Pazar, Temmuz 31, 2011

RAMAZAN SANAL MEVZÎLENMELERİ!

Her idealin, fikrin, dâvâ'nın hayat suyu, o ideale-dâvâya inanan idealistler-ülkücüleridir; idealistin-ülkücünün nefesi-soluğu-havası ise dâvâsıdır. Hayat suyu olmazsa susuzluk kurutur, öldürür; nefessizlik-havasızlık ta boğar, öldürür! Şükür suyumuz da var, soluğumuz da...
Bir Ramazan sohbeti olsun diye farkında olmadan sıkça kullandığımız; "Tuz, biber olmak nedir?" diye düşünelim mi biraz? Malzemesi, eti, sebzesi, yanı-yöresi, baharatıyla tamam olan ve misler gibi kokan bir sofra düşünelim! Ve orucuz, iftâr ezânını bekliyoruz. Eskiden ramazan topunu beklerdik, şimdi PKK bombası zannedilir diye patlatmazlar herhalde! Ezânı duyup besmeleyle yemeği tattığımızda tuzunun hiç olmadığını ve sofradaki herkesin suratını bir hayal edelim mi? Tuzsuz yemeğin lezzeti, tadı olur mu? Güzelim yemeğin her şeyi var, tuzu yok! Kaç para ki tuz? Bir liraya bir paket tuz alınır ve 4-5 nüfuslu bir aileyi 15 gün idare eder ama olmayınca binbir emekle hazırlanmış, sunulmuş yemeğin tadı da olmaz! Sağlık nedeniyle "üç beyaz"ın yasaklandığı kişiler varsa yerler ama onlara da ne zaman; "Nasılsın?" diye sorsak, cevap; "Ağzımın tadı yok!" değil midir? Her şeyi tamam, dört başı mamur sofranın tadını, tuzu kim yetiştirirse o tamamlar!
Dostlar; arada bir pişmiş aşımıza, aradan birilerinin-bazılarının tuz, biber olmalarına izin vermemiz lâzım! Yoksa hayatın tadı-tuzu olmaz!
Normal hayatta kontrol ve düzeni nerdeyse mümkün olmayan insanoğlunu, sanal ortamda kontrol, kesinlikle imkânsız gibi bir şey! Bir kişinin özeline, ısrarla yazılan ve hiç bir kıymeti olmayan hakâretler, tehdîtler, genele hem de hiç gereği yokken aksettirilirse iftar aşımıza fazla tuz-biber katmış gibi oluruz.
Son zamanlarda, Parti Genel Başkanları'nın da teşvîkleriyle sanal ortamda, hakareti-küfrü mahâret sayan sanal fedailer türedi! Gûya bir yeri veya bir şahsı savunurken öyle aptalca ve ahlâksızca saldırıyorlar ki gülmekten başka çâre yok!
Deli gibi, karşınızda kimse yokken, hatta telefonla bile irtibatlı değilken; bilgisayar karşısında kendi kendinize küfrettiğinizi bir hayâl eder misiniz lütfen? O halde gören ev halkı, size "deli" demezse ne der?
Ramazan Mübârek'te sanki sanal ortamda daha fazla kalacağım. Zannederim aşırı sıcaklar yüzünden, dışarı çıkamayan epey insan da aynı yolu deneyecek! Bunu düşünerek, bir de Parti Genel Başkanları'nın, sokağa çıkmayı engellemek için özel teşvikleri ile sanal ortama haddinden fazla dalan obez gençlerin, bir de oruçlarsa yapacakları küfürleri, düşünmek bile istemiyorum!
Oysa biliriz ki yüz yüze tokalaşılmadan, kucaklaşılmadan dosluk oluşmaz! Birebir vuruşmadan, can acıtıp, can acımadan kavga da, düşmanlık ta olmaz! İşim gereği istemeden de olsa mecbûren girdiğim sanal ortamda; on beş yıldır, abartısız her gün en az, bir kere mutlaka öldürülüyorum! Hem de ne işkencelerle! Hiç canım acımadı biliyor musunuz?
Sadece telefonla bir dalaşımızda, masaya vurduğum yumrukla, kendi canımı çok acıtmış sonra da ağrıttığım elime, günlerce gülmüştüm! Gûya karşımdakine yumruk atmış, karşımdaki kişi telefonun öbür ucunda ve bilmem hangi şehirde olunca, vurduğum masayı değil canımı, tarifsiz acıtmıştım! O günden beri, internetin sanal dünyasında aralıksız bir saatten fazla kalmam!
Sanal ağım 24 saat kapanmamasına rağmen, sanal dünyada geçirdiğim zamanım, aralıklarla en fazla üç saattir. Girer biraz bakınır, gelen okur iletilerimi cevaplar ve çıkarım. Bilgisayar başında ya okuyor, ya da yazıyorumdur.
Teknolojik özürlü biri olarak size ısrarla bir teklifim olsun. Başka türlü bu sinir bozucu, moral kemirici sanal dâvâ adamlarıyla başetmek inanın mümkün değil! Gerçek hayatta hiç yer edinememiş, aşağılık kompleksli bazılarının, kendilerini önemli hissetmelerini sağlayan bu tek kişilik dünyaları, fazla ciddiye almayın. Hatta onları yok sayanlara bile itirazım olmaz!
Mesela; bizim, 55.000 üyesi olan büyük bir sanalağ grubumuz var. "
MEVZUBAHİS VATAN İSE GERİSİ TEFERRUATTIR !" adlı grubumuzdan bizzat tanıştığımız, telefonlaştığımız, özel yazıştıklarımızın sayısını söylesem nasıl bir aldatmacayla muhatap olduğumuzu fark eder, gülümseriz! İnanın ben, her sanal öldürülüşümde, kahkahalar atıyorum.
Hepinize, yaslı Şehit Aileleri'ne, ülkeme, Türk Dünyasına; hayırlı, bereketli, huzûrlu Ramazanlar diliyorum vesselam...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Temmuz 30, 2011

ÂSÂKÎR-İ DİYALOG-U RECEBİYYE...

Biz bu senaryo ve filmi izlemiştik!
1700'lü yılların başlarında III.Selim'in başlattığı batılılaşma hevesiyle Nizâm-ı Cedîd (Yeni Düzen) hayâlinin Osmanlı topraklarından vazgeçemeyen Haçlı'nın diplomatik dayatmalarıyla gayr-ı müslîm tebaaya dinsel tavizlerin verilmesine itiraz eden ordu'yu ıslâh için başlatılan uygulamalar sürmüş; II. Mahmud'un "Âsâkîr-i Mansûre-i Muhammediyye"(Muhammed'in Gâlip Askerleri) adıyla yeni ve Padişah'a bağlı, özel maaşlı kuvvetlerin kurulmasıyla neticelenmişti! Bu Padişah'a bağlı ve siyâsetin tam göbeğindeki silahlı güçlerin, ordudan başka herşey olması yüzünden de koca bir cihan imparatorluğu yok olmuştu!
Günümüzde de; dokunmanın ibadetten sayıldığı, BOP Eş Başkanı Başbakanımız'ın "İleri Demokrasi" hayâlini gerçekleştirecek olan "Âsâkîr-i Diyalog-u Recebiyye" (Recep'in Diyalogcu Askerleri) kuruldu. Hayırlı olsun!
Gözünüz aydın Türkiyeli'ler!
Geçmiş olsun uyuyan Türkler! Geçmiş olsun Muhteşem Türk Atatürk'ü linç ettiren Atatürkçüler-Kemalistler!
Ulusalcılar; "Ordu göreve" diye bağırdıklarında, niye itiraz ettiğimizi, şimdi anladınız mı? "İmam camiye, asker kışlaya" diye niye feryâd ettiğimizi anlatabildik mi şimdi? Kendinizle berâber kazdığınız tuzağa koca Ordu'yu da düşürdünüz farkında mısınız?
Veya size de bu görev mi verilmişti de hangi taşı kaldırsak altından Doğu Derinçek'in, on yılda bir adı değişen adamlarının çıkması, bu yüzden miydi? "Ordu göreve"ymiş! Ordu'nun görevi sınırları korumak değil mi? Ordu'nun görevi; lazım olduğu sürece NATO'nun talimatlarıyla, seçimden seçime muhtıralar, e-muhtıra'larla yıllardır camilerde, cemaat evlerinde "vesâyetten" şikayetlenerek mazlûma yatanların elini kuvvetlendirmek miydi?
Demedik mi; "Size ne siyâsetten? Siz sınırlarımızı muhafaza edin! Allah korusun ölürseniz şehidimiz, kalırsanız gâzimiz olun! Siyaseti; deneme-yanılma yoluyla bize, millete bırakın!" Şimdi söyleyin; kimmiş Ordu düşmanı? Koca şanlı Orduyu, NATO Generalleri sâyesinde ne hâle getirdiniz, gördünüz mü?
Adamlar Pensilvanya'daki Diyalog Vaizi'ne; Siyaset ve basın üzerindeki bu askeri vesâyetin "Hilmi Özkök Genel Kurmay Başkanı oldu zaman." biteceğini, Nazlı Ilıcak'ın o günkü Kocası Emin Şirin ağzından herkese duyurdular! Hazmettirdiler, alıştırdılar! İstenilen durakta inilecek "Demokrasi Tramvayı"na bindiler! İstemediklerini vagonlardan attılar! Karşı koyan Paşa ve yazarları, Atatürk ve Cumhuriyet Kazanımlarına sâdıkları; AB dikteli "Geceyarısı Yasaları" ile cezaevlerine tıktılar ve "Demokrasi Tramvayı" ile istedikleri duraktalar şimdi! Helâl olsun!
Başımıza çuval geçirildi tınmadık! Kozmik Oda'ya girildi; "Demokrasi kazanıyor." dediler! Demokrat NATO Generalleri, silah arkadaşlarının tek tek, ördek misali toplanmalarına seyircilik ettiler! Hatırlatmak için yırtındık! Sesimizi duyuramadık!
Yavuz Selim Demirağ; bir sene önce, AKP'nin Genel Kurmay Başkan vekili'ne dikkat çekti, anlamadık!
Geçmiş olsun uyuyan Türkler! "Uyu uyu yat uyu" fişini alfabemizden çıkartan -Necip Fazıl'ın deyimiyle- Ş/erbakan Hoca, demek ki başka bir dua ile efsûnlamış ki Türk'ten başka herkes uyandı, biz hâlâ uyuyoruz! Yatan öküzün başına da ayaktaki öküz pislermiş! Nizam-ı Cedîd uygulamasında Yeniçeri'den kurtulmak için; yeni ve Padişaha bağlı silahlı kuvvetleri kurulmuştu. Şimdi de Başbakanlığa-İçişleri bakanlığı vasıtasıyla bağlı yeni "Silahlı Polis Kuvveti" kurulduydu zaten! Hayırlı olsun! Ne zaman olur bilmem, sıram bir daha gelinceye kadar ne söyleyebilirsem söyleyip sonra cezaevi mi, toplama kampı mı her neyse alındığım yerde fikir hürriyetimi doyasıya yaşayacağım günleri beklemeğe başladım! Hiç değilse yönümü duvara, yüzümü havaya çevirip istediğime, istediğim üslûpla ve yüksek sesle küfretme hakkımı kullanırım ta ki nefesim kesilinceye kadar vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 29, 2011

HOŞ GELDİ. ... GÜLE GÜLE.

Bu konuda yazmak mı, konuşmak mı, yoksa susmak mı doğrudur? Gazeteci gözüyle bu sorunun cevabını bilmem. Çünkü gazeteci değilim.
Ne olduğumu ve daha önemlisi ne olmadığımı bilen bir Türk Milliyetçisi olarak eyyâmcılar kervânına katılmamak için şahsî dünyama, şahsî görüşümü bildirmek istedim.
Biliriz ki hiç ama hiç kimse vazgeçilmez değildir!
Kendini dünyanın en iyi ve kalifiye elemanı zannedenler, kendinden daha iyisi görülür görülmez vazgeçileceğini bildiğinden; kimin atına binerse onun kılıcını profesyonelce ve insafsızca sallarlar! Yerini koruyabilmek için bu fıtrattaki kişilerin, benzerlerine ve yerine aday gördüklerine karşı merhâmeti asla olmaz. Bu, elemanlığı gönüllü kabullenmiş ve insan nüfusu içinde en ezici çoğunluğu temsil eden grubun, yaşayabilmek için yaşatmamak ekolojik dengesinin gereğidir. Değişmez, değiştirilemez!
Bir şeyi de biliriz ki tabiat ve siyâset boşluğa izin vermez.
İstisnalar vardır mesela göktaşı düşmesi sonucu oluşan ve binlerce yıldır tabiata direnen "meteor çukurları" vardır! O çukurlar, o kocaman boşluklar, binlerce yıl tabiata direnirler.
Tabiat ve siyasetten, kalem dünyasına geçmeğe çalışacağım! Kalem dünyası yani yazarlar, şairler, edipler ve fikir adamları dünyası da boşluğa izin vermez ama dünyada kaç milyar insan varsa o kadar farklı düşünce şekli, o kadar algılama kapasitesi ve o kadar farklı ifade şeklinin varlığı da gerçektir.
Kalemler içinde en dirençlisi gibi görünen kurşun kalemlerin, değişmez kaderleri; kimin elinde keskin bir bıçak veya kalem açacağı varsa onun tarafından bitinceye kadar yontulmaktır! Kurşun kalemler, yontula yontula tükenince, işe yaramayan kısmı atılır ma'lesef! Kalemler içinde, "tükenmez" diye iftira edilen tür, en kısa ömürlü kalemdir genellikle. En uzun ömürlü kalem ise ma'lesef "dolma kalemler"dir! Kimin elindeyse ona göre, ne renk mürekkep koyulursa o renk yazar, yıllara direnen ucu bir de kaliteliyse elden ele, adresten adrese, renkten renge dolaşır durur haspam! Eskidikçe kıymetlenir, kullanıldıkça, eleden ele dolaştıkça pahası artar!
Günümüz kalem dünyası; ressamın, karikatüristin, şairin ve kurşun kalemli ediplerin azlığından olsa gerek "dola kalemler"in işgalindedir! Mevlâna'nın; "Yazı yazılırken eli görmeyen kişi, kalemin oynamasıyla yazılıyor zanneder." müthîş tesbitinden beri ve ondan da evvelinden beri kalem dünyası ve kalem dünyasını izleyenlerin; kalem erbâbına bakışları, kalemlerinin gösterişine göredir ma'lesef!
Fikir binalarının mimarları, mühendisleri, ustaları, kalfaları ve emekçileri hep kalem erbâbındandır. Bunlardan binde bir veya daha az sayıda kişiye "Fikir Binası Köşe Taşı" ünvan ve görevi nasip olur. Fikir binalarında; kimin atına binerse onun kılıcını kuşanan, dolma kalemlere, renksiz eyyâmcılara, değişenlere-gelişenlere hiç rastlanmaz! Onların işi başkadır. Onların işi kimin elindeyse ona göre renk akıtarak, ona göre yöneldiği sathı boyamak, cilâlamaktır. Ama erbâbı bilir ki altın parlasa da, parlamasa da altındır! Erbâbı bilir ki elmas, hamken de, işlenmişken de elmastır. Kuyumun âyârını, kuyumcular ayarlarlar. Kaç âyâr olması gerekiyorsa o kadar bakır ve gümüş ilâve ederler. Bir başka kuyumcu, eline geçen altının, mihenk taşında bir çınlatma ile âyârını söylebilir.
Fikir Dünyası'nda Fikir Binası İnşa'sında en bilinen malzeme taşıyıcısı gazete ve dergilerdir. İçinde yaşadığımız 40 yılda dergicilik nerdeyse yok edildi, gazetecilik te can çekişiyor! Teknolojinin hızına erişilmesi mümnün olmayan sanalağ dünyası, can çekişen gazetelerin nerdeyse gırtlağına çökmüş durumda!
Fikir Binaları'nin içine girememiş olsalar da binaların gölgesinden istifâde eden sakinlerin; sanalağ'a karşı gazetelerine sahip çıkmalarını istemek, beklemek her kurşun kalemin en samimi ve doğal isteğidir. Şu anda ben de bu isteğimi arzetmek için uğraşıyorum!
Dostlar; bir yerden gelen, gitmek üzere hazırlıklıdır. Bilinir ki hiç bir misafir kalıcı değildir. Her misafir de nasibiyle geleceğine göre; bir "Dolma Kalem" Yeniçağ Dünyamıza misafir gelmiş, gelirken nasibiyle ve giderken de nasibiyle gitmiştir.
Umûdum ve dileğim gideceği yeni yere de nasibiyle gitmesi ve sıkıntı çekmemesidir. Çünkü dolma kalem, mürekkep koyulmazsa yazamaz! Biz hâne sahipleri olarak gelene "Hoş geldin." gidene; "Güle, güle" tavrımızla buradayız. Yeniçağ'dayız vesselâm...

Perşembe, Temmuz 28, 2011

BAŞBAKAN'A AÇIK MEKTÛP

Sayın Başbakan;
Size ve partinize oy vermeyi hiç düşünmeyen bir Türk'üm. Bilinen 13 göbek soyumla Cumhuriyet öncesi ve sonrası tebaa ve vatandaş olarak ve "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyerek üzerine düşen millî bütün görevleri bihakkın yapan bir sülâle mensubuyum.
Doğu'nun en doğusundan; Kars - Arpaçay - Taşdere (Sosgert) Köyü'ndenim. Osmanlı'nın çöküşü ve Batı'nın istekleriyle çizilen sınırla sülâlemin yarısından çoğu Azerbaycan'da kalmış. Biz ise 2.000 metre rakımlı Köyümüz'de Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığını onurla, gururla yaşıyoruz!
Sayın Başbakan; Doğduğum, büyüdüğüm, büyüklerimden dinleyerek ve yaşayarak bölgemizin etnik, dinsel ve mezhepsel yapısını çok iyi bilirim. Buradan hareketle ve Ülkemin "araç saydığınız demokrasi" sayesinde kazandığınız "Tek Hâkim" konumunuzu da dikkate alarak -özellikle size- bu mektubu yazmayı, millî bir görev sayıyorum.
Seçimlere çok az kala, İstanbul'la eşzamanlı bir operasyonla İzmir'den alındım. Evimi polis "hücre evi" gibi basmıştı! İtirazım -var da- yok! Asayiş elbette sağlanmalı! Teknik Takip'miş! İki yıldır dinleniyormuşum v.s. Uzatmadan evimden alındım, uçakla polis nezaretinde İstanbul Emniyeti'ne, dört günlük gözetim sonunda da Özel Yetkili Savcı'ya teslîm edildim ve serbest bırakıldım. Arz etmek istediğim bu da değil!
Sayın Başbakan! Size ve partinize muhalif olduğum için teknik takip ve sorgulamaya tabi tutulduğuma inanıyorum! Buna da itirazım -var da- yok! Ama Size ve bütün Kabinenize; "Has...tir!" çekeni, teknik takibe aldırmayışınıza itirazım var! Hadi "açılım" a zarar verirdi! Peki! İmralı'nın adayı olarak seçildikten sonra Gâzi Meclis'e gelmeyen, yetmezmiş gibi "13 x 13 = Ne çok öldük?" hesâbı ile 13 Mehmetçik'in toprağa düştüğü gün, Özerklik ilan edenler neden teknik takipte değildi? "Bana ne?" demeyin! 13 Mehmet'in toprağa düşmesinde ihmali görülen(!) komutanların görevden alındıklarını açıklayan İçişleri Bakanı, size bağlı! Hadi gündem çok yoğundu! "İleri Demokrasi(!)"ye zarar verebilir tedbiriyle "uyku modu"na aldınız varsayalım! İmralı'ya sâdık demokrat(!)lardan biri, size çok yalakalık yapan bir pravdada; Demokratik Özerkliği tekrarla sınır çiziyor; "... Bu, Sivas Koçgiri'ye kadar olan sınırdır aslında. Maraş'ın bir kısmı, Erzincan, Malatya... Elazığ... Tarihsel olarak Erzurum, Van, Ağrı... Batman, Diyarbakır... Aslında Doğu ve Güneydoğu'nun tamamıdır bu." Diyor devam ediyor; " .... Bizim belediye olduğumuz, il genel meclislerinde etkin olduğumuz ... yerlerde, demokratik özerkliği hayata geçirmek, organlarını oluşturmak çok daha rahat bir durum. ... Ben bir milletim. ... Kendi kendimi yönetmek istiyorum. ... Fomülasyonu şu; kendi yerelinde topladığı vergiler, şüphesiz oranın kullanılmasında ve Türkiye'nin diğer bölgeleriyle arasındaki makasın kapanmasında yeterli olmaz. Merkezin orayı desteklemesi gerekir. Yani Ankara'ya vergi vermemesi ama devletten yardım alması lazım." Diyor! Ucuz Dolma Kalem'in; " Diyelim ki, ... devlet 'olmaz öyle şey' dedi. O zaman ne olacak?" sorusuna; " ... 30 yıldır ne oluyorsa o olacak." Diyor ve siz, görmezden duymazdan geliyorsunuz!
Sayın Başbakan! Sizin de ifadenizle; "Bekâra karı boşamak kolay!" Çok iyi bildiğim Kars'tan, Iğdır'dan, Ağrı'dan, Ardahan'dan, Erzurum'dan, Erzincan'dan, Elazığ'dan, Bingöl'den yakînen tanıdığım bildiğim; değil bu çapulcular, on PKK da üzerine koyulsa Türkiye Cumhuriyeti'nden başka güçe baş eğmeyecek çok sayıda aile var, hatırlatırım! Kan, oluk gibi de değil seller gibi akar! O bölgeyi, sadece PKK mı bilir zannediyorsunuz? O dağları karış karış bilen ve istemediklerine dar ve zindan edecek kapasitede insanlar var! Daha önce yapmışlardı. Yine yaparlar!
Sayın Başbakan; Bu sözlerimde ne tahrîk, ne de başka bir gâyem yok! Sadece bin yıllık Kürt komşularımızın muhatap olmasından kortuğum kandan endişem var! Size çok samimiyetle arz edeyim ki; korkulan an geldiğinde Vallâhi, Billâhi, Tallâhi ne güvenlik güçlerimize, ne Askere öldürecek PKK'lı ve bölücü Kürt bırakmazlar! Öldürüp; "Şerrefsizi geberttim!" diye gelip Devlet'in duracak Kürdün sayısı, tahminlerinizin çok üstündedir!
Sayın Başbakan; Sizi, taşınamayacak ağırlıkta tarihî bir vebâle sokmak istiyorlar! Allah aşkına aklı başında, -sisteme değil- Devlet'e-Millet'e sâdık bir kaç müfettişinizi bölgeye, milletin içine salın ve dinletin sonra da siz dinleyin n'oursunuz!
Bu mektubumdan sonra da ne olacaksa olsun! Çünkü kalemimden başka kalemim yok ve herkese neyse bana da o! Saygılarımla arz ederim..
Türk'üm. Türk'çe türkçe yazdım vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 26, 2011

KALEM KONUŞUNCA SİLAH SUSAR!

" Yemîn olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına." (Kalem Sûresi -68/1-)
Allah(c.c.); peşpeşe ebediyyete yolculadığımız kalem sahibi Behiç Kılıç ve Necdet Sevinç'e ve toprak vatanlaşsın, millet yaşasın, devlet pây-dâr olsun diye peş-peşe "Ölümü öldürerek" ölümsüzleşen Şehitlerimize ve cümlenin geçmişine rahmet eylesin.
Elinde kalem olan yazarlar, elinde kitap olan okuyucular ve kanaat önderlerinin nerdeyse tamamına yakını; sonsuzluğa uğurladığımız bu kalem ustalarından bahsederken; "Kalemini kılıç gibi, kurşun gibi, mermi gibi, silah gibi v.s. kullandı" veya "Kalemini hiç satmadı" gibi cümleler kurdular! Sağ olsunlar.
Allah(c.c.), Kur'an-ı Kerim'de, Kalem Suresi'ne; "Nûn! Yemîn olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına." diye kaleme and içerek başlıyor!
Demek ki "Kalem konuşunca silah susar!" sözünün dayanağı bu! Elbette Allah(c.c.)'ın üzerine and içtiği kalem konuştuğunda, silah susacak!
Bunu hatırlayınca; eline kalem nasip olmuş birinin yapacağı en doğru iş, kalemini kalem gibi kullanmak olmalıdır ki Necdet Sevinç kalemini, kalem gibi kullandığı için bir Fikir Devi olarak ölümsüzlüğe terfi etti! Demek ki Behiç Kılıç, kalemini kalem gibi kullandığı için dünya malı denen, ahrete taşınamazla kişiliğini lekelemedi!
Herkesin duygularına, duygu ve sevgilerini ifâde biçimlerine elbette saygılıyım ama Necdet Sevinç gibi bir Fikir Devi'nin kalemini; mermiye, kılıca, silaha benzetmek bana, pek doğru gelmedi!
Allah(c.c.)'ın üzerine and içtiği kalem; herhalde olmuşların, olacakların yazıldığı Levh-i Mahfûz'a yazan kalemdir. Bizim kalemlerimiz hakkında diyebiliriz ki; çocuk elinde kalem, etrafı kirleten bir alettir. Ressamın kalemi başka bir iş görür, şairin kalemi başka, edibin kalemi, muharrîrin kalemi başka işler görür. Yani kalem sahibine göre işler. Bu yüzden deme ki eskiler; kalemşör demez kalem erbâbı derlermiş.
Çok beğenerek, benimseyerek, kiralık adamlara sıfatı olarak kullandığım, "Dolma Kalemler"i de unutmamak gerek! Gerçi günümüzde kalem de, dolma kalem de, daktilo da kalmadı gibi. Hemen herkesin evinde daktilodan miras bir klavye ve bir bilgisayar!
Kalemin hükmü nerdeyse bitmek üzere ve bir kalem tutkunu olan ben, aldığım hediyeler dışında gönlümce kalem bulamayanlardanım! Üretimlerin tamamı, ihtiyaça göre yapıldığı için öğrencilere lazım olanın haricinde özenilerek yapılan kalem kalmadı gibi! Konumuz, kalem veya kalem üretimi değildi tabi...
Karakterleri ile "nevi şahsına münhâsır" yani "kendine has davranışları olan" tarifine hak kazanmış kişilere, mecâzi de olsa haksız ve yakışmaz sıfatlar vermemek lazım!
Ma'lesef; Allah'ı, Dîn'i, Kur'an'ı siyasî malzeme eden; Sünnet diye kemerinde gâvur çeliğinden, gâvur markalı çakı taşıyan ve basılmamış kitap müsveddesine "Patlamaya hazır bomba" diye bakan ve üçüncü kere seçim kazanabilen zihniyetin karşısında yer alanlar da gayr-ı ihtiyâri sevdiklerinin kalemlerine "silah-mermi" sıfatı yakıştırdılar!
Oysa Sevgili Hasan Demir'den okumuştum; kendine silahla kastetmeğe gelen delikanlıya Necdet Sevinç, önündeki daktiloyu fırlatarak cevap veriyor ve daktilosunu silah değil kalkan diye kullanıyordu!
İzninizle ve ukalâlık saymazsanız; gittikçe artan baskı ve tazyiklere, hatta canımıza kast etme tehditlerine karşı elimde tek kalkanım var, kalemim! Gerçi elimi bağlasalar dilimi bağlayamazlar diyorum ama biliyor ve hep söylüyoruz ki; Söz uçucu, yazı kalıcıdır. Uçucu ve inkârı kolay sözü dilimizle, kalıcı ve inkârı mümkün olmayan sözü kalemle yazarız!
Fikirlerini ve karakterlerini tarihe şerh düşerek dünyasını değişen, ölümsüzleşen "Kalıcı Devler" de literatüre ve hafızalara imzalarını kalemleriyle atarlar. Kalemini kalem gibi kullanabilen müstesnâ kişiliklerden Necdet SEVİNÇ'e ve erbâb-ı kaleme bilvesîle tekrar rahmet dileyerek...
"Yazılırken eli görmeyen kişi; yazı, kalemin oynamasıyla yazılıyor zanneder." (Mevlâna)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 25, 2011

HELÂLLEŞME ARZÛM...

Demir çarık giydim, adâlet gezdim!
Dostlar bulamadım, canımı üzdüm.
Azaplıyam âhir kocadım bezdim,
Sanırsın olmuştum, olmamış oldum. (Mikâil Azaplı)
not: adâlet gezdim; adâlet aradım anlamındadır.
Dostlar! Kandaşlarım, Gönüldaşlarım ve Muhteşem Ülküdaşlarım;
Aldığım her ölüm haberi ile tarifsiz hassaslaşırım! "Acaba?" derim, "Acaba helalleşemeden gittiği, telâfi edemeden kırık bıraktığı bir gönül var mıdır? Acaba o helalleşemediği, gönlünü alamadığı kişi veya kişiler de şu anda bizim halimizdeler mi?" diye paniklerim!
Dünyanın en hızlı aracından daha hızlı geçen zaman, hiç bir şeyi ertelemeye müsait değil! Bir an geliyor ki ertelediğinize pişman olma şansını, kaybediyorsunuz! Hoca efendilerin üç kere ısrarlı sorularına, mevcût cemaat "Helal olsun" diyor ama bu endişemi atamıyorum bir türlü!
Şimdi, ertelemeden, hemen özür dilemek, ortadan helalleşmek istiyorum!
Her "Türk'üm" diyenden bir kere, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenden iki kere, "Milliyetçiyim" diyenden üç kere, "Türk Milliyetçisiyim" diyenden dört kere, "Türkçüyüm" diyenden beş kere, "Ümmetçiyim" diyenden altı kere, "Tarikatçiyim" diyenden yedi kere, "Cemaatçiyim" diyenden sekiz kere, "Turancıyım" diyenden dokuz kere ve "Ülkücüyüm" diyenden sonsuz kere özürle helallik dileniyorum!
Sıralamayı özellikle yaptım! Hep; "Sözüm ortaya, kim alınırsa ona kalır." prensibimle, şahıslara çok ender dokunarak yazdım, konuştum. Hal böyle olunca da ortaya sözlerimin şiddeti ve aklımdaki muhataplarımdan hareketle yaptım sıralamayı! Dabakçı misali en kıymetli derimi, taştan taşa çaldım hep!
Kime, kimlere, hangi grup mensûplarına fazla saldırdıysam hep tahrîke çalıştım! Lazım oldukları zaman niye yoklar diye sitemler ettim! Birlikte olmamız gereken zamanlarda; "Neden beni de ikna etmediler ve neden birlikte aynı sözü söylemiyoruz?" diye sitemler ettim, tahrikkâr sözler, cümleler sarf ettim! Allah(c.c.) şâhidimdir ki kastım hep, Allah rızâsı idi. "Küfr'ün karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır." öğretisine sâdık kalmaya çalıştım! Allah korkusuyla dolu yüreğimde başka bir korkuya yer olmadığı için bazen pervâsızlaştım! Can incitmek, can acıtmak ve bu yolla duyarlı zannettiğim kişileri, tahrîke çalıştım!
Milletliğimizi hedef aldılar, milletime saldırdım! "Haçlı Müslümanlar" dediğim işbirlikçi Haçlı yaltakçıları, Dînimizi tahrîbe soyundular; tarikatlere, cemaatlere, din adamlarına, ûlemâya saldırdım! Devletimizi hedef aldılar; Devlet yetkililerine, siyâseten yönetim hakkı kazanmış politikacılara saldırdım! Millî kavramlarımıza, duygularımıza saldırdılar; savunmakla mükellef gördüğüm Partililere, Teşkilat yetkililerine saldırdım!
Saldıracak kimse bulamadığım zamanlarda da; "Kendime firâr ederek" hür aklıma, vicdânıma saldırdım!
Saldırdıklarım içinde sadece benden ve millî hasım ilan ettiklerimden özür dilemiyor, helalleşmiyorum! Çünkü benim, benimle olan, nefsimle olan kavgam ve Türk'ü, Atatürk'ü, Türkeş'i, Türkiye'yi, Müslüman Türk Dünyasını sevmeyenlerle davam, öbür dünyada da sürecek!
Dostlar; yazdıklarıma, söylediklerime yapılan tenkîtlerden memnûnum çünkü bilerek fincancı katırlarını ürkütmeyi iş edindim kendime! Ne kadar tenkît varsa ve saldırırlarsa katırlarını ürküttüğümü hissederek o kadar keyif aldım!
Amma iltifatlar, bana çok ağır geliyor! Gönlünüzden kopan o muhteşem iltifatlarınızın altında inim inim inliyorum! Zaten yıllardır kendime, kendimi yaşamayı yasaklamışım; bu iltifatlarla bu yasak tahammül edilmez bir hâl alıyor! Siz kandaşlarıma, gönüldaşlarım ve Ülküdaşlarıma öyle teslîmim ki anlatabilmem mümkün değil!
Hani; "Kuva-y-ı Seyyâreyim! Disipline gelmem! Allah'tan gayrısına tâbi' olmam." derim ya! "Bu karara hür aklım ve vicdânımla vardım." derim ya! Vallahi öyleyim Dostlar! Allah'tan ve sizden gayrı utanacağım merci yok! Allah'ıma tevbe ederek sığınma kapım hep açık biliyorum. O'na karşı şımarıklığım belki de bu yüzden amma sizden özür dilemekte, sizinle helalleşmeye geç kalmaktan, ödüm kopuyor!
Aklım başımdayken, elim-ayağım tutuyorken -varsa- hepinize, her kese hakkımı milyonlarca kere helâl ediyorum. N'olur siz de bir kere helâl edin sağken duymamı sağlayarak...
"SANIRSIN OLMUŞTUM, OLMAMIŞ OLDUM!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Temmuz 24, 2011

ZOR, BİZİM İŞİMİZ!...

Çocukluktan yeni çıktığımız günlerde, bir davûdi erkek sesle tanıştık. Bu sesi duyan gençlerin tamamı, "Bozkurtların Ölümü"nü elden ele okumuş, her biri Kürşat'la Çin Sarayı'nı basmaya hazır Genç Türklerdi. Her birimiz Tanrı Dağı kadar Türk'tük! Her birimiz Hıra Dağı kadar Müslüman!...
"Ben Türk Milletini; Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet ve hîle ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine, Allah'tan mahrûm bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren
bir iktisadi yapıya çağırmıyorum. Ben sizi; Türklük gurûr ve şuûruna, İslâm ahlâk ve fazîletine, yoksullukla savaşa, adâlette yarışa, birliğe-kardeşliğe, kısacası Hak Yolu - Hakikat Yolu, Allah Yoluna Çağırıyorum." Diyordu Genç Türkleri cezbeden ses... Zora davet ediyordu! Çileye davet ediyordu! Çileyle, zor mücâdelelerle nefsimizi yenmeğe çağırıyordu!
Bizi adamdan sayan yoktu, çocuktuk! Oyumuz yoktu, 18 yaşın altındaydık! Analarımıza yalvardık önce ve çoğunluğu Bozkurtların Anaları'nın ilk oyları olmak kaydıyla önce bir, sonra üç, sonra 16 kişi olarak Milliyetçi Hareket'i Gâzi Meclis'e taşıdık.
Emperyalizmi ürküttük, işbirlikçileri korkuttuk! Karaoğlan Ecevit, Meclis'te; "Faşizm geliyor! Görmüyor musunuz?" diye korkusunu dillendirdi ve "Bizim çocuklar"ın "Netekim Paşa"sına Okyanus Ötesi Senaryosu'nun "Birinci 12 Eylül" sahnesi oynattırıldı!
İdam sehpalarında; "Ölümü öldürerek dirilenler"imiz oldu! Yatanlarımız, işkence görenlerimiz, ikbâlleri-istikbâlleri çalınanlarımız, kaçanlarımız oldu! Küçücük bedenleriyle devleşenlerimiz, dev cüsseleriyle cüceleşenlerimiz oldu! Yatanlarımız yatarken, işkencedekiler destanlaşarak direnirken, kaçanlarımız kaçarken devam ettik mücâdelemize... Zaman geçti!
Başta Başbuğ ve Dâvâ Arkadaşları serbestleştiler! Dökülenler oldu! Korkanlar, bıkanlar, yenilenler oldu! Gidenler gitti, kalanlarla kaldığımız yerden bir daha başaltıldı Kutlu Sefer...
1994 Ekim'inde MHP Kongresi öncesi Başbuğ, Ülkü Ocaklılara; "Derler ki ülkücülük yağlı iştir! Çek senet işi yaparlar kârlı iştir! Kim böyle bir şey yapıyorsa onun Allah belâsını versin! İçinizde böyle bir düşüncesi olan varsa onun da Allah belâsını versin!" dedikten sonra Kongre salonu'na geçilmişti. Zor devam ediyordu. Zorlarla mücâdele devam ediyordu!
"Gerilir zorlu bir yay, oku fırlatmak için!" Dizesinden mülhem; Başbuğ Türkeş'in yayından fırlayan ok saymıştık kendimizi! Hedefi; O, gezlemiş, gözlemiş ve fırlatmıştı. Mükâfatımız sadece Allah rızası, ödülümüz çileydi.
Bütün fedakâr duygularımızla "köprü" olduk sessizce gelen de giden de geçsin diye! Bin kişi terk ederken gelen bir kişiye köprülüğün hazzını yaşadık sessizce!
Ergenekon'da eritilen Demir dağ'ı hiç unutmadık! Önümüze çekilen demir duvarları eritmek için Türk Közüne üfleyen ciğer olduk, rüzgâr olduk, körük olduk sessiz sedasız.
"O bize benzeyen; ne yer, ne de yedirir adına it derler." kurt tarifinden hareketle karın tokluğuna itliktense hür, aç kurtluğa tâlip olduk. Bu zor ve çileli süreçte öğrendik ki:
*Her müslüman ülkücü değildir ama her ülkücü mütedeyyin müslümandır.
*Her milliyetçi ülkücü değildir ama her ülkücü milliyetçidir.
*Her vatansever ülkücü değildir ama her ülkücü uğrunda ölecek kadar vatanseverdir.
*Her cumhuriyetçi ülkücü değildir ama her ülkücü; "Hakimiyet kayıtsız şartsız Türk Milletinindir." inancıyla cumhuriyetçidir.
*Her Atatürkçü ülkücü değildir ama her ülkücü Atatürk'le ülküdaşlığın hazzını yaşayan gerçek Atatürk gençliğidir.
*Her takvâ sahibi mü'mîn ülkücü değildir ama takvâsına Allah'ı şâhit eden her ülkücü takvâlı mü'mîndir.
*Her namuslu ülkücü değildir ama her ülkücü namusludur.
*Her kabadayı ülkücü değildir ama her ülkücü imanının gereği kanının hükmü ve Allah korkusunun verdiği korkusuzlukla kabadayıdır. Özetle; her insan-ı kâmil ülkücüdür, her ülkücü, insan-ı kâmil adayıdır. Hace Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektâş-ı Veli, Hallac-ı Mansûr, Seyyit Nesîmi, Fuzûli, Mevlâna, Atatürk, Türkeş, birer ülkücüdür ve her ülkücü bu velîliklere heveslidir! Tarz, tavır budur, hedef bellidir; Allah'ın izniyle netîce de bellidir vesselâm...
"YOLCU YOLUYLA YOL YOLCUSUYLA GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Temmuz 23, 2011

BİR DEV DAHA NÖBET DEVR'ETTİ...

"Dünya hayatının şu su örneği gibi olduğunu onlara anlat: O suyu gökten indirdik. Yerin bitkisi onunla karıştı. Derken o bitki, rüzgârların savurup döllediği parçacıklara dönüştü. Allah her şey üzerinde Muktedir'dir, gücü her şeye yeter." (Kehf-45-)
Güne, şaşmaz gerçek bir ölümle başladım! Ölümle güne nasıl mı başlanır? Görüldüğü gibi! Yarı ölüm adlı uykudan uyanır, günün haberini telefondan alır, haberin verdiği enerjiyle, sinerjiyle kaldığın yerden devam etmek üzere başlarsın ömür törpüleme mesaine!
Günün haberi; "Necdet Sevinç hayata vedâ etti!" Haberin gerisi teferruattı! "İnna lillâhi ve inna ileyhi raciûn." Her ölüm gibi, bu da erken! Allah rahmet eylesin. Sevdiklerine komşu eylesin Necdet'imizi, yazarını kurşunlatan Türk Kalemimiz'i...
Tarihin ve hayatın en zor inşaatı, Fikir Binası'dır! Zor kurulur! Yavaş ilerler! Başladımı bitmeden durmaz! Ne tamamlandığını gören ilk ustası olur, ne de bu inşaatın nelere mal olduğunun muhasebesini yapan!...
Sözlüklere: "Maddî ve manevî açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı" olarak geçen milliyetçiliğin bir fikir-ide olmadığını iddia ederiz hep! Mensûp olduğu milleti sevmek; bir insanın babasını, amcasını, kardeşini, amcaoğlunu, sülâlesini sevmesi kadar doğal ve içgüdüsel bir davranıştır. Türk baba-anadan doğan bir Türk'ün Türk milletini sevmesi de içgüdüseldir.
Toplumların; kişisel yarış-çekişme-çatışmalar neticesi oluşan yazısız kural ve kuramlarla yaşayan insanlardan meydana geldiği, bilinir. Sirklerin, panayır yerlerinin, miting alanlarının bir kuralı-kuramı vardır. Değişik karakter, değişik kültür ve dilden-dinden insanların ilgilerini çeken bir yerde bir araya gelerek oluşturdukları her kalabalığın; uygulanan, kontrol edeni görülmeyen bir kuralı-nizâmı vardır.
Fikirlerin de ilgilisinin haricinde görülmeyen bir binası, devam eden bir inşaatı ve görülmeyen denetleyicileri vardır. Bütün fikir binalarının temeli, milliyetçilikle atılır.
Her milletin, milletperverleri eliyle, sonradan fark edilmek üzere "milletinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutan" bir davranışla başladıkları veya başlamış fikir inşaatına güçleri kadar katkıları görülür. Onlarca yıllara, sayısız ömürlere bedel bu inşaat bittiğinde adı siyonizm, pan-Türkizm, pan-İslâmizm olur; kapitalizm, sosyalizm, komünizm, faşizm, liberalizm olur. v.s.
Tarihin her dönemi; güçsüz ve fikir inşâ'sı başlatamamış cılız milletlerin, güçlü ve fikir inşâ'sı olan milletlerden korkularıyla doludur. Fikir inşaatı malzemeleri, köşe taşları güçlü olan milletlerin, tarihe iz bırakan medeniyetler kurdukları da bir gerçektir.
Tarihin 10.000 yıllık kayıtlarında var olan Türk Milleti'nin milliyetçiliği; diğer cılız, ürkek, fikir binası malzemeleri yerli olmayan, köşe taşları millî olmayan derme-çatma fikir binalı milletleri korkutmuştur, korkutur!
Değişen, gelişen dünyada Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği de değişip gelişerek 10.000 yıllık hayatına, yeni bin yıllara içgüdüsüyle devam etmektedir. Sınırları fetihlerle çizili son Türk imparatorluğu Osmanlı'nın son iki yüz yılı ve Cumhuriyetle yaşayageldiğimiz son yüz yılı ile toplam üçyüz yıldır Türk Milliyetçiliği fikir inşâ'sı da aksamadan devam etmektedir.
Jön Türklerle, Şinasi, Namık Kemal, İsmail Bey Gaspıralı, Yusuf Akçura, Mehmet Âkif, Mehmet Emin Yurdakul'larla sağlamlaştırılmış temele; köşe taşları yerleştirmeye devam eden Türk Milliyetçiliği; Ziya Gökalp, Atatürk, Mehmet İzzet, Sadri Maksûdi Arsal, Zeki Velîdi Togan, Ömer Seyfettin, Sultan Galiyev, Nihal Atsız, Fuat Köprülü, Arif Nihat Asya, Niyazi Yıldırım, Mustafa Necati Sepetçioğlu'lar gibi her biri dopdolu birer ömür olan fikir devlerini köşe taşı ederek inşâ'sına devam ediyor!
Bir köşe taşı daha yerine oturdu Necdet Sevinç tamgasıyla... Bu köşe taşı, rengini Sevinç'in saçlarından alan gümüşî parlaklığı ile nesillerce bakılır bakılmaz görülecek, hissedilecektir.
Ölmek kolay Dostlar! Ölümden sonra yaşamak zor! Öldükten sonra öldürülmek için saldırılara muhatap olmak, her fikir savaşçısına nasip olmaz! Bugünden sonra "Türk Milliyetçisiyim." diyen her "Köşe taşı adayı" Türk'e düşen görev, olası saldırılara karşı bu muhteşem Fikir İnşâ'sını korumak, zayıf yeri varsa sessiz-sedasız orayı tahkîme soyunmaktır.
Her doğan mutlaka ölecektir ama Türk Milleti yaşasın diye ömürlerini fikir inşâ'sına hasretmiş Köşe Taşları ve takipçileri fikir işçileri var olduğu sürece Türk Milleti yaşayacaktır vesselam...
"VE... KAHRAMANLAR CAN VERİR/ YURDU YAŞATMAK İÇİN..."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 22, 2011

GERİSİ TEFERRUATMIŞ!...

Yıllardır, "Hür akıl" deriz. Aklı hür olmayanın vicdânının olamayacağını bağırır dururuz! Ya ifade eksikliğinden ya da karşıdakinin algılama kapasitesi yüzünden anlaşmazlıklar yaşarız!...
Zamanı hızlandıran teknoloji sayesinde galiba olmazlar olmak üzere! Bizden önceki ve bizim kuşak; okuduğumuz kitaplara ve yazarlarına bağımlı olarak geliştiğini zannettiğimiz düşünce kapasitemizle dar bir çerçeve içinde "diş hediği" misâli kaynatılmışız ma'lesef!
Desteklediğimiz partinin, yakın zannettiğimiz için katıldığımız Sivil Toplum Kuruluşu'nun ya emrine girmiş, ya da muhalefetimiz yüzünden "hain" ilan edilerek birbirimize işkenceyle ömür törpülemişiz!
Adına "demokrasi" denilen bir "ithâl ucûbe uygulama"yla; gönüllü katıldığımız siyasi kuruluş veya derneğin veya teşkilatın güya seçerek işbaşına getirdiğimiz "demokrat sultanları"nın, güç yetmez "yasal diktatörlükleri"nin işkencesine muhatap olmuşuz! Dört yanımız; "eski-eskimiş-eskiden şucu-bucu hain"lerle dolu!...
Yaşanan son "12 Haziran Seçimleri"nde iki kişiden birinin oyunu alarak üçüncü kere iktidar olan AKP'li hiç bir Bakan ve millet vekili, toplum içine çıkamaz haldeler!
Türk Milletinin; dağdaki çobandan, sahildeki avâma; evdeki okur-yazardan, villalarında toplumdan kopuk entele kadar ezici çoğunluğun canını yakan son 13 Şehidimiz'de bu yabancılaşmayı, iki kişiden birinin oyunu almayı başaran AKP'lilerin toplumdan tecrît edilişlerini çok net olarak gözlemledik!
Bu toplumsal tepkinin sonu, belki de çok iyi! Her halde olması gereken bu! Kararsızım!
Ömrünü bir siyasi parti mensûbu olarak yaşayanlar var! Son yıllarda mensûbu olmakla hep iftihâr eden, kimliğinden önce telâffuz edilen fikrî adına, ülkücülüğüne rağmen mensûbu olduğu teşkilatlara giremeyenler var! Girmek istese, "ithal demokrasi ucûbesi" sayesinde dokunulmaz ve güç yetmez edilen kudret tarafından kabul edilmiyorlar!
Mesela; hiç bir beklentim olmaksızın, Okyanus Ötesi'nin yandaş basın vasıtasıyla duyurduğu "MHP'siz Meclis" senaryosuna kafa tutarak safımı belli edip MHP'ye katkı olsun diye -bana göre çok önemli- iki kanaat önderini ve onlarla birlikte 2500-3000 kişiyi MHP'ye katmak düşüncesi ile MHP Genel Başkanı'na iki buçuk ay telefonla bile ulaşmamın engellendiğini söylediğimde, meseleyi şahsîleştirdiğim ve ulaşırsam sanki bir ödül beklediğim zannedilerek "tutsak akıllı" taraftarlarca suçlandım!
Oysa meseleye bakış açısından öyle kolay bir yol var ki! Meselâ kalemimi kiralayacak kadar alçaldıktan sonra, AKP gibi "demokrasiyi araç kullanan" BOP Eş Başkanlığı'nı da taşıyan, İşbirlikçi bir kudret(!) varken, Meclis'te varlıkları veya yoklukları belli bile olmayan MHP'ye kiralanmam, ne kadar kurnazca olur ki? Kurnazcayı bilerek seçtim çünkü hiç bir hür akıl, böyle ucuz düşünemez!
Allah'tan imdada teknoloji yetişti! İnternette "Sosyal Paylaşım Ağı" denilen sanal dünyada; toplumca bilinmeyi başarmış Öğretim Görevlisi Sevgi KAFALI'nın Onursal Başkanlığı'nda "MEZUBAHİS VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR" diye bir sanal grup oluştu. Üye sayısı 50.000 kişiyi aşkın ve gittikçe de artıyor...
Azerbaycanlı bir kandaşımızın; "13 x 13 = Ne çok?" tarifi ile Türk Düyasının da yüreğini yakan son 13 Şehidimiz'le buluşmak, "ŞEHİDİMİZLE HELALLEŞMEK" için gruptan yaptığımız bir çağrı ile Türkiye genelinde yüz binlerce, İzmir'de de binlerce aklı hür Duyarlı Türk meydana indik! Şehitlerimizle, gönlümüzce helalleştik!
Güvenlik Güçlerimizle; "Yasaların elinizi kolunuzu bağladığını gören Türk Milleti olarak sizin de güvenliğinizi sağlamak için Türk Milleti olarak mes'eleye el koyduk." diyerek kaynaştık! Hür akıllı Türk Gençliği ile hür akıllı İzmir Ülkücü İşçileri ile hür akıllı Türk Analarla, hür vicdanlı Türk Milleti olarak meydanlardaydık. Tatsızlık olmadı! Taşkınlık ve provokasyonlara izin vermedik! Türk Milleti vakârıyla dünyaya Türkçe seslendik!
İnternet sayesinde "Hür Akıllı Çılgın Türkler"in varlığını hisseden "Demokrasi denilen ithal araç" vasıtasıyla kendilerini dokunulmaz zanneden herkes, bir daha düşünmek zorundalar! Artık kimseyi "yok farzetmek" lüksüne sahip değiller! "Yok farzedenler yok sayılacaklar" vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 21, 2011

KAN ARANIYOR!...

Tıpla ilgilenen, kan gereken hastası olan herkes, "kan grubu"nu duymuştur. Ne olduğunu bilmez ama aranan kanın, hastanın kan grubundan olmasının şart olduğunu bilir.
Allah(c.c.) hayırlı, sağlıklı ömürler versin, bir büyüğümüzden bahsedeceğim. Haberi olursa dualarına talip olacağım. Biri Erzurum'un münfesîh MHP İl Başkanları'ndan Nurettin Taşçı olmak kaydıyla tamamı ülkücü altı oğul ve sayısını bilmediğim torun sahibi, Emekli Müftü Hacı Cemâlettin Taşçı Amcam'ın kulaklarını çınlatacağım ellerinden öperek.
Hacı Cemâlettin Taşçı'nın, hastanede yattığını duyarak ziyârete gitmiştim. MHP İktidar ortağı, Sağlık Bakanı MHP'li, Nurettin Taşçı MHP İl Başkanı ve hastamıza ihtirâmın tarifi ma'lûm...
Hacı Cemalettin Amcamıza kan lazımmış. Kolay bulunan bir grup ama bulunamıyordu! Merak ettik, sebep Hacı Cemalettin Amcamızmış! Buluna kanın sahibini soruyormuş. Falan denilince; "Olmaz! O sahtekârdır!" Bir başkası için; "Olmaz o yalancıdır! O'nun kanını da kabul etmem!" itirazlarıyla işi zorlaştırıyormuş!
Benim kan grubumda tutuyordu ve kan vermeğe hazırlandım. Tabi kimden kan alınacağı, Hacı Cemalettin Amca'ya soruldu; "O'nun ki olur! O bozkurttur." diye fakîre iltifatla kanımı kabul etmişti. Yâni Hacı Cemâlettin Amcam ile tıbbın zoruyla "kan kardeşi" olmuş, Hacı Nurettin Abime, emsalim Necmettin Başkan'a, kanla tescilli amca olmuştum...
Bunu anlatmaktaki kastım; öncelikle bir büyüğümüzün kulaklarını çınlatıp yüzünü güldürmek, dualarını istemek ve kanın hükmüne ısrarla işâret eden bir Emekli Müftü Büyüğümüz'ün, ısrarlı mesajına dikkat çekmek!...
Yaşı itibariyle tecrübesinin, mesleği ve göz önündeki uygulama ve vaazları ile müktesebatının, emekli olduğu kurumdan hareketle dînî bilgisinin sorgulanması zor olan bir büyüğümüz; tedâvi amaçlı kendine verilecek kanın sahibinin karakterini sorguluyordu! Bize bir öğüt veriyordu! O öğüdünü vermişti vermesine de biz ne kadar almış, öğüde ne kadar uymuştuk?
Bilinir ki "devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı" olarak tarif edilen siyâsette takip edilen yöntemlere de politika deniliyor. Yani siyâsetin kanı, politika... İthâl bir siyâsete millî politika; millî bir siyâsete ithâl-yabancı politikalar ma'lesef uymuyor! Kan uyuşmazlığı gibi, ciddi bir kargaşa çıkıyor ortaya!
Yaklaşık elli yıldır -hatta daha fazla- ya ithâl siyâsete millî politika, ya da millî siyâsete ithâl politikalarla Türk Milletinin genetik yapısı hedef alındı! Milletliğimiz hedefe oturtuldu!
1923'lerde Muhteşem Türk Atatürk'e rağmen İsmet İnönü'ye müşavir olarak görevlendirilen Mısır Hahamı Haim Nahum'un Haçlı'ya öğrettiği; "Türkleri savaşla yıkamazsınız. Yumuşak lokmalara ayırmalısınız. Bunun için; a) Türk insanını aç bırakmalı, b) İşsiz bırakmalı, c) Fert fert borca esir edip batırmalı, d) Dininden uzaklaştırmalısınız. Bu dört işi başardığınızda bunları yutarsınız." formülle karşı karşıyayız ve ma'lesef elli yıldır -hatta daha fazla- bu formülün uygulamasıyla muhatap olan Türk Milletindeki çözülme emârelerini görerek feryâd ediyoruz!
Bir İngilizin Müslüman-Türk gibi yaşaması nasıl beklenemezse; bir Müslüman-Türk'ün de bir İngiliz, bir Fransız, bir İtalyan v.s. gibi yaşaması beklenemez! Beklenmemeli, istenmemeli!
Giremeyeceğimiz, bizi kabul etmeyecekleri artık apaçık görülen ve bilinen "AB Hayali" ile milletin genetik yapısıyla oynanmasına, daha fazla seyircilik etmememiz lâzım!
Millî siyasetimize milli politikalarla kan vererek yaralarımızı tamire, kendimize gelir gelmez de yeniden Millî Türk Teamülü olan "Milletçilik" siyâsetini hayata geçirmemiz gerek! Yeniden, "Halkları bir araya getirerek milletleştirip 'Ne mutlu Türk'üm diyene' Türkçe formülünü hayata geçirmemiz artık farz...
Bu işi, mevcût siyâsi partilerle başarabilmek zor gibi! Millet evlâdı, millî kanaat önderlerinin yani Türk Münevverler'in sür'atle bir araya gelmeleri; duruş birliği, söylem birliği, hareket birliği göstermeleri birinci şart...
Hep berâber, aynı Türk közüne üflersek yeniden demir dağı eritir, Ergenekon'dan yeniden çıkarız. ÖZLEMİMİZ; TÜRK'ÜN NEFESİNE, TÜRK'ÜN SESİNEDİR vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 19, 2011

TÜRK'ÜM, TEKTİM, TEKİM

Dün de böyleydi, bugün böyle, yarın da böyle olacak! Sınırlar, sınır ötesinden korunur!
Daha dün Boşnaklar topluca katledilirken, olay yerine giden TBMM Başkanı'na tercümanlık eden bir Boşnak kız; "Bizim burada İstanbul'u korumak için öldüğümüzün farkında değil misiniz?" diye müthîş bir soru sormuş, aslında sormamış duruş sergilemişti! N'oldu? Unuttular!...

TÜRK'ÜM, TEKTİM, TEKİM

Tanrı Türk'ü fert yaratmış, zâlimlere dert yaratmış
Mazlûma kol-kanat etmiş, merhâmetli mert yaratmış
Yerle gök yetmemiş diye yönleri de dört yaratmış!
Başlıya baş, dizliye diz eğdiren tek âdil erkim,
Yaratılır iken Türk'tüm, kıyâmete kadar tekim...

Sönmemişse en son ocak, demek ki Türk var doğacak
Türk Analar ağlamışsa her doğan hesap soracak
"Haçlı Müslüman" denilen ötekileşen n'olacak?
Seyyâr mahkeme kurulsa ayağa gitse de hâkim,
Devleti kurarken tektim, hesap sorarken de tekim...

Sağımda çakal uludu, solumda itler ürüdü
Hür doğduğum hür Vatanı kara bulutlar bürüdü
Şehît olanlar dirildi, diriler sağken çürüdü!
Önüm, arkam, sağım, solum düşman doldu, bense tekim,
Ergenekon eder yine çıkarım burdan netekim...

Güzel adamların binip gittiği güzel atlarca
Temelim sağlam atılmış sevgi kınlı pusatlarca
Cahilim kandırılırken takîyyeci fesatlarca
Namaz için mola versem, seccâdemde atabekim,
Turan'dır hedefim benim, Kutlu Sefer'imde tekim...

Gerdim öfkeyle yayımı, ok yerine sevgi attım
Haçlı'dan kaçan hahamı acıyıp içime kattım
Yabancı benleşti bende, benimkinden uzaklaştım!
Asırlarca bu ülkede sevgim oldu zorda hâkim,
Türk ilinde Türk töremle dün de tektim, yine tekim...

Türkçem ile dirilerek Türk öfkemle gerilerek
Birlik için meydanlarda ölüme koştum gülerek
Kaç kez ölümü öldürdüm vatan uğrunda ölerek?
Ben tarihi yapan erkim, teslîm olacak ötekim,
Savaşla barış sağlarım, ölsem de kalsam da tekim...

Haç'ı ben icat etmedim, Yahudi gerdi çarmıha
Kinden kaçan Yahudiye bağrımda ben verdim saha
Birbirinin kanı ile her yer ıslak iken daha
Haham ile papaz ile birlik olan müslüman kim,
Haçlı'ya karşı da tektim, hepsine karşı da tekim...

Yoksul baş eğmiş bay olmuş, nankörlerse terk eylemiş
Yaratan Türk'e erk demiş mayamı da berk eylemiş
Sayısız kavim yaratıp bizi ise Türk eylemiş.
Allahım'a sığınıncaHaçlı kimmiş, hahamda kim
Mazluma destekken tektim, zalimle cenkte de tekim... 20 Aralık 2009/ İzmir
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 18, 2011

UNUTMAYACAK, UNUTTURMAYACAĞIM...

Gündem oluşturma yetenek ve yetkimizi elimizden aldıkları için ne dostlara verdiğimiz sözü tutabiliyor, ne de söz verebiliyoruz! Söz verip tutamazsak irtifa kaybediyoruz, yeri ve zamanı geldiğinde gereğini yaparız sözünü verebilmek için kendimize zaman ayıramıyoruz!
Öylesine çaldılar zamânımızı, ânımızı, dünümüzü ve korkarım geleceğimizi! Hafızamızla da alay ediyorlar ve alay edilmesine zemin hazırlıyorlar!
"13 x 13 = Ne çok!" hesâbıyla şehâdete koşan son şehitlerimizi bir daha rahmet, minnet, hürmet ve onurla yâd ederek izninizle 30 Mayıs 2011 gününü hatırlamanızı rica edeceğim!
Ne mi oldu o gün?
O günle bugün arasında o kadar çok ve okadar büyük işler oldu ki hatırlamakta elbette zorlanırız! Hatırlatayım çünkü; "Unutursam, Unutturursam..." diye iddiada bulunmuştum. Unutmayacağım, unutturmayacağım!
30 Mayıs Sabahı, İstanbul ve İzmir'de eşzamanlı bir operasyonla, bir örgüt çökertilmişti! MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Diyarbakır Mitingini sabote etmek üzere kurulduğu iddia edilen provakatör bir örgüt!
Niye alındıklarını, neyle suçlanacaklarını, kimlerle karşılaşacaklarını bilmeyen 17 kişi! Bu 17 kişinin 17'si de Ülkücü! Bu 17 kişinin 17'si de Okyanus Ötesi'nin "MHP'siz Meclis" planının farkında ve bu planı bozmak için gayret üstü çaba harcayan gönüllüler!...
Ben de o örgütten sayılanlardan ve gözaltına alınanlardandım! Diğer 16 kişiden üçünü tanıyordum. İkisi dostlarımdı. Birisi ile yaklaşık iki senedir telefonla görüşüyorduk ama hiç yüz yüze gelmemiştik. Yusuf Ziya Arpacık ve Erdem Karakoç'u yıllardır tanırdım ama 7-8 yıldır görüşmemiştik, buluştuk! Murat Alperen'le ilk defa birbirimizi görmek nasip oldu! Hadi ben İzmir'de ikâmet ettiğim için diğer 16 kişiyi tanımıyor olayım da istanbul'da ikamet eden 16 kişi de ilk defa birbiriyle bu kadar yakınlaşıyordu! Hele biri vardı ki sadece Yusuf Ziya Arpacık'la bir resim çektirebilme hevesi ile örgütten sayılmıştı! Üzülse mi, sevinse mi bilemiyordu! Biri nikâh hazırlığındaydı damatlıklarıyla, birinin çocuğu olmak üzereydi!...
Polis sorgusunda neyle itham edileceğimizi öğrendiğimizde herkesi elektrik çarpmıştı! Ömürlerini Ülkücü ve MHP'li yaşayan insanlar; MHP Mitinginde Bahçeli'ye yönelik provokatif bir eylem yaparak MHP oylarını artmasını düşünmüşmüşüz! Midemiz bulandı! İftirânın böylesinden iğrendik!
İstanbul Emniyetindeki dört günde; yemek-çay-sigara molalarında polislerden Devlet Bahçeli'nin; "Onlar arkadaşlarımdır. Kıllarına zarar gelirse gökkubbeyi başınıza yıkarım!" dediğini duyduğumuzda arkadaşların hali, görülmeğe değerdi! Gençler özellikle Murat Alperen; "Genel Başkan beni arkadaşlığı ile onurlandırdı artık on sene de yatsam of demem!" diye bir gururlanıyorlardı ki anlatılamaz!
Sonra; niye yapıldığını kimsenin anlayamadığı bu uygulama savsadı! İlk sorguda dört kişi Savcılıktan bırakıldık. Sonra bir kısım arkadaşın tevkife itirazda bırakıldığını basından izledik, Erdem Karakoç-Murat Alperen ve iki arkadaşımız ise 50 gündür tutuklular!
Devlet Bahçeli'nin; "Arkadaşlarımızdır." diye sahiplendiği 17 kişiden dördü, 50 gündür "Tutukluluğa mahkûm"lar!... Unutayım mı, unutturayım mı?...
Henüz telefonlarım iade edilmediği için kimseye ulaşamıyor haber de alamıyorum! İstanbul'dan, sanal-ağ'dan Erdem Karakoç, Murat Alperen ve arkadaşların, cezaevinde unutulduklarından sitemler, şikâyetler var!
Duyduğum kadarıyla Özel Yetkili Mahkemelerde, tutukluluğa itiraz hakkı sonsuzmuş. Bu arkadaşların hukûken işlerini, gönüllü takip eden Ülkücü Avukatların varlığını, iftihârla görmüştüm ama MHP Genel Başkanı veya O'nun adına MHP Genel Merkezi'nden ilgilenen var mı diye çok merak eden var.
"Hoca! Gene kişiselleştirdin!" denileceğinden endişelenmesem, hâlâ bana "Geçmiş olsun!" diyenin ve "Neler oldu?" diye merak edenin çıkmadığını demek istiyorum ama endişeliyim!...
Erdem Karakoç, Murat Alperen ve diğer arkadaşların tamamına, geç kalmış ta olsam "Geçmiş olsun." diyorum vesselâm...
UNUTAN UNUTULURSA UNUTAN MI, UNUTULAN MI KABAHATLİDİR?
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Temmuz 16, 2011

DURMAK YOK! TEVHÎD İÇİN ÖLMEĞE DEVÂM!...

Muhalefete muhalefet edince, adımız "huysuz"a çıkıyormuş! Dostlardan uyaranlar oldu sağ olsunlar! Huysuzum evet!
Huysuzluğuma sonuna kadar, nefesim kesilene kadar devam edeceğim! Canımın yandığını inleyerek belli edersem, üç-beş kuduruk Haçlı itinin gönlünü hoş etmem mi? 13 Şehidim var diye; "Öldüm, bittim, eridim, kül oldum ammaaan!" diye inlersem, Millet yaşasın diye toprağı kanlarıyla sulayıp Vatanlaşan Şühedâmın emeğini inkâr etmiş olmam mı?
Muhalefete muhalefetin adı huysuzluksa, evet huysuzum!
Azerbaycan'dan bir kandaş yürek; "13 esger x 13 insan x 13 çocuk x 13 ana x 13 ata x 13 gardaş x 13 sevgili x 13 dost x 13 dayı x 13 xala x 13 emi x 13 bibi x 13 bacı x 13 gonşu= Ne çox öldük!..." şeklinde müthîş bir hesapla katılmış yürek yangınımıza!
Muhalefete muhalefetin adı huysuzluksa, evet huysuzum! Huysuzluk edeceğim çünkü; "13 x 13 = Ne çok !?" hayret sorusunu hisseden bir Yiğit Milletin mensûbuyum!
Canı yanan bazılarımızın, millete sitemlerine itiraz edeceğim! Can yangısıyla söylenmiş sayacağım bu kızgınlık sözlerini ve söylenmemiş sayacağım!
Hemşeriliği, komşuluğu, akrabalığı, hısımlığı, emmioğulluğunu, bibioğulluğunu, dayıoğulluğunu, halaoğulluğunu, hısımlığı, akrabalığı, kardaşlığı, yoldaşlığı unutmuş görünenlere kızgınlıkla sarfettiğimiz sözlerle 13 Şehidimizi tarifte eksik bıraktığımızın farkında olmak zorundayız!
Yine Türk Dünyası'ndan, Odlar Yurdu Azerbaycan'ndan bir Kandaşımız; "Ölülerimiz, dirilerimizden fazla utanıyorlar!" diye bir yorum yapmıştı. Ben de; "Dönebilseler utançlarından bir daha ölürler!" demişim can yangımla...
Bazı kandaşlarımız da 13 Şehidimizi Kurtuluş Savaşımızın şehitleriyle mukayese etmeye gerek duymadan, duyarsız zannettiği milletimize sitem ederken haksızlık yapıyor!
Muhteşem Türk Atatürk,
"Türk Milleti cesûrdur, Türk Milleti asîldir." diye kendisini muhteşemleştiren bir muhteşem nesilden bahsetmişti, çok doğruydu ama o nesilden kimse yok! Artık biz varız!
Şimdi bizi muhteşemleştirmek için ihtişâmla can veren Yiğitlerimizi muhteşemleştirebildiğimiz kadar milletleşecek ya da Allah korusun utançtan başımızı kaldıramayacağız!
Dünyaya rağmen, müttefik(!) diye dayatılan Haçlı ABD'ye rağmen, Haçlı AB'ye rağmen, dünya siyonizmi ve İsrail'e rağmen, içimizdeki 'Haçlı Müslümanlar'a rağmen, BOP Eş Başkanlığı ile ve "Türkiyeliyim" diye övünen bir Başbaka'na rağmen, 13 Şehidimizden sonra kendi sesinden; "Biz Türkiyeyiz!" diye nara atan en milliyetçi genel başkana rağmen, başımız dik olsun!
Bayrak inmesin, Ezan dinmesin diye "13 x 13 = Ne çok" kere Şühedâ Kervânına koşan Yiğitlerimizin hatırına; onların yakınlarının hatırına, ata-analarının, emmi-dayılarının, hala-teyzelerinin, sevgililerinin-eşlerinin, çocuklarının-yeğenlerinin,​ hısımlarının-akrabalarının​, mahallelilerinin-komşuları​nın hatırına, "13 x13= Ne çok" Şühedânın hatırına; "NE BÜYÜKSÜN TÜRK MİLLETİ, KANIN KURTARIYOR TEVHÎDİ" diye övünme hakkımız var!
Ve "13 x 13 = Ne çok" kere Şehitleşen Yiğitlerin peşinden "ölümü öldürerek ölümsüzleşmeğe" gönüllü olduğumuzu haykırarak Millete, Milliyetçiliğe, Milletçiliğe kan ve can olmak, bizim görevimiz!
Asla unutmayacağız ki; Biz varsak millet var, millet varsa biz varız! "Bir ölüp bin dirilen" milletin ahfâdı olarak 13 kere şehît olup 13. 000 kere dirileceğimizin işâretini vermek, meydanlardan gök-kubbeyi alçakların başına yıkmak, gök-kubbede çınlatacağımız; "YAŞASIN TÜRK MİLLETİ! YAŞASIN TÜRK DEVLETİ! VATAN SAĞ OLSUN!" naralarımızla, şühedâmızın ruhunu yüceltmek zorundayız!
Yarın, Pazar günü saat 14.00'te İzmir'de, Konak Saat Kulesinde olacağım! Bütün duyarlı Türk İzmir Efelerini, orada hissedeceğim! Ya da gelen gelmeyen herkese Türkçe vakûr Türklüğümle, "13 x 13 = Ne çok!" sayılı Şühedâmla övüncümü göstermek için Konak'ta olacağım!
Gelenlerle övünecek, gelmeyenlere küsmeğe tenezzül bile etmeyeceğim vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, şühedâya dua, dua, dua...

Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 15, 2011

DUÂ VE BED-DUÂLAR...

Küfretmeyi düşünmek bile suç ama dâ ve bedduânın yasalara göre suçu yokmuş! Ben de duâ ve bedduâ hakkımı kullanacağım! İsteyen her bedduâmın yerine istediği sözü montajlayarak seslice okuyabilir!
21.yy. Maltası Silivri, ağzına kadar general ve Paşa dolu!
Tamamını; Mevcut Hükümeti yıkmayı düşünmekle suçlayan; "İleri Demokrasi"nin verdiği demokratik haklarla teknik dinleme ve teknik röntgencilikle suç unsuru delilleri 3 yıldan fazladır oluşturamayan, âdil demokratik mahkemeler tutuklamış!
Hele bir -general değil- Paşa var ki; Atatürk ve Cumhuriyet Kazanımlarına sadâkatinden dolayı; saati bildirilmiş ve başlatılmış resmi bir programa geç kalan Başbakan geldiğinde ayağa kalkmadığı için Tutukluluğa Mahkûm!
21.yy. Maltası, ağzına kadar gazeteciyle, yayınlanmamış kitap yazarıyla dolu!
Tamamı; Mevcût Hükümet'i demokratik olmayan yollarla yıkmayı düşünmek ve düşüncelerini delil olmasın diye yazmamak ama telefonla konuşmak suçuyla; arkadaşla- eş-dostlarıyla hükümet aleyhinde sözlerinin teknik takipe takılması suçlamasıyla "Tutukluluğa mahkûm"lar!
Yani "İleri Demokrasi" denilen bu Allah'ın belâsı şey, nasıl bir şeyse; hükümeti değiştirmeyi düşünmek suç! Ama elde silah, saldırarak 13 Mehmetçiği birden şehit ederek, sokak ortasında ve günortasında Devletin-Milletin güvenliği ile görevli askerleri katlederek, Başkent Ankara'da 75 metre kablo döşeyip askeri servisin geçişinde patlatarak, İmralı'da ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkûmluğa rağmen Devleti temsîlen Hükümeti tehdît ederek; sokakları polise dar ederek, molotofla panzerlerde diri diri yakmaya çalışarak, genç kızları otobüste yakarak, dersaneleri-park bahçeleri bombalayarak, istediğini zorla yaptırmak, "İleri Demokrasi"nin tanıdığı hak ve serbest!
Hür Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "diktatör"lükle suçlanan Kurucusu'nun, kendine her yetkiyi alma şansı varken yönetimi millete devretmesinden faydalanan "İleri Demokrat" ların, Vekil seçilip Diyarbakır'da, Devlete isyân etmeleri, "Özerklik" ilan etmeleri, serbest!
Sizin de, İleri Demokrasinizin de, Açılımınızın da Allah müstehâkını versin!
13 Kınalı Kuzu'nun şehâdet haberi duyulmasına rağmen, televizyon yayın akışını bozmadan saz çalıp türkü söyleyen CEM tv yöneticileri ve benzeri kalpleri kaşarlaşmış demokratlar, Allah belânızı versin!
Sayıları bilinmeyen, yandaşlık-yağcılık ve İleri Demokrasicilikte yarışan, bu yüzden de Diyarbakır'da ilan edilen "Özerkliği" atlayarak üzerini örtmeye, unutturmaya çalışan televizyoncular, Allah hepinizin lâyıkını versin!
Üç Büyük İstanbul Kulübü'nün yapmış olduğu söylenen "Şike" haberleri ile; Diyarbakır'daki isyânı, 13 Kınalı Kuzu'nun katlini karambole getirerek örtmeye çalışan haberciler, gazeteciler, İleri Demokrasiciler; Türk'üm diyemeyen "Türkiyeli" topçuların topu, Allah top'unuzun lâyıkını versin!
Vatan'ın bölünmesine, sistemin "İleri Demokrat Teröristler"ce çökertilmesine, Cumhuriyet'in açıkça sorgulanmasına; Atatürk'ün, dinci-işbirlikçi-diyalogcu-dindışı Allah ile aldatanlar tarafından linç edilerek 73 sene sonra yeniden öldürülmesine seyirci olan; silahlı-silahsız, milliyetçi-ümmetçi, sağcı-solcu, eski devrimci-eski ülkücü sıfatıyla "BOP Eş Başkanı"na oy vererek "İleri Demokrasi"ciliklerini ispatlayan yalakalar Allah ....
Hâlâ yapılanları "istikrarı bozmak için" diye yorumlayan Devlet-Millet-Vatan-Bayrak hainleri Dolma kalemler; Allah, top'unuzun belâsını versin!
Böyle ABD ve AB adlı Haçlı Müttefiklerimizin işgâlindeki bir ülkede, evde oturmayı hürriyet zanneden kafaları teslim esirlerden olmaktansa; cezaevlerinde bedeni prangalı beyni hür tutukluluğa mahkûmlardan olmak tercîhimdir-hevesimdir!
Sokak ortasında güpegündüz katledilen Mehmetçiğimden, güpegündüz yolu kesilerek dağa kaldırılan askerimden, karısı balkonda çamaşır asarken katledilen güvenlikçimden, 13'ü birden katledilen özel yetiştirilmiş Mehmetçiğimden ve bütün bunları seyreden İleri Demokrasi'cilerden utanıyorum, tiksiniyoruuum! Allah müstehâklarını versin!
Allah kahretsin! Kahroluyoruuuum!
Selâm, şühedama dua, dua, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 14, 2011

VATAN SAĞ OLSUN! BAŞIM SAĞ OLSUN!...

Önce 13 Türk Fidanı'nın ailelerinin, sonra benim, sonra bizim gibi düşünenlerin başımız sağ olsun!
"İleri Demokrasi" zırvalarına, "açılım"adlı ihânete, "Demokrasi amaç değil araçtır. Gereken durakta inilir." diyerek "Tek Millet, Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Bayrak ve Tek Dil" şeklinde tarif edilerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni 36 etnik parçaya bölmek istediğini saklamayan; Müslüman tarifiyle "BOP Eş Başkanı" olmakla övünen siyasete üçüncü kere oy veren iki kişiden birinin değil, diğer oy vermeyen iki kişiden birinin yani bizim başımız sağ olsun!
On yıldır; kan içici vampirleri kansızlıkla besleyen açılımcıların, bölücülerin, halklara özgürlükçülerin istedikleri gün, bugündü! gelecekti geldi!
13 Kahraman Millet Evlâdı'nın Vatan bölünmesin, Millet bölünmesin, Ezan dinmesin, Bayrak inmesin diye toprağa düştüğü anda, Diyarbakır'da özerklik ilan ediliyor! Bu iş, bu kadar kolay, bu kadar ucuz muydu?
Hala görmüyor musunuz, sadece Mehmetçiklerimiz düşmüyor, sadece şehitlerimizin evlerine şivan düşmüyor, sadece devletin aslî unsuru Türk Milletinin canı yanmıyor! Vatan bölünüyor! Millet parçalanıyor! Kanlar pahasına, canlar pahasına vatanlaştırılmış "Evimizin Evi" parçalanıyor!
İş başa düştü belli Türk Milleti! Artık iş bizim!
Milletliğimizi muhafaza edemezsek; Hükümet oldukları için, iki kişiden birinin oylarını almış oldukları için kendilerini her şeyi yapmaya, Haçlı dikteleriyle istenen sipariş yasaları çıkararak devlete baş kaldıranlara taviz vermeğe, İmralı canisi ile acze düşüp pazarlık etmeye hak sahibi zanneden gayr-ı millî düşünceli adamlara kendimizi hissettiremezsek, Devletimizi muhafaza edemeyiz!
Millet kalamazsak, milletliğimizi koruyamazsak Devletimizi koruyamayız!
Devletimiz olmazsa huzûr olmaz! Devletimiz olmazsa asayiş olmaz! Devlet olmazsa ve gücünü gerektiği şekilde göstermezse eşkiyayı durduramayız! Bütün bunları başaramazsak ne bugün toprağa düşen 13 Mehmetçiğe, ne de her karışı için binlerce kere toprağa karışan Şüheda'ya rahmet okumaya bile hakkımız olmaz bizim!
Biz; evimizde sıcaktan-soğuktan şikâyet ederek rahat yaşayalım diye ıssız dağ başlarında toprağa düşen 13 Fidan'ın bizim rahatımız için can verdiklerini anlayamıyorsak; soluduğumuz hava haram! İçtiğimiz her yudum haram! Yediğimiz her lokma ekmek haramdır haram! Farkında değil misiniz?
Kucaktan kucağa dolaşarak gece alemlerinin günah çukurlarından sanatçı makamına terfi ettirilen, kargalığa-kılavuzluğa niyetli; açılımcı, ileri demokrasici, halklara özgürlükçü BOP Eş Başkanı'na yol arkadaşlığı edenlerin, gördüğümüz yerde yüzlerine tüküremezsek, Diyarbakır Dağlarında bizim için can veren Mehmetçikler, onlara ağlayan anaların feryatları-ahları rüyalarımıza girmez mi?
Perşembenin gelişi, çarşambadan belli deği miydi?
Üç kişinin iki dudağından onaylanan kişileri, seçim sandığı diye iftira edilen "Gayr-ı Resmî Noterlik"lerde tasdik ederek demokratik olduk mu zannettiniz? Bu demokrasi diye iftire edilen uygulamanın, sandığın aynıları Irak'ta da yok mu? İran'da da, Suriye'de de, Libya'da da aynı sandıklar kurulmuyor mu?
Daha dün 12 Haziran'da üç kişinin bir de İmralı canisinin iki dudağından onaylanarak sandıkta bize tasdik ettirilen 550 kişinin içinden, kaç tane Kamer genç çıkar? 550 kişinin içinde kaç tane İsa Gök var? Millet Vekili olarak seçilmiş insanın, milletten başka dinleyeceği, emir alacağı yer ve şahıs olabilir mi?
İş başa düştü 13 kere daha ciğeri yanan Türk Milleti!
İş başa düştü, AKP'ye oy vermeyen ve zâlim güçe boyun eğmeğen iki kişiden biri; bir günde 13 Çocuğu birden toprağa vermekten daha ağır bir bedel var mı ki korkalım, geri duralım?
Kalk artık! Allah aşkına davran artık!
Eğer bugün de kalkmazsak, tek teşkilatımız Devletimize baş kaldıranların başlarını ezmezsek, başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürmezsek yeniden gözlerimizi oymazlar mı?
Allah aşkına yeter artık kalk ayağa Türk Milleti!...
Hadi artık Devletine, bayrağına, vatanına ve gencecik fidanlarına sahip çık artık!
Bu zavallı görünümlü, bu % 6 bile olmayan azınlığa teslîm olan aymaz % 94 sen olamazsın!
Allah kahretsin! Kahroluyorum!
Selâm, dua, dua, dua...
Mustafa ASLAN

TÜRKİYE'Yİ DİNLİYORUM!...

Türkiye'yi dinliyorum gözlerim kapalı!
Önce Kalpaklı, şahin bakışlı dik bir Yiğit tırmanıyor Kocatepe'ye...
Sonra kaçışanlar görüyorum ellerinde Haçlı bayraklarla!
Kocatepe'ye tırmanan şahin bakışlının, inişini izliyorum, sevgiyle...
Sonra,
Kaçarken yerde bırakılan bir düşman bayrağını kaldırışını...
Şahin bakışlı, Kalpaklı, bakışlarını göğe kaldırdıkça
Bakışları takip ederek yükselmekten zevk alan Al Bayrağı izliyorum!
İzliyorum, izliyorum, izliyorum...
Korkuyorum gözlerimi açıp uyanmaktan!

Kapatıyorum gözlerimi, Türkiye'yi dinliyorum:
İki Kınalı Kuzu, başbaşa yatıyorlar vatan toprağında sahipsiz!
Ne el atan, ne ambülans, ne doktor, ne polis...
Olmaz! Olamaz! Bu bir rüya, bir karabasandır, kıçım açık kalmıştır diyorum!
Gözlerimi iyice kapatıyorum
Türkiye'yi dinliyorum!
Hiç ses çıkarmadan; "Nerde Devletim? Nerde Komutanlarım? Silah arkadaşlarım nerde?" diye bağıran,
Eşkiyanın yolunu keserek dağa kaldırdığı Mehmetçikleri duyuyorum!
Gözlerimi açmadan, bu sessiz haykırışa cevap verecek yere dönüyorum;
Genel Kurmay Başkanı korumasında, siperde çömelen bir Başbakan!...
"İyi şeyler olacak." vaadinde bulunan Kalpaklı, Şahin Bakışlı'nın halefini görüyorum!
Karabasan değilse ne bu?
Gözlerimi kendim kapatmadım mı Türkiye'yi dinlemek için?
"İleri Demokrasi" de zirve yapan,
"Büyüme rekorları" kıran,
"İstikrar"ı ile dünyayı kıskandıran,
Üç kere kazandığı için "Kırkpınar Altın Kemeri"ni alan,
"Dünya Lideri Müslüman Başbakan" yönetimindeki Türkiye değil mi dinlediğim?
Silivri adlı 21.yy. Maltası'nda yer yok!
Genel Kurmay'da General yok, nerdeyse tamamı,
21.yy. Maltası'nda satranç-dama yasak olduğu için Dokuz taş oynuyorlar!
Mehmetçik gün ortasında, sokak ortasında katlediliyor sahipsiz!...
Mehmetçik, yolu kesilerek dağa kaldırılıyor sahipsiz!...
Başkent'te 75 metre kablo döşeniyor sahipsiz!...
Sınırlardan giren çıkanın sayısı bellisiz, sahipsiz!...
Ve ben, Büyüyen Türkiye'yi dinliyorum gözlerim kapalı!
PKK kahpeleri; "Amed-Lice karayolu üzerinde gerçekleştirilen kimlik kontrolü esnasında kontra birlik üyesi bir astsubay, bir uzman çavuş ile bir sağlık görevlisi tutuklanmıştır." açıklaması yapıyorlar basına! Devlet olmuşlar kimsenin haberi yok!
İçişleri Bakanı; "Ümitvârım!" açıklaması yapıyor! Sınırlar yol geçen hanı!
Türk Milleti'nin kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, asla "Türk'üm" demeyen, "Her türlü milliyetçiliğe de, Türk milliyetçiliğine de karşıyım!" diyen, BOP Eş Başkanlığı ile iftihâr eden Müslüman bir Başbakanı var!
İki askeri için Gürcistan'da 2000 kişiyi yok eden Rusya'yı kıskanıyorum!
Tanklarla Basra Cezaevini yıkarak iki askerini kurtaran İngiltereyi kıskanıyorum! Başına çuval geçirilen dünyanın sayılı ordularından olan askerimin yerine utanıyorum!
Dinlemekten vazgeçerek gözlerimi fal taşı gibi açarak Türkiye'yi izliyorum...
Ve gördüklerimden iğrenerek kapatmıyorum gözlerimi bir daha!
Ve kulaklarımı kapatıyorum, ağız dolusu küfürleri duymamak için!
Kara Kalpaklım'ı, Şahin Bakışlım'ı, Gök Gözlüm'ü özlemekten bile utanıyorum!
Seyrediyorum! Seyrediyorsun! Seyrediyor!
Seyrediyorlar! Seyrediyorlar! Seyrediyorlar!
Allah kahretsin! Kahr'oluyorum vesselâm!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Temmuz 13, 2011

MİLLET VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

Günlük, kısa, fıkralarıma alışkın okuyucu Dostlarımdan özürle bugün, aylardır söylemeğe niyetlenip bir türlü söylemeğe fırsat buladığım bir konuda fikrimi, detaylıca anlatmaya çalıştım. Kastım birinci olarak, Milliyetsiz milliyetçilerin cirit oynadığı ülkem ve fikir dünyamda, canımızı sıkanların canlarını sıkmaktır!

Kısaca ve çok özetle, mensup olduğu milleti sevmek ve milletini her alanda gelişip geliştirerek yükseltmek, rahat ettirmek ülküsü şeklinde tarif edilebilecek milliyetçiliğe karşı çıkanlar var. Son zamanlarda Türk Milliyetçiliğine karşı elli yıl önceki gibi amansız bir saldırı var!

Bu konuyu önemsemek, gereken tedbiri almak, her Türk’ün olduğu gibi Türk Milliyetçilerinin birinci ve aslî görevleridir.

Tahrîk edenle, tahrîk edilene yer değiştirmek istiyorlar!

Vatan bölünmesin, ezan dinmesin, bayrak inmesin, millet bütünlüğü zarar görmesin ve devlet sürsün diye bedel olarak verdiğimiz Şehit Mehmetçiklerin cenaze törenlerindeki cemaat kalabalığından korkan gayr-ı millî siyasiler, bu gönüllü sessiz kalabalığı siyaseten istismar ederek o kalabalığa ve o cemaat üzerinden muhalefet partilerine iftira ediyorlar!
Şehide görevini yapmak için toplanan kalabalığı ve o kalabalık üzerinden muhalefeti suçlayarak Hükümete ha-bire tehdit eden siyasallaşmış PKK'lılar ise küresel güç destekli şımarıklıklarına, tahriklerine devam ediyorlar!
Terörist leşlerini PKK paçavrasına sararak millî vergilerden maaş alan, milletvekili yeminine ihanet eden nankörlerin ve belediye başkanlarının katıldığı resmi(!) törenler yapıyorlar!

Emniyet güçleri; mesai ve silah arkadaşlarını, eşlerini, çocuklarını katledenlere yapılan törenleri, içleri kan ağlayarak izlemek zorunda bırakılıyorlar!
Küresel sermayenin Türkiye ayağını temsilen sermayedar bir Hanfendi, ateşkesin sağlanması için ilk adımı atmayı PKK'dan rica edebiliyor!
Yetmedi!

Yetmeyecek!

Her gün, yeni bir PKK saldırısı, yeni bir PKK kalleşliği ile muhatabız ve "Bölgede Küresel gücüz!" diye övünen, Genel Kurmay Başkanı korumasında çok geniş kapsamlı bir operasyon sonrasında siperde çömelen, diklenmeden dik duran BOP Eş Başkanı Başbakanımıza rağmen; güpegündüz sokak ortasında askerimiz infaz edilebiliyor, güpegündüz yol kesip kimlik kontrolü yapan PKK askerlerimizi dağa kaldırabiliyor, Başkent sokaklarında güpegündüz 75 metre kablo döşeyerek askerimize karşı bomba düzeneği kurabiliyor, sınırlarımız içinde iki üç ayrı yerde ikişerli-üçerli teröristlerle kocaman bir ordu uğraştırılıyor! Anadolu’nun göbeğinde Başbakanlık Korumaları’nın yolu kesilip şehit edilebiliyor!
Bölücülüğün her türlüsünün demokratik insan haklarından sayıldığı ülkemizde, Türk'ü, Atatürk'ü sevmeyi, Türk milliyetçiliği yapmayı, yalan-yanlış fetvalarla yasaklamaya çalışıyorlar!
Dinciler tarafından dinle desteklenen Arap şovenizmi, Ermeni-Kürt ırkçılığı, misyoner faaliyetler, gencecik delikanlıları İsrail'in ağzına yem olarak atmalar demokratik insan haklarından! Ama Türk'ü, Atatürk'ü, Türkiye'yi sevmek, -ne hikmetse- hükümeti yasal olmayan yollardan devirmek için çetecilik diye tarif ediliyor! Feryatlar arşa çıkıyor!
Fıtraten Türk Milliyetçisi, fikren Türk Milletçisi bir Müslüman olarak Kur'anı, becerebildiğim kadarıyla dikkatle taradım ve milliyetçiliği yasaklayan bir buyruk aradım, bulamadım, yok!

Tespit edebildiğim, insanlığın farklı milletler olarak yaratıldığına işaret eden ayetleri paylaşacağım izninizle. Bu işi asıl yapmaları gereken ulemadan da asla özür dilemeyeceğim!

Meselâ:
"...Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır dedik." (Bakara-36)
"Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden üstün kılan o'dur." (En'âm-165)
"Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır buyurdu." (A'raf-24)
"Dedi ki: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan (cennetten) inin! Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz." (Tâ Hâ-123)
"O'nun en büyük delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için dersler vardır." (Rûm-22)
"Biz yalnız Nuh'un soyunu kalıcı kıldık." (Sâffât-77)
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık." (Hucûrat-13)
"Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı." (Hûd-118)
Milliyetçiliği, dini delillerle haram kılmaya çalışan dincilere, “Allah katında makbul olan takvadır.” iddiası ile milliyetçiliğe karşı çıkanlara; takvanın şahidi mi var? Kim, kimin takvasını ölçebilir? Bu yetkiyi Hz. Peygamber(s.a.v.)’e bile vermeyen Allah(c.c.); "(Resulüm) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir." (Kasas-56) uyarısını yaparak takvada kimsenin şahitliğine ve müdahalesine izni olmadığını bildirir!
Kuran’da; yakın akrabaya, komşuya, çevreye, ülkeye karşı sorumluluk yükleyen bir dînin, milletini sevmeyi yasaklaması mümkün müdür?
Şahsen, Miraç’ta Cebrail’in Peygamber(s.a.v.)’imize söylediği “Allah'ın Süvarileri” sıfatlı, İslâmın gönüllü sancaktarı Milletimi sevmeğe, milletimi dünya nizâmına müdâhil olabilecek güce getirebilmek için mücâdeleye devâm edeceğim ve bu mücâdelemde de Görklü Tanrı’mdan, Çalabım’dan yardım dileyeceğim.

Aklımızı aldılar!

Bir yandan siperde, Genel Kurmay Başkanı’nın korumasındayken çömeliyor, bir yandan "Küresel gücüz!" diye böbürleniyoruz!

İki gün önce, çömeldiğimiz tepede baskın yemiş, dokuz şehit vermiş ve çok geniş kapsamlı bir operasyon başlatmıştık!
"Küresel güç"lüğümüzün kapsamlı operasyon alanı, bir tüfek menzili kadar yok mu?
Taşeron terör örgütü; sınırda, karakollarımızda, sınırlarımız içinde, askerimizin-polisimizin evlerinde, şehirlerde, her yerde kahpece saldırıyor, her yerde öldürüyor ve bir türlü hak ettiği karşılığı görmüyor! Çünkü küresel güç dayatmalarıyla onların insan hakları var, onlar demokratik hak peşindeler ve biz, her yerde öldürülen "küresel güç"üz!
Bu kadar anarşiye-asayişsizliğe, bu kadar işsizliğe-aşsızlığa, bu kadar demokratik açılım-saçılıma rağmen hâlâ "Küresel gücüz!" diyebilen; İsrail'e "One minute!", ABD ve AB'ye Birleşmiş Milletlerde "Hayır!" diyebilen; One mimute'den sonra, "Tavrım modoratöreydi!"; BM'deki hayırdan sonra, "ABD ile vizyon ortaklığımız var!" diyecek kadar da "Diklenmeden dik duran" demokrasi araçlı, diplomat bir Başbakanımız var!
Üstüne bir de AKP Vuvuzelalarının dayanılmaz gürültüsü!...
Bir kısım vuvuzela; "İsrail'e karşı Başbakan'ı sahipsiz bırakmayıııız!" derken bir diğer kısım vuvuzela Abant'ta, bir sürü “Dinci Holding Personeli”yle milliyetçilik aleyhinde fetvalar veriyor!

Abant Platformu'nda verilen dindışı fetvalardan birinde; "Bir dindar asla devleti kutsallaştıramaz! Asla milliyetçilik yapamaz." mış! Bu vuvuzelaların etkisinde kalan bilgi fukaraları da dindarlık zannederek; "Ne mutlu insanım!" şeklindeki Haçlı üretimi bid'at bir sloganla dîn tahripkârlığı, Türk düşmanlığı yapıyorlar!
Neyle, ne zaman uğraşacağını, mücadelede öncelik sıralamasını bana göre doğru yapamayan Türk Milliyetçileri de 'kader torbası'na elini uzatarak neyi yakalarsa onunla uğraşıyor!

Bu gün becerebildiğimce, "Dinde Milliyetçilik"i sorgulamaya çalışıyoruz!
Yûnus; "Ete kemiğe büründüm/ Yûnus diye göründüm." diye nokta koymadan önce; "Sen kendini bilmezsin/ Bu nice okumaktır?" sorusunu sormuştu. Sorunun muhatabı bin yıldır değişmedi!

Yûnus döneminin kulaktan dolma sözlerle ahkâm kesenleri ile günümüz dinci ukalâları maalesef aynı! "Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden üstün kılan o'dur." (En'âm-165) Ayetini görüp insan farklılığını anlamamak mümkün mü?
"Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı." (Hûd-118) ayetinin bir hikmeti yok mudur?
Yusuf Has Hâcib; "İnsan nâdir değil, insanlık nâdirdir." diyor. "Ben, ilmin şehriyim Ali, kapısıdır." iltifâtlı Hz. Ali (r.a.)'nin; "Aslını inkâr eden haramzadedir." hükmüne itirazın İslamlı alâkası olabilir mi?
"Ne mutlu insanım!" diyenlere, insanlığın az bulunmasının da Allah(c.c.)'ın hikmetlerinden oluşunu hatırlatıp Firâvun, Ebu Cehîl, Yezîd, Hind, Vahşî, Ebu Süfyân, kendilerini tanrı ilan eden Roma imparatorları, Haçlı askerler-komutanlar, Kazıklı Voyvoda, Hasan Sabbah, dışkısını çare diye zavallılara yediren şeyhler, ensest ilişkileri entellik sayanlar, Irak'ı işgâl eden ve bir milyon müslüman katlinden sonra yüz binlerce müslüman kadın-kıza tecavüz eden, Abdullah Gül'ün dua ettiği, R.T.Erdoğan'ın alkışladığı ABD'nin demokrat askerleri, kırk bin kişinin katili, bebek kurşunlayan, dağa çıkarttığı gencecik kızlardan hârem kuran Apo çukuru da insandır, insandandır ve "Ne mutlu insanım" diyenlerdendir demeyelim mi?
Elbette kötüden, yanlıştan örnek olmaz! "Ne mutlu insanım." diye güya hümanizm yapanlar, maalesef bu insanlık yüz karalarına benzeterek kendilerine, insanlıklarına hakaret ediyorlar!
Bizim benzemeğe uğraştıklarımız ise insanlığın yüz aklarıdır. Öncelikle iki cihan serveri, Allah'ın tek "Habîb"i, güzel ahlâkı tamamlamakla görevli Hz. Peygamber(s.a.v.)'imiz, Hulefâ-i Râşidîn, Hace Ahmet Yesevî, Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Hacı Bayram ve tamamı Allah(c.c.)'ın rızasına ermiş Müslüman ve Müslüman Türk Ulularıdır.
Elbette herkes fıtratına uyanı yapacak ve hesabını da Ulu Yaratan'a verecektir.

Normalinde yaratılışı gereği kurttan korkan it, ayıplanmaz. Bir de hayvancılık yapanlar tarafından çok sevilen kurtçul itler vardır! Bu itler, kurttan korkmaz saldırırlar! Bir kaçının bir arada kurdu alt ettikleri de olur ve bu itlere özel bakılır!
Hayvanlar âleminden gereken dersi almak ferâset gereğidir! Kurttan korunmak için bazı it cinslerini karıştırıp kurttan korkmayan it türleri elde edilebilir ve bu kırmalara özel davranılırken münevverler, milletler tarihine bakarak düşünürler!
Tarihte güç yetirilememiş milletlerle başa çıkabilmek için çâreler ararlar. Bir bakarız ki ortaya "Haçlı" denilen birliktelikler çıkar! Ayrı milletlerden, ayrı dillerden, aynı dinin ayrı mezheplerinden olan milletler, ordularını birleştirir ve Müslüman-Türk’ü yok etmek için saldırırlar!

Allah rızası kazanmak, Müslümanlığı korumak için tek bir Millet, defalarca bu Haçlı Birliği'ne karşı çıkar! Her seferinde bu derme-çatma Haçlı Birliği'ni târ ü mâr eder! Her seferinde geldikleri gibi gitmelerine rağmen, gelip perişan olmalarına rağmen Türk'ten korkan ama saldırmakta ısrarcı bu Türkçüllere de Haçlı dünyâsı aşırı ihtirâm gösterir!
Haçlı Birliği kurarak Türk'e saldırmak ‘Türkçülüğü’nü dindarlık sayan Haçlıları anlayabilirim ama her gelişlerinde perişan olmalarına, târ ü mâr olmalarına rağmen yeni bir Haçlı Seferi'ne hazırlanmak için kaçarak geri çekilen Haçlıya yağ çeken, kapı köpekliğine hevesli zağarları anlayamam!

"İt korktuğu yere ürür!" gerçeğinden hareketle gelip geçene ürümekten başka bir şey beceremez, susmamacasına ürümeleriyle de ortalığı velveleye verir, ürümesini beceremedikleri için de yürümelerine kurt çağırırlar bunlar!
Bütün kazancı maddî düşünüp maddî hesapladıkları ve kim fazla para verirse onun yanında yalakalaşmayı akıllılık ve mahâret sayan; dışarıdan destekli siyâsi oluşumlarda, yenilmez güç vehmeden ve av köpeği misali hep tüfeklinin yanında duran bu adamların, soyları-nesepleri gibi fikrî renkleri de belli değildir!

Hangi patron, ne renk mürekkep doldurursa o renk yazarlar! Bu ara, yeşil rengi seven patronlar fazla galiba! Haznelerine yeşil mürekkep doldurulmuş ama daha önceki kırmızı mürekkep kalıntısı yıkanmadığı-yıkanamadığı için ne renk olduğu belli olmayan çürük bir renkle yazıyorlar!
Renkleri belli değil, dinleri belli değil, dilleri belli değil, üçer-beşer yıllık dönemlerle değişip geliştikleri için fikirleri de belli değil!
Daha dün; "Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de şereflidir." diyenler bugün, "Bu özgüven yoksunu dar milliyetçilik 'Küçük Türkiye milliyetçiliği' bilinçsiz öfkeleri, dar düşünceleri ve hesapsız eylemleri ile Sevres'le sınırlı daracık bir Türkiye'nin duvarlarını yükseltiyorlar." diyerek bir yerlere, birilerine şirinlik taklaları atıyorlar!
Türkçeyi çok iyi kullanan Kürtçü(!)lerden bahsediyorlar! Adam Kürtçü olarak ülkenin gelişmesine müthîş katkı sağlıyormuş ama dili Türkçeymiş! Bir başkaları; "Bağımsızlık karakterimdir." düşünceli bir Türk Lider'in kurduğu Türk Devleti'nin, "Ya istiklâl, ya ölüm!" sloganını gerçekleştirmiş Türk Milleti'ne rağmen Devlet yönetimini ayrıştırmaya, Vatan'ı parçalamaya çalışıyorlarken Türkçeyi iyi kullanıyorlarmış!
Adamlar Türkçe düşünüp, Türkçe hayal kurup, Türkçe konuşup, Türkçe yazıyor ve çok faydalı bir Kürtçülük yapıyorlarmış! Bu iddiayı hiç utanmadan yapan, tüfeklinin yanında durmayı mahâret sayan yaratığın adının önünde Profesör diye de bir kariyer unvanı var! Ayrıca ve çok önemli bir gerçek te; Kürtçe denilen hiçbir şive ve ağızda Kürt kelimesi yok! Kürt kelimesi ve adı sadece Türkçede var olan bir sıfat ve bunu söyleyen Türkçe konuşan hiçbir Kürtçü yok!
Toprağın bol olsun Sakallı Celâl! "Bu kadar cehalet, ancak tahsîl ile mümkündür." diye öfkelendiğinde, senin de yakınlarında kurtçul değil ama tüfekli avcının yanında duran, kuyruk dikip ön patisini kaldıranlar mı vardı?
Boşa mı demişler; "İte vurma sinsidir, bu it te o itin cinsidir."

Dünya durdukça Türk duracak ve TANRI TÜRK’Ü KORUYACAK vesselâm...

Selâm, sevgi, dua... 13 Temmuz 2011/ İzmir

Mustafa ASLAN

Edebiyatçı-Şair-Yazar

BU VATAN SİZE N'EYLEDİ?

Beğler!
Türklüğü kabul etmeseniz de, her türlü milliyetçiliğe karşı olduğunuzu söyleyip milliyetçi nutuklarla oy devşirseniz de, Türklüğün en özel sıfatlarından olan "Beğ"liği size lâyık görerek sesleneceğim!
Beğler! Bizi, milleti duymak zorundasınız!
Al Bayrağın mahzûnlaştığı gökyüzüne bakmaya utanır olduk! Bu cennet vatanı bize bahşeden ve emânet bırakan Şühedânın soluduğu, hür havayı solumaktan utanır olduk! "Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ" tarifli Vatan toprağına ayağımızı basmaya utanır olduk! Toprakta vatanlıktan utanıyor olmalı ki her yerini asfaltla, betonla kapatıvermiş!
Beğler; sistemle kavgalı olabilirsiniz, -ki Millî Şef'le başlayan/başlatılan Atatürk Cumhuriyeti sisteminin yozlaştırılmış haliyle biz de çok barışık değiliz- yasalarla barışık olmayabilirsiniz, -ki on yıldır el vurmadığınız, değiştirmediğiniz yasa yok- Devlet kurumlarıyla kavgalı olabilirsiniz -ki Devlet Kurumları'nın Birinci 12 Eylül'de millet evlâtlarına neler yaptığını biz de biliyoruz- ama; Beğler; bu Vatan, size n'eyledi?
Ektiniz, ektirdiniz bitmedi mi, ektiğinizi fazlasıyla geri vermedi mi? 20 yıl önce delik ayakkabılı birini, dünyanın en zengin sekiz Devlet Adamı'ndan biri etmedi mi?
Beğler! Bu Millet, size n'eyledi?
Sövdünüz gene de oy vermedi mi? Dövdünüz, hapsettiniz, coplattınız, soğuk foseptik sularıyla kış günü ıslattınız, gene de size oy vermedi mi? Her evden en az iki üniversite mezunu işsiz üretmenize rağmen gene de size oy vermedi mi?
Ektiğine kota koymanıza, ziraatta astarı kumaşından pahalıya mal etmenize; Atatürk Cumhuriyeti'nin yaptığı bütün fabrikaları, KİT'leri su fiyatına özelleştirerek çalışanlarını kapı önüne koymanıza rağmen gene de size oy vermedi mi?
Daha ne yapsın bu Millet, sizin öfkenizden kurtulabilmek için?
Anadolu'nun değişik bölge ve vilâyetlerinde; ikişerli, üçerli teröristle koskocaman bir orduyu uğraştırıyorsunuz ve bu trajedinin ekranlarda, gazetelerde çarşaf çarşaf duyurulmasına bigâne kalıyorsunuz! Beğler, bu milletin haysiyyetinden, gurûrundan, ordusundan ne istiyorsunuz?
"Peygamber Ocağı" sıfatlı Orduyu, meyhane tarifli hâle; Allah ü Ekber tekbiri ile saldıran orduyu, imansız gürûhu tarifine soktunuz yetmedi mi? Beğler; daha ne istiyorsunuz bu milletten, bu Milletin Devleti'nden?
Güpegündüz askerlerimiz infaz ediliyor! Güpegündüz askerlerimiz yolları kesilerek kaçırılıyor! Güneydoğu'da ve büyük şehirlerde polisimiz, PKK sıkıyönetiminde çâresiz! İçişleri Bakanı; kaçırılan askerler hakkında; "Ümitvarım!" diye açıklama yapıyor! Yurt içinde, sınırlarımız içinde asâyişi sağlayamayan ama Futbol Kulüplerine, dokunulamaz zannedilen, silahsız ve yasalara uyan, kocaman kodaman iş adamlarını derdest eden zâlim görüntülü güçe, devlet mi denir zannediyorsunuz?
Beğler! Allahınızı severseniz ne yapıyorsunuz?
Anaları ağlatanların, analarını ağlatın! Başlıya baş eğdirin, dizliye diz çöktürün! Bu lânet Haçlı taşeronu örgütün sonunu getirin; sonra sistemimi değiştireceksiniz, Anayasa mı yapacaksınız, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin saygınlığını bitiren "Geceyarısı dikte yasaları"na devam mı edeceksiniz, edin!
Muhteşem Türk Atatürk'e, silah arkadaşlarına, Şühedâya saygı ve sadâkatimizle yine size itiraz ederiz ama Vallahi, böyle değil!
Gâzi'liği tarih edilen; saygınlığı, yıllardır "Gâzi Vekiller"in haleflerince bitirilen Meclis'te, size güç yetmez tamam! İstediğinize tükürdüğünü yalatır, istediğinize diz çöktürürsünüz tamam ama bu aymaz hâlinizle Türk Milleti'ni isyân ettirmek üzeresiniz!
Güpegündüz, sokak ortasında infaz edilmelerine rağmen yok farzedilen o ana-baba evlâtlarının görüntüsünün, millette yarattığı öfkeyi görmek zorundasınız! Başkent Ankara'da güpegündüz, 75 metre kablo döşeyerek askerimize tuzak kurulmasındaki Devlet aczine, Türk Milletinin öfkesini görmek zorundasınız!
Bu asîl Gâzi Milletin öfkesinin nelere muktedîr olduğunu bilmediğinize inanamayız!
Beğleeeer! Allah aşkına artık Milleti duyun!
"MAĞRÛR OLMA PADİŞAHIM! SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 12, 2011

BE NİYE ÖLÜM?

Selâm ile...
Canım, canlarımla ünsiyyet istedi.
"Uzaxdaki Yaxın Dost" diye adlandırdığım, Ata Yurdum-Odlar Diyârı-Azerbaycan'daki Kandaşlarımdan Rebiyye Xanım Zerdâbi; yakın geçmişte başımızdan geçen nahoş olay üzerine, bir kaç kere telefonla da arayarak fakîri Azerbaycan'a davet etmişler ve bu dâvete Ata Yurdum'dan başka Kandaşlarım da destek vermişlerdi.
İnşallah, nasipse, becerebilirsem Ata Yurdum'a ömrümün son demlerinde mutlaka gitmeyi, gidip bir ömür içten içe kanayan yüreğimin hasret yarasını kavlatmayı çok istiyorum.
Rebiyye Xanım Zerdâbi; fakîre ithâfen: "Yar bize gonax gelecek" mahnısını hediye etmişler! Yüreğim coştu, sessizce kanadı içten içe hasretim ve kalemimden kâğıdıma dökülenler:

ALEYK'ESSELÂM

Derd ekledi yüreğimin derdine
Men indi ölmeyim, be niye ölüm?
Gonağ bexliyirmiş Odlar Yurdu'na
Bu dertden ölmeyim, be niye ölüm?

Dost yarasın, dost elleri gaşıyar
Berk yüreğim hasretleri boşuyar
Demişdim; "Ölerem, Millet yaşıyar."
Men indi ölmeyim, be niye ölüm?

Yüreğim yaşını gözüm silmedi
Asılsızlar dost gadrini bilmedi
Millet dursun diye kimler ölmedi
Men indi ölmeyim, be niye ölüm?

Dosdam, helbet bilerem dost gadrini
Çox bozmuşam sultanların sadrini
Yüreğimle duyup Dost Daveti'ni
Dost içün ölmeyim, be niye ölüm?
Ay ölüm aman ver Yurdumda ölüm!...

12 Temmuz 2011/ İzmir

Dost Rebiyye Xanım Zerdâbi şahsında, cümle Odlar Yurdu sakini Gandaşlarıma ithâfen...
Selâm, sevgi, dua....
Mustafa ASLAN

VURUN! BENİ ÖLDÜRÜN!

Taraftarlıkla ülküdaşlık arasındaki farkın farkında olamayanlarla yola çıkanlara ve bu yol arkadaşlığını ülkücüleri hor görmek için yeter zanneden alkışçılara...

VURUN! BENİ ÖLDÜRÜN!

Bilmem mi? Ölmezsem millet ölecek
Vurun! Vurun! Vurun beni, öldürün!
Ben ölürsem yüz bin Bozkurt gelecek
Vurun! Vurun! Vurun beni, öldürün,
Vurur vurmaz Milletim'e bildirin!...

Ham elmas pazarda para eder mi?
Korkak, Türklük için cengi güder mi?
Taşlamayla it sürüye gider mi?
Vurun! Vurun! Vurun beni, öldürün!
Savaş meydanında aslan oldurun!

Mehmetçiğim yolda öldürülüyor!
Esir diye dağa kaldırılıyor!
Türk gönlüme öfke dolduruluyor!
Vurun! Vurun! Vurun beni, öldürün!
Öldürün de şânımızı kaldırın!

Kahpeye aynıdır her sıcak kucak
Dünden hazır sırnaşıp oturacak
Ben ölürsem yeri geniş olacak!
Vurun! Vurun! Vurun beni, öldürün!
Yiğit gönlüm ölümüme güldürün!

Biliriz bunları bugün de, dün de
Kaçarlar her zaman savaş gününde
Öğrensinler artar Türk öldüğünde!
Vurun! Vurun! Vurun beni, öldürün!
Türk'ü ululayın Türk'ü güldürün!

"Tarih tekerrürdür." demiş medresem
Hesap tutmuş riyâziyem, hendesem
Yaşar mı Milletim eğer ölmesem?
Vurun! Vurun! Vurun beni, öldürün!
Toprakta boş olan yerim doldurun!...

Dik bakın gözüne koparın ödün
Bir can için verilir mi kahpeye ödün?
Kucağımda işve satıyordu dün!
Vurun! Vurun! Vurun beni, öldürün!
İsimsiz adıma destan oldurun!...

12 Temmuz 2011/İzmir
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 11, 2011

MONARŞİMİZ HAYIRLI OLSUN!...

"İleri Demokratik AKP Monarşisi", CeHaPe'nin yeminiyle tamamlandı! Hayırlı olsun!
"Kürt Açılımı, Demokratik Açılım, Milli Birlik Projesi" sıfatlarıyla güne, bölgeye ve Erdoğan'ın moraline göre değişen-değiştirilen ta'vîzlerle şımarıklığın tadını çıkaranlar da; güpegündüz asker katleden, yol kesip asker kaçıran eşkiyalar biraz daha ta'vîz kopardıktan ve İmralı ile nihâi anlaşmadan sonra gelip göstermelik yemîni ettiklerinde iyice hayırlı olsun, "İleri Demokratik AKP Monarşisi"!...
"Gâzi Meclis Kürsüsü"nün neye yaradığını gösteren biri vardı Meclis'te şükr'olsun! Kamer GENÇ'i yedi kere seçip gönderen Tuncelilileri, ben de tebrîk ederim! Ayrıca yedi kere niye seçildiğini ispatlayan duruşuyla Kamer GENÇ'i de bütün Türkiye adına alkışlarım! Türkiye adına alkış hakkımı da kendim verdim! Türkiye'nin milleti ve vatanıyla bölünmez bütünlüğü için ölmek hakkımı kendim verebiliyorsam; Türkiye'nin tek hakimi edilen AKP'ye muhalefet etme hakkımı kendi irademle kullanıyorsam; Türkiye adına teşekkür etme hakkını da kendime, kendim verdim! Hem, Deniz Feneri'nde toplanan paraların bir kısmının "Demokrat Monarşist Erdoğan"ın Oğlu'nun Bacanağına gönderildiğini; hem, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nin İçişleri Bakanlığı'nca soruşturulmasına izin verilmeyen yüzlerce dosyasını; hem de MHP'li Engin Alan Paşa'nın ayağa kalkmadığı için Erdoğan tarafından cezalandırıldığını, kendi beyanlarını hatırlatarak dillendirdiği için teşekkürler, alkışlar!...
Önemsediğim bir konuya da değinmeliyim. Sözümüzün, asıl muhataplarınca dinlenmemesinden rahatsızız elbette! Sözümüzün dinlenmemesinin, doğru olmamasından değil, ilgililerinin doğrudan rahatsız olmalarından olduğunu bilmelerine rağmen, "Ülkücü" adı ile bize saldırılardan iki kere rahatsızız! Taraftarlıkla ülküdaşlık arasındaki farkın farkında olamayan veya taraftarlığı ülküdaşlığa tercih eden, eyyâmcılığı, kurnazlığı akıllılık sayanların saldırılarını, tek geçim kaynakları olduğunu bildiğimiz için anlayışla karşılarız ama bizi yok sayıp, bazılarını davet edip sonra rencîde eden ve seçimden hemen sonra bütün emeklerimizi inkâr edeni ve yol arkadaşlarını anlamamız da, anlayışla karşılamamız da mümkün değil!
Hele son günlerin flaş genç fikir adamlarının; "80 öncesini ve 80 öncesinden kalanları silip atmak gerek." mealindeki karar yorumlarından sonra; "Acaba?"lardayım! Boynuz elbette kulağı geçmeli ama "Başkasının boynuzundan bize ne?" diye sorgulamadan da edemem! Dede-Torun sıcak ilişkisiyle torunlarımızın, çok şirince "Bozkurt işareti" yaptığını biliyorum; onlar büyüyünceye kadar çoğumuzun dünyamızı değişmiş olacağımızı da... Sağlığımızda kuşağımızı "silip atmak" hazırlığındaki bir neslin elinde, torunlarımız ne kadar millî duygu alırlar, merak ederim!
"Silip atmak" ta öyle söylendiği kadar kolay değil elbette! Çünkü silmek için önce yazmak gerek. Bizim kuşağı, bu gençler yazmamışlardır o yüzden de mümessil olmayana yazmadığını silme hakkını kimse tanımaz! Aynı mantıkla "atmak" için de önce ele almak gerek ki hele buna ne bu gençlerin, ne de hiç kimsenin gücü yetmez!
Bunlardan birilerini tahrîk ve tenkît için bahsetmedim!
Öğretmenlik ve dedelikle pekişmiş babalığımdan bilirim ki dünyanın en dayanılmaz işkencesi öğüt dinlemektir. Soğuk demir ustası bir babanın, hekim oğluna parmaktaki dolamayı tedavi nasihatine elbette can dayanmaz! Amaaa; bilek kalınlığında bir demiri elle eğip bükmenin yolunu, usta demirci babadan dinlemeyen inşaaatçi evlâda ise ey vaaah ki ey vah!
Çâre, ikrâr sayılmayacak bir tarzda susmak galiba! Hesap adamlarının, eyyamcıların, kurnazların iltifat gördüğü bir zaman ve zemînde, sözümüzün hükümsüz sayılmasına dayanamayacağımıza göre Rahmetli Durmuş HOCAOĞLU'nun düşünüp yazamadığı; "Geleceğe Mektuplar"ı, becerebildiğimiz kadar yazmak üzere siyâseten susmak gerek!
Atatürk emâneti Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin saygınlığını, yıllardır çıkardıkları dikte yasalarla zayıflatan Meclis'in "saygınlığını korumak" için koşarak gidenleri, ayaklarını sürüyerek gidenleri ve inanmadıkları için uymayacaklarını söylemelerine rağmen önümüzdeki günlerde gelmeleri beklenen Demokrat Tröristleri, saygın(!)lıklarıyla başbaşa bırakmak en saygın iş gibi!
"HASSO'YU HANA SOKAN YOK; O, HANÇERİNİ ASACAK YER ARAR!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Temmuz 10, 2011

"OHAL" DEĞİL BU HÂL!...

Ya Huuu! Heeeey! Neredesiniz?
Ordu, Jandarma, Poliiiis, MİT, diğer kolluk güçleri, neredesiniz?
İşgâl edildik, lağvedildiniz de haberimiz mi yok? Asker terhîs edildi, silahlara el koyuldu da haberimiz mi yok?
Cumhurbaşkanı'nın ne iş yaptığını merak eden bile yok artık ama Başbakan, İçişleri bakanı, Milli Savunma Bakanı, Adâlet Bakanı, diğer kabine üyeleri; Gâzi Meclis'te yemin eden, etmeyen -BDP'liler hâriç- 515 Millet Vekili, neredesiniz?
Görmüyor musunuz "İleri Demokrasi" hayaliniz yüzünden, "Dere ıs'sız, tilki beğ!" Görmüyor musunuz; ABD adlı AB adlı Haçlı Müttefik(!)lerimizin şımarttığı, beslediği, kudurttuğu; "ali kıran baş kesen" tarifli PKK, yol kesmeğe başladı! Zaten yol keserdi de; güpegündüz asker infaz etmeğe, yetmedi güpegündüz yol kesip, kimlik kontrolü yapıp asker kaçırmaya başladılar!
İki askerini öldürdü diye Gürcistan'a anında giren ve iki bin kişi öldüren Rusya Devleti'ni kıskanmayayım mı şimdi? Basra Hapishanesini tanklarla yıkarak iki askerini zorla alan İngiltere Devletini kıskanmayayım mı şimdi?
Başımıza çuval geçirildi, yoktunuz?
Haçlı ile birlikte Müslüman Ülkelerin müslüman insanlarının üzerine demokratik bombalar yağdırıldı, yoktunuz!
Güya ateşkesip, sıkıyönetim ilan etmiş olan PKK güpegündüz askerlerimizi infaz ediyor, yoksunuz!
Başkent Ankara'da 75 metre kablo döşeyerek bomba düzeneği kurup askerimize suikast hazırlıyorlar, yoksunuz?
Başbakanlık Özel Koruma Kuvvetlerine, yol keserek saldırdılar, can aldılar, yoktunuz?
Diyarbakır'da kendi meclislerini topluyorlar, yoksunuz!
Gâzi Meclis'te; milleti temsilen, sırtlarında getirdikleri yorganlarıyla sokakta yatarak; canı çıkarılmış, lîme lîme parçalanmış bir İmparatorluk kalıntılarından Hür bir Devlet kuran ve yönetimi millete tevdî eden Kahramanların halefleri olarak ne iş yaparsınız?
Devlet'in Saygınlığını tahrîp eden bütün kararları, yasaları bu Meclis'ten çıkarmadınız mı? Devlet'in-Milletin saygınlığını yasalarla tahrîp eden bir toplanma yerine Milletin hâlâ "Saygın Meclis" dediğini mi zannediyorsunuz?
Yemîn etmeyen millet vekillerini tehdît ederken; "Biz çalışıyoruz onlar çalışmadan maaş alıyorlar!" sözlerinize Kamer Genç'in; "Onlar kazma kürekle çalışarak çok yoruluyorlar! Bize maaş vermesinler!" cevâbıyla hiç utandınız mı?
Canımız yanıyor duyun artık!
"Türk Meselesi" diyen kanaat önderlerine itiraz ettiğimize bizi pişman etmeyin!
Türk Milleti kurduğu tek ve en büyük teşkilatı Devletinden kolay vaz geçmez! Milletin sabrını taşırıyorsunuz! Bu millet baş kaldırırsa kıyâmet kopar! Omuz üstünde baş, taş üstünde taş koymayan öfkenin adı, bütün dünyada Türk Öfkesi değil midir? Dünyanın, Haçlı'nın, Yahûdi'nin, Rus'un, Ermeni'nin bildiği bu muhteşem öfkeden siz haberdâr olmayabilir misiniz?
Yemin edenler, diğerlerini yemîn etmediler diye kınayanlar; ettiğiniz yeminler çarpsın sizi! "Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, ... büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim." diye yemîn etmediniz mi?
Olanlar ve olanlara tepkinizle ettiğiniz yemîn benzeşiyor mu?
Neredesiniz?
Ne iş yaparsınız?
Neye yararsınız?
Ya sesimize ses verin, ya bu isyânı artık bitirin, ya da millet bitirecek! İş başa düşerse bu Gâzi Milletin nelere muktedîr olduğunu, bilmek ve bu muhteşem öfkeyi dindirmek zorundasınız! Fırtına öncesinin sessizliğini, huzûr ve istikrâr diye algılayarak safa yatamazsınız! Diş gıcırtılarını, öfkeli soluklanışları duyun artık!
Ya duyun ya da Millet duyuracak, duyururum!
"DELİSİNE SAHİP OLAMAYANIN VELİSİNE İNANILMAZ!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN