Cuma, Eylül 30, 2011

GÂZİ MECLİS'TEN SÜRREALİST TABLOLAR...

"Alıştıra alıştıra, hazmettire hazmettire; Kanlı mı, kansız mı olacak?;Devletin kılcal damarlarına sirâyet edinceye kadar; YÖK'ten türbana esas duruş; "Ne zaman?" sorusuna; "Hilmi Özkök Genel Kurmay Başkanı olduğu zaman" askeri vesâyetin biteceği cevabı; "Demokrasi amaç değil araçtır. İstenilen durakta inilecek tramvaydır." tanımları; "Her On Kasım'da sap gibi durma"lar; "Sen ne mutlu Türk'üm diyene dersen birileri de ne mutlu ben bilmem neyim der"ler; "Biz düzeltmezsek birilerine gelip düzeltme hakkı tanırız!" öngörüleri; öğütler, tahrîkler, tehdîtler, sızlanmalar; camilerde, cemaat evlerinde, tekkelerde, yeraltında kinli örgütlenmeler ve "Laikliğe karşı odak olmak suçu" sabit görülerek cezalandırılıp Hazine'den verilen paranın bir kısmına el koyularak sabıkalananlar ve ABD'yi temsîlen "Arap Baharı" teftişinde; "Ben laik değilim ama laik bir ülkenin Başbakanıyım." övünmeleri!...
Şühedâ emâneti, tam bağımsız bir ülke ki:
"Hareketi berâber kurduğumuz kardeşim", Cumhurbaşkanı;
"Laik olmadan laik bir ülkenin Başbakanı", aynı zamanda BOP Eş Başkanı;
ABD'nin "Bizim çocuklar"ın başı Netekim General'in Avukatı, TBMM Adâlet Komisyonu Başkanı;
Bebek katili İmralı sâkini, darağacı artığı şerefsizin Avukatı, BDP Eş Başkanı;
Kapatılan BDP'nin son genel başkanı, -soyadı- Türk, DTK Eş Başkanı;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin verdiği pembe kimlikten kadın oldukları varsayılan, nerelerine bakılsa kıpkırmızı mâsum kanı görülen, Kandil ve İmralı kuryesi vampirler BDP Eş Başkanı!...
Başkan, baş başkan, düş başkan, eş başkan, keş başkan, leş başkan, şeş başkan... "Anam ban kör dedi, gelen geçene vur dedi" oyunundaki gibi gözünü kapatıp, yumruklarını sıkıp, etrafında fır dönecek birisi, istemediğiniz kadar eş başkana vuracak! Ne tarafa dönse, -yumruk- sallasa eş başkana değecek!...
Başımız işgâlde, nasırlı ayağımızı ayakkabı sıkıyor!
Bağımlılar, bağımsızlar; millîler, gayr-ı millîler; eş başkanlar, düş başkanlar; devletçiler, milliyetçiler; statükocular, devrimciler; şehitlere ağlayanlar, PKK leşine yas tutanlar; asker-polis vuranı alkışlayanlar, asker-polis tokatlayan-taşlayanlar, cenâzeden cenâzeye 'Şehitler ölmez, Vatan bölünmez' diyenler; şerefliler, şerefsizler; Cumhuriyet'le hesaplaşanlar, 'Atatürk'ün Partisi' olmakla -sadece- övünen Atatürkçülükten geçinen cumhuriyetçiler; milliyetsiz milliyetçiler, Gâzi Meclis'te toplanacaklar!
Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarak Türk Milleti adını alan Türkiye halklarının Millet Vekili ûnvanı vererek Gâzi Meclis'e gönderdiği 550 kişiden, 549'u; benzer edâlarla, benzer kıyâfetlerle, emsâl dokunulamazlık -millete karşı- zırhıyla Gâzi Meclis'te olacaklar!...
Bir kişi hâriç! Mersin'in ne kadar övünse az kalacağı, bir "Yörük Efe" hâriç! İsa GÖK namlı yiğit hâriç, fotokopi karakterli 549 kişi Gâzi Meclis'te olacaklar!...
Hele evlere şenlik; BOP Eş Başkanı Başbakan'ın; "Ben bu konuda daha önce BDP'nin Meclis'e geleceğini söylemiştim. Aynısını CHP için de söylemiştim. Tükürdüğünü yalatmıştım!" dediği PKK'nın siyasallaştırılarak AKP tarafından "asla dokunulamaz"laştırılan "Has..tirin! Sana ne lan! Bizden korkun!" vecîzeleriyle özerklik ilan edenler; Gâzi Meclis'te, Türk Milleti'nin kalbinin kalbi Meclis Kürsüsü'nden; "Devletin varlığını ve bağımsızlığını, yurdun ve milletin bölünmezliğini, halkın kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demoktratik, laik ve sosyal hukuk devleti ve Atatürk ilkelerine bağlı kalacağıma, ... namusum, şerefim üzerine and içerim." diye yalan yere yemîn edecekler! "Has..tirin! Has..tirin!"
Sonra; şerefliler, "şerefsizler" hep berâber, bölünmezliğini koruyacaklarına yemîn ettikleri ülkenin bölünmesini yasallaştıracak olan, hafif meşrep ana'nın yasasını yapacaklar!
"Türkiye sadece Türklere bırakılamayacak kadar kıymetlidir.", "Vatanı bir çift kadın memesine satarım." diyen entellerin; "Babalar gibi satarım." diyenlerin; referandumda "Hayır" diyenleri "İki cihanda yüzü kara" ilan edecek kadar iffetli bir sahne ve kucak sosyetiği, kargalığa terfi etmiş serçe kılavuzluğunda; Türkiye'den kaçarak vatan bildikleri yerlerde geberen katil artistlerin, bölücü entel Kürtçü hâinlerin aydın önderlikleriyle AKP rehberliğinde; "Referandum sonrası MHP'de tsunami" kehâneti sahibi İyimaya'nın müthîş Hukukçu tecrübeleriyle hep berâber; "Ya Allaaah! Bismillaah! Durmak yok! Yola devâaam!" komutuyla Anayasa yapacaklar!
Tek başıma da kalsam, kabûl edersem nâmertim!...
"Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir
Davransana! Eller de senin, baş ta senindir!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 29, 2011

VUR ABALIYA!...

Sözlüğe göre adâlet: hakka riâyetkârlık, hak tanırlık, doğruluk, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme diye biliniyor. Adâlet sağlayıcının yani hukuk adamının; aklı ve vicdânı her zaman iş başında olmak zorunda. Vicdân; aklen ve hissen fıtrâti kurallara uygun çalışırsa içsel bir denge sağlar, nefisleri tahrîk etmeyen sonuçlara varır. Vicdân, yaratılış kurallarına uymayan şeyleri reddeder.
Bir "Hak'kın Hukuku" bir de "Hukuk'un hakkı" olduğunu biliyoruz. Ülkemizde hukuk adamlarının görevlerinin en başında "Hukuk'un hakkı"nı savunmak görünüyor. "Hak'kın Hukuku" sonraki sıralara düşüyor ve adâlet sağlanamıyor ve "Hak'kın Hukuku"nu savunmak için tek yol olan kavga-dövüş başlıyor! Hukukun hakkı için suçsuz insanlara sadece Kürt olmaları nedeniyle dışkı yedirir, binlerce can alan bir bebek katilini cezalandırmaz-asmazsan, "Hak'kın Hukuku", savaşı başlar!
Hırsızlık yapan Fatima adında bir kadın Hz. Peygamber(s.a.v.)'in huzûruna çıkarıldı. Suçu sâbit olduğu için Hz. Peygamber onu cezalandıracaktı. Fakat Mekke’nin ileri gelen bir kabilesindendi. Bazı kişiler kadının cezalandırılmaması için Peygamberimizin çok sevdiği Hz. Üsâme’yi aracı olarak gönderdiler. Bu duruma kızan ve üzülen Peygamberimiz yüksek bir yere çıkarak şu konuşmasını yaptı: "Ey İnsanlar! Geçmiş milletlerin ne yüzden yollarını sapıttığını biliyor musunuz? Onların asilzâdeleri bir şey çalarsa onu cezalandırmazlar, itibârı az olanları çalarsa onu cezâlandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki böylesine âdi bir işi o Fatima değil de kızım Fatima yapmış olsaydı onu da cezalandırırdım." (Buhari-Hudûd-11)
Hz. Peygamberimiz(s.a.v.)'in bu örnek uygulamasını ve Fatih'in; "Sürünün selâmeti için alaca dananın katli vâciptir." fetvâsıyla kardeşini boğdurmasını hatırladım, kıyasladım! "Kurunun oduna yaş ta yanar." tehlikesinin, adâletle nasıl önlendiğini hatırladım.
Nüfusun nerdeyse 1/5'inin yaşadığı İstanbul Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı'nın; "
Bir masumu cezalandırmaktansa on suçlunun cezasız kalması evladır." şeklinde ifâde ettiği adâlet anlayışı, dünden beri beynimi zonklatıyor!
Fatih'e kardeşini boğduran; "Sürünün selâmeti için alaca dananın katli..." adâleti ile suçluluğu tespit edilemeyen biri yüzünden onlarca PKK'lının, İnsan hakları'ndan faydalandırılarak cezâsız kalmasına razı olabilecek bir vicdânın varolabileceğini düşünerek daraldım!
Acaba; Hükûmet'in görüşmediği yüksek sesle söylenen; görüşüldüğünü ispatlamayacakların "şerefsizlik"le suçlandığı; Devletin herkesle, MİT'in şeytanla bile görüşebileceğine cevâz veren adâlet anlayışı da benzer vicdânlardan mı mülhem?
İslâm adâletini, Hristiyan Haçlı'nın dikte yasalarıyla sağlamak mümkün mü? "Allah'a yemin ederim ki böylesine âdi bir işi o Fatima değil de kızım Fatima yapmış olsaydı onu da cezalandırırdım." uygulamasıyla; "Şeytanla da görüşür. Görüştürdüğümüz adamımızdan da kolay vazgeçmeyiz." vicdânının bir benzerliği var mıdır? Var da ben mi göremiyorum?
Suçlu-suçsuz, görevli-görevsiz, korucu-eşkiya, resmî-sivil, öğretmen-öğrenci, imam-cami cemaati, asker-polis-hemşire-öğretmen-işçi-köylü farkı gözetmeden kırk bin insanın ölümünden sorumlu ve suçu sâbit bir zâlim câninin, emrine tahsîs edilen bir adada özel bakıma tâbi tutulması adâlet anlayışı; "Bir suçlu yakını cezalandırmaktansa on suçsuz ötekinin fedâsı evlâdır." yorumundan mı kaynaklanıyor? Silivri'ye, Hasdal'a ve İmralı'ya bakarak bu mukayeseyi yapmaya zorlanan aklımın günâhı ne?
Yıllardır suçları tespit edilemeyen Sevgi Erenerol'un, Kemal Kerinçsiz'in, Müyesser Yıldız'ın, M. Levent Göktaş'ın adlarını ağızlarına almayan, sadece kendilerinden iki Gazeteci üzerinden feverân eden taraftarlık ta, AKP adâletiyle aynı davranış değil midir?
Yarın Gâzi Meclis'i bir daha murdarlayacak, inanmadıkları yemini tek ayaklarını kaldırmadan papağanca tekrarlayacak olan siyasallaşmış PKK'lılarla sövüşerek sağlanan müzâkere sonucuna mı hazırlanıyoruz?
Bir "Evet"le milletin ipini kendine çektirmek, bu değil midir? 12 Haziran Seçimleri'ne "Evet" destekli girenlere; Devletimizi, Cumhuriyetimizi, üniter yapımızı, Vatan Bütünlüğümüzü sorgulasın-yargılasın-cezalandırsınlar diye yetkiyi biz vermedik mi?
Hormonlu demokrasi ile beslenip devleşmelerini sağladığımız cüceler, yılların birikmiş kin ve öfkesiyle saldırıyorlar, saldıracaklar, gönümüzü soyacaklar! Ne yaparlarsa yapsınlar, iki kişiden birine ve "Evet"çilere az bile! Yapılan çok ta insafsız değil! Hiç değilse Çolakkadı'nın bire onuna karşı, bire bir vesselâm...
"ZULM İLE ÂBÂD OLANIN ÂHİRİ BERBÂD OLUR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Eylül 28, 2011

BANA NE BOP'TAN, EŞ BAŞKANI'NDAN!...

Haçlı taşeronu PKK görevini yapıyormuş, AKP de görevini yapacakmış!
Devlet herkesle, MİT, PKK ile hatta şeytanla da görüşürmüş ama Hükümet görüşmemiş, görüşmezmiş! Hakan Fidan, Başbakanlık Müsteşârı'yken ve Başbakan'ı temsilen görüştüğünü söylerken demek ki Türkiye'de Başbakan başkasıymış!
PKK kudurmuş saldırıyor! Her yerde, sivil-asker-polis-hamile-çocuk demeden katlediyor!
Nerede, ne zaman, bomba patlayacak bilinmiyor! PKK'da, Hükümet edenler de Türk Milleti'nin korktuğunu zannediyor!
İstihbârat Teşkilâtı'nın başka işleri var! Onlar Devlet adına PKK ile görüşmeye devâm edecekler, Başbakan da siyâseten siyâsallaştırılmış ve "asla dokunulamaz"laştırılmış; "Has..tirin! Sana ne lan? Bizden korkun!" diye pervâsızca böğüren yemînsiz, Özerklik ilan etmiş bölücülerle müzâkereye devâm edecekler; çocuklarımız, Mehmetçiklerimiz, polislerimiz, kadın-çocuk-hamile sivillerimiz de şehît olmaya devâm edecekler! Oooh be! İstikrârımız var!
Artık AKP'ye, kurmaylarına, BOP Eş Başkanı'na, Domino Etkisi'ne, Arap Baharı'na, Arap ülkelerinde ABD tarafından kurdurulan hiç bir Adâlet ve Kalkınma Hareketi'ne muhalif tek kelime etmeyeceğim!
Biliyorum ki kaale almıyorlar! Görüyorum ki "Dediğim dedik, çaldığım düdük" kararlılığıyla "Yola devam" ediyorlar! Bizim ölerek vatanlaştırdığımız topraklarımızı "babalar gibi" satıyorlar!
Yandaş Dolma Kalemler, AKP vuvuzelası televizyonlar, bizi dolayısıyla milleti ve milletin söylendiklerini duymazdan geliyorlar! İleri Demokrasi sâyesinde "Özerklik"i, PKK'lılara -Erdoğan'dan habersiz- Devlet'in önerdiğini de yemînsiz dokunulamazlar söylüyorlar ve bütün bunlara rağmen bugün sandık koyulsa % 60 oy alacaklarını söylüyorlar! Buna da inanıyorlar! Tenkit edeni gözaltına aldırıp "tutuklulukla ceza"landırıyorlar!
Ben niye kendilerinden başkasını "Allah yarattı" demeyenlerle hasım olayım ki? Benim işim başka! Benim işim, mensûbu olmaktan iftihâr ettiğim Türk Milleti ile!
Ben Millete sesleneceğim! Ta ki sesimi duyurana kadar! Yetmiş beş milyon nüfuslu bir ülkede haftada bir iki gün, 55.000 - 60.000 kişiye ulaşabilsem de Milletime sesleneceğim!
Birileri gibi "Azîz Milletim" diye kimliksiz bir hayâli ümmete de değil, Türk Milleti'ne sesleneceğim! Haçlı dünyanın hâlâ gözlerini kapattıklarında karabasanı olduğundan asla endişem olmayan "Allah'ın askerleri" sıfatlı Müslüman Türk Milletine sesleneceğim!
Türk Milleti!
Allah(c.c.); "Ey iman sahipleri! Kendi dışınızdakilerden bir kimseyi sırdaş edinmeyin. Sizi sarpa sardırıp perişan etmekten çekinmezler. Size sıkıntı verecek şeyi pek severler. Ağızlarından nefret ve öfke taşmaktadır. Göğüslerinin saklamakta olduğu ise daha büyüktür"(Âl-i İmrân-118) diye bizi uyarmıyor mu? Biz îman edenlerden değil miyiz?
Mehmet Âkif; 1920'de Kastamonu Nasrullah Cami'inden Enfâl-46. Âyeti açıklayarak; "Ey Müslümanlar! Birbirinize girmeyiniz. Sonra kalblerinize meskenet, korkaklık, acz, bezginlik çöker de devletiniz, şevketiniz, kudretiniz, kuvvetiniz hepsi elinizden gider." diye seslendiğinde bize de seslenmemiş mi?
Haçlı'nın; Afganistan'da, Karabağ'da, Balkanlar'da, Filistin'de, Irak'ta, Kerkük'te, Telafer'de, Sudan'da, Libya'da, Mısır'da, dünyanın neresinde Müslüman varsa oralarda yaptığı zûlme Allah'ın rızası olabilir mi?
Allah'ın; "Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın." (Tevbe-29) dediği Haçlı askerlerine dua edenlerden, Haçlı ile birlikte müslüman ülkelere asker gönderenlerden Allah râzı olabilir mi?
"Evimizin Evi Vatan" tehlikede görmüyor musun? Devletin, Vatanın olmazsa "Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şühedâ" tarifli bu Müslüman Türk yurdunda "inleyen" Ezan-ı Muhammedi'nin; Irak'ta, Libya'da, Filistin'de, Balkanlar'da okunandan bir farkı kalır mı?
Gâzi Milletim! Mücâhit Milletim! Şühedâ ahfâdı Milletim! Allah aşkına bana kulak ver! Milletliğimizi; Haçlı'ya, işbirlikçilerine, Haçlı Müslümanlar'a yumrukça çelikleşerek, Türkleşerek gösteremezsek Devletimiz tehlikede! Allah aşkına, Muhammed(s.a.v.) aşkına, Kur'an hakkı için beni duy! Yoksa biz ölmeğe, Haçlı gülmeğe devâm edecek vesselâm!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Eylül 26, 2011

VATAN DA BİZİM, UĞRUNA AKAN KAN DA!

Susun Beyler! Susun!
MİT'le PKK'nın görüşmeleri devâm etsin! Susun! "Hem silahlı mücâdele, hem siyâsi müzâkere devam" etsin! Susun!
Ankara, İzmir, Mardin, Antalya, Sinop, Konya, Şırnak'taki Şehit evlerine ateş düştü, Türkiye'nin dört yanındaki akrabalarının, arkadaşlarının, komşularının evlerine de şivân düştü! Susun!
Gazze'ye destek vermeyelim diyen yok! Filistin'i sahipsiz bırakalım diyen yok! Ama önce mescîdin içi değil mi? Her gün üçer beşer, vatanlaşsın diye toprağa düşen Aslanlar da müslüman değil mi? Susun!
Kimse bilmese siz de, biz de biliyoruz ki susasınız diye BOP Eş Başkanı'sınız! Domino etkisiyle adım adım tamamlanan Okyanus Ötesi kurgulu "Arap Baharı"na destek veresiniz diye, müslüman kanlarıyla baharca çölün kırmızıya boyandığı bütün Müslüman ülkelerde ABD'nin kurdurduğu, desteklediği, finans ettiği bütün muhalif güçlerin adının "Adalet ve Kalkınma Hareketi" olması tesâdüf(!)ünü duyan yok farz ederek susun!
Kendi sınır güvenliğimizden vaz geçtik, şehirlerde can güvenliği yok, biz "Dünya Lideri" pohpohlamalarıyla Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi gereği, 22 ülkenin sınırlarının değiştirileceğini ve bu ülkeler içinde bizim de olduğumuzu bile bile "Arap Baharı" uygulamalarına destek verelim! Susun!
Milletin de artık sustuğunu fark ediyor musunuz? Millet artık şehîdinin ardından "Vatan sağ olsun" demiyor farkında mısınız? Abdulhak Hamit; "Türk milleti söylemez, söylenir!" demişti. Artık millet söylenmiyor bile farkında mısınız?
Nerden farkında olacaksınız ki? Daha ülkeye teşrîf etmediniz ve bulunduğunuz yerlerden bombaların sesini, mermilerin sesini duyamıyorsunuz! Bizimki de soru mu yani? Belki milletin suskunluğunu da kahpe teröristlerin zannettiği gibi korktuklarına yorumluyorsunuz! Susun!
Delik deşik kevgire dönüştürülmüş sistemin açığından istifâde ile dokunulmazlık zırhına bürünen, sizin "İleri Demokrasi" ve "Açılım" projeleriniz sayesinde "asla dokunulamaz"laşan, demokrat teröristlerden bir kadın müsveddesi; "Bizden korkun!" diye tehdît etsin! Duymayın, susun!
Bir başka "asla dokunulamaz"laştırdığınız" biri, Bakanınıza hitâben; "Sana ne lan? Senden mi soracağız?" diye fırça atsın, duymazdan gelin, susun!
Şehîtlerden bahsedenleri; "Kandan geçinenler!" diye ithâm edin! Silahla sizi yendikleri zannına, Oslo Müzâkeresi'nde MİT Müsteşar Yardımcısı'nın söyledikleriyle kapılan, şımardıkça şımaran kuduzlarla "müzâkere"nin devâm edeceğini söyleyin, susun!
Mahkeme kadıya mülk değil Beyler!
Bu millet, bu kadar zavallı, bu kadar âciz değil!
Millet vekili diye seçip Gâzi Meclis'e gönderilen 550 - 36 = 514 kişiden sadece CHP'den seçilen İsa Gök hâriç hiç kimseye itimat kalmadı! Susun!
Cezaevlerinde; Gazetecilerden, yazarlardan, madalyalı kahramanlardan ve NATO Generallerinden adli suçlulara yer kalmadı! Susun!
İşbirlikçi, hâin, teslîmiyetçi Dolma kalemler'den bazıları "Türk Baharı"nı telâffuz etmeğe başladılar duydunuz mu? Susun!
Siz de susun! Muhalefet te sussun! Susun seyredin sadece yanan yürekleri, sönen ocakları, bombalanan Başkenti, bombalanma hazırlığındaki hastaneleri... Siz sustukça millet te susuyor farkında mısınız?
Bu suskunluk, fırtına öncesinin sessizliği olabilir mi?
İş başa düştüğünde "Demirci Efe"ler sabanı bırakıp çiftesine sarılmaz mı zannediyorsunuz?
Siz yasakladınız diye millet Türklüğünden, vatanından, emânetlerden vaz mı geçer zannediyorsunuz? Çin vaz geçirebildi mi Türkistanlıyı Türklüğünden? Sovyetler vaz geçirebildi mi 70 yılda Türkleri Türklüğünden, İran vaz geçirebildi mi Güney Azerbaycanı Türklüğünden? Musul'da-Kerkük'te-Telafer'de Arap baasçılar vazgeçirebildi mi Türkmeni Türklüğünden? Balkanlar'da vaz geçen var mı ki sizin yasaklarınızla Rumeli'yi Türkiye'leştiren biz vaz geçelim Türklüğümüzden!
Siz susun! Susmaya devâm edin! Siz susmaya biz, söylenmeğe devam edelim!
Günü geldiğinde Türk'ün azâmet, celâdet ve celâletiyle Millet konuştuğunda, sizi de daha önceki demokratik şımarıklar gibi sandıkta susturduğunda konuşsanız da kâr etmeyecek! Susun! Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın diplomatik "Bahar" gezileri süresinde can verenlerimizin ailelerine başsağlığı dilemekten utanır olduk! Allah sabırlar versin! İnâdına vatan sağ olsun!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN SÜTÜNDÜR."
Selâm,sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Eylül 25, 2011

YARALI SAVAŞÇI, CAN ALICIDIR!...

Önce parsel parsel böldüler, sonra dönüm dönüm işgal ettiler zihnimizi!
Milletlikten halklığa, halklıktan aşîretliğe, aşîretlikten aileliğe ve nihâyet ailelikten de fertliğe indirildik! Süzüle süzüle dibe çakıldık!
Biz bu paraşütle düşüşü ilk defa yaşamıyoruz! Aslında bizim bu yavaşça inişimizi, uçurumdan itekleyerek parçalanmamızı isteyen müttefik(!)lerimiz pek sevmiyorlar! Defalarca zerk ettikleri zehirlerle öldürülemeyen, "hasta adam"lıktan yaralı aslanlığa geçen; defalarca cephânesiz-silahsız hatta bütün askerleri terhîs edilmişken "Yedi Düvel" adlı Haçlı'yı târ u mâr eden Türk Milleti'nden korkuyla nefret ediyorlar! Bu öfke ondan!
Tarihten bildikleri ve bizzat yedikleri Türk tokatlarının unutulmayan acısıyla; onlar da, biz de biliyoruz ki düşmeden kalkılmaz! Onlar da, biz de biliyoruz ki zulmet kalıcı değil! Onlar da, biz de biliyoruz ki yaralı savaşçı can alıcıdır!
Parmağı kesilen savaşçı ile, büyük yaralı savaşçının saldırısı farklıdır! Parmağı kesik savaşçı, kanama olmasın diye kendini koruyarak savaşır ama kan kaybeden savaşçı, ölmeden kendini yaralayanı öldürmek için Azrâilce saldırır!
Memleket kan gölü! Şehirler yangın yeri! Cumhurbaşkanı ve Başbakan hâlâ gezilerinde AKP'nin iç çekişmesinde ellerini güçlendirme gösterilerine devam ederken; müttefik(!)lerce kudurtulmuş, psikopat şerefsizler kalleş-kahpe saldırılarına devam ediyorlar!
Televizyon ve gazeteler ya satın alındılar, ya korkutuldular!
ABD ile AB adlı Haçlı Birlikleri, dünya ticaretinde para birimi dolar mı, euro mu olsun çekişmesinde; pazar ülkelerde taşeronlar besliyorlar! Bir zamanlar; "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer." diyenin yerine ikâme edilen; "Diyarbakır, Büyük Ortadoğu Projenin yıldızı olabilir." diyenle; "Biz düzeltmezsek birilerinin müdahelesine zemîn hazırlarız." diyenler, nöbet yeri değişmiş gibiler! AB'ci bilinen, BOP Eş Başkanı sıfatıyla Amerika'da; ABD'ci ise Avrupa'da!
Devletin kalbinde bomba patlıyor! Onlarca can kaybı ve yaralımız var! Bir kaç ilimizde eş zamanlı isyanlar, saldırılar var! Bu can yakıcı saldırıların yapıldığı gün, PKK'nın siyâsallaştırılmış ağzından yellenenlerinden biri; "Bizden korkun!" diye tehdît savuruyor! Güvenlik Güçlerimizin olağanüstü korumalarında ağzından salyalar saçarak tehdit savuran bu kuduza tepki veren Millet, polislerce engelleniyor! Bu gidişat, gidiş değil!
Türk Milleti yaralandı! Yaralanınca öfkelenir! Yarası ağırsa yıldırımlaşır, şimşekleşir, kıyâmetçe çakar! Türk Milleti; işbirlikçi Damat Ferit'lere, hain Nemrut Mustafa'lara, Ali Kemal gibi kiralık dolma kalemlere, değişen-gelişen entellere yabancı değil!
Türk Milleti; İstanbul'da işgâlci İngilizleri çengilerle, çalgılarla karşılayan paryalara; İzmir'i işgâl eden Yunanlıları göbek atarak karşılayan hristiyanlarına yabancı değil!
Türk Milleti; Mehmet Ârif Bey'in; "Hristiyan teb'amız şöyle dursun, devletimiz Türk, Arnavut, Kürt, Arap gibi müslüman kavimlerden teşekkül ettiği halde, vatanın müdafaası ve islâmiyetin muhâfazası, on iki milyonluk Türkçe konuşan ahâlimizin hamiyetli omuzlarına yüklendi." tarifiyle övünen bir milletin ahfâdıdır! Bu millet; şühedâya, emeklere, emânetlere sâdıktır!
Bu millet, öfkelenirse burnundan solur! Her soluğuyla üstü küllenmiş Türklük ateşini alevlendirir! Alevlenen, coşan Türklük ateşi başta hainlerini, sonra da düşmanlarını cehennemce yakar, kavurur, yok eder!
Öfkeli Türk Milleti'nin burnundan solumasını, yüksek sesle söylenmelerini duymayanları, görmezden gelenleri uyarmamız da Türklüğümüz gereğidir! Türk Milleti, avına da kaçma şansı tanır!
Bu yapılanlar saldırı falan değil! Bu yapılanlar kendi sonlarına doğru koşarak gelişler! Çılgın dalga köpüğü gibi yalçın kayalara çarparak paramparça olmak üzereler! Demedi demeyin!
Sizi; "İçinizden kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah, yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar Allah yolunda tüm gayretleriyle didinirler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar." (Maide-54) şeklinde tarif edilen Milletin öfkesi bekliyor!
Sizi;
"Tasa mıdır yakarsa bir kurşun kalbimizi?
Ne çıkar süngülerle delinirse bağrımız?
Bu kurşunlar, süngüler öldüremezler bizi
Belki diner onlarla ezelî kalb ağrımız" diyen bir inanç bekliyor! Denmedi demeyin!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 23, 2011

BILDIR ÖLMÜŞ BOZ EŞŞEK...

Bazı işler vardır ki yanlışlığını ya hemen anında söylersiniz, ya da söyleyememişseniz, söylememeniz söylemenizden daha yararlıysa o bildiğinizi kendinizle mezâra taşımalısınız!
Aksi halde hür akıl ve vicdânlar sizi ve kuşağınızın tamamını sorgularlar ve haklıdırlar! Romanlarıyla özellikle de "Kutlu Töre" romanıyla ülkücülerin kitaplığı ve hafızalarında yer almış Alper Aksoy'un usta kalemi ve akıcı üslûbuyla yazmış olduğu eski tarihli "Suare İki Film Tekmili Birden" başlıklı yazısı, bazı sitelerde tekrâren yayımlanıyor!
Yazılanlar doğru! Hatta hisselik kıssalar kadar etkili ama Anadolu'da; "Bıldır ölmüş boz eşşek, gelin bugün ağlaşak" derler bu gibi hallere!
Adama; "Şimdiye kadar nerdeydin?" demezler mi?
Yıllarca susarak korkaklara, kaçaklara samîmi ülkücülerin kahraman muamelesi yapmalarına sebeplikte, yıllar önce korkanlar mı, yoksa onların korkaklığını yıllarca saklayanlar mı daha sahtekârdır? Korkaklar, sahtekârlar kıskanılır mı? Kıskananlara; "Haşlağında kalmış!" demezler mi? Bu sohpetleri hemen hepimiz, emsâllerimizle bir araya geldiğimizde yapmışız, yapıyoruz, yapacağız! Keşke yapmasak...
Bazı insanların yaşları gereği yüzlerine "Ağabey" diye hitap etmek terbiye gereğidir ama birileri, gıyâbında bahsedilirken "Ağabey" diye anılıyorsa, o kişi ağabeydir. Biliriz ki Ağabeylik zor iştir. Her babayiğit ağabeylik gömleğini giyemez çünkü can yakıcıdır ağabeylik gömleği!...
Gıyâbında "Ağabey'im" dediğim ve ölünceye kadar da aynı kalacak bir kaç müstesnâ kişiden birinin de bu vesîle ile kulaklarını çınlatacağım.
Aslında çok sık ve iftihâr ederek yaptığım bir iş ama "Ağabeyim" hazzetmiyor fazla iltifâttan! "Doğu'nun Başbuğu" namlı Yılma DURAK adlı, bir Ülkü Devi'nin, "Yılma Ağabeyim"in kulaklarını çınlatacağım bir kere daha...
Makam ve paranın şahsiyetleri gelişmemişlerde yaptığı menfî etkiyi görerek öfkelenmiş ve bazı sahte kahramanları ifşa etmeğe niyetlenmiştim. Hasan Cemal henüz "Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım"ı yazmamıştı. "Yitik Zaman Oyuncakları" adlı bir kitap yazmış, önsöz yazsın diye ve herkesten önce O okusun diye Yılma Ağabeyim'e vermiştim. MHP, Devlet Bahçeli Genel Başkanlığı'nda yeni bir seçime hazırlanıyor ve Başbuğ'un sağlığında Ülkücü Camia'nın canını sıkanlar, aynı tarzlarıyla can sıkmaya devam ediyorlardı! Ben de "Yitik Zaman Oyuncakları"ında bu can sıkanlardan epeycesinin net karakterlerini mış'sız, miş'siz yani rivâyetsiz olarak, bizzat yaşadığım veya gördüğüm olaylardan hareketle anlatmıştım. Beş yüz sayfadan fazla olan ve devamını yazmayı düşündüğüm kitabın taslağını, Yılma Ağabeyim bir gecede okumuştu.
Ertesi gün buluştuk. Önsöz yazmamıştı! Alınmıştım, incinmiştim! Yoksa beğenmedi mi diye utanmıştım! O, kendine has edâ ve üslûbuyla;
- Mustafa Caan! Galemen, üregen sağlık! Çok keyifle okudum. Anlattıklarının hepsi de doğru, altına imzamı atarım ama Bütüne zarar verir Mustafa can! Benim, senin karakterlerini bildiğimiz bu adamları, bulundukları yer ve konumları itibâriyle bir şey zanneden, hatta onları sevdikleri için MHP'li olan, ülkücülüğe heveslenen bir sürü insan var! Onlar incinir, bütüne zarar verir Mustafa can... Sözleriyle aklım başıma gelmişti. Bütün... Bütüne zarar vermek ve ülkücülük!... Ağabeyim her zamanki gibi yine haklıydı ama hevesim de kaçmıştı!
O aralar Hasan Cemal de kitabını bastırınca; "Ey vah! Solcular gene bizden atak çıktı!" diye hayıflanmış ve onları taklit ediyor olmayalım diye kitaptan vazgeçmiştim.
Bu olaydan dört-beş sene sonra yakınlarımın ısrarlarıyla kitabı yeniden elden geçirdim. İsimleri değiştirdim, çoğu olayı sansürledim ve bir bölümünü de yayınevi sahibi Ülküdaşımız Oğuzhan Cengiz'in ricası üzerine çıkarttıktan sonra "Yitik Zaman Oyuncakları"nı yayımlamıştık.
Yılma Ağabeyim'e "Doğu'nun Başbuğu" sıfatını, devrinin en popüler Solcu gazetecilerinden Örsan Öymen'in niye yakıştırdığını da o gün anlamıştım!
NATO Generali rütbeli, ABD'nin "Bizim oğlan" sıfatlısı psikopat "Netekim"in işkencelerine dayanamayarak konuşan kişileri bilmezden gelmeyi, işkenceye dayanamamanın ayıp sayılamayacağını da Yılma Ağabeyim'den öğrendiydik!
Yılma Ağabey; senin ve şahsında gıyâben "ağabey" dediklerimin, öpülesi ellerinizden bir daha öpüyorum. İyi ki varsınız ve şükürler olsun ki sizi tanımak bahtiyârlığına sahibim...
Hâris ve günlük yaşayanlar, hîle ile kumarda belki kazanabilirler ama kumar oynamayanlar asla kaybetmezler! Biz Bayburt'u da biliriz, bıldırın gurbağalarını da vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

VİCDÂNLARDA MED-CEZÎRLER... (Islık Çalan Ok)

Kahr'oluyorum! Dayanılmaz med-cezîrlerin korkunç kıskacında preslenen, hür aklı işkenceye tabi Türklerden biriyim!
Meksika zavallılarının; "Zâlime gücün yetmiyorsa zûlmüne tahammül edeceksin." çaresizliğine benzer hâle küfredesim geliyor! Gözümüzün önünde Müslüman sıfatıyla müslümanlara Haçlı işkencesi uyguluyorlar!
Korkarak zûlme boyun eğmeyip "Ya El Müntekîm" (günahkârlara adâletiyle ceza veren) diye Çalabım'a sığınarak mücâdeleyi seçen Müslüman Türklerdenim.
Zûlmü kaderden saymayan, "Küfrün karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır" hâdis emrini te'vilsiz kabûlle zâlime karşı duran mütedeyyîn Müslüman Türk'ten biriyim.
Dün'le bugün'ün farklı sıfatlı zâlimlerinin uyguladıkları tıpatıp aynı işkencelerine muhatap teslîm olmayan, dönmeyen-değişmeyen fikir savaşçıları safındayım!
Vicdânlarda tâçlanmış millî bir ülkü uğruna Ülküdaşlarının can verişlerini koğuş parmaklıkları ardından izleyen, darağaçlarından esas duruş alan yiğitleri tekbîrlerle uğurlayan; ülküleri uğruna istikbâllerini, ikbâllerini, ömürlerini gönüllü olarak fedâ eden "Millet Fedâileri" bir nesildenim.
Büyük Ülkü'ye varmak için olmazsa olmazın "Devlet" olduğunu, bu yüzden "Devlet" adıyla yapılan insanlık dışı adiliklere rağmen her şartta "Devlet-i Ebed-müddet" diyen, Devlet Gücü'nü zorbaca-sahtekârca-kalleşçe-darbeyle elde eden ve bu güçle psikopatlaşanları yüreklerde ve kamu vicdânında lânetle cezâlandıran, Devlet'inden asla küsmeyen, Devleti'ni başka devletlere şikâyete asla tenezzül etmeyen, asla şikâyetlenmeyen 'Çile Âbideleri'ni tanıyorum...
Sıradan insanların, dinci takıyyecilerin, "Allah İle Aldatan"mürâilerin dayanmaları asla mümkün olmayan dayanılmazlara, tevekkülle direnen "Mütevekkîl dindâr ülkücüler"i biliyorum...
Îmanları gereği dincilerle, vicdânları gereği eyyâmcı takîyyecilerle, damarlarındaki asîl kan gereği soysuzlarla-nesepsizlerle, ülküleri gereği 'milliyetsiz milliyetçiler'le, gözü-gönlü tok karakterleri gereği piyango ikrâmiyeleriyle büyüdüklerini zanneden cimri-pinti cücelerle mücâdeleden haz duyan 'Fakir Ülkü Devleri'ni biliyorum...
Bir yanda dünyanın son Müslüman-Türk İmparatorluğu'nun kültür mirâsı, bir yanda bu imparatorluğa duyulan Haçlı Hristiyan düşmanlığını Türk kimliği ile tek başına göğüsleyen, Türk Devleti'ni kurarak milletleşen Türkiye Halkları'nın Türk Milleti Vakârı'yla duruşu...
Bir yanda parçalanmış, paylaşılmış, yok edilmiş bir imparatorluk molozlarından müstâkil bir Türk Devleti çıkaran millî irâde, bir yanda gûya İmparatorluğu ve hilâfeti savunurken Haçlı Hristiyanlarla işbirliği yapabilen "Haçlı Müslümanlar"ın -ne anlama geldiği anlaşılamayan- diplomatlıkları!...
Bir yanda Haçlı Hristiyanlara yenilmiş, teslîm olmuş Ümmetçilik; bir yanda Türk kimlikleriyle hem Vatanın müdafaası, hem de İslâmın muhafazâsını yapan milletin Türk Milliyetçiliği...
Bir yanda idealsiz devletlerin sınırlarıyla istediği gibi oynayan, oynadığı sınırları yok sayan Haçlı Globalizmi; bir yanda, "Vatan seccâdemi serdiğim yerdir" diyebilen teslîmiyetçi-yenik milliyetsiz müslüman geçinenler...
Bir yanda; "Bir çift kadın memesine satarım" diyen vatansız entelle benzeşen "Babalar gibi starım" diyen dinci siyâsetçi, bir yanda; "Ne bir çakıl taşımdan ne de bir Kürdümün saçının telinden vaz geçmem" diyen şühedâ emânetlerine sâdık Türk Milliyetçileri...
Bir yanda binlerce yıllık Türk Milliyetçiliğinin elli yıllık Ülkücülüğünün çok az bir oy yüzdesiyle hayatta kalmayı başarı sayan günlük siyâsiler; bir yanda "Gök çadırımız, Güneş bayrağımız" iddiasıyla kabında fokur fokur kaynayan Türk Miliyetçileri Ülkücüler...
Bir yanda eli tüfeklinin yanında duran av köpeği misâli hedefsiz kalabalık, bir yanda yarasını tek başına otayıp yeni avlara hazırlanan veya tek başına ölümünü bekleyen kurt misâli Yeniden Türk Milliyetçileri...
Şahsen Türk'ten yanayım. Beşerî zûlme baş eğmektense Allah korkusuyla dolu yüreğinde başka korkuya asla yer vermeyen, Allah rızâsı için mücâdele eden taraftayım.
Millet yaşasın diye lâzımsa canı, Bayrak inmesin diye lâzımsa kanı, Ezân dinmesin diye lâzımsa kanı-canı, millî moral bozulmasın diye maddî-mânevî bütün varlığıyla millet fedâiliğine hazır olanların tarafındayım.
Mete Han'ın gerili yayında "Islık Çalan Ok" gibi hedefe kilitlenmiş "Kartal Savaşçıları" safında savaş talimlerindeyim vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 22, 2011

ÖNCE GÜRLEDİ, SONRA GÜLLEDİ!...

Cumhurbaşkanı Avrupa'da, BOP Eş Başkanı Başbakan ABD'de!...
Kürt Açılımı, Demokratik Açılım, Millî Birlik Projesi, Eve Dönüş Yasası, Habur Seyyâr Mahkemeleri, "Has..tirin" iltifâtları; komser tokatlamaların, polis taşlamaların, Özerklik ilan etmelerin şımarttığı psikopat şerefsizler ha bire canımızı yakıyorlar!
Başkent'in Devlet Mahallesi'nde bomba patlatıyorlar! Van'dan, Siirt'ten, Bitlis'ten, Tunceli'den, metropollerin varoşlarından çatışma ve şehit haberleri peşpeşe geliyor! Sivil, kadın, çocuk, asker-polis demiyorlar, polis koleji öğrencisi demiyorlar ha bire şehit ediyorlar!
Cumhurbaşkanı Almanya'da, Başbakan Amerika'da! Dönme niyetleri de yok!
Okyanus ötesinden Obamaların Barak Hüseyin de terörü kınayarak taziye bildiriyor, Erdoğanların Recep Tayyip te! Yandaş Basın da; "Ne zaman Türkiye bir atılıma niyetlense istikrârı ve huzûru bozmak için derin eller bu işleri yapıyorlar." diye vuvuzelalık ediyorlar!
Cumhurbaşkanı, Devlet Mahallesi'nde bomba patlatılıp 3 suçsuz günahsız vatandaşın katledildiği, 30'dan fazla yaralının olduğu katliam günü Almanya'da 30-40 PKK'lının protestosundan korkmayarak inadına konuşmasını yaparak cesaret ve kararlılığını gösteriyor! Terör ve teröriste boyun eğmeyeceğimizden, tehditlere taviz vermeyeceğimizden bahisle "Teröre destek verenler bedelini öderler" diye de Avrupa'ya gürlüyor ve sonra; "Buradan tekrar seslenmek isterim; silahlarını bıraksınlar, dönsünler, gelsinler ve aileleriyle buluşsunlar." diye PKK'lıları güllüyor!
Allah râzı olmasın! "Adalet ve Kalkınma Partisi"nin adâleti bu demek ki! Bu arada kargaşaya sürüklenen bütün ülkelerde ya muhalif bir partinin ya da hareketin adı hep aynı; Adalet ve Kalkınma! Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi dahilindeki ülkelerden önce Türkiye'de sonra sırasıyla Fas'ta, Libya'da, Mısır'da, son olarak ta Suriye'de kurulan bütün muhalif hareketlerin adı "Adâlet ve kalkınma Hareketi" acaba tesadüf mü?
Kanıma dokunuyor! Canım yanıyor ve daha kan gölüne dönmüş ülkesine dönmeyen, psikopat katillere eve dönün çağrısı yapan Cumhurbaşkanı'na ve BOP Eş Başkanı Başbakan'a; "Daha neyle suçlandığını bilmeden, aylardır tutuklulukla cezâlandırılan Kürt Kızı Türk Milliyetçisi Müyesser YILDIZ' da silâhını yani kalemini bıraksa ailesiyle buluşabilir mi? Biliyoruz ki Müyesser YILDIZ kimseyi öldürmediği, öldürmeye azmettirmediği gibi katillerle de hiç bir arada olmadı! Ayrıca Müyesser YILDIZ'ın kitabı da 'Bombadan tehlikeli' değil ki yasaklanmadı ve toplattırılmadı! Müyesser'i de Eve Dönüş Yasası kapsamaz mı?" diye sorulduğunu bildirmek istiyorum! Dahası Müyesser kalemini, PKK'lı silahını bırakır mı?
Oslo Görüşmesi'nde MİT Müsteşar Yardımcısı Hanfendi; "Silahın evet kabul ediyorum belli bir işlevi vardı ve bugüne kadar bir şey getirmiştir." diye Devlet adına silahın yaptırım gücünü kabûl ettikten sonra PKK'lı silah mı bırakır?
Madem bu kadar istekliyiz, madem otuz yıldır kırk binden fazla insanın katlinden mesul teröristlerin insanlık haklarını savunuyor, analarının ağlamasını istemiyoruz, niye Ordu'yu toptan terhîs edip silah bıraktırmıyoruz ki? ABD'nin de, ABD'deki İsrail localarının da, AB'nin de, Kıbrıs Rum Kesimi'nin de, Yunanistan'ın da gönüllerini hoş ederiz! Madem Oslo Görüşmeleri'nde MİT Müsteşar yardımcısı Hanfendi'nin dediği gibi "Metropolleri bombalarla doldurduklarını" biliyoruz, daha fazla bomba patlatmaları için niye Demokrat Teröristleri tahrîk edelim ki?
Avrupa ve Amerika'dan hâlâ dönmeyen Cumhurbaşkanı ve BOP Eş Başkanı Başbakan'a bir Kutadgu Bilig öğretisini tekrar hatırlatalım:
Hakan, halka isteklerini duyurur. İstekleri kısa ve özdür. "Yasalarıma uyun. Verginizi ödeyin. Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin." İlk kurultayda halk cevabını verir; "Yasalarına uyarız ama âdil olursa. Vergimizi öderiz ama gümüşün ayarını düşürmezsen. Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan..." Yüzlerce yıllık öğretiyi günümüze uyarlayarak millet adına yine yüksek sesle sormak isterim:
* Yasalarınız âdil mi ki uyalım?
* Türk Lirası'nın değerini korudunuz mu ki vergi verelim?
* Can ve mal güvenliğimizi sağladınız mı ki dostunuz dostumuz, düşmanınız düşmanımız olsun?
Memleket kan gölüne, yangın yerine dönmüşken kime ne Osmanlı'yı arkadan hançerleyen Filistinlinin devletinden, bağımsızlığından? Kelin dermanı olsa başına sürmez mi?
Ağustos güneşi önündeki kar topusunuz farkında değil misiniz? Bu gidiş iyiye değil! Siz umurumda değilsiniz de Devletin, milletin bekası tehlikede! Biz bu Devleti sokakta bulmadık! Sokağa da teslîm etmeyiz bilmiyor musunuz?
Üzerine ölü toprağı serpilmiş Türk Milleti'ne değil evlerine ateş düşen bütün şehit ailelerine baş sağlığı ve sabır diliyorum. Kahr'oluyorum Allah kahr'etsin...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Eylül 21, 2011

SUÇ, SAMUR OLSA ...

Bu ne ya?
Türk Milleti olarak canımızı yakanları şikâyet edebileceğimiz bir yer yok İleri Demokrasi'nin getirildiği demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinde!... Türk Vatanı'nda Türk'e kıyım var!
Bu gibi istisnâi hallerde aklımıza Cumhurbaşkanı gelirdi, artık gelmiyor! Çünkü "Hareketi berâber başlattığımız Abdullah Gül Kardeşim" sıfatlı biri atandı Çankaya Köşkü'ne ve Başkent'te kan akarken O da yok ülkede!
Hür akıllı, vicdânlı hukukçular tarafından millet adına hukuka gitmek gelirdi aklımıza bu gibi hallerde, artık gelmiyor! Çünkü Anayasa Mahkemesi dahil yargı da yansız ve âdil intibâı vermiyor!
Canımız yandığında, analar ağladığında anaları ağlatanların analarını ağlatırlar diye güvendiğimiz Şanlı Ordumuz aklımıza gelirdi, artık gelmiyor! Çünkü 21.yy. Maltası ve Hasdal tıka-basa hükûmet muhalifi generallerle NATO ve ABD karşıtı madalyalı Türk Paşalarla dolu!
"Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi" dahilinde Ortadoğu'da ABD'nin kurdurduğu bütün siyâsi hareketlerin ve partilerin adının "Adalet ve Kalkınma" olduğunu da öğrenince; son bir yılda Başbakanlık Korumalarına Anadolu'nun göbeğinde saldırılmasını, sınırlar içinde güpegündüz sivil giyimli subaylarımızın kafalarına sıkılarak infâz edilmelerini, karakolların basılmalarını, balkonda çamaşır asan asker-polis eşlerinin kurşunlanmasını, sınırlarımız içinde mayınlanmaları, uzaktan kumandalı bombaların Askerlerin geçişinde patlatılmasını, dünya şehri İstanbul'da parkların bombayla kana belenmesini, toplu taşıma araçlarında insanlarımızın diri diri yakılmasını, sokakların yangın yerine çevrilmesini, demokratik yağmaları, asker-polis tokatlayıp molotoflamaları normalden saymaya, her gün üçer-beşer şehâdeti kanıksamaya doğru giderken Başkentin kalbinde, Devlet Mahallesi'nde bomba patlatıldı! 3 sivil-masum vatandaşımız şehît, 30'dan fazla suçsuz-günahsız yaralımız var! İçişleri Bakanı'nın; "Hedef gözetmeden yapılan bir hedeftir!" şeklindeki müthîş tesbîti ve Başbakan'ın; "Üç-beş koyun güdmemişten siyâsetçi olmaz!!" kararını ispatlarcasına şehit ve yaralılardan "adet, tane" diye bahsetmesi! Ooof yaaa!
Cumhurbaşkanı da, Başbakan da ülkede değiller, gezileri tamamlanmadan da dönmezler!
Kürt Açılımı, Demokratik Açılım, Milli Birlik Projesi diye defalarca adı değiştirilen "dikte bir proje" ile şımartılan terörist şerefsizler Ankara'ya indiler, Devlet Mahallesi'nde katliam yaptılar! İleri Demokrasi'ye ulaştırılarak "huzûr ve istikrârı" pekiştirilen ülkemin Cesûr Cumhurbaşkanı Almanya'da 30-40 PKK'lıya kafa tutmaya; Başbakan, berâberindeki ABD'ci Bakanlarla ABD'de "BOP Eş Başkanlığı"na layıklığını ispata çalışıyor! Hiç birinin bu vahîm saldırı karşısında geziyi yarım keserek ülkeye dönmek gibi bir düşünceleri yok! Asla paniklemeyecek kadar cesurlar!
Şahsen normalden sayarım! Çünkü rol-modelleri ABD Başkanı da üç Arap terörist İkiz Kulelerini vurduğunda günlerce havada kalmış, helikopterden yere inememişti!
Başkent'in kalbinde, Devlet Mahallesi'nde katliam yapılıyor, bir iki gün önce servis edilen "Oslo Görüşmeleri"nde Devlet'in resmen muhatabı teröristin; "Bizim güçler her tarafta var onu söyleyelim. Türkiye'nin her tarafında var Karadeniz'de de var, Toroslar'da da var." tehdîdine MİT Müsteşar Yardımcısı'nın; "Biliyoruz! Bu arada metropolleri de patlayıcılarla doldurdunuz." karşılığını hatırlayınca, darlanınca, kızınca, öfkelenince, ...ca! ...ce!
Kimi, kime şikâyet edeceğimizi şaşırarak beddualar ediyor, bu şerefsizleri bu kadar şımartanlara lanetler okuyor, tel'în ederek kınayabiliyoruz sadece!
"Arap Baharı" teftiş raporlarını sunmak üzere ABD'ye giden BOP Eş Başkanı Başbakan'ın giderayak Muhalefete hitâben; "Hayatlarında üç-beş koyun güdmemişlerden siyâsetçi olmaz! Devletle hükûmetin ne demek olduğunu öğrensinler." sözlerini de yeri gelmişken açalım, ola ki gerçekten bilmeyen olur!
Hem Osmanlıca-Türkçe Lügat'ten, hem de Türkçe Sözlük'ten aynen aktaracağım.
Osmanlıca Lügat'e göre:
Devlet;
bir hükûmet idâresinde teşkilatlandırılmış olan siyâsi topluluk
Hükûmet; bir memleketi idâre eden vekiller hey'eti, devlet
TDK Türkçe Sözlük'e göre:
Devlet;
Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyâsi bakımdan teşkilâtlanmış millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık
Hükûmet; Devletin görevlerini yerine getirmesini sağlayan yetkili organ, bakanlar kurulu, kabîne
Hülâsa; "Bir mektup yazdım Hasan'a/ Ha Hasan'a ha sana" kadar birbiriyle içiçe hükûmetle devlet, devletle hükûmet! PKK'lı şerefsizler hükûmet diye devlete saldırıyorlar, BOP Eş Başkanı Başbakan; "Ben devlet değil hükûmetim." diye savsaklayarak ne Devlet erkini hissettirebiliyor, ne hükûmet kudretini gösterebiliyor, ne de istifâ ediyor!
Bize de Allah'tan korkmadıkları gibi kuldan da utanmayanlara; Allah belânızı versin! Kahhar sıfatıyla kahr'etsin diye bed-duâdan başka yol kalmıyor! Kahr'oluyorum Allah kahr'etsin!
Canımız yandı! Başımız sağ olsun! Vatan sağ olsun...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Eylül 20, 2011

HERKES BİLİYOR! (Everybody Knows)

HERKES BİLİYOR
Herkes biliyor, zarların civalı olduğunu/ Atarken parmaklarını birleştiriyor herkes!...
Savaş bitti, iyi adamlar yenildi herkes biliyor bunu!/ Herkes biliyor zaten dövüş hîleliydi!
Fakirler fakir kalır, zenginler daha da semirirler,/ İşler böyle gider, herkes biliyor!
Teknenin su aldığını herkes biliyor,/ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini!
Herkeste bir kırıklık var/ Babaları ya da köpekleri ölmüşçesine!
Herkes ceplerine konuşuyor! Herkes biliyor!" (Everybody Knows şarkısı'ndan)
..........
MİT'in gizliliğinin; "Halam bildi, âlem bildi!" esprisini bile gölgeleyecek komiklikle "Oslo Görüşmeleri" adıyla servis edilen görüşmenin deşifre edilmiş metnini, bir kaç yerden bir kaç kere okudum!
Bu ağlanacak hale, cami bahçelerinde gülünüyor, kahvehane müdavimleri gülüyor, esnaf gülüyor, asker gülüyor, polis gülüyor, ben gülemiyorum! Millî Devlet Politikalarının temelini oluşturan istihbârî bilgileri oluşturması ve saklaması gereken bir kurumun, -kendisi servis etmediyse- düştüğü zavallılıkla canım acıyor!
Bu acınası hâli; "AKP'nin müthîş başarısı!" diye televizyonlarda gözlerinin bebeği gülerek savunuyor görünenlere de - RTÜK'ten sakladığım- gün görmemiş Türkçe iltifatlar(!)ım var!
Metni; Başbakan'ı temsîlen görüşmede bulunduğunu söyleyen Hakan Fidan'la MİT'i temsilen bulunan Afet Güneş'in sözlerini, kıyaslayarak okudum. Afet Güneş, görevini yapıyor görünümündeyken Hakan Fidan, Recep Tayyip Erdoğan edâlarında! Zaten bu görüşmeden hemen sonra işi biten Afet Güneş emekli, Hakan Fidan MİT Müsteşârı edilmiş...
Meselâ Afet Güneş; "Her seferinde biz kendi konumumuzu izah etmiştik ve bir kanat Devletle olan tüm iletişimin sağlanmasında, hakezâ diğer bir kanat ta İmralı ile... Daha sonra üstlendiğimiz misyon çerçevesinde bir kanal olduğumuzu söylemiştik." derken bir memur görünümünde ama Hakan Fidan; "... Afet Hanım'ın da dediği gibi yaklaşık bir ay önce İmralı'da Sayın Öcalan'la bir araya geldik. Zaten ismimi söylemiştim. İsmim Hakan Fidan! Müsteşar Yardımcısıyım ama Sayın Başbakanımızın Özel temsilcisiyim!" Derken; "Ben Tatar Ramazan!" edâlarında!
Ünlü hileci kumarbazların, civalı zarla elektrikli masa hazırlayanların, argo tabirle "koparmak" üzere bir "keriz"i araya almaları gibi hal! Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hileci kurmarbazlarla civalı zarla hîleli masaya oturtulmuş, Hükümetin başı -BOP Eş Başkanı- Başbakan'ı temsîlen masaya oturan oyuncu da samîmi değil, millî değil! Herkes biliyor, Erdoğan da biliyor!
Bu hîleli masada buluşanlar; dünyanın hangi devletinde, hangi sistemle yönetilen bir devletin görevlileri olursa olsun, tarihin hangi döneminde olursa olsun görevden alınırlar, istifa ederler, istifa etmezlerse millet tarafından sorgulanır yargılanırlar! Bunları koruyanlar ise millî vicdanda başka bir sıfat kazanırlar!
Biliyoruz ki; futbolcu top oynar, atlet koşar, pehlivan güreşir! Hırsız kaçar, polis kovalar! Asker savaşır, diplomat savaş sonrası ganimetin fazlasına sahip olmak için diplomatik taklalar atar!
Biliyoruz ki harâm-günâh olduğu biline biline kumar, ütmek için oynanır! Ütüleceğini bile bile hîleli masaya birini temsîlen oturan, temsîl ettiğine ihânet etmiyorsa onu oraya gönderen, kendi kendine ihânet etmiyor mudur?
Geminin su almaya başladığını göre göre herkes, kaptanın yalanlarında tesellî arıyorsa; iki üç yıldır teslim olarak bitirildiği anlaşılan Terörle Mücâdele maskeli "Açılım Projesi", hîleli masada hîlekârlar zar atarken gözlerini kapatıp kendi zar atarken civalı olduğunu bile bile kaybetmeye zar atanın acziyeti değil midir? Koşucudan güreş, hırsızdan polislik, hastadan hekimlik, deliden akıl mı beklenir Allah aşkına?
Toplantıyı organize eden arabulucunun; "Abdullah Öcalan tarafından üretilen kendi fikirleri, parlamentoda yasa çıkaracakları zaman dikkate alınacaktır. ... söyledik, hem MİT hem de Devlet için oldukça riskli!... Yine aynı şekilde PKK ile Öcalan arasındaki mesajları getirip götürdükleri yayınlansa ne kadar kötü olurdu bu!" Öğütleri arasındaki; "... hal-i hazırda PKK ile müzakereye oturmuş olmaları bugün kamuoyuna yansırsa CHP ve MHP ne der acaba?" Endîşesine işâretle kaydı, kimin servis ettiğini yorumlayabilir miyiz? Ve bu servis etme işi ABD'den habersiz olabilir mi?
Gizli sevişmenin âlenî bir piçle sonuçlanacağını bile bile deşifre edilen buluşma metnini okudukça aklım dumûra uğradı! Artık Tanrı'dan başka hiç kimseye güvenilmiyorum! Ve herkes biliyor!
Bir "Evet"in nelere mal olduğunu hâlâ göremeyenlere, görüp pişman olmayanlara, milliyetçiyim diyerek milleti cellâda teslîm edenlere, ne demeliyiz? Kahr'oluyorum Allah kahr'etsin!
"Kör yolunu şaşırırsa onu ayıplamazlar!" (Kutadgu Bilig)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Eylül 19, 2011

YENİDEN "ETRÂK-İ BÎ-İDRÂK" Mİ?

Yaktığımız ağıtlarımıza ağlamaktan usandık!
Üzerinden uzun zaman geçse; "Hafıza-y-ı beşer nisyân ile malûldür." diyeceğim ama daha bir yıl geçmedi! Cephede olsa zorumuza gitmez de daha "Evimizin Evi Vatan" dahilinde, kahpe PKK pusularında kurşunlanan, çocuklarımızın yaraları iyileşmedi ama nasıl bir beyin yıkamaysa sanki bu olanlar hiç yaşanmamış gibi sözler söyleniyor!
Yeni Osmanlıcı'lar, II. Cumhûriyetçiler Türk Milleti'ne Osmanlı'nın yaptığı "Etrâk-i bî-idrâk" (idrâsiz-akılsız Türkler) tavrı takınıyorlar!
Kim ne yapar, kim yapılanlara ne drr bilemem ama şahsen zoruma gidiyor ve "Etrâk-i bî-idrâk" tavrı takınanları, "İhânet-i Vatanîyye" ile ithâm ediyor, millî idrâkimde sorguluyor, Türk gönlümde yargılıyor, millî vicdânımda mahkûm ediyorum!
Daha Gâzi Mehmetçiklerin yaraları iyileşmemiş, daha Şehît Mehmetçiklerin analarının, eşlerinin, yavuklularının, çocuklarının gözyaşları kurumamışken yapılanları, yapılsın komutu verenleri, "Asker vesâyeti"nden kurtulup -dindâr değil- "Dinci Vesâyeti"ni getirenlerin, bir yıl öncesini hatırlatacağım! Çünkü unutmayacağım, unutturmayacağım, unutamıyorum!...
Tarih; 4 Eylül 2010. Yer; Türkiye! Adres; Yaygın ve Yerel Basın'ın tamamı...
"Referandum için İmralı ile pazarlık" haberleri üzerine kızılca kıyâmet kopmuştu! BOP Eş Başkanı Başbakan; "Terör örgütüyle görüştüğümü söylemek şerefsizliktir." diye kükremişti! Aynı günlerde, değişen-gelişen/dönen-dönüşen/Vicdân/sız/î redci Dolma Kalemlere Kandil'de 'İleri Demokrat Terörist' adıyla müsemma Karayılan; "Açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de devletin Önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır." beyânatını vermiş ve; "Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak talep üzerine yeniden devreye girerek hem yapılan çağrıları ve hem devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak bir kez daha barışa ve demokratik çözüme şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi." diye İmralı'dan aldıkları emri duyurmuştu!
BOP Eş Başkanı Başbakan, bu 'İleri Demokrat Terörist'in açıklaması üzerine, üslûbunu hiç yumuşatmadan MHP ve CHP'yi; "Terör örgütü konuşuyor, CHP ve MHP hoparlörü oluyor." diye suçluyordu! Garip ki aynı gün, bir başka yerde "Hareketi berâber başlattığımız Kardeşim" sıfatlı Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL; "Terörü sona erdirmek için her yöntemin denenebileceği..." açıklamasını yapıyordu! Yani biri yelleniyor, diğeri rüzgâra karşı oturarak kokuyu her yere yayıyordu!
İşin te'vile ihtiyâcı vardı. Te'vil işi BOP Eş Başkanı Başbakan'a düşüyordu ve; "Devlet bazı şekillerde, kurumlarıyla bazı temaslar yapar. ... Siyasi irâde terör örgütüyle konuşmaz ama istihbârî örgüt herkesle, her yerde konuşur. Zaman olur Silahlı Kuvvetlerin oradaki görevlileri vasıtasıyla, zaman olur Adalet Bakanlığı’nın görevlileri vasıtasıyla bu yapılır. ... Kimse kalkıp da iktidar bizzat terör örgütü mensuplarıyla görüştü diyemez." diye rüzgâr ters esince kendini rahatsız eden kokuları dağıtmak için yelpaze sallamış; "Siyasi pazarlık karakterimde yoktur." diye de Kasımpaşalıca kükremeğe devâm etmişti!
Sayısız "yandaş basın ve televizyon" sâyesinde pis kokuları yelpazeleyerek dağıtan BOP Eş Başkanı Başbakan, yatıştı zannettiği ortamda; "Görüşmeler safhasına gelince; görüşmeler noktasında da bu ülkenin istihbari örgütleri görüşür. ... ülkemizin geleceği, halkımızın, milletimizin geleceği için bu görüşmeleri yapar." şeklinde Devlet Adamlığı fotoğrafı vermişti!
Üzerinden bir yıl geçmedi! Bu yıl sonu itibâriyle Irak'tan çekilerek kendi Başkanlık Seçimlerine yoğunlaşacak olan Müttefik ABD, sık sık brifing aldığı MİT Müsteşarı'nın BOP Eş Başkanı Başbakan'a Müsteşar Yardımcısı olarak hizmet verdiği günlerdeki bir görüşmesinin ses kaydını yayınlatarak "Büyük Ortadoğu Ve Kuzey Afrika Projesi"ni kısa süreli uyku moduna alırken, bize oyalanacak bir gündem konusu bahş'ediyor!
Yüksek sesle sormak istiyorum; "Bu inkârlara ne gerek vardı? İstihbârat kurumlarının, her kesle, her ortamda, görüşmek hatta onların içine karışmak işlevleri yok mudur? Şimdi savunulan bu iş, o zaman niye hakâretlerle desteklenerek inkâr edildi? Türkiye'de bir kere kullanmadığı Türk Milleti adını, BOP Eş Başkanı Başbakan niye "Arap Baharı"nı teftişe gittiği Kuzey Afrika'da kullanıyor?"
Türk Milleti; II. Cumhuriyetçiler, Yeni Osmanlıcılar teâmülleştirdikleri bir yanlışa "Dinci Vesâyet"le devam ile sana "Etrâk-i bî-idrâk" tavrı takınıyor! Bu tavır da Türk gönlümü rencîde ediyor! Düşündükçe tahrîk oluyorum! Kahroluyorum Allah kahretsin!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Eylül 17, 2011

VATANDA KİRÂCI MİLLÎ AKIL!...

Meşhûr bir Şeyh, dağda bir eve konuk olur. Ev sahibi ayağına gelen şansla Şeyh'in kıçını öperek sıkıntılardan kurtulmak hevesindedir. Bir teke keser ve tiriti bol bir yemek hazırlar. Şeyh, tıka-basa bol sulu keçi etini yer. Bir iki çaydan sonra Şeyh'in def-i hâcet zamanı gelir. Ev sahibi; "Şexım! İki kere zehmet etme! Açmışken ben kıçınızı öpem." diye yalvarır. Şeyh, bir an önce dışarı çıkmak için kabul eder. Karnının gurultusu odayı kaplamıştır. Şeyh, şalvarı sıyırır domalır. Ev sahibi öpmek için tam yanaşırken Şeyh, istemeden yellenir! Kokudan tiksinerek geri çekilen adamı görünce Şeyh; "Seni kahrolasıca! Beni rezil ettin!" diye söylenerek poposunu tokatlar. Adam; "Vurma Şexım! Mübaregi incitme." diye yalvararak yeniden öpmeğe eğilir. Tam öpecekken tiriti bol keçi etiyle patlama noktasında olan Şeh'in poposu bir gaz daha salar! Bu sefer daha kötü kokmuştur. Adam, yine yüzünü buruşturarak geri çekilir, Şeyh te yine poposunu tokarlar! Aynı sahne! Söylenerek popoya tokatlar ve; "Etme gurban olam şexım!" ricaları... Adam, üçüncü kere eğilir. Bu sefer kararlıdır. Bu mübârek popoyu öpecektir. Gözlerini kapatır, dudaklarını uzatır. İki kere gazla haber veren Şeyh'in karnındaki sıvı dışkı da aynı anda tazyîkle fışkırır! Adam'ın yüzü gözü, sakalı dışkı içindedir. Şeyh; "Kahrolasın! Rezil rüsvây ettin!" diye poposunu tokatlarken Adam; "Vurma Şexım vurma! Şexın poposu, benim başımdan axıllıdır. O ik kere dedi 'Gelme! Sı..cağım, ben inad ettim yox öpeceğim.' Vurma Şexım, vurma!" Anadolu'da çok anlatılan ve gülünen bir fıkra...
Onlarca yıl, pis kokularını hiç saklamadan gelenleri seyrederek bugünlerdeyiz! Halimiz hal değil! Anarşi var, terör var. İnadına "Huzûr ve istikrâr var" diyen bir iktidâr var!
Kim olursa olsun, bizden değilse doğru yapması mümkün değil!
"Sıfır sorunlu komşuluk" diye, kelimenin sözlük anlamıyla "barış" sağlansın diye bazı işler yapılıyormuş gibi davranışlar seyrediyoruz!
Bu seyrin biletini, 12 Haziran'da kendimiz aldık! Bedava görünen ama tarihin en pahalı seyir bileti oldu bu! "Kadayıfın altı kızaracak.- Kanlı mı, kansız mı olacak?- Demokrasi amaç değil araçtır.- Demokrasi istenilen durakta inilecek bir tramvaydır.- Alıştıra, hazmettire...- rektörlerden türbana esas duruş" söz ve tanımlarını hiç saklamayan bir grubun, demokrasi sâyesinde elde ettiği hükümranlığına teslîm olmuşuz!
Bizi bu hâle biz getirdik! Biz; fedakâr, milletine sevdâlı ve sevdâları kadar milletine güvenen insanların, tarihe kafa tutarak, Yedi Düvel'le ölüm-kalım savaşından sonra, yüz binlerce can bedeliyle kazandıkları iktidarlarını, adını Cumhuriyet koyarak millete devretmeleriyle bu hale geldik!
Bizi bu hale, biz getirdik! Canımızı acıtan gerçektense hayatımıza kasteden yalanlara yöneldik! Bizi çalıştırarak milletin istikbâlini garantilemek isteyen idealistler/ülkücüler/dense teslîmiyetçi tembelleri tercîh ettik! Savaşmadan "Üstün Hizmet Madalyası" alan NATO Generallerini alkışladık! ABD'den, siyonist localardan "Liyakat Madalyası" alan generallere "paşa" denilmesine itiraz etmedik! Çok bilerek popüler gay'lere "Paşa" lakabı takılmasına itiraz etmedik! Paşa'lar yumuşatıldı, yumuşaklar paşalaştırıldı vıcık vıcık yumuşaklıklar içinde; sinsice camileri, tekke ve zâviyeleri, imam hatipleri karargâh edinen "Allah İle Aldatanlar"ı görmezden geldik! Görmezden geldiklerimize teslîm olan yakınlarımızı da yok farz'ettik ve bugündeyiz!
Sır yok! Sırrın anlamı yok! Mahremiyet yok! Mahremiyeti önemseyenler çağ dışı, gerici! İrtica ne? Mürteci kim? Cehâlet ne? Câhil kim? Münevver ne? Entel kim? Millet ne? Halklar kim? Dün bizden olanlar, bugün niye onlardan olmuşlar? "Vatanı bir çift kadın memesine satarım." diyenle "Babalar gibi satarım." diyen arasında ne fark var? Aralarında fark olsaydı şu anda birbirlerini aklama-paklama, alkışlama yarışına girerler miydi? Artık "biz"in bir anlamı var mı? Varsa biz kimiz?
İki kişiden biri AKP'li ve müthiş bir biz oluşturdular! İki kişiden biri AKP'li değil ve kendi arasında kırk parça! Kırk parçalı, ne yandan bakılırsa başka görünen çok renkli bu gürûhun adı da iki kişiden biri!
Pensilvanya'da mûkim "Green Cart"lı yani ABD'de hayat boyu oturma çalışma ve ABD'ye serbestçe girip çıkma iznine sahip, bütün dünyanın heveslendiği dev bir sermâyeyi kontrol eden şahsa, zorla cemaat adı yüklenmek isteniyor! Kendisi defalarca cemaat olmadıklarını söylemiş. Bilinen cemaatlerin çoğu tarafından "lâ-dînî" diye tarif edilen bir ticâri holdingle cemaatçi olmayanlar kavgalı!
Uzatmadan; fertlerden aile, ailelerden sülâle, sülâlelerden aşiret, aşiretlerden halklar, halklardan da milletler meydana gelir. Halkları milletleştiren bir egemen güç gereklidir. Bu yüzden Cumhûriyet; Yedi Düvel'le ölüm-kalım savaşından sonra, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran Türkiye halklarına Türk Milleti denir. Ne mutlu Türk'üm diyene." şifre modeline uyanlara emânet edilmişti! Kendimize; "Cumhûriyet'in emânet edildiği milletten miyiz ve emânete sâdık mıyız?" Sorusunu sorup cevâbını aldıktan sonrası teferruat bile değil! Defalarca geliyoruz diye seslenmişlerdi ve malesef akıl adres değiştirmiş, millî akıl vatanda kiracı vesselâm...
VARLIĞIM, TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN




Cuma, Eylül 16, 2011

"HEM OKUDUM, HEMİ DE YAZDIM"...

Bu yazıyı sakın okumayın!
Çünkü ağzı olanın konuştuğu ülkemde ben de konuşacağım! Küfr'ün karşısında susmanın dilsiz şeytanlık, haksız karşısında susmanın zûlme ortaklık olduğuna inanıyoruz. Susarsam sıranın bana da geleceğini biliyorum! Madem biliyorum susmadım, susmayacağım! Biliyorum ki "İleri Demokrasi"nin bir "Evet"le getirdiği "Demokratik Korku İmparatorluğu" ülkemde; birilerine "Konuş!" deniliyor, konuşuyorlar; birilerine "Yaz!" deniliyor yazıyorlar! Ortalığı kaplayan "dolma kalemler"den, komutla ötüşen vuvuzelalardan dolayı ne okunacak gazete, ne izlenecek televizyon var!
Amaaa garip mi, başarı mıdır bilemem bu komutla konuşanlar dinleniyor, yazanlar okunuyor! Veya öyle zannediliyor! Yine biliyorum ki bu komutla konuşan-yazanlar dinlenilmese, okunulmasa; "İnadına!" diyerek taraftarlıklarını açıklayan iki kişiden biri de perişan edilirler!
İki kişiden hiç birini atlamadan, kendim de dahil tenkît etmeden konuşacağım! Çünkü on gündür ben de bu komutla konuşan-yazanları dinlemek, okumak mecbûriyetindeydim! Bilgisayarımın arızası yüzünden on gündür paramı harammışça atarak, pravda sûretli gazeteleri almaya; aynı üslûp, aynı tarz, aynı ukalalıkla vuvuzelalık eden televizyonları izlemeğe mecbûr kaldım!
Bu mecbûri okuma ve dinlemeler sonucu fark ettim ki ben de bunları dinlemeyip okumasam; içte ve dışta dört yanı yangın yeri Ülkem'de 400 yıldan fazla tebaamız ve sınırımız olmuş Irak'ın Haçlı ABD tarafından işgâline; "Saddam Olayı-Bağdat Bülbülü" denildiğinden haberim olmazdı!
Ben de bunları okumayıp dinlemesem; yıllarca "Kâfir, Haçlı, emperyalist" denilen AB'nin önce "İkinci Ergenekon" diye adlandırıldığını, sonra Ergenekon'a başka sıfat ve işlevler yüklenerek Türklüğün Ergenekon'a hapsedildiğini; destansı bir şekilde çıkılan Ergenekon'un 21.yy. Maltası'ndaki Millet evlâtlarına -bilinerek- kapı kilidi yapıldığından haberim mi olurdu?
Bunları dinleyip okumasam; "Demokrasi Tramvayı Vatmanı" sâyesinde "İleri Demokrasi"ye eren ülkemde Huzûr ve İstikrâr'ın en net göstergesi "Pop Star Yarışması"nda, bir katilin yarışmacı olduğundan, bunu kabullenmeyen Deniz Seki'nin Jüri Üyeliği'nden erkekçe çekildiğinden haberim mi olurdu?
Bunları dinleyip okumasam; evde elektrik kesik, dolap tam-takırken dostlarına pavyon kapatarak eğlenen "Süflî Baba"misâli, sınırlarımız içinde her gün Mehmetçiğin, Polisin şehit edildiği, Ordu Kuvvet Komutanlarının derdest edilerek hapsedildiği, dünyanın parasını bomba ederek yağdırdığımız Kandil'e kara operasyonu yapılmasın diye ABD Askerlerinin etrafında devriye gezdiklerini bile bile "Arap Baharı"nı kutlamaya giden BOP Eş Başkanı Başbakanımız'ın "Dünya Lideri" olduğundan heberim mi olurdu?
Bunları dinleyip okumasam; Gâzi Meclis'e noterce tasdikleyerek gönderdiğimiz 550 kişinin içinden sadece bir kişinin, CHP Milletvekili İsa Gök'ün 2.Cumhuriyet'e direndiğinden, Dünya Lideri BOP Eş Başkanı'na ve kendi Genel Başkanı'na rağmen 21.yy. Malta'sından beri gelmediğinden ve hâlâ yemîn etmeyerek "Meclis'in saygınlığı"na halel getirdiğinden habrim mi olurdu?
Sakın bu yazıyı okumayın! Çünkü bu yazının sahibine ne "Konuş!", ne de "Yaz!" diye komut verek yok! Aksine bu yazının sahibi - kendilerinin haberleri yoktur- İleri Demokrat BOP Eş Başkanı Başbakan'dan ulûfe alan veya fırça yiyerek susan gazete-medya patronlarının tamamına savaş ilan etmiştir!
Bu yazının sahibi "Şeyh-ül Muharrîrin" ûnvanlı, transfer rekortmenleri Baba Altan ve Altan oğlu Altanlar'la ve benzer dolma kalemlerle savaş halindedir!
Bu yazının sahibi; kendilerine "ulusal basın" diye iftira eden yaygın basın pravdaların tamamıyla; kandıranla-kananla, satanla-satılanla, değişip gelişenle, dönenle-döndürenle, diklenmeden dik duranlar'la kavgalıdır! Çoğunluk diye dayatılan panayır yerlerindeki cambaza bakanlarla da cambaza baktıranlarla da kavgalıdır!
Bu yazıyı okursanız canınız sıkılır! Bu yazının sahibiyle görüşenlerin de telefonları teknik takibe takılır! Gözaltına alınırlarsa; "Arkadaşlarımdır! Kıllarına zarar gelirse gök kubbeyi başlarına yıkarım!" diye kükreyenlerce yalnızlığa terk edilirler!
Bu yazıyı okumayın! Bu yazının sahibi; "Ulusal" diye kendilerine iftira eden "yaygın basın"ın biri hariç hiç birine güvenmez! Bu yazının sahibi millîdir, Türk'tür, Türk Milliyetçisidir. "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran Türkiye halklarına Türk Milleti denir. Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenleri, göz bebeği sayar. Türk'ü, Türkiye'yi, Atatürk'ü, Türk Milleti'ni sever. Bunları sevenleri de sever, sevmeyenleri ise ne kadar "İleri Demokrat-BOP Eş Başkanı-Dinlerarası Diyalogcu-Medeniyetlerarası İttifakçı-Başbakan" olursa olsun hasım ilan eder! Bu yazıyı okumayın çünkü başınıza belâ getirir vesselâm!...
"DÖNERSEM KAHPEYİM MİLLET YOLUNDA AZÎMETTEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Eylül 09, 2011

MİT'İN "M"Sİ, KALKTI MI?

"İnsanların dillerinden düşmeyen iki türlü ismi vardır; biri iyi, biri kötüdür. İkisi de unutulmaz. İyiyi överler, kötüye söverler." (Kutadgu Bilig'den)
Kötü adları dillerden düşmeyen, her ortamda sürekli sövülen, insanlığın yüz karası yaratıklardan insan diye bahisle aklımızla alay ediliyor! Tarihle yaşıt Türk Milleti'nin ferâsetiyle, kuvve-i derrâkesiyle alay ediyorlar!

Alçak hatta alçaktan da aşağı çukurlara; kırk bin kişiyi katleden, sokakları yangın yerine çeviren, otobüste genç kızları yakan, dersanede Kürt gençleri bombalayan, parkta çoluk çocuk sivilleri bombayla katleden, balkonda çamaşır asan kadını sırf asker eşi diye kurşunlayan, polis eşi diye öğretmen kadını kurşunlayan, kundaktaki Kürt bebeği kaleşnikofla tarayan, Kürt korucuyu, askeri, polisi öldüren, yol yakan, köprü uçuran, imam öldüren, zorla dağa kaldırılan Kürt kızlardan harem kuranlar; komser tokatlayan, polis taşlayan, askeri/polisi araçları içinde molotofla yakmaya çalışan, banka yağmalayan, market yakan, Başbakan'a ve hükümete "Has..tirin" çekenler, 13 Mehmetçiği katlettikleri anda özerklik ilan edenler, Başkent Ankara'da yeniden özerklik ilan edilirken eş zamanlı polis katliamı gerçekleştirenler; yakan-yıkan, yol kesen, resmi-sivil adam kaçıran; kırsaldaki, şehirlerdeki yapılanmaları ile dünya cenneti bir ülkeyi cehenneme çeviren ve bütün bunların komutunu İmralı'da ömür boyu hapse mahkûm bir urgan artığından alanların tamamı, "İleri Demokrasi" denilen bir uygulamayla insan sayılmış, insan haklarından istifade etmelilermiş!

Bunların hepsi; "Kürt Açılımı, Demokratik Açılım, Milli Birlik Projesi" adlarıyla "İleri Demokrasi" için yapılmış ve normal olmalı ki yıllardır süren bir ilişki olmalı ki; "İspatlayamayan şerefsizdir!" diye inkâr edilen görüşmeler, Devlet Memurlarınca yapılmışmış! Olması gereken haliyle görüşme sonuçları, tek yetkili Başbakan'a rapor edilmiş!
Satır arasında; "MİT elemanları, bu nâmertleri takip etmeyecek, aralarına sızmayacak, yakın takipte ve görüşmlerde bulunmayacak ta ne yapacak? Sadece muhalefeti ve beni mi takip edecek?" tesbitimizden sonra; olması-yapılması gereken ve hiç inkâr gerektirmeyen bu görüşmeler "teknik takip" teknolojisi daha güçlü olanlarca servis edilince ortalık karıştı!
Bu kaydı MİT servis etmemişse MİT'in tamâmen deşifre olmaya müsâit bir hale geldiğini düşünür, üzülür, hatta lağvını bile isteyebilirim!
NATO Generallerine haddini bildirebilen güçün, MİT'e mi gücü yetmeyecek?

Acaba; BOP Eş Başkanı Başbakan, diğer -ağabey- BOP Eş Başkanı'nı temsilen "Arap Baharı"nı kutlamaya ve Okyanus Ötesi'nin bildirimlerini tebliğ etmeğe giderken ortalığın karıştırılması mı gerekti?...

Mantıksızlıklar silsilesine bir mantıksızlık daha eklenmek isteniyor! Ne Kandil'le, ne de İmralı ile Hükûmet görüşmemiş, Devlet görüşmüşmüş!

Lâ havle!... Devlet kim kardeşim? Hükûmet ne? Demokrasilerde, milletin seçerek Devleti yönetme yetkisi verdiği partilerin kurduğu icra heyetine hükûmet denilmez mi? Görüşmeleri yapan memuru, hükûmet atamaz mı? Aksi olsa; "Biz kolay kolay adam yemeyiz!" diye görüşme kayıtları servis edilen memur savunulur mu?

Asıl soru; biz ne zamana kadar böyle aptal tavrı takınılmasına itiraz etmeden güdülmeğe razı olacağız? AKP'ye oy vermeyen iki kişiden birinin adına, meselâ benim adıma Cumhuriyet Yasalarının sağladığı vekillik kudretiyle kim, ne zaman, sorulması gerekenleri soracak?

"Evimizin Evi Vatan"da yangın varken, sokaklarda Güvenlik Güçlerimizin can emniyeti yokken, İstanbul'un göbeğinde; "Kan! Kan! İntikam!" diye demokratik miting(!)ler yapılırken ABD'nin bir milyondan fazla Müslüman Arabı öldürerek getirdiği "Arap Baharı"ndan bize ne?

Daha benim güvenimi kazanamamışken BOP Eş Başkanı Başbakan'ın, Haçlı işgâlindeki Arapların gönlüne girmesinin bize ne yararı var?

"Türkiye'de dahil 22 (yirmi iki) ülkenin sınırları değişecek." diye yıllar öncesinden açıklanmış bir projede, sınırlar lehimize mi değişecek? Musul-Kerkük petrolllerinden hisse mi verildi? ABD işgalindeki Arap ülkelerinde yönetimlerin değişmesine verdiğimiz katkıyla ne kazanacağız?

Günlerce, milyonlarca dolar tutarında bombaları dağa-taşa yağdırdıktan sonra yapılması şart olan Kara Harekâtı'nı engellemek için değilse Kandil'in bize bakan yüzünde devriye gezen ABD askerlerini kim, nasıl izah edecek?

MİT yetkililerinin gizli görüşmeleri kaydedilip servis ediliyor! Biz de Devlet olarak bu kurumun istihbârî bilgileriyle Kozmik Oda'larımızda sır planlar yapacağız öyle mi?
"Halam bildi, âlem bildi!" misâli MİT'in bildiğini âlem biliyorsa; İstihbâratımız var diye Kozmik Oda'lardaki planlarımızı koruyamadan huzûr ve istikrârımızı koruyacağımıza nasıl inanacağız?

Ben mi huysuzum yoksa millete aptal tavrında ölçü mü kaçtı? Kendini saklayamayan istihbârat kurumundan, millî sırlarımızı muhafazayı nasıl beklerim?

Eve lâzım olan mescîde harâm değil mi? Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarak Türk Milleti adını alan vatandaşlarımızı 36 etnik parçaya bölmeğe çalışan Başbakan'ın Arap Birliği gayretinin inandırıcılığı olabilir mi? Cevaplayamadığım sorular, beynimi patlatıyor!

Allah aşkına Millî aklımıza, kuvve-i derrâkemize ne oldu?

"Zamanı Tanrı yaşar. İnsan oğlu hep ölmek için türemiş." (Orhun Abideleri'nden)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"KAHPE ON İKİ EYLÜL"E...

Dokuz Eylül'de, Oğuz'un dokuz yiğidinin dilinden; zaman içinde bir zamanın adını "Kahpe On İki Eylül" edebilen, ölümü öldürerek dirilen Dokuz Ölümsüz'ün ağzından; Kahpe Zaman'a, Kahpe Zamanın kahpelerine sesleneceğim bir daha!
Kahpe On İki Eylül'ün kahpelerinin her birine dokuzar kere kızacak, dokuzar kere yazacak, her birinin yüzüne dokuzar kere tüküreceğim bir daha!...
O Dokuz Ölümsüz'e "DOKUZ IŞIĞIMIZ" demiş Türk Beyi Gültekin ÖZTÜRK, ferâsetine sağlık...
Biz de Dokuz Eylül'de, Oğuz'un, "DOKUZ IŞIK" adlı dokuz erinin yerine, dokuzar kere istihzâ ile bıyık altı gülümseyeceğiz yine bütün kahpelere, kahpeliklere, "Kahpe On İki Eylül"e!...
"Her ışığın bir kaynağı vardır. Elbette benim Dokuz Işığımın da kaynağı, Güneş’leri vardır. Bu ve diğer ışıklarımızın kaynakları; Kılıçkıran’dır, Önkuzu’dur, Özmen’dir, İmamoğlu’dur. Kısaca Samanyolu Galaksisi’ndeki kadar Güneşler, DOKUZ IŞIĞIMIZIN kaynağıdır. Binlerce şehit, gâzi, mağdûr ama onurlu Ülküdaşlarımız, "Tanrı Dağı ve Kâbe’ye " giden yolumuzu aydınlatan ışığımız olmuş ve olacaklardır." Diyerek Dokuz Işığımız'ın ışık kaynaklarını, güneşlerini ve o Dokuz Işığımız'ın izlerinden, gideceğimiz hedeflerimizi de tarihe şerh düşmüş Türk Beyi Gültekin Öztürk! Binlerce Ülkü Şehîdi Güneş'ten beslenen DOKUZ IŞIĞIMIZ'ı da: 1- Mustafa PEHLİVANOĞLU, 2- Cevdet KARAKUŞ, 3- İsmet ŞAHİN,
4-
Fikri ARIKAN, 5- Cengiz BAKTEMUR, 6- Ahmet KERSE, 7- Selçuk DURACIK, 8- Halil ESENDAĞ, 9- Ali Bülent ORKAN
9 x 9 aile + 9 x 9 ana + 9 x 9 baba + 9 x 9 bacı + 9 x 9 kardeş+ 9 x 9 sevgili + 9 x 9 arkadaş + 9 x 9 komşu + 9 x 9 ülküdaş = Ne kadar çok Tunç Yürekli Türk!...
Tamamı ölümle eğlenen, tamamı toprağı vatanlaştırmak için, Bayrağa renk katabilmek için, Evimizin Evi'ne köşe taşı olabilmek için Ölümü öldürerek ölümsüzlüğe hevesli, Şehitleriyle onurlu, şehâdete arzûlu, Peygamber Ağuşuna atılmaya sabırsız Türk...
"Kahpe On İki Eylül"de, 20. yy. Haçlısı'nın "Bizim oğlanlar" yaftalılarının katlederek öldüremedikleri; kahpece, kalleşçe, işbirlikçi adiliklerle canlarını alarak ölümsüzleştirdikleri ve cansız bedenlerinden dirilerinden daha fazla korktukları "DOKUZ IŞIĞIMIZ"ın ülküdaşları...
"Kahpe On İki Eylül"e iki gün kaldı!
"DOKUZ IŞIĞIMIZ"ın dokuzar kere bize yön göstermek için parladıkları ve her geçen gün ziyâlarının artarak sürdüğü On iki Eylül'e iki gün var!...
Ağzı olan her kes konuşacak o gün papağanca! Tafralar yapacak, yiğitlikler taslayacak, demokratlaşacak, diplomatlaşacaklar!
Zaman içinde en kötü sıfatı almış Eylül'ün 12'sinde; "İkinci On İki Eylül"de, referandum adındaki Büyük BOP Eş Başkanı ve Avrupalı Yandaşlarının, Haçlı'nın bizim BOP Eş Başkanımız'a dikteleri ve destekleriyle yardım paketleri ve uçuk vaatlerle kandırarak milletten aldıkları "Evet" oyları ile övünenlere de de şâhit olacağız, Gâzi Meclis'teki sayısal çoğunluklarına güvenenlere de!
Sahte gözyaşlarını, demokrat ve diplomat yalancılık rollerini, korkakların acımasızlığı-psikopatlığı ile "Netekim Paşa" ve iş ortaklarının korkudan ödlerinin patladığını bile bile "DOKUZ IŞIĞIMIZ"a ve ülküdaşlarına saldırılarını seyredeceğiz gülümseyerek!
Ağzı olanlar, sermayesi bellisiz televizyonları olanlar, kime pravdalık ettikleri belli olmayan gazeteleri olanlar, vuvuzela sesleriyle hep bir ağızdan ses kirliliği yapacaklar!
Halbu ki hem onlar, hem de ağa-babaları bizi bilirler! Bilirler ki ne "DOKUZ IŞIĞIMIZ", ne onları besleyen ışık kaynaklarımız, ne de biz hiç samanlık'ta basılmadık! Biz devlete ihânetten asılmadık! Genç Osman'ca kellemiz koltuğumuzdaydı sefere çıktığımızda... Ölümü öldürerek kaç kere dirildiğimizi biz bile sayamaz olduk!
Bu yüzden öldürdüklerini ölümsüzleştiriyorlar! Bu yüzden Okyanus ötesinin bile duyduğu, kırk beş yıldır söylediğimiz; "Dokuz Işıkçı erleriz, Milliyetçileriz" marşımızı, nâramızı duymaktan korkuyorlar!
Bu yüzden; onlar vuvuzelâlık ederken vefâlı Ülküdaşları ve milletin Ülkücü temsilcileri "DOKUZ IŞIĞIMIZ" ve onları besleyen ışık kaynaklarımızı, kabr-i şeriflerinde ziyâret edecek, ölümsüz yüreklerle yüreklerimizi birleştirecekler! Işıklarımızla aramıza Fâtihâ'lardan köprüler inşa edecekler...
Kedinin aslanı boğmasına, kahpeliklerin Türk'ü bitirmesine Tanrı ne zaman izin vermiş ki?
"YİĞİTLER KAN DÖKER, BAYRAK SOLMAYA"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Eylül 05, 2011

YABANCI DİLLİ MİLLÎ YABANCILAR!...

Siyâset stadyumu veya arena tıklım-tıklım! Şeref trübününde, liyâkate göre değil iltimasçısının gücüne göre protokol düzenini alt-üst etmişlerin karambolü!
Dostlar bağışlasın! "Protokol" ve "karambol"ün sözlük anlamlarını bildiğimi zannediyorum! Sözlük anlamlarıyla kullanıldığı anlam arasındaki farkı görerek, dilimizi harâb etmekten korktuğum için, "Kim, nasıl anlarsa..." diye düşünerek kullandım!
Siyâset stadyumuna, arenaya dönelim!
Milletimle konuşmak, halleşmek, anlaşmak istiyorum ama zorlama veya sipariş kavramlarla herc ü merc edilmiş kavramlar kargaşasında, hangi dille konuşacağımı bilemiyorum!
Stadyum diyeceğim, arena diyeceğim, kulvar diyeceğim, statü-satatüko diyeceğim, şeref diyeceğim, trübün diyeceğim, alkışlayan amigoları söyleyeceğim!
Okuma zahmetine katlananlardan bâzıları; "Ooo! Neler yazmış!" diye hayret edecekler ama kim, neye, niye hayret ettiğini, anlatamayacak!
Protokolü alt-üst etmişlerin şeref trübününden seyirciliğinde, stadyumda karakter taklitçilerinin müthîş çalım rolleri var! Golü atan mı, yoksa asisti yapan mı daha önemli diye kocaman kocaman adamlar, maçtan sonra kocaman kocaman televizyon kanallarında günlerce tartışıyorlar!
"Millî Takım" denen asıl karambolhanede ise işler tam panayırlık! Millî Takım'ın başındaki koç/antrenör/teknik direktör millî değil yabancı! Millî Takım'ın elemanlerı içinde vatandaşlığa geçmiş millî yabancılar var! Böyle olunca da 90 dakikalık maçın 96. dakikasında "Ulusal Onur"umuzu kurtaran bir yerli çocuğun sözleri, yabancılara yabancıca geliyor! Çocuk, yorgun-argın ulusal onuru kurtarmışlığın şövalyeliği heyecanıyla bir şeyler geveliyor saçını-başını yolarak ve yabancı dilleri Türkçe olan anladığını zanneden yabancılar yanlış anlıyorlar!
Eeee! Bir de yabancı koçların yabancı taktikleriyle yabancılara attığı gollerle "Şaban"lığa terfî etmiş, müthîş siyâsetçileri de hatırlayınca gel de 96. dakikada "Ulusal Onur"umuzu kurtaran golün sahibi olarak yabancıca konuşarak entelliğe heveslenme bakalım!
Öyle bir karmaşa, öyle bir panayır yeri hengâmesi ki bu karambolde aradığını görebilmek için "İki cihanda lekeli"leri bile bilen rehber Serçe'lere ihtiyâç var!
Kimse asıl mesleğini icrâ etmiyor! Artistler, Dünyayı Kurtaran Adam'lar! Artistler, rollerindeki kişilikleriyle arz-ı endâm ediyorlar! Sesi güzellerin sanki akılları da güzelmiş gibi havadan kazandıklarıyla havalı hercâi işler yapıyorlar; aralarındaki hercâi davranışlar yüzünden kafadan yediği keleş kurşunuyla ölmeyerek destanlaşıyorlar!
Bu hengâmede, bu panayır kalabalığında asıl adam gibi adamlar, kocaman profesör ünvanlı gerçekten âkil adamlar kayboluyorlar!
Siyâset Stadyumunda şeref trübündeki koç rolü yapanlar, kurşun asker sıfatlı atanmış delegelerle Genel Başkanlıklarını yasalara göre meşrûlaştıranlar, Lider'lik rolüne soyununca veya oynadıkları roldeki karakter olduğunu zannedince arenadaki kalabalığın aklı, karışmasın ne yapsın?
Siyâset Stadyumunda, sahnesinde, kulvarında, sath-ı mailinde yaptıkları rolün etkisiyle kendilerine de rol yapanların vatmanlığında; Binmişiz bir alâmete, gidiyoruz kıyâmete!
Bütün dünyada toplam nüfusları on milyon olan, iki bin yıllık ezilmişliğin intikamına soyunmuş Yahûdilerin, ABD'deki lobi gücü unutturularak "ABD ile müttefik" rol tarifiyle; "One minute!" diyoruz, asla yaptıramayacağımız yaptırımlar sıralıyoruz!
Bu arada her gün üçer-beşer şehît! Her gün evimizin içinde kurşunlanmalarımız ve havadan milyarlarca lira tutarlı bombaları Kandil'e yağdırmamız veee Diyarbakır'da konuşlandırılan Füze Kalkanı ve Müttefikimiz ABD'nin Kandil çevresinde devriye gezen askerleri!
Siyâset sahnesinde rol yapan koçlar, siyâset stadyumunda rol yapan oyunculara istedikleri replikleri okutup tekrar ettirerek milletin aklını karıştırıyorlar!
Biliyoruz ki aklı karıştırılan Türk Milleti, birden esrimişçe öfkeyle saldırıya geçerse ne rol yapan koç, ne rol yapan asist, ne de şeref trübünlerinde karambol yaratan liyâkatsizler kalmazlar!
Ey kendini yukarda zanneden, rollerinin etkisindeki kimliksizler! Vallahi millet, tekrâr oyunlardan, benzer dizi ve dizi kahramanlarından bıktı! Dizilerdeki "millî kahraman"lara söylettirilen yabancı replikler artık milletin midesini bulandırıyor!
Milletin canı tarifsiz yanıyor ve hepinizin canını yakacaklar! Demedi demeyin vesselâm...
YOLCU YOLUYLA YOL YOLCUSUYLA GÜZELDİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

EY BAŞBAKAN! EVİMİZDE VURULDUK!

On evde daha şivân koptu! İki şehît, üçü ağır sekiz yaralımız var! Evimizde saldırıyorlar! Bahçemizde top oynarken eşiyle birlikte polisimiz kurşunlanıyor! Evimizde canımızdan emîn değiliz! "Evimizin Evi" tarifli Vatanımızda güvende değiliz! Hiç kimseye ne sitem edecek, ne de lânet okuyacağım! Sadece bir kişiye sesleneceğim!
Sayın Recep Tayyip Erdoğan!
Sayın Başbakan; Berâber yürümedik bu yollarda ama şimdi berâber ve kesinlikle sizden çok daha fazla canımız yanıyor! Fertlerine çok düşkün bir aile reisi olarak, evlât sevgisi bilen bir baba olarak, yakınlarına-yandaşlarına vefâsını kimsenin inkâr edemeyeceği vefâlı biri olarak, cesâretini hiç sorgulamadığım Kasımpaşalı tavrınızın samîmiyetine inanarak size sesleniyorum!
"Berâber yürüdük biz bu yollarda" diye sizinle gök kubbeyi inleten iki kişiden birilerinin de aynı duygularla ve -benden fazla olarak- size olan aşırı güvenleriyle aynı dilden seslendiklerini biliyorum!
"Bugün saat 21.40 sıralarında Ovacık yolu üzerinde kapalı halı sahada maç yapan on iki polis ve bunların korumalarını sağlayan üç polis arkadaşımıza saldırı oldu. Dört veya beş kişi olduğunu düşündüğümüz teröristler saldırıyı gerçekleştirdi. Bu saldırı neticesinde bir komiser ve eşi olmak üzere iki şehidimiz, üçü ağır sekiz yaralımız var. Bir yaralımız Elazığ'a gönderildi. Saldırıyı gerçekleştiren teröristlerden birisi halı saha çevresinde ölü olarak ele geçirildi. Saldırıya karşı hazır haldeyiz. Teröristler, gündüz sivil kıyafetlerle ilimize sızmış olabilirler."(mynet.com) Açıklama resmî. Tunceli Valisi Mustafa Taşkesen'den!
Sayın Erdoğan; Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır kabûlüm! Kim, kimin desteği ile yaptığınızı söylerse söylesin biliyorum ki şimdiye kadar kimsenin yapamayacağı zannedilen işleri yaptınız! Bu kimsenin yapamayacağı zannedilen işleri yaparken şahsen çok rahatsız oldum! Hâlâ aynı rahatsızlıktayım ama başımız sıkıştığında, canımız yandığında, iki komşumdan birinin size oy verdiğini bildiğim Milletim adına, sizden başka şikâyet adresimiz de yok biliyorum!
Kendi adıma; etimi lîme lîme etseler, sizden veya herhangi bir beşerden yardım dilersem Allah(c.c.) kulluğundan silsin beni! Ama milletim adına, ateş düşmüş on Türk evi adına, tehlikeye soktuğunuz "Evimizin Evi" Vatanın düştüğü tehlîke adına, size yöneldim!
"Teröristler, gündüz sivil kıyafetlerle ilimize sızmış olabilirler."miş! Nerede? Tunceli'de, Türkiye'de! Yâni cep telefonu, sâbit telefon, internet kullanan her kesin dinlendiği, izlendiği endişesindeki "Teknik Takip" rekortmeni demokratik bir ülkede!
Sayın Erdoğan; artık bizi dinlemeyin demiyorum! Çünkü yeni bir üslûp geliştirdik ülke olarak! En azından "Güç bende artııık" diyenlere karşı gıyaplarında olsa bile nasıl hitap edileceğini biliyoruz! Dinlesinler, dinlediklerini Başbakanlığa bağlı MİT Müsteşarına, İçişleri Bakanı'na bağlı Emniyet genel Müdürü'ne onlar vasıtasıyla da size iletsinler! Ama artık Allah aşkına PKK'yı da dinlesinler! Artık "gündüz sivil kıyafetlerle ilimize sızmış" teröristleri de izlesinler!
Kandil'e bir günde atılan mühimmâtın bedeliyle gergin bölgelerimizde "Teknik Takip" noktaları kursunlar! Bu kahpeleri artık nokta tespitle bulsunlar! Bu kahpeleri artık evlerinde, inlerinde, köylerinde, her nerede iseler orada vursunlar! Çünkü onlar bizi artık evimizde vuruyorlar!
Sayın Erdoğan! Gözler ve vücût dili yalan söyleyemez! Bakışlarınıza, vücût dilinize bakarak çok öfkeli olmama rağmen aklımın bir yanı, size güvenmemi istiyor! Tekrâren Teknik Takipçiler, ısrarla bizi dinlemeğe devam etsinler! Üç yıldır gözaltında olan bir madalyalı Kahramanın, gözaltına alınmadan evvel telefonda bana söylediklerini kaydedeceklerine, Allah aşkına artık bu kahpeleri izlesinler!
Bulunduğum ilde bir hareket olursa sokaklarda olacağım! "Şehitler ölmez, Vatan bölünmez" diye bende bağıracağım! "Hepimiz biriz, birlikteyiz, Türk Milletiyiz" diye şahsi bir slogan da atacağım! "Türk'üm. Bu ad, her ûnvandan üstündür." diye tarihe haykıran Ziya Gökalp ağzıyla da bağıracağım! Bedeli varsa ve neyse ödemeğe hazırım!...
Sözlerim sadece size sayın Erdoğan! "İnadına Tayyip" diyen iki kişiden birilerinin içindeki "Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye halklarına Türk Milleti denir. Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenlerin hatırına bu âsâyişsizliği bitirin! Siz isterseniz bitirirsiniz, bitirmezseniz ömrüm boyu, sadece sizi suçlayacağım! Her iki dünyada da sizden dâvâcı olacağım!
Kutadgu Bilig'den öğrenerek; "Dostunu dost, düşmanını düşman bellerim ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan." dedikten sonra, Şehitlerimize rahmet, aileleri ve milletimize başsağlığı, metânet, yöneticilerimize de millî ferâset diliyorum!
DEVLETİNE SAHİP ÇIKAMAYAN MİLLETİN, VARLIĞI SORGULANIR!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Eylül 03, 2011

SIRADIŞI İZLER...

İstisnâlar kaideyi bozmaz derler. Bir sıradışı kişiden bahisle ve kuralı bozamadığına da üzülerek günümüzü sorgulayacağım...
Bir müstesnâ insan yaşamış içimizde... II. Abdulhamîd'in Bahriye Nâzırı Hüseyin Avnî Paşa'nın oğlu. Eğitimli, Galatasaray mezunu. Sağlıklı ve bayağı da güçlü. Nüktedân, samîmi, paraya hiç önem vermeyen, haddinden fazla titiz ve bir o kadar da derbeder, babacan ve yardımsever!...
Kimine göre ütopik, kimine göre sosyalist, kurnazlığı akıllılık zanneden çoğunluğa göre de meczûp! Memûriyet, müdürlük ve hamallık dahil her türlü işte çalışmış!
Çok düşünen, hür akıllı ve hür fikirli bir adam ama hiç eseri yok! Hafızalara özel gayreti ile kazıdığı davranışları ve sözleriyle elli yıldır ölmesine rağmen hâlâ var! 1886'da doğup 76 yıl yaşadıktan sonra 1962'de ölmüş. Her fâni gibi ölmesine ölmüş te hiç eser bırakmamasına rağmen yaklaşık elli yıldır öldürülememiş! Celâl YALINIZ'dan bahsediyorum, Sakallı Celâl'den...
Şu olayını okuduktan sonra, hâlâ; "Neden icâb etti?" diyen çıkarsa cevabım yok!
Bir genel aramada, Sakallı Celâlin üzerinde silah yakalanmış. Polisler, kimlik istemişler:
-Yok! Demiş.
- Kimin nesisin? Demişler:
- Ben japonum! Demiş.
- Ama Türkçe konuşuyorsun?
- Türkçe bilen bir japonum. Demiş.
- Peki bu silahla ne yapacaksın?
- Polisleri vuracağım!
- Neden?
- Nedeni var mı? Ne zaman, neyi savunacağınız belli değil! Dün hilâfeti savunuyordunuz, bugün Cumhûriyeti! Yarın yine hilâfeti savunmaya kalkarsanız o zaman hepinizi bununla vuracağım, ona göre... Demiş!
Hiç kullanmadığı silâhını, bir kaç kere yakalatmış. Yine bir silahla yakalandığında neden silah taşıdığını soran polislere; "Günü geldiğinde Gâzi Paşa ve Cumhûriyeti korumak için" Demiş!
76 yıllık derbeder hayatına rağmen elli yıldır unutulamayan izler bırakan bir Türk ferâsetine dikkat çekmeğe çalışıyorum. "Gâzi Paşa" dediği ve en çok istediği arzusunu vasiyetinde "Atatürk'e sarılıp doyasıya kucaklamak" diye yazacak kadar Atatürk seven biri...
Dikkatle baktığı ve sadece bakmakla kalmayıp gördüğü için olsa gerek bu müstesnâ adamın, bir de Türkiye aydınlarını tarifi var; "Türkiye'de aydın geçinenler, doğuya seyreden bir geminin güvertesinde batıya doğru koşturarak Batılılaştıklarını zannederler!" Bir târif ancak bu kadar net ve doğru yapılabilir!
Kur'an hükümlerine muhalefetle sırf Batlılılaşmak arzûsuyla Haçlı Hristiyanlar ile diyalog kurulur bu Türkiyeli aydınlar sâyesinde!
Sırf Batılılaşmak uğruna; "Mü'mîn mü'mînin kardeşidir" tarifi atlanır, "Acze düşüp elleriyle cizyelerini verinceye kadar savaşın." Allah buyruğu yok sayılır, NATO adına, BOP Eş Başkanı olmakla övünülerek Haçlı ile birlikte müslümanlara Demokratikleştirme Bombaları yağdırılır, bu Türkiyeli aydınlar sâyesinde!
Suçlanan sistemde, suç olan zinâ, suç olmaktan çıkarılır, şeriatın cevâz verdiği birden fazla evlilik, çok eşlilik adıyla gizli yaşanarak meşrûlaştırılır bu Türkiyeli aydınlar sâyesinde!
"Allah indinde hak din İslâmdır." Kur'an hükmü, kaldırılır; "Tevhid de birliğimiz var, Lailahe illallah desek yeter." diye İslâmlığı dille ikrâr olan Kelime-i Şehâdet'le oynanır, bu Türkiyeli aydınlar sâyesinde!
Ve milletle, millî kültürle, örfle-an'aneyle tes düşmeyi Batılılık zanneden bu teslîmiyetçi işbirlikçileri yine Sakallı Celâl, itirâz edilemez bir doğrulukta tarif eder. "Bu kadar cehâlet, ancak tahsîl ile mümkündür." der!...
Millî yoldan millî kaynaklara doğru seyreden Türkiye Cumhuriyeti Devleti gemisindeyiz. Büyük geminin, büyük güvertesinde bazı Türkiyeli'ler batıya doğru koşturarak Batılılaştıklarını zannetmeye devâm etsinler!
Millî Gemi, yolunda; yolcuları eksiksiz! Kaptan sanki biraz fazla uyudu gibi! Yakında o da uyanır inşallah çünkü Gemi, karaya oturmak üzere Allah korusun!
Allah(c.c.) eser bırakmadan iz bırakmayı başaran Sakallı Celâl'e de rahmetler etsin...
ROTASINDAN ÇIKMAYAN GEMİ, KARAYA OTURMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Eylül 01, 2011

İKİNCİ ERGENEKON TÜRKİYE...

Türk'üz. Türk Milleti mensûbuyuz el'hamdü li'llâh.
Millî duygudan yoksun kimliksizler itirâz etseler de Türk yaratılışına şükretmeğe, milleti ve tarihi ile övünmeğe her Türk'ün hakkı vardır. Tarihte bu büyük milletin gözleri önünde nice dev medeniyetler doğmuş, büyümüş, gelişmiş, batmış, tarihin hâfızâ çöplüğüne terk edilmiş ve olanları Türk Milleti izlemiştir!
Tarihte hep devletli olan, esâreti hiç yaşamamış, defalarca uzun süreli imparatorluklar kurmuş Türk Milleti'nden korkanların, Osmanlı'nın çöküşünde bütün kinleri depreşmişti!
Yüzlerce yıl "Haçlı Seferi" adıyla yapılan sayısız saldırıyı, İslâm adına tek başına engelleyen Türk Milleti'ne duyulan kin, bu psikopat beklentinin en önemli nedeniydi! Churchill'in; "Bir kolumuzu bağlasalar tek kolumuzla bir haftada geçeriz." dediği Boğazlar, on dört ay geçilemeyince; "Hasta adam iyileşiyor mu?" korkusu depreşmişti! Dünya'nın en güçlü ve en seçkin ordularının; "Çanakkale geçilmez!" destânıyla durdurulduğu yer, dünyanın merâkı olmuştu! Aylarca süren bombardımanla "herc ü merc" olan Çanakkale'de etrâfa saçılan tarihî kalıntılar bütün arkeologların dikkatini çekmişti! Haçlı Dünya'nın en usta gazeteci ve muhabirleri, Çanakkale'deydi. Bunlardan biri de arkeolog ve Türkölog olan Hümanilat Gazetesi Muhabiri Mösyö Valantin'di. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları'ndan "Aydınlar Konuşuyor" adlı kitaptan bir bölümü hatırlatmanın tam zamanı.
Çanakkale ve çevreyi inceleyen Mösyö Valantin'in kumlarla oynayan üç çocuk dikkatini çeker. Birer çuvalın dibi açılmış, bir tarafı ortasından ve köşelerinden kesilerek elbise diye üstlerine geçirilmiş, ayakları çıplak, elleri-kolları mosmor çok zayıf üç çocuk!... Mösyö Valantin, bu üç perîşan çocuğa bakarken bir yandan da tarihi ve son Türk İmparatorluğu'nun da tarihin hâfızâsına atılmak üzere olduğunu düşünüyordu. Bu duygularla çocuklara sorar; birinin sekiz, diğer ikisinin dokuz yaşında olduğunu öğrenir. Sonrasını kitaptan okuyalım:
"Bakışlarını, mosmor olmuş yüzlerinde, ellerinde ayaklarında gezdirdikten sonra ilk soru sorduğuna çevirdi:
- Baban ne iş yapıyor?
- Öldü.
- Nerde öldü?
- Savaşta.
- Niçin öldü?
- Dîn için öldü.
- Dîn için öldüğünü nerden biliyorsun?
- Caminin İmâmı söyledi. Diğer ikisi de aynı şeyleri söyleyince tekrar bakışlarını birinci çocuğa çevirdi.
- Size anneleriniz mi bakıyor?
- Üçümüzün de annesi öldü. Bize ebe-ninemiz bakıyor.
- Nerede oturuyorsunuz?
Bir eliyle karşıdaki derme çatma kulübeyi işaret etti:
- Şurada.
Türk tarihine biraz âşinâydım. Tarih burcunda ilk büyük ataları Oğuz Han’ın, "Gökyüzü çadırımız, güneş bayrağımız" sözünü duyar gibi oldum. ... Ama büyük olmak, ölmemek değildir! Her fâni gibi bunlar da ölümü tatmak üzereler. Nerede Lidyalılar, Frigyalılar, Etrüskler, Etiler? Kader, bu büyük milletin çocuklarını bir torba kemik haline getirdi, çuvallara doldurdu; o çuvalları mühürleyecek, bir ulu çınar gibi bu köklü millet de tarihten çekilecek!... diye düşünürken, çocukların bana gösterdiği kulübenin kapısı açıldı, bastonuna dayanarak bir ihtiyar nine çıktı, çağırmaya başladı:
- Gazanfer, Muzaffer, Mücahit! Koşun çorba yaptım.
Çuvalların içindeki çocuklar kulübeye doğru koşarken düşünmeye başladım. En kara gününde, derisi kemiğine yapışmış, ancak çuvallarla sarabildiği çocuklarına bir nine, Gazanfer (kükremiş aslan), Muzaffer (zafer kazanmış), Mücâhit (Allah için savaşan) adlarını takabiliyorsa, o millet mağma tabakasına gömülse, oradan fırlar çıkar. Ey bugünün mağrûrları! Bu milleti selamlamaya hazırlanmanız gerekir diye zihnimden geçirdim."
Haçlı'ya ve işbirlikçilere göre; "Türkiye sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli" ve büyük, biz Türk Milliyetçilerine göre ise hem önemli, hem küçük hem de "İkinci Ergenekon"dur! Tarihe göre bir saniye mesâbesinde olmayan bu zor günleri aşacağımızdan zerre endîşemiz yoktur vesselâm...
"HANGİ ÇILGIN BANA ZİNCİR VURACAKMIŞ ŞAŞARIM!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN