Perşembe, Mart 31, 2011

ÜLKÜMETRE...

Söz ortanın, kim alır veya alınırsa ona kalır.
Ortaya söyleyeceğim! Kim alınırsa ona kalacak, kimse almaz veya alınmazsa kendimle dertleşmiş olacağım, sözüm bana kalacak!
Her MHP'li ülkücü olmak zorunda değil ama "Her ülkücü otomatikman MHP'lidir." diye öğrendik ve "ülkümetre" olarak bildik! Çünkü sözün sahibi; Türk Milliyetçilerinin, Türkçülerin, Tûrancıların, Türkeşçilerin nerdeyse tamâmını ülkücüleştiren, ülkücülüğü siyâsi markalaştıran Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ'tir. Töresel bir yasadır artık bu.
İdealisti ülkücü eden elbette Muhteşem Türk Atatürk'tü ama Cumhuriyetin son kırk beş yılında, siyâseten Ülkücülüğü markalaştıran, ülkücü denince akla MHP'nin, MHP denince akla ülkücünün gelmesini sağlayan bir tarihi şahsiyettir Başbuğ Türkeş!
Bu "ülkümetre"ye çoğunluk uydu. Tek tük, uymayan, kendine "eski" önsıfatıyla ülkücü diyenler de çıktı! Onlara da başka partide "Ülkücüyüm" demek "Siyâsi Fahişelik"tir denildi! Yetmedi, hal ve tavırlarıyla ülkücüleri incitenlere; "Hücrede, cezaevinde veya firarda şeytan aldatmasıyla ülkücü ifrâzatları" denildi!
Yani, MHP'de olmayan, başka partililere ülkücüyüm demenin inandırıcılığı ve mantığı yok! Bu ilkeye çoğunluk uydu! Elbette yok denecek kadar az sayıda uymayan da var ve karakterleriyle düz orantılı itibar görüyorlar! İşimiz onlarla değil!
Herkesin milliyetçilik yapmaya hakkı vardır ve doğrudur. Her vatandaşın vatanseverlik hakkıdır ve doğrudur. Her mütedeyyin müslümanın dindarlık, vatanseverlik, milliyetçilik hakkıdır ve yaparsa doğrudur! Yapmamak ta haklarıdır doğruluk veya yanlışlığını, muhatabıyla münakaşa etmek gerekir! Ama her Ülkücünün; milliyetçi, vatanperver, dindar, Atatürk ve şühedânın, Başbuğ ve Ülkücü Şehitlerin emânetlerine sadâkat, saygı mecbûriyeti vardır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim şekli, yönetici seçme ve değiştirme şekli yasalarla bellidir! Beğenilen seçilir, beğenilmeyen sandığa gömülür.
Sandıktan çıkan oyun üzerinde kimlik yazmaz! Fikir belli değildir çünkü gizli oy, açık tasnifle yapılır seçimler! Yani seçmenin gönlünü ve sevgisini kazanmaktan başka yolu yoktur yönetimi seçme veya değiştirmenin.
Defalarca sekteye uğratılmış demokrasi, defalarca değiştirilmiş Anayasa ve yasalardan memnun olan veya olmayan vatandaşı temsîlen, siyâsi partiler vardır. Bu partilerden statikocu, süregelen uygulamadan rahatsız olan ve millet irâdesiyle değiştirmek isteyenler vardır. Demokrasi gereğidir ve doğrudur.
Atatürk'ün, şühedâ ve gazilerin emâneti demokrasiyi "amaç değil araç" gören birileri; dini, Allah'ı, Âyetleri, etnik şövenizmi malzeme ederek, Peygamber(s.a.v.)'e bile tanınmayan bir hakla iman sorgulayıp yargılayarak iş başındalar!
Muhalefet beceriksizliğinden seçim üstüne seçim kazandılar! Her seçimde Anayasa değişikliği, vesâyet, Ordu tehdîdi, tesettür, türban, Kur'an kursları, din dersleri, imam hatipler, "kanlı mı kansız mı?" değişim v.s. fısıltılarıyla Cumhuriyetle hesaplaşmaya oturdular!
Millî bütünlük, bölünmez vatan, Türk kimliği sorgulanmaya yargılanmaya başlandı! Üçüncü kere -Allah korusun- kazanırlarsa ne Milli bütünlük, ne vatan bütünlüğü, ne Türk kimliği, ne de Atatürk kazanımları kalmayacak!
Bu demokrat maskelilerin oyları % 30'larda, belki daha az ama blok halinde! Muhalefettekilere % 70'lik oy kalıyor ama yetmiş parçalar! Paramparça olmaları yetmiyormuş gibi, güçbirliğinden de kaçıyorlar! AKP; hepsine ayrı ayrı vuruyor, onlar da AKP'ye değil birbirlerine saldırıyorlar! Vallahi, Billahi, Tallahi akıl işi değil!
Netice; ülkücü sadece MHP'de olmalı, olsun! Milliyetçiliği herkes istediği yerde yapabilir, yapsın! Vatanseverliğin, dindarlığın partisi olmaz, olmasın ama bir Milli Güç Birliği; şart, vâcip, farz-ı ayn, sünnet-i kifâye artık vesselâm...
BİRLİK OLUNMADAN DİRLİK SAĞLANAMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 30, 2011

BİR "ÜLKÜ DEVİ"Nİ ZİYÂRET...

Arayan kayıtlı bir Dost numarası... Daha önce tarif ve tanıtmaya çalıştığım, Aydın'da ikamet eden Ülkü Devi Gültekin Öztürk görünüyor arayan...
Dostlar arasında kendiliğinden oluşmuş hitaplar vardır ya, bu Dostumla da aynı keyifli ortam...
"Efendim Türk Beyim?" diye açtım telefonu hevesle, hasretle...
Karşıda içini çekerek ağlayan bir hanım sesi! "Mustafa Amca! Ben Asena!"
Ağlayarak, Türk Beyi Gültekin'in telefonundan arayan kızı! "Ey vaaah!" dedim sessiz feryadım yüreğimi patlatırcasına!
"Amca! Babam ağırlaştı! Sana haber vermemi istedi! Şu an koroner yoğun bakımda!"
Teselliye ve metânet desteğine ihtiyacım olan paniklemiş halimle, Asena Kızımız'a ne dedim, nasıl dedim bilmiyorum!
"Kızım! Babanın göreceği şekilde sakın ağlama!" Diyerek fırladım Aydın'a doğru! Aslında Aydın'a değil, varlığıyla Aydın'ı güzelleştiren güzel yürekli, Türk karakterli, yılmaz Ülküdaşım'a doğru!...
İlkbaharını yaşayan, ağaçların çiçeklendiği, yeşilinin yeniden canlandığı bir dönemde, çok güzel manzaralarla süslü ve en fazla bir saatlik İzmir-Aydın yolu, bu kadar mı uzunmuş? Veya bir saat, bu kadar mı uzun-bitmez bir zamanmış?
İçimden bildiğim bütün âyetleri, kendi îmanî gayretlerimle yakalabildiğim samîmiyetimle kelime dağarcığımın, lisanımın izin verdiği kapasitede dualarla, yakarışlarla; yüz kilometrelik, bir saatlik bitmez yola koyuldum!...
Dualarıma aklıma gelen müşterek dostları da haberdar etmek için telefonlarla ara verdim sık sık... Çok önemsediğim fikri mücâdeleye, telâfisi zor zararlar veren ama sadece Gültekin'le tanışmamıza vesîle olduğu için asla kızmayı düşünmediğim -küsmeye tenezzül etmediğim bir kişi hâriç- müşterek Dostlara durumu ilettim. Bu uğraş, dua, yolla kavgalarım sonunda vardık Aydın Devlet Hastanesi'ne... Dâvâ Aysbergleri'nden Cemal Şafak Hoca ve Aydın'dan dostlar, MHP İzmir Millet vekili Aday Adayı Mehmet Üste ve isimlerini bilmediğim ülküdaşlar, ailesiyle birlikte sevgi sarmalına almışlardı Türk Beyim'i...
Ömrünü, ülkü uğruna çile ve uğraşlarla geçirmiş Türk Beyim, Gültekin Öztürk; yoğun bakım ünitesinde! Yanına yaklaşmak, tıbben yasak! Yanında, yemek yediremek için sadece eşi Hanfendi var!
Uzaktan gözgöze kurtça bakıştık! Türkçe-dostça söyleştik sessiz kelimelerle!
Çakmak çakmak açılan gözleriyle gülümseyerek; "Hoş geldin Beyim!" dediğini dudaklarından okudum hatta duydum bile. "Hoş buldum Beyim!" diye yüksek sesle cevapladım Dostumu...
19 Kasım 2010'da; "Bu Ülkü Devi; daha önce vekil ve bakan olmadığı için, daha önce kuruculuktan başka teşkilat yöneticiliği yapmadığı için, gençliğini dernekçi değil şartlar gereği militanca yaşadığı için pek popüleritesi yoktur! Yâni çok tanınmaz, hatta meşhûrluk anlamında hiç tanınmaz ama bilinir! Bunlar Ülkücü Hareket’in aysbergleridirler. Bunların olduğu yerde dip dalgalanması ya anında fırtınaya döner, ya da -tehlikeliyse- bu dalgakıran sinelerde anında söner!..." diye tanıtmaya çalıştığım bu Ülkü Devi; şimdi ülküdaşlarının dua ve ilgisini bekliyor. Arayan soran her Dostunu, başarılı bir Avukat olan Kızı Asena'dan öğrendikçe, -telefonları babası adına Asena karşılıyor çünkü- güç alacak biliyorum.
Bana, bütün gücüyle yataktan bağırarak dediği; "12 Haziran'dan önce asla! Savaş meydanında ülküdaşlarımı bırakmam! Safta yerimi boşaltmam Allah'ın izniyle!" irâdesiyle ve hevesiyle toparlanacak inşallah...
Ülkü Devi Gültekin Öztürk'ü; teşkilatının, partisinin, ülküdaşlarının ve dostlarının ilgi ve bilgilerine sunuyorum ve "Türk Beyim! Kandaşım! Seni, sevenlerini ve sevdiklerini çok seviyorum. Allah'a emânet ediyorum." vesselam...
"Altmışında anlamayan ne anlar/ Tövbe toktan, yüz-göz yoktan yaranar
Ey Azaplı! Kırgını var, kahrı var/ Felâketten, musîbetten korkarım."
(Azaplı Mikâil)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mart 29, 2011

KÖPRÜDE BİR ATLI VAR!...

Yine kuranlar, köprünün tam ortasında kaldılar! Gelenlere "Hoş geldin.", gidenlere "Güle güle." demek, köprü kuranlara düştü! Köprü kurarken, köprülüğe niyetlenirken "köprübaşı'cı"lığı hiç düşünmedikleri için köprünün iki başıyla da yabancı kaldılar!
Tarihin tekerrürü gerçeğine; "Tarih değil aptallıklar tekerrür eder." diye itiraz eden Sultan Abdulhamîd'e ve "İbret alınsaydı tekerrür mü ederdi?" diye katkı veren Mehmed Âkif'e rahmetler olsun.
Mehmed Âkif'in tarihe tanık ve müthîş anlatımıyla 13 Haziran 1913'ün Türkiyesi'ne dikkatle bakalım:
".................
Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan...
Hey sıkılmaz! Ağlamazsın, bâri gülmekten utan!
.................
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lâkin aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı
Hasmı, derken çullanırmış yutmadan son lokmayı!...
Bir hakikattir bu şaşmaz, bildiğin üslûba sok;
Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok!
Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız;
Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtirâs ardındayız!" (Safahat-Beşinci Kitap-sh.312)
Allah rızâsı için yüz sene öncesi ile günümüz Türkiyesini ve yüz yıl önceki ile günümüz işbirlikçilerini, en insafsız haliyle mukayese edin!
Tarih; ibret alınsa tekerrür mü etmez, yoksa tarih değil aptallıklar mı tekerrür eder?
"Din de kürkün aynı olmuş; ters çevirmiş giymişiz!" diyen Âkif gibi; biz de kendini, dününü, kimliğini reddederek Allah İle Aldatanlar'la cebelleşmiyor muyuz?
Çok itiraz ettiğim, kabul edemediğim; "Her doğru, her yerde söylenmez!" ilm-i siyâset(!)ine, akıllılığın bir şubesi olan kurnazlığa, "Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek" mürailiğine bu kadar mecbur olunacağını rüyamda görseydim ya karabasan sayar, ya da kıçım açık kalmış diye yorumlardım!
Satılan malın yerine yenisi alınarak koyulmazsa ticâret devam eder mi? Siyâsette, gidenin yerine mutlaka bir gelen olmaz mı? Gelen olmasa mutlaka biri davet edilmez mi? Tabiatın, siyâsetin, ticâretin boşluğa izin vermeyeceğini öğrenmek için illa tsunami mi gerek!
Okyanus Ötesi'nde yazılmış senaryonun; AB-D destek ve dekorlu sahnesinde oyunculara suflörlük yapan Haçlı Müslümanlar'dan birinin; "MHP'de tsunami olacak!" sözünü ne çabuk unuttuk? Gününden önce tedbîr alınmazsa, med-cezirden önce dalgakıranlar kurulmazsa bırakın tsunamiyi kuvvetli bir dalgalanmaya karşı neyle korunacak kıyılarımız?
Duyanlar, duymayanlara Allah rızası için söylesinler; kendimize işkence ederek lisan-ı münâsiple sormaya gayret ettiğimiz soruları, en çıplak haliyle sormak üzere kendimizi tahrîke başladık ve çıplak soracağımız soruların cevabını muhatabı değil millet verecek! Bu uyarımız da dikkate alınmazsa başka çâre var mı?
Karanlıkta kaybettiğimizi ışıkta ararsak elin oğlu karartma uygulayacak haberiniz olsun!
"ÇAKALIN KURT TAKLÎDİ, LEŞ GÖRÜNCEYE KADARDIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 28, 2011

ÜLKÜCÜLÜK VE ÜLKÜCÜ...

"Ülkücü=MHP, MHP=Ülkücü" formülüne inanan, "Her Ülkücü otomatikman MHP'lidir." Ülkümetresine sâdık bütün Ülkücülere sesleneceyim.
Ülküdaşlarım, Kandaşlarım!
Sözle öz bir olmazsa, fikirle zikir bir olmazsa inandırıcılık zayıflar! Herşeye, her şarta, herkese rağmen; bütün zorlamalara, tehditlere, vaatlere rağmen net ve dik duruşlarından taviz vermemiş ülkücülere milletin itibâr ettiğini; ülkücüler de, millet te, takîyyeci dönekler de görüyor, biliyorlar!
Hal böyleyse:
Ülkücü; millî menfaatlerin, bölünmez bütünlüğün, Vatanın-Milletin-Devletin-Bayrağın-Cumhuriyetin gönüllü fedaisi ise;
Ülkücü; gerektiğinde ölmezse milletin yaşayamayacağını biliyor, millet olmadan devletin olmayacağını görüyor ve gülerek ölüme saldırıyorsa;
Ülkücü; "Emâneti ehline" tercîhini îman aklı ve millî aklıyla yapıyorsa;
Ülkücü; Allah(c.c.)'ın nasibi çilelerini, olma yolunda merhâleler olarak algılayıp şükr'ediyorsa;
Ülkücü; "Hepimiz birimiz için"den önce "Birimiz hepimiz için" tercihiyle önce kendini ülküsüne, milletine, devletine, mukaddeslerine fedâ edebiliyorsa;
Ülkücü; kimseyi küstürmeyip kendi de küsmeğe tenezzül etmiyorsa;
Ülkücü; Îman aklı veya aklının îmanı ile "Cihâd-ı Ekber"e başlayıp nefsine saldırıyor, enâniyyet yapmadan ticârette de, siyasette de tavrını doğrudan yana sergileyebiliyorsa;
Ülkücü; millî menfaatler uğruna canı da dahil kendinin olan herşeyden fedakârlık bile demeden vazgeçebiliyor ama Misâk-ı Millî'den bir çakıl için gözü kapalı ölüme atılabiliyorsa;
Ülkücü; Allah yolunda ölerek ölümü öldürüp ölümsüzleşmenin cesâretiyle; "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle" diye tarif edilenler kervânına katılmaya gönüllüyse;
Ülkücü; millet olmadan devlet, devlet olmadan vatan, vatan olmadan bayrak, bayrak olmadan istiklâl ve istiklâl-hürriyet olmadan Türk Milletinden olunamayacağını biliyorsa;
Ülkücü; sadâkatin, ahde vefânın, dostluğun kardeşlikten önde gelen millî bir haslet olduğunu biliyorsa;
Ülkücü; "Ve tevekkel a'lallah- Vekîl olarak Allah yeter-Ahzâb-3" Emr-i İlâhi'ye uyarak tevekkülle sabrediyorsa, kurt sabrıyla zamanı bayıltıyorsa;
Ülkücü; "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" tarifinde kendini görüyorsa;
Ülkücü; "Ülkücü olamadım ama olmak için önce nefsimle mücâdeledeyim." diyerek tevazuyu yaşıyor, yaşatıyorsa;
Ülkücü; "Önce ülkem, sonra partim, sonra ben" inancına uygun davranıyorsa;
Ülkücü; kendilerini, dünyayı boynuzları üzerinde taşıdığını zanneden megaloman büyükbaşları, "Sürünün selâmeti için alaca dananın katli vâciptir." fetvası gereği, elleri titremeden kurban edebiliyorsa;
Ülkücü; hiç kimsenin alternatifsiz olmadığını bilerek sürekli müteyakkız ve Allah rızası için sürekli gayret içindeyse;
Ülkücü; doğru zamanda, doğru zemînde, doğru safta, dosdoğru yer alabiliyorsa ve bunun için kimseden davet te beklemiyorsa;
Ülkücü; dünyanın neresinde olursa olsun bir mazlûma zulmedildiğini duyduğunda en azından buğzediyorsa;
Ülkücü; kuvvetli haksızdan zayıf haklının hakkını alarak teslîm ediyorsa veya bu uğurda mücahede ediyorsa;
Ülkücü; kendinin Allah'tan razılığını bilip Allah'ın da rızasını kazanabilmek için, pişip olmak için, dikenli zor yollarda şikâyetlenmeden yürüyorsa;
Ülkücü; rehberini Kur'an, hedefini Allah(c.c.)'ın izniyle Tûran olarak koymuşsa Ülkücülüğe adaydır!
Ülkücülük; söylerken çok keyifli ve kolay, uygularken her babayiğidin tahammül edemeyeceği meşakkatlerin toplamının adıdır.
Ülkücülük; milletin huzûru, devletin bekası, Ezan-ı Muhammedi'nin ilelebet inlemesi, Al-Bayrağın Ezan-ı Muhammedî üflemesiyle kıyâmete kadar dalgalanması hayali ve hevesiyle ölümü korkutmaktır.
Selâmlar olsun ülkücülerden oluşan Ülkü Ordusu'na...
TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

AKLIN İTTİFÂKI VEYA İTTİFÂKIN AKLI...

08.30'da gelen bir telefonla başladım Pazar günüme. Arayan Dost; "Hocam! Namık Kemal Bey'den haberin var mı?" sorusuyla girdi söze! Çok heyecanlıydı! Uykulu uykulu; "Hayr'ola?" diye sordum! Namık Kemal Zeybek MHP çatısı altında şartsız ittifak teklif etmiş dedi! İlk tepkim sevinmek oldu!
Haberi, defalarca okudum! Yakından tanıdığım Sayın Namık Kemal Zeybek'in diplomatik üslûbu da çok ustaca kullandığını bildiğim için satır aralarına da dikkat ederek bir daha, bir daha okudum.
Millî akıl bu olsa gerek! Bir gün önce; "... bu seçimdeki her oyun Çanakkale'deki mermilerden daha kudretli ve mukaddes olduğunu hatırlatarak 'Küreselcilerle milliyetçiler arasında mücadele' olduğu Okyanus Ötesinden ilan edilen bu seçimde herkesi, millî akla; İşbirlikçi-Haçlı Müslüman- Allah ile Aldatanlar'dan, cemaat vesâyetinden ve AKP'den kurtulmak için güçbirliğine davet ederim..." seslenişimi hatırlayıp "Abdala ayân olurmuş!" diye bir daha sevindim!
Demokrat Parti teşkilatları, bir saatte on binlerce SMS ile haberi yaymışlardı! Ne kadar önemsediklerinin ve heyecanlarının göstergesi olarak yorumladım. Bu millî heyecan değerlendirilmeli, kullanılmalı diye düşündüm.
Öğlene kadar otuza yakın telefon aldım. Arayanlar hevesli heyecanlıydı! Haberin asılsız olmasından korkuyorlardı çünkü bir iki gün önce sanal ağda benzer bir haber çıkmış ama yalanlanmıştı!
Sürekli meşgul çalan telefonundan, zor da olsa ulaştım Sayın Zeybek'e! Kendine has üslûp ve davudî sesi ile "Sen de mi duydun?" sorusuyla başladık! AKP'nin behemahal önünün kesilmesi, milletin ve devletin AKP'den kurtarılması gereğini net ifâdelerle vurguladılar. Hiçbir şartının olmadığını, gerekirse kendinin aday bile olmayacağını, bana da tekrâren söylediler.
Yıllardır, Mehmed Âkif'in; "Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir/ Davransana! Eller de senin, baş ta senindir." feryâdıyla seslendiğimi, millete-devlete dîni söylem ve mesnetsiz vaatlerle musallat olup, yetersiz muhalefet yüzünden kendilerinde kerâmet vehmederek her geçen gün tamîri zorlaşan tahrîbat ve hatalar yapan AKP'den kurtulmanın yollarını aradığımızı da hatırlayıp tebrîk ettim tabi ki!...
Sağcılığı-solculuğu erteleyerek ulusalcı vatanseverler ve milliyetçi devletseverler, mütedeyyîn müslüman vatanperverler arasındaki çekişmeyi mutlaka ertlemek gereğine inancımla bu ittifâk için ne lâzımsa yapılmalı! Bu ittifak, MHP Çatısı'na itibarı artırır ve katılımları hızlandırır.
Birin sıfırdan her zaman büyük olduğu gerçeğini unutmadan, atlamadan; bu ittifakın sağlayacağı sinerjiyi, en etkili yalan metodu olan anketlerin gösterdiği oy yüzdeleriyle ölçmeye kalkmadan, neresinden bakılırsa bakılsın akıllı bir teklif olan bu atak, akamete uğramamalı!
Sayın Zeybek Bey'le yaptığım telefon görüşmesindeki net ifâdeler dolayısıyla sorgulayacak bir şey bulamadığımdan tekrar habere döndüm. Bir daha okudum! "Tek isteğimiz listeler hazırlanırken isâbetli isimler..." cümlesi altında bir şeyler aramaya niyetlenmişken hemen peşine; "Benim adaylığım şart değil!" cümlesi, bu niyetimin de önünü kesti!
Heyecanla arayan ve ciddi bir kanaat önderi bir Dostumun; "Ağabey! İşe bak Allahını seversen! Bir elimizde Başbuğ'un Dokuz Işığı, dilimizde; "Ne mozaiği ulan!" narası, bir elimizde Hace Ahmet Yesevi'nin sekiz yüz elli yıllık kepçesi, ufkumuzda Atatürk ülküleri ve Devlet Bahçeli komutasında bir seçim! Ağabey bu seçim, lezzetinden yiyilmez!" yorumunu da paylaşmak istedim!
"Genişletilmiş Ortadoğu ve Afrika'nın Kuzeyi projesi"nin Eş Başkanı Başbakan'ın şımarttığı PKK'nın siyasallaştırılmışlarının başlattığı, "Sivil İtaatsizlik" adlı başkaldırı provasının gölgesinde kalan, "Haçlı Müslümanlar"ın da dahil olduğu NATO Birliklerinin Lübya'ya yağdırdığı demokrasi bombalarının gürültüsü içinde kaybolan bu haberi, bütün duyarlı Türk yüreklerin dikkatlerine sunuyorum.
Sayın Bahçeli'nin 31 Ekim'de yaptığı "Millet ve Devlet Bekası İçin Güçbirliği" çağrısına icâbet ve "Millete hizmet; şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragattir. Vazgeçmektir." sözlerine riâyet gibi algılanması şart olan bu atak, zannederim layıkıyla önemsenecektir. Bu ittifak, çok hayırlı neticelere gebedir vesselam!
TÜRK YUSUFLAR KUYUDAN ÇIKARILSINLAR ARTIK!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mart 27, 2011

KIYASLAMAYI MİLLET YAPACAK...

İstiklâl Harbimiz'in ve Millî Mücâdelemiz'in yeniden millî vicdan ve akla sunulması gereken, meşhûr olmayan kahramanları var. Özbekler Dergâhı Şeyhi Ataullah Efendi ve Şeyh Sunûsi bu kahramanlardan sadece ikisi...
Dünya gündemi Libya olunca biz de önce Şeyh Sunûsi'yi kısaca hatırlatalım istedik. Şey Sunûsi; Afrika'da özellikle Sahra ve Sudan'da geniş bir etki alanı olan Sunûsilerin önderidir. İstiklâl Harbi sırasında Anadolu'ya gelip bir çok yeri yayan dolaşarak vaazlarıyla Kuva-y-ı Millîye'ye destek vermiştir. Sunûsî Efendi; ırkı, rengi ve dili farklı olmasına rağmen hayatında hiç görmediği Anadolu'ya gelip Türklere destek vermesinin sebebini; "Bugün İslâm milletleri arasında en kuvvetlisi ve haşmetlisi ve dîn-i vahdet ve idâre yönünden en ümit vericisi Türk Milletidir. Binaenaleyh bütün İslâmi hareket ve dayanışmanın kuvvet merkezi, Türkiye olmalıdır. Kahraman Türk Milletini bu yakın alâka ve yardıma, dayanışmaya ve bu çok mühîm vazifeye ehîl kılan birçok tarihî ve sıtratejik imtiyâzları vardır. İslâm Âlemini, Türkler kurtarır." diye açıklar.
Şeyh Sunûsi; hiç bilmediği yerlerde Allah rızâsı için Millî Mücâdeleye canı pahasına katkı verirken Mustafa Kemal'e "Burjuva Kemal" diyen, "Ben Sovyetlerin çocuğuyum. Beni Stalin yarattı." diyen solcu en-tellek-tüellerin kahramanı Nâzım, Moskova'ya kaçmış; dinci dolma kalemlerin Bediüzzamanı Said-i Kürdî ise Boğaz'da Çamlıca'da oturuyormuş! (Sinan Meydan- "Hür Adam Hürriyet Savaşı'nda neredeydi?" yazısı)
Şeyh Sunûsi hakkında Tarih Profesörü Cahit Tanyol'un anlattıkları ise millî akılla dîni vicdânı herc ü merc edecek nitelikte! Tanık olduğu bir olayı, şöyle anlatır; "Hafız Halil Efendi kürsüye çıktı. Titrek ve fakat heyecanlı bir sesle: 'Din kardeşlerim, sizi Şeyh Sunûsi Hazretlerinin bir müjdesi için buraya topladım.' dedi ve şu olayı anlattı. 'Şeyh Sunûsi Hazretleri bir gece Peygamberimizi rüyasında görmüş ve koşup elini öpmek istemiş. Peygamber(s.a.v.) kendisine sol elini uzatmış, buna şaşıran ve mahzûn olan Şeyh; 'Ya Resulullah niçin sağ elinizi vermediniz?' diye sual edince şu cevabı almış: 'Sağ elimi Ankara’da Mustafa Kemal’e uzattım.' Bu rüyayı anlatan Hafız Halil Efendi’nin elleri, çenesi ve dili titriyordu. Gözleri dolu doluydu, konuşması kalabalığı elektriklemişti. Birden gür ve imanlı bir sesle: 'Ey ahali! Mustafa Kemal muzaffer olacak, Peygamber Efendimizin sağ eli onun elindedir. Buna iman edin.' diye haykırdı ve kürsüden indi." (Cezmi Eraslan-Yakın Dönem Halkçılık ve Atatürk- s. 161)
Dostlar; günlerdir akılla zekânın, akıllı ile delinin ve aptalın farkını irdeliyorum! Kimsenin îmanını sorgulamak gibi bir dindışılığım hâşâ olamaz ama onlarca yıldır; "Bize ihânet ettiler!" diye fısıltıyla zerk edilen yanlış bilgilerle Filistin ve Suûdilerin haricinde diğer Arapların Türk zabitlerle, kanlarının son damlasına kadar savaştıklarını unutturmaya çalıştılar!
İstiklâl Harbimiz'de din adamlarının etkisini, İngiliz ajan Harron Amstrong, Şeyh Sunûsi ve diğer şeyhleri; "Karşılaştığımız hakikatler bizleri hayrete düşürdü! Bu din adamları münhasıran telkînlerle ve maneviyâtı yükseltmekle iktifâ etmemişler, fiîli olarak ta mukavemet teşkilâtı içinde vazife almışlardı." diye anlatır. Mağrib'de Sunûsîlerle başa çıkmakta zorlanan İngilizler, Şeyh Sunûsî'ye tarafsız kalırsa Libya'nın yönetimini ayrıca Mısır'ın Batı Çölü'ndeki bazı vahaları teklif ederler. Bu cazip teklifler, el tersiyle itilir ve sonuna kadar savaş tercîh edilir.
Dînin, din adamlarının Türk Milleti üzerindeki etkisini, İstiklâl Harbimiz'de öğrenen İngiliz akıllı Haçlı, şimdi benzer bir metodla Türk milletini din silahı ve din adamı maskeli "Haçlı Müslümanlar"la bölüp parçalayarak, yutmaya çalışıyor!
"NATO'nun Libyada ne işi ver? Böyle saçmalık olabilir mi?" diye kükreyip sonra Haçlı ile birlikte; "Libya'nın Libyalıların olduğunu tesbît ve tescîl"e gidenleri; Şeyh Sunûsi Efendi ve Şeyh Ataullah Efendi ile mi yoksa Said-i Kürdî ve Nazım'la mı kıyaslayacağız?
Çünkü ahvâl ve şerâit, yüz yıl öncesiyle harfiyyen aynı!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

" APTALLIK TEKERRÜR EDER!"

Günümüzden hemen hemen yüz sene önce Mehmed Âkif'in feryâdını dinleyelim:

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz;
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyetin,
Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin.
Yarmışız edvâr-ı fetretten kalan yeldâları;
Fikr-i ferdâ doğmadan yağdırmışız ferdâları!
...........
Bir neyiz? Seyreyle artık; bir kere de fikr'et neymişiz?
Din de kürkün aynı olmuş; ters çevirmiş giymişiz!
Nehy-i ma'ruf emr-i münkerdir gezen meydanda bak
En metîn ahlâkımız, yahut, görüp aldırmamak!
Yıktı bin mel'un kalem nâmûsu, bizler uymadık,
"Susmak evlâdır" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!
Kustu, bin murdar ağız şer'in bütün ahkâmına;
Ah! Bir ses bâri yükselseydi nefret nâmına!
Altı yüz bin can gider, milyonla îman eksilir;
Kimseler görmez! Gören sersem de Allah'tan bilir!
Sonra, şâyet şahsının incinse hatta bir tüyü,
Yer yıkılmış zanneder seyr'eyleyen gümbürtüyü!
Kırkın aylıktan biraz, yahut geciksin vermeyin,
Fodla çiy kalsın, "Pilav bitmiş" deyin, göstermeyin;
Fes, külâh, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele,
Mi'delerden fışkırır tâ Arş'a aç bir velvele!
Ortalık altüst olurken ses çıkarmazdım hani,
Öyle bir dernekte seyret gel de sen beni!
Göster Allahım, bu millet kurtulur, tek mu'cîze,
Bir "utanmak hissi" ver gâib hazinenden bize! ( 16 Mayıs 1913-Safahat'tan-sayfa: 221)
kelimeler:
âfâk: ufuklar, zulmet: karanlık// edvâr-ı fetret: fetret devirleri, fetret: insanların anarşi içinde, öndersiz, ıstırap içinde yaşadığı devir// yeldâ: en uzun gece// ferdâ: yarın// Nehy-i ma'ruf: iyiyi nehyetmek, yasak etmek// emr-i münker: fenayı, kötüyü emretmek// âyet, hâdis//şer: ahkâm: hükümler, kararlar
Biz uymasak ta, bin mel'un kalemin nâmûsu yıkışını, duymamış gibi ilgisiz kalışımızı; bin murdar ağızın şer'in (ayetin-hadisin-dînin) hükümlerine ters işleri dîn adına yapmalarına bir îman ehli kişinin bile itirâz etmeyişi, itiraz edenlerin hemen toplumdan tecrît edilişi, kâfir Korsan İsrail'e tedbirsizce öldürttürülen canları cahillerin Allah'tan bilmesi, hiç bir şeyle ilgilenmeyenlerin menfaatlerine dokunulduğunda kıyametler koparması; size de tanıdık, bildik gelmedi mi?
Mehmed Âkif'ten yüz sene sonra biz de; "Allah'ım! Bir mûcize göster! Bize hiç değilse utanma hissi ver ki belki hem kendimizi hem de milleti kurtaralım." diye yalvararak dua etmiyor muyuz?"
Sultan Abdulhamid'in; "Tarih değil aptallıklar tekerrür eder." tesbitine itiraz mümkün mü?
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 26, 2011

MİLLÎ MHP İLE TAKÎYYECİ AKP SEÇİMİ...

Basılmamış bir kitabın izinin sürüldüğü, "YetmeZ ama Evet!" destekli, demokratik günler yaşıyoruz!
Özal'la başlayan, muhabirle muharririn yer değiştirmesiyle tarafsızlığı söz konusu olmayan muharrirler; amigo taraftar, kiralık dolma kalem, kiralık koruma konumuna sokuldular!
Yapılanlar, bugünlere hazırlıkmış! Haykırdık ama dolma kalemler, bulundukları torpilli ve bol dolarlı konumlarından dolayı ya duymazdan geldiler ya da duyup duyurmadılar!
Oysa mahkemenin kadıya mülk olmadığını biliyorduk! Kadı gidince kâtiplerin esâmisi okunmazdı biliyorduk! Birkaç yıllık aralarla 1983'ten beri bu devri daimi seyrediyoruz!
Araştırmacı yazarlığın, çok zahmetli olduğunu, çok emek gerektirdiğini bilenlerdeniz ama bir haftada, çok güncel konular hakkında, gizli belgelerle 300-400 sayfalık dökümanter kitaplar yazılabilmesini de bir türlü anlayamayanlardanım!
Bu mantıkla; kısa devirlerin "Dolma Kalemler"i o kadar aşikâr ki! Bir önceki devre dolma kalemlik edenlerin, bir sonraki devir dolma kalemlerince ihbâr edilmelerini, tenkît edilmelerini hatta tehdît edilmelerini de midem bulanarak anlayanlardanım!
Çok açık ifâdelerle, üç-dört kere "Devlet Yanlısı Çetedenim! Çete Başkanım Muhteşem Atatürk! Çete Başkanım, Komutanım öldü ama ben hayattayım ve kendimi ihbâr ediyorum!"diye yazdım ve beni almadılar! Beni AKP muhalifiyim diye tutuklamadılar! Aklım karıştı tabi!...
Çok sulandırılmasına, hukuka, adalete zarar verecek boyuta gelmesine, açıkça siyasallaşmış görünmesine rağmen, süren soruşturma hakkındaki kanaatim; bazı ipuçlarının bulunduğu şeklinde! Gerisi çorap söküğü gibi getirilmiyor ve aklım karışıyor tabi!
Demek ki yapılmak istenen, tam da bu!
Kurtla kuzuyu, üstün hizmet madalyalı kahraman millet evlatlarıyla teröristi, ayrıştırıcı Dolma Kalemlerle Türk Birliğini savunan Kürt Kızı Müyesser Yıldız'ı; Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz, M.Levent Göktaş, Mehmet Ali Çelebi ve benzeri kahraman millet evlatları ile kız kardeşini pazarlamaktan sabıkalı pezevenkleri ve mafya bozuntusu psikopatları; birbirine kurşun sıkan tarafları aynı çeteden göstermenin mantığı olmamasına rağmen bu soruşturmanın tamamen mesnetsiz olmadığını, bazı belge-bilgilere ulaşılmış olabileceğini düşünüyorum!
21.yy. Malta'sı Silivri Sürgünleri'nden ve oraya ilintilenmeye çalışılan önemli kamu görevlileri ve yandaş dolma kalemlerden, siyasete niyetlilerle bir programa takıldım! Başsavcı İlhan Cihaner, Hakim Osman Kaçmaz ve dolma kalemler M. Türköne ve F. Akyüz'ün niye siyâset yapmak istediklerini ve parti tercih sebeplerini sorgulayan bir programdı güya! Yandaş-yalaka dolma kalemler sayesinde program; Gizli Hayâli Örgütle AKP'nin, Atatürk Cumhuriyeti ile (Hasta Adam) Osmanlı'nın mukayesesine dönüştü! Dolma Kalemler, stüdyo deneyimleriyle bir şey söylemedikleri gibi yılların hakim ve savcısının bir şeyler söylemelerine de mani oldular!
Bütün demogojik sabotelere rağmen Hakim Kaçmaz; 12 haziran Seçimlerinin MHP ile AKP arasında geçeceğini, inandırıcı örneklerle söyledi!
MHP'den aday olmaktan vazgeçiş sebebini de çok Türkçe, samîmi ve vakûr buldum!
Eyyamcılığı, takıyyeyi başarı zannederek oy alabilmek uğruna AKP'nin yalan ve mürailiğini taklidi bile ilm-i siyâset zanneden ve tam seçim sath-ı mailinde olmadık tenkitlerle güya demokratlık sergileyen bazı hâris MHP'lilerle mukayese edince; şahsına yapılan tenkitlerin MHP'ye zarar verebileceğini düşünerek adaylığını geri çeken Hakim Osman Kaçmaz'ın tavrını alkışladım ve yüreğimin gizliden kanayan yaralarına biri daha eklendi!
Bu seçimin, Çanakkale Savunması kadar önemli olduğunu, bu seçimde her oyun Çanakkale'deki mermilerden daha kudretli ve mukaddes olduğunu hatırlatarak "Küreselcilerle milliyetçiler arasında mücadele" olduğu Okyanus Ötesinden ilan edilen bu seçimde herkesi millî akla; İşbirlikçi-Haçlı Müslüman- Allah ile Aldatanlar'dan, cemaat vesâyetinden ve AKP'den kurtulmak için güçbirliğine davet ederim...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"MÜSLÜMAN HAÇLI" SEFERİ!...

Geçtiğimiz yıllarda defalarca yazarak ve sohbetlerimde hep sordum, sorguladım: Avrupa Birliği, Türkiye'yi alır mı? Veya almazsa niye almaz? Yüzlerce yıl "Haçlı Birliği" adıyla kendilerinin Türk dedikleri Müslümanlara saldırmış ve her seferinde Müslüman Türk'ün kırılmaz ve aşılmaz irâdesi karşısında getirdiklerinin çoğunu cansız bırakarak dönmüşler! Biz, Türk'ün muhteşem nezâketiyle "Geldikleri gibi" giderler, gitmişler demiş!

Her geldiklerinde görmüşler ki; Vatanlaştırdığımız toprakların üzerinde bir tek keferenin dolaşmasına izin vermeyiz ama aynı toprağın altında yüzbinlerce kefereye her zaman yer var! Her geldiklerinde düşünemedikleri kadar kefereyi, vatan toprağı altına gübre niyetine sokmuşuz!

Son olarak Osmanlı'nın "Hasta Adam"lığında Yedi Düvel adıyla gelmiş, bitik dedikleri Türk Milletinin îmanlı-sarsılmaz irâdesiyle karşılaşarak "Çanakkale geçilmez!" gerçeğini yedi yüz binden fazla can bırakarak öğrenmiş ve gitmişler!

Sonra yüzlerce yıl süren misyoner ajanlık, soğuk savaş dönemi yaşanmış. Türk'ün savaşla alt edilemeyeceğini; millî bütünlüğünü, dil bütünlüğünü ve dînini parçalamadan alt edilemeyeceğini yazan ajan papazların, misyonerlerin raporlarıyla, millî bütünlüğü tahribat çalışmalarına başlamışlar! Bu da kolay olmamış ve yüz yıllardır Batı'nın-Haçlı'nın "böl, parçala, yut" hayâli ve bizim birliğimizi muhafaza için mücâdelemiz sürüyor! Bu heves ve mücâdele hâlâ devam ediyor! "En iyi müdafaa taarruzdur!" teamülümüzle saldırarak savunmaya geçeceğimiz güne kadar da bu mücâdele sürer!...

Bunları hatırlattıktan sonra tekrar soralım: Avrupa Birliği adını alan Haçlı Birliği, yüzlerce yıllık kinine rağmen Türkiye'yi niye alsın? Dünyada Türk mü bitti veya dünyada müslüman kalmadı mı ki Haçlı'nın birliğine girmeye çok hevesli "Haçlı Müslümanlar" var ve bu Haçlı Müslümanlarla birlikte, ma'lesef aciz Arap Müslümanlara saldırı var!

Çok samimi iki arkadaş karşılaşır ve selamlaşmazlar! Merak eden gider ve kendine soğuk ve öfkeli davranan arkadaşına sebep sorar. Çok ısrar edince de; "Ben onun-bunun çocuğu ile konuşmam!" cevabıyla iyice şaşırır! Tekrar ısrarla bu sözün anlamını sorar. "Annem senin anneni dün, kerhânede görmüş!" cevabına; "Senin annen, kerhânede ne arıyormuş?" sorusu, iki sessiz suçlu meydana çıkarmış!

21.yy. Haçlısının tamahkâr saldırılarına muhatap, aciz Müslüman Arap ülkelerinden seçim propogandası yapan "Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi" Eş Başkanı Başbakan, 28 Şubat 2011'de; "NATO, Libya'ya müdahele etmeli midir? Böyle saçmalık olabilir mi ya? NATO'nun ne işi var Libya'da?" diye Kılıç Arslan'ca kükremişti! Ve tam üç hafta sonra 21 Mart 2011'de "NATO; Libya'nın Libyalılara ait olduğunu tesbît ve tescîl için oraya girmelidir!" diye Damat Ferit'çe diplomatik bir nutuk buyurdular!

NATO; yayılmacı Sovyet tehdidinden korunmak amacıyla kurulmuş bir birlik değil miydi? NATO'da oluşumuz, Sovyetler dağıldıktan sonra da kalışımız, yıllarca sorgulandı sorgulanmasına da hâlâ NATO'dayız ve Libya'ya girmesi istenen Haçlı ile birlikteyiz!

21 gün önce ve sonra söylediğinden hareketle; "Müslümansan Haçlı ile birlikte Libya'da ne işiniz var? Müslüman değilseniz, milleti Allah ile aldattığınız yetmedi mi?" sorusuna cevap var mıdır?

Haçlı ile birlikte Libya'ya demokrasi götürürken kendi sınırlarımız içindeki "Sivil İtaatsizlik" adıyla başlatılan demokratik kalkışmaya ne yapacaklar? Libya harekatının karargahı İzmir'de bulunan Haçlı ile birlikte, Güneydoğu'nun da demokratik bomba istihkakı var mı acaba?

Kelin dermanı varsa neden kendi başına sürmez? Demezler mi adama?

TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 25, 2011

ŞEFFAF SEÇİM SANDIĞI BOMBASI!...

"Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi"nin Eş Başkanı Bush önderliğindeki "Yeni Haçlı"nın, 21.yy. daki işi: petrol ve altın gibi zenginliği olan özellikle müslüman ülkelere demokrasi götürmek!
Yüzlerce yıl din-mezhep adına, para ve mülk gaspı adına, petrol uğruna, altın uğruna birbirini boğazladıklarını klasiklerinden öğrendiğimiz insanlık tarihinin yüzkaraları; müslüman ülkelere demokrasi götürmeyi iş edinmişler!
Yüzlerce yıl "Haçlı Birliği" adıyla, defalarca saldırdıkları müslümanlara "Evrensel İnsan Hakları"na uygun soykırımlarla demokrasiyi götürmeyi görev edinmişler!
ABD'nin kendi icadı Usame Bin Ladin'i bitirmek için, "İkiz Kule"lerini kendileri patlatıp terörizmden Afganlıları kurtarmak uğruna onbir yıldır siviller çoluk-çocuk demeden demokratik bombalarla eğitiliyor!
Sekiz yıldır yine ABD'nin icadı Saddam'dan Iraklıları kurtarmak için yapılan fedakârlık(!)lar ortada! Öldürülen bir milyon insan bir yana, yüzbinlerce müslüman kadına-kıza tecâvüz edilerek demokrat bebekler üretildi! Bu insani başarılarından dolayı Türkiye'nin dinci siyasileri ve Haçlı Müslümanlar'ından dua aldılar!
"Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika"nın korumalığını vermek üzere kurdurulan Korsan Devlet İsrail'le birlikte, onlarca yıldır Filistinlilere revâ görülen demokratik-insanî işkenceler ortada!
Haçlı Avrupalı'nın işgalinden yeni kurtulmuş Kuzey Afrika ülkelerine demokrasi götürmek için organize demokratik halk hareketleri ve muhaliflere destek için yağdırılan demokratik bombaları, naklen izliyoruz!
Bizde de yıllardır "Dolma Kalemler"ce koro halinde tekrarlarla şuuraltına kazınan "halklar, halkların eşitliği, halkların kardeşliği, halklara özgürlük" zırvalarıyla demokratik denemeler yapıldı, yapılıyor, yapılacak!
Onar yıl aralarla müdahele ve darbelerle; milletlikten halklara ayrıştırılan ülkemizde "evrensel insan hakları"na uygun kardeş kavgaları yaşadık!
Ne hikmetse kardeş boğazlamadan bir türlü gelemeyen demokrasi ve demokratik haklar uğruna; ülkücü-devrimci diye birbirimizi boğazladık; yarıştaki ABD ve SSCB taraftarı partiler, sağcı-solcu maskesiyle kardeş kanlarından oy çıkardılar!
Milletlikten halklara ayrıştırılan ahali arasında sünnî-alevî çatışmaları izledik! Kardeş kardeşi boğazlarken de yine sağcı-solcu partiler, bu kardeş kanlarını da oya tahvil ettiler!
Otuz yıldır da milletlikten halklara ayrıştırılan ülke sakinleri arasında Türk-Kürt çatışması çıkarılmak isteniyor! Önümüzde de seçim var!
Haçlı patentli dayatma-dikte "geceyarısı yasaları"yla zemini hazırlanan, sipariş demokrasi uğruna seçim sandıklarına gidilecek!
Ülkenin bir bölgesinde "PKK Sıkıyönetimi" var! Daha fazla demokrasi için "Sivil İtaatsizlik" başlatıldı! Seçim sisteminin boşluğundan faydalanarak Meclis'te grup kuran PKK'lı vekil sıfatlı dokunulmazlar, polis tokatlıyor-taşlıyorlar! Sırada "demokrasi şövalyelerinin" başına çuval geçirerek rencîde ettiği ordu mensupları var!
PKK'lılıktan tutukluyken dokunulmazlaşan demokratik katil temsilcileri, PKK Sıkıyönetimi'ndeki yerlerde, demokratik direnişe başladılar! Dokunan da yanıyor!
Devleti temsîlen tokat yiyip önünü ilikleyen Güvenlik Görevlisi, İçişleri Bakanı tarafından tebrîk ediliyor ve 21.yy. Haçlı Şövalyeleri de adım adım direniş bölgesine yaklaşıyorlar!
12 Haziran'a kadar daha ne demokratik direniş(!)ler göreceğimiz belli değil! Seçime mi yoksa demokratik savaşa mı gidiyoruz belli değil!
"Geniş Ortadoğu ve Afrika'nın Kuzeyi Projesi"nin Eş Başkanı, Başbakan da Arap ülkelerinden seçim propogandası yapıyor!
Sandık değil uzaktan kumandalı bomba mübârek! İthal Haçlı Demokrasisine de çok yakışıyor haspam! Bir de şeffaf yapılacak ki her yanı, her yandan görülsün diye!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN