Cumartesi, Aralık 31, 2011

ZÛLM İLE ÂBÂD OLANIN ÂHİRİ BERBÂD OLUR

"Kınamayınız. Kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz." diye bir hâdis ve Mustafa Muğlalı Paşa'yı hatırladım.
II. Dünya harbinin gerginliğinde, sınır ihlâli yapan 33 kişiyi öldürttüğü için emekli olduktan sonra Demokrat parti tarafından yargılanan, idama mahkûm edilen ve cezaevinde ölen rahmetli Mustafa Muğlalı Paşa'yı hatırladım.
Başbakan'ın, artık terörle mücadeleyi İçişleri Bakanı'nın yürüteceğini ve ihtiyaç duyarsa Ordudan yardım isteyeceğini açıkladığını hatıladım. Demek ki Uludere'de, sınır ihlâli yapan 35 kişiyi tesbit eden ve Hava Kuvvetlerinden destek isteyen İçişleri bakanı! Demek ki Mustafa Muğlalı Paşa'nın demokrasi diyerek, adına bile tahammül edemeyip kaldırtan zihniyet, kaçakçılık gibi meşrû bir iş yaparken "35 adet" sivil vatandaşı öldürtmüştür! Bu suçsa, suçlusu İçişleri Bakanı, dolayısıyla Hükümettir! Buna Muğlalı Paşa'nın âhı dersem, uymaz mı?
İleri demokrasi denilen açılımcı uygulama, Mustafa Muğlalı Paşa'nın adına bile tahammül edemiyorsa İçişleri Bakanı'na da, o bakanın Hükümetine de tahammül etmemeli ve sür'atle istifasını almalı ve cinayetten yargılamalıdır!
Eğer mücadeleyi TSK yapıyor olsaydı, koparılacak olan kıyâmeti düşünün! Ama şimdi özür dileyen dileyene, baş sağlığı dileyen dileyene! Devleti; "Sakın gelmeyin! Bu dağlarda herkes silahlı!" diye tehdit eden edene! Yetmez gibi, Uludere'de, Devleti temsil eden Kaymakan linç ediliyor!
O linç girişiminde bulunanlar da, onlara destek veren siyasallaştırılmış bölücü BDP'liler de, biz de, hatta hükümet edenler de biliyoruz ki Kaymakamın şahsında Devlet otoritesi linç edildi! Bizim bilmemiz önemli değil ama Devleti yönetmekle görevli, usta dönemindeki Hükümet, ne yapıyor?
O 35 insan, vatandaşımızsa sınır ötesinde ne işleri var? Vatandaşımız değillerse sınırımızda ne işleri var? Kaçakçılık ne zaman meşrûlaştı?
Aynı güzergâhı PKK'nın kullandığı bilinmiyor mu? Sınır ihlalinden dolayı yapılan doğruysa, özür ve taziye niye? Yapılan yanlışsa, sivil vatandaşlar suçsuz-günahsız katledilmişlerse neden hâlâ İçişleri Bakanı görevde?
Israrla söyleyeceğim; öldürülen 35 kişiye üzgünüz ama ateşe giren yanmaz mı? Sınır ihlâli yapanların, hem de terörle mücadelenin sıcak olarak yaşandığı bir bölgede öldürülmelerinden daha tabii ne olabilir?
Demokrasi diye, İleri Demokrasi diye şımartıldıkça şımaran PKK ve siyasallaştırılmış bölücülerin; "Özerklik yetmez, Kürdistan Devleti istiyoruz" diye bağıranların; "Bu ülke bölünmüştür. 50 bin kere daha öldürseniz bu iş bitmiştir. Basın bunu yazamaz!" diye bağıran bölücü siyasallaşmışların hakkından gelemeyen Hükümet'in; devlet adına millete zûlmetmeye ne hakkı olabilir?
Bu sabah twitter'dan Sn. Cumhurbaşkanı, yeni yıl tebrîkinden sonra; "Sizlerle doğrudan iletişimimde yeni bir kanal olmasını beklediğim 'Cumhurbaşkanına Sorun' uygulaması, yeni yılın ilk günü başlayacak./ Bu uygulama ile bana doğrudan sorularınızı iletebileceksiniz ..." diye bir müjde verdiler.
Ben de; "Sn. C.başkanı ile direk yazışmak harika bir şey. Çok teşekkürler. ... Sağ olun hayırlı seneler. /Her mamûlün kaymağı üstte olur.Ülkenin kaymağı da sizsiniz. Kaymak oluşsun diye alt kaynarken bizim neden kaymağımız kaynar?/ Soruma 2011'de cevap verir misiniz? 2012'ye bir yıl var bekleyemem de." diye bir soru sordum! Sağ olsunlar cevap vermediler!
Sorumu senenin son gününde buradan da sormak isterim; her mamûl kaymak oluşturmak için kaynar, karıştırılır! Millett te seçim sath-ı mailinde kaynayarak-kaynaşarak kaymağını, Meclis'i oluşturur. Hiç bir mamûlün kaymağı kaynamazken, milletin kaymağı Meclis neden kaynar? Demokrasi alttakinin rahat durması, üsttekinin tepinmesi midir? Eğer buysa, bu demokrasiyle halimiz nic'olur?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 30, 2011

YANLIŞ ZAMAN, YANLIŞ YER VE ÖLÜM!...

Uludere'de, sınır ötesinde, daha önce PKK'lıların defalarca kullandığı bir katır yolunda 35 kişi öldürüldü! Üzüldüm mü? Evet! Sonuçta vatandaşlarımız! Keşke olmasaydı!
Ama adama sormazlar mı; bunlar vatandaşımızsa sınır ötesinde ne arıyorlardı? Vatandaşımız değillerse sınırımızda ne işleri vardı? Daha önce aynı yolu kullanan PKK'lı baskınlarının yaraları hâlâ kanamıyor mu?
ABD'nin bir milyondan fazla sivili katlederek, yüzbinlerce müslüman kadının-kızın ırzına geçerek getirdiği demokrasi sâyesinde Irak'ta devlet te yok, hükümet te! Suriye ile vurduk vuracağız! Dolayısıyla o tehlikeli sınırlarda bizim vatandaşımızın ne işi olur? Ateşe dalan yanmaz mı?
İstihbarat eksikliği, yanlış istihbarat falan diye, kimse kimseye iftira etmesin! Eğer gelenler PKK'lı olsaydı ve herhangi bir katliam yapsalardı, o zaman başka türlü bağırılmayacak mıydı?
Yanlış zamanda, yanlış yerde ve yanlış bir iş yapmak için toplananlar, olması gereken bir tavırla karşılaşmışlar! Tekrarlamayacaklar ve tekrar aynı şekilde ölmeyecekler!
Bilmem kaçıncı, Haçlı destekli bölücü isyâna karşı; bütün açılımcılıklara, ileri demokratlıklara; ABD ve AB zorlamalarıyla verilen bütün tavizlere rağmen şımarmakta sınır tanımayan bölücüler, Türk Milleti'nin ve Devleti'nin sabrını bitirmiştir! Bu günleri, yıllarca yalvararak, yüksek sesle hatırlatıp durduk! Akıllı olun dedik! Yeryüzünde kaçacak yeriniz, sığınacak ininiz kalmaz! Sizi Türk'ün muhteşem öfkesiyle ve ölümle başbaşa terkeder giderler dedik, dinletemedik!
Şimdi ağzı olan, bir şeyler söylüyor! Y-CeHaPe'nin bölücülükte BDP ile yarışan söylemleriyle Kılıçdaroğlu, bu tavrıyla Kürtlerden bir oy alamayacağı gibi Atatürk ve İsmet Paşa'ya sâdık, Cumhuriyete bağlı Türklerden de oy alamaz!
Türk siyasetinde susarak büyüyen, susarak bilge tarifi alan MHP Genel Başkanının sözleri de akıl karıştırdı! Sınır ötesinde meydana gelen olayla ilgili; "Zannediyorum siyasi iktidar, halkın bu milli ve öz tepkisi karşısında terörle mücadele üzerinde biraz yoğunlaşma göstermiştir." Dediler! Yakın geçmişte aynı patikayı kullanan PKK'lılar, katırlarla taşıdıkları ağır silahlarla karakollarımıza kahpece saldırıp aynı yoldan geri gitmişlerdi! Ve bu 35 kişi; bütün Türkiye'de yasak ve suç olan ama onlara serbest ve meşrû olduğunu öldüklerinde öğrendiğimiz silah ve mazot kaçakçılığı gibi legal bir iş yapıyorlarmış!
Bizimkiler böyle söylerken bölücü BDP'liler ise, aynı 35 kişinin cenazesinde; "Bugün ülke bölünmüştür. Artık emin oldum. 50 bin defa da öldürseniz bu toprakların adı kürdistandır. Bunu basın yazamaz." diyorlar!
Bu başkaldırıyı "halkın milli ve öz tepkisi" diye tarif eden kişi, Türk Milliyetçiliğinin siyâseten hâlâ tek marka adresi MHP'nin Genel Başkanı olunca akıl karışıyor!... "Şimdi terörle mücadelenin böyle yoğunluk kazandığı bir ortamda özellikle ve bir bölgede sıcak temasların devam ettiği bir süreçte bir yerden bazı genç çocuk yaşta ve bir ailenin mensubu olarak bilinen yöre insanlarından Türkiye'ye Kuzey Irak'tan giriş sırasında terörle mücadelenin yoğunluk kazanmış olduğu bir alanda terörist olarak görülüp gerekli mücadele sürdürülmüştür." Diye de devam etmişler! Kelime kelime kendim deşifre ettim! Bu cümle; bir tenkît mi, tebrik mi? Anlayabilen var mı Allah aşkına?
Kötünün iyisine mecbûr edilerek milletin başına gelebilecek en büyük kaos olarak gördüğümüz AKP'yi; "Şimdi çatlar ve dağılırsa kaos olur!" şeklindeki savunmayı anlayabilen var mı? Defalarca; "Vatana ihanetten yargılamazsam namertim!" diye bağıran aynı kişi değil mi?
2011'i bitirip 2012'ye, bölücüleri şımartan ileri demokrasinin yeni açılımlarıyla giriyorken keşke bunlar olmasaydı ve keşke konuşmasalardı!
Hayırlı seneler Türk Milleti...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 29, 2011

FİRÂR GÜNLÜĞÜ'NDEN...

"Kendime firâr"dayım ya!
Kurnaz korkaklar veya korkak kurnazlar; "Hadi! Değişelim-gelişelim!" diye tahriklere başladılar! Türkiye'de on yıldır tanınamayan bakanlardan, vekillerden özür dileyerek başlarsan takîyyeni kimse fark etmez diye de taktik veriyorlar! Taktikte pek haksız değiller! Şimdiye kadar hep tanınanlara saldırmıştım! Tanınmayı beceremeyenlerden özür dilersem kimse üzerine alınmazmış!
"Kendime firâr"dayım ya!
Son on beş yılımı düşündüm. Yıllardır yaygın basınla, dolma kalemlerle çekişirim! Onları asla millî veya ulusal kabul etmem. Onlara hep uzaktan kumandalı Karen Fogg çocukları, Dolma kalemler, topaçlar dedim ve mesâfeli durdum. On yıl önce onlar -ağız birliğiyle- Erdoğan'a mazlûm derken ben, "Mazlûmu oynayan zâlim" demiştim!
Bugün ise Dolma kalemlerin mazlûmu, benim 'mazlûmu oynayan zâlim'im Erdoğan'ın; "İleri Demokrasi" ataklarıyla aksatılan planlarını izliyoruz! "Gereken durakta inilecek tramvay" tarifli demokrasi sayesinde, bir yerlere taşıdığı kişilerin, "İleri demokrasi"den de pay isteyerek hasta takım kaptanlarına çalımlarını seyrediyoruz!
Başbakan'ın, ameliyat sürecinde olanlara öfkeyle "amigo dolma kalemler"le köprüleri yıkmak, gemileri yakmak üzere olduğu söyleniyor! Kendilerine "ulusal" diye iftira eden bu "yaygın boyalı basın"ın hortumculuklarını, Başbakan'dan öğrenmiştik! Bana biraz "Kartelci Medya" diye basına kafa atan Çiller'i hatırlatmıştı ama dolma kalemlerin rengi, "Basın-Medya Patronları ve Yazarlarıyla Basına Kapalı Toplantı"dan sonra -bir daha- değiştirilince şaşırmıştım! Allah'tan bizim Patron, o toplantıda yoktu!
Niye oldu, bilirim de bilemem ama düne kadar methiyeler yazan yeşil mürekkepli dolma kalemlerin en îmanlı stylo'ları, Başbakan'a salvoya başladılar! Bedduânın bini bir para! Bizim samîmiyetle âcil şifâ dilediğimiz günlerde, siyâsi leş yiyicilerin; "Kral öldü yaşasın Kral!" hazırlığıyla telâşeleri gibi geldi, iğrendim!
Ben de bu salvoculara, karşı salvoya başlamalıymışım! Tam zamanıyken salvolarla değişip gelişmeye başlamalıymışım! Güvenlik Güçlerimizin patır patır PKK'lı itlâf ettiği günlerde, Başbakan'a vekâleten Meclis'te; "Ne istiyorlarsa vereceğiz" diyenlerin, saklamak istedikleri "geceyarısı kıyakları" arasında, benim eyyâmcılığımı kim fark edermişki!
Hem MHP Genel Başkanı bile defalarca; "Vatana ihânetten yargılamazsam namertim!" demiş olmasına rağmen; "Şimdi AKP'nin dağılması kaos doğurur!" diye AKP'ye destek vermiyor mu ve bu tavrın adı bilgelik değil mi? Ben de; "Yaşa! Var ol! Yola devam!" diye bağırsam, kim ne diyesiymiş?
Kendime firâr'dayım ya!
Madem gömlek değişerek, değişip gelişerek başbakan olunabilen, üstelik "BOP Eş Başkanlığı" ile taltîf edilen bir müslüman ülkedeyim! Böyle pervâsız yazmaya devam edersem cezaevlerinde öleceğimi söyleyerek uyaran AKP'lilerim de varken Başbakan'a niye saldıracakmışım? Deli miymişim? Fırsat bu fırsatmış! Ya Köşk'e yanaşırmışız, ya da hiç biat etmemiş, "şeyini şey ettiğimin şeyi" mûcidine! Bir de tutarsa var ya! Ya Köşk'te kapılanırmışız, ya da Konut'ta! Dünyalığımızı kazanırmışız, ahret te neymiş?!...
AKP Deprem Çadırı'ndaki çürükler, gitti gidermiş! Erdoğan gibi sâdık bir Erbakancı'ya hastalığında döneklik edenlerin; nerede, ne zaman, ne dedikleri, dakikası dakikasına rapor edilmişmiş!
Tam zamanıymış! Adsız "Azîz Millet"in, kimliksiz bir ferdi olarak "dokunmanın ibâdetten sayıldığı" Dünya Lideri Erdoğan etrafında yerimizi almak için acele etmeliymişiz! Geç kalan "demokrasi tramvayı"nda yer bulamıyormuş! İleri Demokrasi sâyesinde Türkiye'de talan varmış! ...mış ta mış!
Kendime firâr'dayım ya!
"Şeyini şey ettiğimin şeyleri" bırakmayacaklar ki eşkiya bellesinler! Vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 28, 2011

TARİHE MEKTUPLAR -3-

Ey Türk Oğlu!
Zaman çok sür'atli ve hayat acımasız!
En sıkıntılı anlarımızı güzelleştirebilmek için çırpınan romantizm, fert olarak; idealizm, grup olarak geçen-geçmesi engellenemeyen zamana çerez mi oluyor desem, esrimiş tarihe meze mi?
Tarih kalburu, zaman eleği elemeye devâm ediyor! İnceler eleniyor! Elenen ince mi zayıf, kalburda kalan kaba mı güçlü? Belli değil...
Elenen de işe yarıyor, kalburüstü kalan da!
Bazen dostları tesellî diye kendimi tesellî ederken; tarih ve zaman eleğinin elemeye devâm ettiğini, edeceğini ve kalburüstü kaç kişi kalabilirsek o kadar olacağımızı söylerim ve tek başıma kaldığımda kalburüstü mü, kalburaltı mı olmak iyi tercihimi, bilemem!
Ey Türk Oğlu!
Bu sözleri, mutlaka birine söylemeliydim!
Eğer sağ olsalardı, bu sözlerimin tek muhatabı ülküdaşlarım olacaktı! Çünkü yaklaşık elli yıl, kimseye söyleyemediklerimin tek adresi, tek dipsiz kuyusu, o rahmetliler idi!...
O kadar çok arkadaş kaybettim ki!
O kadar çok sevdiğimi ebediyyete uğurlayarak ağladım ki! Ağlamalı mı, yoksa gidenler adına sevinmeli miyim onu da bilmiyorum!
Artık her uğurladığımdan sonra; "Bir daha kimseye ağlamayacağım!" diye kendime söz veriyorum ama her seferinde bir öncekinden daha şiddetli ağlıyorum!
Galiba gittikçe yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça öfkeleniyor, öfkelendikçe saldırganlaşıyorum!
Artık ne kimsenin -bile bile lades dememe rağmen- beni kandırdığını zannetmesine, ne de kimseyi kendi yorumlarımla kendim gibi düşünmeye yönlendirmeye dayanamıyorum! Menzîle hızla yaklaştığımı biliyorum!
Sağlık anlamında bir şikâyetim yok El-hamd'ü lillah! Madden; "Alışkın dert, öldürmüyor." bağışıklığı ile geçinip gidiyoruz şikr'olsun! Okuyoruz ve -az da olsa- okunuyoruz hamd ü senâlar olsun...
Gençliğimde zirve zannettiğim yerlerin, ne kadar sıradan ve -sadece sıradan olsa da kabûl- ne kadar basit olduğunu gördükçe hayretime hayret ediyorum!
Hârislerin; zirveye yaklaştıkça yalnızlaşmalarını ve yalnızlıklarını fark ettikçe önce şımarıp psikopatlaştıklarını, sonra yalnızlık arttıkça korkup güç gösterisi zannederek zalimleştiklerini, o kadar net görüyorum ki! Ve kervânda olduğum için zirveye yaklaştıkça beni rahatsız edenlerden kurtulmanın yollarını arıyorum!
İki ucu pis bir değnekle cambazlığa mecbûr hissediyorum kendimi!
Geri dönmem mümkün değil! Dönecek olsam; "dönek" iltifat sayılan hakaretlerden olacak! Yanlışları göre göre kervandan ayrılmamak için, "sürüden ayrılanı kurt kapar" ürkekliğiyle devâm etmem de mümkün değil!
Acaba Gandi'nin; "Hiç kimsenin kirli ayaklarıyla beynimde dolaşmasına izin vermem!" isyânını mı yaşıyoruz?
Hürriyet, bu kadar ucuz; hürlük bu kadar kolay mı? Ucuz ve kolay olmasa hürriyet yalnızlığa saklanabilir miydi?
Mâdem hürriyet, gerçek anlamda hürlük, yalnızlıktaydı; bu kadar yıl neden "toplumculuk" dedik? Neden ferdîliği horlayarak cemiyetçiliği, cemaatçiliği, teşkilatçılığı, bilmem neciliği-neciliği tercih ederek korkularımıza maskeler taktık? Nezâket kurallarına uymak adına çoğul fiil kullanıyorum; aslında sorguladığım, yargıladığım ve insafsızca cezalandırdığım sadece benim!...
Ey Türk Oğlu!
Sevdiklerim öldüler!
İnandıklarım, adlarını hançeremi yırtarcasına sloganlaştırdıklarım da öldüler!
Beni; başından sonuna kadar yalanla riyayla mürâilikle takîyye ile maskeli bir dünyada, hayat adına yalnızlaştırarak ölüp gidenler mi kalleş, yoksa ölmediğim, ölemediğim için ben mi korkağım? Oysa o kadar ölümün üzerine üzerine saldırmıştım ki!
Ey Türk Oğlu!
Allah şahîdimdir, ölüm umûrumda değil! Emânete hiç hıyânet etmediğim gibi can emânetime de sâdık kaldım! Öldürmedim, ölmedim! Yaraladım, yaralandım! Dövdüm, dövüldüm! Hiç kaçmadım ve kaçanı kovalamadım! Özel tedbîrim olmadı ama şükürler olsun sayrımadım da!
Yine Tanrı'm tanığımdır ki hayatım boyunca terk eden olmadım! Terk edenlerimi insafsızca sorgulamadım! Terk edenlerimi yanımda tutmayı başaramadığım için hep kendime kızdım, kendimi yargıladım! Kendimi çok zorladım! Kendimi çok hırpaladım!
Büyüklerimin; "Cehd çarık yırtar!" uyarısını; eyyâmcılık, günü kotarmacılık, korkaklık sayarak yüzlerine bir şey söylemedim ama içimden buğz ederek hiç ciddiye almadım!
Şimdi büyüklerimin bana öğütlerini, gençliğe aynen aktarmak istiyorum ama yüreğimin bir yanı itirâz ediyor!
Ey Türk Oğlu!
Dere kurumuşsa, teknolojik imkânlar kullanılarak tanker-tanker su taşınmazsa değirmen duracak! Değirmen durursa un olmayacak! Un olmazsa sonuç ma'lûm!
Yine büyüklerimiz tecrübelerden hareketle; "Su mutlaka mecrâ'ını bulur, su gelen dereden yine gelir ve kuru dere yatağına ev yapılmaz!" derlerdi. Bu inançla "kurumuş dere yatağı"na kovalarla su taşıyarak değirmenimizin durmaması için ölesiye gayret ettim! Şimdi tankerler var, helikopterlerle su taşıma kolaylığı var! Sonuçta "taşıma su" ama "taşıma suyla değirmen dönmez" demişler ama değirmenin durmaması lâzım! Gençlerin bu "kuru dere yatağını" ısrarla beklemeleri, dere yatağı ağzındaki değirmenimizi sahipsizliğe terk etmemeleri lâzım diye aklım, hamâsetime destek veriyor!
Türk Oğlu!
Med-cezîrlerdeyim!
Zor zannedilenlerin ne kadar kolay, ulaşılmaz zannedilenlerin ne kadar yakın, pahalı zannedilenlerin ne kadar ucuz, dev zannedilenlerin ne kadar cüce olduklarını her görüşümde mîdem bulanıyor!
Aynılarını Babam Rahmetli'den dinlemiştim! Kesinlikle aynılarını Babam, Rahmetli Dedem'den dinlemişti! Şimdi ben aynılarını oğullarıma söylememek için kendime işkence ediyorum!
Dedem Rahmetli ömrünü savaşalarda geçirmiş, Babam rahmetli ömrünü dinleyerek büyüdüğü savaşın kötülüğü tecrübeleriyle barış uğrunda harcamış ve ben; Dedemle Babamın uğraşlarının karışığı duygularla savaşmamak için barış veya barış için savaş seçenekleri arasında ömür törpülüyorum! Öğrendiklerimle tecrübelerimle öfkelerimle aklıma saldırıyorum!
Mâdem ki bu savaş denen olmazsa olmazı, Peygamberler dahi bitirememiş; neden sadece savaşmak için savaşmayalım ki? Mâdem ki savaş, insanlığın yaratıldığı günden beri başlamış, devam ediyor, kıyâmete kadar da sürecek; o zaman neden en iyi savaşçı yine biz, Türk Milleti olmayalım? "En iyi müdafaa taarruzdur" diye dünyaya öğrettiğimiz tecrübemizi neden başkaları kullansın? Amerika'nın Afganistan'a, Irak'a, Suriye'ye gelmesine neden izin verelim?
Vahşî doğada yaşayabilmenin tek şartı güçse ve dünyada insandan daha vahşînin olmadığını da milyarlarca yıldan öğrenmişsek; saygının korkuyla sağlanıp sevgiyle desteklendiğini de biliyorsak; neden saygıyı alıp adâletle hükm'ederek sevgiye dönüşmesini yeniden sağlamayalım?
Türk Milleti'ni bu özelliklerle yaratan Tanrı'nın hükmüne direnmek îmansızlık değil midir?
Türk Oğlu!
"Hiç kimse kimsesiz değil, herkesin var bir kimsesi,
Hiç kimsesiz kaldım medet Kimsesizler Kimsesi!" diye gücün zirvesinde yalnızlığını fark ederek Tanrı'ya sığınan, Tanrı'dan yardım dileyen Fatih'in yalnızlığındaki azâmeti, ne yaptık?
Demek ki; "Gök çadırımız, güneş sancağımız" diyecek güçteki Türk Milleti, yalnız kalmadığı müddetçe; alternatif bir güç var olduğu müddetçe, güçler ve güçlüler arasındaki çekişmeden aradaki güçsüzler ziyân olacaklarsa adâleti sağlamak için Türk'ten başka gücün-güçlünün yok edilmesi en akıllı, en Türkçe iş değil midir?
Muaviye'den nakledilen bir rivâyette; "Fahr-i Kâinat aynen şöyle buyurdular: Kendi halinde, avının üstüne atlamak için sanki pusuda bir arslan gibi bekleyip duran toplum üzerine varmayınız! Onları harbe kışkırtmayınız! Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız." (el-Hamevi, Mucem'ül Büldân, II. s. 23 - Hz. Peygamberin Hâdislerinde Türkler- s. 176) ve benzer sayısız hâdisle övülen, korkulması, saygı duyulması Peygamber(s.a.v.) tarafından öğütlenen bir milletin ahfâdı olarak neden savunmaya geçerek korkaklığın adını içerde demokratlık, dışarda diplomatlık ederiz?
Ey Türk Oğlu!
Ailesine-çocuklarına ölesiye sahip bir baba, sülâlalesine ölesiye bağlı bir kişi, aşîretine ölesiye sâdık bir fert, milletine ölesiye sevdâlı bir fedâi olarak; kavmiyetçi, aidiyyetçi, milliyetçi, aklı hür bir Türk olarak, en kalıcı barış için en şiddetli savaşın taraftarı olarak yaşadım!
Savaşmadan barışın hak edilemeyeceğine inandım! İnancım ve îmanım yasakladığı için, intihâr saldırısını rüyalarında görerek yaşadım!
Kendi haline bırakılırsa tebaa yaratılmış avâmın, güce teslîm olan davranışıyla oy denilen noterlikle Meclis'te sağlanan, haramzâde çoğunluğundan kurtulmanın demokrasi veya diplomasiyle mümkün olmayacağına inandım!
İşbirlikçi, BOP Eş Başkanı olduğunu saklamayan birinin önderliğindeki hükümetin dağılmasının "kaos" olarak tarif edilmesini, hazmedebilmem mümkün değildi!
Kendime "dur-yeter" demesem daha çok yazarım biliyorum! Daha yazacağım biliyorum! Sıktıysam özür diliyorum!
Lütfen bunu da, tekrârı olursa onu da, hücresindeki bir idam mahkûmunun korkulara kafa tutmak için îmanına sığınarak söylediği teselli türkülerinden sayın olmaz mı? Bunları, tarihe sesli düşünceler, ricalar sayın olmaz mı?
Beni incitenler, benden başkasını incittiyse ve ben hissettiysem daha fazla incindim ve çıldırasıya incitmek için saldırdım! Tanrı aşkına siz de saldırın!...
"TÜRK MİLLETİNİ SEVMEK VÂCİPTİR." Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 27, 2011

TARİHE MEKTUPLAR - 2 -

Ey Türk Oğlu!
Sen bu mektubu okurken hâlâ "Türk'üm" diyorsan, diyebiliyorsan bilesin ki biz rahat yatacağız! Utancımız azalacak!
Biz, kimler miyiz?
Biz, sizin mâziniziz, yani geçmişiniziz! Siz bizim geleceğimizsiniz!
Biz; bize bırakılan emânetlere sahip olamadık! Şımarık mirasyediler gibi, har vurup harman savurduk! Emânet edilenlere sahip olamadığımız için size mîras olarak aktaramadık!
Biz, sizin batık-iflâs etmiş dedeleriniziz!
Biz; tarihe imza atmak, tarihi şânla süslemek, desteklemek için can verip şân alan bir neslin çocukları olarak dedelerimizin şanlı destanlarına da sahip çıkamadık! Gözümüzün içine baka-baka destanlarımızı, suç örgütü adı ettiler seyrettik! Dedelerimizin itlâf ettiği hainlerin torunları, intikama soyundular, demokratlık diye seyredip ihânetlere ortaklık ettik!
Ey Türk Oğlu!
Bütün bunlara rağmen Sen, bu mektûbu okurken hâlâ "Türk'üm" diyorsan, diyebiliyorsan; Hâdislerde övülen, önce giden ediplerden, yazarlardan İranlı İbn Hassul'un; "Türklerin Diğer Askere Göre üstünlükleri" adlı eserinde de nakledilen; "Hâdis'te 'Türkler size dokunmadıkça siz de Türklere dokunmayınız' buyurulmuştur. Aslında bu hâdis, Hz. Peygamber'in bütün Araplara bir nevi vasiyeti mahiyetindedir. Aklı selîm için yol, bizim Türklerle mütâreke halinde yaşamamızdır. Bir millet ki, Zü'l-Karneyn bile bütün yeryüzüne bir kasırga gibi harp ve kılıçla hâkim olduktan sonra onlarla harp etmekten çekinmiş ve Türkler için; 'Onları bırakınız! Onlara Türk deyiniz!' diyerek Türklere hiç dokunmamıştır. Şimdi siz, böyle bir milleti ne zannediyorsunuz?" uyarıları ve hâdislerin hikmetindendir. (Hz. Peygamber'in Hadislerinde Türkler-s. 182)
Ey Türk Oğlu!
Sen bu mektûbu okurken hâlâ "Türk'üm" diyebiliyorsan; bizim gibi müflîs bir ceddin ahfâdı olmana rağmen, Tanrı'nın koruması, Peybamber(s.a.v.)'in duası, Zü'l-Karneyn'in övgüsü sâyesindedir! Demek ki dünya durdukça Türk duracak, demek ki Tanrı Türk'ü koruyacaktır! Tarihle yaşıt Türk Milleti'nin, demek ki tarihe karşı, tabiata karşı, dünya insanlığına karşı görevi olmalıdır!
İlk yaratılışından, Nuh Tufanı'na kadar defalarca insanlığı yok eden ve yeniden yaratan Tanrı'nın; "Biz yalnız Nuh'un soyunu kalıcı kıldık." (Saffat-77) âyetiyle bildirdiği, tarihin yazdığına ve soykütüklerine göre de Nuh(a.s.)'un oğlu Yasef'in oğlu Türk'ün soyundan kalıcı kılınman boşuna olabilir mi?
Kazanlı tarihçi M. M. Remzi'nin; " Hz. Peygamber, Kan-Tura Oğulları ismiyle gerçekte Kan-Turan Oğulları demek istemiştir. Zira "kan" veya "han" Türkçede hükümdar demek olduğu gibi, "Turan" kelimesi de Türk yurtlarına verilen genel bir isimdir. Bu takdirde "Kantura Oğulları" kelimesi, Peygamber dilinde "Turan Ülkesi Hanının Oğulları" anlamına kullanılmıştır." diyorsa; yine tarihin kayıtlarına göre Hz. İbrahim'in eşlerinden olan Kan-tura Hatun'un, Oğuz Kağan'ın kızı olduğunu da bilince, asâletinin farkında mısın?
Ey Türk Oğlu!
Sen bu mektubu okurken hâlâ "Türk'üm" diyorsan, diyebiliyorsan; özel yaratıldığındandır. "Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun ayetlerindendir."(Rum-22) Küllî İrâdesi'ne, Peygamber övgü ve dualarına, tarihin tanıklıklarına rağmen sana dil uzatanlar hâlâ kalmışsa, bu da tarihin tekerrüründen ve bizim yüzümüzdendir!
Ey Türk Oğlu! Sen bu mektûbu okurken hâla "Türk'üm" diyorsan, bilmelisin ki; biz senden râzıyız, Allah ta râzı olsun vesselâm...
"Türk Milletini sevmek vâciptir." Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 24, 2011

BEN DE ÖZÜR DİLEYECEĞİM!...

Özür dileyen dileyene! Madem moda, ben de katılacağım özür dileyenlere!
Mâdem geçmişle yüzleşme var; ben de yüzleşeceğim ama dönmeden-değişmeden! Mâzimi ve şânını asla inkâr etmeden! Sevdiklerime ve sevgime sadâkatimle Türk Milliyetçisi tavrımla Tanrım'a teslîmiyetimle ben de katılacağım özürcü kervânına!
Particilik taassûbuyla geçirdiğim, ömrümün son on beş senesi'nden, bu on beş senede bilerek-bilmeyerek incittiklerimden özür dileyeceğim! Gecikirsem; vicdânımın aklımı, aklımın îmânımı sorgulayacağını bilerek ve bilerek-bilmeyerek yanılttıklarımdan özür dileyeceğim!
İlâhiyatçı Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI Hoca'dan özür dileyeceğim!
İlahiyatçı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Hoca'dan ve Saba Tümer'den, özür dileyeceğim!
Hamâsetin, öfkeyle aklımı tatile çıkardığı gecenin geç bir saatinde, denk geldiğim bir programda izleyicilerden gelen, aklın kabûl etmeyeceği, komik ötesi sorulara muhatap bir âlim görünce, haddimi aşmıştım! Üzüntü ve sitemlerimi de "Meydan"ımdan belitmiştim, özür dileyeceğim!
Âlimin ve câhilin cesâseretini bilirim zannederdim! Öğrendim! Câhil cesâretimle yaptığım feryâdımı duyan ve samîmi bulup âlim cesâret ve belâgatiyle -yerdiğim programda- cevaplama nezâketi gösteren Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ten özür dileyeceğim!
Dünyanın İslâm Âlimi olarak kabul ettiği, hristiyan ülke üniversitelerinde hakkında doktora tezleri yapılan, 60'tan fazla kitabıyla İslâm'a ve insanlığa hayattayken ve -inşallah- sonrasında da yol gösterici/mürşîd/liği artık netleşen bir âlime karşı, haddimi aşmıştım! Özür dileyeceğim!
Aynı Yaşar Nuri Hoca, -tenkîd ettiğim- aynı programda şimdi; Saba Tümer'in, Hoca'nın; "Türkçe Kur'an-ı Kerim" çalışmasından okuduğu âyetler üzerinde sohbetler yapıyor! Bakara Sûresi 60. Âyet'teler! Özür dileyeceğim!...
Tesâdüfe inanmayan biri olarak aynı günde iki iltifâta muhatap olmuştum! Yaşar Nuri Hoca'nın, televizyon programında kulağımı çınlattığı aynı gün; bir başka İslâm Âlimi Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI Hoca'dan bir tebrîk iletisi almıştım! Prof. Dr. Kitapçı Hoca; kıt bilgilerimle "milliyetçiliğin İslâm'a ters olmadığı" iddiamı destekleyen bir iletiyle beni ödüllendirmişlerdi!
Zekeriya Kitapçı Hoca; "Men Ensâri İlellâh- (Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?) -Saf-14-" hatırlatmasıyla; "... böylesine yüce bir milletin torunlarının; Hz. İsa’nın havarilerine yönelttiği bu ilâhi soru ile -değil dünya- belki yedi kat göklerin gerisine işittirmek istercesine, 'Allah aşkına benim yardımcılarım kimlerdir? Kurân’ı elimden kim aldı? Türklüğüm hani? Müslümanlığım nerede?' diye gürlemeleri, Batılı emperyalist güçler, haçlı zihniyetinin bu yeni temsilcileri ve siyonist denilen o büyük Deccal’den hesap sormaları gerekmektedir." Diye milliyetçiliği teşvîk ediyor; "Türk Milletini sevmek vâciptir." diyorlardı!
"Vakti gelmeden çiçek açmaz"ın tezâhürünü yaşıyordum! Vakit gelmişti! Allah(c.c.); Kitâb'ında işâret ettiği, Peygamber(s.a.s.)'in defalarca iltifât ve duâ ettiği bir seçkin milletin evlâdı olarak, karanlıkları yırtan, ziyâlı iki âlimin iltifatlarıyla samîmi çırpınışlarımızı ödüllendirmişti!
Yanlışın doğruya, harâmın helâle, zâlimin mazlûma, hıyânetin sadâkate, korkaklığın cesârete vesâyeti, ne kadar sürerdi ki? Allah'lık iddiasındaki Firâvun'a ibretlik cezâ ile haddini bildiren Allah(c.c.), elbette Firâvunluk heveslisi zavallılara da ûlemâ eliyle hadlerini bildirecekti!
Israrla yok sayılan, eserleri örtülmeye çalışılan, Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI Hoca'nın ve tekerlerine çomak soktuğu için Haçlı emperyalist maşası güçlerce yok edilmeye çalışılan Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK'ün varlıklarıyla iyice yüreklendiğimi haykıracağım!
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün; "Türkçe Kur'an-ı Kerîm"ini ve Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI'nın; "Hz. Peygamber'in Hâdislerinde Türkler"ini, her Müslüman Türk'ün başucu kitapları etmelerini, yalvararak önereceğim!
Yaşar Nuri Hoca'dan ve Saba Tümer'den, yaptığım hadsizlik için; Zekeriya Kitapçı Hoca'dan da emeklerini bilmekte geçiktiğim için Tanrım'ın huzûrunda, tarih önünde, bütün akranlarımın tanıklığında ÖZÜR DİLİYORUM vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 21, 2011

TÜRK'ÜM VE KORKMUYORUM!...

Yüreğimde Allah korkusundan başka bir korkuya yer olmadığı için, hiç bir beşerden ve beşerî yaptırımdan korkmuyorum!
Eyyâmcıdan, takîyyeciden, teslîmiyetçiden, işbirlikçiden, Haçlı'dan, Haçlı Müslümanlar'dan, bölücülerden, hain torunlarından, oy olarak veya Meclis'te sayıları ne kadar olursa olsun Türk hasımlarından, Türk Milliyetçiliği hasımlarından, Atatürk ve Cumhuriyetle hesaplaşma yüzsüzlüğündeki nankörlerden, hiç korkmuyorum! Korkaklardan korkmuyorum!
Yazdıklarımın yasalara uygun olduğunu biliyorum! Yine yazdıklarımın; demokrat veya ileri demokrat maskeli, yıllarca; "Demokrasi gereken durakta inilecek tramvaydır." diyerek demokrasiyi amaç değil araç edinen, dünün mazlûm rolündeki bugünün zalimlerinin işlerine ters geldiğini biliyorum! Bilerek korkmuyorum!
Ben bir Türk'üm! Durumdan vazife çıkaran; Türk Milliyetçisi, şanlı Türk tarihine ve mâzisine sâdık, Atatürk ve Silah Arkadaşlarının, Atatürk ve Mesai Arkadaşları'nın emânetlerine sahip çıkmaları gerekirken biri sağdan, biri soldan AKP'ye destek vermeyi kendilerine iş edinmiş muhalefet maskelilerden, korkmuyorum!
Türk Milliyetçisi Kürt Kızı Müyesser YILDIZ'a sahip çıkamayarak, Y-CHP'ye şikâyetlenmesine göz yuman milliyetsiz milliyetçilerden korkmuyorum!
Ben, hiç bir şeyleri yokken, padişahın ve halifenin de ikâmet ettiği pây-ı taht işgaldeyken, bütün ordusu terhis edilmiş ve silahlarına el koyulmuşken, "Yedi Düvel" adlı devrin Haçlısına direnen, destanlar yazan bir ırkın ahfâdıyım! 21.yy. teknolojisinin nerdeyse bütün imkânlarıyla mücehhez, Müstakil bir Türk Devleti'nin vatandaşıyım! Türk Milleti'nin istiklâli uğruna, yurdunu savunmak uğruna, nelere muktedîr olduğunu unutanlardan, unutturmaya gayret edenlerden korkmuyorum! Sadece korkmamakla kalmayıp durumdan vazîfe çıkararak uyarı görevimi de yapıyorum!
Beyler!
Burası Haçlı'nın çaresizleşerek 1000 yıldan fazladır "Turkhıa" dedikleri, Türk Yurdu olarak kabullendikleri Türkiye'dir! Haçlı'nın 1000 yıldan fazladır Türklerin yaşadıkları yerlere "Turkhıa" dediklerini, bilmez misiniz? Türk Milleti'nin yurt ettiği yerlerin bedelini fazlasıyla ödediğini bilmez misiniz? Türk Milleti'nin yurtlaştırdığı, sınır çizerek vatanlaştırdığı mülkü, ancak aldığı bedelle vereceğini tarihten bilmez misiniz?
Türk'ün yurduna, bayrağına, dînine, atasına dil uzatılamayacağını, uzatan olursa kökünden kopartıldığını; tarih, bütün dünya milletlerine ders olarak okutmaz mı?
Beyler!
Türk Milleti'nin sabrını denediniz belli! Bilesiniz ki artık sabrın son râddesindesiniz! Atatürk'ün; padişah teb'alığından kurtarıp Türkiye halklarını Türk Milleti olarak adlandırarak devleti, millete emânet ettiğini, unutmuş olamazsınız!
Ben; işte o, devletin emânet edildiği Türk Milleti'nden biri olarak haykırıyorum: Ne Devletimden, ne Cumhuriyetimden, ne Yurdumdan, ne Şühedâ Ceddime sadâkatimden asla taviz vermem!
Tek başıma da kalsam, siyâseten bütün partiler gaflet-dalâlet ve hatta hıyânet içinde olsalar da; sesime ses, ancak 21.yy. Maltası Silivri'den de gelse, duruşumda değişiklik olmaz! Beni duymak zorundasınız!
Ben Türk'üm! Türk Milletiyim! Tek başıma da kalsam başlı başına bir milletim! Beni duyacaksınız! Benim sözlerimin tanığının tarih olduğunu hatırlayacaksınız!
Müslüman Türk Milletine: "Ey Millet; dîn elden gidiyor! Ey Millet; size emânet edilen 'Evinizin Evi' Vatan elden gidiyor! Ey Millet; yurdunu koruyamayan, hiç bir şeyini koruyamaz! Kimliğin elden gidiyor!" diye Türkçe haykırışımı, Türk Milleti'nin duyduğunu fark ettiğinizde korkarım geç olur! Beni duyun!
Ve bilin ki; Tanrı'm, Çalabı'm, Hüdâ'm, Allahım şâhitttir ki korkaklardan korkmuyorum!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SUSAN SUSTU! SIRADAKİİİ!...

"PKK Medyası Çökertildi!" ymiş!
PKK'ya yakın yayın organlarına, "KCK Operasyonu" adıyla yapılan eş zamanlı baskınlarda 43 gazeteci gözaltına alınmışmış!
Oysa PKK; şehît ediyor, itlâf ediliyor, kırsalda-sokaklarda faaliyette!
Siyasallaştırılmış PKK'lılar, "İleri Demokrasi" sâyesinde "dokunulamaz" halleriyle Türk'e, Atatürk'e, Cumhuriyet'e, İstiklâl Harbimiz'e edepsizce dil uzatarak, Meclis Kürsüsü'nde bardak kırıp fırlatarak, asker taşlayarak, komser tokatlayarak faaliyette!
Güvenlik Güçlerimizin itlâf ettiği PKK'lıların leşlerine sahip çıkmak için "dokunulamaz" bölücüler, canlı kalkanlık iddiasıyla çatışma alanlarında faaliyette!
PKK Medyası çökertilmişmiş!
Yandaş medyaya, Başbakan'a dokunarak ibâdet eden yandaşlara göre; "İstenirse oluyor"muş! Medya, haberi nerdeyse zil çalarak veriyor!
Oysa sırada AKP'ye muhalif herkes var biliyoruz! Tutuklu gazeteci sayımızla Çin'i yakalamış geçmişiz ve benim bu gözaltına alınmalara, bu utanca itirâzım var!
Cumhuriyetimizle, Devletimizle, şanlı tarihimizle intikam hesabına oturmuşlarla Meclis'te tokalaşarak Meclis'in rengini tamamlayanlara; bölücübaşının en eski avukatını genel başkan yardımcılığına getiren ve hâlâ Atatürk'ün kurduğu parti olmakla övünen ama bu gözaltılara ses çıkarmayanlara, itirazım var!
Hasan Cemaller'e, Cengiz Çandarlar'a, Kandil kuryelerine, Altan oğlu Altanlar'a, Karen Fogg Çocukları'na, Dolma kalemler'e özel ihtiramlar gösterilip resmi uçaklarda dünyanın her yerine özel ikramlarla götürülüp getirilirken; Türk'e, Türklüğe, Atatürk'e, Cumhuriyet'e, Millî Mücâdelemize ve Millî Kahramanlarımıza hakareti mahâret ve demokratlık sayan zehirli dilliler ekranlarda, gazetelerde ahkâm kesmeğe devâm ederken; yüzde yüz karşı olmama rağmen, fikirlerini ve inandıklarını yazan söyleyen gazetecilere yapılanı, kabûlüm mümkün değil!
Meclis'te; siyasallaştırılmış ve AB diktesi "geceyarısı yasaları"yla dokunulamaz'laştırılmış bölücüler, demokratlık adına mâzimize hakâretler ederlerken, Meclis'te siyasallaştırılmış KCK-PKK'lılar kristal bardak parçalayıp fırlatırlarken, silahlı PKK'lılar kuduzca saldırmaya devam ederken; "açılım" adıyla özel seyyar mahkemeler kurup ayakları altına nerdeyse halılar serilerek davulzurnayla karşılanıp taviz ve şımartılma seansları yapılırken, gazetecilere yapılanlara itirazım var!
Demokrat olmamama rağmen Demokratlık, hele İleri Demokratlık bu değil biliyorum!
Gerçekten demokratsalar, yandaş televizyonlarında gözaltına aldırdıkları gazetecilerle bizi karşı karşıya getirsinler! Yüzyüze konuşalım! Yaptıklarını, yanlışlarını söyleyelim, itiraz etsinler; millet te, hâkim güçün eşbaşkanları da dinlesinler! "Karşıt Görüş" diye, karşıtlık kavramına ihânet ederek yapılan şaklabanlıklarla milleti oyalamasın, kandırmasınlar!
Gerçekten demokratsalar, gerçekten ileri demokratsalar Seçim Yasası'nı değiştirsinler! Siyasi Partiler Yasası'nı değiştirsinler! Dokunulmazlığı kaldırsınlar! Millet irâdesini yok eden "Grup kararı"nı kaldırsınlar! Millet irâdesini, demokrasi eliyle sultanlaşan Genel Başkanların vesâyetinden kurtarsınlar, biz de sevmememize rağmen doğrularını alkışlayalım!
Bu yaptıkları, anti-demokratlıktır! Bu yaptıkları tek kelimeyle faşizmdir!
Gâzi Meclis'te İstiklâl Harbimize, kanlar-canlar pahasına kurulmuş Devletimiz'e dil uzatanları demokratça alkışlayıp, dışarda tarihimize yapılan iftiraları diplomatça ürkekçe "İstemem yan cebime koy" teslimiyetçiliği ile laf kalabalığına getirip gazetecilere yapılan zûlümdür!
Vicdânı olanın bunu kabullenmesi mümkün değildir vesselâm!...
SUSANA, SUSTUKÇA SIRA GELECEK!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ALMA MAZLÛMUN ÂHINI...

Unutmayacağım, unutturmayacağım! Yemînim var, andım var!
"Ve tevekkel a'lallah - Vekîl olarak Allah yeter"(Ahzâp-3) Âyeti'ne sığınıp tevekkülle, her darlanışımda bedduâlarla geçirdiğim 205 günden bahsedeceğim!
30 Mayıs 2011 Pazartesi sabahının üzerinden tamı tamına 6 ay, 22 gün geçti! Seçim öncesi MHP Genel başkanı, "Adamın biri"nin Diyarbakır Mitingini sabote edecekmiştik ya!
30 Mayıs 2011 sabahı, saat 06.00'da evimi, 50'ye yakın polis bastı, altını üstüne getirdi, aradı ve 30 yıl önce rahmetli olmuş Kardeşim'in ajandası da dahil; on yıllık notlarımı, müsveddelerimi, şiirlerimi, telefon rehberlerimi, torunlarımın oyun CD'lerini, telefonlarımı toparlayıp torbalara doldurdular, mühürlediler! Her birinin üzerine kendi yazımla benim olduğuna dair yazdırdı, imzalattılar! Her ânı kamerayla kaydettiler ve beni apar-topar uçakla İzmir'den istanbul'a götürdüler!
Her biri boy-posta maşallahlık, "Düşmana göster, geri çek" heybetinde, Allah için birbirinden efendi polislere sorduğumda, "İstanbul'dan Özel Yetkili Savcı tâlimâtıyla" geldiklerini ve ne aradıklarını bilmediklerini, o yüzden kimin, ne dikkatini çekerse onu topladıklarını söylediler!
Çalışma odamda kütüphanem tek tek elden geçirilirken beni en çok korkutan, Özel Kuvvetler'den delikanlılarımızın Ankara'da hediye ettikleri, kalem kutusunu andıran özel kabı açıldığında, "ÜLKEM- BAYRAĞIM- ONURUM" yazılı özel çakıyı gördüler, almadılar!
İzmir Emniyeti'ndeki beklemeden sonra uçakla apar-topar İstanbul'daydım!
İzmir'de de yapılan Adli Tıp tabelalı, iki kolumda iki polisle götürülüp içeri itildiğim ve bilgisayar başında rapor yazmakla meşgul birisinin, hiç yüzüme bakmadan; "Soyun!" talimatı ve benim; "Soyunmam!" itirazlarım üzerine göz ucuyla bakar numarasıyla, muayene etmeden verilen "sağlıklı raporu" ve İstanbul'da bilmediğim bir yerde hücreye kapatılışım!...
İkisi hariç on beşini hayatımda ilk defa ve yemek ve ihtiyaç saatlerinde karşılaşarak gördüğüm "Örgüt Elemanı" arkadaşlarım, suç ortakları(!)mla tanışmalarım!...
Gözaltı süremin -ne demekse- bitmesiyle 4 gün sonra Özel yetkili Savcı'ya çıkarılışım ve ne sorulup, ne cevap alındığını gerçekten anlamadığım bir sorgudan sonra, 15 milyonluk curcuna bir şehre, dev bir metropole, sokağa salıverilişimin üzerinden 205 gün geçti!
Beni, evimin altını üstüne getirip dağıttıktan sonra aldırıp, apar-topar uçakla İstanbul'a götürttüren, 4 gün sonra parasız pulsuz sokağa attıran ve 205 gündür el koydukları eşyalarımı almam için telefonla beni İstanbul'a çağırttıranları, gidemediğim için güya adresime gönderenleri; gönderdikleri ne benim, ne de hiç kimsenin işine yaramayan eşyaların kargo ücretini bana ödettiren ve hala telefonumu iade ettirmeyen, sorduğumda "Özel Yetkili Savcı"nın tâlimâtının gerektiğini söylettiren zâlimleri, Zâlimbaşı Adâlet Bakanı'nı, Zâlimbaşı Adâlet Bakanının da başı zâlim BOP Eş Başkanı Başbakan Erdoğan'ı Allahım'a şikâyet ediyorum!
Huzûrumu, kendisi ve partisinin istikrârı için bozmaktan çekinmeyen, çoluğumu-çocuğumu korkutarak beni ve çevremi sindireceğini zanneden başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün ekibini, şürekasını Allahım'a şikâyet ediyorum!
Zâten kıt-kanaat geçiniyorken bana hiç hak etmediğim halde 2.500 liradan fazla borç ettiren, halâ telefonumu iâde ettirmeyen, 205 gündür bütün dostlarımla telefon irtibatımı kestiren Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasını Allahım'a şikâyet ediyorum!
Ettiklerini çekecek biliyorum! Kınadıklarını aynen yaşamadan ölmeyecek biliyorum! Ecevit'e hastalığında söylediği sözlerini unutarak şimdi O'na yaptırılan asansörle makamına çıktığında, Hasta Eceviti kınamalarını unutmuşsa hatırlatıyorum! Hastalığına üzüldüğümü Allah biliyor ama "Beter olsun! Bugünlerini arasın!" diye yakardığımı da söylüyorum!
Mazlûmların âhının tutacağını biliyorum! Tuttuğunu görüyorum! Milyonlarca bedduâ eden mazlûmu duyuyorum! O bedduâlı ağızlardan biri de benim!
"Alma mazlûmun âhını, çıkar âheste âheste" Unutmayacağım! Unutturmayacağım vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 20, 2011

ADAMIN BİRİ!...

Ya samîmiyetimden, ya aptallığımdan, ya da körlüğümden, olsa gerek Vallahi fark edememişim!
Öküz altında dana aramak, -hiçbir zaman- hiç aklımıza gelmedi!
Önce öküz altına danayı yerleştirip sonra aramaya başlayan art niyetlilerin, son gayretleri sanalağda paylaşılınca haberim oldu!
Oysa -en azından- her Meclis Grup Toplantısından sonra, konuşma metnine bir daha dikkatle bakmak için anılan siteye girerim! Ama and olsun fark edememişim!
MHP'nin resmi internet sitesi logosundan Atatürk ve Türkeş resimleri kaldırılmışmış! 2008'den beri de Atatürk ve Türkeş'siz logoyla yayın yapılırmış ve ben fark etmemişim!
Bağban değilim ama bir şeyi kesinlikle bilirim ki hasat mevsiminde ve karakışta ağaç budanmaz! Budanırsa kurur ama "Adamın biri"; hep hasat mevsiminde veya karakışta budayarak siyâseten Türk Milliyetçiliğinin tek adres ve markası olmuş, yaklaşık elli yıllık MHP Çınarını kurutmaya çalışmış! Onu da fark edememişiz! Kökü derinlerde olan, Türk tarihinden beslenmeyi ısrarla sürdüren Çınar, hâlâ kurumamışsa sadece çınarlık direncindendir!
Artık hep "Adamın biri" diye hitap edeceğim! Çünkü artık dilime ve kalemime "Bahçeli" kelimesini de yasaklayacağım! Devlet kelimesini "Adamın biri"ne ad olmuş olmasına rağmen kalemimden ve dilimden uzak tutmam mümkün değil!
Hadi ben fark etmedim! Gafletime, dalâletime, ihânetime, aptallığıma veya bakar-körlüğüme sayın! Türk milliyetçiliğinin tek adres ve markası partide siyâset yapan, "Adamın biri" hariç diğer 48 Milletvekili niye görmediler? Gördülerse niye sormadılar? Sordularsa neden düzelttirmediler?
Resmi sitenin logosunda olmayan ama site arşivinde olduğu söylenen Atatürk ve Türkeş fotoğraflarından kime ne? Bir o kadarı, hatta belki de daha fazlası Türklük düşmanı sitelerin, gazetelerin arşivlerinde de yok mudur?
Belki de yapılan ve yaptırılmak istenen buydu! MHP Kongresi ile ilgilenmeye niyetliydim! İlgilenmeyeceğim!
Atatürk'ün ve partinin bânisi-mânevî hâmisi Türkeş'in resimlerini, site logosunda tutmaya bile gerek görmeyen, bir partinin kongresinden bana ne, kime ne?
Bizzat gözlemlerimden ve okuduğum aşk romanlarından, dinlediğim aşık hikâyelerinden, ilk aşkla izdivâçın hiç olmadığını biliriz ama ilk aşkını ne unutana, ne de inkâr edene de hiç rastlanmamıştır!
Demek ki 45 yıldır Ülkücülük adayı bir Türk Milliyetçisi olarak, ilk siyâsi sevdâm MHP'yi de gönlüme hapsederek içime-içime sitemler göndereceğim! Yıllardır mevcût yönetime ve "Adamın biri"ne muhalif biri olarak; "MHP benim, ben MHP'yim" der dolaşırdım!
Artık ne diyeceğim bilemiyorum!
Referandumdan beri sergilediğim tavrımdan dolayı; "Hoca! Tarihî vebâldesin!" diye sitemlerine muhatap olduğum, kırk yıllık Ülküdaşlarıma ne cevap vereceğim?
Kongre sürecinde zararlı olur endişelerimle bahsetmeyi ertelediğim bir gerçeği de artık dillendirmenin zamanı!
Onlarca yıldır cezaevinde unutulmaya terk edilmiş Bünyamin Adanalı, Muhsin Kâhya, Ünal Osmanağaoğlu, Kemalettin Koca, İsmail Bandırmalı ve Caner Erdinç ve diğer ülkücüleri kurtarmak için bir yasa teklifi hazırlanıyor biliyor musunuz?
Şimdi adama sormazlar mı; "eski" sıfatı vererek olmadık hakaretler ettiğiniz AKP Manisa Milletvekili Selçuk ÖZDAĞ mı, yoksa cezaevindeki ülkücüleri unutulmaya terk eden, terk edilmişlere bir de Silivri adlı 21.yy. Maltası'nda bir Vekilini katan -"Adamın biri" hariç- onlarca MHP'li vekil mi daha vefâlı?
Şimdi adama veya "Adamın biri"ne sormazlar mı; sizin ısrarla yok farz'ederek hasat zamanı ve karakışta bilerek budadığınız Türk Milliyetçileri de artık sizi yok farz'ederlerse kimin, kime, ne deme hakkı olabilir?
Adam, adama yamuk yapmışmış! Bana ne adamdan da, adamdan da? Bana ne vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 19, 2011

R. T. ERDOĞAN ÖLÜRSE!...

"Olaylara konjonktürel bakmak", dünyanın her yerinde; her millete, her milliyetçiliğe ve sisteme serbest olduğu halede, -nedense- Türkiye de bile Türk Milliyetçilerine yasak!
Bir Türk milliyetçisi olarak millî olmayan, yani Türkçe olmayan hiç bir kavramın Türk Milletine faydası olacağına inanmayanlardanım!
"Olaylara konjonktürel bakmak" ta bunlardan biri! İsteyen Türk Tarihi'ne ve Türk Milletine "Her türlü halin ve şartların ortaya koyduğu durum"la birlikte yani konjonktürel olarak bakabilir, baksın! Baksın ki aklını başına devşirsin! Baksın ve hatırlasın ki Türk'ün millî öfkesine muhatap olmak, kıyâmete eş değer bir yaptırıma muhatap olmaktır!
Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesine konjonktürel bakmayı mahâret sayan teslîmiyetçi dinciler, korkak Haçlı Müslümanlar, milliyetsiz milliyetçiler, ürkek vatanseverler; anılan projenin parçası olan Arap Baharı'nın, demokratik bombalar ve müslüman katliamıyla getirdiği sistemsizliği, zannederim Mısır'da izliyorlardır! Veya görmemek için gözlerini kapatıyorlardır!
Türk Milliyetçileri ise inâdına gözlerimizi açıyor, inadına sağırlar da duysun diye Türkçe nârâ atıyor, inâdına kör gözlere parmağımızı sokuyoruz! Kör gözleri parmaklamaya devam edeceğiz!
Cumhuriyet'ten, Türk'ten, Atatürk'ten ve takipçisi son Başbuğ Türkeş'ten intikama heveslenenlere bir daha sesleniyoruz: Akıllı olun!
Elden gelen öğün olmaz, olsa da karın doyurmaz! El atına binen, çabuk iner!
Batı'dan ithal, Haçlı icâdı hiç bir siyâsi "izm"le Türk Milletine istikbal sağlanamaz! Türk'çe, Atatürk'çe bir millî yol, millî yöntem uygulamak zorundayız! Demokrasiyle de yetinmeyip "İleri Demokrasi" iddiasıyla milletin başına belâ gibi çöken dayatmalardan, ancak Millî bir yöntemle kurtulabiliriz.
Türkiye'de siyâsetin Ankara'dan yönlendirilmediği, kesin! Mevcût Başbakan, "BOP Eş Başkanı olarak bize de verilmiş görevler var." diye övünerek söyleyebiliyor! Ana muhalefet'in komplo üretimi yeni Genel Başkanı, "ABD ile ilişkilerimizi daha ileri seviyeye götürürüz." diyebiliyor! Kürt Açılımı adlı Haçlı Projesine katkıları, göz önünde! Bir genel Başkan Yardımcısı; "Atatürk İlkelerinin ve Cumhuriyet’in bekçisi değilim." diyebiliyor! Cumhuriyet'le, Türk'le, Atatürk'le intikam anlamlı hesaplaşmada AKP'den daha hevesli!
Türk Milliyetçiliği'nin siyâseten tek adresi ve markası sıfatını, Son Başbuğ Türkeş'in emekleriyle hak ederek kazanmış MHP'nin Genel Başkanı ise; "Bu ortamda AKP'nin parçalanması kaos yaratır." diyebiliyor! Çünkü emperyal projelerle millete dayatılan "İleri Demokrasi" sayesinde çıkarılmış ve asla demokratik olmayan Siyasi Partiler Yasası, her biri sultanlığını ilan etmiş olan genel başkanların işlerine geliyor ki bu yasayla ve "Seçim Yasası" ile uğraşmak hiç birinin aklına gelmiyor!
Bir soru sorcağım. Önce Hz. Peygamber(s.a.v.)'imizin ölüm anını hatırlatacağım. Hz. Ömer(r.a.), haberi duyunca şaşırır, hiddetlenir; "Resulullah ölmemiş, bayılmıştır. Kim Muhammed(s.a.v.) öldü derse boynunu vururum." diye kükrer. Hz. Ebubekir(r.a.), önce Hz. Peygamber(s.a.v.)'imizin mübârek cansız bedeniyle görüşüp vedâlaşır ve minberden; "Sizden her kim Muhammed'e tapıyorsa iyi bilsin ki Muhammed öldü. Her kim Allah'a kulluk ediyorsa iyi bilsin ki Allah bâkîdir, asla ölmez." der ve ; "Her canlı ölümü tadacaktır." ( Âl-i İmrân-185/ Enbiyâ-35 / Ankebût-57) âyetlerini okur ve; "Muhammed ancak bir paygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz?" (Âl-i İmrân-144) Âyetiyle ümmeti sakinleştirir.
Şimdi soruyorum: Recep Tayyip Erdoğan ölürse ne olur?
Cevâbını da vereyim; kaos falan olmaz! Peygamber(s.a.v.) ölüyor ve din devam ediyorsa, Atatürk ölüyor ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti devam ediyorsa, Türkeş ölüyor ve Türk Milliyetçiliği siyâseten devam ediyorsa; Recep Tayyip Erdoğan ölürse -Allah rahmet eylesin- bir şey olur, o da müsbet olur! Türk Milleti ve Devleti, kimliğini inkârı görev edinmiş bir BOP Eş Başkanı'ndan kurtulur!
AKP devam eder mi etmez mi umurumda değil ama Devlet-i Ebed-Müddet zihniyetli Türk Milliyetçileri sâyesinde Devlet ta ki kıyâmete kadar aynen devâm eder vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm,s evgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Aralık 17, 2011

MUHALİFLER VE DÜŞMANLAR...

Sistem diye dayatılan bir demokratik sistemsizlik sâyesinde Genel Başkanlar sultanlaştılar! Sultanlaşan ve "dokunulmaz"laşanların Genel Başkanları üzerine inşa edilen siyâset, çok hareketlendi!
Devrin hasta Başbakanı Ecevit'i; "Haftalardır hükümet hasta diyoruz! Ecevit için hastane raporları bile adeta zoraki veriliyor! Artık fizîken çökmüş, bitmiş bir insan var karşımızda. Bakın her tarafı kırılıp dökülmeye başladı! Bu neyi gösteriyor? Artık çelik korselerle duruyorsun!" diye hastalığıyla kınayan Başbakan hasta ve nerdeyse aynı tavırlara muhatap! Tek farkla ki Erdoğan'ın karşısında, Tayyip ve "İnadına Tayyip"çiler kadar insafsız-fırsatçı bir muhalefet yok! AKP kaynıyor!
CHP, oldum olası zâten kurultaykolik! Kimseyle dalaşmasa kendileriyle dalaşmaktan başlarını kaşıyacak zamanları olmaz dolayısıyla kaynaması-fokurdaması durmayacak gibi!
MHP'de de Kongre süreci başlatıldı. Sistem diye dayatılan sistemsizliğin Partiler Yasası ve Seçim Yasası sâyesinde eli, bütün blöf restleri görecek kadar güçlü olan genel başkan ve genel merkezcilere karşı hareketlenmeler, başladı veya başlatıldı!
Hz. Ali (r.a.)'ye; "Falan seni vuracak!" derler. Hz.Ali (r.a.) biraz düşünür ve; "O bana bir şey yapamaz." der. Sebebini sorarlar; "Düşündüm o kişi, hiç ekmeğimi yememiş! Bana bir şey yapamaz!" buyururlar.
Yine Hz. Ali (r.a.); İki kişiden sakının. Birincisi borçludan. Siz ona yardım diye borç verirsiniz, o geri ödemekte sıkıntı çektikçe sevgi ve saygısı, düşmanlığa dönüşür! İkincisi ise mukabele edilemeyecek büyüklükte iyilik yaptığınız kişiden sakının! Çünkü size olan minnet borcu altında ezilir ve dostluğu düşmanlığa dönüşür, demişler! Bu öğütten hareketle; "Söz ortanındır. Alınana kalır." mantığıyla ortaya söyleneceğim!
Sayın Bahçeli ve MHP Genel Merkezi, kimlerden sakınmalı? Bize göre, 1980 Kıyâmeti öncesinin ülkücülerinden çekinmelerine gerek yok! Çünkü mevcût Genel Başkan ve yöneticilerden hiç kimseye, ödeyemeyecekleri bir borçları ve minnetleri yok! Kimseden himmet te beklemezler!
Ama bakan ve vekil ettiklerinden, kudret sahibi ettiklerinden çekinsinler! Her yerde görünen o ki bir dönem vekil edilip sonra listede olamayanların çoğu, sadece muhalif değil düşmanlar! Önce yetkilerle kudret sahibi edilip sonra görevden alınanların nerdeyse tamamı, düşman!
Mevcut vekillerin epeycesi de potansiyel hasım gibi! Mevcût vekilllerden kaçının bir sonraki listede olup olmayacağını, elbette sadece Genel Başkan bilir ve aday etmeyeceklerinin tamamını ve onların -maaşları yeni zamlanan- danışmanlarını, dikkatle izlemeleri gerek! İstisnâlar kaideyi bozmaz ama yarın vekillikleri ve danışmanlıkları bitenler, o güne kadar Bahçeli sâyesinde kazandıklarını unutarak kaybettiklerinden dolayı düşman olabilirler! Çünkü artık Meclis'te mâhir, siyâseten tecrûbeli kişilerdir! Kalfalıktan ustalığa terfi etmişlerdir! Ustalıklarını asla ziyân ettirmezler! Onlar artık, siyâsetin olmazsa olmazlarıdır!
Bir konu bilinmelidir ki Genel Başkana muhalif olmak başka, Bahçeli düşmanlığı, başka şeydir! Sayın Bahçeli'nin; kapıdan kovunca bacadan, baca kapatılınca pencereden girmeye çalışan, her yer kapatılınca Üç Hilal'in gölgesine çömelen, Başbuğ'un; "Her ülkücü otomatikman MHP'lidir." vasiyetine uyan muhalifler ile Genel Başkan'a yakınken; "Anam babam size fedâ!" diyen, uzaklaştırılınca; "Bu iş Bahçeli ile asla olmaz! Çünkü vefâsız! Çünkü yetersiz!" diyerek düşman olanlar arasındaki farkı görmek gibi bir mecbûriyeti vardır! Samîmi ülkücü ile kurnaz siyâsî arasındaki bu farkın tesbîti; "Önce ülkem, sonra partim, sonra ben" duruşunun en net göstergesi olur!
Bahçeli; ömürlerini, ikbâllerini, istikbâllerini ülküleri uğruna MHP'ye hîbe eden idealistlerden değil, kendilerini başarıların tek sebebi, başarısızlıklarının asla ortağı olmayan güç sahibi ettiklerinden, kendine minnetle borçlandırdıklarından çekinmelidir! Çünkü "MHP'den başka MHP yok!" diyenlerin tamamına yakını böyle diyorlar!
Aynı ölçüler, pastadan büyük pay almaya alışık AKP kurmaylarına,; biat eden-etmeyen, Köşk'le Konut arasındaki heyecanlı istihbarat akışlarına bakılarak Erdoğan için de geçerlidir!
Bir yerden gelen, yeni yerlere gitmeye hazırlıklıdır vesselâm...
YOLCU YOLUYLA YOL YOLCUSUYLA GÜZELDİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 16, 2011

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Acemilerin ve çocukların elinde tehlikeli, aşçı ve ustaların elinde mükemmel bir alet olan keskin bıçağa benziyor sanalağ denilen internet dünyası...
"Sarhoşun mektubu okunmaz." diye biliriz. Ben sanalağın sanal sarhoşlarının esâmisinin okunmaması taraftarıyım. Bakıp görmek, sonra görmezden gelmek veya yok farz etmek, daha akıllıca gibi! Hem sanal bir dünyadalar! Hem, bir mahlasla yazıp söylüyor, genellikle sövüyorlar, hem de her biri, ayrı bir 'He Man'! İçlerinde ne mahlaslarla kimler yok ki! "Deliler!" diyesim geliyor ama delilere kıyamıyorum!
Bazen on ikiden vuran atıcılar da çıkmıyor değil! Meselâ; "Cama bakmakla camdan bakmak farklıdır!" diye bir cümle gördüm. Cama bakmakla camdan bakmak farklı şey! Cama bakınca lekesini, camdan bakınca istediğiniz şeyi görürsünüz diye biraz değiştirip aklıma yazdım. Bu kazanımımdan hareketle dışardan camımıza ve camımızdan dışarı bakmaya niyetlendim.
Son yıllarda binalarda çok cam kullanılıyor. Camdanmış görünümlü, harika binaları her görüşümde de; "Sırça köşkte oturan, komşusuna taş atmamalı!" atalar uyarısını hatırlıyorum nedense! Sırçadan yani camdan yapılmış köşk deyince de aklıma, muhteşem görünümlü Genel Merkez Binalarında oturup camdan, fiske ile taş atanlar geliyor ve öfkeleniyorum!
Çocukluğumda, haşarı bir mahalle belâsıydım! Okulda olmadığım zamanlarda, misafirliğe gidecek komşu teyzeleri bekler ve evi kilitleyip uzaklaşır uzaklaşmaz, sapanımla camlarına saldırırdım! Kırılan cam şangırtısını seviyordum herhalde! Ben kırmamış olsam da mahallede her kırılan camın bedelini, Babam Rahmetli itirazsız öderdi! Bir keresinde ben köydeyken gelen komşuya, mahallede olmadığımı kesin bildiği için cam parası vermemiş! Ben bunu öğrendikten ve bir komşu teyzeden aldığım kalıcı-dayaklı öğüt(!)ten sonra, cam kırmayı terk etmiştim!
Yakın bir geçmişte, sırçadan binadaki MHP Genel Merkezcilerine hitâben; "Elinden en sevdiği oyuncağı alınmış haşarı çocuk gibiyim ve öfkeyle evimizin camlarını taşlıyorum! Oyuncaklarımı geri verin!" diye bağırmış, yalvarmıştım! Duyulmamıştım tabi!
Sonra, sırça Genel Merkez Binasında camdan, gelip geçene taş atanlara cevaben sırça köşk taşa tutulunca, ben taşlamaktan vaz geçtim!
Sırça köşkte camdan bakarak AKP'yi gören Bahçeli'nin; "Başbakan’ın sağlıkla alâkalı bir döneminde bu partiyi kurmuş şahsiyetler arasındaki gerginliğin gerçek sebebini anlamakta yetersiz kaldık! Başbakan inşallah kısa sürede sağlığına kavuşur, partide bir çatlağa izin vermez." sözlerine şaşıranlardanım!
Meclis aritmetiği ortada tamam! Sayı saymayı biliyoruz! Siyasi Partiler Yasası'nı, Seçim Yasası'nı değiştirmeden demokratlık ta ancak bu kadar olur! Demokrasilerde çare mi tükenirmiş?
AKP parçalansa, hükümet bozulsa ne olur? Demokrat olmadığım halde, ben bile biliyorum! Bir Millî Mutâbakat Hükümeti kurulur ve erken seçime gidilir! AKP'nin gidişiyle Devlet'e bir zarar gelmez ama AKP ile devam edilirse -ki görünen o- Anayasa'dan Türk adı çıkarılır, Atatürk'ten-Cumhuriyetten intikam alınır, millet 36 parçaya, halklara ayrıştırılır ve millet dağıtılınca Devlet'te kendiliğinden yok olur Allah korusun!
Sırça köşkte camdan bakıp, köşke hasretle bakanlara fiske ile taş atanlar, kafamı bozdukça, yeniden sapanımı elime alasım, sırça köşke saldırasım geliyor!
..........
Adı ben de saklı bir okuyucum, selamdan sonra; "Hak ölçülerinin müsade ettiği derecede Türk milliyetçisiyim. Satır satır tekrar okuduğum son yazınızda, hak vermediğim sadece tek cümle var; "Türk'üm. Bu ad, her unvandan üstündür." Bu beni bir Türk-İslâm Ülkücüsü olarak hayli rahatsız ediyor. Kıt aklımın ermediği veya yanlış anlamış olduğum bir mana varsa öğrenmek isterim. Selam ve dua ile. "demişler, sağ olsunlar! Ona da cevâbı, sözün sahibi versin:
"Deme bana Kayı, Oğuz, İlhanlı,
Türk'üm. Bu ad, her ûnvandan üstündür.
Yoktur Azer, Kırgız, Özbek, Kazanlı,
Türk Milleti, bir bölünmez bütündür." Ziya GÖKALP
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Aralık 14, 2011

TÜRK, TÜRK'ÇE DAVRANIR...

Bir anarşik istikrâr ortamındayız! Ses bombasıyla oluşturulan panikle kaçışan, birbirini ezen ürkek kalabalığı hizaya sokmakla meşgûlüz sanki! Farkında mısınız?
II. Cumhuriyetçiler, Yeni Osmanlıcılar, İstiklâl Harbi hainlerinin torunları, Haçlı Müslümanlar, PKK-KCK'lılar, karargâh kiliselerin- tekke ve zâviyelerin sinsi vârisleri, ekümeniklik isteyen ajan papazlar, "dolma kalemler" bir olmuşlar! Farkında mısınız?
Halîfeli Osmanlı'ya ihânet eden, Fransızla-İngilizle-İtalyanla-Rusla bir olup Müslüman Türk'ü katleden kalleşlerin affedilen nankör torunları bir aradalar! Farkında mısınız?
Dersim eşkiyasının torunları, "Anadolu'da Sahte Dervişler" diye ispatlı Haçlı ajanlarının torunları, ABD ve AB işbirlikçileri, Sorosçu dolma kalemler, Karen Fogg Çocukları, cumartesi anneleri, köprüaltı babaları, uyuşturucu-kadın-kara para baronları, silah kaçakçıları, sigara-viski- vergi kaçakçıları, naylon faturacılar, ülkemizi dar'ül harp ilan eden Allah İle Aldatanlar, bir aradalar! Farkında mısınız?
Bir aradalar ve "İt korktuğuna ürür" gerçeği ile hep beraber Türk'e, Atatürk'e, Türk Milliyetçiliğine, Türkiye Cumhuriyeti'ne ürüyorlar! Farkında mısınız?
İnkârcılar, mürâiler, eyyâmcılar, "Kılcal damarlara sirâyet edinceye kadar, gerekirse on milyon harcayın, bir lira kazanın! Hakim satın alın, savcı satın alın!" fetvâsıyla alıştıra-hazmettire, ağlayarak duygu sömürüsüyle semirenler, Dinlerarası Diyalogcular, Medeniyetler arası İttifakçılar, "haçı koynundan çıkan" Haçlı Müslümanlar bir aradalar! Farkında mısınız?
Bir aradalar ve Atatürk'ümüze, Dedelerimize iftirayla saldırıyorlar! Farkında mısınız?
Osmanlı enkazından mîras aldığımız gayr-ı müslîm hâinlerin torunları, müslümanken Haçlı emrine giren, onlardan aldıkları silahlarla "vatanın müdafaası ve islâmiyetin muhâfazası"nı üstlenen Allah dostu Müslüman Türk'e arkadan saldıranların torunları, intikam anlaşmasıyla bir aradalar! Farkında mısınız?
Anne ve baba tarafından iki dedem de Millî Mücâdeleyi görmüş; Annemin Babası İstiklâl Harbimiz'e fiilen katılmış sivil milislerdendir. Dedelerim anlatırlarken kulak misafiri olduğum, sonra Babam'dan ve yöremiz gezgin aşıklarından, sayısız kere tiksinerek dinlediğim İstiklâl Harbimiz'deki Ermeni-Kürt-Rum eşkiya iğrençlikleri öyküleriyle büyüdüm!
Şimdi aynı kahpe dedelerin, nankör torunları; ABD ve AB adlı Haçlı'nın organizesiyle ve Dedelerimizin Devletinin sağladığı demokrasiyi kullanarak paçamıza dalıyorlar! Arkadan vuruyorlar ve hepsi bir aradalar! Farkında mısınız?
Geçmişle yüzleşmek isteyen bu yüzsüz oğlu yüzsüzlere gerçek tarihçiler, neden; "Tarihte hangi savaşı Türk başlatmıştır?" diye sormazlar! Bütün Haçlı Seferleri, İslâmı yok etmek için yapılmadı mı? Bütün Haçlı Seferleri'ni Türk Milleti, Allah rızâsı ve "İslâmiyetin muhâfazası" için tek başına karşılamadı mı? Hangi haçlı Seferi'nde Türk Milletinin yanında kim yer aldı?
Mehmet Ârif Bey'in; "... hristiyan teb'amız şöyle dursun devletimiz; Türk, Arnavut, Kürt, Arap gibi çeşitli kavimlerden teşekkül ettiği halde, vatanın müdafaası ve islâmiyetin muhâfazası, şurada on iki milyondan fazla tahmîn edemediğimiz Türkçe konuşan ahâlimizin hamîyyetli omuzlarına yüklendi." diye anlattığı dönemde Devletin adı Osmanlı'dır! Yeni Osmanlıcıların dedeleri, Osmanlı'ya, Hilâfet'e arkadan vurmuşlardı! Bilmiyor musunuz?
Hain torunlarının, Haçlı taşeronların, eşkiya veletlerinin, Yerli Haçlıların ve Haçlı Müslümanlar'ın güçbirliği ettiği bir dönemde; Şehit-Gâzi Torunları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin asıl sahiplerinin torunları olarak biz, niye kırk parçayız?
Neden Türkçe; "Saldıranları, hadlerini bildirerek püskürttük! Baş kaldıranın başını ezdik! Diklenene diz çöktürdük! Meselâ sadece Çanakkale'de yüz binlerce kere şehît olduk ama yüz binlerce kefereyi de itlâf ettik! Gelmeyeydiler! Baş kaldırmayaydılar! Diklenmeyeydiler! İtlâf etmeyeydik, başlarını ezmeyeydik, diz çöktürmeyeydik!" diye kükremeyiz?
Kim, kimden özür dilerse dilesin! Kim "kahverengi burunlu"luğa heveslenirse heveslensin! Bize ne? Türk'e ne?
"Tarihi hep ben yazdım, tarih te beni över
Bana zalim baş eğer, mazlûm beni çok sever." Başka yolu yok vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 13, 2011

DEVENİN EĞRİSİ, İŞİN DOĞRUSU!...

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Erdoğan'ın sağlığı ve Şike Yasası'nın veto edilmesiyle başlayan, 'AKP'de çatlak mı var?' tartışmaları hakkında; "Cumhurbaşkanı'nın (Şike Yasası için) Anayasa Mahkemesi'ne gitmeyi düşüneceğini zannetmiyorum. Eğer gitmeyi düşünüyorsa o zaman şuurlu bir karşı duruşla bir çatışmayı bugünden kabul etmiş olurlar. Onun için bu aşamayı yeterli bulacaktır. Başbakan inşallah sağlığına kısa sürede kavuşarak bu sorunlarla ilgili partide herhangi bir çatlama, yarılma gibi olaylara fırsat vermez. " demişler!
Bu kadar açık bir desteği; "Civânım ne hallere düştü!" diye ağlayan, "şeyini şey ettiğimin şeyi" de vermedi! Biat etmediğini nasıl öfkeyle söylemişti değil mi?
Bu kadar açık desteği, BOP Eş Başkanı himmetiyle "dokunulamazlar" arasına girerek seyyâreler arası tayyâreliğe devam eden; "Ben bir tayyâr-ı şâmilim Gâzi Meclis parkında / Ne sen bunun farkındasın, ne de Meclis farkında!" diye Nâzım'ca sitemler eden tayyâr-ı şâmil (şâmilin uçanı)' de vermedi!
Dedem Rahmetli'den dinlemiştim: Köye cambaz gelmiş. Bizim oralarda at tüccarlarına cambaz denir. Atını satmayı düşünen köylüler, atlarını getirerek meydana toplanmışlar. Köyde çok bilinen bir at varmış. Çok yakışıklı, çok şık ve rahvan gezen, daha onuna varmamış, bakımlı bir at ama hayvan huygârmış! Yani huyluymuş. Köyün sınırlarını çıktığı anda yerine çakılıp, tek adım atmaz geri ahıra dönermiş. Atın sahibi, köyün ileri gelenlerinden atını pazarlamalarını rica etmiş. Köylüler, atı cambaza methetmeye başlamışlar. Bir köylü; "Biz bu atla falan tarihte, filan yerde bir tilki bastık ki görülmeğe değerdi!" diye anlatmış. Bir başkası; "Bu at, falan köylü filanın düğününde yastık götürürken bir yarış çıkardı ki anlatsak diğer at sahipleri hatırlar, üzülürler!" demiş. At tarif edildikçe cambaz ata yaklaşmış. Duruşuyla, salınışıyla at, anlatılanları fazlasıyla hak ediyormuş zaten. Cambazın atı almak üzere pazarlığa hazırlandığı sırada atın sahibi, Dedem Rahmetli'ye yaklaşıp; "Göğce Gağa! Ben atımı satmıyacam!" demiş. Dedem hayretle sebep sorunca; "Bu kadar özelliği, güzelliği olan atımı niye satayım?" cevabına, sadece gülümsenmiş!
Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi dahilinde; domino etkisiyle süren "Arap baharı" sürecinde, NATO ile birlikte müslüman ülkelere "demokrasi bombaları"nın îmanla yağdırıldığı süreçte, Irak'ta bir milyondan fazla müslümanı katledip, yüz binlerce müslüman kadına-kıza tecâvüz eden Haçlı askerlerine dua edebilen; Dünya Lideri, Dokunmanın ibâdetten sayıldığı, istikrâr(!) uğruna teröristleri dokunulamaz eden, İleri Demokrat, Millî Görüş gömleğini değiştirirken değişen-gelişen, tekâmülünü sadece AKP'lilerin gördüğünü zannettiğimiz BOP Eş Başkanı, Başbakan'ın yandaşlarınca yapılan methiyelere, Devlet Bahçeli de kanmış-inanmış olabilir mi? Bu durumda akla başka ne gelebilir ki?
Bütün samîmiyetimle benim de şifa dilediğim; günü geldiğinde, yasalar önünde hesap verilirken AKP'nin başında olmasını çok istediğim, BOP Eş Başkanı'nın rahatsızlığı süresince iletilen parti içi istihbâri bilgileri ve neler yapabileceği hakkındaki tahmînleri de basından okuyoruz!
"Dünyanın Dibi" tarifli Ortadoğu'da oturup, Haçlı'nın yüzlerce yıldır öfkeyle özlemle istediği Vatanlaştırdığımız bu Cennet Ülkede, Devlet'in derinini aramakla meşgûl demokrat intikamcılara gelince:
Deveye, "Neden boynun eğri?" diye sormuşlar; "Anamınki de eğri." demiş! Yine sormuşlar; "Babamınki de eğri!" demiş! Tekrar tekrar sormuşlar; "Kardeşleriminki de eğri! Yavrularımın ki de eğri olacak! Bütün develerin boynu eğri! Sadece benim mi?" demiş! Ne kadar uğraşmışlarsa deveye, ölmüşler de; "Nerem doğru ki?" dedirtememişler!
Deve inatlı, eşek kılavuzlu, bir tüccâr kervanı izliyor gibiyim
! Eşeğin hemen peşindeki devenin çıngırağı, çok fazla ve güzel ses çıkarıyor, ondan başka duyulan ses te yok galiba!...
Allah sonumuzu hayr'etsin.
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 12, 2011

MHP GEMİSİNDE YEM BORUSU!...

MHP'de kongre süreci başladı. Hareketli, bereketli geçsin inşallah. Herkese ve her şeye rağmen Türk Milliyetçiliğinin değişmez, değiştirilemez tek siyâsi adresi olan MHP'ye ve Türk Milleti'ne hayırlı olsun...
"Düğün değil, seyrân değil, eniştem beni niye öptü?" tekerlemesine uyarcasına ağzı olan konuşmuyor, kalemi olan yazmıyor ama sanal-ağda klavyesi olan sanal sarhoş naraları atıyordu!
Şimdi tam sırası!
Hem seyrân var, hem de seyrân sonrası düğün! Şimdi ağzı olan ve konuşmaya hakkı olan konuşmazsa onlar hakkında ben konuşacağım!
Zamansız ve gereksiz gereksiz konuşmaların, konuşmuş olmak için yapılan gevezeliklerin, tarihin hiç bir döneminde hiç kimseye bir hayrı olmamıştır, yine olmadığı görülecektir!
Zamansız, erken ve gereksiz konuşmalar, genellikle "eşeğin aklına karpuz kabuğu" getirir! Eşeği susturmanın tek yolu, ne istediği biliniyorsa vermektir. Bazen "Yem Borusu" da işe yarar. "Yem Borusu" ne midir? Anlatmaya çalışalım:
Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye, pây-i tahtta yani başkent İstanbul'da büyük inşaaatlar yapacaktır ve nakliye için çok sayıda eşek lâzım olur. İhtiyaç duyurulur ve çalışmalar başlar.
Tüccarın biri Anadolu'dan derlediği eşekleri Trabzon'da toplayarak bir gemiye doldurur. Deniz yoluyla götürmek en kolay ulaşım şeklidir. Geminin bakımı-onarımı yapılır, eksikler giderilir, eşeklerin yemleri de yolculuk süresi hesaplanarak depolara istif edilir ve yolculuk başlar. Yolculuk güzel başlar ama Sinop'a yaklaşıldığında bir fırtına kopar! Geminin karaya yanaşması veya yolculuğa devamı mümkün değildir. Fırtınadan korunmak için bir koya girilerek açıkta demirlenir. Fırtına bir kaç gün sürer dolayısıyla yolculuk ta uzar. Personel yiyeceği ve eşeklerin yemi de yolculuğa göre hesaplanarak istiflenmiştir. Normalde İstanbul'da olunması gereken günde gemi, hâlâ açık denizdedir ve yem gittikçe azalır. Bakıcılar, Tüccara haber verirler. Tüccar; "Yemi azaltabildiğiniz kadar azaltın ve her yemlemeden önce bir boru çalın!" diye talimat verir! Bakıcılar, içlerinden kızsalar da talimatı uygularlar. Önce "Yem Borusu" çalar, sonra yem verirler. İki gün sonra yem tamamen biter. Eşekler ilk gün biraz huysuzlanır ama ikinci gün tepinerek anırmaya başlarlar! Durum, Tüccara iletilir; "Eşekler huysuzlaştığında Yem Borusu çalın!" talimatıyla bakıcılar mecbûren denileni yapar ve her Yem Borusunda eşeklerin sakinleştiğini, hayretle görürler. Buna psikolojide galiba "şartlı refleks" deniliyormuş!
Devlet-i Âliyye-i Balgatiyye'ye doğru Anadolu'dan seyr ü sefer başlatılınca; "Zinhâr bütün küskünler ve dargınlar ziyâret edile! Herkesin gönülleri alına!" talimatıyla İl-İlçe teşkilatlarının ellerine "Yem Borusu" verilmişti! Daha önce defalarca denenerek işe yaradığı görülmüş olan Yem Borusu, bu defa işe yaramayacak gibi! Çünkü Yem Borusu çalmakla görevlendirilen İl-İlçe yöneticilerine; "Üye olmak isteyenden iki kefil getirme" şartı istemeleri talimatı verilmiş! Tüzük hazretleri, böyle emrediyormuş! Yâni kitâbına uygunmuş!
Eeee! Yem borusuna itibâr etmemeyi zor da olsa öğrenmiş olanlar, bulundukları mahfillerde gürültüye başladılar haliyle! Bu gürültülere Yem Borusu ile güç yetiremeyen Genel Merkezciler de; "Her kongre öncesi okyanus ötesi ya da berisinin, MHP’yi ele geçirmek için ortaya sürdüğü işbirlikçilere(!) karşı uyanık olmaya" çağırıyormuş partilileri!...
Tehlikeli üç beyazdan şekere yaşım gereği mesâfem dolayısıyla tatlı pazarında, bal alanla şeker satana eşit mesâfede ve uzağım!
"Okyanus ötesi ya da berisinin", tosbağanın gerisinin MHP'yi ele geçirmesinden gerçekten endişe duyuluyorsa âcizâne bir önerim var: Yine denenmiş ve defalarca işe yaramış olan Yem Borusunu devreye sokun ama "içinize pimi çekilmiş bomba" gibi atılan "iki kefil"den vazgeçin!
Yoksa Haçlı Müslümanlar'dan ve Ulusalcılardan oluşacak eski sıfatlı vuvuzelalar, Yem düdüğünüzün sesini bastırırlar!
"Saman benim değilse samanlık benim" olduğu için uyarmak, vicdânımın emri vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

CADILAR BAYRAMI GEÇMEMİŞ MİYDİ?

BOP Eş Başkanı, Dünya Lideri, Dokunmanın ibâdetten sayıldığı, AKP Genel Başkanı Başbakan hasta! Allah(c.c.) şifâlar versin...
İslâm'da ve İslâm öncesi Türk kültüründe "cadı" var mı bilmiyorum. Türk destanlarında, masallarında, hikâyelerinde cadı tarifli kadın hatırlamıyorum. Varsa da ben bilmiyorum.
Cadı, Cadı kazanı gibi kalleş ayak oyunlarının sistemleştirildiğini ifâde eden kavram da bize "Tekdişi kalmış canavar" Batı Medeniyetinin aşılaması!...
Muharrem Ayı'nda mütedeyyîn müslümanların, sünnîlerin, âlevîlerin kazanlarında âşûrâ kaynarken, Türk milleti bu mâtem ayında komşularının gönlünü biraz daha kazanmak için âşûrâ pişirip dağıtırken "Cadı Kazanı" da fokur fokur kaynıyor, kaynatılıyor!
Ateşe koyulan ve soğuk kazan içinde önce ılınmaya, sonra ısınmaya, sonra kaynamaya doğru giden fiziksel zaman yolculuğunda, cadı kazanında bir de kurbağa var! Ya öldüğünü anlayamadan pişecek, ya da piştiğini anlayamadan ölecek!
Böylesi bir psikopatlık, ancak ve ancak cadılarda olur! Böylesine bir insafsızlık, ancak ve ancak gayr-ı müslîm, Türk olmayan sadist psikopatlarda olur! Cadı kazanı kaynatılıyor, kaynıyor!
Ben hiç cadı tanımadım!
"Kadının fendi, erkeği yendi." gibi bir tekerleme duyarız ama o kadın bile asla cadı değildir! En ağır ifâdeyle hafif meşrep olan o fentbaz kadın, çok güzeldir! Ona teslîm olan, fendine yenilen erkeğin geçerli bir ma'zereti vardır!
Cadı Kazanı'nın aşçısı, ABD Dışişleri Eski Bakanı, -fizîken de tam cadı- Condolezza Rice 07. 08. 2003 günlü Washington Post gazetesindeki "Transforming The Middle East – Ortadoğu’yu Dönüştürmek." adlı makalesinde; Fas’tan Basra Körfezi'ne kadar Ortadoğu'daki 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye’nin de bunların içinde olduğunu yazmış, duyurmuştu!
Domino Etkisiyle Fas'tan başlayan ve hızla yayılan "Arap Baharı" adlı yıkımı, Müslüman kıyımını, dünya ile berâber naklen izledik! Sadece izlemekle de kalmadık, NATO üyesi olmamız hasebiyle Haçlı ile berâber Müslüman ülkelere "demokrasi bombaları" nın atılmasına katıldık! Çünkü BOP Eş Başkanı'ydık ve bunu, Amerikan Dış Politika Derneği (FPA)' nin 10 Haziran 2005'teki toplantısında; "Biz Türkiye olarak, bildiğiniz gibi, Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifi çalışmalarında rol aldık. Eşbaşkan olarak bu süreci işletmeye devam ediyoruz." diye bizzat Başbakan açıklamışlardı! Bu onurlu görevi, bir kaç yerde daha açıklamışlardı!
Cadı Kazanı ocağa koyulmuş, RTE şahsında Türkiye kurbağa edilerek kazana atılmış ve ateş yakılmıştı! Olanları, su ısındıkça kazandaki kurbağanın gittikçe güç kaybederek zıplama, kazandan çıkma gayretlerini, içimiz burkularak izledik! Hâlâ izliyoruz!
Korkaklığın içerde demokrasi, dışarda diplomasi diye alalandığını yıllardır bağırır dururum!
Son on yılda el değiştirilen sermâye gibi "Elden ele gezen güle- beş on damga yemiş pula" dönen Yaygın Basın'ın önde gidenlerinden birine göre; "Diplomatik kaynaklar: Suriye'de halka yönelik aşırı güç kullanımı her geçen gün artıyor. ... Suriye’den Türkiye’ye toplu göç olasılığına karşı tedbirleri düşünmeliyiz. Ciddi bir devlet her türlü tedbiri masaya yatırır, bir yol haritası hazırlar. Bu senaryolar içinde sınırda tampon bölge oluşturma da var. Ancak tampon bölge veya diğer tedbirlerin konuşulması uygulanacağı anlamına gelmez." demişlermiş!
Kim demiş? Adları diplomatça saklanan diplomatik kaynaklar! Yâni Cadı Kazanı ateşini körükleyen cadılardan biri! Dünya Lideri, Dokunmanın ibâdetten sayıldığı, BOP Eş Başkanı Başbakan'a yağcılık yarışındaki bir "Cadı Kazanı" aşçı yamağı da duyuruvermiş!
Ey Milletim! Türk Milleti!
Sana, senin adına haykıran evlâtlarını duyurabilmek için ne yapmak lâzım? Artık bizi duy ve duyduğunu hissettir Allah aşkına! Cadı Kazanı'ndasın, kaynatılıyorsun!
Türk Milleti! Silkin (titre) ve kendine dön!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 08, 2011

"TÜRK MİLLETİNİ SEVMEK SEVAPTIR."

Okurlarıma, bizi okurlarımızla buluşturan Gazetem'e teşekkür ettikten sonra bir ödülümü sizinle paylaşmak istiyorum. Enâniyyetten, nefsimin şımarmasından Çalabım'a, Tanrım'a, Hüdâm'a, Allahım'a sığınırım.
Her yeni günüme okurlarımdan aldığım iletilerle başlarım. Yergilerinizle kendime çeki düzen vermeye çalışır, övgülerinizle enâniyyetten Tanrım'a sığınarak takdirlerinize lâyık olmaya çalışırım!
Ne kadar çok hafızada yerleşirse o kadar hayırlı olacağına inandığım bir tesbiti vurgulayacağım. Abd'ülhak Hamit Tarhan; "Türk Milleti söylemez söylenir." demişler! Millet evlâdı muharrîrlerin yani köşe yazarlarının yaptığımız ise bu söylentileri, yazıyla söze-söylemeye dönüştürmektir. Millet kendi söylentilerinin söze dönüştüğünü gördükçe söylenmelerine hız verirken arada bir de söylemeğe başlıyor çünkü! Teknolojik iletişimin sağladığı hareket alanı da buna kolaylık sağlıyor elbette.
Avustralya'da yaşayan bir Kandaşımız, iltifat ödülleriyle cesâretime katkı verirken kalemimi üşenmeden sivriltti sağ olsun! Keskin olsun istediği kalemimi bilevledi bir daha! Çınar GOY imzasıyla yazan okurumun iletisini, aynen sunuyorum:
"Sayın Mustafa Ağabey;
Ben Avustraly'ada yaşıyorum, Allah nasip etti okuduk ettik buranın hükümetin de önemli görevlere geldik. Ama hepsi hikâye! İnsan kendi vatanında yükselip adam olamamışsa neye yarar? Neyse, Sizi cok seviyorum.
Ben okumayı çok seven bir insanım. Her gün en-az 100 gazetecinin yazdığı makaleyi okuyorum. Buna, bir o kadar da Ingilizce olanı ekleyin. Bıktım her dakika aynı Soros, CFR, Billderberg muhabeti yapmalarından!
Sizin yazılarınızda isyanı, dürüstlüğü hissediyorum ağabey. Insallah bir cok yazınızı okumama Allah imkân verir." Gurbetteki okurumdan aldığım ödülüm, bu... Kendilerine özel teşekkür ettim elbette ama sizinle paylaşmazsam, fakîrden esirgemediğiniz iltifatlarınızın veya uyarıcı-toparlayıcı tenkitlerinizin dikkate alınmadığı düşünülebilir diye korktum...
Çınar Goy'un; "İnsan kendi vatanında yükselip adam olamamışsa neye yarar?" serzenişiyle, kadere sitemiyle, yüreğinin hasretiyle sarıp sarmaladığı Türklüğümüzle bir daha iftihâr hakkımı kullandım! Beni Türk yaratan Çalabım'a, Tanrım'a, Hüdâm'a, Allahım'a bir daha şükr'ettim yerlerle gökler arası kadar...
Aslında bugün, toptan topçudan, yuvarlak topun peşinde yuvarlaklaşan köşesizlerden bahsedecektim! Okur iltifatlarını sizinle paylaşmaya çalışırken bir Türk Münevveri Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı Hocamız'ın telefonlarıyla bir daha onurlardım. Hamd ü senâlar olsun.
Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı Hocamız'ın "Kur'ân aynasında Türk Milleti"ni anlattıkları Tefsîr çalışmalarını tamamlamak üzere oldukları müjdesini de paylaşayım... 75 yılın kemâlâtıyla Türklüğüme şükr'ümün doğru olduğunu; "Müslümanlık hidâyettir. Allah dilediğine nasip eder. Hidâyet nasibiyle İslâmla şereflenmiş Türk Milletini sevmek te hidâyettir ve sevâptır." dediler Muhterem Kitapçı Hocamız el hamd ü lillâh...
"Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin" diye diklenerek dik duranların bir takipçisi olarak: felek te, Haçlı da, işbirlikçiler de, Yerli Haçlı Müslümanlar da, münâfıklar da, mürâiler de, şerr ortaklığı yapan kim varsa, kimler varsa, hepsi neleri varsa toplasın gelsin! "Dönersem kahpeyim, millet yolunda azimetten!"
Susarsam namertim! Unutursam-unutturursam kahpeyim! Milletimi sevmekten, bana milletimi sevmek hidâyetini bahşeden Tanrım'a şükretmekten vaz geçersem mürâiyim diyerek kibirden, enâniyyetten Çalabım'a sığınarak bir daha Türk'çe kükreyeceğim...
"TÜRK MİLLETİNİ SEVMEK SEVAPTIR." vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 06, 2011

MİLLETE NE, ÖZÜRLERDEN?

Tarih, mağlûplara şikâyetlenme hakkı tanımaz biliriz!
Sıkıldım tarihin mağlup ve nâmert şikâyetçilerinden! Sıkıldım Dersim Harekâtı'ndan! Kürt isyanlarından, isyân edip kellesi alınanların; müfterî, dedikoducu, İleri Demokrat maskeli, Gâzi Meclis, Cumhuriyet ve Atatürk'ten, Dedelerimizden intikama soyunmuş nankör torunlardan sıkıldım!
Derviş Mehmet'ten de, Şeyh Sait'ten de, Seyit Rıza'dan da, Baytar Nuri'den de, kaçandan da, göçenden de sıkıldım! Hepsinin bir daha mezarlarını asasım geldi!
İstiklâl Harbimiz'de "Vatanın müdafaası ve İslâmiyetin muhafazâsı" için "Yedi Düvel" adlı Haçlı ile şehâdet yarışı içinde mücâdele veren Dedelerimize, arkadan saldıran; Rus'la, İngilizle, Fransızla, İtalyanla işbirliği yapıp köy basan, tehcîrdeki Ermeni kafilelerine saldırıp yağmalayan, kadınlara-kızlara tecâvüz eden eşkiyanın tamamına, hiç birini ayırt etmeden lânet ediyorum!
Sıkıldım hâinlerden! Sıkıldım hâin torunlarının nankörlüklerinden! Sıkıldım!
CHP'lilere; "Baykal'a sahip çıkın!" diye yalvardığımda, köstebeklerin yeraltından "Kılcal damarlara sirâyet edinceye kadar" sinsiliği ile yaklaştıklarını görüyordum!
MHP'lilere, Ülkücülere; Milliyetçilerle Vatanverlerin Vatan bütünlüğü, Cumhuriyet ve Atatürk kazanımlarına sadâkatte güç birliği yapmak şart diye yırtındığımda; sinsi mürâilerin camilerde, karargâh ettikleri cemaatevlerinde, izbe dergâh adlı hücrelerde, cumhuriyetle gelen demokrasiyi kullanarak "alıştıra-hazmettire" geldiklerini söylüyordum!
Şimdi en ulusalcılar, en Atatürkçüler; "Efendim! Atatürk değil Celal Bayar, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Mareşal Fevzi Çakmak yapmışlar! Derin Devlet Atatürk'ü kandırmış!" gibi deli saçması, korkak savunması, pinti müdafaasına soyundular! Yuh size be!
Sıkıldım! Daraldım!
Devlet olmanın, devlet kalmanın; tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde, bilinen bütün sistemlerde tek yolu vardır: Başlıya baş eğdirilir, dizliye diz çöktürülür! İsyan eden cezalandırılır! Yasalar yasalar neyse o! Âsi asılır, yardımcıları suçlarına göre ya hapsedilir, ya da sürgün edilir!
Sıkıldım artık hâinlerden, hâin torunlarından! Üzeri örtülmek istenen bir Haçlı dayatması, yeni birİşbirliği, bir dikte yasa varsa özür yarışına girenlerden sıkıldım!
Amerika başımıza çuval geçirir; "Büyük devletler özür dilemez!" diye BOP Eş Başkanı tarafından savunulur, zâlim-tecâvüzcü zorbanın hakkı teslim edilir!
Üstün Hizmet Madalyalı kahramanlar; devletin bekası, vatanın bütünlüğü uğruna yaptıkları görevlerinden dolayı yargılanır, madalyaları belge diye kullanılırken 40.000 kişinin katili, Devlete isyân eden âsi bölücü-başı hâinle "istikrâr" adına "yol haritası"görüşmeleri yapılır-yaptırılır! "Devlet gerekirse şeytanla da görüşür ama Hükümetin görüştüğünü ispatlamayan şerefsizdir!" diye nârâ atılır! Yeter artık! Sıkıldım!
Tekrâren, tarih mağlûba sikâyetlenme hakkı tanımaz biliyoruz da Türkiye Cumhuriyeti ne zaman, kime, mağlûp oldu? Türk Milletine şikâyetlenme hakkını yasaklayan gücün adı ne?
Bin lânet Seyit Rıza'ya da, Şeyh Sait'e de, Alişer'e de, Baytar Nuri'ye de, Derviş Mehmet'e de; Millî Mücâdelemizde Türk'e arkadan vuran ne kadar işbirlikçi varsa tamamına bin lânet! Günahkâr müslüman diye cehenneme girmez diye bir kural mı var? İslâm adıyla davranıp, Allah ile aldatarak Haçlı ile işbirliği yapan Yerli Haçlı Müslümanlar'a da bin lânet!
Dedem rahmetliden, Babam Rahmetli'den destanlarını dinleyerek büyüdüğüm iki yüz yıllık geçmişimizde ne Türk'ün, ne Türk askerinin zalimliğini duymadım ama Kürt eşkiyaların, Ermeni komitecilerin, Rum paryaların iğrençliklerini sayısız kere dinledim! Kürt eşkiyanın, Ermenilerle beraber katliam ve yağmadan sonra teslîm olmayan genç gelini öldürüp soğumamış cesedine tecavüz ettiklerini ve onları yakalayan Türk Milislerin(dikkatinizi çekerim askerlerin değil milislerin), bu adilerin tamamının erkeklik uzuvlarını kesip ağızlarına verdiklerini de dinledim! Yapılan belki çok acımasız gelebilir de genç gelinin soğumamış cesedine tecâvüz edenlere insan mı diyeceğim? Sıkıldım artık! Sıkıldım!
Özürcülere, yüzleşmecilere; elinizden ne geliyorsa sür'atle yapın diyorum! Çünkü tarihle yaşıt Türk Milleti'nin sabrını taşırmak üzeresiniz! Yeniden istiklâl Mahkemeleri özlenmeğe başladı duydunuz mu? Duymadıysanız haber veriyorum! Bakalım gelecekte; kim, kimden özür dileyecek!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 04, 2011

MHP, ÇÂRE MİDİR? EVET!...

Türk milliyetçilerinin, 1944'leri aratacak şiddette saldırıya hazırlananları görerek tedbîr almaya, geç kalmadan başlamaları gerek! İntikamcı hislerle başlanan ve gittikçe şiddeti artırılacak bu siyâsi saldırıların karşılığının da siyâseten verilmesi gerek!
Hiç kimse, sıra kendine geldiğinde ağlayarak haklı çıkamaz! Tarihten, mağlûbun şikâyet hakkını kaybettiğini biliriz! Hiç kimse, lazım olduğunda kaçıp saklanarak, sadece şikâyetlenerek, düşündüğü çareleri söylemeden hiç bir yere hatta kendisine faydalı olamaz!
Korkmayan insan mı olur? Biliriz ki korkaklık insâni bir davranıştır ama ayıptır! Yine biliriz ki en cesûr davranışları, korkularını yenmeyi başaranlar gösterirler! Yüreğini Allah korkusu kaplamış birinin korkacağı başka, beşerî bir korku kalabilir mi?
Biliriz ki ümitsizlik, îmansızlıktır. Bu yüzden ümitsizden ülkücü olmaz! Çünkü îmansız ülkücü olmaz. Bazı kavramların yeniden içlerini doldurmak için söylenesi sözlerimizi söyleyip îman tazelemek, yeniden gusl abdesti almak gerek!
Biliriz ki insanın, insana ihtiyâcı vardır. Hele siyâsetin her türlü insana ve desteğine ihtiyâcı var. İnsan desteği de sadece sevgiyle sağlanır. Kim, korktuğu yere sâdık kalmıştır?
Son günlerde sık kullanılan, art niyetli olduğuna emîn olduğum bir söz var: "Sayın Genel Başkanı sevmeyebilirsiniz ama saygılı davranmaya mecbûrsunuz!" diyorlar ve bunu derken de iyi bir şey yaptıklarına inanıyorlar! Olmaz böyle bir şey! Vallahi olmaz!
İnsan saygıya mecbûr edilemez! Zorla, baskıyla sağlanan teslîmiyetin adına saygı denmez! Sevmediği yere saygı gösteren kişi, korkak değilse en kibar söylemle mürâidir! Mürâilerin, dönen-değişen-gelişen döneklerin, dünü ile bugünü benzeşmeyen, dolayısıyla yarınlarının da bugünlerine benzemeyeceğinden emîn olunanların yaptıkları ortada! Dahasına, daha fazlasına râzı edilmemiz mi isteniyor?
Dedik ya herkese ihtiyâç var! Çünkü insanız. Gerçek hayatın toplum içinde yaşayan yalancılarına da, korkaklarına, sarhoşlarına, cemaatçilerine, tarikatçılarına, arsızlarına, nursuzlarına, hırsızlarına da seçimden seçime ihtiyâç doğar! Bu yasal mürâiliğin adına da demokrasi derler! Yetmez! Mehmetçik katillerine, bebek katili psikopatlara, bölücü şerefsiz canilere, sokakları yangın yerine çeviren/çevirttiren KCK'lılara-PKK'lılara daha fazla hak tanımak için İleri Demokrasi için açılımlar-saçılımlar yaparlar, dokunulamaz bölücülerle anayasa yapmaya kalkarlar, seyrederiz!
Dedik ya herkese ihtiyâç var! Herkese lâzımsa bu herkes, MHP'ye de lâzım değil mi? Sanal sarhoşlar dediğim sanalağ savaşçılarına da ihtiyâç var! Onlar olmasa onların yerinde başka sanal sarhoşlar olacaklar. Bırakın olsunlar!
Karanlıkta kaybedip ışıkta aramaktan vazgeçilmediği sürece yani, yitik yitirilen yerde aranmadığı sürece bu kısır döngüye tâlim edilecek!
Biliyoruz ki mevcût Seçim Yasası ve Partiler Yasası değiştirilmeden liyâkat sahipleri sorumluluk alamayacaklar! Biliyoruz ki mevcût sistemden nemâlanan hiç bir "Seçilmiş Seyirlik" vekil de bu yasaların değiş/tiril/mesine râzı olmaz!
Öyle ise ne yapmak lâzım? Mevcut yasaları kullanarak -vurgulamak isterim kullanarak- her bölgeden samîmiyetine inanılan Türk Milliyetçilerini sistemin aralıklarından sokarak siyâsete mecbûr etmek, olabilir mi?
Bu samîmi Türk Milliyetçileri sâyesinde; hiç âdil olmayan, hiç demokratik olmayan mevcût yasaların değiştirilmesi mümkün olur mu? Bunun için de herkesin, mevcût Partisini herşeye, herkese rağmen iktidara taşıması lazım gelmez mi? % 10 bile olsa samîmi Türk Milliyetçilerinin olduğu bir Meclis, anında Gâzi Meclis hüviyetine bürünmez mi?
Söylediklerim, belki kolay değil ama partiye girmeden, üye ve delege olmadan sanal ortamlarda, kahvehanelerde
mevcûttan şikâyetlenmenin bir yararı olmadığını da öğrenmiş olmak lâzım!
Bunları bile bile, bütün olanlara rağmen şikâyete, dedikoduya devam edenleri; akl-ı selîme, millî akla davet ediyorum! Bir daha, öfkelerini tatile göndererek bir daha düşünmelerini rica ediyorum.
İnanıyorum ki bir tek Türk hayattaysa Türk Milleti vardır! Mes'eleleri sahipsiz değildir! Türk'ün olduğu yerde îman, îmanın olduğu yerde de ümit vardır.
El Câhiz demez mi; "Her Türk, başlı başına bir millettir." Ben de bir Türk'üm vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Aralık 02, 2011

SEÇİLMİŞ SEYİRLİKİLER!...

Biliyorum dokunulmazlar! Ben de asla dokunmadan bulaşma hakkımı kullanacağım millet vekillerine! Millet vekili nedir? Ne iş yapar veya neye yarar? Ölceğim meraktan!
Sözlükte; Anayasaya göre yasama meclisine seçimle giren millet temsilcisi, mebus. Anayasada; "Madde 87: ... kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, ... genel ve özel af ilânına karar vermek, ... vs.." işlerini yapan meclisin üyesi! Önceki maddelerde, millet vekillerinin yapamayacakları tek tek sıralanır ve asıl işleri meclisin görevleri içinde eritilir,saklanır, yok edilir! Anayasada meclis var, vekil yok!
Kitaba uydurularak yapılanlara bakınca da Millet vekilliği: Partiler ve seçim yasasındaki komedi-sikeçler yüzünden, genel başkan kararıyla aday; seçildikten sonra hükümet kuran partinin genel başkanının kararlarına; "Evet diyenler? Hayır diyenler? Kabul edilmiştir." hızlı çekim komedisine figüranlık, demek!...
Meclis'in görevleri diye dayatılıp Hükümet eden partinin Genel Başkanı'nın ve adamlarının görevleri arasındaki; para basılması ile savaş ilânı'na kararın birlikte anılmasına gel de gülme! Sanki savaşta asker değil, askere silah değil, silaha mermi değil, para lazımmış gibi bir sonuca götürüyor beni! Para basmakla savaş kararı vermek, "ve" bağlacı ile bağlanarak bir zikredilmiş!
Söylemeye çalıştığım; partiler yasası ve seçim yasası değişmeden toplam 177 madde olan ve yüze yakın maddesi değiştirilerek kevgirleştirilmiş, "Netekim General"in anayasasıyla ilgisi kalmamış bir anayasayı değiştirmek için yapılan, yaptırılan ve yaptırılacak olan işlerin adı; "Cambaza bak" tır! Millet vekili sıfatlı kişilerin işi de seçimden seçime, millete panayırda teşrîfatçılık yapmaktır!
Dünya Lideri BOP Eş Başkanı sâyesinde kazandığımız, İleri Demokrasi'de; hükümet kuracak sayıyı, şehitlere "tane" diyecek kapasitedeki dolgu malzemesi tane'lerden oluşturan genel başkana; sandıkta noterlik ederek ve çok zor(!) olan, milletin bedava yaptığı "cambaza bakmak" işini, on bin lira maaşla ve asker taşlayıp polis tokatlatan dokunulmazlık gücü ile genel başkan yalakalarına veriyoruz hamd'olsun!
İleri Demokrasi sâyesinde dokunulmaz genel başkan adamları, vekâleten Meclis'te uluslarası üne sahip akrobatları alkışlıyorlar! Seçmen; meydanlara kurulan, iki direk arasını demir tel üstünde geçmeye çalışarak komikleşen panayır cambazını seyretmekle yetiniyor! Bu arada yankesicilerin cepleri boşaltmaları da cabası!
Adamlar; akrobat seyrederken, genel başkanın aldığı savaş kararının bile farkında değiller! Adamlar, "Düşman! Al sana para!" mantığıyla silah-mermi yerine para basma işinde çalıştıklarının bile farkında değiller!
Millet te bunların kararlarıyla oğullarını, Suriyeli müslümanları NATO ile beraber bombalasın diye askere gönderecek! BOP Eş Başkanı Başbakan'ın oğullarından biri bedelli, diğeri çürük! Para basma ağır işçileri, "Bal tutan parmak yalar, para basan para sayar!" mantığıyla bedel sıkıntısı olmayan paragözler!
Ve biz; demokratik bir ülkenin İleri Demokrat Sultanı sâyesinde; barışta yoksullukla, açlıkla; savaşta önümüze çıkarılanla savaşıp ölerek-öldürerek hâlâ neye yaradıklarını, ne yapabileceklerini bilmediğimiz Dokunulmaz Millet Vekilleri'ne ceket ilikleyerek demokratlık oynayacağız!
Genel Başkanları sevmesek te saygılı davranacakmışız! Gördünüz mü vatandaşa layık görülen riyâkârlık değilse korkaklık sıfatını?
Sevmediğime saygı duyar mıyım ben be! Başlarım böyle cambaza da, "Cambaza bak"tırana da, demokratlığa da, demokrat teşrifatçılara da duâlarıma-bedduâlarıma!
"Rabbim! İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk mı edeceksin?"(A'raf-155)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 01, 2011

HADİ DERT PAYLAŞALIM...

Herşeye olduğu gibi insan derde de alışırmış!
Alışılan dert, adam öldürmez derler! Derde alışılacağını bütün semâvî kitaplardan, bütün zamanlara örnek olmuş kişilerin hayatlarından, görerek-dinleyerek-öğrenerek biliyoruz. Dert ile insanoğlunun en büyük başbelâsı nefsin terbiye edildiğini de galiba öğreneceğiz!
Erenler; "Bu dünyada bedene en ağır gelen amel(iş), öbür dünyada terâzide en ağır gelen sevap olacaktır." diyorlar! Bu dünyada bedene en ağır gelen işin dert olduğunu bilince, insanın dayanarak, dayanma idmanları yaparak dertlerini sevesi geliyor ama zor! Zor ki zor!
"Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîp
Kılma dermânkim helâkim zehr-i dermânındadır." diye derdiyle kucaklaşmayı başaran veya başardığını dillendirerek şeytânına kafa tutan Fuzûli'yi anlamak kolay mıdır? Zor ki zor!
Seyyîd'ül Sabır ünvanlı Hz. Eyyûp (a.s.)'u ve hayatını ibret niyetiyle de olsa dinlemek, anlatmak, kolay mıdır? İnsana Eyyupluk tavsiye etmek kolay mıdır? Zor! Zor ki zor!
Hatırlamak, hatırlatmak için: Hz. Eyyûp, çok çocuğu olan, çok varlıklı ve sıhhatli bir Nebi'dir. Bu bolluk, sağlık ve huzûr içindeyken zamanını şükr'ederek geçirir. Kıyâmete kadar inanmış kulları saptırmaya izinli Şeytan; "Tabi! Eyyûp varlıklı, çoluk cocuğu olan ve sağlıklı biri! Elbette şükr'edecek. Bunlar olmasa da şükreder mi?" der. Eyyûp (a.s.)'ın önce mal varlığı yok olur. O, "Veren de Allah, alan da Allah." diyerek şükrüne devam eder. Çocukları peşpeşe ölür. O, yine; "Veren de Allah, alan da Allah." diye şükreder. Bu kere Eyyûp (a.s.), hastalanır. Bütün vücûdunu yara kaplar! Yakınları, hatta eşleri dayanamaz terk ederler. Sadece yakın akrabasından olan eşi Rahime Validemiz yanında kalır. Artık Eyyûp (a.s.)'ın yaralarının kokusu, komşuları rahatsız etmektedir. Rahime Validemize şikâyetlenirler, hastasını alıp gitmesini söylerler. Rahime Validemiz de hastasını köyün dışına bir ağaç altına taşır. Eyyûp (a.s.)'ın yaraları kurtlanmıştır. O, bıkmadan şükr'etmektedir. Kurtlar diline ve kalbine ulaştığında; "Ya Rabbi! Doğrusu şeytan ve zararı bana dokundu! Kalbimle ve dilimle Sen'i zikretmeme engel olabilir, yardım et!" diye yalvarır. Rahime Validemiz odun toplamaya gitmiştir. Geri döndüğünde Eyyûp (a.s.)'ı eski sağlıklı, zinde haliyle bulur! Merakla sorduğunda Hz. Eyyûp, Allah'ın inâyetiyle şifa bulduğunu söyleyerek yine şükr'eder. Kur'an'da bu olay şöyle anlatılır: "Kulumuz Eyyûb'u da an. O Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti./ Ayağını yere vur! işte yıkanacak ve içilecek bir su (dedik)" (Sâd-41-42)
"Bütün kitaplar, bir Kitâb'ı anlamak için okunur." öğretisinden hareketle Kur'ân'a dönüldüğünde; "Yemîn olsun ki, sizi korku, açlık; mallardan-canlardan-meyvelerden eksiltme türünden bir şeyle mutlaka imtihân edeceğiz. Sabredenlere müjdele." (Bakara-155) uyarı-müjdesiyle buluşuruz.
Elbette Eyyûp'luk kolay değil, hatta zor! Zor ki zor!
Derde alışmak, dertle barışmak elbette zor ama imkânsız değil! Eyyûp(as.) dayanmışsa, kimseye dayanamayacağı bir dert yüklenmeyeceği Allah(c.c.) vaadiyse; her dertli, derdine tahammül edecek sabr'edecektir! Sabr'etmese ne yapabilir ki? Bütün cesâretimi toplayarak; "Şükr'eder!" dersem haddi aşar mıyım?
Sevgili Yavuz Selim Demirağ'ın; kendi dertlerinin önüne koyarak paylaştığını saklamadığı dertleri-dertlileri okuyunca yüreğim sıkıştı! "Çekemezsen Yavuz Selim, bölek seninle." diye yüksek sesle seslenmek istedim!
Kendi dertlerini ertelemeden üstüne bir de millet derdini kabullenen, millet derdini dert edinmiş dertlilerin dertlerini paylaşmaya hevesli böyle Yiğit bir Türk'ün dertlerine ortaklık şeref değil midir?
Ya Rabbi! Yavuz Selim'e, diğer dertlilerine ve dertli Türk Milletine dayanma gücü ver! Dayanma gücünün yanında şükr'edebilme dirâyet ve basîretini esirgeme bizden ya Rabbi!
Dert ve sıkıntı paylaşılırsa azalır, huzûr paylaşıldıkça artar vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN