımda; vatansever, milletsever hırsızlar tanıdım, arsızlar, hatta şerefsizler tanıdım! Panislâmizmi savunan, beş vakit namazını kaçırmayan, elinden Kur'an'ı düşürmeyen kadın tüccarları tanıdım! Devrimci geçinen, sosyal demokratım diyen, demokratik solcuyum diyen beş vakit namazlı soyguncular, bombacılar, adam kaçıranlar tanıdım!
Uzatmadan; particilik anlamında, taraftarlık anlamında vatansever olmak için, milletsever olmak için çok özel kişiliklere gerek yok! Söylemek yeter! Yalandan da kim ölmüş ki? Dolayısıyla siyasî anlamda, daha doğrusu particilik anlamında milliyetçilik, vatanseverlik, dincilik, Allahçılık, cemaatçilik çok kolay işler!
Lâkin ülkücülük zor! Sadece; "Ülkücüyüm" demekle olmuyor bu iş! Hatta; "Ülkücüyüm" diyenin, değil ülkücü olmak ülkücülüğe adaylığı bile sorgulanmalıdır bence! Yalancıdan, riyâkârdan, eyyâmcıdan, takıyyeciden, zalim kuvvete boyun eğenden, av köpeği misâli tüfenklinin yanında durandan ülkücü olabilir mi?
"Gemisini kurtaran kaptandır." kurnazlığıyla sadece kendi için yaşayan, sadece kendini yaşayandan ve bu kendini yaşamayı mahâret sayan kurnazları, teşkilatçılık adına göreve getirenden; tilkiye kümes emânet edercesine karakter fukaralarından, kuvvete ve makama baş eğmeyi mahâret sayan eyyâmcılardan, koltuk ve makamdan güç aldığını zanneden korkaklardan ekip kurana, ülkücü denilebilir mi? Menfî bütün özellikleri kendilerinde toplayanların bir arada olduğu yerde, ülkücülük yapılabilir mi?
Kazanmak için her yolu mubah sayan, koltuğu uğruna kendine en fazla güvenenden korkarak harcayan, makamın verdiği imkânları kullanarak samimi iş adamlarının trilyonlarını çar-çur ettikten sonra ortada bırakan vefâsızların ve oluşturdukları ekibin, kimseye hain deme yetkisi olabilir mi? Onların hain dedikleri, otomatikman sâdık sıfatı kazanmaz mı?
Ve bu kadar tezâtın içinde işin en doğrusu kendine kaçmak, kendinde firârlığın tadını çıkarmak değil midir? Yaptığım veya yapmaya çalıştığım bu! Kendimden aldığım izinle konuşuyor-yazıyorum; kendime koyduğum yasaklarımla konuşmuyor-yazmıyorum! Canımı ben acıtıyorum! Canım sıkılıyorsa ben sıkıyorum! Başkalarını inciteceğim derken, incitmek istediğim kişiyi samimice seven ve benim dost hanemde olanları inciteceğimi bilerek incinmeyi ve susmayı tercîh ediyorum!
Öyle zor, öyle insafsız ki bu firârlık Dostlar! Ama dayanacağım çünkü firâra ben karar verdim, çünkü firârlık adresimi, ben seçtim! Fermân padişahın, gönlüm benimdir vesselâm...
"Tendürek'te, Kop'ta, Palandöken'de/ Kurtların payı var gelip geçende/ Ki alırlar vermek istemesen de!" A.Nihat ASYA
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 23, 2011

AZERBAYCAN'DA AKAN GÖZYAŞLARINA...

Rüzgâr şiddetlendikçe kaya diklenir! Rüzgâr öfkelendikçe çınar, keyiflenir! Rüzgâr arttıkça harman yerinde hasat sahibinin işi kolaylaşır! Rüzgâr essin, Türklük Çınarı keyiflensin gönlünce!
Her sevginin bir bedeli var biliriz! Sevgi fedakârlıktır diye biliriz! Seven, sevdiğine canını fedâ eder biliriz! Vatan sevgisinin, millet sevgisinin, bayrak sevgisinin tek bedelinin can olduğunu; sevenler uğrunda ölmezse milletin yaşayamayacağını, milletin can suyunun sevenlerinin kanı olduğunu biliriz! Bu yüzden gülerek meydan okuruz ölüme, ölümü öldürmek için!
Millet sevdâmızdan dolayı başımıza gelen, birkaç günlük kısa sıkıntıda; "Uzaktaki Yakın Dost" diye sıfatlandırdığım, Azerbaycanlı Kandaşım, Rebiyye Zerdâbi Hanım'ım, üzüntü gözyaşları döktüğünü duymuştum. Gözyaşına sevinilir mi? Evet ben bu muhteşem gözyaşlarına sevinerek şükrettim! Bu sevgiye lâyık olabilmek ve bu sevgi seli karşısında şımarmamak için Allah'a sığınırım. Bu muhteşem gözyaşlarına ve yaşların sahibesine ithâfen, bir kaç dörtlüğüm var. Buyurun:

HİSSETTİM

Yüzüm serinledi, ağlamamıştım
Çok uzaktan akan yaşı hissettim!
Çilemle derdimi bağlamamıştım
Gözü yaşlı vakûr başı hissettim...

Özümüzü nakşeyleyip hasıra
Direnmişiz kaç yüzlerce asıra
Bizden puştlar basmışlar hep nasıra
Ünümle inleyen nâşı hissettim.

Uyuyanlar uyanırlar rüyadan
Ahmak itler pay umar kayganadan
Şiddetli yel ne götürür kayadan
Islıkla direnen taşı hissettim.

Gözyaşıyla diner en büyük acı
Bir damla su besler dev bir ağacı
Analar dövünüp ağlarken bacı
Hücreye sığmayan başı hissettim.

Dost ZERDÂBÎ yüreğini dağlamış,
Azerbaycan yerine de ağlamış!
Su, iz açıp yürekleri bağlamış
Kurt gözünde çatık kaşı hissettim.

Yüzümde yaş vardı ağlamamıştım
Dertle yüreğimi dağlamamıştım
Zamansız taşmamış çağlamamıştım
Azerbaycan'daki yaşı hissettim,
Yollarına fedâ başı hissettim... ( 9. Haziran. 2011/ İzmir )

Uzaktaki Yakın Dost Rebiyye Zerdâbî Hanım ve onun şahsında Azerbaycanlı bütün Kandaşlarıma yüğreğim dolusu hatta yüreğimden taşan sevgilerimle...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KÜRESELCİLERİ YENEN IĞDIR MİLLİYETÇİLERİ...

Geç kalmış bir alkış! "12 Haziran İstiklâl Seçimi"nde; herkese, her türlü komploya, her türlü baskı ve tehdîte rağmen Iğdır'da tek bilekTE yumruklaşan, yek yürek olan, MHP'ye oy veren her elin her parmağını; on kere, yüz kere, bin kere öperim.
Ülkücülerin yüzünü ağartan MHP Iğdır İl Başkanı Cahit (Câfer Sâdık) Erol yönetimini, İlçe-Belde Yöneticilerini, Milletvekili adayları Sinan Ogan ve Gündüz Güneş'i; teşkilatla uyumları ve insanüstü gayretlerinden dolayı ayakta alkışlıyorum.
Bazen izahta sıkıntı çektiğim haller olur! Bazen susmamam gereken yerde, herkes feverân beklerken sustuğum olur! Sebep sorarlar, söyleyemem, söylemeye kalksam anlatamam! Böyle zor hallerimden birini yaşıyorum!
Canımın her yeri ağrıyor! Çok çetin bir Cihan Harbi'nden çıktık! Ağır yaralarımın yanında, acemi savaşçılarımızın hasma atarken arkadan vurduğu darbeler de var! Olsun! Biliriz ki savaşta öldüremeyen yaralar, savaşçıya güç kazandırır!
Hemen sormam gereken, sormazsam asla soramayacağım içimi kemiren öyle sorularım var ki! Sormuyorum! Soramıyorum! Sormayacağım! Çünkü sorarsam muhatabından çok, O'nu sevenleri inciteceğim! Buna cesâretim yok!
Meselâ ailem ve çocuklarımın "Dostum" olarak bilip tanıdıkları, Cafer Sâdık Ülküdaşım'ın çok sevdiğini bildiğim hatta benimle paylaştığı, çok özel bilgilerden dolayı, Devlet Bahçeli'ye sormam gerekenleri soramıyorum!
Çocukluğumuzun berâber geçtiği, Birinci 12 Eylül Kıyâmeti öncesi Iğdır'da yaşanan olağanüstü mücâdelenin isimsiz kahramanlarından, dününe şâhit ve yarınına hiç düşünmeden kefîl olabileceğim Cafer Sâdık Başkan'ın sevgisini, nasıl yok sayabilirim? Dostumun çok sevdiği birine, nasıl alenen saygısızlık edebilirim?
Bana her istediğini bir telefonla yaptırabilme hatır kuvvetine sahip Dostum'un sevgisini nasıl yok sayarım? Bu konuda kim, bana, ne diyecekse deyiversin! Bilirim ki kolay vazgeçenden vazgeçilir! Bilirim ki terk edenden, bir daha yoldaş olmaz! Yeniden bir Cafer Sâdık daha tanıyabilmem için bir altmış yıl daha yaşamam gerek ki bu mümkün değil! Herşeyin yenisinin, dostun eskisinin makbûl olduğunu da bilirim! Madem bilirim; Dostumun Devlet Bahçeli sevgisine saygımdan hareketle, içimi kanatan sorularımı sormayacağım!
İki cümle de Ozan Arif hakkında söyleyelim... Ozan Arif'in MHP'ye çağrılışını, görüşmelerin nasıl engellendiğini, Sevgili Ozan'dan iki kere detaylı olarak dinledim, biliyorum. Ozan Arif'in yalan söyleyeceğine, asla ihtimâl vermem! Son görüşmemizde; "Eğer bir gün zemmedileceksem, lütfen set zemmet kardeşim! Beni çocuklarımıza bırakma!" demişti, sessizce akan gözyaşlarım bile ağlamıştı! Hiç kimseyi, hele Ozan Arif'i fevrî ama ülkücü tavrından dolayı zemmetmem hâşâ! "Bütün doğruları ben yaparım!" diye bir ukalalığın mantığı olabilir mi? Benim doğrumla, bir ülküdaşımın doğrusu çatışıyorsa, ondan vazgeçebilir miyim? Vallahi vazgeçmem!
Ama Ozan Arif gibi marka bir Ülkücünün de yandaş veya güce boyun eğen eyyamcı televizyonlarda, MHP Genel Başkanını tenkîdini çok akılcı bulmam!
Şahsen, seçim sath-ı mailinde, ikibuçuk ay, randevu talebime cevap alamamış biriyim! Ozan Arif'in istediği zaman Devlet Bey'e ulaşabileceğini biliyorum! Keşke söyleyeceklerini, yüzyüze kendine söyleseydi! Söyledikleri yanlış mıydı? Hayır! Hepsinin altına imza koyardım ama doğru yerden söylenseydi!
Artık hiçbir şartta ulaşmayı, bir daha denemeyeceğim bile ve başta Cafer Sadık Erol olmak kaydıyla; öz Ağabeyim Abbas Aslan'ın ve inanıp sevdiğim Devlet Bahçeli sever diğer Ülküdaşlarımın sevgilerine saygımdan, sözlerimi doğru zemîn haricinde söylemeyeceğim, yazmayacağım!
Devlet Bey hakkındaki düşüncelerimi; onlarınkini bildiğim gibi bütün dostlarım da bilirler zaten!
Doğunun Başbuğu, Ülkü Devi Yılma Durak Ağabeyimin; "Mustafa Can! Ne yaparsan, ne kadar doğru yaparsan yap, bütüne zarar verme!" diye kulağımda çınlayan uyarıcı sesini de asla, kat'a atlayamam vesselâm...
KIYMETSİZ, KIYMET BİLEMEZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Haziran 22, 2011

VAR BİRAZ DA SEN OYALAN!

Gerçektense duymak istediği yalanı tercih edenleri kandırmak için sipâriş yalanlarla başlayan bir gün!
Kocaman bir ölüm haberi: Behiç Kılıç Hayatını Kaybetti!
Oysa Behiç Kılıç'ı kaybeden biziz! O, "Her nefs ölümü tadacaktır." değiştirilemez gerçeği ile ölüm lezzetini son tadan olarak unutanlara hatırlatıp ebedî hayatı buldu! Allah(c.c.) yardımcısı olsun...
Bu kocaman ölüm haberi adlı yalandan sonra; ufak-tefek zorla haber edilmek istenen; sokaklardaki hayvanseverlerin kısırlaştırarak soykırım zulmüne tâbi tuttukları, küpeli kulaklıların, manşetlere taşınan ürüme taklitleri!
Oysa duyurulmak istenen, o kadar sıradan hatta o kadar sıradandan da basit sesler ki hoparlörlerle hücrelere verilse duyulmaz!
"Dünyada ölümden başkası yalan"ı içimden, yalınayak mırıldanarak, beynimin büyük bir bölümü gerçek depremiyle göçmüş halde, duyulması mümkün olmayan sanal sokak seslerinin içinden, küpeli kulaklıların ürümelerine mecbûr edilme hürriyetimi yaşıyorum!
Madem hayvanseverlik adına; sokaklarda hayvan soykırımcılarının, playbeak feminizmine-hümanizmine, zoraki hürriyetine mecbûrum; madem ki "Hücremde sınırsız küfredebilme hürriyetim"i özlediğim hür bir ortamdayım, ben de playbeak yapacağım!
Meselâ; demokrasiyi araç edinmiş demokrat maskelilerin; "Daha fazla demokrasi" ünlemelerine, bıyıkaltı gülümseyerek sessizce alkış vuracağım! Meraklılarına sessiz alkışı tarif te edeyim: Ellerinizi açabildiğiniz kadar açar, sonra hızla birbirine yaklaştırır ve değdirmeden yeniden açarsınız! Bunu hızlı hızlı yaparsınız, olur size sessiz playbeak alkış! Hani şu zorla demokrasi havarisi edilen star sıfatlı, serçelikten kılavuz kargalığa terfî ettirilen karanlık noktalar var ya, onların yaptıkları playbeak-canlı yayınlar gibi!...
Demokrasi tarmvayından istedikleri durakta inen demokrat maskelilerin; "Kürt Açılımı"nı, geceyarısı dikte yasalarla "Türk Ayrıştırması"na dönüştürdükleri, sandıkta millet noterliğinde tasdik ettirilen demokrasiye, playbeak alkışlar vuracağım!
Playbeak demokratların siyasallaştırdıkları Hukuk eliyle önce verdirdikleri, milletvekili olabilir yeterliği ile seçim kazandıktan sonra milletvekili olamaz kararının oybirliği ile alındığı YSK kararına üzüldüm dersem playbeak, üzülmedim dersem külliyen ve gerçek yalan!
Buna sağ gösterip sol vurmaktan mülhem, Kürt'e gösterip Türk'e vurmak derler ki benden buna da kocaman-kocaman playbeak alkışlar!
Demokrat maskeli "mazlûm zâlimler"lerin Kürtçü kimlikleriyle hatta PKK'lı suçlamalarına rağmen, yasal yollarla Hukuk izniyle seçime soktukları, kazanınca müktesep haklarını gaspettikleri KCK'lı bölücüler var ya; aslında milleti kandırmak için seçilmiş hür-seçim kobaylarıymış! PKK'lılar seçim sisteminin açıklarından istifâde ederek TBMM'ye girebilmişlerse 30 yıl PKK ile mücadele ettikleri için suçlanan madalyalı kahramanlar da girebilirler diye heveslendirilip sonra "Silivri'den Meclis'e kazılan tünel" traji-komik sıfatıyla "PKK'ya gösterip TSK'ya vurmak"mış!
Playbeak demokratlara, playbeak alkışlarıma devam edeceğim, görülünceye veya kollarım yorulana kadar!
Yaşasın; iki kişiden birinin oyunu alabilecek kadar başarılı playbeak demokratlar!
Yaşasın; Türk'süz Türkiye!
Yaşasın; Haçlı ile NATO şemsiyesi altında müslümanlara demokrat bombalar yağdıran Haçlı Müslümanlar!
Yaşasın Atatürk'süz Türk'süz CeHaPe!
Yaşasın; Atatürk'süz, Türkeş'siz, ülkücüsüz MeHaPe!
MeHaPe ve CeHaPe'nin şerefli zamparaları tarafından dizayn edilmiş teşkilatlarında asla olamayacak olan sokaklardaki Türklere, Ülkücülere ölüüüüm!
"Mal da yalan, mülk te yalan
Var biraz da sen oyalan."
EVLÂTLAR KÜSSE DE VATAN ANANIN BAĞRINDA YERLERİ HAZIR!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 21, 2011

İZLİ-YORUM, GİZLİ-YORUM!...

Yazımı göndermek için açtığım internette; "Behiç Kılıç Hayatını Kaybetti!" haberiyle, beynimin bir yerlerinin göçtüğünü hissettim!

"İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciûn"

Söylentileri yiğitçe söyleyebilen bir yiğit kalem sustu! Behiç Ağabeyim'e rahmet, ailesi ve sevenlerine-sevdiklerine sabır ve başsağlığı diliyorum...

----------------------------------------------

GİZLİ-YORUM, İZLİYORUM!...

İbretle hatırlıyor, hayretle izliyorum! Atatürk'ün Okuma Yazma Seferberliği için başlattığı Eğitmen Kurslarını, bu kurslardan yetişmiş Eğitmenlerin, okuma-yazma seferberliğinde elde ettikleri başarıları hatırlıyorum!
Sonra Köy Öğretmeni yetiştirmek üzere kurulan Köy Enstitülerini, buralardan yetişen "Ülkücü Kadro"ların; bir yandan örgün eğitim verirken diğer yandan örnek çiftçiliklerini hatırlıyorum! Köy öğretmenlerinin gerektiğinde baytar, gerektiğinde hemşire, dişçi gibi acil müdahelelerini hatırlıyorum! 1970'li yıllara kadar bu öğretmenlerin yetiştirdiği Vatan-Millet sevdâlısı kadroları ve o kadroların başarılarını hatırlıyorum! Fakir Baykurt'un 7 Mart 1959' da; "Bir toplumun bütün bireyleri ülkücü olmaz. Ülkücüler yüreği daha fazla yanıp tutuşan, gördüklerinden gözleri daha fazla yaşaran insanlardır. Böylesi de az bulunur ama bulunur! Bunlar toplum arabasını götüren ön tekerler gibidir. Ön tekerler nereye giderse arka tekerler de oraya gider. Hiçbir toplum bunlarsız olmaz, bunlarsız ilerleyemez." diye tarif ettiği bu kadro ile milletin 50 yıl, bir Cumhuriyet gururuyla yaşadığını hatırlıyorum!
1970'li yıllarda "Yedi Düvel"den kalma "müttefik"lerimizin dikte ve dayatmalarıyla yozlaştırılan bu kadrodan sonra Alparslan Türkeş'in, öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarına verdiği önemi; 1970'li yılların ilk yarısında Eğitim Enstitülerinden yetişmiş öğretmenlerin son kalıntılarının, "Ülkücü Türk milliyetçileri" tavrı ile günümüzde 2.Cumhuriyetçilere, Yeniden Osmanlıcılara, Küreselcilere, Haçlı Müslümanlara karşı verdikleri destansı direnişi görüyor, izliyorum!
Ve 9 yıllık AKP Hükümetleri sürecinde; "Devletin kılcal damarlarına sirâyet edinceye kadar binlerce lira harcayıp bir lira kazanın, gerekirse hakim satın alın, savcı satın alın." fetvâsıyla hedef alınan kurumlardan pilot kurum seçilen Emniyetteki kadrolaşma hareketlerini ve Polis Koleji mezunlarının;"Beraber yürüdük biz bu yollarda" AKP Marşı şarkıyla kep fırlattıkları mezûniyet törenini izliyorum!
AB-D dikteleri ve Geceyarısı yasalarıyla Orduya karşı eli kuvvetlendirilen, PKK'ya karşı kolu bağlattırılan Emniyet Güçleri vasıtasıyla "Katıksız çadır hapsi"ne çarptırılan TSK'nın, kendilerinde rütbelerinden dolayı güç vehmeden generallerinin, görev başından hapse götürülüşlerinin sıradanlaştırıldığını izliyorum!
Vatanın parayla alınıp satılabilen arsaya dönüştürüldüğünü, "Seccademi serdiğim yerdir." diye önce gelenin kapabileceği kadar kıymetsizleştirildiğini ve sınırsızlaştırıldığını, canım yanarak izliyorum!
"Evimizin Evi" Vatan'ın kapıları olan sınırlarımızın; koparıldıkları yerlerimizin hala kanadığı yeni komşu(!)larımıza açılarak 'Yolgeçen Hanı'na dönüştürüldüğünü hatırlıyorum!
"Vatan sevgisi imandandır." hâdisi'nin îman tacirlerinde tahrîf edilişini; "Kişi kavmini sevmekle kınanamaz." hâdisi ile dînen meşrû milliyetçiliğin, 'Müslüman Siyasetçi' sıfatlı, eski Milli Görüşçü BOP Eş Başkanı vasıtasıyla yok edilmeğe çalışıldığını izliyorum!
Her türlü milliyetçiliğe karşı olduğunu söyleyen BOP Eş Başkanı ve şürekası tarafından şımartılan şövenist bölücü Kürtçülerin yaptıklarını, PKK'nın Anadolu'nun heryerinde, istediği zaman Başbakan Korumalarına dahi saldırabildiğini, öfkeden çıldırarak izliyorum!
Ben de izliyorum, millet te izliyor, Devlet te izliyor, izlemekle görevlendirilmiş Devleti korumakla görevli kurumlar da izliyor! "BOP ile Türkiye'nin de içinde olduğu 22 ülkenin sınırları değişecek." diye diğer Eşbaşkan'ın Dışişleri bakanı açıklama yapıyor, bizim Eşbaşkanımız, izliyor!
Cambaz bir tane, cambazın üstünde niye yürüdüğünü bir türlü anlayamadığım telin gerildiği direkler iki tane; seyirci sayısız, "Cambaza bak!" diyen amigoların, ne zaman, nereden çıkacakları belli değil!
Hayretteyim! Öfkeliyim! Heyecanlıyım! Umutluyum ve kurt sabrıyla izliyorum vesselâm...
ÜMİTSİZLİK ÎMANSIZLIKTIR...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

VÂİZ, BÖYLE BUYURDU!

Anadolu'da, her biri ayrı ayrı hayat felsefesi olacak sözler vardır. Mesela; "Okunu atıp, yayını gizlemek!" gibi; "Boş atıp dolu tutturmak." gibi...
Pensilvanyalı Diyalog Vaizi'nin Türkiye temsilcisi H.Gülerce, kaynağını açıklamayacağını söylediği kesin bilgilere dayanarak; "MHP barajın altında kalmasın diye, MHP’li taban çok ciddi bir vefa gösterdi ancak burada ki mesajın devamında Bahçeli’ye de bir mesaj var. Bahçeli ya uygunsuz görüntüler nedeniyle istifa etmek zorunda kalan yöneticiler yerine gerçekten parti tabanını kucaklayacak ve 'yeni MHP' imajını verecek bir değişikliğe gidecek ya da Bahçeli’de böyle bir niyet görmeyen Bahçeli’nin yerine partiyi heyecanlandıracak ve ileriye götürecek bir lider arayışına girecektir." buyurmuşlar! İfâdeye dikkat; "... arayışına girecektir!" Girebilir değil!
Bir insan, ancak kesin bilgilerle böyle hüküm verirce konuşabilir! Kesin olmayan bilgiyle tahmini konuşulur o da fifti-fifti ihtimâllidir! "...cektir." diye karar açıklayanın, o kararda dahli vardır!
Bunlar yazılı cümleden, anlamamız gerekenler! Bir de işin sözel gerçeği var; Hüseyin Gülerce namlı, Pensilvanyalı Diyalog Vaizi'nin temsilcisi sıfatlı biri, MHP'nin iç meseleleri hakkında bu kadar kesin bilgiye nasıl sahiptir? MHP'nin geleceği hakkında bu hükme, nasıl varmaktadır?
Seçim sath-ı mailinde; "fakliulkuculer" maskesiyle "teknik röntgencilik" yapanların kim olduğunu hâlâ merâk edelim mi? Gülerce'nin bu açıklamasından bir-iki gün önce Pensilvanyalı Diyalog Vaizi'nin; "Müslümanlarla kemalistler arasındaki uçurum kapatılmayacak türden değil." mesajındaki kemalistleri gayr-ı müslim eden örtülü tarifini, atlayalım mı?
Kemalistler, müslüman olsalar veya olmasalar kime ne? 68 Kuşaklı Kemalistler müslüman olsalar, PKK adına KCK maskesiyle alternatif Cuma namazı kılanlardan farkları ne? DTP-PKK desteği ile bağımsız seçilen, Kızıltepede kayaları delen mermilerin gücünün yetmediği saman altından sağ çıkarak; "Son Devrimci meclis'te" diye lanse edilen Kemalist Ertuğrul Kürkçü'nün, PKK'lıdan farkı ne ki?
Suriye'den -güya- can havliyle binlerce kaçak Türkiye'ye sığınırken, adını ezberleyemediğim bir Holliwood'lu Yosma, dünyanın -özellikle Türkiye'nin- dikkatini Çadır kentlere çekerken, Beşar Esad'ın suçlanan kardeşine Kankası Tayyip Erdoğan Türkiye'ye iltica hakkı tanırken, 2.300 metrelik Suriye Bayrağı ile yapılan yürüyüş, bize birşey hatırlatmıyor mu? O kilometrelerce uzunluktaki bayraklı yürüyüş, bir yerden tanıdık değil mi?
Suriye'nin adım adım Iraklaştırıldığını, hâlâ görmeyecek miyiz? ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice; "BOP ile Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar, Türkiye dahil 22 ülkenin sınırları değişecek." dememiş miydi? Bütün bu olanlara-planlara direndiği için Baykal yok edilip MHP hedefe koyulmadı mı? Oyunu fark eden Ülkücüler; uçkur mağduru Yol Arkadaşlarına rağmen, MHP barajı aşsın diye ölümüne uğraşmadı mı?
"Taş bitti, inşaat paydos" kolaycılığı ile seçim biter bitmez, genel merkezlerine girip çıkmayan CHP ve MHP yöneticilerinin aksine, AKP'liler hâlâ seçim bölgelerinde teşekkür ziyâretlerindeler! Benden başka bunu gören yok mu?
Gülerce'nin; "... görüntüler nedeniyle istifa etmek zorunda kalan yöneticiler" derken, ihraç edilmeleri gerekenlerin istifa etmek zorunda kaldıklarını, satır arasında söylemesini anlamlandırıyorsam, çok mu evhâmlıyım? Seçim sath-ı mailinde Devlet Bahçeli'nin, hiç te gereği yokken; "Cemaat faaliyetlerini askıya alsın!" seslenişinden ve şimdi Pensilvanyalı Diyalog Vaizi'nin, siyasetin tam göbeğinden fetvâ vermesinden huylanmayayım mı?
Bu açıklamalar; Pensilvanyalı Diyalog Vaizi'nin hem CHP, hem de MHP'yi kontrolüne alabileceği alternatif isimleri hazırlamış olduğunu göstermez mi? Kırk yılldır mazlum rolleriyle Orduyu pasifize edip vesâyetine son vererek vesâyetçi konumuna geçen "F-Tipi Örgüt"ten hâlâ işkillenmeyelim mi?
Son seçim, AKP ile diğer partiler arasında mı, yoksa Gülen Cemaati ile diğer cemaatler arasında mı oldu? Diğer cemaatlerin destek verdiği diğer partilerin aldığı toplam oyun %4'te kaldığını da unutalım mı?
MHP'nin aslî sahipleri Ülkücüler, CHP'nin aslî sahipleri Atatürkçüler; ya şimdi hemen partilerinize sahip çıkın, ya da kongrelerden sonra resmileşecek olan Y-CHP ve Y-MHP, hayırlı olsun vesselâm...
"YELLENME, YATANIN HUYUDUR, UYANIĞIN PAYI!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 20, 2011

AKP'YE NEDEN OY VERMEDİM?

İki partili, iki kutuplu Türkiye oluştu hayırlı olsun! İki kişiden biri kazandı, mutlu; diğeri kaybetti, mutsuz! Mutlu da mutsuz da bu ülkenin insanı! Bir de, kazanan kesim nedense umutsuz!
İktidarken iki kere oylarını artırarak üç kere seçim kazanan AKP, bir ilki başardı! Tebrîk ederim ama "Bükemediğin bileği öp" şeklindeki ne islâmi ne de töresel ahlâkımıza uymayan mürâiliğe, eyyâmcılığa asla düşmem!...
Üçüncü kere tek başına iktidar olan AKP Genel Başkanı; oy vermeyenlerin, nedenlerinin araştırılması istemiş! Bu merakın sebebi; hırs mı, yoksa oy vermeyenlerin şikâyetlerini ortadan kaldırmak düşüncesi mi bilemiyoruz! Sadece muhaliflik olsun diye itiraz etmeyeceğim bu merakı, üzerime düşen kadarıyla gidermek istiyorum!
Yıllardır, bütün seçimlerde tahmini anket sonuçları verilir! Her anket şirketi, bilmem ne kadar, kişi ile görüştüklerini söyler ve bunlardan hiç biri bana denk gelmedi! Bir anketçiyle karşılaşan tanıdığım da olmadı hiç! Başbakan, yine bir şirkete verecek bu işi ve yine bana sorulmayacak!
Öyleyse Başbakan'ın merakını bir nebze gidermek için nedenlerimi yazayım, belki biri iletir!
Neden AKP'ye oy vermedim?
1- Bir Türk Milliyetçisi olarak, milliyetçiliği reddeden Erdoğan'a oy veremezdim! Vermedim.
2- "Kürt Açılımı-Demokratik Açılım-İleri Demokrasi-Millî Birlik Projesi" diye her hatfa adı değiştirilen sipariş ve dikte bir "yabancı proje" ile bölücü PKK'yı şımartıp, her tehditte istediklerini yapıp, seçime bir hafta kala; Türk Milliyetçiliğini, bölücü Kürt Şövenizmine denkleyen sözler ve milliyetçi nutuklarla milleti kandırdı diye oy veremezdim! Vermedim.
3- "Ben değiştim! Toplumsal uzlaşma gerekir. Bazı konuları zaman bırakmak gerekir." diyen Erdoğan, bir başka yerde; "Dün neysem, bugün de oyum! Değişmedim, değişemem! Siyâsete girerken farklı, siyâsetten sonra farklı bir yaşam tarzı mı uygulayacağım?" şeklindeki sözün de sahibi! Ve bu iki söylemden biri yalan! Her iki sözün sahibi de aynı kişi olunca, oy veremezdim! Vermedim.
4- "Allah'ın arslanları, Bedr'in arslanları" gibi dini söylemlere ve edebiyata girmiş kuvvet sıfatını kendileri de bilir ve kullanırken; D. Bahçeli'nin; "Ben de bin Bozkurtumla geleyim." sözüne cevâben; "Ben eşref-i mahlukatla geziyorum sen kurtla mı geziyorsun?" diyerek bir milli sembolden hareketle, milyonlarca Ülkücüye hakâret ettiği için oy veremezdim! Vermedim.
5- "Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim." diyerek 80 yıllık Millî Kazanımları, yandaşlarla elele tutuşturdukları yabancılara sattılar, satmaya devam edeceklerini söylediler; bu millî kazanımları hoyratça sattıkları-satacakları için oy veremezdim! Vermedim.
6- "Alıştıra, hazmettire" taktiği ve Pensilvanyalı Diyalog Vaizi'nin; "Devletin kılcal damarlarına sirayet edinceye kadar ..." va'zı ile Allah ile kandırarak, Besmele ile kilise açarak, ahbap maddi desteği ile ABD'de okutabildiğini söylediği çocuklarına gemiler alarak, "Maaşımla geçinemediğim için ticâret yapıyorum" savunmasıyla, mal bildirimindeki artışı, mesâneden çürük raporlu oğlunun düğününde takılan takılarla izah ederek; "Durmak yok!" diye dünyalık kazanmaya devam edeceğini söylediği ve müslüman siyasetçi kimliği ile birbuçuk milyon Iraklı müslümanı katleden Haçlı ABD askerlerine dua ettiği için oy veremezdim! Vermedim...
7- Söyledikleriyle hem kendiyle hem de herkesle dövüşmeyi, küfürleşmeyi; "Öfke de hitâbettir." diye tarif edip küfredip tahrik ettiklerini, millete şikâyet ederek mazlûm rolüyle mazlûmlara zûlmettiği için oy veremezdim! Vermedim...
Değişmediğine ve değişmeyeceğini söylediğine; benim kanaatimde de bir değişiklik olmadığı ve olmayacağına göre yarın yine AKP'ye oy vermeyeceğim!
Yine tutuklatsalar da, zulmetseler de, korkmayacağım, susmayacağım! Sonsuza kadar bir söylediği diğerini tutmayan biri, milleti hep kandıracak değil ya! Elbet bir gün bir millî siyâsetçi çıkacak! Millet adına, demokrasiyi araç edinmiş bu zihniyete hesap soracak! Ben de o güne kadar kurt sabrıyla bekleyeceğim vesselâm...
YALANCININ AMPÜLÜ, KAPATILINCAYA KADAR YANAR!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Haziran 19, 2011

"AFERİN İNCE YER!"...

Biçin zamanı! Binbir emek, binbir zorlukla biçilen ot kağnıya yüklenmiş yaz sıcağından bunalmış öküzlerin ağır adımlarıyla çektiği kağnı, yıllardır ezberlettiği kendine has iniltili sesiyle köye doğru yolda... Allah(c.c.)'ın tabiat ana adıyla bahşettiği otu, atadan kalma çayırlardan biçerek kağnıya yükleyen ve bir kış hayvanlarının yemi olacak otu ile huzûru şimdiden yakalamış havalardaki Köylünün gözü, kağnının dingiline takılır!
O kadar dikkatine, hiç aksatmadan yağlamasına rağmen iki tekeri birbirine bağlayan ve birlikte dönmesini sağlayan dingilin incelen yeri, dikkatini çeker! Köyden uzaktadır ve dingil incelen yerden kırılırsa çok zorlanacaktır. Allah'a sığınır, "Dayan ince yer!" diye incelen yere dua desteği vererek öküzleri tamamen kendi halinde yürümelerine bırakır.
Zor yerleri geçer, düzlüğe çıkmak üzeredir. Düzlüğe çıktıktan sonra işi kolaylaşacaktır. Eve gidip alet-edavat getirerek kağnıyı tamiri kolay olacaktır. Bu düşüncelerle sevinmeğe niyetliyken, "Çatır!" diye bir ses ve dingili kırılan kağnının çöküşü!
Köylü, hemen dingilin kırılmasını beklediği, incelmiş yerine bakar. İncelmiş yer sağlamdır! Dingil en kalın yerinden kırılmıştır! Köylü; derin bir iç çeker, nasırlı elleriyle alnındaki terini siler ve "Aferin ince yer!" diye bu kadar yıla, bu kadar yüke, incelmesine rağmen dayanan ve kırılmayan incelmiş yeri sever...
Bizim oralarda, zor zamanlarda, büyüklerin gençlere öğüt verirken kullandığı bir mesel bu!
Aldıklarımızı, bizden sonrasına aktarıp kendilerinden sonrakilere aktarsınlar diye paylaşmak istedim.
BOP Eş Başkanı Başbakan, her türlü milliyetçiliğe karşı olduğunu, defalarca söylemesine rağmen seçimlere bir hafta kala, milliyetçi söylemlerle seslendi sağ seçmene! Başardı da! Tebrîkten başka çâre yok! İki kişiden birinin oyunu hem de iki kere seçim kazanıp hükümet olmasına rağmen, iktidarın bütün yıpratıcılıklarına rağmen; ekonomideki, bürokrasideki, hukuktaki, polisiye önlemlerdeki gözle görülür tersliklere rağmen; açılım adıyla ileri sürülen, "daha fazla ileri demokrasi" vaadiyle milleti etnik parçalanmalara doğru iten yanlış uygulamalara rağmen; Genel Kurmay'ın katıksız çadır hapsine, yazarların "21.yy. Malta"sı Silivri'ye tıkılmasına, yolsuzluk yaptıklarını bildiğini hissettirdiği bakanları ve vekilleri yeniden listeye koymayarak cezalandırdığını söylemesine rağmen, üçüncü kere ve oylarını artırarak seçim kazandı!
Y-CHP'nin AKP'yi taklit eden yeni söylemleriyle birşey yapamayacağını anlayan, aklı kesen herkes, pür-dikkat Türk Milliyetçiliğinin adres ve markası olmuş MHP'ye kilitlendi! Tabi BOP Eş Başkanı Başbakan ve AKP kurmayları da... Îdam edilen Ülkücülerin mektupları ile, "eski-bağımsız-farklı" diye sıfatlarla ve kapalı kapılar ardındaki vaatlerle Ülkücüler hedef alındı! Ülkücülerin bir de teşkilatla MHP Genel Başkanı ve "Yol Arkadaşları" ile sıkıntıları vardı! Çoğu uzaklaştırılmış, ihraç edilmiş, kızdırılmış, küstürülmüş görünüyordu! Genel Başkan'ın kurmay heyetinden yol arkadaşlarının, tam da meydanların kızıştığı günlerde peşpeşe uygunsuz kasetlerinin servis edilmesiyle MHP'nin ipi çekilmiş gibi ve Okyanus Ötesi'nin "MHP'siz Meclis" projesi tutmuş gibi görünürken piyasaya "Eskimeyen-eskitmeyen Ülkücüler" çıktılar!
ABD'ye rağmen, AB'ye rağmen, BOP Eş Başkanı ve AKP'ye rağmen, Haçlı'ya- Müslüman Haçlılar'a rağmen, Pensilvanyalı Diyalog Vaizi'ne rağmen, MHP Genel Başkanı ve Yol Arkadaşlarına rağmen "MHP'siz Meclis" planını bozmak üzere evlerinden çıktılar, meydanlara indiler!
Kağnının sağ ve sol tekerlerini birbirine bağlayan ve birlikte dönmesini sağlayan dingil misali, dingilin 45 yıldır sessiz-sedasız incelmiş yeri misali, bütün gayr-ı millî güçlerin saldırısına direnmeğe başladılar! Türk Milleti, binlerce yıllık teamülü ile ve millî ferâseti ile bu zor süreçte, dingilin incelmiş yeri misali Ülükücüleri izlemeğe başladı! Türk Milletin ve Türk Devletinin üniter bütünlüğünün, vatan ve millet bütünlüğünün, Atatürk-Cumhuriyet ve Türkeş kazanımlarının yüklendiği kağnı, tam düze çıkacakken dingili kırılarak çöktü!
Türk Milleti, heyecan ve merakla dingilin incelmiş yerine Ülkücülere baktı hemen! Ülkücüler direnmişti, direniyordu, direnecekti! Dingil en kalın yerinden, Genel merkez görünümlü yerinden çatırdayarak kırılmıştı! Sessiz çoğunluk, sessizce söylendi yine; "Aferin ince yer!"
YOLU BİLENİN, KILAVUZA İHTİYÂCI OLMAZ...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Haziran 18, 2011

İŞİMİZ DE GÜÇ'ÜMÜZ DE MHP!...

www.haberiniz.com'da Şükrü Alnıaçık, yüreklere seslenmiş! Bu sese ses verilmese olmazdı!
Evet Ülküdaşım, Yoldaşım evet! 'İşimiz MHP, Gücümüz MHP'!... Allah'ın hikmeti bu! Sebepler içinde sebep halkederek benzerleri buluşturan Rabbim'in hikmeti gereği, İstanbul'da bir ülkücünün nasırına basılsa İzmir'deki ülkücünün yüreğinin acımasının izâhı bu!
Evet Şükr'üm; "İşimiz MHP"doğrudur! Ve Vallahi "Güç"ümüz de MHP!... Bir sevdâlıya sevdâlandığının zulmünden doğal ne olabilir ki? Sevilen, sevdâlısına hasretle zûlmetmezse sevilen olabilir mi?
Duygular sözle ifadeye başladı başlayalı, savaşçı gönüller: "Uğrunda ölmek!"diye bir yol bulmuşlar! Oysa yeni arzûlular, hâris şehvet açları; arzû ile özlemi, şehvetle aşkı birbirine bulaştırarak aşkı kirleten zamane seksperverleri; "Zor olan, kendini yaşamak!" antiteziyle sahnedeler! Makyajları, kostümleri, sahneye uygun! Dansı da biliyorlar, oryantal göbeği de! Güzelim baldır-bacağın, yılan gibi kıvrılarak dans eden dansözün sahnesini bırakıp Ülkücünün ölümüne mücâdelesine bakarak kim canını sıkar ki?
Evet Şükrü'm! At demisin, kurt demişsin! Günlerdir "Teşbihte hata olmaz!" düstûrunun bağlayıcılığı ile "At binicisine göre kişner." atasözümüzü 12 Haziran'dan beri milleti incitirim endîşesi ile yazamadım! İki kişiden birinin oyunu alıp, iki kişiden birini kendine muhalif ve yetmiş parça ederek karşıda bırakan BOP Eş Başkanı'nın; binici olmadığı için atın sırtından attığına dünya şâhitken usta süvârileri, hipodrom yarışlarında geçmesini yorumlayamıyordum!
Binenin binici olmadığını, süvari olmadığını anlayıp atan atı suçlamanın mantıksızlığını hep söyledik ama aynı atın, bizim sandığımız jokeyleri attığını görünce, atı suçladık! Var mı böyle bir çifte standart?
Şükrü'm; elbette doğru, can acıtır! Hele doğru söz; yıllarca, yalakaca alkış vuran, "Siz bilirsiniz Efendim!" soytarılığı ile her yapılana "Hurra!" çeken; yabancı edâlı, yabancı sadâlı yalakalardan sonra, "Külliyen yanlış!" diyen Bozkurt seslerinden rahatsız olunmasından doğal ne ola ki?
Teamülleşen, millî refleks Ülkücü Davranışlarını; Kur'an rehberliğinde Turan Seferi'ndeki süvarilere, farklı hipodromların farklı pistlerinde, farklı at sürmeyi meslek edinmiş jokeyleri tercîh eden "Türkmen Beyi" ünvanlı mihmandara söylediğimizde; provokatörlüğümüz, nifakçılığımız, "MHP'yi barajda bırakanlarla ilişkilendilme"lerimiz gırla gitti be Şükrü'm!
Elbette "İşimiz MHP" ve Vallâhi, Billâhi, Tallâhi Güç'ümüz de MHP!...
Kolay işimizi zor eden kendimiziz! Ülkü Süvarilerinin şehâdetle binicisiz bıraktığı atlarına jokey bindirerek hipodrom pistlerinde koşmaya zorlayan da bizimkiler! Evet Şükrü'm; süvarisini arayan uzun yola alışkın at, huylandığı yabancı jokeyleri sırtından attı ve büyük suçlu! Yok böyle insafsızlık be Şükrü'm! Yok böyle ... !
Akıl arızalarını, beden sakatlıkları ile kamufle eden kurnazlar, yollarda iki sefer at çatlatmışmış doğrudur! Allah râzı olsun ama derviş fıtratlı bir süvâriyi de İzmir'de, kum piste hiç çıkmamış, bozkırlarda koşmaya alışkın atla, kumda yarıştırdılar!
Canım kırk yerinden acıdı! Söylesem olmazdı, söylemedim! Doğrunun tahrîfi, yalandan daha kolay olduğu için söyleyemedim! Çünkü yalan, tahrîf edildikçe etkisini artırırken, doğru en ufak tahrîfatta gücünü kaybediyor! Zor bir süreçten geçtim, dayanılmaz zor bir uğraştan çıktık! Hâlâ hayattayız şükr'olsun Şükrü'm! Öldüremeyen yaralar, öfkemizi ve gücümüzü artırır, tesellîm!
Allah'ın da yardımıyla yaralarımı tedâvi eder etmez yeni sefere hazırım! Şükr'olsun; at benim, heybe benim, heybemde azığım, belimde pusatım, sırtımda sadağım, sadağımdaki oklarım ve yay benim. Hedefi biliyorum! Geçtikleri yerde yol, geçmedikleri yerlerde iz bırakan Muhteşem Ülkü Devleri'nin peşinden Tûran'a doğru atımı yeniden salmağa hazırlanıyorum!
Bu tedâvi sürecinde belli ki biraz susacağım! "Söylesem te'siri yok, sussam gönül râzı değil." diye ilk feryâd eden ben olmadığım gibi, son da olmayacağım biliyorum!
Bile bile; "İşimiz MHP, Güç'ümüz de MHP" diye içime söylenerek, sessizce yaralarımı saracağım! Yaralarından, yüreğinden, gözlerinden, kaleminden öpüyorum! Şahsında; kıymet verdiğin bilmediğim, kıymet verdiğim bilmediğin yiğitlerin de yüreklerinden öpüyorum.
YOLCU YOLUYLA, YOL YOLCUSUYLA GÜZELDİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 16, 2011

"OL" DEYİNCE OLDURAN...

Rabbenâ, Sen'den medet! Ya Rabbi ben ne yapacağım?
Hür aklımla vicdânım, başbaşa verip meşveret etti! Göz de benim, köz de benim, utanan yüz de benim! Utanan da benim, utandıran da! Kızdıran da benim, beni görüp kızan da! Ya Rabbi ben ne yapacağım?
Göz önünde, herkesin göreceği şekilde, bize bizi tahrîp ettiriyorlar! Hem de bu tahribâtı, durdurmakla mükellef makam sahibimize yaptırıyorlar! Ben mi yanılıyorum, izinli şeytanım bana çok mu hükmetmeye başladı? Rabbenâ, medet!
Sen'i sevmekle, Sen'den korkmakla mükellef gönlümüzde Sen'in korkundan başka korkuya yer olmayan cesûr yüreğimizle, doğruyu doğrulara söylemeye çalışırken tezvîrat yapmakla suçlanıyoruz! Sen'den aldığımız yürek ve cesâretle becerebildiğimiz kadar büyüttüğümüz cesâmetimizle -yıllardır dışarda olmamıza rağmen- içimizde tarif edilen "çukur"ların açtığı foseptiğin üzerini öertmek için, milletin pis kokularla rahatsız olmasını engellemek için verdiğimiz olağanüstü gayretlerimiz; "MHP'yi baraj altında bırakmaya uğraşanlarla ilişkili" diye yorumlanıyor! Ya Rabbi, ne yapacağız?
Aylar öncesinden; "Ya Ben Ne Deyim?" diye feryâd ederken;
Sessiz gitmiş! İz kalmamış izinde
Çime bakıp soranlara ne deyim?
Gizli gitmiş! Naz kalmamış izinde
Kime bakıp, soranlara ne deyim? Diye inlemiştim! Göz benimdi, söz benimdi, utanır yüz benimdi! Kendi ellerimizle kendi gözümüzü parmaklatıp, bizi görmüyorum diye inletip gülüyorlardı!
Sükûtum, gönlümün vaveylâsıydı
Dertlerim gönlümün tek laylasıydı
Hani insan insânın aynasıydı
Cama bakıp soranlara ne deyim? Diye cevap veremeyeceğimiz sorulara hazırlanalım istemiştim!
Dur desem durmazdın gidiyordun sen
Dünyamı tar u mar ediyordun sen
Fikrimi çöllerde güdüyordun sen
Kuma bakıp soranlara deyim? Diye hazırlanıyordum hazırlıksız yakalanacağımız artniyetli sorulara!
Ülküsüz kalamam sağken ölürüm
Gel dense mezardan kalkar gelirim
Ben nereye baksam Sen'i görürüm
Bana bakıp soranlara ne deyim,
Bana benle vuranlara ne deyim? diye yırtındığımda sesimi sadece bizden sandıklarım, "Biz de sizdeniz!" yırtınmamızı kibirleri yüzünden farklı yorumlayanlarımız duymadılar! Şimdi hiç duymayacaklar belli! Rabbenâ, ya biz ne yapacağız?
Dilin zekâtı, hayır söylemek. Dînimizin ve güzel ahlâkın gereği ayıpları örtmek. Îmânın gereği; küfrün karşısında susarak dilsiz şeytan tarifini almamak! Ya Rabbi, ben ne yapacağım? Bu kadar sıralanmış doğru sorulara verilen yanlış cevapların vebâline nasıl ortak olacağım? Beni ve benden ilhâmla bu haksızlıklara, bu zûlme zoraki ortak edilen Kandaşlarım, Dindaşlarım, Ülküdaşlarım, Kardeşlerim ne yapacağız?
"Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" diye yüzlerce yıl önce sitemle, sitâyişle, nezâketle feryâd eden Fuzûli ile aynı kaderi mi yaşayacağız? Hikmetine sual olmaz hâşâ! Edip eyleyensin, görüp gözetensin; ol deyince olduran, öl deyince öldüren Görklü Çalap'sın; Ya Rabbi, Sen'den medet!
Hak yolunda sadece çileye tâlip, Müslümam Türk'ün refleksi ülkücülerin emeklerinin zayi edilmesine izin verme Ya Rabbi! Kendi rızamızla köprülüğe talip olup; "Gelen de, giden de geçsin." diye ayaklar altına uzanmıştık! "Köprüyü geçene kadar ayıya dayı" diyen kurnazların ayakları altında pespâyeleşmemize izin verme Ya Rabbi!
Kara gecede, kara kaya üstündeki kara karıncayı görüp gözeten Rabbim; Sen'den başka şikâyetlenecek, Sen'den başka sığınacak yer yok biliriz elhamdülillah... Bir daha, bütün teslîmiyetimle, bütün îman ikrârımla; "VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

HELÂL OLSUN !...

Fazla teknik biri değilim! Teknolojiden, sevdiğim kadar korkuyorum da! Çünkü bana çok yabancı eletronik kavramları, algılayamıyorum!
Mobil telefon denilenn cep telefonumu gözaltına alınıp bırakıldığımdan beri rahat kullanamıyorum! Yeni makineyi tamirciye gösterdim, makine sağlam ama ben normal görüşme yapamıyorum demek ki şebeke(!)lerde bir hâl var! Konu bu değildi!
Asıl konum, çeneye yumruk yemiş boksör gibiyiz! Groki durumdayız! Yediğimiz yumruğun şiddetinden fazla, yumruğu vuranla şaşkınız! Boksta bazen, hakeme-hocaya kazara yumruk değebilir ama hakem veya hocanın boksöre yumruk vurduğu görülmüş birşey değildir!
Bize, raund arasında masörlük etmesi gereken Hoca yumruk vurdu! Aklımız o yüzden groki! Bugün, polis koleji mezunlarının; "Beraber yürüdük biz bu yollarda" AKP marşıyla kep fırlatmalarını; Suriye'de kilometrelerce uzunlukta bayrakla yapılan, bize tanıdık gelen nümayişi ve 10.000 kişilik Suriyeli Çadır Kenti'ni, 30.000 kişiye varan Suriye'deki kayıtdışı vatandaşları ve bizi güneyden tehdit eden gelişmeleri yazacaktım, bırakmadılar!
Artık iki seçmenden birinin oyunu alma başarısını göstermiş BOP Eş Başkanımız'ın, neleri doğru yaptığını merakla, "yandaş" tv'leri izleyip, yandaş "dolma kalemler"i okumaya çalışırken R.T. Erdoğan'ın "helalleşme" çağrısıyla duygusallaştım! Ateşli bir muhalif olan ben de kendimi bu seslenişte muhatap alınmış sayarak; "Ben eşref-i mahlûkatla, sen bozkurtla dolaşıyorsun?" diye güya Bahçeli'ye seslenirken siyâsi sıfatlarımdan biri olan "Bozkurt"a hayvan anlamı yüklemesiyle hakârete uğramıştım ve özür dilerse hakkımı helâl edeyim diye düşünüyordum! Bırakmadılar!
MHP Genel Başkanı, cevâbî açıklamasında, hiç hak etmediğimiz şekilde bize hakâret etti! Demek ki bizim asıl helalleşmemiz gereken, R. T. Erdoğan değil, kolay işimizi zor eden ve yanlışlarını hâlâ kabullenmeyen, bizden olmayan bizimkilermiş!...
Bahçeli; Fikret Bila'ya; "Erken kurultay talep edeni MHP’yi Meclis dışında bırakmak isteyenlerle ilişkilendiririm. MHP’ye karşı oynanan oyunlarla ilgisi olduğundan kuşkulanırım!" buyurdular! Aldık mı tam çeneden nakavt yumruğunu! Önce; neden bu mülâkat Milliyet Gazetesi ile? Cihan harbinden çıkmışça yorgun Ülkücüler, pürdikkat Yeniçağ ve Ortadoğu Gazetesi'nden MHP Genel Başkanı'nın söyleyeceği teşekkür veya tenkîtleri beklerken neden Milliyet Gazetesi? Bütün gezilerini adım adım, hayatını risk ederek dolaşan Selcan Taşçı, bu mülâkatı yapamaz mıydı? Partinin yayın organı Ortadoğu Gazetesi'nden bir ülkücü gazeteci yok muydu?
İçi kan ağlayarak, kaset figüranlarına, tiksintiyle tahammül ederek, onları ihraç etmeyip istifalarını isteyerek vazgeçilmez olduklarını düşündüren Genel Başkan'ın davranış hatalarına, telaffuz hatalarına, kendini dinletmemek için gereksiz bağırmalarla gösterdiği özel gayretlerine rağmen, Okyanus Ötesi'nin "MHP'siz Meclis" planını bozmak için ölesiye çalışan; dışlanmış, incitilmiş Ülkü Devleri'nin seçim sonrası kongre beklentilerine cevap: "MHP'yi Meclis dışında bırakmak isteyenlerle ilişkilendiririm!" olunca; ne kendi hakkımı, ne de imrenerek, içim yanarak izlediğim canhıraş emek sahibi ülküdaşlarımın hakkını Bahçeli'ye helâl edebilir miyim?
Bizim oyumuzla vekil olmuş, Bahçeli'nin en kurmaylarından İhsan Barutçu'dan sadece istifa isteyip onu da başaramamışlığını, görmezden gelebilir miyiz?
Barışmaya niyetliydik barışmıyoruz! İzmir'den ve Ege'den dev kanaat önderlerini MHP'ye katmak için Bahçeli'ye ikibuçuk ay ulaşamadığımızı unutacaktık, unutmuyoruz! "Hocam! Düşene vurulmaz! Genel Başkan'a en yakınları ihânet ettiler! Biz vurmayalım!" diyen; hatırlarını saydığım, onlarsız bir hayatı asla düşünemediğim, 47 yıllık Ülküdaşlarımıza sitem hakkımız var!
Sayın Bahçeli; bize istediğiniz gözle bakabilirsiniz ki hep öyle baktınız, yakışır! Biz de istediğimiz gibi ve kesinlikle millî gözle takip ederek size bakmaya devam edeceğiz ve ne size, ne de listelerinizden Meclis'e gönderdiğimiz ve size yakınlık uğruna, gözleriyle gördükleri emeklerin inkârına sessiz kalan millet vekillerine hakkımızı helâl etmiyoruz! Sizin bu merhâmetsiz, kindâr ve hiç âdil olmayan yaklaşımınıza ses çıkaran olursa helâlleşmek üzere sizi, vicdânınızla ve "yol arkadaşları"nızla başbaşa bırakıyoruz! "İstiklal Seçimi" meydanında -en fazla sizden- aldığımız moral yaralarımızı tedâvi etmek ve nasîpse yeni sefere hazırlanmak üzere karargâhımıza, evimize çekiliyoruz! Size hakkımızı helâl etmiyoruz vesselâm!
ŞİMDİ; KENDİ DÜŞENİN AĞLAMASI ZAMANI!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 14, 2011

SIRA, CİHÂD-I EKBER'E GELDİ...

Artık zamanı! Karından konuşmayı bırakıp, birbirimizle anlaşmadan, eteklerimizdeki taşları dökmeden, 1965'ten beri Ülkücülerden hayatta olanlarla buluşup fikirlerini alıp eksikleri tamamlamaya soyunmanın zamanı geldi!
Ülkücüler, Türk Milliyetçileri, MHP'nin aslî sahipleri Bozkurtlar, "Aslını inkâr eden harâmzâdedir" ve "Kişi, kavmini sevmekle kınanamaz." hâdisleriyle Türk Milletine sevdâlananlar!
Allah(c.c.)'tan yanlışa vesîle edilmemeyi dileyerek gördüğüm, duyduğum doğruları, söylenmiş ama duymazdan gelinmiş veya söylenmesine izin verilmemiş Ülkücü söylenmelerini söze çevirerek sizinle paylaşacağım! Ben sadece yazacağım! Çâreyi siz arayacaksınız!
Fikrimizin, Devlet-i Ebed müddet ve teşkilatların, Millet ve Devlet'in bekâsı için var olduğuna inanıyorsak bu anlamda; "Ne yapılabilinir?"i bulmak zorundayız! Önce milletliğimizi muhafaza edemeden devleti koruyamayız!
"Farklılıkların farkındalıkla ülke yönetimi" düşüncesi ile milletlik muhafaza edilebilir mi? "Toplumsal dayanışmanın siyâsal iz düşümü" gibi çok yabancı bir sloganla Milliyetçi Toplumcu, bağdaşabilir mi? Bağdaştırmak için uğraşanlar yozlaşmaz mı? Bu yüzden deforme olmuş, yozlaşıp yabancılaşmış ve bizi rahatsız edenler olabilir mi? İncelemeden, sorgulamadan, hatta kıyaslamadan doğruyu bulabilmek, tekâmül etmek mümkün müdür?
Biz Ülkücüyüz. Biz millî fikir ve milli sevdâ adamlarıyız. İmânımız aklımıza, aklımız Allah'a teslîmdir. Aklımızla fikretme, fikredip Allah'ı zikretme yeteneğimiz olmasa meleklerin en bilgesi ve kıyâmete kadar Allah'tan izinli olan şeytana kafa tutma cesâretimiz olabilir mi? Cihâd-ı Ekber'in; kendi şeytanımızla, nefsimizle mücâdele olduğunu bilmiyor muyuz?
Nefsinin ve hırsının oyuncağı aklının, şahıs emrine girmesine izin vererek teslîmiyetçilik, adamcılık, taraftarlık yapmayı ülkücülük zanneden samîmi gençleri, lisân-ı münâsiple uyarmazsak vebâle girmez miyiz?
Şahsen, kimin millet vekili olup olmayacağı, zerre kadar meselem olmadı, olmayacak ta! Ama Türk Milliyetçiliğinin siyâseten tek adresi ve markası olmuş MHP'ye Genel Başkanlığa niyetlenenlerle çok ilgiliyim! Varsa bunlardan; Bahçeli'ye 'boyu kısa' diyenin boyu, en az bir santim uzun olmalı değil mi? Bahçeli'ye 'konuşamıyor' diyenin, hiç değilse iki şiiri ezbere ve şakır-şakır okuması gerekmez mi? Bahçeli'yi zayıf veya kilolu diye tenkit edenlerin, mutlaka bir kantara çıkarak kilolarını karşılaştırmış olmaları gerekmez mi?
Türk Milleti ve Devleti'nin bekasını ideal edinmiş bir fikrin mensuplarının değişmez, değiştirilemez adresi MHP'ye genel başkanlık, bu kadar sıradan bir iş midir ki sıradanlar heveslenir?
Mevcût Genel Başkan'a sadâkat adına; hakaretvâri sözlerle, 14 yıldır Teşkilatlara sokulmamış olmalarına rağmen canlarını dişlerine takarak el öpüp yalvaran, MHP barajda kalmasın diye ölümüne çalışıp oy toplayan Ülkü Devleri'nin emeklerini inkâr, vicdâni midir ve kime ne kazandırır?
Bu konuda herkes sussa da ben susamam! Niye icap ettiyse; "Yahu! Türkeş artık ihtiyarladı, gençlere bıraksın, diyenler; şimdi de Devlet Bahçeli'ye aynısını yapıyorlar." tezini dillendirmek, bilmezlikten kaynaklanmıyorsa samîmi değildir! "Türkeş'siz MHP" kumpasının aktörlerini, ben ve emsâlim bütün ülkücüler bilmiyor muyuz? Milliyetçi Çizgi ve benzeri Türkeş muhalifi dergi-gazeteleri, kimin finans ettiğini, kimler vasıtasıyla çıkartıldığını bilenler de epeycedir!
Ülküdaşlarım; "Keşke" şeytan sözüdür, vesvese başlangıcıdır! Zaman hiç tersine işlemez! Bir şeyi, önemseyerek sormak isterim; Başbuğumuzdan sonraki ilk "Olaylı Kongre"de; "Milli irâde tecellî etmiştir." diye Bahçeli'nin elini havaya kaldıranlardan partide kalan var mı? Partide değillerse neredeler, merak eden var mı?
Neyse! Artık yöneticiliğe, genel başkanlığa hevesli olanlar varsa açıkça söyleyebilmeliler biz de hem bilmeli, hem de alkışlayabilmeliyiz! Aksi halde adamcılık, taraftarlık mücâdelesine girilir ki bu mücâdelede asla olmam! Seçimlerden sonra olağanüstü kongre sözü verdiği söylenen Bahçeli'nin açıklamasına kadar, bir ayağım frende olarak izleyeceğim olanları ve olayları! Sizi sevmekle mükellef bir Ülküdaşınız olarak hepinizi millî akla ve çâre üretmeye çağırıyorum.
KURT, İNİNİ TERK ETMİŞSE İNE TİLKİ GİRSE ÇOK MUDUR?
Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

Pazartesi, Haziran 13, 2011

SEBEPLER VE SONUÇ...

Gönlümün sılâsı, aklımın sevdâsı, zevkimin hülyâsı, sevdâmın belâsı, ülkümün kalâsı MHP'me ve Ülküdaşlarıma selâm ile...
"Taş bitti, inşaat paydos!" zanneden ürkekler, ikindi güneşini arkasına almışların gölge boyundan korkanlar, dedikodudan başka mahâretleri olmayan gevezeler, hülâsa ağzı olanlar konuşacaklar!
Bari biz de; zamanında, zemîninde ve kaş yapayım derken göz çıkaracak olan art niyetliler ve acemiler daha fazla tahribat yapamadan, sözümüzü söyleyelim.
Niye böyle oldu? Meydanların coşkulu kalabalığına, 10 yıldır evlerine çekilmiş Ülkü Devleri'nin canhıraş mücâdelelerine, son bir haftada D. Bahçeli'nin özellikle Elazığ ve Diyarbakır mitinglerine rağmen millet MHP'ye niye böyle yaptı?
Gördüğümüz kadarıyla söyleyelim. Yine; "Söz ortanın, kim alınırsa ona kalır"ı akılda tutarak, hiç bir ülküdaşımızı incitmek kastımız olmadan ve savaşta aldığımız yaraların acısıyla inlemenin ayıp olacağı bilinciyle konuşalım. İşte sebepler ve sonuç:
1- Hiç bir toplantı ve sohbette, Devlet Bahçeli savunulamadı! AKP'linin, CHP'linin Genel Başkanı hakkında yaptığı müsbet sunumlar, MHP'lilerce yapılamadı! Ülkücüler, "MHP" der demez karşılarına; Bahçeli'nin aksakallı kocaman pîr-i fânilere elini öptürmesi, samîmi ve coşkulu kalabalıkları sloganları yüzünden azarlaması, Erzurum'da ip atması, yıllardır "eqonomi" demekte ısrarı, gereksiz yerde gereksiz şekilde ve ses tellerini yırtarca bağırması, harika bir proje olan "Hilâl Kart"ı yetersiz anlatımlarla komedi malzemesi etmesi, son günler hariç devamlı kâğıttan okuyarak inandırıcılığını kaybetmesi çıktı...
2- Dışlanan, kovulan, ihraç edilen, kızdırılan-küstürülen, teşkilatlara girmeleri yasaklanan, çevre ve bölgelerinde ülkücülükleriyle bilinen, sözüne inanılan, karakterlerine güvenilen Ülkücülerle parti yöneticileri ve adaylarının söylem ve davranışları hiç uyuşmadı!...
3- Aday listelerinde, Bahçeli ve Kurmay Ekibi'nin; intikam ve cezalandırması şeklinde yorumlanan uygulamalarla fikir ve dava adamı bilinen ülkücüleri, özellikle 4. sıralara koyarak lokomotif kömürcüsü gibi cezalandırıp kullanmaları! İstanbul'da Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın, Ankara'da Prof. Dr. Özcan Yeniçeri'nin, İzmirde Musavvat Dervişoğlu'nun ve daha nicelerinin olağanüstü gayretlerinin bu anlamda zayi edilmesi!...
4- Ozan Arif'in önce davet edilip sonra görüşülmemesi! Azmi Karamahmutoğlu gibi hafızalara kazınmış bir Ülkü Ocağı Genel Başkanı'nı Baba-Oğul Türkeşler'e sadâkatinden dolayı cezalandırarak törenle katılımını yapıp sonra 16. sıraya dolgu malzemesi olarak kullanıp isyâna teşvik etmeleri! Karamahmutoğlu'na bu yapılırken Oğul Türkeşler'in davranışlarının ödüllendirilmesi!
5- "Yol Arkadaşları"nın tamamına yakını defolu-ayıplı Bahçeli ekibinin sıralama yaptığı adayların, listeye girer girmez halka ve ülkücülere tepeden bakmaya başlamaları!...
6- MHP Genel Merkezi'nin çok doğru bir uygulama olarak açtığı irtibat telefon ve internet adreslerinden yandaşların haricinde kimsenin Genel Merkez'e ulaşamamaları...
7- "Dava Aysbergleri" Ülkü Devleri'nin yapıcı ve mantıklı önerilerinin, Genel Başkan ve Ekibine -ancak- kulaktan kulağa uygulamasıyla ulaştırılırken; "Uçacağız'ın kaçacağız" a dönüşerek, tahrip olunarak ulaşabilmesi...
8- Okyanus Ötesi'nin; "Küreselcilerle milliyetçiler mücadelesi" demesiyle, "MHP'siz Meclis" planına öfkelenerek partilerine sahiplenen ve yumruklaşan, adaylardan daha fazla çalışan Ülkü Devleri'nin soğuk tavır ve davranışlarla teşkilatlardan ısrarla uzak tutulmaları...
9- Türk Milliyetçisi ve ülkücü olarak tanınan bir Köşe Yazarı'nın 2,5 ay Genel Başkan'a telefonla bile ulaşımının engellenmesi, üç kere tekrarlanmasına rağmen randevu talebinin cevaplanmaması...
10- "Doğunun Başbuğu" ünvanlı YIlma Durak adlı Ülkü Devi'nin aylarca; "İstanbul mu, Erzurum mu olsun teşkilat yoklaması yapıyoruz." diye oyalanarak listelere bile koyulmayıp rencide edilmesi!
11- Pensilvanyalı Diyalogcu Vaiz hakkında yıllardır yazan-çizenleri sert dille; "Bir sürü fetullahçı ülküdaş(!)ımız var!" diye uyarıp, seçim sath-ı mailinde Fetullah'a karşı savaş açılması!
12- "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya; senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır." (En'âm-159) İlâhi uyarısına göre dinde tefrike rızası olmayan Allah(c.c.)'a rağmen Fetullah'la kavga ederken diğer cemaatçilik oynayanlardan medet umulması....
Daha var! Daha çok sebep var ve söylenmesi gereken zamandayız! Duyması gerekenler duyuncaya kadar söylentileri söze dönüştürerek söylemeğe başladık vesselâm...
"BİR MUSÎBET, BİN NASÎHATTEN EVLÂDIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BU BİTTİ, KUTLU OLSUN!...

Gönlümün sılâsı, gözümün sevdâsı, zevkimin a'lâsı, sevdâmın belâsı, ülkümün kal'ası MHP'me ve Ülküdaşlarıma selâm ile...
"12 Haziran İstiklâl Mücâdelesi" bitti! Bu canhıraş mücâdelenin tek galibi, Ülkücü Hareket! Vallahi doğru söylüyorum! Lûtfen sabır, anlatacağım!
Savaşta savunma ile zafer kazanılmaz! MHP'ye Okyanus Ötesi planlı, Pensilvanyalı Vaiz dualı, AB dikteli demokrasi rehberliğinde, müthîş bir saldırı yapıldı! "Küreselcilerle milliyetçiler mücadelesi" adı, BOP Eş Başkanı Başbakan'ın kabinesinden biri tarafından ABD'de açıklandı! Dört yandan MHP'yi yoketme amaçlı başlatılan bu Haçlı saldırıya bir de içerden 'Haçlı Müslümanlar'ın desteği eklenince, MHP'nin bir hurûç yani muhasarayı yarma harekâtı yapması gerekiyordu! Yarma çıkışı başaltılmışken kendimizden zannettiklerimiz ayaklarımıza da değil her iki dizimize kurşun sıktılar! Bütün bunlara rağmen Ülkücüler, MHP etrafında oluşturulan Kerbelâ'da Evlâd-ı Resûl'e uygulanan ablukaya benzer bu insafsız kuşatmayı yardı, çıktı!
Okyanus Ötesi'nin; "MHP'siz Meclis" oyununu; her şeye, herkese rağmen bozdu! Dizlerimize kendimizden sandıklarımıza sıktırılan kurşuna rağmen Ülkücüler, bu maratonu tamamladı! Ülkücüler; bir Haçlı Seferi'ni daha püskürttüler!
Şimdi her dilden, her telden sesler duyulacak! Konuşmamaları gerekenler, gürültüye başlayacaklar! Bu seçim sonuçlarını tahmin için kâhinlik gerekmezdi! Devlet kurumlarının, bankaların, basın-medyanın işgal edildiği; Hukuk ve Yargının siyasallaştırıldığının söylendiği, cami imamlarının AKP mitingi duyurduğu, TOKİ'nin miting tertiplediği bir ortamda seçim yaşandı!
Bir gerçek daha var; bizdeki seçimlerin benzeri Mısır'da da vardı, Suriye'de de oluyordu, Irak'ta da, İran'da da oluyor! Yâni her sandık, her seçim, bu kadar demokrasi!
"Kürt Açılımı, demokratik açılım, milli birlik projesi" diye defalarca adı değiştirilen bir proje gereği; milleti 36 etnik parçaya, halklara bölmek isteyen demokrat maskelilerle, ayrılıkçı-bölücülerin anlaşmalarının duy/ur/ulduğu bir seçimden geliyoruz! Bölücü teorisyenlerin AKP ve CHP listelerinden sessiz sadâsız oylattırıldığı, militanların ise BDP destekli bağımsız adaylıklarının olduğu bir süreçten geçtik! Polis taşlandı, tokatlandı! Bazı illerde kolluk güçlerine sokağa çıkma yasağı uygulandı! Elinde boş oy pusulası yakalanan kadın, polis tarafından belediye otobüsüne bindirilerek kaçırılırken itiraz edenler coplandı!
Dahası, "Teknik röntgenci telekulaklar"a başrol oyunculuğu yapan kişilerin porno filmleri ile belden aşağı saldırıldı! Ve daha bir sürü ahlak dışı, adaletsiz uygulamalarla Ülkücüler, çok zor şartlarda olmalarına rağmen maratonu tamamladılar, ipi göğüslediler, "MHP'siz Meclis" oyununu boz-du-lar!...
Yorulup yolda kalanlar olacaktır; olsun, döner alırız! İçimize sızan kurtçuklar-larvalar olacaktır; olsun, söker atarız! Okyanus Ötesi ve AB'den oluşan Haçlı'ya karşı; içerden verilen "Haçlı Müslüman" desteğine rağmen alınan sonuç, MHP ve Ülkücü Hareket'in yüz akıdır!
Şahsen Türk Miliyetçisi biri olarak verilen her oyu kutsar ve kurbanı olurum! Oy veren her elin her parmağını ayrı ayrı, ihtirâmla öperim! Israrla derim ki kavga ve savaşta mühim olan kuvvetli vurmak değil, kuvvetli darbeye dayanmaktır! Savaşta ve kavgada öldüremeyen yara, savaşçıyı güçlendirir!
Seçim bitti, seçim yarın! Hızla toparlanarak, sür'atle yaraları tedavi ederek; korkanlara kızmadan, ürkenleri ayıplamadan, cesûrları abartılı alkışla şımartmadan yeni seçime hazırlanmalıyız!
Başbuğlar Atatürk ve Türkeş'in emâneti Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin MHP'ye; MHP'nin de Ülkücülere hiç olmadığı kadar ihtiyâcı açıktır! Bunu görmeyen, kör değilse art niyetlidir! Bu kutlu savaştaki zaferi göremeyenleri; yanlış duran, yanlış vuran, yanlış kişiye yanlış soru soranları, millî vicdân ve tarih affetmeyecektir. Oy vermeyen millete kızma basîretsizliği gösterenlere, milletten oy alamayanların suçlu olduğunu anlatıncaya kadar hepimize kolay gelsin!'
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Haziran 12, 2011

YUSUF ZİYA ARPACIK VE ...

"Taş bitti, inşaat paydos!" diyeceğimi zannedenleri yanıltmazsam, ülküdaşlarımı yanıltırım! Beni niye İzmir'den aldılar? Beni niye polis nezâretinde İstanbul'a götürdüler? Bana niye, anlayamadığım için yorumlayamadığım üslûpla sorular sordular ve beni niye 15 milyonluk koca bir şehirde yalnız başıma kapı önüne koydular? Anlamadım! Anlayamadım veya anladım ama yasal iznim olmadığı için anlatamayacağım!
Gözetim altındayken, dört günde, yemek ve çay saatlerinde, toplam bir kaç saat görüşerek tanışabildiğim 14 Ülkücüyü unutmayacağım, unutturmayacağım! Elimden gelen bu! İçlerinden sadece Yusuf Ziya Arpacık ve Erdem Karakoç'u tanıyordum. Onlarla da yıllardır görüşmemiştim ama 2005'te Yusuf Ziya Arpacık'ı yazmıştım ve şimdi tekrâr paylaşacağım:
YUSUF ZİYA ARPACIK...
İnsan hayatında kıymetliler vardır…
Kıymetleri kadar sevilenler, sevildikleri kadar özlenenler vardır…
Kıymetleri arttıkça sevilen, sevildikçe özlenen, özlendikçe varlığıyla iftihar edilenler vardır…
Yusuf Ziya Arpacık; benim ve bütün Ülküdaşlarımızın fikir dünyamızdaki; özlenenlerden, özlendikçe sevilenlerdendir...
Arpacık soyadıyla müsemma bir kişiliktir Yusuf Ziya… Gezle gözün buluştuğu noktada, hedefi doğrulayan,hedefi hedef haline getiren konumdadır…
Yusuf Ziya Arpacık; kendini tanıyan bütün dostlarına; "İyi ki varsın Yusuf Hoca!" dedirtmeyi sessizce başaran dervişlerdendir…
Yusuf Ziya Arpacık’ı tanıdığım güne şükrederim ve tanıdığım günü de hatırlayamam! O'nu doğduğu günden beri tanırım diyesim geliyor…
Yusuf Ziya; arandığı zaman bulmanın kolay olmadığı ama lazım olduğu zaman hiç aramaya gerek kalmadan lazım olduğu şekilde safta yerini almayı başarmış bir Ülkü Savaşçısıdır…
Bunları yazarken; haberi olduğunda, suratının tevâzudan alacağı şekli de biliyorum!… Ama Yusuf Ziya Arpacık, aslında hakkında destanlar yazılması gereken bir dostumuz olduğunun –eminim- farkında değildir… Kahramanlar hep böyle değil midir?
Gaziler, hep böyle değil midir? Gazi kahramanlar; yapmaları gerekeni, yaptıklarının doğallığıyla yaşamazlar mı?...
Oysa onların yaptıkları, onların yaşadıkları; kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa destanlaşarak anlatılacaklardandır… Kendileri sıradan olmadıkları için yaşadıkları da sıradan değildir!…
Her Ülkücü Turancıdır elbette… Turancılığın gereklerini yapmak ise her ülkücüye nasip olmaz!...
Turan uğruna fiilen savaşçılığı Yusuf Ziya Arpacık, gönüllü seçmiştir…
Cezaevlerine Yusufiye diyenlere, hep itiraz etmişimdir! Ceza evi, cezaevidir…Yusuf Ziya, cezaevlerini tanıyan ve oraları da islah eden istisna Dervişlerdendir… Cezaevlerine her zaman suçluların koyulmadığı da Türkiyemizde maalesef olağan sayılan acayip işlerdendir!…
12 Eylül Kıyametinin senaristleri; Türk Coğrafyası, Türk Devleti üzerindeki oyunlarını sergilerken işbirlikçilerine, ülke içinde olmadık işler de yaptırmışlardır… Bunların içinde en utanılası uygulamaları; bu vatan için, hürriyet için, Turan Ülküsü için ölümü göze alarak kahramanlaşanları, Büyük Senaristin talimatıyla cezaevlerine koymalarıdır!
Karakolun önünden geçtiği için olmadık kahramanlık hikayeleri anlatanların yanında; ömür sayılacak kadar cezaevlerinde yatan, cezaevlerine ıslah edilmek üzere koyulup islah edilmez suç makineleri olarak çıkanların inadına, yıllarca cezaevlerinde yatmalarına rağmen hem cezaevlerini düzelten hem de cezaevlerinde kendilerini yetiştiren ender kişiliklerdendir Yusuf Ziya Arpacık…
Aslında Yusuf Ziya Arpacık’a karşı ödenemeyecek borcumuzun olduğunu kabul etmemiz lazım!
Yusuf Ziya Arpacık ve onun gibi yanarak pişen Ülkü Devleri’ni, bizim anlatmamız lazım… Bu devlerin unutulmalarına asla izin vermememiz lazım!... Bu Ülkü Devleri; kendilerini anlatamazlar!... Bu Devler; yaşadıklarını, yaptıklarını anlatamazlar!...
Tarihe
şerh düşmek için kalem kağıt alırlar ellerine ama edepleri, adapları; kendilerini, yaşadıklarını, gördüklerini anlatmalarına asla izin vermez!...
“Baş Eğmediler” kitabını da su içer gibi okumuştum Arpacık’ın…
Hücresinde kendisine kibrit vermekten korkan, gazeteyi büküp uzatıp ucunu yakarak Yusuf Ziya’ya veren meşhuuuur gardiyanın tarifinde ağlamıştım! O tarifte Yusuf Ziya Arpacık; “Ben hücremde hürken, gardiyan dışarıda mahkumdu..” tarifiyle satır arasında kendini tarif etmişti! Kendiyle beraber Ülkü Devlerini tarif etmişti…
Yusuf Ziya Arpacık, bir başka şeyin de ispatıdır. Sıradan bir kavgacıyla, sıradan bir askerle Dava Adamı arasındaki farkın mükemmel bir örneğidir o… Gerektiğinde savaşan, gerektiğinde ceza yatan, gerektiğinde sadece okumakla yetinmeyip yazan, Davasını anlatan istisnalardandır Yusuf Ziya Arpacık…
“Kan Fırtınası” adlı kitabını da başladım ve bitirdim! Sular gibi içtim elbette!... Turan ve Turancılık uğrunda savaştan savaşa, cepheden cepheye koşan Yusuf Ziya Arpacık’ın; Azerbaycan’da yaptıklarının bazılarını, başka arkadaşlarımdan dinlemiştim. Kan Fırtınası’nda Yusuf’un kendi ağzından, kendi kaleminden yaşadıklarını okurum hevesiyle; bir gecede iki kere okudum kitabı! Yusuf’un edebinin-adabının kendini anlatmasına izin vermeyeceğini biliyordum ve yanılmamıştım!...
Sıcak savaş sahnelerini, birkaç bomba ve silah sesiyle tarif ederek anlatmadan geçecek kadar tevazu sahibiydi gene! En büyük sıkıntıyı; Azerbaycanlı savaş arkadaşlarının tesadüfen ağzından duydukları cezaevi sözü üzerine, kendine yöneltilen sorulara cevap vermekte yaşadığını, kendide anlatıyor, okuyan da anlıyordu zaten…
Ve Yusuf Ziya Arpacık, o zorlandığı yerlerde kendini anlatıyor, kendini tarif ediyor aslında!..
Komünist Sovyet baskısına kafa tutarak yetişen Azerbaycanlı savaş arkadaşlarına, Ülkücü olduğu için Türkiye’de cezaevine koyulduğunu izah edememiş ve edemeyecektir de çünkü izâhı yoktur bu traji-komik uygulamanın!…
O sıkıntısını anlatmaya çalışırken Yusuf Ziyalaşıyor Arpacık! Çok öfkelenmesine, adını vermemesine rağmen Ülkücülükten Geçinen bir lümpenin anlatılmasında da sıkıntılı Yusuf Ziya Arpacık! Başkası olsa, sıradan, avamdan biri olsa elbette elbette anlatmakta yazmakta zorlanmayacak!...
Ama sen bilmezsen biz biliriz Yusufum! Kahramanın yaşadığını, kendisini anlatamayacağını biz biliriz Arpacık’ım…
Sen ne kadar anlatmasan da, ne kadar satır aralarında saklamaya çalışsan da biz seni tanıyoruz Yusuf’um… Biz seni tanıdığımız kadar da seviyoruz… Hakkımız varsa –Allah huzûrunda- sana helâl ediyoruz! Sen de haklarını bize helâl eder misin Yusufum?...
Önce yüreğine sağlık Dostum… Bileklerin yorulmasın. Yorulmasın ki “Akula”ları bir anda havaya fırlatabilsin… Bileklerin yorulmasın ki “Akula”ları bir anda havalandırınca ses kesen kapıkullarını susturmaya devam etsin!... Ve bileklerin yorulmasın ki ne kadar saklamaya çalışsan da kalemin bazen senden de habersiz satır aralarına yaptıklarını, serpiştirebilsin! Allah(c.c.)’ıma hamdolsun ki varsın Yusuf Ziya Arpacık… Şükürler olsun ki varsınız Ülkü Devleri ve yine şükürler olsun ki tanımakla müftehir olduğum Dostlarımdansınız…
Allah(c.c.) yardımcınız olsun…
"VE TEVEKKEL A'LALLAH." (Vekîl olarak Allah yeter.- Ahzâp-3)
Selam, sevgi, dua…
Mustafa ASLAN…

Cumartesi, Haziran 11, 2011

IS'SIZ KALSAK TA SİZİ UTANDIRMAYACAĞIZ...

Evlâd-ı Fatihân'dan, Türk kadını Meral Akşener Hanfendi'nin şahsında bütün Türk Anaları'na ithâfen...
Anam; sana geldim! Size döndüm! Cennetin anahtarlarını ayaklarınızın altından izninizle alarak günahlarımızdan kaçmaya, size sığınmaya geldik!
Hatice'm, Hatçe'm, Xaçco'm; Fatma'm, Fâtime'm, Fadîme'm, Fato'm, Fatdo'm; Meleğim, Melîke'm, Melo'm, Meloş'um;
Anam, Karım, Kardaşım, bacım, evdeşim, eşim; Muhteşem Türk'ü muhteşemleştiren, Muhteşem Türk kadını;
Sana, size, sizin şahsınızda; Türk Milleti'nin seven yerine, sevgiyi üreten yerine, sevgiyi yaşayan-yaşatan yerine; Annem'e, Vatan Anam'a, Millet Anam'a, Devlet Anam'a sesleneceğim!
Sözlerime; "Analar ağlamasın!" demogojisiyle anamızı, sizi ağlatan kuduz yaratıkları doğuranlarla aynı kategoriye koymaya çalışan 'anaları bellisizler'i tel'in ederek başlayacağım!
Babası bellisizlere ne denir biliyoruz! Tavuk altında çıkan hindi misâli, başka yuvalara yumurta bırakan guguk kuşu misali; anasızlar, ana kıymetini-kutsiyetini bilmeyen, onun-bunun çocuklarına, babası bellisizliklerinin üzerine anası bellisizliklerini de ekleyip nesepsizler, soysuzlar, insanın gugukları diye seslenerek sesleneceğim!
Biliriz ana muhabbetli olur. Biliriz; Allah'ın merhâmeti bile; "Bebeğine titreyen ananınkinden daha fazla" diye tarif edilir. "Ana gibi yâr olmaz." denir. Bilir, inanırız.
Anam, annem, eşim, evdeşim, hayat arkadaşım, sırdaşım Türk kadını; sözüm sana, sözüm size!
Bizi doğurup "Bebeğim" dediniz. Görüp gözetip, besleyip süsleyip, sarıp sarmalayıp, büyütüp millete katdınız. Milletin bize; "Be Beğim." demesi için ne lâzımsa yaptınız.
Sizin "bebeğim"liğinize, milletin "Be Beğim"liğine layık olamazsak en fazla siz üzülür, en fazla siz içinize ağlarsınız! "Bebeğim" dediğiniz evlâdınızdan asla şikâyetlenmezsiniz! Analığınız, yavrunuzdan şikâyetlenmenize manidir!
Oğlunuz, yavrunuz, kızınız, bebeğiniz; millet yolunda, vatan uğrunda, bayrak için, "Evimizin Evi" vatanın bölünmezliği için bedel olarak can verdiğinde de canınız acır, canınızdan can kopar ve ağlarsınız ama bu ağlamanız aşikâr olur! İçinize ağlamazsınız! Şühedâya karışan evlâdınızla iftihâr ederek, ondan ahrette şefaat göreceğinizi bilerek sadece özlediğiniz için ve seslice haykırarak hem ağlar, hem de "Vatan sağ olsun." diye Türkçe nârâ atarsınız!
Sizin doğduklarınızdan hain çıktığında gözyaşlarınız içinize akar! Sessizce ve inlemeden acı çekersiniz!
Bizi biz eden; çocukları aile, aileleri sülâle, sülâleleri kabîle, kabîleleri aşîret, aşîretleri halk, halkları millet eden katalizör sizsiniz! Size benzetmekten haz aldığımız için Millet Ana, Devlet Ana, Vatan Ana deriz biz!
Size benzesin, sizin gibi, ana gibi sâdık olsun diye Rumeli'ye Anadolu dedik biz!
Anadolu da, Türkiye de, Türkeli de, vatan da, bayrak ta, hürriyet te; siz analığınıza devam edesiniz, namus sıfatıyla ayrıca terfi ettirilerek baş tacı ettiğimiz siz, hür olun diye öldük, ölüyoruz, öleceğiz!
Biz ölümü öldürerek ölümsüzleşirken siz ağlayacaksınız!
Toprağın vatanlaşmasının, devletin ilelebet devamının, bağımsızlığın, candan başka bedeli yok! Biz gönüllü bedelleşeceğiz, siz gönüllü ağlayacaksınız, sizin her damla gözyaşınızla Vatan Ana toprağı sulanacak ve yeni millet evlâtları fışkıracak gzzyaşınızla yumuşattığınız çorak topraklardan!
Ana, Anne, Nâmus, Bacı, Eş-evdeş; siz sadece size benzersiniz! Siz vatana, devlete sıfat olabilecek muhteşemliktesiniz! Sizden aldığımız cesâretle canımızı mukaddeslerimize bedel ederiz biz! Sizden aldığımız yürekle ölümü öldürebilmek için üstüne atılırız gülerek!
"Analar ağlamasın!"mış!
Anamız ağlıyorsa, anamız ağlatılıyorsa; sağ kalan ana evlâtlarına düşen, hem analarımızı ağlatanların analarını ağlatmak, hem de insanın guguklarını eli titremeden itlâf etmektir veselam...
ANASIZ KALSAK TA, IS'SIZ KALSAK TA SİZİ UTANDIRMAYACAĞIZ, SÖZ!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Haziran 10, 2011

NEDEN OLMASIN?

Ben yaptım, oldu!
Türkiye genelinde bütün ülkücüler de denese, olmaz mı diye düşünerek anlatacağım!
Sabah ezânı sonrası yüksek balkonumdan sokağı izlerken büyük şehirlerin artık kanıksanmış bir manzarası ile bir daha yüzleştim. Orta yaşlı bir adam, çöp bidonlarından atık seçiyordu. İçimden geldi ve hemen ayağıma Çaşşamba çapulalarımı takarak sokağa indim.
- Selamün aleyküm kolay gelsin, bereketli olsun.
- Sağol abe. Ellah razi olsun...
Adamın yaptığı işe yardıma koyuldum. Plastikleri, kağıtları nereye koyuyorsa ben de alarak arabasındaki yerlerine koymaya başladım.
- Abe niye zahmet ediyorsun?
- Ne zahmeti? Yaptığın kötü bir şeyse sen niye yapıyorsun? İyi bir şeyse ben niye sana yardım etmeyeyim? Müslüman müslümana yardımla mükellef değil mi?
- Ella razi olsun. Abe sen nerelisin?
- Nereliye benziyorum?
- Urfalısın?
- Değilim...
- Diyarbekirlisin?
- Değilim...
- Ya abe nerelisin?
Allah affetsin yalan konuştum. "Karslıyım." desem, Kars'ın hak etmediği bir solcu sıfatıyla başka anlaşılmaktan korkup tamamen zıddı bir yerliyim dedim.
- Erzurumluyum. Dadaşım.
- Heee! Abe nerde oturuyorsun?
Başımı yukarı kaldırarak balkonumu gösterdim. Balkonumda Kalpaklı Atatürklü Türk Bayrağım ve Üç Hillali Sancağım dalgalanıyordu.
- Vıiiyy! Abe sen gurtcusun?
- Evet! hem kurtçuyum hem de kürtçüyüm.
- Abe! Gusura galma o nasi?
- Bak hemşerim! Ben Türk'üm, Türk Milliyetçisiyim. Allah beni, seni sevmek için yaratmış. Senin saçının bir teline bin Recep Tayyibi feda ederim. Senin eteğinin bir kılına milyon apoyu asarım!
- Abe, Ella razi olsun...
Bin yıllık Kürt kardeşim, hayretlerdeydi! Karşılaşmadığı bir tavırla yüzyüzeydi! Ben de şimdiye kadar neden bunu yapmamış olduğum için kendimle iç savaşımdaydım.
- Oy kullanacak mısın Hemşerim?
- Yox abe! Heç birine oy vermiyecam!
- Niye?
- Ax Partisine verdim. Herram ossun. CHP'ye verecaxdım degiştirdiler! Appoya arxa çıxiyoller! Seçime getmiyecağam.
- Sen bilirsin de bir defalık, önce Allah'ın hatrına, sonra benim hatırıma sandığa gitsen ve MHP'ye oy versen nasıl olur?
Bana baktı dikkatle. Başını yukarı kaldırıp balkonumdaki bayraklara baktı. Elinde kirden mazotlu gibi görünen eldiveninin birini çıkarıp yüzündeki terlerini avuçlayarak sildi ve tekrar bana ve gözlerimin ta içine bakarak:
- Abe! Seçime getmesem, gedip Milliyeci partisine oy vermesem, üşden beşe şert olsun Abe!
Tüylerim dikenlendi, gözlerim doldu. Kürt kardeşimi bağrıma basıp kucakladım. Vedâlaştık, helalleştik, ayrıldık...
Ben yaptım oldu! Son gün, son gece, ülke genelinde, bütün ülkücüler, gördükleri atık toplayıcılara yardıma koşsalar, yardım edip yaklaşsa kucaklaşsalar ve oylarına talip olsalar... Olmaz mı? Olamaz mı? Neden olmasın? Ben yaptım oldu...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

NİYE MHP?

Sona yaklaştık! Evet artık uzun mesafeli koşunun bitiş çizgisine yaklaştık ve final çıkışımızı yapacağız!
Her yolu, herşeyi denediler! Okyanus Ötesi senaryolu "Küçülmüş CHP ve MHP'siz Meclis" oyunu için denenmedik meşrû-gayrı meşru, legal-illegal, ahlakî-gayrı ahlaki, iftira ve küfürler de dahil her yol denendi! Yine Okyanus Ötesi'nden; "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" diye açıklanan müthiş seçimin, son bir gününe girdik! Siyasette bir gün çok kısa ama 24 saat çok uzun bir süre olduğunu biliriz! İşte o çok kısa bir güne, çok uzun 24 saate girdik!
Elbette her yiğidin gönlünde bir aslan yatar! Bizim de! Oyumuzun adresi belli ama "bir daha" açıkça söylemenin zamanı! Yıllardır her ortamda kullandığım; "MHP'den başka MHP yok." sözümü ve yine yıllarca tekrarladığım; "Onlar MHP'li, ben MHP'yim." iddialı sloganımı patlatmanın zamanı!
Bana; "Ne olur?" diye soruyorlar! Oyumun adresi belli olduğu, oyumu nereye vereceğimi ve oyumun kudretini bildiğim için, "En güçlü parti benim oy vereceğim parti!" deyip kestiriyorum! Anket kurumları tahminleriyle morali bozulanlara söylediğim bir gerçeği de hatırlatarak bir daha paylaşmak istiyorum. Kırk yıldır kaç seçim yaşadım hatırlamıyorum ve her seçim öncesi, anket kurumları, televizyon ve gazetelerde beynimizi götürürler! Bugüne kadar, hiç bir seçimde bana bir anketçi denk gelmedi! Bana denk gelmediği gibi anketörle karşılaşan bir tanıdığım da hiç olmadı! Ben başka bir ülkede mi yaşıyorum? Bir anketör de bana denk gelmez mi veya karşılaşan bir tanıdık çıkmaz mı? Düşünün; hemen herkes aynı durumda! Yalan söylüyorlar ve çok mesnetsiz atıyorlar! Ben; kendime, soruyu sordum, cevabı verdim, anketi tamaladım ve kimin kazanacağını biliyorum: MHP!
Olası seçim hilelerinden bahsediliyor! CHP'nin bu hilelere karşı tedbirler aldığını duyuyoruz. Mutlaka MHP'nin de -sandıklara sahip çıkarak- olası hilelere izin vermemesi gerek! Mesela; her sandığın başında en az 5 kişi; cep telefonu ile beklemeli ve dikkatle oy kullanılımı ve sayımlarını kaydetmeli! Kasetçiliğin, nasıl açıkça yapılacağını ve nasıl kullanılabileceğini herkese göstermeli!
İki ayrı bölgeden, aynı ihbarı aldım! İlk defa oy kullanacak gençlere laptop va'dediliyor-muş ama almak pek kolay değil! Laptop almayı kabul eden, oy günü cep telefonunu sıfırlayacak! Telefonda hiç bir kayıt kalmayacak. Girip oyunu kullandıktan sonra, evet mührünün resmini çekecek. Verilen adrese gidip resmi göstererek laptopu alacak-mış! Bu uygulama, Ege ve Akdeniz Bölgesi illerinde yapılacak-mış!
Tedbir alınabilir mi? Evet! Parti müşâhitleri, şüphelendiği seçmeni, takip edebilir. Alış-veriş olursa görüntüleyip ilgili yere iletebilir. Bu uygulama; değişik yerlerde tesbît edilirse ispat için belge sahibi olunur, eğer tesbît edilemezse, duyulan bu sahtekârlık en aza indirgenmiştir diye tesellî olunabilir!
Bu uyarılardan sonra, bir de: Niye MHP?
Duyarlı, ülkücü, milliyetçi, ulusalcı, devrimci, halkçı, sosyal demokrat, demokratik solcu herkesin, MHP'ye oy vermesi için binbir sebep var! Önemsediğim ilkleri söyleyeyim:
Bin Yıllık Kardeşliğin devam etmesi, milletin halklara ayrıştırılmasına mani olabilmek ve "Nemutlu Türk'üm diyene." diyebilmek için MHP...
Dünyanın her yerinde müslüman milletleri önce terörist ilan edip sonra soykırıma tabi tutan Haçlı Hristiyan ve Yahudi emperyalizmin; Kürt Kardeşlerimiz'e de aynı soykırımı uygulama düşüncelerini bozmak, Kürdümüze ve Vatan bütünlüğüne sahip çıkabilmek için MHP...
Okyanus Ötesi'nin; BOP Eş Başkanları, işbirlikçiler, Haçlı Müslümanlar yüzünden Türk Milleti'ne takındığı aptal tavrını ve bu minvâldeki oyunlarını bozmak için MHP...
"Helâl, Hilâl Kart"la; semt esnafları canlandırılırken yoksulların yardım paketleriyle rencîde edilmesini engelleyebilmek için MHP...
Devlet erkini yeniden hissettirerek; başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürerek, eşkiyanın, bölücü teröristin sonunu getirip asayîşi yeniden temin edebilmek ve "Acaba kapı açık mı?" endişesinden uzak uyuyabilmek için MHP...
Birlik, dirlik, asayiş ve huzûr için, sadece yaşanabilen sevgiyi yaşamak ve yaşatmak için MHP...
Velhâsıl; MHP'den başka MHP olmadığı için MHP vesselâm...
Millete-Devlete, fakir-fukaraya, özetle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurarak Türk adını hak eden Türk Milletine hayırlı- uğurlu olsun.
TÜRK TÜRK'Ü KORUSUN, TANRI DA TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm,s evgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Haziran 09, 2011

SABIR ACIDIR, MEYVESİ TATLI!...

Yazı ve şiirlerinden bildiğim Hilal Çakır: "Nasıl Dayandınız? Gücünüzden Güç Verin!" diye feryâd ediyor ve; "Ben bir ülküdaşımın saçının teline rüzgar değse dayanamazken, sizler o fidan gibi bozkurtları toprağa verirken, işkencelerdeki haykırışlarını duyarken, namert kurşunlar o yiğitlerin tenine değerken, ülküdaşlarımızın tabutlarını omuzlarınızda taşırken nasıl dayandınız? Siz nasıl bir yüreğe sahiptiniz? Nasıl bir sabırdı o göğsünüzdeki?" diye soruyor;"Dayanamıyorum, son günlerde ülküdaşlarıma yapılan zulme dayanamıyorum!" diye de Bozkurtça nârâ atırıyor!
Sevgili Asenam! Sevgili Kandaşım Hilal Çakır;
Haklısın! Sorulması gerekenleri sorarken iltifât ederek alkışlıyorsun var ol! Kuşağım adına nasıl onurlandığımı, rahatladığımı, Türk Milleti ve Türk Devleti'nin yarınlarına nasıl korkusuz bakmamı sağladığını, ifâde edebilecek miyim bilmem!
Haklısın! Dayandık! Baş verdik, baş eğmedik! Öldürüldük çoğaldık, çoğaldık öldürüldük ama asla eğilmedik, teslîm olmadık! Şehîdimize rahmet okuyarak, Allah'tan sabır dileyerek, "Ve tevekkel a'lallah- Vekil olarak Allah yeter- Ahzâp-3" Âyet-i Celile'sine sığınarak dayandık! O günlere de, bugünlere de şükr'olsun.
Bizim büyüklerimizin ekseriyeti, bizi kınardı! Şimdi biz, çocuklarımızla, gençlerimizle birlikte aynı seferdeyiz! Bizden genci yoktu! Bizden sonrakiler çocuklardı! Elbet te Ağabeyler de bizim kadar tecrübeli değillerdi! Taktik hatalar olmuş mudur? Zamanlama hataları yapılmış mıdır? Bazı konularda tepki vermekte geç kalınmış mıdır? Sorgulayamadık hiç, aklımıza da gelmedi!
"12 Haziran İstiklâl Seçimi"ne kadar, bu sorgulamayı birkaç gün daha ertelemeliyiz diye düşünüyorum!
Biliyoruz ki 1965'te CKMP'ye giren ve 1969'da partiyi MHP eden Başbuğ Alparslan Türkeş'in yanındakiler, hep toplamaydı! Bir yerlerden Başbuğ tarafından çağrılmışlardı, Allah hepsinden râzı olsun! 1944'ten beri yoldaşları, Başbuğ'a; "Albayım"; davetle gelenler; "Türkeş Bey veya Genelbaşkanım" derlerdi. 27 Mayıs'ın ABD ve NATO'yu da korkutan "Kudretli Albay"ı Türkeş'e, biz "Başbuğ" dedik. Bizimle berâber Türk dünyası da "Başbuğ" ünvanını lâyık gördü çünkü Atatürk'ten sonra; Sovyetler'e, Çin'e, Farslar'a ve emperyalizme karşı bağımsızlık mücâdelesi veren kahramanlar haricinde, Türkeş'ten başka hiç kimse Türk Dünyası ve Esir Türklerle ilgilenmemişti!
Başbuğ'un yanında CHP'li de vardı, AP'li de başka partilerden gelenler de! 1960'lı yılların sonu, 1970'li yılların başında üniversiteli olan bizim kuşak, mektep bitirip daha hayatla yüzyüze gelememişken "12 Eylül Kıyâmeti" koparıldı! Ülkücü Hareketin tekâmülü, büyümesi engellendi! İdam sehpaları, hücreler, firarlar sonrası MHP ve Ülkücü kadrolar, kendini toparlayamadan bir "Kara 4 Nisan"da Başbuğ'a Emr-i Hakk vâki oldu! Bu süreci, bizim kuşak ve siz birlikte yaşadık! Bu sarsıntıyı ve sonrasındaki iç kargaşaları, yine birlikte yaşadık, yaşıyoruz! Şükürler olsun artık tecrübeliyiz! Aldığımız puşt bir yumruğa dayanacak dirençteyiz! Bir zamanlar cezaevi ve mahkemelere peşimizden Babalarımızın korkarak geldiği günlerden, Beşiktaş Adliyesi'nde günlerce ve binlerce Ülkücünün nöbet tuttuğu günlere geldik!
Maddî durumu olanların ücretle avukat bulamadığı günlerden, Beşiktaş Adliyesi önünde; görev taksimâtı yapmış, Ülküdaşlarını savunmayı gönüllü üstlenmiş, Ülkücü Avukatlar ordusunun olduğu günlere geldik!
Elbette Ülkücü yaşamak hâlâ zor Hilal Çakır ama çok lezzetli!
Hücreden yol göstermeğe devam için dik durmak, tansiyon düşüklüğünden dolayı oturarak namaz kılmak, ciddi hastalığına rağmen hastanede yatmayı reddetmek, ikişerli hücrelerden coşkuyla okunan şiirlerle, söylenen marş ve türkülerle zaman törpülemek, zamanı uykuyla komaya sokmak elbette kolay değil ama Vallahi imkânsız ve zor da değil!
Zülf-i yâre dokundun Hilâl Çakır! Ağrımıza parmak bastın, sağ ol! Konuşmaya hakkı olanların tam da zamanıyken konuşmaları ve eyyâmcıların, ülkücülükten geçinen lümpenlerin konuşmaması, konuşturulmaması lazım! Bunu da birlikte sağlamalıyız ve bu güçbirliği ile milletimizle de elele vererek bu istibdât dönemini sonlandırmalıyız! Yardımcımız Allah(c.c.)'tır.

"Aşk bir davadır, cefâ da şâhidi; şâhidi olmayan dava düşer." (Mevlâna)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Haziran 07, 2011

İHSAN BARUTÇU, KOKTU!

Bana, AKP ve BOP Eş Başkanı dururken senin hakkında yazı yazmak işkencesini revâ gördüğün için hakkımı helâl etmeyerek başlayacağım İhsan Barutçu!
Bana bak Kardeşim! Kime "kardeşim", kime "kandaşım" derim biliyorsun. Bilmiyorsan sor ve kulak ver kardeşim! Soyadınla müsemma barutluğa niyetliysen bari kara barutluk, kara barutçuluk yapma! Çünkü kara barut yandığında foseptikten de pis kokuyor! Şimdi, sen de aynı mide bulandıran kokuları yayıyorsun!
"F-Tipi Teknik Röntgenci Muhabbet Telalları"na baş rol oyuncusu olduğun günlerde, sana ilk sahip çıkanım biliyor musun? Ömrünün gasp edilerek cezaevine hapsedilmiş kısmına saygımdı beni sana sahiplenmeye iten!
Seninle yüzyüze gelmedik! Sayılı telefonlaşmamız var! Son iki telefon görüşmemiz hariç -onlarda sana geçmiş olsun diyordum- öncekilerde; sen, şimdi önüne engel olduğun Genel Başkan'a yakın, güya ben de uzaktım ve seninle hiç birlikteliğimiz yoktu! Hatta senin tarafından "hain" ilan edilenlerdendim! Seni, müşterek tanıdıklar vasıtası ile tanıdım. Müşterek dostlarımla karakter gereği eksiklerinin hep üzerini örttük, iyi insanda olması gereken bazı özelliklerini de elimizden geldiğince abartarak sürdük piyasaya! Çünkü Hace Ahmet Yesevi; "Birbirinizi meth'edin." diye öğretmişti tarihten günümüze... Herhalde; insafsızların, fırsatçıların lincinden korumak için söylediklerimize inandın ki şimdi kendini farklı bir duruşla, farklı bir konuma koydun!
Biliyor musun; ilk "farklı ülkücü" sensin nazarımda! Diğerleri varsa bile hiç açığa çıkamadılar!
Biliyor musun; Sen ve senin gibi zekâları belden aşağı uzuvlarından akan kişiler yüzünden gerçek "Ülkü Devleri", millî işlerinden alıkoyuldular!
Biliyor musun; utanmayı unutmuş senin gibiler yüzünden, sizin baş rolünü oynadığınız porno filmlerin rejisörlerine, sizin için kafa tutan "Ülkü Devleri" şu anda, cezaevindeler!
Biliyor musun; o "Ülkü Devleri" olmasaydı, senin şimdi kendinle bile yüzleşecek yüzün kalmazdı!
Biliyor musun; hayatımda ilk defa böyle bir yazı yazıyorum ve beni mecbûr ettiğin için her harfte sana buğz'ediyorum!
Biliyor musun; hiç kimsenin hatta PKK'nın bile beceremediği bir çukur açtın kendine ve oradan pis pis kokuyorsun!
Hiç kendinle helâlleşmeyi düşündün mü? Sana kim, niye, hangi hakkını helâl etsin? Kimden, ne alacaklısın? Kimin sana, ne minnet borcu var?
Kolay işi zor ettiğinin bile farkında değilsindir! Yoksa! Yoksa, evin içindeki hırsız sen misin? Garsoniyerlere senin kontrolünle mi yerleştirildi kameralar, böcekler? Dayanamayacağın genç fahişeler, reddedemeyeceğin yeşil renkli gâvur paraları mı verildi yoksa sana? Kimsenin aklına gelmeyeni, aklıma getiriyorsun ve herkesin aklına da gelsin istiyorum artık!
İhsan Barutçu! Bak kardeşim!
Vallahi pis kokuyorsun! Sen, belki talimli olduğun için veya koku kendinin olduğu için kokarca misali kokundan rahatsız değilsindir ama en yakınlarının bile kokunla midesini bulandırdın farkında mısın?
Her fukaralığın çâresi vardır hatta maddî fukaralık şereftir, ünvandır kendini bilene. Karakter fukaralığının ne telâfisi, ne de setri vardır İhsan Barutçu!
Bir de ben sesleneyim istedim; son görüşmemizde önce gönderip sonra, bugün kullanma dediğin ve benim de kullanmadığım basın açıklamanı, aynı gün yandaş basına servis ettin, seyrettim! Yapma Kardeşim!
Kardeşim yapma! İthal parfümlerle yıllarca saklamayı başardığın pis kokunla, gül kokulu ülkücüleri kirletme! Dünya bir gün değil! Bu zor günlerden sonra yüz yüze bakmak var! Birbirimizin yüzüne bakacak yüzümüz kalsın bari, dikkat et! Beni, en zor zamanında seni savunduğuma pişman etme ki bu pişmanlıktan en fazla seni pişman etmeyelim!...
Geçmişin hatırına yine yanaklarından öpmek istiyorum ama çok pis kokuyorsun be Barutçu!
Çok pis kokuyorsun! İstifa et, yıkan, gel, kucaklaşalım. O zaman yine kim, ne derse desin!
YOLCU YOLUYLA, YOL YOLCUSUYLA GÜZELDİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN