Salı, Kasım 29, 2011

ÖZÜR, KABUL EDİLMEK İÇİN DİLENİR!...

Özür; fazîletli kişilerin, incittiklerinin gönlünü tamir düşüncesiyle tavrından veya sözünden vazgeçmektir. Özürde amaç, bilerek-bilmeyerek incitilenlerde açılan duygusal yarayı tedâvi etmektir.
Ama bir özürle tâmir değil tahrîbat oldu! Seksen yıllık bir yara, tedâvisi zor bir şekilde kanatıldı!
Aslında yapılan özür değildi! Özür dileyenin konuyla alâkası yoktu ve özürünü ifâde ettiği yer Devlet'in değil partisinin kürsüsüydü! Yaptığı partililerine hitâben bir siyâsi hamâsetti! Devlet'in; 76 yıl önce sınırları içinde direnerek baş kaldıran, sıkışınca din adamlığı maskesine sığınan feodal ağaları, şıhları cezalandırmasından dolayı, partisi içindeki "Bölücü Kürtçüler" pışpışlanıyordu!
"Dersim ile derli-toplu ilk tanışmamız, bu eserle olmuştur" diyerek gösterdiği kaynak, NFK'in "Son Devrin Din Mazlumları" kitabı. Kitapta anlatılan olay, yazarın duyduğu bir rivâyet!
Garip bir tecellîdir ki bir hayâlperestin bir rivâyetinden hareketle kavlamış toplumsal bir yarayı kanatan kişi; vatandaşları, halkları yani milleti âdil Devlet Baba eliyle bir arada tutmakla görevli olan kişi!
Seksen yıllık kavlamış yarayı kaşıyan kişi; "Ne mutlu Türk'üm diyene" formülüyle Türk adı koyulan ahaliyi, 36 etnik parçaya bölmek te göreviymiş gibi; "BOP Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var." diyen bir Başbakan!
Bu özürün mantığı da yok! Özür dilediğini zanneden Başbakan'a göre; bugünün nüfusuyla orantılanırsa on milyonlara tekâbül eden, Yavuz'un Âlevi katliâmı meşrû, Dersim Harekâtı'ndaki âsilerin çatışmada öldürülmesi gayr-ı meşrû! Son yüzelli yılda Ermenilerin yaptığı toplu müslüman katliamları meşrû, ölüp-öldürmesinler diye yapılan yasal tehcîr gayr-ı meşru ve özür gerektirir!
Yapmayın Sayın Başbakan!
Ya yalancılar, müfterîler sizi yanıltıyorlar ya da siz, bilerek çok büyük bir tarihî yanlıştasınız!
1935 nüfus sayımında Dersim 101.099 kişi. "Dersim Harekâtı" tamamlanıp devlet otoritesinin sağlanmasından sonra 1940 sayımında Tunceli, 94.639 kişi. Sürgüne gönderilenler, kendileri göçenler ve harekâtta öldürülenlerle berâber nüfustaki azalma 6.400 kişi! Ama sizin kaynak dediğiniz tevâtür kitap ve diğer müfterîlere göre 40.000 kişi sadece öldürülenmiş! Yalancıdan, müfterîden, mürâiden, münâfıktan Allah sorsun! Yalancı Allah'ın düşmanı değil mi?
Madem tevâtürlerle geçmişle yüzleşeceğiz hadi yüzleşelim. Anadolu'da genç yaşta evlilikler hâlâ tercih edilir. Genç evliliklerden olan çocuklar; büyük babalı, dedeli, babalı büyürler. Yani çocuk; babasını, dedesini, bazen de babasının dedesini görerek büyür. Bu şu demektir, çocuk en az 150 yıllık geçmişi büyüklerinden dinleyerek büyür. Ben; dedeli, babalı büyüyen çocuklardanım. 60 yaşımın üzerine, Babam'ın 70 yaşını ve onun üzerine de Dedem'in 90 yaşını koyduğumda 200 yılın üzerinde bir geçmişi dinleyerek büyüdüm. Ki doğulup büyüdüğüm memleket serhaddir. Sert savaşların, destansı istiklâl mücâdelelerinin verildiği bir yörede doğulup büyümüşüm. Türk-Rus savaşlarını, Türk-Ermeni kıtâllerini, Türk-Kürt eşkiya ilişkilerini bizzat gören veya yaşayanlardan duyanlardan dinleyerek büyüdüm.
Hiç bir büyüğümden, hiç bir masalcı-hikâyeci âşıktan; müfterîlerin anlattığı Mehmetçik'in kadına tecâvüzünü, çocuk öldürdüğünü duymadım ama Ermenilerin katliamlarını sağır sultan duydu! Kürt eşkiyaların, özellikle Dersim eşkiyalarının yüzüğünü almak için gelinlerin önce parmaklarını kestiklerini, sonra tecavüz edip yaktıklarını; bileziğini almak için gelinlerin, nişanlı kızların önce tecâvüz edilip sonra bileği kesilerek takılarının alındığını defalarca tiksinerek dinledim!
Ben de "Son Devrin Dinsiz Zalimleri" diye bir kitap yazsam, kaynağım da dinlediğim ve hikâyelerinden karakter edindiğimiz destancı Halk Ozanlarımız, aşıklarımız olsa, dahası Dedem olsa, Babam olsa kaynak sayılır mı?
BOP Eş Başkanı, Kasımpaşalı Erdoğan;
Sayın Başbakan; öncelikle geçirdiğiniz ameliyattan dolayı samîmi geçmiş olsun dileklerimi kabûl buyurun ve lütfen kavlamış yaraları kanatan bu özürünüzden vazgeçerek, intikâma hevesli şâki torunlarının yönlendirmeleriyle sebepsiz incittiğiniz milyonlardan özür dileyin!
Yoksa günü geldiğinde özür dilemeye geç kaldığınız için çok üzülürsünüz. Keşke, şeytan sözüdür, vesvese başlangıcıdır vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 28, 2011

EFELERİN TÜRKÇE KONGRESİ...

Ötelemek, ötekileştirmek münâfık yardımcılığı, nifakın-münâfıklığın bizzat kendisi!
Tenkît, hele iftirâ ile kulaktan dolma ara söylentisi sahipsiz sözleri mesnet ederek tenkît, işin en kolayı! Bu yüzden işin zoruyla, Hace Ahmet Yesevî'nin; "Birbirinizi meth'edin." öğretisine uymaya çalışarak, kendilerini çok meth'ettiğim bugünkü sözlerimden dolayı bana kızacaklarını bildiklerimi de yeri, zamanı geldikçe meth'etmeye devâm edeceğimi belirterek meth'edilmeyi hak eden birini, birilerini lisân-ı münâsiple inşallah abartmadan yani fazla mübalağa etmeden meth'edeceğim...
Cumhuriyetimizin ve siyâset yakın geçmişimizin düayenlerinden, 9. Cumhurbaşkanımız Demirel; "Hamâset işe karıştığında akıl tatile çıkar." demişlerdi. 27 Kasım 2011- Pazar Günü, hamâset aklımı tatile gönderdi!
İzmir'de Demokrat Parti'nin 10. Olağan Kongresi'ne davetliydim. Basına ayrılan yerden, 1500 kişilik salonu hınca hınç doldurup dışarı taşan, içerinin dışarıya kurulan dev ekrandan naklen izlettirildiği, coşkulu bir kongre izledim!
Demek ki kumaşı terzi ölçüp-biçip diktiğinde esvâp; demek ki demiri demirci kızdırıp-dövüp-şekillendirip su verdiğinde çelikleşip pusat olabiliyormuş! Aksi halde yani demirciye kumaş, terziye demir verildiğinde; kumaş ta, demir de ziyan oluyor, demirci de, terzi de ziyan ediliyor ve millet esvapsız, pusatsız kalıyormuş!
Yaklaşık 20 dakika aklım tatile çıktı!
Çünkü samîmiyetle itirâf etmeliyim ki ne kadar özlediğimi o an hissettiğim hamâseti, doyasıya yaşadım! Yaklaşık 20 dakika; Tanrım'ın özel yarattığı, Çalabım'ın oldurduğu, tarihin ve talihin meth'ederek güldürdüğü bir Türk'tüm...
Demokrat parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek'in; "Bize Türk adını kader verdi. Ne mutlu Türk'üm diyene." cümlesinin Zeybek'çe tonlama ve vurgulamasıyla bitirdiği konuşması ile salonun hali görülmeye değerdi! İzmir'in Efeleri Türklüğünü, Türklüğünün ifâde edilmesini ne kadar özlemişmiş!
20 dakikalık konuşmasında; tarihimizle günümüzü harmanlayarak çok başarılı kıyaslamalar yapan Zeybek'in, duyurulması gereken sözleri ve tesbitleri vardı. Meselâ; "Osmanlı'da çürümüşlük teslîmiyetçilikle başladı. Bana Osmanlı'nın en teslîmiyetçisini sorsalardı Abdulmecît derdim. Bunlar da anmak için Abdulmecid'i seçtiler. Çünkü bunların ataları Abdulmecît, bizim ki Fatih ve Atatürk'tür."diyordu...
"Hatalar tekrarlanır! Tarih tekerrür eder! Meselâ rahmetle yâd ettiğimiz Enver Paşa'yı Almanlar öylesine şımartmışlardı ki Türkiye'nin adı 'enverland'a dönüşmüştü! Şimdi de Avrupa ve ABD, Eşbaşkanı öylesine şımartıyor ki RTE Türkiye'nin adını nerdeyse 'recepland' edecek! Enver paşa'yı Almanlar kandırdı, genş yaşta bir Osmanlı Diktatörü etti! Bir pantürkizm sevdâsıyla savaşa sokturup Osmanlıyı perîşan ettirdiler! Şimdi de parçalamak için şımarttıkları RTE vasıtasıyla Türkiye'yi savaşa sokmak istiyorlar! Yırtınıyorum! Kendimi parçalıyorum! Daha ne yapayım? Nasıl anlatayım?" diye gerçekten yırtınırken Namık Kemal Zeybek'i görmek lazımdı!
Müthîş bir belâgatla ama çok ağır ithamlarla -kendi vurgulu deyişiyle- 'ReTe Ee' ve hükümete yüklendi. "Zam yapmasalar Yunanistan gibi olurmuşuz! Demek ki Yunanistan gibi olmamıza bir zamlık mesafe kalmış! Ama eşeğimizi sağlam kazığa bağlamışlarmış! Hangi kazığa bağladınız diye sormadan eşek denince aklıma gelen ve söylendiğim "ÇUŞ!"u da paylaşayım. Ç.U.Ş.; Çok Uluslu Şirketlerin kısaltması..." diye açıklayıp; "Eşeğinizi hangi sağlam kazığa bağladınız? Vatandaşa çaktığınız zam kazığına mı, yoksa ÇUŞ kazığına mı?" diye soruyordu!
Bu arada İzmir'in; demokrasiye, Cumhuriyete ve Atatürk'e sadâkat ve bağlılığını çok net olarak bir daha izlediğimi de itiraf etmeliyim. 22 yaşında bir Genel Başkan Yardımcısı ve 84 yaşında bir kongre delegesi aynı sahnedeydi! "DP meşalesi ile çıktık yola./ Vermeyiz İzmir'i ne AKP'ye, ne sola" pankartını dillendirirken İl Başkanı Naşit Birgüvi'nin aldığı alkışlar da görülmeliydi...
Meth'edeceğimi söyleyerek anlattım! Çünkü izlediğim bu kongre başka türlü anlatılamazdı vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 27, 2011

MHP'DE KONGRE'SEL FISILTILAR!...

Son seçimlerden beri MHP lehinde veya aleyhinde bir şey yazmadım, söylemedim!
MHP Genel Başkanı'nı 51 Vekiliyle, Meclis'te çözülecek mes'elelerle başbaşa bırakmayı tercih ettim. Zaten başka da olamazdı. Ne sözümüzün dinlenirliği, ne de MHP Genel Merkezi'nin samîmi teklîf ve tenkîtleri dinlemeye tahammülleri hiç olmadı!
Ayrıca küresel güçler, AKP'den başka ve Meclisteki diğer partilerin kendi iç cadı kazanları ile uğraştırılmaları varken asıl gündemle uğraşmalarına asla râzı değiller!
Küresel güçün merkezi ABD ile AKP'nin ilişkileri apaçık. Yeni CeHaPe'nin Genel Başkanı'nın, şâibeli kurultaydan hemen sonra dört Gen. Bşk. Yrd.'nı ABD'ye göndermesi, Kürt Açılımı, Vicdâni Ret ve Cumhuriyet'le-Atatürk'le hesaplaşmaya hevesli AKP ve BDP-KCK ile benzer duruşları mânidar! BDP'nin; "Devlet ve MİT gerekirse şeytanla da görüşür." Hükümet itirafıyla kuvvetlenen AKP ve Kuzey Irak üzerinden ABD ile ile ilintileri de göz önünde!
Geriye MHP kaldı!
MHP Genel Başkanı'nın ABD Büyük Elçisi'ne ve Pensilvanyalı Diyalogcu Cemaat A.Ş.'nin ceosu Gülen'in temsilcisine ısrarla randevu vermemesi, dahası -hem de- seçim sath-ı mâilinde Gülen Cemaati'ni te'vil götürmez şekilde karşısına almış olması, akıllarda! Şahsen onayladığım tavırlar!
Ayrıca MHP vekillerinden biri 21.yy. Maltası Silivri'de sürgün! AKP'den ihrâç edilecekken istifa edip bağımsız kalan ve seçimlerde MHP'ye katılan bir vekil de Kesin İhraç İsteği ile Displin Kurulu'na sevk edilmiş durumda.
Yani aktif olarak MHP'nin Mecliste 50 vekili var. Bir de MHP Yedek Kulübesi'nde sürekli ısındırılarak bekletildiği söylenen bir istanbul Bağımsız Milletvekili!...
Son günlerde sanalağ haber sitelerinden birinde, Kesin İhraç isteği ile displine sevk edilmiş; "İçimizde pimi çekilmiş bomba" tarifli Antalya Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç'in, Paris'te bir toplantı sonrası MHP Genel Başkan adaylığını açıkladığı duyuruldu! Tekzîp ve yalanlama yok!
Elbette her yiğidin gönlünde bir aslan yatar! Bir partiden milletvekilliği şartlarına hâiz birinin, genel başkan adayı olmasından doğal ne olabilirki?
Lâkin öyle değil! MHP Parti Tüzüğü'nün 69. Maddesi'nde; "Genel başkan adayı olabilmek için; milletvekili olabilme şartlarına sahip bulunmak, aday olacağı büyük kongreden en az bir önceki olağan kongre tarihi itibariyle parti üyesi olmak ve bu sürede başka partilerin üyesi, aday adayı ya da adayı olmamış olmak, partili üyelerin görev ve sorumluluklarını düzenleyen Tüzüğün 11’inci maddesine aykırı davranmamış olmak, ... gerekmektedir." diye çok açık ve anlaşılır bir âmir madde var. Bu maddeye göre bakıldığında; MHP'nin son 2009 Kurultayı'nda İrbeç, başka bir partiden AKP'den milletvekili. MHP'ye üyeliği ise 2011 yılında yapılmış. Yani Tüzüğün 69. Maddesine göre İrbeç'in aday olabilmesi hukuken mümkün değil! 11. Madde'ye görede uyumsuz, disipline sevk edilmiş zaten!
Şahsen yetkili olmayan hiç ama hiç kimseyle MHP mes'elesi konuşmadım, konuşmam ama Kongre sürecinin başladığı, yani Ülkücülerin Türk Milleti, Türk Devleti ve partisinin geleceği hakkında konuşabilecekleri meşrû zaman ve zemînde, bir milletvekilinin ihraç edilmesi düşüncesini ve o milletvekilinin de aday olması mümkün değilken hem de Paris'ten adaylığını açıklamasını; alttan, üstten, sağdan, soldan, önden, arkadan, her yönden şüpheyle karşılarım!
Hem kongre sürecinde vekil ihraç etmek isteyen yönetimi, hem tüzüğe göre aday olması mümkün olmayan birinin adaylık açıklamasını Paris'ten yapmasını, anlamakta sıkıntım var!
Gelişmelere göre ve kişilere değil Türk Milliyetçiliğinin siyâseten hâlâ tek adres ve markası MHP'ye bir yararı olacağına inanırsam; AKP'li ve çok sıkı Tayyipçi olduğu dönemlerde Sayın İrbeç'le Ankara'da aktif bir siyâsi büroda yaptığımız saatler süren, hamâsî ve vicdânıma emânet konuşmalardan da hatırlatmalar yapabileceğimi önceden haber veririm!
Hiç ama hiç kimsenin Ülkücü Harekete ve Türk Milliyetçilerine sıradanmışça davranmasına, dayanamam ve davranana sessiz kalamam! Çünkü partili ile ülkücünün çok net bir farkı vardır; Onlar MHP'li, ülkücü MHP'dir vesselâm!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 26, 2011

KUTU AÇILMIŞ, PİS KOKU YAYILMIŞMIŞ!...

Gâvur kaşığıyla Müslüman dışkısı yemeğe çalışan, işte böyle ağzına-yüzüne bulaştırır! Kardeş Batılı ya! Entel ya kardeşlerimiz! Batıcı ya, ileri demokrat, insan hakları savunucusu, gâvurun yobazları!
Yeni bir yürüyüşe heveslenip kendi yürüyüşünü kaybederek zıplaya zıplaya kalan ürkek, lekeli serçeler kılavuzluğunda, nereye gidilebilir ki? Uçarken yalpalayan, kaçarken sendeleyen, yürürken zıplayan, öterken cik'leyen serçenin kılavuzluğu, insanı en yakın gübreliğe götürür ki olan budur!
BOP Eş Başkanı, Dünya Lideri, "dokunmanın ibâdetten sayıldığı" Kutsanmış Adam, Kasımpaşalı Başbakanımız'ın akıldânelerinden olan "Karen Fogg Çocuğu", son olan-oldurulan mezar deşiciliği, yara kaşıyıcılığı karşısında hükmünü vermiş!
Neymiş? "Başbakan pandora kutusunu açtı. Böylece geçmişimizle yüzleşme süreci de başlamış oldu"ymuş! Gâvur kaşığıyla müslüman dışkısı yemeye niyetlenen entel, ağzına-yüzüne bulaştırmış! Türk ferâseti, yüzlerce yıldır; "Açma kutuyu, söyletme kötüyü" diye tefsîr etmiş Karen Fogg Çocuğu'nun açılmasına sevindiği kutuyu!
Bize; "Yanlıştan örnek olmaz" diye öğrettiler. Bize; "Teşbîhte hata olmaz" diye öğrettiler. Bu ahlakî kültürle küfr'etmediğimiz, iftira atmadığımız, ayıpları-kusurları yüze vurmadığımız için, rencîde olmamak düşüncesiyle rencîde etmediğimiz için, sözümüzün etkisi fazla olmuyor galiba!
Karen Fogg Çocuğu'nun sevindiği, Başbakan'ın açtığı, bu Pandora'nın Kutusu'nun ne olduğuyla başlayalım isterseniz.
Kadim komşu(!)muz Yunan mitolojisine göre; Baş Tanrı Zeus, tanrılar ateşini Olimpos dağı'ndan çalan Promethaus ve suç ortağı erkekleri cezalandırmak için, bütün kötülükleri içinde barındıran bir kötü yaratmaya karar verir. Erkekleri cezalandıracak ve içinde bütün kötülükleri barındıran bu yaratığın adı kadın'dır! Haberci tanrı Hermes, bu kadına "Bütün tanrıların armağanı" demek olan Pandora adını verir.
Baş tanrı Zeus, Pandora'ya can verdikten sonra erkekleri cezalandırma işine başlar. Pandora'nın eline içi kötü ve kötülüklerle dolu kapalı bir kutu vererek Promethaus'un kardeşi Epimethaus'a gönderir. Epimathaus, aklı başına geç gelen, salak biridir. Promethaus, kardeşini Zeus'tan gelen hediyeyi kabul etmemesi konusunda uyarır ama nafile!
Epimathaus, erkeklerin başına belâ diye yaratılmış bütün kötülüklerin kaynağı Pandora'nın cazibesine dayanamayarak onunla evlenir. O zamana kadar erkekler, yalanı, kötülüğü, hastalığı, sıkıntıyı bilmemektedir! Yeryüzüne bütün kötülükler, Pandora ve elindeki bu kutu ile gönderilmiştir. Bulunan tek çâre, bu kutuyu açmamaktır.
Güzelliği kadar aptal da olan Pandora, merakına yenik düşerek kutuyu açar ve ne kadar kötülük, kıskançlık, yalan, iftira, hastalık, delilik, yaşlılık, ahlâksızlık varsa yeryüzüne dağılır! Gördükleri karşısında korkan aptal ve güzel Pandora, son bir hamleyle kutuyu kapatır ama kutuda kalan, sadece bütün olumsuzluklar karşısında insanı avutacak olan Umut'tur!
Gâvur kaşığı ile müslüman dışkısı yemeğe niyetlenen Karen Fogg Çocuğu; çok sevdiği, takdîr ettiği Başbakan'ı, kötülükleri dünyaya yayan Pandora etmiş ve son anda kutuyu kapattırarak milletin umudunu, kutuya hapsettirmiş! Yabancıdan yol soran, elbette kaybolur!
Aslında, Edip eyleyen, Görüp gözeten, Ol Güzel Çalap'ın hikmetiyle Karen Fogg Çocuğu, kendisi ve ürkek serçelerin yaptıklarını, tam olduğu gibi anlatmış ama; "Umutsuzluk îmansızlıktır. Allah var, ne gâm var?" tevekkülünü bilmediği için, deşerek kokuttukları kurumuş hatâ necâsetlerinin kurumamış yerlerini ağzına yüzüne bulaştırmış!
Cansız ekranlardan bile hissedilen pis kokular, sadece bu yüzdendir! Umarım ve dilerim ki Müslümanlığı ile siyâset yaptığını hiç saklamayan BOP Eş Başkanı Başbakan, bu ürkek serçelerin kılavuzluğuna son vererek "Kutuyu açtırmaz, kötüyü söyletmez" vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 25, 2011

AÇIK MEKTUP

Sayın Başbakan;
Biliyoruz imam-hatiplisiniz. Kur'an tilâvetinizin de maşallahı var. Rahmetli Anneniz'e ikrâm ederken seven-sevmeyen herkesin yürek tellerini titrettiniz! Allah kabul etsin. İfrât derecesinde sevenleriniz size dokunmayı ibâdetten sayıyorlar! Ûlema değilsiniz belki ama dînî bilgilerinizin olmadığını kimse söyleyemez.
Sevgili Kasımpaşalı'mız; bildiğiniz bir uyarıyı hatırlatmış olalım; En'âm Suresi-108'de Kur'an; "Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyiniz; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler." diye uyarmaz mı?
Siz; büyük bir çoğunluğun sevdiklerine, şu anda oturduğunuz makamı, O'nun kurduğu Devlet ve sisteme borçlu olduğunuz, rahmet ve şükranla anılmayı fazlasıyla hak eden bir Millî Kişi'den, Atatürk'ten intikama heveslenler varken, O'nun İstiklâl Harbi silah arkadaşlarına hakâret ederseniz; onları sevenler de sizin kıymet verdiklerinize hakâret etmezler mi? Bu gereksiz kutuplaşmanın, kime veya toplum düzenine ne yararı olur?
Siz, bir kişiyi tâciz ve tahrîk ederek kamuoyu oluşturmak için "Cambaza bak!" anonsu yaparken Millî vicdânı incittiğinizin farkında mısınız?
Siz, yıllarca süren ve PKK'dan önceki en uzun Kürt isyanlarından birinin elebaşını aklamak adına, Gâzi Meclis'teki 550 mebusun ikbâlini borçlu olduğu Cumhuriyet'le hesaplaşmaya niyetlenirken kaç ölüyü rahatsız ettiğinizin, ettirdiğinizin farkında mısınız?
Sizin milleti cambaza baktırırken yönlendirildiğiniz asıl mes'eleye örtü etmek istediğiniz sûni gündemle dünyalarını değişmiş kişileri seven, kaç milyon kişiyi de tahrîk ettiğinizin farkında mısınız?
İsmet İnönü'yü, Celal Bayar'ı, Adnan Menderes'i, Fevzi Çakmak'ı, Mehmet Âkif'i, ölmüşleri, öldürülmüşleri, idam edilmişleri hatta kaynak gösterdiğiniz Necip Fazıl'ı niye dile düşürdünüz?
Siz, devrin imkânsızlıkları yüzünden yüzlerce yıl civar illeri yağmalayıp Tunceli'nin yol geçmez, kuş konmaz dağlarına saklanarak Osmanlı'ya vergi vermemiş, askerlik yapmamış âsi, şımarık, işbirlikçi feodallerin, Türkiye Cumhuriyeti'ne de baş kaldırarak İngiliz ve Fransızların kucağında semiren bir şâki ve suç ortaklarının idamlarına üzülmüş olabilirsiniz! Adâletin idam ettiği, Kolluk Güçlerinin çatışmada öldürdüğü kişilerden bazılarına ağlayanlar da olabilir! Tarihte de, günümüzde de ve dünyanın her yerinde devlete isyanın bedeli, kelledir!
Unutulmasın ki Türk Devleti'ni kurup Gençliğe emânet edenler; "İktidara sahip olanlar gaflet, dalâlet ve hatta hıyânet içinde olabilirler. Hatta bu iktidâr sahipleri şahsî menfaatlerini müstevlîlerin siyâsi emelleriyle tevhîd edebilirler." diye varislerini uyarmıştır! Her okuyanı elektrik gibi çarpan, kehânetvari bu uyarının, kamu vicdânındaki karşılığının farkında mısınız?
Sayın Kasımpaşalı Başbakan;
Kavlamış, kapanmış yaraları kaşıyıp kanatarak yanlış yaptınız! Size yanlış yaptırdılar! Bir anlık öfkenizle kamu vicdânını bir kere daha çok ağır yaraladınız! Meselâ Necip Fazıl'ın bütün hayatını, defalarca tekrarladığı siyâsi dönekliklerini, süflî yaşantısını ve Adnan Menderes devrinde kalemini kiraya vererek örtülü ödenekten kumar borçlarını ödediğini yani dolma kalemliğini bilmelerine rağmen; "Ölüden şeytan da el çeker" öğretisiyle lânetlemeyen ne kadar kişinin, öfkesini kabarttığınızın farkında mısınız?
Haçlı istiyor diye, "geceyarısı yasaları"yla toplam nüfusları bir kaç bin kişi olan azınlık vatandaşa tavizlerinizle milyonlarca Alevî Türkmeni, milyonlarca Şia-Caferî Türk'ü, milyonlarca Türk Milliyetçisini, milyonlarca Atatürk seveni incitişiniz kıyaslanınca hiç te ma'kul görünmüyor!
Sayın Başbakan; sizi, yüzlerce yıl teb'amız olmuş din kardeşlerimizin, akrabalarımızın üzerine pohpohlayarak yönlendirenler, sizin sonunuzu da size yaptırdıkları bu tahrîklerle hazırlıyorlar, dikkatli olun!
Karşınızda her zaman sizin oluşturduğunuz gündemi takip eden, beceriksiz siyâsiler olmaz! Millî duruşlu bir millet evlâdı çıkar; sizin de, size akıldânelik eden dolma kalemlerin de, sizin sâyenizde Cumhuriyetten intikama heveslenen hainlerin torunlarının da hesaplarınızı bozar!
Mazisine ve suçlu da olsa geçmişine sâdık sâdece kendinizi görürseniz, AB ve ABD desteği ile he-man (hi-men) tavrına devam ederseniz, karşınıza sizin üslûbunuzda bir millet evlâdı mutlaka çıkar! Bu milletin Millî karakterli Kasımpaşalıları da vardır ve nöbettedirler vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 24, 2011

MİLLET TE Mİ KUŞBEYİNLİ?

Sadece kuşlar, hep aynı tuzağa düşerler çünkü kuşbeyinlidirler!
11. Cumhurbaşkanı ve Devlet Kurucu Mustafa Kemal Atatürk'ün halefleri Sn. Abdullah Gül, İngiltere'deydi! Bu ziyâretin, Türk gönlümü inciten teferruatlarına dikkat çekeceğim!
Yandaş Basın'a göre bir Cumhurbaşkanı, Kraliçe tarafından "Krallar gibi" karşılandı, garipsedim!
Gül'ün teşekkür konuşmasındaki; "Birbirine geçmiş tarihimiz boyunca, şimdi ve geçmişte, ordularımız ortak düşmana karşı yan yana savaştı." cümlesi, dikkatimi çekti! İngiltere ile yanyana savaştığımız ortak düşmanları merak ettim ve tamamının Müslüman ülkeler olduğunu ibretle hatırladım, sessizce incindim!
Kraliçe 2. Elizabet'in, Bayan Gül'ün 15 cm'lik yüksek topuklu ayakkabılarıyla ilgilenmesi; "Dost başa, düşman ayağa bakar." atalar tesbîtini hatırlattı, biraz rahatladım!
Türkiye'nin 11. Cumhurbaşkanı onuruna verilen yemek, 1867'de 144 yıl önce Sultan Abdulaziz'in ağırlandığı Buckingham Sarayı'nın Müzik Salonu'nda verildi. Fon müziği olarak İtalyan besteci Luigi Arditi'nin Sultan Abdülaziz'in İngiltere ziyareti vesilesiyle bestelediği "Sultan'a Övgü" adlı eseri ve Osmanlı marşları çalındı, sessizce yüreğim burkuldu!
Abdullah Gül, Türkiye'de hiç giymediği ve bu ziyaret için özel diktirilen frakını giydi! Yakasında 2008'de Kraliçe'nin Türkiye'de taktığı "Diz Bağı Nişanı" vardı! Yandaş Basın bu nişanı; "İngiltere Yüksek Şövalye Nişanı" diye duyurdu. Oysa bu nişan, İngilizce adıyla "Knight Grand Cross of the Order of the Bath" yani, "Ulu Haç için Mücâdele verenler" e takılan bir nişandı, yakamızdaki bu nişanla utandım, kahr'oldum!
Aynı "Diz Bağı Nişan"ın Osmanlı'nın demokratikleştirilerek parçalanıp yıkılması dönemlerinde Abdulmecit ve Abdulaziz'e de takıldığını hatırladım! Yine Abdulmecid'in "Diz Bağı Nişanı"nı hak etmek istercesine Haçlı zorlama/ dayatmasıyla ilan ettiği/ ettirdiği Tanzimat ve Islahat Fermanları'nı hatırladım! Bu hatırlama da bana, son Padişah Vahidettin'in bir İngiliz savaş gemisinin ambarına saklanarak Türkiye'den kaçtığı tarihin yıldönümünde Abdulmecid'in resmi törenlerle anılmasındaki müthîş tesâdüfü hatırlattı, ürktüm!
Tanzimat Fermanı ile azınlıkların Haçlı dayatma ve desteği sayesinde kazandıkları dokunulamazlık ve ayrıcalıklar ile günümüzün; AB ve ABD dayatması, Geceyarısı-Dikte Yasaları ile Ekümenlik isteyen intikamcılara, işbirlikçi bölücülere sağlanan dokunulamazlıklar, soykırımcı Haçlı çetelerinin karargâhları olan tarihin yüz karası kiliselerin onarılarak ibadete açılmaları arasındaki tıpatıp benzeşme tesâdüflerinden korktum!
Birinci Dünya savaşı öncesi senaryolarını hatırlatan; Osmanlı'nın Avrupalı Haçlılarla " ortak düşmana karşı yan yana" savaşma hevesine benzeyen ve ortak düşman(!) Müslüman Suriye'ye karşı ortak hazırlıkların yapıldığı günlerde, Rusya'nın savaş gemilerini Akdeniz'e demirlemesi ve Şam'ın; "Rus donanması Suriye sularında koruma amaçlı devriye görevi yapacak" açıklamasıyla; "Allah Allah!" diyerek endişelendim!
Rusya'nın; "Avrupa’da konuşlandırılacak NATO füze kalkanı sisteminin Moskova’nın endişeleri giderilmeden hayata geçirilmesi halinde, füzelerini söz konusu savunma sistemine doğru yönlendireceği tehdidi"ni ciddiye aldım!
Haçlı Avrupa ve ABD'nin onlarca yıl pohpohlayıp nişan üstüne nişan verdiği, Avrupa'nın göbeğinde Bedevi çadırını kurmasına göz yumduğu ve sonra birini astırıp, diğerini linç ettirdiği Müslüman Arap Ülkeleri Liderleri'ne yaptıklarıyla Abdullah Gül'e yapılan sırt sıvazlayıcı, nişanlarla ödüllendirilerek pohpohlamalar arasındaki benzeşmeyi göremeyenlere kızdım!
Hepsinin üzerine tuz-bibercesine bir de Abdullah Gül'ün, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Eğitim ve Kültürel İşler Bürosu’nun İnternet sitesinde, Amerikan Dışişleri Bakanlığı bursu ile yetiştirilmiş dünya liderleri arasında gösterilmiş olduğunu da hatırlayınca kendi kendime, yüksek sesle; "Ey Vah! Yoksa millet te mi kuşbeyinli?" deyiverdim...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 23, 2011

YÜREK, SEVMEYE YETİYORSA!...

Nedir bu sevgi?
Nasıl bir şeydir bu muhabbet?
Madem sevgisiz, muhabbetsiz huzûr olmuyor, demek ki bu sevgi denen, muhabbet denen izâfi kavram çok kıymetli!
Madem bu kadar kıymetli ve önemli niye bu kadar hoyratça, müsrifçe harcanır?
Bu nasıl iştir ki paylaşıldıkça çoğaldığı söylenen sevgiyi; yüzlerce, binlerce hatta milyarlarca yıldır sevgi fedaisi yürekler paylaşırlar, paylaşırlar, paylaşırlar ve artacağına, her yeri kaplayacağına sanki yok olur bu sevgi! Yoksa; "Desem dile düşürürler demem adını adını" mantığıyla sevgimizi sakınarak, saklayarak saygılı davrandığımızı mı zannederiz?
Alfabetik olarak saygı, sevgiden önde duruyor! Uygulamada da sanki saygı sevgiden bir adım önde gibi! Lâkin saygının içinde mutlaka, az da olsa, bir miktar korkunun saklanıldığını; içinde bir miktar korkunun olmadığı saygının, saygı olmayacağını da tecrübelerle biliyoruz!
Sevgi ile yakınlaşan sevgililerin belli bir süre sonra saygı maskesinin arkasına saklanmaları niye?
Yoksa sevilen, elde edilinceye kadar sevilerek istenen bir arzû mu?
Yoksa sevilen, göze görünemeyecek kadar büyük, hayâli bir düş mü? Elde edilince, ulaşılınca değerini bir anda yitiren, sevilen olabilir mi? Veya bu kadar çabuk kıymet kaybeden şey, sevilmeğe değer mi?
Haldun Okdemir; "Sevmek, sevilene yapılan en büyük duâdır." diyor... Duâmız sürekli olsun, sevgimiz ölümsüz olsun diye sadece severek duâya devam mı etmeli? Duâ olsun diye, sevilen süreklilik kazansın diye sadece duâ ile yetinirsek yani sadece sevmeye devam edersek sevgimizi paylaşmış olur muyuz? Paylaşmazsak sevgimiz çoğalır mı?
Sevgi, mutluluğun ham maddesi!
Sevgi, hasret denen ömür iç kurdunun tek gıdası!
Sevgi, adına "kara sevda" denen, ilâcı kendi olan illetin tek adı!
Sevgi; inlemeden, ses çıkarmadan aşınarak sona doğru adım adım gidişin en mâhir kılavuzu!
Hele bir de sevenin biri; "Severek ayrılalım!" demez mi? Ya sev ayrılma, ya da ayrıl sevme kardeşim! Tamam biliriz bütün zehirler aynı zamanda kendilerinin panzehiridir amma illa "Hapı yutmak" zorunda mıyız?
"Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb
Kılma dermân kim helâkim zehr-i dermânındadır." Diye zamana karşı kükreyen Fuzûli'nin derdini ve dermânını anlayan, anlamışsa anlatabilecek kaç kişi çıkar?
Nedir bu sevgi? Baş belâsı mıdır?
Nedir bu muhabbet? Taşınamayacak kadar ağır mıdır ki muhabbet sâhipleri iki büklüm yürüyüp hallerinin adına tevâzu derler!
Kovalarsan sürekli kaçan, kaçarsan sürekli kovalayan; atsak atamayacağımız, satsak satamayacağımız, ne ona tahammül edilebilen, ne de onsuz olamadığımız bir duygu! Ona teslîm olan Kays'ı, Mecnûn edip çöllere salan, hiç insâfı olmayan bir zâlim duygu mu?
Bu sevgi nedir Allah aşkına?
"Sevgi süvârisiyim!" diye yıllardır kendime iftirâ edermişim bir de! Binmişim sevdâ atına, sevgimi kamçı etmişim; kaçıyorsa kovalamak, kovalıyorsa kaçmak için ha bire kamçılıyorum çok sevdiğim sevdâmı!
Sevmesem yok olurum, sevilmesem ölürüm! Gel de bencilleşme! Gel de; yok olmamak için inâdına sevmeye; sevilmek umuduyla sevgiliye doğru sevdâ atını sürmeye devâm etme!...
Yetmez gibi bir de ben; sevgi ekip, sevgi dermeye hevesli bir öğretmenim!
Sevmeyi, sevilmeyi öğretmekle mükellef Sevgili Öğretmenlerimizin her günleri, her saatleri, her anları kutlu olsun! Sevmeyi, sevilmeyi bilen öğretmenlerimiz olsun ki sevdâ bağımız solmasın...
Allah sevgimizi artırsın, sevdâmızı dâim ve îmanımızı kâim eylesin! Âmin...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 22, 2011

"ÖLÜ DELİ"YE UYAN AKILLI ZAVALLILAR!...

"İnsanların dillerden düşmeyen iki türlü ismi vardır; biri iyi, biri kötüdür. İkisi de unutulmaz. İyiyi överler, kötüye söverler." (Kutadgu Bilig)
Sınıflar arasındaki fark, uçurumlaştı! Kısa sürede edinip harisçe sarıldıkları servet yüzünden kendilerini yukarıda zannedenlerle fakirlik yüzünden bütün varlıklılara kızan ezici çoğunluğun, karşılıklı öfke nöbetlerini izlemeye başladık!
Başı boş kaldıkları için asıl anarşist demokrasi şımarıkları, âfetzedelere yapılan yardımları bile yağmalayabiliyor, yağmalatabiliyorlar!
On yıl önce, asayiş sağlansın diye başarıyla görev yapanlar; başarılı görevlerinden, ödül olarak verilen üstün hizmet madalyalarından dolayı yargılanıyorlar!
Hayatını çevik ve sportmence yaşayan, dolayısıyla her gün ağır idmanlar yapan bir Devlet Görevlisi, görevlerinden dolayı sorgulanıp yargılanmayı beklerken mahkemesine günler kala, yaptığı spordan olduğu söylenen kalp krizi ile cezaevinde ölebiliyor!
On yıl öncenin etkili-yetkilileri, on yıl öncenin kahramanları, makbûl fikir adamları; etkileri-yetkilerinden dolayı, yaptıkları-söyledikleri hatta düşünceleri, hatta yazıp bastıramadıkları kitapları yüzünden terörist diye sorgulanıyor-yargılanıyorlar!
Dîn ve ahlâkımız; "Ölüden şeytan bile vazgeçer" demesine rağmen; "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız." (Bakara-154) İlâhi tarifine rağmen; dîn adıyla şühedâya dil uzatılıp, dîn adıyla ölü delilerin, sağları linç etmesine ortam hazırlıyorlar!
"Bütün kitaplar, bir tek Kitâb'ı anlamak için okunur." öğüdüne rağmen, Kuran'ın bütün zamanların ve yaşayanların hayat düzeni olduğu inancımıza rağmen, sağ cahillerimizce; "Risale-i Nûr'a itiraz edilemez. Yapılacak itiraz en ulu kişilerden, Kutb'ül Âzâm'dan da gelse aldırış edilmemeli." (Hizmet Risâlesi) diyen bir ölü delinin, sağ ûlemayı linç etmesine izin veriliyor!
Sağ ûlemayı linçine izin verilen bu ölü deli, kendisini; "Evet o zât (Said Kürdî) daha hâl-i sebâvette (çocukluk halinde) iken ve hiç tahsil yapmadan zevâhiri(görüntüyü) kurtarmak üzere üç aylık tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîne (ilimlerin başlangıcına) ve âhirine (sonuna) ve ledünniyat( ilâhî sırlar) ve hakâik-i eşyâya (mevcut şeylerin gerçeklerine) ve esrâr-ı kâinâta (yaratılmışların hepsinin sırlarına) ve hikmet-i ilâhiye (ancak Allah'ın bileceği işlere) vâris kılınmıştır (mirasçı edilmiştir) ki şimdiye kadar böyle mazhârîyet-i ulyâya(yüce kazanımlara) kimse nâil olmamıştır." (Şualar-On Beşinci Şua) diye tarif eder!
Hayattaki kişilerin eserleri ve sözleri hakkında, olumlu-olumsuz bir şeyler söylemek mümkündür ve doğrudur. Çünkü eleştiriler sayesinde doğruya biraz daha yaklaşılabilir ama ölmüş birinin yazıp bıraktığı şeyler hakkında çok fazla yazıp söylemek akıllıca ve vicdâni değildir. Bir insanın düşüncelerini kendinin savunmasıyla o düşünceye katılan-destek veren birinin savunması, farklı şeylerdir!
Hele bir de bu ölü; tahsil görmediğini, buna rağmen sorulan her soruya cevap verebileceğini ama asla kimseden bir şey sormayacağını kendisi söylemiş ve yazmışsa bu adama gıyâbında deliden başka ne sıfat yakışır?
Akıl hastaneleri kendilerini padişah, hatta peygamber zanneden delilerle doludur! Ulu Hakan Sultan Abdulhamid'in, zorla bahis mevzuu edilmek istenen bu deliyi tımarhaneye kapattırdığını da hatırlarsak, işimiz daha da kolaylaşmaz mı?
Millet olarak, yaşayan cahillerce, başımıza bin-bir belâ alınmak istenirken bizim ölü deli'lerle uğraşarak vakit kaybetmemizin bir manası var mıdır?
"Delinin biri kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış" bu değilse nedir Allah aşkına? Türk Milleti ve Devleti'ni, yüzlerce yıllık teb'alarıyla, dindaşlarıyla savaşa sokmaya hazırlanan hayatta ve işbaşındaki gayr-ı millî kişilerle uğraşmak, onların yanlışlarına müdâhele etmek varken; "Cambaza bak!" komutuyla ölü deli'lerle uğraşmanın mantığı var mıdır Allah aşkına?
Madem ki ölülerden şeytan da el çeker o zaman bize düşen; ölülerden iyi isim bırakanları rahmetle, kötü isim bırakanları da lanetle anmak değil midir?
Lütfen, akıllı düşünürken delinin ölüsünün bile nasıl mesafe aldığını görmezden gelerek büyük çıkmazlara doğru yuvarlandığımızı görelim! Vallahi artık yeter!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 20, 2011

VİCDÂNSIZLARIN REDDİ!...

Son gündem karartma örtüsü "Bedelli ve Vicdâni Ret" hakkında Türk'çe konuşalım: Ben "Vicdânî ve Îmânî Evetçi"yim! Ben ölmezsem milletimin yaşayamayacağını, milletim yaşamazsa devletimin olamayacağını, devletim olmazsa kendimi millî ve dîni kimliğimle ifâde edemeyeceğimi bilenlerdenim.
Çünkü ben; Kur'an'a göre ayrı dil ve renkte yaratılmış bir Türk'üm. Çünkü ben aklımın îmanıyla elhamd'ü lillâh Müslümânım. Çünkü ben; vatan savunması için de Devletimin bekası uğruna ölürsem de şehît olacağıma îmân etmiş bir Müslüman Türk'üm. Çünkü ben; "Ben bir Türk'üm. Dînim cinsim uludur." diyen millet fedâilerindenim!
Anadolu'da; "Taşlamayla koyuna giden it, sürüyü kurda verir." derler! Çarıklı erkân-ı harbi, milleti dinlemeyen, millî kültürden uzaklar yüzünden, kimin askerlikte Mehmetçik rütbesine terfi ettirileceğini bilmeyenler yüzünden sıkıntı yaşıyoruz!
Teknolojik şımarık Amerikalı gençlerin "Tavuk Oyunu"nuyla kıyaslayarak yapılmak isteneni anlamaya çalışıyorum! Amerikada, son model arabalarla dümdüz bir asfaltta, iki genç karşılıklı olarak birbirinin üzerine, kafa kafaya çarpacak şekilde son sür'at araba sürerler. Bu oyunda şimdiye kadar hiç kaza olmamış! Çünkü son anda mutlaka biri direksiyon kırarak "Korkak tavuk"luğu kabullenir!
Savaşçılığı dünyaca kabullenilmiş Türk Milletine Hükümet edenlerin, 100-150 "Tavuk Oyunu" heveslisi vicdâni retçi karşısında, "açılım-ileri demokrasi" vaadiyle önce oyunu başlatıp sonra direksiyon kırmalarına itirâzım hep sürecek!
Ama 75 milyon nüfus içinden çıkan 100-150 tâne; korkak, ürkek, kaçağa karşı direksiyon kırılır mı? Vicdâni ret adlı "tavuk oyunu"nda, "korkak tavuk"luğu kamuflenin başka yolu yok mu? Bu memlekette "bedelli ve kısa dönem" uygulaması ilk defa mı yapılacak? Bu memlekette, genç nüfus fazlalığından, "Seferberlik Emri"ne gönüllü millet evlâtlarının asker kaçağı ayıbına düşmemesi için defalarca "bedelli" uygulanmadı mı? "Mehmet Ağa, Mehmet Bey, Mehmetçik" şakasını hangimiz yapmadık?
Yetmiş beş milyondan 100-150 nesepsiz kimliksizin; Türklüğü reddederek, dînî inanç adlı bölücülüğü destekleyen cemaat öğretisiyle; "Bu son ordusudur islâmın" tarifli orduya katılmayı reddetmesini, korkak asker kaçaklığını, kim, niye önemser?
Dahası; bu korkakların, bu ihânete müsait örgüt veya cemaat mensuplarının, zorla askere alınmasına itirâz ederim! 72. Madde'yi, bu korkak kaçaklara, ihânete müsâit nesepsizlere uygular; patates soydurup, garsonluk ettirip Mehmetçiği zehirleme şansı vermeden çalıştırır, vicdânsız retçiliklerini kabul ederim! Argoda; "Kahpelik, parayla değil!" derler!
Onlarca yıldır, alıştıra-hazmettire, "Gerekirse hakim, savcı satın alın! Ta ki kılcal damarlara sirâyet edinceye kadar." uygulamasıyla Millî Devlet'i, Millî Birliği bozacak her yol denendi! Vergi kaçakçılığı; nüfusunun %98'i müslüman ve Milli Savunma Bakanlığı bütçesine denk bütçeli bir Diyânet İşleri Başkanlığı olan, cami imam ve müezzinlerinin maaşlarını devletin karşıladığı müslüman bir ülkeyi "Darül harp" ilan ederek dîn adıyla meşrûlaştırıldı! Baş örtüsü, türban, tesettür, çarşaf çekişmeleriyle yıllarımız ziyân edildi!
Şimdi de; "Vay bedelliymiş, vay vicdâni retmiş!" diye vaveylalar, "korkak tavuk"luklar! Zorla askere alınan PKK'lıdan, kendini Türk hissetmeyen korkaktan-kaçaktan, ihânetten ve casusluktan başka ne beklenir? "Vatan sana canım feda! Her Türk asker doğar!" diye kükreyen Kınalı Kuzularımın arasında bu hâinlerin ne işi olur? Benim Millî Türk vicdânım da bunları küllîyen reddediyor!
Vicdâni ret mi? Tamam! Kınalı Kuzularım'ın Muhteşem Görüntüsünü niye bunlarla lekeleyeyim ki? Eline silah almayacak mı? Tamam! Vatan, Devlet, Millet, Millî nâmus sınırlar için ölüp öldürmem mi diyor? Peki! İt kim ki kotan çeksin?
Demokratça, tercihlerine göre; cepheden, eğitimden dönen Mehmetçiğin postallarını boyamak, kenefleri ve kirli çamaşırları temizlemekle görevlendiririm! Olmayan vicdânlarıyla yaptıkları rest blöfünü görür, Kınalı Kuzularım'ın muhteşem görüntülerini de bozmam vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 19, 2011

ALLAH SORSUN!...

Dîn diye, dindârlık diye müslîm, gayr-ı müslîm komşuların arasını bozdunuz! Allah sorsun!
Cami cemaati günahkârla meyhâne-kahvehâne günahkârının arasına girdiniz! Milletle devletin, mazlûmla adâletin, hastayla doktorun, cemaatle imâmın, öğrenciyle öğretmenin, askerle komutanın, cahille âlimin arasına girdiniz, aramızı bozdunuz! Allah sorsun!
"Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetim ve öksüzlere, çaresizlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, size bağımlı olanlara iyi ve güzel davranın. Allah, kasılıp böbürlenen şımarıkları sevmez." (Nisâ-36) Allah buyruğunu bilmenize rağmen kasılıp böbürlenip şımararak herşeyi yaptınız! Allah sorsun!
Kur'an'da lisânımın ve tenimin farklılığıyla (Rûm-22) belli olan Türklüğümle ve tamamlanarak adının İslâm koyulduğunu bildiğim dînime şükreden bir Türk olarak gücüm kadar direndim, direneceğim! Hakkımızı Allah sorsun!
"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. Ne mutlu Türk'üm diyene." şeklindeki yaklaştırıcı, barıştırıcı, kaynaştırıcı formülümüzle oynadınız, Allah sorsun!
Türk Milleti adlı halkın; Kürdü, Çerkezi, Gürcüsü, Ermenisi, Rumu, Rusu vardı. "Gırış" dediğimiz Rus komşularımız Petka, İvan, Olga'nın soyadları Türkseven'di! Aynı mahallede saklambaç oynarken birbirimizin evine saklanırdık! Aynı sıralarda okur, aynı bölükte askerlik yapar, aynı gölette yıkanırdık,kardeştik! Aramızı bozdunuz Allah sorsun!
Türk Milleti; Allah'ın huzûrunda camide eşitti! Dîni siyasallaştırarak sizden olan-olmayan diye ayrıştırdınız ve Allah huzuruna değil, size görünmek için gittiğiniz camide boy göstermek yarışına giren mürâilerin, sizin hocaefendilerden hürmet görmesini sağlayıp camideki saf tutma eşitliğini bozdunuz, Allah sorsun!
Haklı mazlûmla, haksız zâlim, adâlet huzûrunda eşitti! Adâleti parayla alınıp satılır hâle getirdiniz! "Milyon harcayın bir lira kazanın! Hâkim satın alın, savcı satın alın! Ta ki kılcal damarlara sirâyet edinceye kadar." yöntemi ile adâleti pazarlattırdınız! Adâlet önünde eşitliği bozdunuz, Allah sorsun!
Hastalar, doktor önünde eşitti! Yandaş hastalara, yandaş doktorlarca torpil uygulatıp sizden olmayanı mesâi bitti diye kolunda serumla dışarı attırdınız! Hasta-Doktor ilişkisindeki eşitliği bozdunuz, Allah sorsun!
Öğrenci, öğretmen huzûrunda eşitti! "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum." şeklindeki öğretmene saygıyı yok ettiniz! Paralı eğitimle veli-nîmet müşteri çocuğuyla özel okula gelemeyen öğrencileri ayrıştırdınız, Allah sorsun!
"Vatan borcu, nâmus borcu" diyen millet evlâtlarının Komutan huzûrundaki eşitliğini bozdunuz! Devlet-i Ebed-Müddetin, toprağı vatanlaştırmanın tek bedelinin can olduğu inancıyla, şehîtliğe hevesli Mehmetçikle, bedelli zengin şımarık veletlerinin arasını açtınız, Peygamber Ocağı'nı bozdunuz, Allah sorsun!
Bekçi Baba'nın düdüğü ile sağlanan asâyişi, tanklarla, panzerlerle, gaz bombalarıyla, polis coplarıyla sağlayamadınız! Asâyişi bozdunuz, Allah sorsun!
Millî günlerde kendiniz "sap gibi" durduğunuz için saygıyla duranları "sap gibi" zannedip millî bayramlarımızla, dîni bayramlarımızın arasına girdiniz! Bayram coşkumuzu bozdunuz, Allah sorsun!
Çok katlı binada bir kat daha yukarı çıkınca yükseldiğinizi zannedip şımardınız; "Yeryüzünde dolaşıp bir bakmıyorlar mı ki, nasıl oldu kendilerinden öncekilerin sonu? Onlar kuvvet yönünden bunlardan daha ağır ve baskındılar. Toprağı eşip deşip didik didik etmişlerdi. Ve yeryüzünü, bunların imar ettiklerinden çok daha fazla imar etmişlerdi. ... Doğrusu, onlardı öz benliklerine zulmedip duranlar." (Rûm-9-) tarifiyle yüksekten bakarken şımardığınızın farkında değilsiniz!
Zülkarneyn'den bize kadar bütün samîmillerin bedduâsına muhatapsınız! Bu kadar ilenç, boş dönmez! Yine de câhillerimize acırız! Onların üzülmelerine de üzülürüz!
"Allah, kasılıp böbürlenen şımarıkları sevmez." (Nisâ-36) vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 18, 2011

YALANDAN KİM ÖLMÜŞ?

Gerçek can acıtıyor! Yalancının kıvrak zekasının hızına da doğrunun aklı, ayak uyduramıyor!
Ortalık yalan ve yanlış gündemlerle toz-duman!
"Paranın dini olmaz!" gerçeğini, Müslüman Başbakan'dan öğrendik!
Vatanın sınırlarının olmadığını, "Mü'minin, seccadesini serdiği yer vatandır." diyen Müslüman cemaatlerden öğrendik!
Entelliğin, "Vatanı bir çift kadın memesine satmak" olduğunu, dünün marksisti, bugünün değişen-gelişen liberali, ileri demokrat, AKP vuvuzelası, "dolma kalem"lerden öğrendik!
"Devlet malı deniz, yemeyen domuz." bid'atının doğrusunu, devlet malını "Babalar gibi satarım." diyen Müslüman Kemal Abi'den öğrendik!
"Yalancının mumu yatsıya kadar yanar." öğretisinin güncel ve teknolojik versiyonu; "Yalancının ampülü söndürülünceye kadar yanar." gerçeğini, Müslüman AKP'den öğrendik!
Milletin can acıtan gerçektense duymak istediği yalana itibar ettiğini de üç seçimdir AKP'ye gösterdiği itibâr ve ihtiramdan öğrendik!
Mürâilerin yalan ve yanlışlarını, doğru tavırla doğru adreslerde sunarak başarmalarına şaşırarak biz doğrularımızı, yanlış tavır ve yöntemlerle yanlış yerlerde bağırarak kıymetsizleştirdik! Atatürkçü geçinen laikçiler, sarhoşken cami müdâvimlerine iğrençleştiler; güya dindâr milliyetçilik yapmaya çalışan acemiler de meyhanelerde âyetlerle sohbet deneyip sarhoşlar içinde acayipleştiler!
Olmadı ki olmadı! Bu gidişle de biraz zor olacak!
Yine de ısrarla kaç kişiye duyurup kaç kişinin dikkatini çekersek başarıdan sayarak gördüğümüz bir tuhaflığı dikkatlere sunmaya çalışalım.
Tarih; 9 Eylül 2011
Yandaş basın ve medya; "dokunmanın ibâdetten" sayıldığı, Dünya Lideri BOP Eş Başkanı, Başbakan'ın El Cezire Televizyonu'na verdiği beyanatı; "Başbakan Erdoğan, İsrail'e mesajı Arap dünyası üzerinden verdi. Türk Donanması, Doğu Akdeniz'de yardım gemilerine eşlik edecek, dedi." diye duyurdu! Başbakan'ın; "Gazze'ye yardımlar Mavi Marmara'daki gibi bir daha saldırıya uğramayacak! Bundan sonra askeri gemilerimiz gerek Aksaz'dan, gerek iskenderun, Mersin bütün buralardan bu denizlerde, bu sularda görülecekler, bulunacaklar." dediğini de hepimiz duyduk.
Aynı gün, ABD Dışişleri bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland; Amerikan vatandaşlarının bu faaliyetin içerisine girmemeleri yönünde uyarılarını tekrarladıklarını belirterek; "Filoya Türk savaş gemilerinin eşlik edebileceği yönündeki bazı haberlere dair bir kaygı vardı. Türk Hükümeti tarafından bize, böyle bir durumun söz konusu olmadığı kesin bir dille izah edildi. Bunun çok kötü bir fikir olduğu düşüncemizi açıkça dile getirdik. Onlar da bize, böyle bir durumun söz konusu olmadığı yönünde güvence verdi." açıklamasını yaptı!
Ve aynı gün İsrail Başbakanı Netenyahu; "Donanma, İsrail savunma kuvvetlerinin iki uzun kolundan biridir ve bu kol çok güçlüdür. En uzun ve güçlü kol ise hava kuvvetleridir." diyerek aba altından sopasını gösterdi!
Sonuç; 4 kasım 2011'de yani BOP Eş Başkanı, Dünya Lideri başbakan'ın İsrail'i tehdîtinden bir ay sonra, Türkiye'den hareket eden ve Gazze'ye uluslararası yardım taşıyan iki tekne, uluslararası sularda İsrail savaş gemilerinin müdahelesine uğradı, aktivistler tutuklandı!
Bu onur kırıcı olaylar olurken Müslüman Başbakanımız, içimizdeki teröristleri bitiremeden, hatta insan hakları ve ileri demokrasi uğruna Meclis'e zorla davet ederek yemin ettirdikleri PKK'nın siyasallaşmışlarını hizaya sokamamışken, Suriye'deki karışıklıklara insâni-demokratik-bombalı müdâheleye hevesleniyor!
Kelin dermanı olsa başına sürter de yalandan da kim ölmüş ki canım?
"Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır." vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KALKIN! SELÂMA DURUN!

Başarılı memurun ödüllendirilmesi, kurum yönetmeliklerine göredir. Sivil memurlar genellikle ya terfi, ya da ikramiye ile ödüllendirilirler. Askerin ödülü ise madalyadır.
Adı zorla "Ergenekon" edilen ve milliyetçileri, vatanseverleri, emekli ve muvazzaf Türk Subaylarını 21.yy. Maltası Silivri'de zalimce tutan uygulamayı, nerdeyse unuttuk! "Bir şiir okudum diye!" anlatarak mazlûm rolüne yatanların ceberrûtluğunda; basılmamış ama bombadan daha tehlikeli kitap yazarları, neyle suçlandıklarını bilmeyen düşünce sahipleri cezaevinde unutuldular!
Pensilvanya'dan; "Özkök Genelkurmay başkanı olduğunda..." kehânetiyle başlatılan TSK'ni itibarsızlaştırma "asimetrik operasyonlar"ı hayretle; PKK'ya karşı kahramanca görev yapan yiğitlerin, madalya aldıkları başarılarından dolayı yargılanmalarını öfkeyle izledik, izliyoruz!
"Unutursam, unutturursam!"
diye iri bir sözüm var! Sözüme sâdığım!
21.yy. Maltası'nda üç yıldır tutuklulukla cezalandırılan bir Yiğitten bahsedeceğim, unutulmasına rızâm olmadığı için!
Bir silah arkadaşını savunurken; "Cudi Dağı'nın tepesine yaklaştığımızda tepe zirvesinden üzerimize doğru teröristlerin yoğun ateşine maruz kaldık. Ben diz altından ayağımdan sıyrıkla yaralanırken Emek'in göğsü kan içinde kalmıştı. Kan yüzüme fışkırıyordu! Kan gelen yere harp paketi sarıp üzerine de baskı yapsın diye taş koydum!" diye anlattığı 1500'den fazla çatışmadan sadece birinden bile destan fışkıran bir Yiğitten bahsedeceğim!
Bu Yiğit Türk'ten bahsederken, "Bin yıllık kardeşimiz Kürtlerimiz"le diğer dinsizler arasındaki farka da vurgu yapacağım ve "Bizim PKK'lılarımız" diyeceğim ki şaşıran da şaşırsın! Düşmanın yiğidine saygı da Türk özelliğidir çünkü!
Daha önce de anlatılmış müthîş bir savaş sahnesi:
Suriye'nin PKK'yı koruduğu dönemler! Henüz Irak'a demokratik bombalar yağmamış, müslüman kadınlara-kızlara demokratik tecavüzler olmamış!
Şiddetli ve saatler süren bir çatışmanın ateşkes anları! Epeyce PKK'lı itlâf edilmiş, çok sayıda PKK'lı yaralı! PKK'lıların yakınında bir Şehîdimiz kalmış, almak gerek! Telsiz irtibatı kurulur. PKK'lılar, adını duyduklarında titredikleri Tim Komutanı tek gelirse ve yaralıları için âcil yardım malzemesi bırakılırsa ateş etmeyeceklerini söylerler! Iraklı, Suriyeli PKK'lıların yaptığı gibi yaralıların "Kafasına sıkın, kaçın!" demeyen Türk'ün Kürtlerinden bunlar!
Timdeki rütbeliler ve askerler, Komutanlarının tuzağa çekilmek istendiği düşüncesiyle itiraz ederler! Komutan kararlıdır; Şehîdini ya alacak, ya da can verecektir! PKK'lılar ısrarla O'nun almasını istemektedir!
Telsiz anlaşmasına göre Komutan, tek başına 200-300 ilerdeki Şehîde doğru yokuş aşağı ilerler! Üzeri, tehlike anında infilak etmeye hazır bombalarla doludur! PKK'lılar da, Mehmetçik de bu cesâret karşısında şaşkındır!
Yiğit Komutan, Şehîdini omuzlayarak yokuşu tırmanmaya başladığında güneş batmak üzeredir. Arkadan vuran loş ışıktaki cesâmet ve heybet akıllara zarar bir ihtişâmdadır! PKK'lıların 10 metre yakınından geçerken bütün seyredenleri şaşırtan bir davranış izlenir!
PKK'lılar, bu kahraman Türk Subayına ayakta selam vermektedir!
Niye "Bizim Kürdümüz" dediğim anlaşıldı mı?
Şehîdini düşman elinde bırakmayan komutana saygı duyan, selam duran PKK'lı ile Atatürk'ün Partisi'nde, Şeyh Sait'in kıyameti İsmet Paşa'nın Partisi'nde, CHP'de bölücülük ve vicdani retçilik yapan İleri demokrat vekil sıfatlı Genel Başkan Yardımcısı ile; turistik bölgelerde cıbıldak dost kadınlarla tatil yapan, asker-polis taşlayan, gariban Kürt çocuklarını dağa bitin-pirenin içine pisliğe, ölüme gönderen yemînli-yalancı dokunulamazları mukayeseyi vicdânlara havale ediyorum!
PKK'lılardan selam alan bu Yiğitin, 3 Üstün Cesâret ve Ferâgat Madalyası, 6 Üstün Birlik Yetiştirme Beratı, 180 Takdirnamesi, sayısız Şerit'i, Rozeti var! Şimdi bu ödüller, suç belgesi!
"Özel Kuvvetler’de göreve başladığımda 60 kişiydik. Şimdi 15 kişi kaldık! Diğerleri öldü! Onlardan tek sağlam kalan benimle Fikret Emek. İkimiz de tutukluyuz!" diyen, kendini "ülkesine ibâdet vecdi ile bağlı" diye tarif eden bu Kahraman Türk Evlâdı, Emekli Albay ve 21.yy. Maltası sürgünü Mustafa Levent GÖKTAŞ'tır!
Kalkın! Selâma durun!
Unutursam, unutturursam nâmertim vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 17, 2011

"KEŞKE" DEMEYESİNİZ DİYE!...

Yağmur, kurak toprağın; güneş, zifirî gecenin; sevgi, sevilenin tek duâsıdır biliriz. Biz de severek sevilene, sevilenle birlikte severek milletimize, milletimizle birlikte severek devletimize, devletimizle birlikte severek Millî Ülkümüz'e, millî ülkümüzle severek Allah'a duâlardayız!
"İyi ahlâkı tamamlamak için" yaratılmış, eşref-i mahlûkatın en eşrefi, Allah(c.c.)'ın "Habîbim" dediği tek insan Peygamber(s.a.v.)'imiz'den en makbûl duânın çalışmak olduğunu, helâl rızk için çalışmanın, ibâdetlerin en makbûlü olduğunu duymuşuz ama uymamışız! Allah ile aramıza "Allah İle Aldatan" kurnaz mürâileri sokarak; şeyh- mürşît denilen birilerinin bizim adımıza Allah'tan birşeyler istemesine râzı olarak tembelliği seçmişiz!
Üçüncü bin yılda Asya'yı hristiyanlaştırma idealini bile-bile; "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve resûlünün yasakladığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle boyun eğerek kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın." (Tevbe-29) Emrine muhâlif olarak "Dinler Arası Diyalog"a giren teslîmiyetçiler ve içimizde yıllardır cirit atan misyonerler sayesinde paramparçayız!
Vahidettin'in; "Amerika Cemâhîr-i Müttefikiye Reisi Mr. Coolidge Cenabları'na" diye başlayan; "Pek Muhterem Papa Cenabları'na" diye taklit edilen bir üslûpla; "Hilâfetin tümüyle kaldırılması, ... beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir." diye Yedi Düvel'e direnen, Haçlı'ya karşı vatana-devlete sahip çıkan Türkleri, o günün Amerikasına şikâyetini, unutmaya-unutturmaya niyetlenmişiz! Ki aynı dönemi Mehmet Ârif Bey; "Vatanın müdâfaası ve islâmiyetin muhâfazası, on iki milyondan fazla tahmin edemediğimiz Türkçe konuşan ahâlimizin hamiyetli omuzlarına yüklendi." diye anlatır!
Devlet yönetimini Batı'ya teslîm eden, azınlıkların haklarını koruma-kollama diye açılım yaparak Balkanlar'da önce halklara özerklik, sonra bağımsızlık sağlayarak imparatorluğun dağılmasına sebep olan I. Abdülmecîd'i 100 yıl öncenin reformcusu diye anmaya niyetlenmişiz! Hayret!
Bu gerçeklerden sonra bir konuyu vurgulamak isterim. Emperyalist Haçlı'nın, rahatça kullanabileceği monarşistlere ihtiyâcı vardır! Yıllarca desteklediği şahıs veya kabilelerin hakimiyetini sağladıktan sonra, onların şahsî zenginliklerine yoksul-aç insanları itiraz ettirerek sınıf çatışmalarını tetikler! "Arap Baharı"nda, 30-40 yıl destekledikleri aşîret veya kabile reislerine yapılanlar, bir şey anlatmıyor mu?
Bizde de 20 yıl önce delik ayakkabılı olduğunu kendinden öğrendiğimiz, kırk yıllık Milli Görüş gömleğini çıkarıp değişip gelişen, Müslüman sıfatlı birinin siyâsetten edindiği söylenen servetle, vatandaş arasındaki sınıfsal farkın, dindâr-dinci, sosyal demokrat-demokratik solcu, dönek liberaller ve illîyetsiz milliyetçilerce hakaretlerle tenkîtinden endişe etmeyelim mi?
Mağrip ve Maşrık'ta yani Afrika'nın Kuzeyinde "Refomcu Padişah"lar eliyle bütünden kopartılan ülkelerdeki "domino etkisi"yle süren "Arap Baharı"nda, sıranın kimde olduğu açıkken kiralık dolma kalemlerin "Türk Baharı"nı dillendirmeye başladığı bir süreçte I. Abdulmecîd'i anma törenleri; en başta Recep Tayyip Erdoğan'ın sonuna işaret değil midir? Erdoğan'a ve vuvuzela yandaşlarına hatırlatmak, millî görev değil midir? Kime ne seçip seçmediğimizden? ABD'ye veya kime ne Erdoğan'ı sevip sevmediğimizden?
Bir ay sonra Irak'tan çekilerek içişlerine, tamamen başkanlık seçimlerine yoğunlaşacak olan ABD'ye bu süreçte İsrail'le nöbetleşerek ortadoğu jandarmalığının neresi millî Allah aşkına? I. Abdulmecîd gibi reformcu-açılımcı birini şükrânla ananların; "Milliyetçiyim! Devletçiyim!" sözüne kim inanır?
Bölücü demokratların Ankara'da -güya kongrelerinde- Türk Bayrağı'nı yere atmalarına, Güneydoğu'da indirerek yakmalarına demokratça seyirci kalanların, Suriye'de ABD taşeronlarının yaktığı Bayrağa sahiplenmelerine kim inanır?
Seçtiğimiz birinden kurtulmak adına; Türk Milliyetçilerini, vatansever devrimcileri ve mütedeyyin müslümanları, Türk Baharı'na figüran etmek plânını görerek en başta Recep Tayyip Erdoğan'ı uyarmak insanî bir görev değil midir? Ölümle sıtma arasında tercîhe zorlanıyoruz! Elbette hastalığın tedâvisi bir şanstır vesselâm!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 16, 2011

"MÜZİK NOTASI MI BU?"

Trajikomik "Basın Mensuplarıyla Basına Kapalı Toplantı" dan sonra günlerdir Yandaş Basın'ın, millî duyguları tahrîk gayretlerini hayret ve öfkeyle izliyoruz!
Suskunluğum, öfkemden! Biliyoruz ki; "Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına." Biliyoruz ki; "Ne ekersen onu biçersin."
Şuuraltıma iz yapan çocukluk anılarımdan biri; "Bayrak kutsaldır oğlum! Bayrak vatandır, bayrak nâmustur. Bayrağın olmadığı yerde nâmus olmaz!" şeklindeki Babam'ın öğütüdür. Bayrağın önemini, büyüyüp vatan ve nâmusun ne demek olduğunu öğrendikten sonra anlamıştım.
BOP Eş Başkanı Başbakan'ın "Basına Kapalı Toplantı" sına çağrılan 'Dolma kalemler', günlerdir Suriye'deki Bayrak yakma olayını tekrar tekrar yayınlıyorlar ve BOP Eş Başkanı Müslüman Başbakan'ın üç-dört ay önceki kankasına, vizeyi kaldıracak kadar samîmi olduğu dindaşına, nota üstüne nota vererek çığırdığı notasız bozlakı dinletiyorlar!
Daha dün; "Her türlü milliyetçiliğe karşıyım!" diye kükreyen Hümanist Müslüman BOP Eş Başkanı Başbakan, bugün; "Milliyetçiyim! Devletçiyim!" diye farklı bir tonla kükreyince Basına Kapalı Toplantı katılımcıları Dolma Kalemler'in milliyetçilik damarları kabardı!
Gerçi Kasımpaşalılığını irticâlen yaşadığında Erdoğan'ın, gönlümüzü hoş eden davranışlarını hatırlar ve alkışlarız! Meselâ G-20 Liderler Zirvesi'ndeki fotoğraf çekimlerinde, -hem de iki kere- yer belli etmek için koyulan bayrağı yerden alarak cebine koyması, hoşumuza gitmişti! Bu tavır bana, "Hasta Adam Osmanlı" topraklarını paylaşan "Yedi Düvel" adlı Haçlı işgâlcilere baş kaldıran Anadolu Türklüğünün Galip Komutanı Atatürk'ün, Yunanı denize döktükten sonra, ayağı altına serilen Yunan Bayrağını; "Bir milletin sembolü olan bayrak çiğnenmez!" diyerek kaldırttıran "Diktatör"lüğünü hatırlatmıştı iki kere!
Muhteşem Türk'ün düşman bayrağına gösterdiği saygı ve Rahmetli Babam'ın Bayrağa namûs tarifi yükleyerek şuuraltımıza yerleştirdiği kutsiyetiyle ülkemizde yapılan toplu gösterilerde kontrolsüzce yapılan bayrak yakmalara hep tepki vermiştim! Kontrolsüz toplumsal heyecanlar karşısında bu tepkilerimiz ya duyulmamış, ya da yanlış anlaşılmıştı!
Kıbrıs'ta Bayrağımızı indirmek için göndere tırmanan Rum'un, öldüğünü anlayamadan gönderden süzülüşünde tarifsiz heyecanlanmıştım! Milletler arasında kültür alış-verişi edebî ve görsel eserlerle olur. Eğer o Rum; "Seni selamlamadan uçan kuşun/ Yuvasını bozacağım." diyen şiirimizi okumuş olsaydı, Bayrağımıza el uzatmaz ve öldüğünü anlayamadan ölmezdi biliyorum!
Dokunmanın ibâdetten sayıldığı BOP Eş Başkanı Müslüman Başbakan'a, dokunarak sevap kazanan müslüman taraftarlarına, Irak'ta bir buçuk milyon müslümanı katledip yüz binlerce müslüman kadına-kıza tecâvüz eden Haçlı askerlerine dua eden Dincilerin farkında olamayan Haçlı Müslümanlar'a, altını kırmızı ile çizerek bir Allah(c.c.) uyarısını da hatırlatalım: "Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyiniz; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler." (En'âm-108)
Merakla sormak isterim; Suriye'de aylardır gösteri yapan ABD destekli muhaliflere ve ABD'ye karşı yapılan, Esad taraftarı gövde gösterilerinde ABD'nin değil Türk Bayrağı'nın yakılmasında, ABD Başkanı Barak Hüseyin'in değil Atatürk'ün resminin parçalanmasında ve bu tahrîk edici sahnenin yandaş dolma kalemler tarafından ısrarla servis edilmesinde bir samîmiyet olabilir mi? Yapılanlar, ABD masalında keçiyi yemeye niyetli kurt rolüne sokulan BOP Eş Başkanı'nın; "Suyu bulandırma!" bahanesi ise; kasabın kestiği kurbandan hissesi, sadece kesim ücreti değil midir? Bu gerçeği, yüksek sesle hatırlatmak zorunda değil miyiz?
Avrupa hayranı teslîmiyetçi Tanzîmatçıların, kanunları ihlâl edenleri cezalandıramayıp Haçlı destekli isyancıların istedikleri doğrultuda yeni kanunlar yaparak şımarttıkları azınlıkların, Osmanlı'yı soktuğu karanlık çıkmaza Türkiye'yi sokmaya hevesli bir BOP Eş Başkanı ve Kabinesinin KHK'leriyle tehlikeli bir çıkmaza yuvarlanıyoruz!
ABD menfaatlerini savunmak adına Suriye'ye yapılması düşünülen "Daha farklı tepkiler"de, kaç Haçlı Müslüman Vicdâni Retçi çıkar diye de merakım başladı bile!
"TÜRK, ULU TANRI'NIN SOYLU GÖZDESİ"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 15, 2011

DOKUNULAMAYACAK KADAR UZAK...

Bu satırların sahibi demokrat değildir. Defalarca yazdım, söyledim!
Adına; Yunanca demokrasi, Fransızca republik, Arapça cumhuriyet denilen "Milletin İktidarı" anlamını taşıyan ama asla milletin hükmünün geçmediği, seçmen sözünün asla dinlenmediği bu dayatma sistemi anlayamıyorum! Anlayamadığım için de kabûl edemiyorum!
Türk Milleti'nin "Devlet-i Ebed-Müddet / Sonsuza Kadar Devlet" teâmülüyle; Anadolu'daki Türk Devletlerinden biri olan Osmanlı Devletini yaşatmak için yüzlerce yıl, milyonlarca defa ölmesine rağmen emeklerinin inkârını, kabûllenemiyorum!
Değişen-gelişen-dönen-dönüşen bütün marksistlerin, komünistlerin, faşistlerin ve dincilerin demokratlıklarına inanmıyorum!
Hele Türkiye Cumhuriyeti Devleti adıyla 600 yıllık ve Haçlı'nın üç yüz yıl demokratik teşvik(!)leriyle körüklenen ırkçı-bölücü teb'ası eliyle yıktırılmış bir imparatorluk molozlarından, Hz. İsa'nın ölüyü diriltmesi gibi bir mucizeyle kurulan Türk Devleti'ne, demokrasi adıyla yapılan nankörlükleri, ihânetleri hazmedemiyorum!
Mehmet Ârif Beğ'in; "... hristiyan teb'amız şöyle dursun; devletimiz Türk, Arnavut, Kürt, Arap gibi çeşitli müslüman kavimlerden teşekkül ettiği halde vatanın müdafaası ve islâmiyetin muhâfazası, şurada on iki milyondan fazla tahmîn edemediğimiz Türkçe konuşan ahâlimizin hamiyetli omuzlarına yüklendi." (Başımıza Gelenler-Sahife 345) şeklinde tarihe kaydettiği, Osmanlı Hilâfet'i döneminde dahi vatan savunması ve islâmiyetin korunması işini gönüllü üstlenmiş Türk Milleti'nin emeklerinin İslâmcılık adına inkârından iğreniyorum!
Demokrasi yani milletin iktidarı bir sistemde; seçmene, genel başkanların tesbît ettiği adamlarını sandıkta onaylatarak Millet Meclîsi diye dalga geçilen, yüzlerce genel başkan elemanının toplandığı bir yerden rahatsızım! Devletin asıl kurucusu Türk Milleti'nin adından rahatsız olan, emeklerini inkâr eden nankörlere dokunulmazlık sağlayan, yasal dokunulmazlığı olan bir Vekile bir başka Genelbaşkan bodyguardı sendikacı dokunulmaz Vekil'in yaptığı fizîki saldırıyı, anlayamıyorum, hazmedemiyorum!
İleri-geri demokratların tamâmı, dokunulmazlığa itiraz eder, sadece "Kürsü Dokunulmazlığı"nı savunur! Millet iktidârı anlamına gelen; Yunanca demokrasi, Fransızca republique (republik), Arapça cumhuriyet adlı yozlaştırılmış ithâl sistemde, seçilmiş kişinin şahsında Millete saygı gösterilir veya hakâret edilir! Bağımsız Millet Vekili iken İleri Demokrat AKP'ye tek başına muhalefet ederek sağcı-solcu, sünnî-alevi bütün milletin takdirini kazanan Kamer GENÇ'e, Anamuhalefet Partisi Vekili olduktan sonra yapılan fizîki saldırıyı CeHaPe'liler nasıl hazmettiler anlayamıyorum!
Bütün dillerde "Millet İktidarı" demek olan demokrasi gereği halkın seçtiği ve dokunulmaz ettiği Millet Vekilini "Grup Kararı" adlı feodal bir uygulama ile kontrol altına alan sistemi anlayamıyorum, anlayamadığım için de kabullenemiyorum!
Dokunulmazlıktan şikâyetle değiştirmek va'diyle milletten oy alan ve hükümet olduktan sonra dokunulmazlığa sığınan bütün mürâilerin dokunulmazlığını kabul edemiyorum, dolayısıyla "Demokratım" diyemiyorum!
Genel Başkanların iki dudağı arasına hapsedilmiş, milletin seçme hakkını gaspeden bir zorba sistemin adına demokrasi, bu despotluğa cevâz veren sistemin adına Cumhuriyet denilmesini hazmedemiyorum!
Millet vekili diye dokunulmazlık kazanıp meşrû Genel Başkanların ve İmralı'daki bebek katili iğrenç alçağın temsilcileri ve demokrat- kişiliksiz kişileri sevemiyorum! Vekil Dokunulmazlığı gücüyle komser tokatlayan, asker-polis taşlayanlardan, Meclis Kürsü'sünde Millet vekili tartaklayanlardan, vekillik yapamayıp öfkesini partililerden çıkaran psikopatlardan rahatsızım!
Kurucu Gâzi Meclis'in halefleri olan ve Gâzi Meclis'in kurduğu Türk Devleti ile demokratik yollarla hesaplaşmaya yeltenen Cumhuriyet nankörleri, demokrat iseler; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kanları-canları pahasına kuran, emeği inkâr edilen Türk Milleti'nin bir evlâdı olarak onlardan değilim! Meclisteki "Genel Başkan adamları" ile aynı "demokrat" sıfatını taşımaktan Allah'a sığınırım vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 14, 2011

ZÛLM İLE ÂBÂD OLANUN...

Herşeyin bir ilki varmış! Bir dolma kaleme katkı da benim ilklerimden sayılsın lütfen!
Basının meşhûr, değişen-gelişen, yanan-dönen-yolum fenerlerinden, dolma kalemlerden Nazlı ILICAK, Hammurabi Yasaları'ndan bahs'etmiş! Alkış! Keşke biz yapabilseydik. Doğruyu kim yaparsa doğru olduğuna göre bu doğru paylaşıma katkı ve destek gerek. Hammurabi Yasaları'ndan alıntıyı, aynen aktaralım:
"229. madde: Bir inşaatçı her hangi bir kişi için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun bir şekilde yapmazsa ve onun inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse, inşaatı yapan öldürülür.
230. madde: Eğer bina, ev sahibinin oğlunu öldürürse, inşaatı yapanın da oğlu öldürülür.
231. madde: Yıkılan bina, sahibinin kölesini öldürürse, inşaatçı, evin sahibine köle için ödeme yapar.
232. madde:
Binanın bir kısmı harap olursa, harap olan kısmın tümünü inşaatçı tazmin eder ve yıkılan binayı düzgün bir şekilde tekrar inşa eder.
233. madde: Bir kişi, başkası için bina yapıyorsa, bina henüz tamamlanmamış olsa bile, duvarı yıkılmışsa, inşaatı yapan kişi, kendi imkânlarıyla duvarı daha sağlam hale getirir."
Dincilerin, Siyâsallaştırılmış Ilımlı İslâmcıların, Haçlı Müslümanların, Cemaatlerin ve Dolma Kalemleri'nin sığındığı İslâm öncesi ve islâmdışı yasalardan rahatsız olmama rağmen; meselâ AB zorlamasıyla kaldırılan îdam gibi, bu yasalar güncellenerek uygulansa; yanlış yapanın yaptığı, yanına kâr kalmasa fena mı olur?
Bir de doğru zamanda, doğru bir hatırlatma yapan ILICAK'ın yazısına ilhâma bakalım: "Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, depremle ilgili Hammurabi Kanunu'nu bana yolladı." dedikten sonra Hammurabi Kanunu'nu okurlarıyla paylaşmış!
Devlet Yönetimi'ne milletin görevlendirdiği AKP'nin kurmaylarından olduğu için Kabine'de olan bir Bakan'ın, güncelleyerek uygulamak kudretinde olduğu, binlerce yıl önce uygulanmış yasaları, bir yandaş dolma kaleme göndermekteki mantığı, Allah aşkına anlayan var mı?
Mesela bu bilgileri, -aynı Bakan- bir basın toplantısıyla paylaşsaydı, seven-sevmeyen herkesin aynı anda haberimiz olsaydı ve bu tarihi yasaların güncellenerek uygulanmasına destek verseydik, daha etkili olmaz mıydı?
Deprem Âfeti'ne uğramış, canın yongası malıyla berâber canlar kaybetmiş, yaslı-yaralı Vanlılar'a, Devlet ve millet yardımını hızlı ve âdil dağıttığına inanmadıkları için Vali aleyhinde yapılan tezahürata biber gazıyla, copla cevap veren ceberrut polisin faturasının kesildiği tek adam olan Başbakan'a hatırlatsaydı, daha sâdıkane olmaz mıydı?
"Cemaatler Kontenjanı"ndan kabinede olduğu söylenen birinin bu bilgiyi; "Asker vesâyeti, H. Özkök Genelkurmay Başkanı olduğunda biter." haber-yargısını duyuran bir "Dolma Kalem"e sunmasındaki amaç, Pensilvanya'lı Büyük'ten olur almak düşüncesi olabilir mi?
"Asker vesâyeti" kehâneti harfiyyen tutan, Pensilvanyalı Dinci Holding Patronu'nun, Hammurabi Yasaları'nın uygulanmasında bir sakınca olup olmadığı konusunda kanaatlerine başvurulmak istendiğini düşünsem, çok mu komplocu olur?
Seçimlerdeki "porno kaset" furyasında; "AKP'li kasetleri servise başlanırsa Hurrem dizisi olur!" uyarısıyla kaset furyasının bıçakla kesilir gibi bitmesindeki hikmeti kabullenerek; "Hadi! Hadi! Hemen şimdi!" hevesiyle beklemeye geçsem, çok mu ayıp olur?
Siyâsette esen toplumsal rüzgâr ve desteğin, sörf dalgasına benzetildiğini; karşıdan geldiğinde üzerine çıkılarak yüzülebileceğini, arkadan gelirse boğabileceğini, aniden çekilirse sörfçüyü taşa-kayaya çarpacağını da hatırlatsam; canımı çok acıtan Tayyip Erdoğan'ı uyararak ona iyilik, millete kötülük yapmış olur muyum?
"Boyum uzun olduğu için!" göze batmıştım! Sivri Kurşun Kalemim'le yandaş birilerinin pembe dünya balonlarını patlatmayı düşlesem, yasak mı? Düşünmek biliyorum yasak ta ya düşlemek?... "Zûlm ile âbâd olanun, âhiri berbâd olur." vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

TÜRK ÖLÜR, TÜRKLÜK YAŞAR...

Sevgi güzel bir şey! Sevdâ bambaşka! Düş güzel bir şey, hayâl güzel şey! Adı taklitçi zavallılarca ideal edilen mefkûre, güzelden de güzel, güzel ötesi muhteşem bir şey!
Sevgi, paylaşıldıkça çoğalır; sevdâ paylaşılırsa dile düşer, kıymetsizleşir, ne kadar çok bilinirse o kadar çok yok olur!

Düş, güzel bir şey, bir kişilik. Paylaşılmaya niyetlenilse bile bir kişilik! Genellikle inanılmayan ama anlatana saygı olsun diye dinlenen, herkesin algısınca yorumlanan; bir kişilik, bir günlük veya bir anlık bir güzellik!

Hayâl paylaşıldıkça büyüyen, büyüdükçe güzelleşen, savunan sayısı çoğaldıkça yapılması mümkün olan insanlığın geleceği!
Hayâl dünyâsı zengin bir kişi tarafından bir kişilik kurulan, paylaşıldıkça her ân bir yerine yeni hayâller eklenerek beslenen; kişiden aileye, aileden sülâleye, sülâden kabileye, kabileden halka, halktan millete mal olan, sahibi çoğaldıkça millîleşen, gerçekleştirildikçe millî haz veren, nerdeyse mucizenin de mucizesi bir olgu!

Bir kişilik hayâlle başlayan, paylaşıldıkça kabullerle büyüyen ve toplumun her ferdinin bir yerinden destek verdiği
mefkûre; eşref-i mahlûkat insanın düşünce zirvesi! "Gök çadırım, Gün bayrağım!" inancındaki bir kişinin, bu büyük hayâlinin binlerce yıldır bir milletin hayâli olabilmesini, bir millet tarafından binlerce yıldır üzerine hergün bir başka hayâlin inşâ'sını anlamak mümkün de, korkağın sığ aklına anlatabilmek mümkün mü?
Semâvî kitapların tamamında, insanlığın; bir ilke, ilk yaratılana, bir erkek-bir kadından oluşan bir çifte dayandırıldığı bilinir! O bilinen bilgiden hareketle de insanlığın adı,
"Ademoğlu"dur!
Eşref-i mahlûkat âdemoğlu çoğaldıkça hayâlleri büyüyüp mefkûreleştikçe insanî dalgalanmalar, bu dalgalanmalara insanî karşı koymalar ve baskın hayâlle kaçkın hayâlin çatışmasıyla da savaş oluşur! Öldüren de, ölen de insandır, âdemoğludur ve ölen de, öldüren de mefkûresi-ideali uğrunda bedeldir!
Cesûr da, korka ta insandandır! Cesûr savaşçıdır! Cesûrun hayâline dur-durak olmaz!
Cesûrun milletine sağlamaya çalıştığı kalıcı barışın tek yolu, savaştır! Savaş, ne kadar büyük olur, ne kadar kanlı ve karşı tarafı yok edici olursa sağlayacağı barış, o kadar kalıcıdır!

Cesûr da sever, korkak ta! Cesûr; sevdâsı, hayâli, mefkûresi-ideali yaşasın diye hevesle ölüp öldürebilirken; korkak, sevgisini yaşatabilmek için yaşamayı, yaşayabilmek için saklanmayı tercîh eder!

Korkaklar sağ kalır! Korkaklar, sağ kaldıktan sonra hayâl kurabilir! Ama korkağın hem kendisi, hem düşüncesi, hem hayâli, hem de sevgisi galip bir cesûrun tutsağıdır! Galip cesûrun verdiği izin kadardır korkağın hayâlinin ve kendisinin ömrü!

Rahmetli Durmuş Hocaoğlu, fakîre hitâben yazdığı 29.06.2010 Salı günlü Açık Mektubunda; "Artık
'geleceğin tarihine yazılmış mektuplar' kaleme alacağım. Kürre-i arzın neresinde, hangi îklim(ler)de, hangi zaman diliminde, hangi kavimden, hangi dilden, hangi dinden olduğunu bilmediğim, yüzünü hiç görmeyeceğim, hiç göremeyeceğim dürüst insanlara hitap eden mektuplar olacak bunlar ve yazdıklarımı bir bunlar okuyacak ve bir de kavuşmaklığıma az birşey kalan Rabbim." demişlerdi.
Bir insanoğlunun düşü, hayâli, mefkûresi, zamana bu kadar mı hükm'eder? Hür aklı ve vicdânıyla başbaşalığı başarmış bir insanoğlu; kendi öldükten sonra bile hayâlinin-mefkûresinin yaşamasına, yaşatılmasına uğraşacakların varolacağından bu kadar mı emîn olabilir?

Lisânımı ve rengimi değişik yaratmasını, yerleri ve gökleri yaratması gibi delillerinden gösteren Rabbim'in yaratarak adını koyduğu, Miraç'tan "Allah'ın süvârileri" sıfatını Resûl'ün getirdiği Türk Milletinin mensûbu olarak, şükr'ederek, Türk'çe hayâller kursam, bir daha "Gök çadırım, Gün bayrağım" desem, bana dur diyecek kudrette hayal mi var? Hayâle güç mü yeter? "Allah, hakimlerin en güzel hüküm vereni değil midir?" (Tîn-8)

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 13, 2011

BİR YİĞİT ÖLMÜŞ DİYELER!...

İstihbaratçılara tedbîrli yaklaşır, tedbîrli yazarım! Bir de istihbaratçı millî ise, Milli İstihbarat Teşkilatı'ndansa özelliklerini, görevlerini ve sadâkatlerini takdîr ve gıpta ile izlerim.
Sâdık ve başarılı bir istihbaratçının görevi her yerde, her zaman devam eder. O yurt içinde, yurt dışında, camide, meyhânede, uç örgütlerin içinde, hatta şeytanla masa başında olabilir! O, cezaevinde; o, işkencehânede; o, nezârethânede olabilir! O, ileri demokrat işkenceciler deri yüzerken özel makyajla işkenceden çıkacak antidemokratı hücrede bekleyecek kadar demokrat olabilir! Yani istihbaratçı, her yerde, her şekilde, her an, herkesin yanıbaşında bitebilir! Bu da ileri demokrasi gereği(!)dir!
İleri Demokrasi Havarileri'nin cumhuriyetten daha fazla özümsedikleri, özledikleri meşrûtiyetin en başarılı uygulayıcı(!)larından Ulu Hakan Abdulhamid'i en iyi taklit ettikleri yönleri de Teknik Tele-Takip ve istibdatçılıklarıdır! Her yerde muhbîrleri vardır! Her yerdeki muhbîrlerini takip eden muhbîrleri vardır! Teknik tele-takipçiler, fert fert herkesin ve birbirlerinin peşindedir!
Söze nasıl gireceğim bilmiyorum ama bir istihbaratçının ölüm haberini paylaşmam gerek!
21.yy. Maltası'ndan bir ölüm haberi var! Kâşif KOZİNOĞLU geçirdiği kalp kriziyle ölmüş! Yurtdışındaki görevinden nasıl getirildiğini, Yurda gelişini ân-be-ân nasıl takip ettiğimizi, attığı her adımın şiddet veya yavaşlığından nasıl Ergenekoncu tavırlar çıkarıldığını hatırladım!
Kâşif KOZİNOĞLU'nun ölümünde de istihbaratçı şanssızlığı var! Kalp krizi geçirdiği 21.yy. Maltası koğuşunda Alb. Atilla UĞUR ve Ataman YILDIRIM ile kalırmış! 21.yy. Maltası koğuşundaki kamp arkadaşları da millî özellikleri olan kişiler!
Alb. Atilla UĞUR, bebek katili alçağı İmralı'da sorgulayan kişi! Bu sorgulama ve öncesini "Abdullah Öcalan'ı Nasıl Sorguladım- İşte Gerçekler" adıyla kitaplaştırarak tarihe emânet eden ve İleri Demokratlarla PKK'nın intikam listesindeki bir Türk Subayı!
Ataman YILDIRIM ise Deniz Önyüzbaşılığı'ndan istifa etmiş ve DKK'dan burslu olarak ABD'de "Computer Science" eğitimi almış bir bilgisayar mühendisi. "Ergenekon Davası" tutuklularından bir AKP muhalifi! 7 Ocak 2009'dan beri tutuklulukla cezalandırılmışlardan!
Peki; 21.yy.Maltası'nda hayatını kaybeden Kaşif KOZİNOĞLU kim?
Yurtdışı görevinden çağırılarak gözaltına alındığında MİT Dış Operasyonlar Daire Başkan Yardımcısı. Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı kuran bordo berelilerden. Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın bir kolu olan MAK (Muharebe Arama Kurtarma Birliği)'ın kurucusu. Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde, PKK'ya karşı başarılı operasyonlarda "Kahraman" sıfatını kazanmış özel savaşçılardan. Özetle; PKK'nın, bölücü hâinlere İnsan Hakları talep eden İleri Demokratların, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni asıl kurucuları ve bağımsızlık karakterli Türklerden arındırmak hayalinde olan Haçlı'nın, Haçlı Müslümanlar'ın, İşbirlikçi-Karen Fogg Çocuğu-Dolma Kalemler'in intikam için listebaşı ettikleri başarılı bir Millî Görev Adamı!
Kâşif KOZİNOĞLU, yurtdışında görevli ve görev yeri bilinmesine rağmen aranırken, kendisi gelip Savcı'ya çıkmasına rağmen gözaltına alınışı müthîş bir başarı olarak çarşaf çarşaf haber edilmişken, Açılım adlı ayrıştırmacı-bölücü-parçalayıcı ileri demokratik uygulamaya görev ve karakteriyle karşı durabilecek kapasitede olduğu için tehlikeli görülen ve 21.yy. Maltası'na sürgüne gönderilmiş bir Vatansever Milliyetperver!
Kâşif KOZİNOĞLU nâmlı Türk Subayı, 21. yy. Maltası'nda geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiş ve yandaş-yaygın basın ve medyanın umurunda değil!
Olsun! Tarihte kıyametlere denk badireler atlatmış Türk Milleti'nin; Van Depremi'yle sarsılan Açılımcı-İleri Demokrat AKP Hükümeti'ni, uyku mahmurluğu kaşıntısıyla geçiştireceğinden o kadar emînimki!
Kâşif KOZİNOĞLU'na rahmet, ailesi ve yakınlarına, silah ve görev arkadaşlarına baş sağlığı dilerim. Kahramanı olmayan ve kahramanı ölmeyen topluluğa millet denilemez! YİĞİT CAN VERİR Kİ MİLLET YAŞASIN vesselâm.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Kasım 12, 2011

"SUSSAM GÖNÜL RÂZI DEĞİL"

Unutursam, unutturursam ve susarsam nâmertim! Bir bilen, konu mankenliğine nasıl bu kadar hevesli olur veya ciddi kanaat önderleri, konu mankeni edildiklerini nasıl göremez veya anlayamazlar? Hayret! Gel de sus!
"Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" sitemine devamla, "Ümitsizlik îmansızlıktır." inancımla, "Ve tevekkel a'lallah" diye çâresizliğe başkaldırıp kanaat önderliklerini yıpratan ve çok lazım olduklarına inandığım kişileri; lisân-ı münâsiple, haddimi aşmamaya gayret ederek uyarmaya çalışacağım!
Sakın kimse; "Sana ne?" demesin! Hatta düşünmesin bile! Yıllardır; "Birilerinin gelip kurtarmasını beklemek, köle zihniyetidir." diye Türk Milliyetçilerine Türkçe haykırırım!
Bir Türkçe haykırışın daha duyurulmasına her Türk'ten yardım isteyeceğim! Ol deyince olduran Çalabım'dan; yaratıp adını Türk koyduğu, "Allah'ın süvârileri" sıfatını Hz. Peygamber(s.a.v.)'in Miraç'tan getirdiği, İslâm'ın Son Ordusu Türk Milleti'ne yardım dileyeceğim.
Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, îmanıyla destekli Türkçe tavrıyla; "Men Ensâri İlellâh-Allah aşkına benim yardımcılarım kimlerdir?" (Saf-14) diye Kur'an'da sadece Hz. İsa'nın Havarilerine yönelttiği soru olan bir ilâhi soru ile ve; "Ayrıca her devirde ve her yerde her Müslümanın sorması gereken bir sorudur. ... böylesine yüce ve bahtsız bir milletin torunları, Hz. İsa'nın Havârilerine sorduğu bu soruyu, değil dünya belki yedi kat göklerin gerisine işittirmek istercesine; Allah aşkına benim yardımcılarım kimlerdir? Kurân'ı elimden kim aldı? Türklüğüm hani? Müslümanlığım nerede? Diye gürlemeleri, Batılı emperyalist güçler, haçlı zihniyetinin bu yeni temsilcileri ve siyonist denilen o büyük Deccal'den hesap sormaları gerekmektedir." diye haykırıyor!
"Hz. Peygamber'in Hadislerinde Türkler" Kitabıyla Dînine, Milletine hizmetini gücü kadar yapan bu Türk Münevveri'ni; televizyonlarda, yaygın basında göremiyoruz! Göremeyiz! Çünkü "Konu Mankenliği"ne uygun değil ve kendileri de hevesli değiller!
Bir de; Kur'anı, süslü kılıflarda duvar süsü olarak kullanılmaktan çıkaran olağanüstü gayretlerine şâhit olduğumuz, "Allah İle Aldatmak" tezgâhtarlarını fâş ettiğini keyifle izlediğimiz ve bu gayretleri yüzünden; işbirlikçilerin, Ilımlı İslâmcıların, "Sorosçu Dolma Kalemler"in, "Karen Fogg çocukları"nın, "Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi" sahiplerinin, korkak medya patronlarının, Haçlı taşeronu sahte demokratların, dönen-değişen-gelişen döneklerin, Atatürk'ten geçinen sahte Atatürkçülerin elbirliği ile linçlerine muhatap Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK'e dikkat çekerken edebimin izni kadar uyarmaya çalışacağım!
Yaşar Nuri Hoca'm; Allah(c.c.) sizden râzı olsun. Emînim ki yüzlerce yıl bıraktığınız kalıcı eserlerinizle İslâm'a hizmete devam edeceksiniz. Kim, ne derse desin; kim nasıl yorumlarsa yorumlasın şahsen sizinle tanışmaktan, sohbet ve arkadaşlığınızı bizzat yaşamış olmaktan dolayı müftehîrim ve şükr'etmekteyim.
Size uygulanan "Siyâsi Linç"in farkındayım! Sizi yok farz'ederek, size ekran ve gazete köşelerini kapatarak susturacaklarını zannedenlere; "Mâûn Suresi Böyle Buyurdu" kitabınızla müthîş bir tokat vurmuşken, din bezirgânı-îman tacirlerine karşı elimize müthîş bir kaynak-silah vermişken, şuh kahkalarıyla yetmişlik işi bitmişlerin bile erkekliğini akla getiren bir Medyâtik Hanım'la reytingi yok denecek kadar az bir televizyona çıktığınızda, hiç bir aklın kabul etmeyeceği komikten de basit hurafelere soru diye muhatap edildiğinizde, sizi sevenleri -en azından bendenizi- ne kadar üzdüğünüzü biliyor musunuz?
Okur-yazarların sanalağa mahkûm olduğu, okuyan-yazanlar'ın giderek azaldığı bir çılgın-teknolojik zamanda, size ihtiyâcımızın çok arttığını size duyurabilmek için ne yapmalıyız?
Mesela siz de Prof. Dr. KİTAPÇI gibi; "Allah aşkına benim yardımcılarım kimlerdir?" diye Kur'an'ca soramaz mısınız?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 10, 2011

VE ALEYKÜM ES'SELÂM!...

"Selâmünaleykûm ey ehl-i gubur! Ve aleyküm es'selâm!" Unutursam, unutturursam nâmertim!
Duyanı kırbaçlayacak kudrette bir anı:
İzmir kurtarılmış. Çok tatlı bir rehâvet. Ankara'ya gidiliyor.
Herkes trene biner ve kompartmanlara çekilir. Ertesi gün Yaveri Atatürk'ün kompartmanının kapısını çalar. İçeri girdiğinde gördüğü manzara hayret vericidir! Atatürk, yorgun ve bitkin bir halde kravatını yıkamaktadır. Yaveri:
- Paşam! Bu ne hal? Yorgun görünüyorsunuz! Uyuyamadınız mı? Diye merak ve heyecanla sorar. Gâzi Paşa:
- Çocuk! Kompartmanıma yastık ve battaniye koymayı unutmuşsunuz! Kolumu yastık yaptım ağrıdı. Setremi yastık yaptım, üşüdüm, uyuyamadım! Kalktım, uğraşıyorum. Deyince Yaveri:
- Aman Paşam! Birimize haber verseydiniz ya!
Vatan kurtarmaktan dönen galip Komutan:
- Yastık ve battaniye olmadığını geç fark ettim. Hepiniz en az benim kadar yorgundunuz, uyuyordunuz. Hiçbirinize kıyamadım.
- Paşam!
- Çocuk! Önemli olan benim değil milletimin rahat uyuması...
"Her 10 Kasım'da sap gibi durmanın ne anlamı var?" diye anma günleri sorgulanan Türk, işte bu müthîş, millet sevdâlısı, millet fedâisi, saygılı, Vatan kurtarıcı adam!
"12 Kötü Adam" sıfatlı Dolma Kalemlerin, "Türkiye'nin En Etkili İsimleri" arasına kırk bin kişinin katili alçağı koyabilecek kadar iğrenç kimlik fahişelerinin ve "muazzez kadın"cıkların diktatör dedikleri adam, bu Muhteşem Müthîş Türk işte!
O'nun getirdiği ve cumhura emânet ettiği demokrasi sâyesinde halefi olmuş birinin; "Her 10 Kasım'da sap gibi durmak" diye algıladığı anma törenleri, bu Müthîş Türk için!
Bugün İzmir'de Muhteşem Türk'ü, Gâzi Paşamız'ı, Sarı Paşa'yı, Mavi Gözlü Dev'i anmak için bir saygı yürüyüşü yapılacak. Sessiz sedâsız, kimin organize ettiğine bakmaya lüzûm bile görmeden orada olacağım. Yürüyeceklerse yürüyecek, bağıracaklarsa bağıracağım. Muhteşem Türküm Atatürküm'e Türkçe sadâkatimi, saygımı, sevgimi, hasretimi göstermeye çalışacağım. Bu saygı yürüyüşünde "sap"lar olmasa neyimiz eksik olur ki?
Dün; "Her türlü milliyetçiliğe karşıyım" deyip bugün; "Milliyetçiyim! Devletçiyim!" diyen, dünüyle bugünü benzemeyen, yarınının da bugününe benzemeyeceği kuvvetle muhtemel birileri; "Ben bu mukaddes dâvaya inanmış bir insan sıfatiyle buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hattâ hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemâl mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağı'na çıkar. Orada tek kurşunum kalana kadar vatanı müdafaa ederim. Kurşunlarım bitince bu âciz vücûdumu bayrağıma sarar düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim." diyen Türk karakteri anlayabilir mi?
"Melekler, canlarını temiz insanlar olarak aldıklarına şöyle derler: Selam size, yapıp ettiklerinize karşılık olarak girin cennete!"(Nahl-32) Âyeti'ni hatırda tutarak son nefesini; "Ve aleyküm es'selam" diye veren birine, dinsiz diye iftirâ edebilecek kadar zalimler, böyle bir takvâyı algılayabilir mi?
Muhteşem Türküm'le Atatürküm'le mânen buluşma gayretindeyken saat 09.05 oldu ve millî acısımızı haykıran siren, Muhteşem Türk'ün ebediyyete yani sonsuz hayata ulaştığı anın seneyi devriyesi olduğunu haykırdı! Sokaklar, üşenmeden balkonlara koşuşan İzmirliler, bir dakikalık saygı duruşlarını gösterdiler. Bir de Fâtiha ikrâm ettim Muhteşem Türküm'e...
Başbuğum! Tek başıma da kalsam emânetlerini muhafaza için ne gerekiyorsa cansa can, kansa kan bedeli ödemek üzere hazır olduğumu; önce mânevi huzûrunda sana, sonra seni seven-sevmeyen, emânetinden istifâde eden sâdık-nankör herkese ilan ederim. Ben de buna and içtim!
Senin kurduğun "Karakol" ve "Devlet yanlısı Çete" mensûbiyetim aynen devam ediyor! Devlet yanlısı çete mensûbiyetinin bütün özelliklerine hâizim elhamd-ü lillah! Duyan duysun, duymayana da ihbâr etsin vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 08, 2011

PKK'NIN DÎNİ...

"İspatlayamayan şerefsizdir!" iddiâsından; "MİT, gerekirse şeytanla da görüşür"e dönüşen yetkin ağız tarifinden sonra bazı aklı evveller PKK'nın dînini merak eder olmuşlar! Lâ havle!...
PKK (PKardeşler Komitesi)'nın dini; İslâm olsa, Hıristiyan olsa, Yahûdi olsa, putperest olsa ne yazar? Dinsizin soyunu merak edelim tamam da soysuzun dininden kime ne?
Devlete, millete ihânet eden, avlanmanın yasaklandığı "Haram Aylar"da bile kan dökmekten çekinmeyen, uzaktan kumandalı nankör taşeronun dininden kime ne? Bu sapık piçler, Haçlı ile birlikte bir başka müslüman halka demokrasi vaadiyle bomba yağdıran, demokrasi vaadiyle birbuçuk milyon Müslümanı katledip yüz binlerce Müslüman kadına-kıza tecavüz eden Haçlı askerlerine dua eden Haçlı Müslümanlar'ın dîninden olsa ne fark eder? Tecâvüze uğramış Müslüman Iraklı kadınların-kızların peydahladığı piçler, hangi dinden olurlarsa olsunlar neye yararlar? Her an kimliğini bilmediği tecâvüzcü babasının karakterini göstermeye müsait olmaz mı? Katırdan yüzde yüz atlık veya eşeklik beklenebilir mi?
Kuduz köpeğe en hayvansever entel bile tahammül etmezken; "İt iti biner, sonra kıçını yalar!" Atalar tesbitini atlayıp itin doğduğuna at muamelesi yapmak akıl kârı mıdır? Anaları belli, babaları bellisiz PKardeşler Komitesi'nin dînini kim, niye merâk eder ki?
PKK'nın peşinden gidecek müslümanın olabileceğine ihtimal bile vermem! Çünkü Müslümanlık îman, îman ise akıl gerektirir! Akılsızın dîni-îmanı olmayacağına göre piçin peşine takılanlara sadece piç-nesepsiz diye bakılmaz mı?
Herhangi bir otun cinsini belirlemek için yapılan araştırmaya, harcanan emeğe, bir ilaca ham madde olabilir düşüncesiyle saygı duyabiliriz ama babası bellisiz piçlerden oluşan bir hâin gürûhunun dînini merakı anlamak çok güç! Bunun için sarfedilen emeğe ziyân gözüyle bakarım!
Piç'in babasını, sadece piçin kendisi merak eder! O da anasından sorar! Ana hızlı bir fahişe ise türettiği piçin babasını karıştırabilir! Fahişe ananın tahminleri arasında gidip gelen piç te tahmin yürüterek bazen med, bazen pers, bazen de zorda kalınca "Anam da Türk'tür. Devletimin emrindeyim!" diye Türkleşmeye heveslenebilir!
Bazı fikir emekçilerinin okuma zahmetlerine saygı gösterirken kaynak olarak gösterilen, piçlerin dinini araştıran yazanların emeklerine, saygı gösterip göstermemek konusundaki kararsızlığımızı ifâde ederek akıllı herkesi, bu konuda ilgisizliğe davet ederim! Fuzûli işlere ayıracak kadar boş vaktimiz mi var?
Bütün dünya mazlûm milletlerinin, karakter ve mücâdelesini örnek aldığı, savaşta yenip esir aldığı Düşman Komutanı'ndan bile tarihe mal olmuş methiyeler kazanmış, şan-şöhret zengini Türk Tarihi'ne altın varakla yazılmış övgülerin muhatabı Gâzi Mustafa Kemal Paşamız'a dil uzatan nankör "Dolma Kalemler"in, PKK'lı piçlerin dînini merakları samîmi olabilir mi?
Anası-babası, soyu-sopu, dîni-diyâneti belli; yaptıklarıyla hem dînine, hem milletine, hem de insanlığa müthîş müspet kazanımlar bırakan Muhteşem Türk Atatürk'e saygısızca, şımarıkça, terbiyesizce dil uzatan kudurtulmuş dolma kalemlerin merâkından kime ne?
Yüzlerce yıl Haçlı Birliği adıyla İslâm'a karşı toplu saldırı ve katliamlar yapanların parayla satın alarak kullandıkları yerli taşeron hâin piçleri hâlâ öğrenemediysek, tanıyamadıysak ayıp değil midir?
Gücünü îmanı ve ahlâkından alan hâkim erk, piçliğini bildiği zavallıları, kontrol altında tutmakla eğer kontrol edilemiyecek ve tedâvi edilemeyecek kadar kudurmuşsa itlâf ederek toplumun huzûrunu sağlamakla mükelleftir! "Yaratan'ın hatırına yaratılanı sevmek" kültürünün hoşgörüsünü algılayamamak ta bir piçlik göstergesidir! Hangi soylu-soplu insan, yemek yediği kaba pisler?
Bizi, adlarını hatırlarken bile midemiz bulanan pislikler-piçler hakkında yazı yazmak mecbûriyetinde bırakanlara, idrâk etmekte olduğumuz aziz mübârek günler hatırına hoşgörüyle baktığımızı hatırlatarak Haçlı peydahlaması piçlere muhabbetli olanlara da piç tavrı takınacağımızı bildiririz vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Kasım 07, 2011

RAHMETLER, "SARI GÂZİM"E...

Unutursam, unutturursam nâmertim!
"10 kasım'da sap gibi durmaya gerek yok!" diyen "sap"lara rağmen 10 Kasım'da; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve demokrasinin kurucusu, "şahsî menfaatlerini müstevlîlerin siyâsi emelleriyle tevhîd edenler"in İstanbul'u işgâl eden İngilize, İzmir'i işgâl eden Yunanlıya, Antep'i işgâl eden Fransıza ve bu işgalcileri alkışlayan işbirlikçi dolma kalemleri ödüllendiren, duâ eden iktidârlara rağmen; "Yedi Düvel" adlı Müttefik Haçlı'yı geldikleri gibi gönderen, Ezân-ı Muhammedî'yi yeniden inleten, camilere yeniden "Allah'ın evi" işlevini kazandıran, sadece bu hizmetinden dolayı, hadsiz rahmete lâyık olunduğuna inandığım Gâzi Paşam'ı anacağım!
Bilerek tekil yazdım! Seslenişim; her "Ben de anacağım" diyen, tek olduğunu bilen, yürümezse kimsenin yürümeyeceği gerçeği, Türk'çe sadâkat ve vefâ gereği 10 Kasım'da, Gâzi'nin mânevi huzûrunda hasret gidermeye hazırlanan tekleredir, o yüzden tekil yazdım!
Son görev yaptığım Lise'de, ders yılının ikinci yarısında geldiğim için ve "sona kalan dona kalır" uygulamasıyla okulun en problem sınıfının "rehber öğretmen"liği bana kalmıştı! Okul kütüphanesini bu problem sayılan; zeki ama kontrolsüz bırakıldıkları için haylazlığa müsait çocuklarımla temizlemiş, düzenlemiş ve kullanılır hâle getirmiştik. Edebiyat Dersi'nin konuşmaya müsait olmasından "Tevhîd-i Tedrisat"a uygun hamâsî konuşmalarım sıkça olurdu. Bu yüzden de zamanın "Kemalist-Atatürkçü", halkçı-sosyal demokrat-demokratik solcu ve devrimcilikten geçinen öğretmenlerince sıkça şikâyet edilirdim!
Yine 10 Kasım'a yakın, "Atatürk Haftası" dönemi ve tanıdığım kadar sevdiğim, sevdiğim kadar anlattığım Muhteşem Türk Atatürk'e öğrencilerimin dikkatini çekmeye çalıştığım günler...
Dersim olmadığı gün ve saatlerde bana zimmetli kütüphanede, çocuklarımla zaman geçiriyorum! "Çocuklarım" da beni hangi saatte, nerede bulacaklarını biliyorlar! Dersimin olmadığı bir gün, okulun bahçe kapısı önünde, 10 kadar Kızım'la karşılaştık. Beni bekliyorlarmış!. Merakla sebep sordum! Çünkü her müfettişten benden önce haberleri olur ve beni uyarırlardı! Bu sefer sebep başkaydı! Kızlarım, anlattığım Atatürk'ün etkisinde kalarak ilçemizdeki ADD'ne gitmiş ve üye olmuşlarmış! Çok heyecanlı idiler! Kayıtlarını yapan Kemalist-Atatürkçü ADD'li, üye olma sebeplerini sormuş; "Edebiyat Hocamız bize Atatürk'ü anlattı. Biz de O'na sâdık gençler olduğumuzu ispat için buradayız." demişler. Kayıtları yapan ADD'li, benimle tanışmak istediğini söylemiş, Kızlarım da bu daveti bildirmek için beni bekliyorlarmış! Hoşuma gitti. Çocuklarım'ın benden habersiz benim adıma verdikleri randevuya mutlaka gitmeliydim ve gittik. Kayıt yapan ADD'li, bana beylik Kemalist iltifatlardan sonra; "Öğretmenim! Neden görüşemiyoruz?" diye beklediğim soruyu sordu! "Bu, ilk ve son ziyâretim!" dedim! "Çünkü ben; Toktamış Ateş'in, Bedri Baykam'ın, sizin ve benzer statükocu Kemalistlerin anlattığınız; balolardan, orduevlerinden çıkmayan, trenden inmeyen, adını devrim koyduğunuz inkîlaplarıyla milletten kopmuş Mustafa Kemal'i, hiç sevemedim! Ben; korumalarını atlatıp vergi tahsildarlarının öküzünü hacz'ettiği köylü ile çiğ süt içen; "Niye Reis-i Cumhur'a, Başvekil'e, Vali'ye şikâyet etmedin?" uyarısına; "Sarı Paşam'ı derdimle rahatsız etmeye kıyamam! O'nun çok işi var! Diğer iki sağır da beni duymazlar!" diyen Köylü'yü Çankaya'ya davet eden, şikâyetini bütün Devlet Erkânına tekrar ettiren ve bir çift öküz ve bir de sağmal inek hediye eden İnsan Sarı Paşa'yı, Gâzi Paşa'yı seviyorum!"şeklinde devam eden sitem, şikâyet, paylamamla Çocuklarımın toplu olarak ADD'den istifâlarını hatırladım yine bir 10 Kasım gelirken!...
"10 kasım'da sap gibi durmaya gerek yok!" diyen "sap"lara rağmen Gâzi Sarı Paşam'ı, çok özleyerek, sevgimi bine-binlere katlayarak, ulaştığım herkesten Gâzi Paşam'a Fâtiha dilenerek 10 Kasım'a hazırlanıyorum! Katılacağım, davetli-davetsiz her panelde; özlemimi, sevgimi, Türkçe vefâmı anlatmaya çalışacağım Allah'ın izniyle...
Türk Milleti! Son Millî Kahramanın, nankör intikamcılarca linç ediliyor! Allah'ını seversen vefânı göster, Kahramanına, değerlerine sahip çık!
"Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam kalk!" vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN