Cumartesi, Aralık 29, 2012

TÜRKÇE TEZÂT...

Kendime ettiğim işkencelerimle açmazlardayım!
Hani sevdikleri üzülmesin diye hastayken inlemekten utanır ya insan, erkekçe!
Hani kendisi çölde susuz yanarken yutkunan yavrusuna son suyunu verir ya insan, anaca!
Hani ateşin yakacağını bile bile çocuğunu kurtarmak için yangına dalar ya insan, babaca!
Hani millet yaşasın, devlet ebed-müddet sürsün diye bile bile ölüme atlar ya insan, Türk'çe!
Hani silaha göğsünü gererek, kahpenin gözlerine baka baka siper olur ya insan, ülküdaşça!
Hani âlim maskeli zâlimlere kafa tutmak için insan bilmezliğe yatar ya bazen câhilce!
Hani yüzme bilmeden suya atlar ya insan sevdiğini kurtarmak için cankurtaranca!
O hallerdeyim! 
Açmazlardayım kendime firârımda!
Cânımı yine cânan bildiklerimin acıtmasına göz yumdum!
Nasırıma yine benim zannettiklerim bastılar pervâsızca, acımasızca!
İnlersem dostlar üzülecek! İnlemesem nasırıma basana bir tokat vurmalıyım! Vurursam "Hoca n'aptın?" sorusuna cevabım yok! 
Açmazlardayım!
Yine gönlüme firârdayım yalnızca ve yine kendimin sürek avımdayım acımasızca!
Aklı yendiğini zanneden kurnazlarla birlikteliktense aptallığı bilerek kabullenen mağlûp akıllı dostlarımı incinmekten koruma gayretindeyim!
Zordayım! Açmazlardayım!
Hani insan küfretmeğe niyetlenir, günahkâr olmamak için yutkunur ya dervişçe!
Hani insan yumruğunu sıkar tam vuracakken kıyamaz, duvara toslar ya sarhoşça!
Hani dostlarını incitmektense belânın üstüne üstüne saldırır ya insan, belâca!
Hani bildiğini söyleyip çoğunluğu hayal kırıklığına uğratmaktansa acı gerçeği kendine saklar ya insan, sırdaşça!
Hani insan sahte kahramanlara kahraman iltifatı gösteren samîmilere kıyamaz, döner gider ya dişlerini gıcırdata gıcırdata korkakça!
Hani bazen tek bir bakışla tarar ya dört yanını insan, mitralyözce!
Hani insan gözbebeği pislik görüp lekelenmesin diye kapatır ya bazen gözlerini ürkekçe!
Ve hani insan bazen kafa tutar ya ölüme, Azrail'e Deli Dumrulca!
O hallerdeyim! 
Kendime firârımda açmazlardayım!
Nârâ atasım var; delice, velîce, dervişçe, alpçe, erence, vahşîce!
Tekbîr getiresim var Türk'çe!
"Allahüekber!" deyip "Ya Allah! Bismillah!" larla kilise kurdelâsı kesenleri alkışlayanların suratlarına yapıştırasım var Türk silme sillesini!
Patlatasım var Osmanlı tokatını enselerine!
Trakya'da yeniden bir devlet kurasım var Teşkilât-ı Mahsûsa'ca!
Erzurum'da yeniden emrine giresim var Kuvayı Milliye'nin Kâzım Karabekir'ce!
Dağlara çıkasım var yeniden Demirci Efe'ce!
Yeniden ölesim-öldüresim var "... vatanın müdafaâsı ve islâmiyetin muhafazası için Türkçe konuşan hamiyyetli ahâlimiz" ce!
Aynanın karşısına geçip aynadan yüzüme tüküresim var! 
Aynadakine kıyamam, tükürülesi yüz benimki çünkü!
Susulacak zamanda konuşan, konuşulacak zamanda susanlara zamanında itirâz etmeyen benim çünkü!
Sahte kahramanların sahtekârlıklarını bile bile; "Bütüne zarâr gelmesin aman Kurt!" öğüdüne uyarak susan benim çünkü!
Açmazlardayım! 
Çıkmazlardayım!
Başım kendimle belâda! Belâlardayım!

NE HALDEYİM?

Havayım, toprağım, âteşim, suyum;
Bendedir güneş te, ay da bendedir!
Ben insan evlâdı, toprak oğluyum
Düğün de bendedir, vay da bendedir!...

Benim Ötüken'in yüce zirvesi,
Dağların dumanı, bulutu benim!
Bugünün susmayan kükreyen sesi,
Tarihin haykıran sükûtu benim!...

Sînemde dizilir baharlar, yazlar
Karanlığa, nûra var gönlümde yer;
Gece gökyüzünde kayan yıldızlar
Yerini gönlüme emânet eyler!

Bazan tûfan kopar, sert eser boran,
Tarihimde yatar bin-bir sır benim;
Çiçekler toprağa tohum atmadan
İlkbahar kalbimde kıvanır benim!...

Yaşıtım ben aksakalla ve gençle
Dünlü yarınlıyım devr-i âlemde.
Nefret muhabbetle keder sevinçle
Sarılır uyurlar benim sînemde!...

Soyuma bağlıyım ben ilk sözümle
Duyar son sözümü "Türk'üm" diyenler,
Ağlarlar dertliler benim gözümle
Benim kahkahamla güler gülenler!...

Türk'üm! Tarih gibi ezelîyim ben
Hem yerin hem gökün mağrûr sesiyim;
Her gece şafağın kemendiyim ben
Türk'üm! Kâinatın terâzisiyim!... 

Ölürken ölümü ben öldürürüm,
Şehâdet sadece bende doğuştur;
Mazlûmu her zaman ben güldürürüm
Tanrım! Zâlimlerle beni boğuştur...
(28 Aralık 2012/ İzmir)

İnlersem dostlar üzülecek! İnlemesem nasırıma basana bir tokat vurmam gerek! Vurursam "Hoca n'aptın?" sorusuna cevabım yok! Açmazlardayım vesselâm!
"TÜRK'ÜM! BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR." 
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

Perşembe, Aralık 27, 2012

ALLAH AŞKINA DİKKAT TÜRK MİLLETİ!...

12 Eylül öncesinin sokak hakimiyeti kavgalarının tarafları, 12 Eylül öncesinin 20-25 yaşındaki delikanlıları, bugünün 50 -55 yaşlarındaki ana-babaları, dikkat!...  

Eskimiş bir tesbîtimi hatırlatarak başlayacağım. 

1990'lı yılların ortalarında, evime çok yakın olan bir Ülkü Ocağına her cumartesi-pazar giderdim. Ülkü Ocaklı gençlerin arasıda "ulaş, deniz, barış, devrim" adlı gençleri gördüğümde şaşırmıştım! Sonra sosyal demokrat veya demokratik solcu sivil toplum örgütlerine gittiğimde, oralarda gördüğüm "kürşat, almıla, kaan, hakan, alper, aybike" ve benzer adlarda da şaşırmıştım! 

Günlerce kafa patlattıktan sonra; "Buldum! Ben biliyorum!" diye sevinerek yazmaya çalışmıştım. 12 Eylül Kıyametini bizzat yaşayan kuşağımız; çocuklarımızı, onlar da bizim gördüklerimizi görmesin, çektiklerimizi çekmesinler diye özellikle korumaya almıştık!

Bu korumayı eksik yaptığımız belli oluyordu! 

Bedenlerini her türlü resmî güçlere ve karşıt görüşlü saldırganlara karşı koruduğumuz çocuklarımızın kafalarını, şuûrlarını sahipsiz ve kontrolsüz bırakmıştık!...

Ana-babalarının düşünceleri ile sözlerinin bir olmadığını gözlemleyen çocuklar da ana-babalarının aksi fikir kulvarlarına kaymışlardı! Ülkücülerin çocukları sosyal demokrat veya demokratik solcu kuruluşlarda; devrimcilerin çocukları ülkü ocaklarında yer almışlardı!...

Farkında olduğumuzda becerebildiğimiz kadarıyla buna da müdahele ettik. Ne kadar becerdik bilemem ama çocuklarımızın da bizim nesil gibi kandaşlarıyla sert kavgalar yapmalarına mani olduk. İyi de yapmışız! On beş yıldır birileri, Ülkücü gençliği sokaktan kurtarmışlıkla övünse de aslında olan, budur!

Ne mezhep farklılıklarından, ne fikir ayrılıklarından, ne de etnik farklılıklardan dolayı kavga etmelerine izin vermemişiz çocuklarımızın. Ama siyâseten hem bizim, hem de çocuklarımızın dışlanmasını kolaylaştırdığımızı da fark edememişiz!...

Ülkücüler ve devrimciler olarak biz, çocuklarımızı tehlikeli çekişmelerden korumakla meşgûlken meydanı sahipsiz bulan birileri, gizlice bir şeyler yaptılar! Hatta açıkça yaptılar herşeyi ama biz, çocuklarımızı korumanın verdiği rahatlıkla görmezden gelmeyi tercih ettik! Çünkü bunlar; 12 Eylül Kıyameti öncesi de biz Allah rızası için farz olan Cihâdı yaşamaya çalışırken sünnet olan Hicret'i tercih ettiklerini söyleyerek hep kaçıp saklanmışlardı!
 

Bu sinsi tavırlarına devâm ederek cemaatleri çoğalttılar! Tarikatlerin ve tarikat şeyhlerinin siyâsetteki hakimiyetini sağladılar!

Başbakanlıkta şeyhlerle iftar yemekleri yenilmişti, biz millet olarak ciddiye almamıştık! Güya cumhuriyet ve Atatürk ilkelerini korumak adına Silahlı Kuvvetler muhtıralarla müdahele etmişti! Bizim kuşağın çoğunluğu da buna sevinmişti! Biz, yanlış yapıldığını da biliyorduk! "Size ne siyâsetten? Siz sınırlarımızı koruyun! Allah korusun ölürseniz şehîdimiz, kalırsanız gâzilerimiz olun! Siyâseti deneme-yanılma yoluyla doğruyu buluncaya kadar bize bırakın!" diye sesleniyor, yırtınıyorduk ve bu arada yine ısrarla çocuklarımızı bu çekişmelerden uzak tutmaya çalışıyorduk!

Netekim General ve avânesinin, milleti tahrîk eden uygulamalarıyla Ramazan günleri meydanlarda kürsüde su içip dîni vaazlar verirken bir yandan da İmam Hatip Liseleri açarak güya Ordunun din karşıtı olmadığını göstermeğe çalışarak; sırf denge olsun diye bir oyandan, bir bu yandan idamlar psikopatlığıyla, işkencelerle bir nesli yok edemeseler de sindirmek gayretleri de işin tuzu biberi oldu!

Mürâiler, takıyyeciler, II. Cumhuriyetçiler, Yeni Osmanlıcılar, Milli Gençlikçiler, Büyük Doğucular, Akıncılar, Hizbullahçılar iyice yeraltına çekilerek, örgütlenmelerini gizleyerek geliştiler! 

2002'de de birden bire ezici bir çoğunlukla karşımıza çıktılar!...

Artık açıkça kutuplaşmaktan da, tarihimizle ve cumhuriyetle Türk kimliği ile hatta Atatürk'le hesaplaşmaktan da çekinmiyorlardı!...

Çünkü onlar artık, % 50 olarak bir bütün blok halinde idiler; biz ise % 50'lik ama 50 parçalı pejmürde bir haldeydik!...

Sonra vesâyetçilikle suçlanacak olan emekli ve muvazzaf generallerin organizeleriyle gerçekten muhteşem Bayrak mitingleri de yapılmıştı! Milyonlar, Muhteşem Türk'ün huzuruna Anıtkabir'e toplanılarak güya % 34.63 oy toplayan irticâya uyarı yapılıyordu! Biz bu olayların, sandıklarda ters tepeceğini de ısrarla söylemiş ama sesimizi duyuramamıştık! Emekli olduktan sonra vatan kurtarmaya soyunan generaller vasıtasıyla Ordu'nun siyâsete çekilmesine mani olamamıştık!

Devâsâ mes'eleler türbanla örtülmüş ve üniversiteli çocuklarımız, bu defa da dindâr ve laikçi diye kamplaştırılmıştı! Artık kadınlar da açık iffetliler, örtülü iffetsizler şeklinde çirkin çekişmelerle ekranlardaydılar! Sokaklarda Cumartesi Anneleri ve "Kimsenin namusu olmayacağız!" diye slogan atan müsvedde kadınlar izliyorduk! 50-50 müsvedde kadını, 1500-2000 polisle koruyorlardı!

İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde anarşi kol geziyor, terör sıkıyönetim ilan ediyor, sokaklarda arabalar yakılıyor, alış-veriş merkezleri kundaklanıyor, parklarda bombalar patlatılıyor, topluca sivil vatandaşımız öldürülüyor, yüzlercesi yaralanıyordu ama kimsenin umurunda omuyordu! Ortada suçlu da yoktu çünkü!...

Trenler devriliyor, uçaklar düşüyor, onlarca vatandaşımız ölüyor, toplu taşıma araçlarında gencecik kızlarımız diri diri yakılıyor, Diyarbakır'da dersane bombalanıyordu ama ortada suçlu yoktu!...

Varsa yoksa türban, varsa yoksa tesettür; varsa yoksa hayâli darbe planları, suikast teşebbüsü senaryoları, ekonomik ve dış politikadaki sıkıntıları kamuflede artık yetersiz kalan türbanın-tesettürün yanına bir de askeri vesâyet şikâyetlenmeleri!

"Gereken durakta inilecek tramvay" tarifli demokrasinin İleri Demokrasi'ye terfi etmesiyle Kozmik Odalara giriş, görevleri biten ABD ve NATO generallerinin tasfiyesi, bu arada üstün hizmet madalya rekoru kırmış kahraman millet evlatlarının da yok edilişleri!

"Dokunan yanar!" tarifli Pensilvanyalı ile alkışlamayanın, tokalaşmayanın perişan edildiği siyasallaştırılmış bölücülerin pervasız ayaklanmaları! Gitar çalan kahpe teröristlerin insancıl romantik fotoğrafları, empati yaparak; "Ben de olsam dağa çıkardım!" şeklindeki destekler, beş vakit namazlı, gençlik hayâlleri olan biri diye bebek katili psikopatın insanlaştırılma gayretleri!

Bebek katili psikopatın kadim avukatının Genel Başkan Yardımcısı olduğu bir anamuhalefet ve Meclis'te 367 sayısal çoğunluğu sağlayarak Meclis'i çalıştırmakla övünen demokrat milliyetçiler!

Herkese gücü yeten ve herkese dokunan bir İleri Demokrat faşizm sayesinde artık vatandaşın sokaklara çıkması da özel yürek istiyor! Çünkü tazyikli foseptik suları, biber gazları, gaz bombaları, coplar, panzerler onları bekliyor! 

Çok koruduğumuz, gözbebeğimiz üniversiteli çocuklarımız artık Allah'a ve Dünya Lideri, BOP Eş Başkanı, Medeniyetler Arası İttifak Eş Başkanı, Dokunmanın ibâdetten sayıldığı Kasımpaşalı'nın yüksek insaflarına emânet! 

Kasımpaşalı'nın ve yakınlarının çocukları da 18-20 yaşlarına rağmen ticâreten hârikalar yaratıyorlar! Gemi üstüne gemi, şirket üstüne şirket!...

Bir yandan Pensilvanya'lı Gülen A.Ş. Ceosu'nun makbûl duâları; bir yandan Pentagon'un müthîş müttefikliği ile tıkır tıkır işleyen Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi, çatır-çutur ilerleyen Medeniyetler Arası İttifak ve hergün büyüyen Ilımlı İslâm adlı yeni bir dîn!...

Analar, Babalar dikkat!...

Dikkat müslümanlar! Türk Milleti dikkat!...

Devletin ve Cumhuriyetin bütün kurumları, dikkat!...

Vallahi tehlike var! 

Yeniden İstiklâl Harbi yaşayacağız! Biz ölüp biz öldüreceğiz! 

Ölmekle bayılmayı aynı zanneden; ellerine verilen metni ezberleyerek İleri Demokrat rolü yapan aktörlerin oyunlarını alkışlıyorsunuz ve bu arada sür'atle kaosa doğru yuvarlanıyoruz!

Allah aşkına dikkat!
 

"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selam, sevgi, dua...
 

Tokkalı Mustafa ASLAN

Salı, Aralık 25, 2012

MİLLİYETSİZ SİYASETİN ZİLYETİ...

Bataklıkta yürüyüp paçayı çamurdan korumak zor iştir! Bataklığı çamura bulaşmadan geçtim diyene inanmak ta zordur! 
Bataklığı kurutmadan sivrisinekten ve çamurdan korunmak mümkün olmadığına göre, hedef bataklık ve bataklığı kurutmak olmalı değil midir?
Bizim siyâsilerimiz nedense bunu yapmadılar! Hatta bataklığı hedef görenleri sivrisinekden daha tehlikeli gördüler, gösterdiler!
Yıllarca rüzgâra karşı sidik yarışında yarıştırılanların yanında durarak coşanların, yarış molalarında temizlenme gayretlerine ya seyircilik yaptık, ya da yardım ettik!
Aslında Netekim General'e gasp ettirilen Devlet Başkanlığı'nda Başbakanlık yapan Özal döneminde ve ANAP'lı süreçte bazı gerçekleri anlar gibi olanlar oldu! Onlar da gerçeği anlatmaktansa yakaladıkları şahsî fırsatlarını ziyân etmemek için susmayı tercîh ettiler!
Yapay bir âfet sonrası kurulan deprem çadırına doluşan âfetzedelerin, gözlerinin evlerinde kaldığını hep izledik! Kendi evleri içine girilecek hale gelir gelmez ANAP adlı, "Dört eğilimi birleştirme" iddiasındaki deprem çadırının nasıl dağıldığını, yok olduğunu, izlemiştik aslında!
ANAP'ın çocuk elinden kaçan bir uçan balon gibi âni havalanışını ve yükseldikçe atmosfer basıncının azalması sonucu iç gazının baskısıyla patlayıp yok oluşundan, gerekli dersleri almış olmalıydık aslında!
Demek ki becerememişiz! Bir musîbetin, bin nasihâtten evlâ olduğunu bilmemize rağmen hayatımıza uygulayamamışız!
Netekim General'in Anadolu'yu Haçlı arasında paylaşım projesinde üzerine düşeni yapmasından sonra Türkiye'yi dindârlar eliyle parçalamakla görevlendirilmiş Özal'lı ANAP'ın uygulamalarını; yüzme bilmeden cankurtaranlıkla görevli harîs acemileri seyrederek zaman öldürmüşüz!
Olaylara Müslüman Türk gözüyle bakan ve devleti yeniden Türk Milliyetçiliği aslına döndürmek için yol gösteren Alparslan Türkeş'i de; olaylara dindâr gözle bakıp çâreyi ümmetçilikte, İslâm Birliği'nde arayan Erbakan Hoca'yı da ya anlamamış, ya da önemsememişiz!
Alparslan Türkeş'in Türk Milliyetçiliği havuzunda ve Erbakan Hoca'nın Millî Görüş havuzunda yumurtalarından çıkan kurbağa larvalarının farkında olamamışız! Kuyrukları düşüp arka bacakları çıkar çıkmaz havuzdan zıplayıp kaçan ve aynı bataklıkta buluşarak vırraklayan kurbağaları hayretle izleyip gülümseyerek dinlemişiz!
İşe bir de Karaoğlan'ın tirübünlerdeki sol gösterip sağ vuran siyâset amigoları da karışınca kurbağa korosunun vırraklarıyla uyumaya bile alıştırılmışız!
Birinci 12 Eylül Kıyâmeti'nden otuz yıl sonra, kurbağa vırrakları arasında uyuma yeteneği kazanmış tembelleri, uzaktan seslenerek uyandırmaya çalışıyoruz ki işimiz zordan da zor!
Özal'lı ANAP'ın koro şeflerinden; "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer!" diyeninin de vazgeçilmezlerinden biri; BOP Eş Başkanlığı görevini övünerek söyleyen birinin Yıkım Anayasası'nı hazırlamakla görevli Meclis Başkanı! Diğer havuz kaçkını kurbağalar da bu yıkım projesine vırraklayarak amigoluk yapıyorlar!
Haçlı'nın müslüman katliamlarına ya destek verip ya alkışlayıp ya da duâlar ederek Cihâd yaptıklarını zanneden alnı secdeliler ile "Lider uçuruma atlarsa peşinden gitmek töredendir." diyen mankurtlar, aynı Deprem Çadırı'nda teşrîfatçılık yapıyorlar! Karaoğlan'ın tirübün amigolarından "68 Kuşaklı" bazıları da, loca hizmeti ile meşguller!
Alparslan Türkeş te, Necmettin Hoca da son nefeslerine kadar bu havuz kaçkını kurbağalar hakkında bizi uyarmaya çalıştılar ama rüzgâra karşı sidik yarışına sokulan yarışçıların yanında durmayı sadâkat, alkışlamayı teşkilatçılık saymaya başlamıştık bir kere!
Erbakan Hoca'nın Millî Görüş havuzundan zıplayan, gömlek değiştirerek gelişen yenilikçiler ve Alparslan Türkeş'in Türk Milliyetçiliği havuzundan zıplayıp "Türkeş'siz MHP Kumpası" elebaşlarının; İleri Demokrasi iddiâsındaki bir Meclis'te sayısal yeterlilik olan 367'yi tamamlama uğraşlarını seyre ve bazen tahrîk edilerek desteklemeğe mecbûr kaldık!
Demokrasiden İleri Demokrasiye terfi sürecinde; güya Meclis'te grubu olan dört parti olmasına rağmen iktidar çekişmesi mezhepler, tarikatler, cemaatler arasında yaşanıyor; Türk Milliyetçileri ve Ulusalcı solcular ise bu iktidar çekişmelerinde, raketler arasında pingpong topuna döndürüldüler!
Milli Eğitim Bakanlığı; "Her türlü milliyetçiliğe karşıyız" diyen bir başbakan emrinde, millî dokuyu çözüp gevşetmek için görevli; Millî Savunma Bakanlığı "Türkiye toprakları aynı zamanda NATO'nun da topraklarıdır" diyen bir Başbakan emrinde NATO patriotlarına adres göstermekle görevli; Millî İstihbarat Teşkilâtı, "İspatlamayan şerefsizdir" iddiasından sonra, "Gerekirse şeytanla da görüşür" diyen bir Başbakan emrinde, Haçlı ve şeytanla görüşmelerle görevli; Diyânet İşleri Başkanlığı, "Medeniyetler Arası İttifak'ın da Eş Başkanıyız." diyen bir Başbakan emrinde Ilımlı İslam-Pensilvanya ve mütedeyyin müslümanlar arasında ilişki sağlamakla görevli!...
Ve biz Türk Milliyetçileri, bu kadar sıkı abluka altında Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği fikriyâtını yaşatabilmek için ölüp ölüp diriliyoruz!
İşimiz kolaysa Allah aşkına siz de gelin katılın! Yok zorsa gölge etmeyin yeter, işi bize bırakın Allah aşkına!
Tüfenklinin yanında durmayı mahâret bellemiş av köpeğinden, kapı köpeği olmaz!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

MHP'DEN KOPANLAR, ESKİMİŞLERLE BULUŞACAKLARMIŞ!...

Anadolu'nun hemen heryerinde bilinen bir tekerleme ile başlayalım:
"- Baba hırsız yakaladım! - Getir oğlum! - Gelmiyor - Bırak gitsin! - Gitmiyor!"
Bir de bizim oralarda, Kars yöresinde anlatılan bir bir fıkra vardır.
Aç köpek, evin peynir tuluğuna başını sokar ve yiyeceği kadar yer. Duyduğu ses üzerine kaçmak ister ama başını bir türlü tulukdan çıkaramaz! Köpeğin gürültüsüne evin gelini ile Kayınbaba aynı anda çıkarlar! Gelin tuluğa gerektiği gibi sahip çıkamadığı için utanç içinde motala sarılırken Kayınbaba kızgıca gülerek;
- Bırak kızım bırak! İt el çekti, motal el çekmiyor! Dokunma!... Der.
Tuluk ve motal aynı şeydir. Tulum çıkarılmış kuzu, oğlak veya koyun derisi, zedelenmeden dabaklanır ve içine kışlık peynir doldurulur. Adına da tuluk veya motal denir. Her neyse bu lüzumsuz bilgiyi de paylaştıktan sonra konumuza dönelim!

Şahsî hırsları ile muhalifliği birbirine karıştırdıklarını zannettiğim bir internet sitesinde; eskimiş, posaları kalmamış, sanalağda bile varlıkları hissedilemeyen siyasetçilerle MHP'den kopacakları iddia edilen bazı kişilerin bir araya gelerek yeni bir oluşum meydana getirecekleri, haber olarak verilmiş!
Ne anılan sitenin propogandasını yapmak, ne de -güya- haberlerine konu edilen şahısların adlarını anarak bu aspragas habere katkı vermek istemem!
Yalnız konuya bigâne de kalamam!
Ma'lesef 15 yıllık Genel Başkanlığı süresince Sayın Bahçeli'nin kendisi ve sonradan icat ettiği diplomat-demokrat kurmayları vasıtasıyla meydana getirdikleri "Kıymetler Mezarlığı" na, o kadar çok kıymetimizi ve kıymetlimizi defnettiler ki şikâyetlenene; "Haksızsın!" diyemedik!
Şikâyetlenenlerden bazılarına; "Haklısın!" demiş olmamıza rağmen eğer Teşkilatı ve Ülküdaşlarını terk etmişlerse peşlerinden bakmadık bile!
Beni tanıyanlar bilirler ki Devlet Bey'i hiç sevemedim! Kendileri de beni sevmediler! 2005'in sonuna kadar, Teşkilatımızın bütünlüğünü koruyabilmek adına yazdığım, Genel merkez ve teşkilatlarımızı korumak içgüdümle yazdığım yazılarım, sonra Devlet Bey yandaşları tarafından suçummuş gibi karşıma çıkarılıyor olsa da tavrımda bir değişiklik olmadı! 

Sevilip sevilmeme konusunda ikimizin de geçerli nedenlerimiz var ama meselâ en son Kongre'de benim destek verdiğimi açıkladığım Ülküdaşımız ancak 48 Delege oyu alabildi! Yani Kongre'de Devlet Bey'e bir kere daha gücümüz yetmedi! Kıyâmet te kopmadı!
Adaylığı için lazım olan 40 Delege oyunu, 8 fazlasıyla buluşturan Musavvat DERVİŞOĞLU, konuşmalarını bitirip kürsüden inerken hem bütün salonun, hem bütün delegenin, hem de Ülke genelinde bütün ülkücülerin gönüllerinin sevgilisi olarak rütbelendi ve alkışlandı! Yani Allah can sağlığı ve ömür verirse, bir sonraki olağan kongre için şahsen hayâllerim daha güçlü ve ümitvârım!
Konumum ve yaşım gereği yapılan doğruları alkışlamak, yanlışları tenkît etmek gibi bir görevim var! Bu görevi de bana hiç kimse değil hür aklım, vicdânım ve Türk Milliyetçisi karakterim verdi!
Ben Devlet Bahçeli için MHP'li olmamıştımki kongre kaybedilince O'na kızıp veya küsüp ömrümü hasrettiğim Partim'i terk edeyim! Yıllarca; "Ben MHP'yim, onlar MHP'li.." diyerek dolaşan biri olarak benim kendimi terk etme şansım olabilir mi?
Kongre sürecinde de becerebildiğimce Teşkilatlarımızın iri ve diri kalmasına gayret sarf ederek meşrû zaman ve zemînde muhalifliğimi yaptım! Allah nasip eder ve ömür verirse günü geldiğinde tavrımda yine bir değişiklik olmayacak!
Kastım, kendimi anlatmak değil -bağışlayın- ama ömrünün 45 yılını aynı adreste, aynı safta, aynı duruşla geçirmiş bir Türk Milliyetçisi olarak MHP'me, partime ve teşkilatlarıma Devlet Bey'e kızgınlığıma rağmen sahip çıkmak zorundayım!
MHP benim karakterim, kişiliğim, ârım, nâmusumdur! 
Başbuğumuz ve Şühedâmızın bize ve bana emânetleridir! 
Siyâseti beceremediğimiz için kongrelerde desteklediklerimiz kaybedebilirler ama her kaybettiğimiz zannedilen kongrede Ülkücülüğümüz tecillenir ve kaybederken kazanırız!
Şu anda Sayın Genel Başkan veya cankurtaran kurmayları özellikle arasalar, -olmaz da- görev teklif etseler kabûl edersem nâmert olayım ama yerimi ve kendim tırnaklarımla yerleri eşeleyerek edindiğim safımı terk edersem de nâmert olayım!

Yığma yayla evlerinde, her kıştan ve kuvvetli her yağmurdan sonra dökülmeler ve çökmeler olur! Her yayla mevsiminden önce yayla evlerinin mutlaka tamirata ihtiyâcı vardır! Yoksa çökerler ama inşaat kurallarına uygun yapılmış, taşıyıcı kolonları sağlam atılmış, demirinden çalınmamış binalar, sıvası dökülse de, eğer kuvvetli bir deprem olmazsa kolay kolay çökmez! babadan oğula oğuldan toruna miras olarak intikal eder.
MHP'nin kurucusu çok ehîl bir mimardı! Kuruluşunda fiilen çalışan herkes te ehîl ustalardı! MHP'nin harcı, Mîmar Sinan'ın yüzyıllara direnen harcı kadar, hatta onunkinden daha dayanıklı bir harçtır! Temeli çok sağlamdır MHP'nin. 
MHP, gözümüzün önünde yükselip batan DP'ye de, AP'ye de, ANAP'a da, diğer CHP'den kopan ve yok olan DSP'ye de, bütünden kopup yok olan zoraki oluşumlara da, şu anda muktedir gibi görünen Deprem Çadırı işlevli AKP'ye de benzemez!
Çünkü MHP'nin temeli ve harcı; binlerce can, on binlerce istikbâl, yüz binlerce ikbâldir! Ve bunların hepsi önce Allah rızası için sonra Milletin-Devletin bekâsı uğruna, gönüllü olarak hîbe edilmiştir! Biliriz ki örülü duvardan tuğla alınmaz! Alınsa da sağlam kolonlu duvara bir şey olmaz! Ben, örülü duvardan tuğlamı almıştım ama birşey olmamıştı, biliyorum!
Başa dönersek; hayatlarını ve ömürlerini şahsî kazanımları üzerine inşa eden bencillere de Parti olduğu için MHP saflarında, hatta yönetiminde yer vardır, olmalıdır ama kaçağın-göçeğin MHP'ye oyları kadar faydaları olur, gidişlerinin ise asla zarârı olmaz! Çünkü ürkek tavşanların yokluğunu ne orman, ne de ormanın etobur avcıları fark etmezler bile!
Bu haberin asılsız bir dedi-kodu olduğunu zannediyor olmama rağmen ola ki aklı karışan veya karışmaya müsait akıllar varsa uyarı yapmayı, 45 yıllık bir Türk Milliyetçisi olarak vicdânî görev sayarım!
Hiçbir karşılık ve teşekkür beklemeden yaptığım bu uyarımdan umarım MHP'nin Mevcut Genel Merkez Yöneticileri de paylarına düşen kadarını alırlar!
Milletvekili listesinde güzel bir sıra, olmazsa iyi bir yöneticilik alırlarsa Devlet Bey'e toz kondurmayan ve daha dün benimle O'nu savunmak için sert münakaşalar yapan kişilerin; aksi olunca Devlet Bahçeli muhalifliklerinden tek kelimeyle iğreniyorum! Hiçbiriyle bir arada da olmadım! Hangi sebeple olursa olsun yıllarca MHP dışındayken Bahçeli düşmanlığı yapan, yıllar sonra döndükleri ve kabul edildikleri MHP'de kraldan fazla kralcılığa soyunanlara da tarifsiz öfkeliyim!
Devlet Bahçeli'yi sevmedim, sevmiyorum, sevmeyeceğim ama meşrû zaman ve zemîne kadar bana yanlış gelen uygulama ve karalarına rağmen kabullenmekten başka şansım olmayan Genel Başkan'a muhalifliğim yüzünden de ne MHP'emden vazgeçerim, ne de 45 yıllık emeğimden...
Dilekçeyle müracaat edilerek ülkücü olunamayacağı gibi, Ülkücülükten can bedeni terk etmeden istifâ da olmaz!...
Batan gemiyi önce çok iyi yüzücü olan fareler terk eder ama onlar da ya balıklara, ya da karaya çıkabilirlerse yılanlara veya kuşlara yem olurlar!
TÜRK, TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 24, 2012

ZÂKİR ARKADAN İTTİ, ŞÂKİR ÖLÜME UÇUYOR!**

"Evimizin evi" demişti bir öğretmenimiz Vatanı tarif ederken...
Evimize girildi, evimizin evine girildi! Yetmez gibi evimizde, gözümüzün önünde çocuğumuzu dövüyor sanki zorba müttefik(!)imiz!
"Türkiye toprakları, aynı zamanda NATO topraklarıdır." demişti BOP Eş Başkanı Başbakan! NATO'nun lokomotifinin ABD olduğunu biliyoruz! 
Daha doğrusu NATO'nun, ABD komutasında hareket eden yüzyılımızın Haçlı Birliği olduğunu biliyoruz ve seksen sene önce "Yedi Düvel" adıyla bize saldırdıklarında denize döktüğümüzü biz de biliyoruz, Haçlı da! 
NATO'nun lokomotifi veya NATO adlı Haçlı'nın komutanı ABD'nin Lozan Antlaşmasını kabul etmeyen tek ülke olduğunu da; biz de biliyoruz, Haçlı da!
NATO'nun da, Haçlı'nın da, ABD'nin de Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve O'nun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden intikama soyunduğunu anlayamamak için ya kör câhil, ya da "gaflet, dalâlet ve hatta hiyânet" içinde olmak lâzım!
Lozan görüşmeleri sırasında Amiral Chester imzalı bir imtiyâz isteğine göre ABD, Türkiye sınırları içinde döşenmiş ve döşenecek olan bütün demiryolları boyunca rayların 20 kilometre sağında ve solunda uzayan arazilerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin bütününün kullanımını istemişlerdi. Bu işleri yürütmek için "Osmanlı Amerikan Şirketi" adıyla şirketlerini bile kurmuşlardı! 
Gâzi Mustafa Kemal, bu talebi hiç düşünmeden yırtıp çöpe atmıştı! Amerika da Lozan Antlaşmasını tanımayan tek ülke olmuştu!
Güneydoğu'da mayınlı arazilerin kullanımını istemekle nerdeyse tıpatıp aynı değil mi?
18 Ocak 1927'de Amerikalı Senatör Upshow Lozan'la ilgili; "Antlaşma Timurlenk kadar hunhar, Müthiş İvan kadar sefîh ve kafatasları piramiti üzerinde oturan Cengiz han kadar kepâze olan bir diktaörün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır!
Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik antlaşma kabul ettirmiştir! Buna heryerde Türk Zaferi dediler! Ve eski dünya parlamentolarını bunu kabule ikna ettikten sonra büyük sermaye grupları, soğukkanlı ticaret erbabı ve giderek güya bazı din temsilcileri bile Türkiye'yi Uygar Uluslar masasında "Uluslararası bir Konuk" durumuna yücelterek Amerika'yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler!" diye zehir-zemberek öfke kusuyordu! (http://blog.milliyet.com.tr/abd-lozan-i-neden-tanimaz-/Blog/?BlogNo=373542)
Gazeteci-Yazar Hulki Cevizoğlu, "ABD niçin Lozan’ı tanımıyor?" sorusuna: "İşgal ve Direniş adlı kitabımı yazarken, karşıma ABD çıktı! Bugün PKK’ya destek veren ABD, 1919’da da karşımızda imiş de haberimiz yokmuş." cevabını veriyor! 
Hulki Cevizoğlu, kamuoyundan saklanan gizli görüşmeleri, kitabında belgeleriyle şöyle açıklıyor: "Bakınız, o tarihte ABD Başkanı olan Wilson, Paris’te yanına Fransa Başbakanı Klemenso, İngiltere Başbakanı Loyd Corc ve Yunanistan Başbakanı Venizelos’u almıs, Türkiye’yi paylaşmak için emirler veriyor. Türkiye'yi 4'e bölen haritayı yapan da Wilson, 'İstanbul bir Türk kenti değildir. İstanbul Boğazı ve çevresini ABD mandasına almalıyız. Boğazlar’a ve İstanbul’a Amerikan askeri yerlestireceğiz' diyor. Türkler’i medenilestirmek! için ülkemize 100 bin Amerikan askeri göndermeyi planlıyor.. Bugün Irak’a yaptıklarını bize yapacakmış da Mustafa Kemal’i aşamamış."
Ve Amerika lokomotifliğindeki NATO veya ABD Komutasındaki Haçlı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden intikam için her yolu deniyor!
Ve Amerika hâlâ Lozan'ı tanımayan tek ülke ve BOP Eş Başkanı, Medeniyetler Arası ittifak Eş Başkanı olduğunu kendisi söyleyen Başbakan sâyesinde, -güya- en büyük müttefikimiz!
Evimize giren zorba komşumuz, gözümüzün önünde çocuğumuzu dövüyor ve canımın canı yanıyor!
22 Aralık Cumartesi günlü bir haber:
Şırnak Ilıca'da arazi taramasına çıkan Meteler Jandarma Özel Harekat timleri çıkan çatışmada iki teröristi itlaf ediyor. Teröristlerin üzerinden ABD ordusunun kullandığı FGM-148 roketatarı ve mermisi çıkıyor!  İki ay önce de, Kato Dağı'nda yapılan bir operasyonda yine aynı silahtan iki tane ele geçirildiği, söyleniyor!
 FGM-148'ler Mehmetçik tarafından kameraya kaydedilerek savcıya teslim edilirken aynı gün 5 ABD'li subay, US Air Force yazılı bir helikopter ile bölgeye geliyor!
Yorucu bir görev ardından kışlaya gelen askerler istirahata çekildikten bir kaç saat sonra, sabaha karşı 5'te uyandırılıyorlar. Gelen 5 ABD'li subay, Mehmetçiği saat 11'e kadar operasyon ve buldukları silah hakkında sorguluyor! 
ABD'li subaylar Mehmetçiğe özellikle "Operasyon sırasında başka birinin yakalanıp yakalanmadığını" soruyorlar!
ABD'li subaylar JÖH timini sorguya çekerken bir Türk üsteğmeni ile bir Amerikalı görevli arasında sert tartışmalar yaşanıyor! ABD'liden roketatarın açıklamasına isteyen üsteğmen, "Deneme uçuşu yapan ABD helikopterinden düşüp pkk tarafından bulunmuş!" cevabına öfkelenerek ABD'linin üzerine yürüyünce hakkında alay komutanı tarafından soruşturma başlatılıyor! (http://www.askerhaber.com/haber/8007/pkkda-abd-silahi-bulundu.html)
Türk Milleti, sana ne oldu? Sana büyü mü yaptırdılar, yoksa şarap mı içirdiler?
"Türkiye toprakları, aynı zamanda NATO topraklarıdır." diyebilen bir Başbakan; bu Başbakan'ın iki günde üç terfi ile Genelkurmay başkanlığına atadığı bir General; itlaf edilen PKK'lının üzerinde çıkan roketatarın hesabını soran Millet Evlâdı bir üsteğmene soruşturma açan bir alay komutanı; "Gerekirse şeytanla bile görüşür" tarifli dokunulamaz bir MİT Müsteşârı; 40.000 kişinin katili bir psikopatın namazını-niyâzını çetele tutarak takip eden, empati yaparak; "Ben de olsam dağa çıkardım!" diyen bir Başbakan Yardımcısı ki aynı zât, İstiklâl Mahkemelerince vatana ihanet suçu sabit görülerek idam edilmiş bir dedenin torunu ve hâlâ huzur ve istikrârdan bahseden bir hükümet işbaşında ve seyrediyorsun!
Yetmez! Yetmedi!
Hâlâ; "Millî meselelerde AKP Hükümetine destek vermeye devam edeceğiz!" açıklamasında ısrarcı bir Milliyetçi demokrat muhalefet var seyrediyorsun! 
BDP ve onları şımartan AKP ile bölücülükte hemfikir olan Y-CHP adlı demokrat-diplomat anamuhalefeti, hatırlamak bile istemiyorum!
"Evimizin evi Vatan" babalar gibi satılıyor, Haçlı tarafından satın alınıyor! 
Hâlâ dünyada Lozan'ı tanımayan tek ülke ve büyük müttefik(!)imiz ABD; hem PKK'ya silah veriyor, hem bu silahları yakalayan Mehmetçiği kendi kışlasında sorguya çekiyor, hem de kafa tutan üsteğmene Alay Komutanına soruşturma açtırıyor! 
Ve hâlâ iki kişiden biri; "Ne yapalım? Alınları secdeli müslüman adamlar! AKP'ye oy vermeyip kime oy verelim?" açmazında ve seyrediyorsun!...
Türk Milleti! Allahını seversen kendine gel!
Demirci Efelerin diş gıcırtılarını duymuyor musun?
Üniversiteli gençlerin, STK'ların sokaklara taşmasından; AKP'nin bütün gücüyle polisi milletin üzerine göndermesinden, her geçen gün sivil direnişin artmasından bir mesaj almıyor musun?
Hadiseler bizi de adım adım; Irak'ın, Tunus'un, Mısır'ın, Libya'nın, Suriye'nin sonuna doğru götürüyor, görmüyor musun?
"Dokunulmazlıklarını kaldıracağız!" tehdîdi ile zorla mazlumlaştırılan, ABD'nin silahlandırdığı PKK'nın siyasallaştırılmış dokunulmazları da Meclis'ten; "AKP, CHP ve MHP'nin bu kadar ayrı ayrı çalışmasına, yorulmasına gerek yok. Tek bir parti altında birleşmelerini tavsiye ediyorum. İsmi de 'Tekçi Parti' olsun" diye seslenip dalga geçiyorlar, duymuyor musun?
AKP'ye ve şımartılmış BDP'ye hâlâ tatminkâr bir cevap verememiş, hâlâ; "Millî meselelerde" desteğe devam edeceğini açıklayan Demokrat Milliyetçilere karşı bir sözün yok mu Türk Milleti? 
Ortalık karıştırıldığında en zararlı sen çıkmayacak mısın? Ortalık karıştırıldığında ânında kaçıp canlarını kurtaracak olan işbirlikçilerden, Haçlı Müslümanlardan farkını, ne zaman fark ettireceksin?
Türk Milleti; AKP'li Zâkir'ler arkandan itti ve Şâkir'ce sür'atle uçuruma yuvarlanıyorsun! 
Görmüyor musun?  Duymuyor musun?
Kör müsün? Sağır mısın?
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi,duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

** Zâkir ve Şâkir; Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin oğulları...
Zâkir, babasının dizi dibinde medrese eğitimi gören, Şâkir ise meyhâneden çıkmayan, şarabın başından kalkmayan biri...
Efsâneye göre; İbrahim Hakkı müritlerinden olanları/olgunlaşanları "Kırklara karıştırmak" için Hasan Kal'âsına çıkarır. "Uç!" dediği olmuş saydığı müridi uçuruma atlayacak ve kırklara karışacaktır.
Bütün yöre halkı akın akın olay yerine giderken Şâkir'in de haberi olur ve kalabalığa katılarak imtihan alanına gelip seyirciler arasına katılır.
İbrahim Hakkı sırası gelen oğluna; "Uç Zâkir!" diye seslenir ama Zâkir korkar atlayamaz! İkinci, üçüncü kere de; "Uç Zâkir!" komutu karşılıksız kalınca babasının durumuna üzülen sarhoş Şâkir ileri atılarak; "Baba ben uçayım mı?" diye sorar!
Öfkeli İbrahim Hakkı; "Hadi uç bakalım Şâkir!" der ve Şâkir, uçuruma atlar, Kırklara karışır... Dedik ya rivâyet bu!

Perşembe, Aralık 20, 2012

TÜRK MİLLETİNE ŞİKÂYETİM VAR!...

Kendime olmadık külfetler yükleyerek yıllardır sizinle hem-hâl olmanın, milletimin-devletimin derdine ortak olabilme gayretimin hazzını yaşarım…
Özellikle Ordumuz ve güvenlik güçlerimiz; kanları-canları pahasına, devletin bekâsı-milletin ve vatanın bölünmez bütünlüğü için mücâdele verirken ben de -millet olarak- onlara lojistik desteğe hazır olduğumuzu hissettirmek, onların yaşadıklarını bildiğimizi belirtmek, onlara moral vermek amacıyla duyduklarımı, hissettiklerimi paylaşmaya çalışırım!
Çoğunluğunun uzaktan kumandalı olduğu söylenen Yaygın Basındansa tamamen millî Yerel Basından seslenmeyi, daha çok seviyorum! Çünkü yerel basında, yöreye-bölgeye-vatana-millete ihânet edilmesine yöre sâkinleri asla izin vermezler! Yerel basında sessiz sedâsız, yaptırımı çok güçlü bir otokontrol vardır!
Yerel basında ahlâk vardır, töre vardır, sıcak hemşerilik, komşuluk ilişkileri vardır. Yerel basında utanmak ve utandırmak söz konusudur! Yerel basında ayıp en büyük yaptırımdır! Yalan söylemek, iftirâ etmek nerdeyse imkânsızdır! Çünkü "Yedi kardeşiz, yedimiz de birbirimizi biliriz." söylencesi yerel basında kesinlikle geçerlidir.
Yerel Basından Yaygın Basın'a -güya- terfi ettiğimde sevinmek gibi bir hatâ yapmıştım!
Yerel yazdığım yıllarda; dostum da belliydi, hasmım da, hısmım da! Oysa Yaygın Basın'a geçtiğim günden beri ne hasmım belli, ne de hısımım!
Aldığımız ailevî ve yerel terbiyemizle ağabey-kardeş ilişkilerimiz de yaşımızla akrân. Ağabey ve dostlarımızla 45 yıllık ilişkilerimiz, hamd'olsun hâlâ dipdiri! Bir kişinin yaşına hürmeten "Ağabey" denilmesi edep gereğidir ama gıyâbında "Ağabey" denilen kişiler, gerçekten "Ağabeylik" makamını hak etmiş karakter âbideleridir.
Benim özel ve fikrî hayatımda, "ablalık-ağabeylik" müessesesi, olmazsa omaz derecede geçerli ve canlıdır! Birine "Ağabey" diyorsam bu hitâbım yüzüne karşı da, gıyâbında da aynıdır! Meselâ Yılma DURAK namlı, 'Doğunun Başbuğu' sıfatlı Ülkü Devi; Ahmet Ali Arslan nâmlı, Garipkafkaslı sıfatlı Ülkü Devi Ağabeylerim, iftihâr ederim ki Ağabeylerimdir hatta Ağabeylerim sıralamasında ilklerdir. 
Hayatım boyunca Ağabeylerim'den habersiz kimlerle, hangi makamlarda, ne münakşalar ettiğimizi ve tavizsiz tavrımı muhâtapları bilirler ama hâlâ Ağabeylerim bilmezler!
Müktesebâtımızın izni kadar sohbet ve yazılarımızda seslenirken; saygı-sevgi müessesesine sadâkatimiz, yerel ve teşkilâtçılık edebimizdendir! Hâlâ utanır yüzümüzün olmasındandır! Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırının korunmasındandır! Ayrıca benim gibi savaşçı-titiz-huysuz; kırk yaşında oğul sahibi, 15 yaşında torun sahibi, altmış yaşındaki bir Dedeye ağabeylik etmek te öyle her babayiğidin harcı değildir!
Ölmüşlere Allah'tan tekrar rahmet dilerken, hayattaki Ablalarımın-Ağabeylerimin varlıklarıyla ölçüsüz onurlu ve onlardan aldığım akpirçek-aksakal desteği ile de bir başka cesûrum!
Yerel Basındayken de, yaygın basında da onlardan bahs'ederken hep "Abla-Ağabey" dedim. 
Hayatım boyunca hiçbir ülküdaşımı, dostumu, gönüldaşımı terk etmedim, dolayısıyla kolay terk edilenlerden değilim! Yedi yılı aşkın bir süredir size seslenmeğe çalıştığım bir yaygın basın organındaki köşemi kapattığım günden beri de yine Ablalarımın-Ağabeylerimin-Kandaşlarımın tesellîleriyle onurluyum! 
Vedâ yazımı yayınlamayacak kadar basın edebi ve nezâketten uzak Gazete Yönetiminin aksine; hemen hergün Ablalarımın, Ağabeylerim'in, kandaşlarımın hâl-hatır sormalarına muhatâbım. Ki bizim Ağabeylerimiz, Ablalarımız, Kandaşlarımız geçtikleri heryere fikrî iz bırakmaya muktedîr, karakter âbideleridir...
Bildiğiniz gibi gateden seslenirken de, birkaç kişiyle daha buluşabilmek için yazılarımı, sosyal medyada bir-kaç gruba da göndermekteydim. Bugün ise sadece sosyal medya vasıtasıyla sizinle buluşuyoruz! Nasîbine ve buna da şükür...
Hayatım boyunca, siyasal kimliğimi hiç saklamadım, zaten istesem de saklayamazdım!…
Hayatım boyunca; ne dînin, ne mezhebin, ne Atatürk’ün, ne Türkeş'in, ne partinin, ne teşkilatın, ne de hiç kimsenin arkasına saklanmadım!

Hayatım boyunca; dünyalarını değişmiş Önden Gidenler'imizi, hiç tanık göstermedim! Onların savunmalarına ihtiyâç duymadım ki zaten onlar artık kendilerini de savunamaz halde, hak dünyadalar! 
Hayatım boyunca; -çoğunluğun aksine- rahmetli olmuş, millî sıfat kazanmış erlerimizi savunmak gibi de bir iş edindim kendime! Meselâ ne Muhteşem Türk dediğim Atatürk'ün, ne de Son Başbuğ Alparslan Türkeş'in, ne de Bütün Zamanların Ülkü Ocağı Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu rahmetlilerin arkasına saklanmadım hiç! Ne Atatürkçülük, ne de Türkeşçilik gibi zayıf bir kavrama sığınmaya tenezzül etmedim ama Türk Milliyetçiliği atmosferinde Atatürk'le Türkeş'le Muhsin Başkan'la ülküdaşlığın sağladığı müthîş onuru ve gururu keyifle yaşadım, yaşıyorum, yaşayacağım!
Bir millet ferdi olarak, devletimin aslî unsuru bir Türk olarak, Rahmetli Osman Bölükbaşı’nın tarifiyle; " Îmânım padişah ben de O’nun vezîri" oldum! Yine Rahmetli Bölükbaşı’nın; "Hayatım boyunca hep gönlümün türküsünü söyledim…" tarzını taklîd ettim! 

İnandığım doğrularımı; herkese inat, her ortamda söyledim, söyleyeceğim! Adına ilm-i siyaset denilerek arkasına saklanılmaya çalışılan; "Her doğru her ortamda söylenmez!.." şeklindeki beni iknâ edemeyen tavra, asla tenezzül ve tevessül etmedim!
Bugün bir ilk yapacağım!

Sosyal Medya'nın sanal ortamında yani internet sayfa ve gruplarında; Ülkücülük arkasına saklanarak, dîni maske edinerek, demokratik ve diplomatik denilen renksiz üslûpla bize saldırdıklarını zanneden sanal sarhoşları, size şikayet edeceğim!
Hayatımda hiç şikâyetçi olmadım! Hep şikâyet edilen haşarı bir millet ferdi olduğuma tanıyanlarım şahittir!
Demek ki her şeyin, bir ilki varmış!... 

Ülkücülük diye taraftarlık, din diye mezhepçilik, mezhep diye tarîkat veya cemaatçilik yapan; ümmetçilik ve takvâ arkasına saklanılarak Milliyetçiliğe saldırılırken gayr-ı millîleri demokratlık adına -bilerek, bilmeyerek- savunanları, size şikâyet edeceğim!…
"Türkiye toprakları, NATO'nun da topraklarıdır." diyebilen bir BOP Eş Başkanı'na, Meclis'te 367 sayısal çoğunluğu sağlamasında destek vermeğe devâm eden, demokrat milliyetçiyi ve genelbaşkan vekilliğini milletvekilliğine tercîh edenleri, size şikâyet edeceğim!

Bizim; "Taş bitti, inşaat paydos!" dememize rağmen, Türk Milliyetçiliğinin görsel ve yazılı alanlarda savunuculuğunu üstlenmiş, sayılı fikir savaşçılarından Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın konferanslarını, Ülkü Ocakları vasıtasıyla engelletenleri, size şikâyet edeceğim!
Türk Milleti ile dolayısıyla sizinle ve bizimle alay edercesine, devâsa millî mes'eleler varken; vicdâni retçileri andıran tavırlarla askeri disiplinle oynamaya heveslenenleri, eurovizyon alternatifleri sunanları, patriot füzelerinin ülkemize kurularak NATO'nun İsrail'i korumak üzere ülkemize konuşlanmasına itirâz etmeyenleri, hatta destekleyenleri, size şikâyet edeceğim!
Yaptırımınızın ne olduğunu veya olmadığını çok iyi bilerek size şikayetleniyorum!  
Sesimi, siz de duymayabilirsiniz! 
Duymazdan gelebilirsiniz! 
Bu şikâyetimi; şikâyetlenmeğe tenezzül etmediğim BOP Eş Başkanı genel başkanlı AKP'lilerin duyacaklarını ve gözlerine mızrakça batacağımı kesinlikle biliyorum! Bu şikâyetden beklentim de bu zâten!
Siyasallaştırılarak Meclis'e taşınmış yemînsizleri, herşeye rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne; itlaf edilmesi gereken yaratıkları Devletim’e, bunları da size havâle edeceğim!
Apo itinden dolayı Urfa sevgimizde, Kürt komşularımıza saygımızda-sevgimizde bir eksilme olmayacağı gibi; bu, Ülkücülükten geçinenler yüzünden de Türklük, Türk Milliyetçiliği ve Türk Milletçiliği sevdâmızdan bir şey eksilmez! 

Ama bu zihniyet özürlüleri, bu tarifsiz fikir kabızlarını size şikayetten başka bir yolum da yok!…
Tarihin her döneminde destanlar yazan, mütefekkir yetiştiren, medenî tamgalar vuran Türk Milleti'nin Milliyetçilik havuzlarında üreyip yetişen bu kurbağa larvalarını, size şikayetten başka yol bilmiyorum!
Öfkemi kontrol etmesem; ayakları çıkar çıkmaz zıplayıp kaçacak olan bu kurbağa larvalarını sitâyişle yâdedenleri de size şikâyet etmek isterim!

Ma'lûm balık larvası ile kurbağa larvası, ilk günlerde birbirinden nerdeyse ayırt edilemezler. Büyüdükçe kurbağalaşan larvalar doğup geliştikleri sudan, ayakları çıkar çıkmaz zıplayarak kaçarlar! Geliştiği suyu ve havuzu inkâr ederek kaçan bu kurbağaların hakkından da o yörenin haşarı çocukları gelirler! 
Yakaladıkları kurbağaları; kıçlarına buğday çöpü takarak şişirir, patlatırlar!
Aynı Ülkü havuzu mensûpları olarak bu kurbağalarımızı size şikayet ediyorum! Bunları şişirerek patlatmak isteyen Mahallenin Çocukları'na; biraz müsâmaha gösterin diye de rica ediyorum!...
İlerde bu kurbağaların; leyleklere, kargalara, yılanlara yem olacaklarını bilmeme ve bunları ciddiye almamama rağmen çok rahatsızım!

Ben, işim ve yaşım gereği rahatsızlığımı uygun bir dille söyleyeceğim; siz, şikâyetimi duyduğunuzu belli edeceksiniz ve inşallah sağırlarımız-körlerimiz de bizi duyup, görmeğe mecbûr kalacaklar! Başka yol da yok!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

Pazartesi, Aralık 17, 2012

MHP'DE MUHALİFLERİ SUSTURMA TAKTİKLERİ!...

İncinsek te, kızsak ta, kırılsak ta hiçbir dostumuzu, ülküdaşımızı terk etmedik, etmeyiz! Çünkü kolay vazgeçenden, kolay vazgeçilir biliriz!
MHP Genel Başkanlığı'na aday olmaya uğraştığı süreçte -geç te olsa- Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ'ın ekibine katılmış, gücüm kadar gayret sarf etmiştim! Asla pişmanlığım yok!
Yeniçağ Gazetesi'ndeki köşemi kapattıktan sonra gazete almayı da bıraktığım için "Yeniden Türk Milliyetçiliği" tezi mensûplarından bir Gönüldaşım'ın uyarısı üzerine internetten Yeniçağ'a baktım! Bana bir "tık" borçları var yani!....
Yeniçağ'da Arslan Tekin; "MHP niçin ses vermiyor?" diye sormuşlar! Cevap istediği sorularının en sonunda; "Geçen gün Prof. Ümit Özdağ Bey’le telefonlaştık. Gazi Üniversitesi’nde vereceği bir konferansı, Ülkü Ocakları adına 4 genç, Devlet Bahçeli’nin izni olmadan bu konferansı düzenleyemezsiniz, diye engellemişler. Birileri Devlet Bey’in adını mı kullanıyor? Bir engelleme varsa çok vahim. Ülkü Ocakları’nın açıklama getirmesi gerekir." demişler! İyi de yapmışlar, kalemine yüreğine sağlık...
Yukardan aşağı, bütün sorularında da haklı ama Arslan Tekin'in, son vurgulu sorusuyla gayr-ı ihtiyâri ilgilendim!
Sevgili Arslan Tekin'in sorusuna; "MHP daha nasıl ses verebilir ki?" diye bir soru ile mukabele etmek isterim!
Türklük, Türk Milleti, Atatürk, Türk Milliyetçiliği hakkındaki düşüncelerinden hiçbir bilmediğimiz olmayan, BOP Eş Başkanlığı ve Medeniyetler Arası İttifak Eş Başkanlığı'nı kendisi söyleyen, en son olarak ta; "Türkiye toprakları aynı zamanda NATO toprağıdır." diyerek, Haçlı'nın İsrail'i İran'dan korumak üzere kurdurduğu belli ve MHP Milletvekili Koray AYDIN'ın Meclis Kürsüsü'nden; "Tetiği bizde olmayan füzeyle topraklarımızı nasıl koruyacağız?" diye sormasına rağmen; "Millî meseleler(!)de" AKP'ye desteğe devâm edeceğini ısrarla açıklayan Devlet Bahçeli Genel Başkanlığındaki MHP, başka nasıl ses verebilir ki? Veya nasıl bir ses bekleniyor ki?
Pakistanlı Muhammed İkbal'in; "Harekette birlik olmazsa, fikirde birlik faydasızdır!" uyarısı hâlâ bize bir şey söylemeyecek mi?
PKK'lıların tek tek hedefleyerek saldırıya geçtiği üniversitelerde, saldırıya uğrayan Ülkücüleri yalnız bırakan; ola ki galeyâna gelerek karşılık veren olursa ânında teşkilatlardan uzaklaştırıp hain ilan eden Ülkü Ocakları'nın, Devlet Bahçeli bodyguardlığından başka bir işi mi var ki?
Önce MHP'yi barajda bırakıp on yıl sonra yeniden kurtarıcı edâsıyla çağrılan ve ikinci adamlık makamına oturtulan Şefkat Çetin'in, kongre sürecinde Koray Aydın'a destek veren Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ'ın konferanslarını engellemesinden daha olağan bir ses mi bekliyor Sevgili Arslan Tekin?
Asıl benim aklımı karıştıransa; Koray AYDIN'ın MHP Grubu adına Meclis'te karşı çıktığı patriot füzelerinin ülkemize konuşlandırılmasına da destek veren Bahçeli ile yaşanıyor gibi gösterilen fikir ayrılığı!
Milletvekili dokunulmazlığından dolayı Koray Aydın'a engel olmaya gücü yetmeyen Ülkü Ocakları, kongre sürecinde muhalif olan ve dokunulmazlıkları olmayanlara mı gözdağı veriyorlar acaba? 
Ya da Koray AYDIN, bir kere daha mı kendisine destek verenleri kaderlerine terk ederek Bahçeli ile ve Balgat kurmaylarıyla yakınlaştı acaba?
Türk Milliyetçisi bir kalem olarak bu da benim sorum olsun! 
Bu soruma cevap ta beklemiyorum! Çünkü cevâbı biliyorum! Düğün görmüş oynamış, cenâze görmüş ağlamış 45 yıllık, tecrûbeli bir ülkücü adayı olarak cevâbı te'vilsiz olarak biliyorum!
On beş yaşından yetmiş yaşına kadar, "Ülkücüyüm" diyen herkesin Başkomutanı'nın Ülkü Ocakları Genel Başkanı olduğuna inanan bir Türk Milliyetçisi olarak Ülkü Ocakları'nın bu son davranışından, tarifsiz üzgünüm!
MHP'ye parti olduğu için kırılmaya darılmaya tenezzül etmem; "Ben MHP'yim, onlar MHP'li..." der kendimi tesellî ederim ama ömrümün orada geçtiği, fikrî karakterimin orada şekillendiği Ülkü Ocaklarım'a küserim! Hem de bir nazlı oğulun, babasına küstüğü gibi!...
Netice olarak herşeye, uzak durmama, ilgilenmememe rağmen Ülkü Ocakları yeni Genel Başkanı'nın ilk icraatı olarak Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ'ın konferansını engelleme işiyle görevlendirilmesine şaşırmadım!
Ülkü Ocakları'nın; "Türkiye toprakları aynı zamanda NATO toprağıdır." diyen AKP'lilere karşı çıkmayıp, üniversiteleri basarak ülkücü gençliğe saldıran PKK'lılara karşı en demokratik suskunlukla seyirci kalıp, Devlet Bahçeli ve Şefkat Çetin muhaliflerine saldırttırılacaklarını, yüreğim kan ağlayarak o kadar kesin biliyorum ki!
Sevgili Arslan Tekin; MHP daha nasıl ses versin ki? 
Diye sorumu tekrarlayarak Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ'a yapılan engellemeden ziyâdesiyle rahatsız olduğumu da söylemeden geçemem! İtiraz etmesem, duymazdan gelip sessiz kalsam, Ali Şeriati'nin tesbîtiyle "eşekleştirilmişler"den olmam mı?
Yalnızlıktan korkanların oluşturduğu kalabalıklara karşı, Yalnız Kurtların birbiri ile alâka ve görüşmelerini artırmaları; kucaklaşmalarını, tokalaşmalarını sıklaştırmaları gerek diye de düşünmeden edemiyorum!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN  


GÜNÜMÜZ "EŞEKLEŞTİRME" OPERASYONLARI...

Hz. peygamber(s.a.v.)'in en yakın arkadaşlarından olan ve İslâmı ilk kabûl edenlerden 4.(ncü) kişi olan, sosyal adâlet ve toplumculuğun öncüsü sayılan Ebu Zer el-Gıfarî; "Bir toplumda aç kalıp da o topluma kılıç çekmeyene şaşarım!" diyor...
20. yy.'ın zirve münevverlerinden Pakistanlı Muhammed İkbal de; "Sen yırtıcı şahinsin kafes ile sakin arkadaş olma! Davran aç kanadını, ta ufuklara süzül." diye mücâdeleyi öğütlerken; "Harekette birlik olmazsa, fikirde birlik faydasızdır." diye de uyarıyor!
Türk Milliyetçilerini düşünmeye, fikir üretmeğe teşvîk anlamında müthiş bir atılım olan "Töre Sohbetleri"ne ve benzerlerinin varolduğunu bildiğim düşünce merkezlerine imkânı olan herkesin mutlaka katılarak faydalanması ve katılarak bu sohbetleri ve merkezleri teşvîk etmesi gerek...
İzmir'deki Töre Sohbetleri'nde Prof. Dr. Nadim Macit'in hatırlatmasıyla "eşekleştirme" ve yöntemlerine takılı kaldım iki gündür!
İslam dünyasında "eşekleştirme" kavramını, ilk olarak kullanan Ali Şeriati'ye göre; "eşekleştirme"nin doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki yolu vardır.  
Doğrudan yani direkt olan yolu; zihinleri cehâlet ve gaflete yönlendirerek delâlete, sapıklığa sürüklemektir. Bu tehlikeyi görmek ve müdâhele etmek zordur ama imkânsız değildir. 
Dolaylı yani endirekt yollar'ını tesbît ve engellemek ise nerdeyse imkânsız derecede zordur! Şeriati'den anladığımız kadarıyla; eşekleştirme, eşekleştirilmesi istenen kişilerin türüne göre seçilir. Sonra da eşekleştiren kişiler, eğilimlerine göre hareket ettirilirler!
Toplum, farkında olmadan içinden; duâ, takva, san'at, bilim, zühd, spor ve basın-yayınla uğraşanların meydana çıktığını, neden sonra fark eder! Meselâ; bir bakarsınız ki süslü, modern görünümlü gencecik bir oğlan çıkarılmış; gazeteden gazeteye, televizyondan televizyona astronomik rakamlarla taransferler yaşayarak dinden, ekonomiden, spordan, siyasetten ve her konudan bahsediyor, her konuda ahkâm kesiyor! Cumhurbaşkanı'na fırça atıyor, Genelkurmay Başkanlarını tehdît ediyor, Başbakan'a nasihatler çekiyor! 
Bir bakarsınız ki; hristiyan usûlüyle yemîn ederek bir Hristiyan ülke mektebinden mezun olmuş, çifte vatandaşlıklı bir güzel hatunla evlendiriliyor; o hatun da aynı yol ve yöntemlerle ekran ekran, gazete gazete dolaşıp ahkâm kesiyor, millî-manevî değerlere saldırıyor, biz de -ağzımız açık- seyr'ediyoruz!  
 Bir bakarsınız ki prof. ünvânlı, emeklilik maaşı, milletvekili maaşı alan yetmez gibi yazdığı milliyetçi yazılarının karşılığını da astronomik rakamlarla alan kişiler; bu "eşekleştirilmiş"lerin "eşekleştirme operasyonları"na katkı verircesine, yine güzel bedeller karşılığı -güya itiraz etmek için- ekranlarda veya gazete köşelerindeler!
Bu kişiler ve benzerlerinin hepsi de sahip oldukları yer ve servetlerini tutkunca severler!
Bunları fark ettikten sonra; eşref-i mahlûkat insan olarak 'ben'i ve toplum olarak 'biz'i, insanlık şuûrundan, ülküdaşlık paylaşım bilincinden uzaklaştıran herşey bir "eşekleştirme" aracıdır, diyemez miyiz? 
Ali Şeriati; ".. çağımızda insanların eşekleştirilmesinde eski ve yeni birçok araç kullanılır. Din, eski eşekleştirmenin güçlü bir dürtüsüydü. Yeni eşekleştirmenin dürtüsü ise çekişme, yalancı bir çatışmadır. Ve bu eşekleştirmede branşdan, araştırmadan, bilimden, güçten, ilerlemeden, ferdi özgürlükten, kadın özgürlüğünden, taklîd ve bağımlılıktan faydalanılır." diyor. (Bilinç ve Eşekleştirme, s.37, 38, 45, 47)
Doğruyu söyleyenlerin dokuz köyden kovulduğu günümüzde, Onuncu Köy'den seslenmeğe gayret edenlerin arasında yer almazsak; "eşekleştirilmişler"den olmaz mıyız?
Doğru insanlar, namuslu adamlar, madalyalı kahraman millet evlâtları, namuslu yazarlar-gazeteciler cezaevlerinde tutukluluğa mahkûmken; milyonlarca insan açken kurnaz mürâilerin, Allah ile aldatarak iktidar olduktan sonra "Firavunlaşma" larına ve doğrulara, namuslulara zulmetmelerine itiraz etmezsek; itiraz edenleri, insafsızca "hain" diye yaftalarsak; "eşekleştirilmişler" den olmaz mıyız?
Hulefâ -i Râşidîn'in de, Ebu Zer'in de aralarında olduğu sahâbîye baktığımızda; onların, bir halife, vali veya yetkili birinin haksızlığını gördükleri anda işi-gücü bırakıp mescitlere koştuklarını, korkusuzca tartıştıklarını hatta halîfeyi mahkemeye verdiklerini görürüz! 
Bu müslümanların; kişisel ve toplumsal haklarını savunmada kararlı, duyarlı, samîmi kişiler olduklarını, cesûr ve dirâyetli olduklarını görürüz!
Meselâ; bir zafer sonrası minberde vaz'eden Hz. Ömer'e; "Sen önce savaş ganimetlerini eşitçe dağıt! Önce üzerindeki uzun entârinin hesâbını ver!" diye itiraz edip onu mahkemeye verdiklerini görürüz! Hz. Ömer'inde, mahkeme huzûruna çıkarak; "Ganîmetten payıma düşen kumaş boyuma uygun bir elbise yapmama yetmedi. Oğlum Abdullah da kumaş payını bana verdi, kendime uygun elbise yapmak için birbirine ekledim. Araştırabilirsiniz, vekiller gönderip inceletebilir ve istediğiniz gibi emîn olabilirsiniz!" diye kendini savunup aklandığını görürüz!
Mescitte, vaz'eden halîfeye itiraz edip onu mahkemeye veren ilk müslümanlarla ve mahkemede kendini savunarak aklayan Halîfe ile günümüzün; "Dokunmak bile ibâdettendir." diyen yalakalarını ve bundan asla şikâyetlenmeyen, ülkede on milyondan fazla nüfus aç ve inim inim inlerken oğluna dev şirketler kurduran Müslüman Cumhurbaşkanı'nı; gemiler alan Müslüman Başbakan'ı, yüzlerce daire kazandıran müslüman bakanı kıyaslamazsak "eşekleştirilmişler"den olmaz mıyız? 
Müritleri yokluğu, fakirliği îman göstergesi olarak kabullenip inim-inim inlerken, jet-skylerle turistik tatiller yapan, altın küvetlerde banyo yapan, yüz binlerce dolarlık jeeplerle dolaşan, özel şöförlü şeyh bozuntularına; "Paranın dîni olmaz! Kılcal damarlara sirâyet edinceye kadar gerekirse on milyar harcayıp bir lira kazanmayın! Hâkim, savcı satın alın." fetvâsını verebilen Hoca Efendi'lere itirâz etmezsek, "eşekleştirilmişler"den olmaz mıyız?
"Yüksek ahlâklı Nebevî toplumsal bilinç" ile aydınlanmış, sorup sorgulayan îman ehli fikir ve düşünce adamlarını; kâfirlikle, mezhepsizlikle, alevilikle, caferilikle, hâinlikle, topluma ters düşmüşlükle ithâm edenler de; "eşekleştirilmişler"den değil midir?
Sayısız yandaş gazete, sayısız yandaş televizyon ve programları ile; "Büyük ve hergün büyüyen ekonomi"den bahsedenler; "Zalime gücün yetmiyorsa, zûlmüne râzı ol." telkinleriyle suskunlaştırılmış milyonlarca açlıkla boğuşup yardım paketi bekleyenlere, kendini hür zanneden kölelere, "eşekleştirilmişler"e, doğruyu anlatmak kolay mı zannediyorsunuz?
Kur'ân'da Allah(c.c.)'ın; "Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır." (Maide-51); "... boyun eğerek kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın." (Tevbe-29) şeklindeki apaçık buyruklarına rağmen "Dinlerarası Diyalog"a soyunanlara, "Medeniyetler arası İttifak"a yeltenenlere, itiraz etmezsek "eşekleştirilmişler" den olmaz mıyız?
Allah buyruklarına açıkça muhalefet ederek, BOP Eş Başkanlığı ve Medeniyetler Arası İttifak Eş Başkanlığı'nı kendisi söyleyen; Irak'ta bir milyondan fazla müslümanı katledip, yüz binlerce müslüman kadının-kızın ırzına tecavüz eden, kaçıp camiye sığınan müslümanın peşinden camiye girerek kafasına kurşun sıkan ABD askerlerine duâ eden ve her ortamda; "Müslümanım! Allah katında mühim olan takvadır. Her türlü milliyetçiliğe karşıyım! Yavru Muhalefet ırkçılıktan ve kandan geçiniyor!" diye kibirle, kendinden başka herkesi küçümseyen; Kıbrıs Çıkarması'nda bütün imkânlarını bize kullanan Kaddafi'nin Haçlı tarafından linç ettirilmesine ortaklık ve seyircilik eden; şimdi de Haçlı ile işbirliğini iyice artırarak; "Türkiye toprakları aynı zamanda NATO toprağıdır." diyerek NATO'nun patriotları ülkemize yerleştirmesine savunma zemîni hazırlayan bir Başbakan'a; "Milli meselelerde herkese rağmen AKP'ye desteğimizin süreceğini açıkça söylüyoruz." diye destek veren ve sadece salı günleri "Milliyetçiyim!" diye kükreyen birine itiraz etmezsek "eşekleştirilmişler" den olmaz mıyız?
Tenkîdin yapıcılığını öğrenmek ve öğretmek zorundayız! 
Particilik taassûbundan, adamcılık şirkinden sür'atle kurtularak, aklımıza hürriyetini verip îman ehli insanlar olarak millî vicdânımızı devreye sokmak zorundayız!
Aksi halde; NATO ve Haçlı'nın "eşekleştirdikleri"nin, bizi "eşekleştirmeleri"ne râzı olmuşuz demektir...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

Pazar, Aralık 16, 2012

TÜRK GÜZEL DE, TÖRE'Lİ TÜRK ÇOK DAHA GÜZEL...

Dün akşam; "Çölde serap mı görüyorum?" yoksa uzun ramazan günlerinde yattığımız ikindi uykusunda, rüyamda "Kana-kana su mu içiyorum?", rüyada mıyım diye defalarca kendimi çimdikledim!
Bilgi ve bilgelikle desteklenmiş tenkîdin, ne kadar yapıcı olduğunu izlerken ayrıca bu müthîş güzellikteki manzarayı seyredenleri seyrederken yaşadığımız huzûr ortamını ne kadar özlediğimizi de gözlemledim.
Töre Dergi'sinin, Türk Töresi'ni yeniden unutanlara hatırlatmak gayretleriyle başlattığı "Töre Sohbetleri"nin İzmir'deki kaynamasını ve kaynarken sessizce kaynaştırmasını, yüreğim ağzımda atarak izledim, dinledim!
Toplantının, sohbetin çağrısının adı; "Töre Sohbetleri", konu başlığı; "21. yy. Türk Milliyetçiliği, açmazlar ve çözüm yolları" idi ama Zekeriya Doğan Kültür Evi'nde; saat 19.00'da başlayıp benim ayrıldığım 22.30'a kadarki sürede ikrâm edilen, paylaşılan; bilgi ve bilgelikle sarılıp sarmalanmış Türk Yüreklerdi!...
Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Türk Dünyası Sosyal, Ekonomik ve Siyasal İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr.Nadim MACİT Hoca; bir Müslüman-Türk Münevveri tevâzu ve muhabbetiyle yüreğini ikrâm ediyordu!
Tarihin gözüyle bugünü, bugünün gözüyle tarihi sorgulayıp buluştururken ilâhiyatçılığının verdiği müktesebât cesâretiyle din tacirlerine, Allah ile aldatıcılara, diyalogculara, medeniyetler arası ittifakçılara karşı Türkçe seslenirken tek kelime ile muhteşemdi!...
Hacmi küçük ama kapasitesi çok geniş bir mekânda Türk Dünyasına yürekliğe soyunulmuştu veya ben öyle algıladım...
Nadim MACİT Hoca'nın konferansı için seçilmiş yer, tevâfuken Türk Dünyası'na seslenilebilecek ender sayıdaki yerlerden biri belki de tek olanıydı. Çünkü Zekeriya Doğan Kültür Evi; yine bir Türk Akademisyen Kenan DOĞAN Hoca'nın rahmetli Babaları Zekeriye DOĞAN'ın anısına yapılmış, bütün giderleri Kenan Hoca tarafından karşılanan ve Türk Cumhuriyetlerinden tahsil için Türkiye'de olan Türk Gençliğinin orada buluşarak Türkeli'nde gurbet yaşamamalarını sağlayan Türk Sinesi sıfatlı bir adresti...
Çok etkileyici, kalıcı izler bırakacağı kesin olan bir sohbetti!
İlahiyatçılık müktesebâtıyla cesûr Nadim MACİT Hoca'nın Kur'ân temelli, Hâdis destekli örneklemeleriyle "insanın din eliyle nasıl eşekleştirileceği"ni anlatması, şahsen iz bırakan ânlardandı!...
Toplumların ahlâksızlıktan, milletlerin töresizlikten çözülerek çöktüğünü bir daha hatırlatan bu muhteşem toplantının bir de hasretlere vuslatlık özelliği vardı ki bunu anlatmaya söz ustası destancılar gerek!
Sohbete Aydın'dan hasta bedenine kafa tutan Türk Yüreği ile koşarak gelen "Türk Beğim" dediğim Gültekin Öztürk; Türkiye'nin dört yanından yüreklerinin rehberliğinde koşarak gelen; Karadeniz yüreklim Ömer Faruk BEYCEOĞLU, tanıştığımız günden beri öz bacımlarımla muhabbet yarışına girmeği başaran Hayriye Nurcan YAZICI, avuçlarına efelerin-seğmenlerin ruhunu sığdırabilecek bir yürekle koşarak gelen Firdevs IŞIK ve Türk yüreğinin gümbürtüsünü duymaya alışkın olduğumuz Ahmet Kutluğ GAYRETLİ; Türk Dünyasının yüreğinin attığı hacmi küçük, kapasitesi çok geniş mekâna ayrı bir güzellik akttılar sağ olsunlar... 
Nevzat Kavun, Prof. Dr. Metin Ekici, Do. Dr. Osman Karatay, Yrd. Doç. Dr. Abdullah Temizkan, Yrd. Doç. Dr. Yahya Kemal Taştan, Yrd. Doç. Dr. İbrahim Şahin, Dr. Bahadır Bumin Özarslan, Arş. Gör. Mustafa DUman, Arş. Gör. Ahmet Keskin, MHP İzmir İl Yönetiminden Ali Peynirci, Türk Eğitim Sen İzmir temsilcileri İrfan Toksoy, Adnan Sarısayın, Yeşim Yelgar Ünlü, Ercan Arık; ayrıca Türk yüreklerle buluşmak heyecan ve iştiyakıyla koşup gelen önce hayâl edip sonra hayata geçirmek üzere teşebbüs sahipleri Türk Milletinin istikballerinden, Ege Üniversitesi Ülkü Ocakları temsilcisi Türk Milliyetçisi Gençlerimiz; Şair raif Aras, Hüseyin Kuyucu, Caner turan, Durmuş Ali Tekin, Glseren Yaşbey, Fatma Özge Özdemir ve Sevgili Ozan Ünsal gibi, Türk Milliyetçisi duruşları adlarına sıfatlaşmış Türk Yürekler, Dünya Türklüğünün kalbine ev sahipliği yapan mekândan taşıyordu!...
Gözledim, izledim, duydum, duygulandım ve coştum tabi... 
Bu duygu ve coşkumun verdiği ukalalığımla ve ağabeylik hakkımı kullanarak; bu muhteşem geceyi katılımlarıyla güzelleştiren bütün Türk Yüreklilerden, hemen hiç ertelemeden TÖRE Dergisi'ne abone olmalarını ve kendilerinden başka en az üç arkadaşlarını daha abone etmelerini rica ediyorum. Bu közün alevlenmesi, alevin Türk Meş'alesine dönüşebilmesi için TÖRE'nin Türkçe esmesi, estirilmesi şart dedikten sonra;
Bize bu güzel geceyi yaşatan Karadeniz Yüreklim Ömer Faruk BEYCEOĞLU'na çok özel alkışlarım, teşekkürlerim var!
Hz. İsa kerâmetiyle ölüye can verircesine, NATO Generalleri ve ABD'nin Netekim Generalinin gadrine uğramış TÖRE Dergimizi yeniden canlandıran ve TÖRE'nin adına yakışır bir cesâmetle yollara düşüp uzakları yakın eden, Türk yürekleri buluşturan Karadeniz Yüreklim'e ne kadar alkış vursam az gelecek ama O, benim azımı çok sayar bilirim!...
Tekrar başa dönerek; Türk Münevverinin bilge cesâretiyle bizi bir daha buluşturan Prof. Dr. Nadim MACİT ve O'nun şahsında bize bir muhteşem geceyi yaşatan herkese ve katılımcıların tamâmına çok teşekkür ediyorum. 
Şahsen râzıyım, Allah da râzı olsun...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm... 
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN