Pazartesi, Temmuz 30, 2012

HERKES, ÜLKÜCÜLERİ DUYMALI!...

Akıllar gittikçe karışıyor!
Mevcût sistemden bir çâre çıkmayacağını zannediyoruz ama AKP ile geçirdiğimiz on yıla ve o on yıla zemîn olan Özal'lı, Özalsız AB'ci ANAP dönemlerine ve demokratik yamalı bohça dönemlerine bakınca; isteyenin kendilerine göre sonuç alabildiklerini görüyor ve şaşırıyoruz! Şaşırdıkça aklımız karışıyor; aklımız karıştıkça da şaşırıyoruz!
Delinmedik, değiştirilmedik yeri ve maddesi kalmayan hâlâ geçerli Anayasa'ya göre; "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." tanımlı bir devletiz!
Kurucu Gâzi Meclis'in hayâti önem verdiği kurumlardan değiştirilip özelleştirilmeyen kalmadı!
Anayasa'nın; "... değiştirilmesi teklif edilemez." diyen 4. maddesine rağmen; teklifsiz veya geceyarıları ters-yüz edilmeyen kurum ve kural kalmadı!
Bu yapılanların tamâmı da yasal ve meşrû! En az kırk yıllık yeraltı çalışmasıyla, "Kılcal damarlara sirâyet edinceye kadar" öğüdü harfîyyen uyugulanarak, darbeler ve muhtıraların da destekleriyle mevcût anayasadaki tanımına hiç benzemeyen bir Devlet ve yönetim var! Hakâret ve tehdît edilmeyen hükmî ve manevî şahsîyet kalmadı! Tarikatlerin-Cemaatlerin paylaştığı söylenen kabineye göre, İslâmî bir parti iktidârında; "Ya Allah! Bismillah!" diye kaç kilise kurdelâsı kesildi sayamıyoruz!
Hâlâ bir Cumhuriyetiz ama Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün değil! Dili de sadece Türkçe değil! Devletin resmi televizyonunda başka bir dille resmî yayın yapılıyor artık! Buna en şiddetle karşı çıkması gereken, parti kurucuları Atatürk'e sadâkat adına CHP olmalıyken Genel Merkez yönetiminde, bölücübaşı alçağın savunucusu bir hukukçu var!
Atatürk ideâllerine sâdık ve Devletin temel fikrinin Türk milliyetçiliği olduğuna inanan, Türk milliyetçiliğini yeniden iktidâr etmek için gayret, MHP'ye kalıyor ama Başbuğ Türkeş'in selefi Genel Başkan; "Şu sıralar dağılırsa kaos olur! .. tüm eksik ve yanlışlarına rağmen AKP Hükümeti'nin alacağı millî nitelikli kararların destekçisi olacağımızı da bildirmek istiyorum." diye millî bütünlüğümüzü zaafiyete uğratan AKP'ye destek üstüne destek veriyor! Şaşırıyoruz! Aklımız karışıyor!
MHP'nin omurgasının kahhâr çoğunluğunun, hatta tamâmının; gayr-ı müslîm vatandaşların inançlarına saygılı davranacak kadar, dîni siyâsi malzeme etmeyecek kadar mütedeyyîn Müslüman olduğunu; yakın ideâllerinin; "Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye" olduğunu, Ülkücüleri tanıyan bütün Türk milleti biliyor!
Her şeye ve herkese rağmen millet ülkücüleri, ülkücüler milleti seviyor! Türk Milliyetçilerinin ve Ülkücülerin; ne Anayasa ile ne Atatürk'ün Türk milliyetçiliği ile ne laiklik ile ne de, millî kurumlarla en ufak bir çekişmeleri olmamasına rağmen; Türk Milliyetçiliğinin kucaklayıcılığı temeline kurulu Devletin yönetiminde, söz hakları, hiç yok! Sadece bununla kalınsa belki sessiz kalınabilinir ama Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde "Türk'üm" demek, artık iktidar partisi ve şımarttığı bölücülerce tahrîk nedeni! Lâ havle!...
Savaşa girmedik! Yenilmedik, işgâl görmedik ama birileri, Kurucu Gâzi Meclis'in Devleti'yle istediği gibi ve demokratik yollarla oynadı, oynuyor ama MHP'ye bu demokratik yollar, müthîş yaptırımı olan ve yazılı olmayan bazı yasalarla yasaklanmış gibi nedense!
Bunu MHP'nin Başbuğ'dan sonra yanlış yönetildiğine bağlayan MHP tabanının, tsunamiye dönüşen Ülkücü dip dalgalanması belli ederken, iftâr yemeklerine toplanan binlerce "Dâvâ Aysbergi" evlerinden çıkmışken, heyecân ve ümîde sebep olan Koray Aydın, Genel Başkan adaylığını, ilerde açıklayacakmış! Gerçekten körle yatan, şaşı mı kalkıyor yoksa?!...
Aklı karışan sadece ben değilim ki tsunamiye dönüşen dip dalgalanmanın şiddeti, her geçen ân azalıyor gibi!
Bir sese ihtiyâç var! Hem de hemen şimdi! Yârın Vallahi geç olur!
Şu anayasal demokratik haklardan Allah rızası için bir kere de Türk Milliyetçileri, Ülkücüler faydalanmaya teşebbüs etsin artık! Bütün işbirlikçilerin, misyonerlerin, bölücülerin önünü açan İleri Demokrasi, sadece Ülkücülerin önünde engelse artık bilinsin! Ölmekse ölmek; hırlamanın, ne âlemi var?!...
"BANA YOL GÖSTEREN BENDEN OLMALI!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 26, 2012

SEFERDE, YALNIZ SÜVÂRİLER...

Denizli'den başlatılan, Aydın'da devâm eden MHP ve Ülkücü tabanla Koray AYDIN buluşması iftâr toplantılarına, İzmir'de devâm edildi!
Esen değişim dip dalgalanması, artık her yerden hissediliyor! Koray Aydın, bunu; "Değişim dinamiği alttan öyle bir harekete geçmiş ki; sadece birinin bunu kriz yönetiminde olduğu gibi yönetmesi lazım." diye yorumluyor ki çok doğru! Toplantılarda; değişim isteyenleri, Sn. Aydın'ın Genel Başkanlığını ma'kul gören-görmeyen zevâtı görüyoruz ama Aydın'ın; "Adayım." beyânatı, hâlâ bekleniyor! Bu yüzden bu toplantıların sonucu çok merak ediliyor!
Milliyetçi dip dalgalanmanın Ülkücü Tsunami'ye dönüştüğü tam bu hareketli günlerde, MHP Genel Başkanı; "... tüm eksik ve yanlışlarına rağmen AKP Hükümeti'nin alacağı millî nitelikli kararların destekçisi olacağımız da bildirmek istiyorum" diyor!... Bir yanda; "... dağılırsa kaos olur!" diye, BOP Eş Başkanı'na "millî(!) kararları"nda destek olmaya devâm edeceğini açıklayan bir Genel Başkan; diğer yanda Ülkücü Tsunami'ye dönüşen milliyetçi dip dalgasının "Hemen şimdi, kriz yönetimi gibi yönetilmesi lâzım." diyen, Yüz Yılın Âfeti'ni Türk Mu'cizesi'ne dönüştüren tecrübeli Koray Aydın...
Bendenizin de aklımı karıştıran mes'eleyi; "Yarın değil hemen şimdi" ve dostça söylemem gerek: MHP seçmeninin tamâmının, il-ilçe yöneticilerinin çoğunun "Değişim" dediği günlerde, Koray Aydın da aynını söylüyor! Şahsen yetmiyor! Genel Başkanlık adaylığını resmen açıklamamasının varsa makûl nedenini, çatlayasıya merak ediyorum!
Ülkücü Camiâ artık Başbuğ'suz 15 yıllık yönetime tamam mı, devâm mı kararını bekliyor! Fısıltılara göre, değişim tamam ama... Kongreye aylar var! Siyâsette yılların çok kısa, bir günün çok uzun ve sürprizler doğurabileceği, tecrübeyle sâbit!...
İl kongreleri (nedense sadece Trabzon hâriç!) tamamlandı! Genel Başkan adayları var. Hepsine başarılar... Biliyoruz ki hepsinin, Atatürk'ten sonra Türk Milliyetçiliği'ni yeniden iktidâr etmek hayâlleri ve genel başkan adaylığını açıklaması beklenenler var!
Yakın bir geçmişte; "Ben bu yoğurda üflerim!" demiştim ve haklılığım da ma'lesef görülmüştü!
Türkiye Cumhuriyeti ve devletin temel kuruluş felsefesi Türk Milliyetçiliği, dolayısıyla Türk Milliyetçiliğinin siyâsî tek çatısı MHP, çok çetin bir süreçten geçiyor!
İstiklâl Mücâdelesinin idam ettiği hâinlerin torunları, Atatürk'ten, Cumhuriyetten ve Türk milletinden intikâma soyundular! 1965-1980 yılları arasında, Başbuğ Türkeş liderliğindeki MHP ve Ülkücü Gençliğin, her türlü emperyalizme karşı verdiği destansı mücâdeleden başka milletin tesellîsi yok!...
"BOP Eş Başkanı olarak bölgede görevlerimiz var." demekten çekinmeyen RTE ve ekibine, Başbuğ Türkeş'in selefinin verdiği demokratik destekleri, millet nasıl yorumlasın?
Türk Milliyetçiliğine düşmanlığını saklamayan; "Ya Allah, Bismillâh"larla kiliseler açan BOP Eş Başkanı'na en dirâyetli muhalefeti beklenen MHP'nin demokrat destekleri, BOP Eş Başkanı'nı rahatlatmak için olabilir mi?
İş yine millet fedâilerine kaldı! İhsâs-ı reyimizi, nasîpse aklımız ve vicdânımızla ve Yalnız Kurtluğumuzla adaylar resmen belli olduktan sonra açıklarız inşallah... Biliriz ki seferde ordunun tümenleri, tugayları, alayları, taburları, bölükleri; fizîken emsâllerden oluşan mangalardan kurulur. Millî hasletli birliklerden birinde kendi seçtiğimiz yerin farkındayız! Bir sefer firârisi olsak elbette şu anki heyecânı yaşamazdık!
Yine biliyoruz ki bu heyecân, -günü geldiğinde- öne atılmamıza sebep olacaktır! "Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir süvâriyi, bir süvâri bir orduyu, bir ordu da bir milleti kurtarır." şuûrumuzla seferdeyiz! Atımız da kendimizin, pusatımız da...
"BANA YOL GÖSTEREN, BENDEN OLMALI" vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 24, 2012

MHP'DE DÜŞMÂNA, NE HÂCET?!...

Düşmana iftirânın ayıplandığı bir kültürde, kardeşe yapılan iftirânın adı nâmertliktir!
Dünyanın en lüks ve son model aracına ehliyetsiz, hızdan korkan birinin sürücülük etmesine izin verilir mi? Sonuç kaza olmaz mı ve bu kazada aracın suçu ne?
ANI'da kılınan, yürekleri coşturan, teslîmiyetçi işbirlikçilerin ödünü kopartan Bayram Namazının coşkusu, tadı, hâlâ akıllardadır değil mi?
ANI'daki o müthîş tarih atmosferinde kılınan Bayram namazı ile Mâun Suresi'nde lânetlenen gösteriş için kılınan namazı birbirine karıştıran iz'ânsız danışmanların, o günden sonra paylaştıkları Cuma namazı fotoğrafları ise Anı'da kılınan Namaz'ın, sihrini yok etti! Söylemeğe çalıştık! Muhalifiz, bizden doğru çıkmaz ya! Duyulmadık veya kaale alınmadık!
Yine kulaklar tıkatıldı! Dalkavukların, iz'ânsız taraftarların telkînleriyle millî mes'elelerde ortak akla, millî dip dalgalarına sırt dönüldü!
Sözle söyleyen zıtlaştırılmaya başlandı! "Önce ben! Sonra yol arkadaşlarım, sonra parti, sonra ülke"ye dönüşen uygulamalarla millî akla çeneden bir kontra yumruk çıkıldı ve millî akıl, groki!...
Hangi Türk, hangi Türk milliyetçisi Kerkük'ten, Telâfer'den haray çeken, havar diyen Türkmen sesini duymaz! Bu sesle hangi Türk'ün yüreği dağlanmaz?
"Şark kurnazları harekete geçti!" ymiş? Peki adama; "Garp kurnazları ne yapıyorlar?" diye sormazlar mı?
Türkiye'nin de içinde olduğu 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesi olan Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi'nin Eş Başkanlığı'nı saklamayan; "Bizim de BOP Eş Başkanı olarak bölgede görevlerimiz var." diyen, Türk milleti ve devletinin başındaki en büyük kaos AKP'nin zayıflama ihtimâline; "Şu sıralar çatlar dağılırsa kaos olur" diye destek veren kişiyi, MHP Genel Başkanı sıfatına rağmen nasıl yorumlamak gerekir? Bu sözün sahîbi hangi kurnazlandandır?
"Yatıp kalkıp MHP eleştirisi yapanlar, Kerkük ziyâretinin ihtivâ ettiği mesajın üzerini laf kalabalığı ve usturuplu ifadelerle, subjektif ve zorlama yorumlarla örtemeyecekler..." miş!... İnsâf dînin yarısıdır Beyler!
Hangi ülkücünün, nerede, ne zaman, MHP aleyhinde bir sözü var? Meselâ; "Ben MHP'yim, onlar MHP'li" sözümün neresinde MHP aleyhtarlığı var? 1995 seçimlerinde, Adana'dan listedeki yerini beğenmediği için; "Çalışmayalım! MHP barajda kalsın da aklı başına gelsin!" diye arkadaşlarına telefon eden kişinin yaptığı, MHP'nin bânisi Türkeş'e muhalefet ama bizim, "Ölümüne, inâdına MHP" diyerek Genel Başkan'a -meşrû zamanda- muhalefetimizin adı; "MHP eleştirisi!" öyle mi? Yok ya!...
Hangi Türk Milliyetçisi, MHP Genel Başkanı'nın Türk Dünyası ile ilgilenmesinden rahatsız olur? Hiç bir ülkücünün Kerkük ziyâretine itirâzı yoktur! İtirâz zamanınadır!
Saddam'ın Baasçı baskılarından sonra işgâlci Haçlı'nın ve desteğindeki şövenist Kürtçü kuduzların ölümcül saldırılarına muhatap Türkmen Kandaşlarımız, zâten Türk'ün ateşle imtihânını yaşıyorlar! Tapu kayıtları, nüfûs kayıtları yağmalanıp yakılıyor! Can emniyetlerini kendileri sağlıyorlar! Hepsi birbirinin gölgelerine âşinâ! Yirmi dört saat teyakkûz hâlinde ve; "Biz burada Diyarbakır'ı savunmak için ölüyoruz!" diyecek kadar millî şuûra sahîp Türkmenlerin omuzlarına; misâfir MHP Genel Başkanı'nı -ki bu zât Türk Dünyasının Başbuğu Türkeş'in selefidir- koruma, kollama yükü bindirmek, insâf mıdır?
Tandoğan'da, Taksim'de, Diyarbakır'da, Mersin'de veya Tunceli'de milyonların toplanacağı bir miting ile dünyaya MHP'nin Kerkük ve bütün dış Türkler hakkındaki görüşleri söylenemez mi? İleri Demokrat Türkiye'de MHP'ye miting yasağı mı var?
Koşulması gereken zamanda duran, konuşulması gereken zamanda susan; 1978 Tandoğan Mitingi'nin, Erciyes Kurultayları'nın tekrârını isteyenlere; "Hiç kimse ülkücüleri sokağa çekemez" ajitasyonuyla iftirâ eden birinin, "Kaçacakta uçacağı tutmuş" şeklindeki bu ziyâretini sorgulamanın neresi MHP aleytarlığı?
Türkçe konuştuğumuz için "şark kurnazlığı" ile ithâm edilsek te; "Farlılıkların farkındalıkla ülke yönetimi ve Sosyal dayanışmanın siyâsal iz düşümü" nün mûcidi zât ve yol arkadaşlarına aslâ "garp kurnazı" demeyeceğiz vesselâm...
"Bana yol gösteren benden olmalı/ OLAMAZ TÜRK'E BAŞ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 23, 2012

TÜRKLÜK ADINA KENDİNE VE GERİ DÖN!...

Söz, zamanında söylenirse hükmünü icra eder. Aksi halde "hükmünün bittiği ân" diye hem söze, hem de sözün hükmüne bühtân edilir.
Sözün, kelâmın, yani eşyânın adlarının öğretilmesiyle Adem oğlu bir üst mertebeye terfî etmiştir.
Söz yani kelâm; insanoğlunun en mükemmel donanımı veya insanoğluna yüklenen en ağır sorumluluk olmuştur. Melekler, her ân Allah'ı takdîs ve tesbîhle meşgûlken insan, kendisine bahş'edilen aklın kudreti ve sözün desteği ile önce şüphe eder, sorgular, tesbît yapar, sonra inanır, îman eder. İnsanoğlunun ikrârı da, inkârı da sözün kudretiyledir. Dolayısıyla sözün hükmünün bitmesi asla mümkün değildir, olmaz, olamaz!
Sözü söyleyenle söylediği yer ve ân çok önemlidir. Meselâ; kudretli birine, bağırılan ve kalabalıkta kaybolan söz ile aynı şahsın karşısında, yüz yüze söylenen sözün etkisi ve alacağı tepki farklıdır! Birinci söz kalabalığın gürültüsünde yok olurken ikinci sözün sahîbine ve muhâtabına mutlaka etkisi olur, olumlu veya olumsuz karşılık alır...
26 Nisan 2007 tarihli bir yazımdan bir cümlemi kopyalıyorum; "ETSO (Erzurum Ticaret ve Sanayi Odaları) Başkanı Sevgili Muammer CINDILLI'nın; 'Kardeşim! Erbakan Hoca'yı İsrail'le masaya oturtmayı başaran güç, korkarım ki Federasyonlara ve Irak'ın Kuzeyin'de bir Kürt Devleti'ne 'evet'i MHP'ye, ülkücüyüm diyenlere imzalattırır!' diyen sesini hatırladım!"
Alper AKSOY'un MHP Genel Başkanı'nın planlanan Kerkük'teki Bayram Namazı hazırlığını yorumlayan yazısını okuyunca, Muammer Cındıllı'nın yıllar önceden yaptığı endişeli öngörüsünü hatırladım.
Kutadgu Bilig'e, tarihimizdeki akillerin öğütlerine, Türk Töresi'ne göre; "Bey, millete kulak verir. Milletin söylentilerine ve sözlerine itibâr eder" Etmezse Süleyman Demirel'in dediği gibi; "Millete kulak vermeyenin millet, kulağından tutar!"
Hatâdan dönmek, danışmanlarca yönlendirilen bir yanlıştan dönmek, Beycedir ve erdemdir! Mevcût MHP Genel Başkanı'nı şahsen sevip sevmemek başka; siyâseten bütün dünyada Türk Milliyetçiliğinin markası ve tek adresi MHP Genel Başkanı'nın icraatlarına katılıp katılmamak bambaşkadır...
Ricâmızın sonucunu da bu seslenişimizden sonra birlikte göreceğiz! Sayın MHP Genel Başkanı'nın; Haçlı'nın müttefik(!)çe "BOP Eş Başkanı" ûnvanından rahatsız olmayan bir Başbakan vasıtasıyla oluşturduğu, mevcût Meclis Başkanı'nın deyimleriyle; "Postal Yalayıcı" birinin kontrolüne verilen dünün 400 yıllık Türk topraklarındaki oluşumu, Türk Milliyetçileri adına kabûl görüntüsü verecek seyahatten vazgeçmesi, ısrarlı bir ricamızdır!
Türk Dünyasının Başbuğu Alparslan Türkeş'in selefi bir Türk siyâsetçi; Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi imâlâtı bir yönetime, pasaportunu mühürletmemelidir! Bölücü vatan-millet hâinlerinin; "Bağımsız Kürdistan" dedikleri bölgedeki tâciz edici pankartların altından -görmemek için de olsa başını eğerek- asla geçmemelidir!
Bu ziyâretin, iç ve dış dünyada Türk Milliyetçiliğine vuracağı darbe ve yaranın tedâvi ve telâfisi, Türk Milleti'nin onlarca yılına mal olur! Vebâldir! Kerkük'te, Telâfer'de Türk Milliyetçiliği adına ölümsüzleşmiş Türkmen Şehitlerimizin azîz hâtırâlarına da saygısızlık olur! Günâhtır! Kerkük'te ki, Bosna Hersek'teki soydaşlarımızın; "Bizim buralarda İstanbul'u ve Diyarbakır'ı korumak için öldüğümüzü görmüyor musunuz?" sorularını, unutmak olur! Ayıptır!
MHP'nin Sayın Genel Başkanı'ndan, bu seyâhatinden vazgeçmelerini veya yıllarca yaptıkları gibi ertelemelerini, bir Türk Milliyetçisi olarak -yalvararak- rica ediyorum!
Sözümüz, alacağı karşılığa göre hükmünü gösterecektir ve biz de sözümüzün arkasında ısrarla duracak, sormaya ve sorgulamaya hatta yargılamaya devâm edeceğiz vesselâm...
TÜRK, TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Temmuz 21, 2012

ZOR İŞ ROL KESMEK!...

Kolay iş yoktur ama bir de gerçekten zor işler vardır.
Meselâ oyunculuk, rol yapmak -bana göre- bu zor işlerin en başında gelir! Hayatında gece karanlıkta tek başına sokağa, hatta apatmanlarının önüne çıkamamış korkak birinin; savaştan savaşa, ülkeden ülkeye koşuşturması ve bunu inandırıcı bir şekilde oynayabilmesi, çok zor iştir!
Zor olduğu için de bir oyun veya film, çok güçlü ve kalabalık bir organizasyonla sahnelenir veya çekilir. Konu yazarı ve eseri, senarist ve senaryo, dekor ve dekorcular, makyajcılar, figüranlar, suflörler, dublörler, çekimi yapan teknik ekip ve-sâire, ve-sâire...
Bana göre en başarılı oyuncular, dublörlerdir. Çünkü adam hem oyuncuyu taklît eder, hem de oyuncunun taklit ettiği karakteri!... İki kat taklit yapar ama onun adı dublör, taklit ettiğinin adı sanatçıdır, jöndür! Magazin basınının anlatımına göre jönlerin ekseriyeti, özel hayatlarında ürkek, korkak olmalarına rağmen dublörlerin tamamı cesûr insanlardır ve en zor sahneleri, tek koluyla alt edeceği kişiden kıyasıya dayak yeme sahnelerini onlar oynarlar!
Oyunu, oyunculuğu ve sözü; bir yere, siyâsete çekmeye çalışıyorum! Aklım kesti keseli siyâsetten, siyâsetçiden bahsedilirken bir yabancı senarist ve eksiksiz bir senaryodan bahsedilir! Yıllardır ben de dâhil hemen herkes, bu yabancı senaryo ve senariste itiraz ederiz!
Hayret ve şaşkınlığım da burada başlar!
Yaşım gereği, Cumhuriyet tarihimizin bütün darbe ve muhtıralarını, yaşayarak gözlemledim. Muhteşem Türk Atatürk'ten başka bütün Cumhurbaşkanlarını gördüm. Kaç hükümet değişikliği gördüğümü kayıtlara bakmadan sayamam çünkü çok fazla değişiklik gördüm. Bu değişimlerdeki sevinç ve üzüntüleri de hep yaşadım. Bu süreçte hiç bir halefin selefi hakkında olumlu konuştuğunu hatırlamam! "Enkaz devr'aldık!" en fazla duyulan hükümet şikâyetidir!...
1920- 1924 yıllarındaki Kurucu Meclis Hükümetleri'ni saymazsak 30 Ekim 1923 'te kurulan Birinci İnönü Hükümeti'nden sonraki 59. Hükûmeti yaşıyoruz! Yani her bir buçuk yıla, bir hükümet ve hükûmeti devr'alan, hep enkâzdan şikâyetlenmiş!
Son on yılımızı onunla yaşadığımız Erdoğan ve 59. AKP Hükûmeti de devr'aldığı enkâzı bir türlü kaldıramadı! Yeraltından gün yüzüne çıktılar! Tekkelerden, zâviyelerden, uzaklardaki camilerden şehir meydanlarına, yetmedi stadyumlara çıktılar! Genel Kurmay Başkanlığı dâhil vesâyet sahîbi bütün kurumları diskalifiye veya asimile ettiler! İstedikleri yasayı, istedikleri günün gece yarısında çıkarabilecek sayısal güçteler! Vesâyetleri altına almadıkları Adâlet Kurumu yok! Kuvvetli referansla atadıkları gencecik bir savcı veya hakime, istedikleri kişiyi gözaltına aldırıp yıllarca tutuklulukla cezâlandırabiliyorlar!
Yaygın Basın ve Medyadan korkutmadıkları dolma kalem veya modoratör yok! İstediklerini, istedikleri anda ihyâ veya zelîl edebiliyorlar ama nedense şu "enkâz" denen illeti, kaldıramadılar! Trilyonlara mal edilen dev camiler, stadlar yapabiliyorlar, milyonlarla halledilebilecek ücret eşitliğini sağlayamıyorlar!
Yüz bin kişilik dev stadyumlarda il kongreleri yapabiliyor ve Türkiye genelinde o stada topladıkları kişi sayısı kadar oy alamamış, alamayacak partilerden vazgeçemiyorlar! "BOP Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var!" diye konumlarını ifâde ediyor, Okyanus Ötesi'ni temsîlen gittikleri Moskova'da diplomatik acemilikle masanın diğer tarafına geçip ev sahîbi diplomatlara buyur ediyorlar!
Ve Mücâhid Erbakan'a maaşla il başkanlığı yapan bu adama; "Dünya Lideri" rolü verilmiş! Bu adamı, millete ve bize karşı "Dünya Lideri" diye savunan suflör ve cesûr dublörler sahnede olsa vallahi farklı manzaralar çıkar! Şahsen bu senaristten de, senaryodan da, oyundan da, oyunculardan da bıktım!
Zeki Müren Rahmetli'nin; "Kahr'olunuz düşmanlar! Alınız size bir bomba!" nidâsıyla yaptığı varsayılan savaş sahneleri seyreder gibiyim! Artık gülemiyorum ve zorla icâd edilen güncel ağızla; "Baydı bu oyun!" ve biz, çok sıkıldık!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN" vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 19, 2012

VALLAHİ BU TÜFEK, GERİ TEPER!...

"Tiyatroda ilk sahnede, duvarda bir tüfek varsa ilerleyen sahnelerde mutlaka patlar." Anton Çehov

Sonunu sadece senaristin bildiği bir oyun yaşıyoruz! Hemen herkes oyunun bir parçasıyken seyirci kim diye ciddi ma'nâda meraktayım!

Sahne açıldığından beri, duvarda ağızdan dolma bir tüfek asılı! Ne zaman, kime karşı kullanılacak, tüfek patlarsa geri tepecek mi, kuru-sıkı mı, ...mi, ...mu, ...mü?...

Açılım'ın ilk perdesinde, üç kere adı değiştirilen bir zorlamayla muhatabız! "Kürt Açılımı, Demokratik Açılım ve Millî Birlik Projesi" diye daha ilk sahnede akılları karıştıran senarist; İmralı sahnesinde duvara asıp ısrarla gözümüze soktuğu bu çağdışı tüfeğin ne sahîbi hakkında, ne de kime karşı kullanılacağı hakkında en ufak bir tahmîn hakkı vermiyor!

Hepimiz, ilk sahnenin ilk perdesinde gözümüze sokulan ağızdan doldurulma bu tüfeğe takılıp kaldık! Zannederim istenen tam da buydu!...

Perde açıldı. Işıkları yandı. Seyirciler sahne dekorunu hafızâya aldı ve alternatif sahneler hayâl ederek izlemeğe başladı. Tahmînine yakın sahnelerde övünenler, yanılınca hayret edenler oldu! Oyun devam ediyor...

"Dolma Kalemler"in; ilk sahnenin ilk perdesinde duvardan gözümüze sokulan ağızdan dolma tüfeğin saçmaları görünümündeki çocukların, paçalarımıza saldırtıldığından beri belirginleşen "İleri demoktat"lıklarıyla millî aklımla vicdânım çekişme halinde!...

İmralıda duvara asılı, ağızdan dolma dekor malzemesi; tipiyle, diliyle, davranışlarıyla bizim değil, bizden de değil! Bir silâh olmadığı da biliniyor artık!

Yabancı ellerde çok hoyratça kullanıldığını, kendisi söylemişti! Bir zamanlar "çakar almaz"mış, artık çakamıyor da! Yâni olsa da, olmasa da; ölse de, ölmese de olur!...

1979' da "Ürün Dergisi" nde başlatılan; "Sosyalizm içeren bir Kürtçülük mü, yoksa Kürtçülük içeren bir sosyalizm mi?" tartışmalarını, akılla hafızâyı birlikte kullanabilen münevverlerimiz hatırlamışlardı. Bu arada, ilk dağa çıkan PKK'lılar arasındaki Türk çocuklarını da hatırlatmışlardı!

Senaristin, oyun içinde oyun değiştirerek; "Kürtçülüğü besleyen sosyalizm"de karar kılması üzerine, Türk teröristlerin yerini Ermeniler ve gayr-ı müslîmler alıyordu!

İlk itlâf edilen teröristler içindeki sünnetsizlere, hayretlerimizi hatırlayalım lütfen!

Zorla büyütülen prof. ûnvanlı Küçük'lerin, Perinçek soyadlı derinçeklerin Kandil'de PKK'lıları teftîş sahnelerini, "Dolma Kalemler"in Kandil'de yaptıkları müthîş gazeteci(!)liklerini, hayatında enstrüman görmemiş kadın müsveddelerinin eline gitar vererek resmedişlerini, hatırlayalım!

Yine âkîl münevverler; Birinci 12 Eylül Kıyameti'nde hücre paylaştıkları Devrimci önderlerden dinledikleri, "Çok meraklı ve çok soru sormasıyla dikkat çeken ve Polisin adamı olduğunu tesbît ettik" lerini söyledikleri, bir Öcalan anlatıyorlardı!

Senarist; 15 Şubat1998' de teslîm edilen ve asılmadan muhafazâsı şart koşulan bu ağızdan doldurulma tüfeği, on dört yıldır oyunun her sahnesinde gözümüze sokuyor!

Uçakta gözleri ilk açıldığında; sünepeleşen, Türk olduğunu, Atatürk'e hayran ve bağlı olduğunu, yabancı servisler tarafından kullanıldığını ve artık Türkiye'nin emrinde olduğunu söyleyen bu ağızdan doldurulma tüfeğin halini, Kürt gençlerimize unutturuyorlar!

İdam sehpasına gözlerini bağlatmadan çıkan, tabureyi kendileri tekmeleyerek Tekbîrle can veren Ülkücüler ve inandıkları şekilde yaşayıp ölen Devrimcileri unutturarak veya onların mânevi şahsiyyetlerini tahkîr ederek, Kürt gençlerimizin bu sünepeden ve onun emrindeymiş rolü yapan sülüklerden bir şey olmayacağını düşünmelerine mâni oluyorlar!

ABD işgâlindeki Afganistan'ı, uyuşturucu üretiminde ve hint keneviri ekiminde geçen bir ülkede, 2.000 kişilik güvenlik ordusuyla ancak göz-önündeki hint keneviri tarlalarının bir kısmının imha edilebildiği bir suç cennetinde, kim takar İmralı sapığını?!...

Israrla büyütülmek istenen İmralı'daki bebek katilinin, nasıl bir korkak olduğunu bilmeyen çocukların, çocukça davranışlarıyla da fırtına koparmak istiyorlar!

Oyunda sahne set işçiliği yapan AKP, gerçekten "Millî Birlik Projesi" düşünüyorsa yandaş medya ve TRT vasıtasıyla Kürt gençlere neden İmralı mahkûmunun aczini ve karaktersizliğini vurgulatmaz?

İmralı'dan gözümüze sokulan, bu tüfek bir kere patlatılırsa senaryonun gizemine zarar mı gelir?

İmralı'da beslenen bu alçağın, yıllarca Şam'da korumalığını yapmış Suriye yönetimine karşı maskesiyle Haçlı ile işbirliği yapan, BOP Eş Başkanı'ndan şüphelenmeyelim mi?

AKP'ye oy veren mütedeyyîn Türkler!

Allah aşkına, bu tüfeği bir kere patlattıralım! Dekor değişir, sahne değişir, senaryo değişmezse bize de yuh olsun vesselâm!

"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

FİKİR MÎMARI, BAŞBUĞ TÜRKEŞ...

"Cami inşa'sında mihrâba kullanılacak taş ile kenefe kullanılacak taş, farklıdır." A. TÜRKEŞ
MHP İstanbul Kongresi'nden sonra sanalağda paylaştığım bu söz, çok ilgi gördü!
Sözün yazılı kaynağı sadece benim!
Asıl kaynağından anlatma izni aldıktan sonra yazacaktım ama... O dönemin MHP Kayseri İl Başkanı Sevgili Cihan Metin'den dinledim.
1995 Seçimleri sonrası... Başbuğ'lu MHP; Genel Merkezdeki çöreklenmiş bazılarının yanlış adaylarla seçime girmesi yüzünden barajda kalır! Mevcût Genel Başkan'ın listedeki yerini beğenmemesi yüzünden, irtibâtı olan bazı adaylara, partiyi barajda boğmak için yaptığı aleyhte çalışma telkin telefonlarının şahîtleri ve çocukları, hayattalar!...
O seçimde Ülkücüler, listelere tavırları yüzünden sadece oylarını verir ama çalışmazlar! Sonuç ma'lesef, MHP % 8.2 ile barajda ...!
Başbuğ; mes'elenin farkındadır ve bütün Teşkilatlara moral vermek işi O'nundur. Türkiye seyâhatlerine başlar. Ankara'dan karayolu ile başlayan yolculuk, güzergâhtaki teşkilatlar ziyâret edilerek Kayseri'ye varır.
Herkes hatırlar; Başbuğ, gittiği ilde, İl Başkanı'nın konuğu olur ve İl Başkanı'nın arabasından başka arabaya binmezdi. Kendi makam aracı da O'nu takip ederdi. Kayseri'den sonra Antalya'ya yolculuk planlanmıştır. Kayseri ekibi de konvoya katılır. Başbuğ, Kayseri İl Başkanı Cihan Metin'in arabasındadır. Yolculuk süresinde Cihan Başkan da Başbuğ'la seyâhat edecektir.
Seçim sonuçlarından dolayı ülkücülerin çok kızdığı Genel Merkez yöneticisi biri de seyâhat ekibindedir.
Ankara, Yozgat ve Kayseri'nin kızgın ülkücüleri, Cihan Metin'i elçi eder, Başbuğ'a gönderirler. Yolculukta Başbuğ'un hoş bir ânında Cihân Başkan, arkadaşlarının isteğini iletecektir.
Aslında bu hikâyeyi Cihân Başka'ndan kendine has, o çok tatlı Kayseri şîvesiyle dinlemek lâzım.
"Reis! Arkadaşlar çok isrâr ettiler! Yalvardı yakardılar! Yolda ıssız bir yerde mola verildiğinde eğer Başbuğun da izni olursa vebâlli gördükleri şahsı, bir iki tokatla cezâlandırmak istiyorlardı! Haksız da deellerdi! Olur didim! Soora gollamağa başladım. Yoldayık. Bir ara Başbuğun, rahatlayarak eyicene yayıldığını gördüm. Uyumağa niyetlendi zaar! Çok sâkin bir sesle; "Bağbuğum!" didim. İstifini bozmadan; "Söyle Oğlum." didi. "Söyle Oğlum" didi dimesine de, öyle golayına söylenecek söz deel! "Başbuğum!" diye inledim; "Arkadaşlar beni elçi goydular! Elçiye zevâl olmaz deel mi?" Dediğimde Başbuğ'un merâkı artdı. Hafifçe toparlandı. "Söyle Oğlum!" diye şefkatınan buyurdu. "Başbuğum! Eğer siz de tensip buyurursanız, bir tenhâ yerdeki molada arkadaşlar filan kesi ufacık bir cezalandırmak isterler..." Dediğim anda Başbuğ celâllendi; "Oğluuuum!" diye kükredi. Şöför de irkildi bu kükremeye! "Oğluum! Cami inşa'sında mihrâba kullanılacak taşla kenefe kullanılacak taş farklıdır Oğlum! Sen de hepiniz de işinize bakın!" Kaşları çatıldı! O bozkurt ağzı sıkı sıkıya büzüldü ve Koca Başbuğ, bütün meseleleri içine atarcasına yutgundu..." Diye anlatır Cihan Başkan!...
Ve Başbuğ'un bu müthîş ikazını duyan bütün Ülkücüler, hatâlarını anlayarak çok nâdim olurlar ama ne yolculuk ânında, ne de yolculuktan sonra hiç kimse bu konu hakkında, hiç kimseden tek kelime duymaz...
Başbuğ'lu MHP'de MYK'da Başbuğ muhalif olsa bile çoğunluğun aldığı kararları, Genel Başkan sıfatıyla Başbuğ, savunurdu... Bir kişinin önerisi; Başbuğ muhalif olsa da kabûl edilirse öneri sahîbi vazgeçse dâhi, Başbuğ vazgeçmez ve o kararı uygular, uygulattırırdı!
Cumhûriyet tarihinin en samîmi şûrâcısı, en samîmi meşveretçisi Başbuğ'a tarifsiz sadâkat ve sevginin, en büyük sebeplerinden biri de buydu! Başbuğ, bütün ülkücüleri önemser ve dinlerdi. Bu yüzden de bütün ülkücüler tarafından babalarından daha çok dinlenirdi...
Ülkücülerin her geçen yıl artan huzursuzlukları bu yüzden! Başbuğ'un itibâr ettiği ülkücülerin itibârsızlaştırılmasına artık tahammül ve tahammülsüzlüğü kontrol zor görünüyor!
Allah(c.c.) sonunu hayretsin, Başbuğumuz'a ve cümle Ülkü Şehîtlerimize ve Önden gidenlerimize rahmet eylesin.
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 16, 2012

MHP'DE JOKEY VE SÜVÂRİLER!...

Sözlükler; politikayı siyâset, siyâseti ise politika diye târif ediyor.
Kelimelerin etimolojisine göre ise italyanca politika, "devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı"; Arapça siyâset ise "at eğitimi, at talimi" anlamında ama Osmanlı'da; "devlet geleneği için uygulanan cezâ, özellikle de ölüm cezâsı" anlamında! Yunancada ise "polisin ve devletin görevleri" ni karşılıyor!
Güncel kullanımımızda siyâset ve politika kelimeleri eş anlamlı ve "Yurt işlerini düzenlemede kullanılan ölçülü yol" veya "Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı" manâlarında...
Aklıma gelen bir fıkra:
Çocuk babasına; "Politika nedir?" diye sorar. Baba, örnekleyerek: "Bak oğlum, bizim evimizi ve ailemizi bir devlet olarak düşün. Ben para kazanıyorum demek ki kapitalistim. Annen parayı harcıyor yani hükümetlik yapıyor. Deden paranın doğru harcanıp harcanmadığını takip ederek sendikacı konumunda. Ev işlerinde annene ve hepimize yardımcı olan kadın, işçi... Bütün bunları halk olan senin senin mutluluğun için yapıyoruz. Kundaktaki küçük kardeşin ise hepimizin geleceği..." der.
Aynı gece ağlama sesine uyanan çocuk, bebeğin kaka yaptığını görerek önce annesine gider. Anne, tek başına derin bir uykudadır. Uyanık olduğunu anladığı babasını aramaya başlar. Babasını mutfakta yardımcı kadını becerirken, dedesini de kapı deliğinden seyrederken görür ve ertesi gün ödevinde politikayı; "Halkın asla dikkate alınmadığı, kapitalistin işçiyi kötü emellerine alet ettiği, sendikaların seyrettiği, halk bok içinde ağlarken hükümetin mışıl mışıl uyuduğu bir uygulama.." diye tarif eder!...
MHP İstanbul İl Kongresi'ni hevesle, heyecânla izledim! Aslında beklenen sonuçtu ama heveslenmeme ve heyecanlanmama sebep olan geçerli ve doğru işler oluyordu! Altı yüz delegenin oy kullanacağı kongrede, altı aday vardı! Her yüz delegeye bir aday veya her adaya yüz delege!...
Oluşturulan Divan ve Milletvekillerinin salonda aldıkları yer itibâriyle Genel Başkan ve Genel Merkezin kime destek olduğu apaçıktı! Bu açık desteğe rağmen Ali GÜNGÖR'ün on iki yıl önce TBMM'de yaptığı ve Ülkücü vicdâna tercümanlık ettiği tarihî konuşmanın, İstanbul'a uyarlanmış şekliyle bir konuşma yapan İbrahim CİNGİ; fısıltıyla yapılan şikâyet ve dedikoduları, Divan Başkanı'nın uyarıları ve müdahelelerine rağmen kürsüden dillendirerek Ülkücü yürek ve beyinlerde sevgi tahtına oturuyordu!
Bir başka heyecan vesîlesi ise MHP'ye ehîl Türk yetiştirmekle mükellef Ülkü Ocakları'ndan bir Eski Genel Başkan ve bir Eski İstanbul Ocak Başkanı, MHP'de siyâsete soyunuyorlardı! Ülkü Ocakları'nın, görevini yaptığı görülüyordu. Seven-sevmeyen hafızalarda markalaşmış bir Ocak Genel Başkanı ve İstanbul'u karış karış, sokak sokak bilen bir İstanbul Ocak Başkanı'nın Türkiye ve Türk Dünyası'nın mes'elelerine ne kadar vâkıf oldukları, kamuoyuna gösterilerek Ülkü Ocaklıların siyâsete Tâze Türk Kanı olacağının işâret ve müjdesi veriliyordu...
Amaaa! Özel parkurlarda özel koşturulmak üzere, özel seyislerce eğitilerek hazırlanan atlara jokey bindirerek yarıştıran hârâ sahîbi karşısına, atsız gelen iki süvâri, ma'lesef yarış kaybetti!...
Bitiş çizgisine burun farkıyla varan jokey ve atın sahîbi ise bir yarış kazanmış olmanın kendisine yetip yetmeyeceğini düşünmeğe başlamıştır zannederiz veya başlasa iyi olur!...
İl Kongresi sonrası İstanbul'un Büyük Kongre'ye götüreceği 147 Üst Delegeyi, kongre sonundaki oy dağılımına göre el yordamıyla dağıtınca; İstanbul'da kazanan Genel Merkez Jokeyi'nin, Büyük Kongre'de Genel Merkez'e beklediği delege desteğini götüremeyeceği açıkça belli oldu!
Sonuç olarak İstanbul Kongresi'nde kimlerin kazanıp kimin kaybettiği, Büyük Kongre'de belli olacak!
İstanbul Kongresi ile Ülkücüler, yarış atları ve jokeylerle yarışın âdil olmadığını ve onlarla sefere çıkılamayacağını, kesinlikle anlamışlardır zannediyoruz vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Temmuz 15, 2012

NERDESİN?...

Sesin buralarda nefesin burda
Güzeller Güzeli, ya sen nerdesin?
Duyguların burda, hevesin burda
Güzeller Güzeli ya sen nerdesin?...

Bütün bakışlarda bakar gözlerin
Güzel cümlelerde çıkar sözlerin
Yakar ama incitemez izlerin
Güzeller Güzeli, ya sen nerdesin?...

Bu şehir boşalmış, sıkıyor beni
Hasretin dört yandan yakıyor beni
Gönlüm yüreğime tıkıyor beni
Güzeller Güzeli, ya sen nerdesin?...

Analı babalı öksüz gibiyim
Başım yücelerde köksüz gibiyim
Gönlüm feryâd eder sessiz gibiyim
Güzeller Güzeli, ya sen nerdesin?...

Aklıma düşersin birden apansız
Sensiz seven kalbim yaşamaz, cansız!
Dilimde zikrimsin dinsiz imansız
Güzeller Güzeli, ya sen nerdesin?...

Kızıp "Lâyıkını buldu!" dediler,
Daha yeşermeden soldu dediler
Dili kesileler "Öldü!" dediler,
Yaratan aşkına söyle nerdesin?...

Seninle ömrümce ben yanayım mı?
Yolunu beklerken kınanayım mı?
Bak, "Öldü!" diyorlar, inanayım mı?
Güzeller Güzeli, ses ver nerdesin?
Gönlüm bu hasrete pes der! Nerdesin?...

16 Nisan 2004/ Ankara

Mustafa ASLAN

Cumartesi, Temmuz 14, 2012

BU ŞEHR-İ SİTANBUL Kİ BÎ-MİSL Ü BAHÂDUR...

Yarın dev bir dünya şehrinde, siyâseten ülke mukadderâtını etkileyecek bir seçim var! MHP'nin İstanbul İl Başkanı ve yönetimi belirlenecek!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel kuruluş ilkesi ve bir kentli mefkûresi olan Türk Milliyetçiliğinin, 15 milyon nüfus barındıran dev bir şehirde, kaderi belirlenecek! Adına "Ülkücü İrâde" dediğimiz İstanbul MHP İl Delegeleri; -sırasıyla- İstanbul'un, Marmara Bölgesi'nin, Türkiye'nin, Ortadoğu'nun ve Türk Dünyası'nın siyâseten yoluna ya engeller koyacak, ya da yolunu en ufak bir engel kalmamacasına açacak!
Çok ağır bir sorumluluk ve nihâyetinde müthîş bir vebâl!
MHP İstanbul Delegelerinin her birinin oyları, öylesine kudretli bir oy ki; yetmiş beş milyon nüfuslu, elli milyon seçmenli bir Türk Ülkesinin önümüzdeki 20 yılını etkileyecek!
Öyle kudretli bir oy ki; doksan yıllık Türk Milliyetçiliği temelli Cumhuriyetimizin son elli yılında hep var olan, emperyal güçlerin hedef sıralamasında hep birinci sırada olan Türk Milliyetçiliğinin, milletin geleceğinde var olma veya yok olmasına karar verecek!
Öyle muktedîr bir oy ki; demokratik virüslerle milletlere, halklara ayrıştırılarak paramparça edilip Haçlı tarafından üleşilmiş Osmanlı molozlarından çıkartılan Türk Devleti'nin ve yüzlerce yıldır milyonlarca can bedeli ödenmiş Türk Vatanı Anadolu'nun sevdâlılarına, savunucularına yetki verecek!
Ticâretin, san'atın, basın-yayının, fikir hareketlerinin dolayısıyla siyâsetin beyni konumundaki İstanbul'la gerçek manada kucaklaşabilen siyasal hareketin memleket ile kucaklaşacağını bilerek ömürlerini, istikbâllerini Türk Milletine hîbe etmiş Ülkücülere, İstanbullu ile ve Türk Milleti ile buluşma iznini verecek!
Öyle güçlü bir oy ki; binlerce Ülkücü Şehîdin, on binlerce Ülkücü yasal mağdurun, yüzlerce Ülkücü Sürgün'ün, milyonlarca evlerini kendilerine çilehâne etmiş Ülkü Devi'nin suskunluğuna son verecek!
Öylesine bir oy ki; İstanbul'u Türk Milliyetçiliği ile kucaklayacak ehîl bir kadroyla Türkiye Cumhuriyeti'nin millî hayâli Türk Birliği'nin, Tûran'ın önündeki engelleri kaldıracak kadroya yetki verecek!
Öylesine bir oy ki; on yıldır, Haçlı balonuyla tepemize indirilen AKP kaosu'ndan Türk Milleti'ni kurtaracak ekibe, hareket izni verecek! Memleketin; sağcı-solcu, dinci-laik, cumhuriyetçi-oligarşist, mütedeyyin-dinsiz, milliyetperver-vatansever, ümmetçi-milliyetçi düşüncelerinin, gerçek önderlerinin tamamına yakınını barındıran istanbul'da bir millî mutâbakatla ülkenin ma'kûs kaderini değiştirecek yetenekteki bir kadroya hareket yetkisi verecek!
Öylesine muktedîr bir oy ki; "BOP Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var!" diyen birinin Başbakanlığına mecbûr edilmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni; bu Haçlı işgâlden kurtaracak ekibi görevlendirecek!
Kıymetli MHP İstanbul Delegeleri!
Ülküdaşlarım! Allah rızâsı için, Türk Birliği aşkına, binlerce Ülkü Şehîdimiz ve Başbuğumuz aşkına; millî aklınızı dinleyin, sağ eliniz göğsünüzün sol yanında olsun! Millî aklınızla Ülküdaşlarınızı temsîl eden vicdânınızın birlikte karar vermesini sağlayın!
Türk Milliyetçileri, Ülkücüler olarak; "Tamam mı? Devam mı?" noktasındayız! Allah korusun, yanlış kararınızla Türk Milleti'nin en az otuz yılının daha hebâ olmasına sebep olursunuz! Büyük bir vebâldir! Rüyalarınız şühedâ ve on binlerce mazlûm sivilin ruhlarının işgâline uğrar!
Dününü bildiğiniz, yarınına kefîl olabileceğiniz, yaptıkları yapacaklarının teminâtı olacak bir Ülküdaşımıza görev verişn Allah aşkına!
Dünyanın her yerinde ve tarihin her çağında Ulus Devletleri bölüp parçalamakta kullanılan demokrasi denilen ithâl uygulamadan, Allah rızası için millî aklınızla Millî Doğru'yu çıkarın!
Kararınızla ya ilelebet hayır duâlara, ya da bedduâlara muhatap olacaksınız! Karar sizin! Allah(c.c.) ferâsetinizi açık, irâdenizi hür kılsın! Allah Türk Milletine acısın ve korusun vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 12, 2012

VATANDA MAHPUSTULAR, EĞİLMEDİLER!...

Kavgalarda en fazla dayağı, aracılık edenler yerler! Kavgalarda aracılar, her zaman zararlıdır!...
Ölümcül kavgalarla işkenceden zor ânlar, geçmez günler, haftalar, aylar, yıllar yaşadık! İçine doğdulduğumuz zaman dilimini, tarihe malzeme olarak yaşadık, yaşıyoruz.
Onlarca yıldır kutuplaştırılarak düşman kardeşler edilen Türk Gençliği'ni aralamak isterken zarârı gören Türk Milleti oldu! Yazık ve hayrettir ki hâlâ ders almamışlar var!
Elli yıldır, ülkemizde olanları-oldurulanları, ölenleri-öldürülenleri, öldürtenleri-öldürttürülenleri seyreden aydın lakaplı, duyarsız bir kalabalığın içinde; hiç bir zaman durağanlaşmadan zamâna ve gayr-ı millî oluşumlara karşı mücâdeledeyiz! Ateş çemberlerinden geçip çile deryâlarında çelikleşen irâdelerden oluşan bir nesiliz. Bu yüzden çatık kaşlarımızı, bakışlarımızı, duruşumuzu sert gibi algılayan bir sürü, bizi tanımayanlar var!...
Kim miyiz? Biz, Türk Milliyetçileri, Ülkücüleriz...
Bir kuşumuzun ölümünde, kedimizin ölümünde günlerce ağlayan bir nesiliz! Karınca ezmemek için yol değiştiririz. Şiir rûhlu, şâir fıtratlı insanlarız. Bu yüzden kavgalarda hep en önde oluruz! Esen yelden, yağan yağmurdan, güzün sararan yapraktan etkileniriz! Bu hasletlerin tamâmı; sevgi yuvası kalbimizin, sevgi üreten beynimizin, sevgi tellâlı dilimizin, kucaklayan kollarımızın, okşayan ellerimizin dışa vurumudur!
Ama aynı biz, merhâmetli-duygusal aynı biz; bazı hallerde gözünü kırpmadan, eli titremeden, insan görünümlü, iki ayaklı hâin birinin alnına sıkabiliriz! Aynı biz; insan görünümlü iki ayaklı bir hâin yaratığın otomatik silahına çıplak elle saldırabiliriz! Aynı biz; milletimiz yaşasın, millet huzûrlu olsun diye, huzûru getirmekle mükellef devletimiz devâm etsin diye, gözü kapalı ölüme atılabiliriz!...
"Bir zamanlar ideallerimizi yarıştırmıştık. Sonra kahramanları yarıştırdılar ki bu kahramanlar, diğer tarafa göre katildi! Sonra hırsızları yarıştırdılar! Sonunda korkarım hâinleri yarıştırtıracak demokrasi denen bu ithâl virüs!" demiştim, defalarca!...
Baylar!
Hiç digergamlığı yani empatiyi denediniz mi?
Siz; güvenlik güçlerince öldürülen yoldaşlarınıza "kahraman" demediniz mi? Arkadaşları mermilerle delik deşik olarak can verirken roketlenen aynı binanın samanlığından sağ çıkan birini de kahramandan sayıp bölücülerin listesinden Meclis'e taşımadınız mı?
Birinci 12 Eylül öncesinde de; fraksiyon çatışmalı kavgalarında, kendileri öldürüp "Devrim Şehidi" diyerek cenazeler taşıyanları, milleti tahrîk edenleri alkışlamadınız mı?
Birinci 12 Eylül öncesi, sayısız MHP İl-İlçe başkanlarını, çoluk çocuklarıyla; sadece babası ülkücü olduğu için çocukları insafsızca, vahşîce katleden vahşilere sahîp çıkmadınız mı?
Siz; yıllarca Mehmetçiğe, Polise, öğretmene, ebeye-hemşireye, doktorlara, imamlara, yol işçilerine saldırıp şehît eden; devletin yaptığı okulu, köprüyü, sağlık ocağını, iş makinalarını yakıp yıkan; kundakta bebekleri, kadın-erkek, yaşlı-genç demeden köylüleri katleden PKK'lılara; halk otobüsünde gencecik kızları yakan, park yerinde bomba patlatıp suçsuz günahsız vatandaşları katleden, askeri-polisi taşlayan, panzerlerde polisleri molotofla yakmaya uğraşan KCK'lıları, halk savaşçıları saymadınız mı?
Siz; "Kimse kızmasın, Kendimi yazdım" diye cuntacı askerlerle işbirliklerini, milleti tahrîk için orduevlerine bombalar koyduklarını, Filistin'de eğitilip geldikten sonra gladyo ile işbirliği yapan anarşistleri kahraman saydınız ve onların, emperyalist işbirlikçisi AKP'lilere verdikleri destekleri demokratça alkışlamadınız mı?
Sizin kahramanlar(!)ınızın desteklediği AKP ise; Habur'da PKK'lılara seyyar mahkemeler taşıyarak, davul zurna eşliğinde, -zorla- Pişmanlık yasası uygulamadı mı? Alkışlamıyor musunuz?
Biz ise milletle birlikte dişlerimizi sıkarak izliyoruz! Ayrıca tahsîsli ve güdümlü Yaygın Basın ve medyada, hep siz çalıp siz oynadınız! Bizi duymadınız, duyurmadınız!
Ne diyorsunuz? Sizinle millet adına savaşan biz değil miydik? Bizim de kahramanlarımız olmasın mı? Devlet gücünün yokluğundan analarımızı ağlatanların, analarını ağlatanları sevmeyelim mi?
Onlarca yıl sonra, zâlim bir bir devrin ceremesini çekerek bedelini ömürleriyle ödeyen Kahramanlarımız hürriyetlerine kavuşunca niye kudurdunuz? Niye ulusalcılarla Türk Milliyetçilerinin bir araya gelemediklerini, güç birliği yapamadıklarını hâlâ merak eden var mı? Solcular, devrimcilikten geçinenler, bölücü halkçılar; samîmiyet testinden hiç geçemediler, geçemiyorlar, geçemeyecekler!...
Devâm etsinler! Hepsinin inâdına, hürriyetlerine kavuşan -kimsenin değilse bile benim- Kahramanlarımıza geçmiş olsun! Çektikleri kefâretleri olsun. Allah yardımcıları olsun. Bekleyenlerinin gözleri aydın olsun! Hayırlı, sağlıklı, uzun ömürler vesselâm...
TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Temmuz 11, 2012

SUS! SUS Kİ SIRAN GELSİN!...

Med-cezirlerdeyim! Beynim zonkluyor!
Allah(c.c.)'ın; "Ya eyyühennâs! - Ey insanlar!" dediği insanlığı, kadın - erkek diye hem de aklı malzeme ederek parçalamakla başladılar işe! "Saçı uzun, aklı kısa!" diye iftirâlar ettiler analara, bacılara, yârlara! Yuttuk!...
İslâm'dan yüzlerce yıl önce, Türk Hakanı'nın; "Ben hepinizin hânıyım, bu da benim Hânım!" diye beylere takdîm ettiği ve o günden beri Türk Milletinin; "Hanım" dediği evdeşimize, ömürdaşımıza, sevdâımıza; nâmusumuza, çocuklarımızın analarına ve analarımıza, islâma da iftirâ ederek "şeytan yardımcısı, günah vesîlesi, seks objesi" diye alçakça, şerefsizce iğrenççe saldırdılar! Yuttuk!...
Güçlü erkeğe, av köpeği gibi biyat ettiler; güçlü kadından itin kurttan korktuğu gibi korktular ve ürüdüler, ürüdüler! "Öğüt, yuvada alınır" biliyoruz! "Yuvayı dişi kuş yapar" biliyoruz! Sütün hükmünü, sütü bozukluğu, anne geninin etkisini ilim ispât etti, aksini söylediler! Yuttuk!...
Erkeğin midesinden, kadının kulağından zehirlendiğini, hep atladık! Kadın kulaktan zehirleniyor zehirleyen sözü, dil söylüyorsa kadını kulağından zehirleyenler, hiç yılan sayılmadı! Yuttuk!...
Erkeğin beyninden, kadının kalbinden öldüğünü bildik! Savaşçı erkeğin kafasına, savaşçı kadının kalbine sıkarak insanlığı katl'ettiler! Seyrettik! Yuttuk!...
Allah(c.c.)'ın Hâbil-Kâbil'i, en çarpıcı insânî özellik bilinsin diye örneklediğini atlayarak; halkları birleştirip milletleştirme yöntemini dünyaya öğreten Türk'ün milletçiliğinin yerine; "Bin yıllık kardeşlik" diye çok zayıf bir tanım koydular! Yuttuk!...
Kardeşin kardeşe kambur olduğunu, kamburu olanın ölünceye kadar taşımakla mükellef olduğunu, kardeşliğin hukukunun olmadığını-olamayacağını bile bile; yoldaşlığın, arkadaşlığın, en önemlisi komşuluğun binlerce yıldır koyulmuş hukukunu unutturdular! Yuttuk!...
Kardeşlik mecbûri, kavimlik yaratılıştan ama Allah'a Allahlık, Peygamber'e -dünyasını değiştirdikten sonra- peygamberlik öğretmeye soyunan mürâilerin icâdı ve şuuraltına yerleştirilen takvâ maskeli ümmetçilikle İlâhi kurallara kafa tuttular! Yuttuk!...
"O'nun delillerinden biri de gökleri ve yerleri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır." (Rûm-22) Âyet-i Celîlesine; Peygamber'in bile şahîtliğine izin verilmeyen, kul ile Mevlâ arasındaki tek kişilik takvâyı silah edinerek baş kaldırdılar! Yuttuk!...
Hz. Peygamber'in; "Sizin en hayırlınız -kavminin zulüm ve haksızlıklarını destekleme günahını işlemeden- kendi soyunu müdafaa eden kimsedir." (Hz.Peygamber'in Hadislerinde Türkler, s. 160) buyruğuna rağmen;
Yine; "Sahâbeden Vâsile b. el-Eska, Peygamber'e sordum; "Ya resûlullah! Siz ırkçılığı yeriyor ve bu cahîliye davasını güdenler bizden değildir buyuruyorsunuz. Acaba kişinin ırkını sevmesi, ırkçılık mıdır? Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdular; "Hayır! Bu ırkçılık değildir. Ama kişinin zulüm yaptığını bile bile kavmine yardımcı olması, işte asıl ırkçılık odur." (a.g.e., s. 160) şeklindeki, râvileri açık Hâdislere rağmen, Peygamber'e de kafa tutarak, müslümanın soyunu sevmesine harâm dediler! Yuttuk!..
Milliyetçiliği, İslâm eliyle sadece Türk Milletine yasaklayan bu mürâiler, bu kahpe fıtratlılar; Haçlı destekli bölücü PKK'lı kuduzlara, demokratlık diye olmadık tâvizler verdiler! Yuttuk!...
Aklımızı kullanmadığımız için, aklımızın îmanına engel olarak Allah ile aldatılmayı kabûl ile; "Akletmez misiniz?" diye yüzlerce kere soran Allah'ı duymayıp; "Kendimize zulmedenlerden" olduk! Gözümüze takva perdesi çektiler! Yuttuk!...
"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahîret gününe inanmayan, Allah'ın Resûlünün yasakladığını harâm saymayan ve hak din edinmeyenlerle boyun eğerek kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın." (Tevbe-29) buyruğuna "Dinlerarası Diyalog" diye dindışı bir Haçlı uydurmasıyla karşı çıktılar! Yutkuna yutkuna yuttuk!...
Parçalana parçalana, küçüle küçüle, büyük balıklara yem hazırlandık ve yuttuk!...
Türk Milleti! Tanrı aşkına, Çalap aşkına, Hüdâ aşkına, Allah aşkına sana ne oldu? Ayıkması mümkün olmayan, bu sarhoş edici harâmları, bize ne zaman, nasıl içirdiler?
"TÜRK MİLLETİ! SİLKİN! KENDİNE DÖN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Temmuz 10, 2012

UÇ UÇ TAYYÂRE! SELÂM SÖYLE O YÂRE...

Söyleninceye kadar sahîbinin olan söz, söylendikten sonra sahîbini, kontrolüne alır. Sözün gücü, sözün hükmü bundandır. Îman başta olmak üzere bütün kararlar, tasdîk ve i'tirâzlar sözle ifâde edilir. Sevgi de, nefret te sözle iletilir muhatâbına...
Mevlâna; "Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana..." diyerek yazının söze kattığı kalıcı kudrete vurgu yapar...
Sözün uçucu, yazının kalıcı olduğunu biliyoruz. Yine biliriz ki sözün inkârı kolay ama yazının inkârı nerdeyse mümkün değildir... Biz de geçtiğimiz günlerde, reyimizin adresini, yazarak belirtmiştik.
Biz ihsâs-ı reyimizi açıkladığımızda, gönlümüzün yanında olduğu Yiğit Ülkücü, henüz karârını açıklamamıştı. Ülkücünün yiğit olmayanı veya yiğit olmayandan ülkücü, elbette olmaz! Ülkücüler, yiğitlikte benzeyen, benzeşen Türklerdir. Türk'ün yiğidini, Türk'ün ükücüsünü sevmeyen bir Türk, olabilir mi?
Bir beynin yönetimindeki bedenin omuzuna; o omuzun koluna, bileğine, eline bağlı beş parmağın, beşinin de farklı güçte ve işlevde olduklarını bile bile; baş parmakla serçe parmağın veya işâret parmağıyla yüzük parmağının veya orta parmakla diğer parmakların birbirine benzemediklerini, birbirlerini tamamlamazlarsa elin görev yapamayacağını bilerek parmakların her hangi birinden vazgeçmek mümkün müdür?
Teşkilatlar da beden gibidir. Başları, bedenleri, bedenin uzuvları olur. Başsız beden yaşamaz; eksik uzuvlu bedenlere de sakat, ma'lûl, özürlü denir. Türk Milletçisi ve Milliyetçisi bir Türk olarak, 45 yıldır teşkilâtım da belli, teşkilâtımın bedeni de, uzuvları da...
Bazen baş sarhoş olabilir! Her ne kadar defteri okunmasa da sarhoşu da sevenler vardır, itirâzım yok hâşâ!.. Ama esrik zannettiğimi sevenleri bile hem de ölesiye sevdiğimi defâlarca söylemiş, yazmış olmama rağmen, benim sevme hakkıma saygılı olmayanlara seslenmek zorunda kaldım! Üzgünüm!...
Hayatımdaki en zor yazımı yazdığımı -Tanrım'ı şahît tutarak- söylemek isterim!
Tayyâr'lık tayyârelik edenlere empati yaparak hak vermeğe çalışıyorum ve yemîn olsun beceremiyorum! Kanadı olmadan uçmaya niyetlenenlere; "Minâreden atlamak mümkün ama eğer konmayı bilmiyorsanız düştüğünüzde canınız çok yanar!" demek durumundayım! Bu yüzden uçmadan, tayyârlaşıp tayyâreleşmeden önce kırk kere düşünmeyi öneririm!
Sözü uzatmadan; ben reyimi, Azmi Karamahmutoğlu nâmlı, Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı ûnvanlı, Başbuğum Alparslan Türkeş'in atadığı en son Başkomutan'dan yana kullandım! Başkomutanı bilerek yazdım, altını çizerim! Ben Ülkü Ocaklıyım, ölünceye kadar da öyle kalacağım. Bana göre her Ülkü Ocakları Genel Başkanı, -yaşı kaç olursa olsun- "Ülkücüyüm" diyen herkesin Başkomutanıdır! Her başkomutanı, bütün neferlerin sevmesi mümkün değildir bilirim ve ben, bu Başkomutanı sevenlerdenim...
Zorda ne yaptığını bizzat gördüm ve olası bir zorlukta, doğru yapacağına inananlardanım! Olağanüstü hallerde nasıl inisiyatif kullandığını bizzat gördüm ve gerektiğinde yine inisiyâtif kullanacağına inandığım için O'nun alayındayım.
Verilen buyruğu nasıl uyguladığını bizzat gördüm. Dününün şahîtlerindenim ve yarın buyruğu uygulamakta başarılı olacağına kefîlim...
İstanbul gibi rengârenk, gecesiyle gündüzü farklı birer âlem olan; günün her saatinde farklılıklar yaşanan, bir büyük şehirde siyâset yapan teşkilâtın iki kolundan biri konumundaki İstanbul İl Başkanlığı görevini, Azmi Başkan'ın layıkîyle yapacağına inancım yüzünden reyim O'ndan yanadır.
Tayyârın, tayyârenin rüzgârın gücüne ve yönüne göre uçurulmasıyla fazla ilgili değilim! İyiliğin -kötülüğün, güzelliğin-çirkinliğin izâfi olduğunu biliriz. Doğruluğun-yanlışlığın izâfileştirildiği günümüzde, ben de izâfiyyet hakkımı kullanarak reyimi Azmi Başkan'dan yana açıkladım, nezâket ve edep ölçüleri içinde tavrımda kararlıyım...
"Cami inşa'sında mihrâba kullanılacak taşla kenefe kullanılacak taş, farklıdır." A. TÜRKEŞ
"TÜRK'ÜM. BU AD, HR ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Temmuz 09, 2012

"MİNİK KURBAĞA, MİNİK KURBAĞA KURUĞUN NEREDE?"

Ya korkaklığı bilmiyorum ya da anlamakta sıkıntım var!...
Hep bir yerlere saldırmakla belki net bir duruş sergileniyor ama toplum hayatını etkileyecek sonuçlara, zor ulaşılıyor! Bir yerleri yıpratmaya çalışmakla, yıpratmak te çok farklı şeyler!...
Yıllarca ya söylediğimizi kimse duymadı, ya da duyup kaale almadılar! İkaza uğraştıklarımızda bir fark olmadı ama; "Farklılıkların farkındalık" diye Ülkücüye yabancı, diğer ümmetçi, dinci, halkçı, sosyalist, sosyal demokrat gruplara çok âşinâ sloganlar irâd ettiler!...
Diğer yandan gözümüzün önünde, âlenen makyaj yapanlar, değişen-gelişen adını aldılar!...
Değişen-gelişenlerin; İleri Demokrasi makyajıyla değiştirmeye, açıştırıp saçıştırmaya, bölmeğe çalıştıkları Ülkemize, Milletimize, Devletimize sahîp çıkmak ta bize düştü!...
Sebebiyle arz edeyim: Balıkçılar, baytarlar ve köylüler bilirler ki balık larvası ile kurbağa larvası, ayırt edilemez derecede benzerler...
Türkiye'de gençliğe yönelip yönlendirerek siyaset yapanlar, balık larvalarıyla kurbağa larvalarını tanımayan danışmanları yüzünden yanıldılar! Bu yanılgı, millete-devlete çok zarar verdi!...
Ülkü havuzundan, epeyce kurbağa larvası çıktı! Bu larvalar,karınları şişip kuyrukları düşerek farklı görünmeye başlamışlardı ama havuzda durdukları için havuz kâhyası danışmanları rahatsız etmemişlerdi! Kısa bir süre sonra düşen kuyruğun, şişen karnın yerine çıkan bacaklarıyla kurbağalar, zıplayıp gittiler!...
Fıtrâti olarak bu kurbağalar, bir yerlerde toplanarak vuvuzelaları bile bastıracak volümde sesler çıkarmaya başladılar! Bu gürültünün hükmü ise "Kurbağanın gölüne taş" atılıncaya kadardır! Bir taşla kulak patlatan bu vırraklama kesilir! Taaa ki taş atacak kimse kalmadığına inanıncaya kadar ses çıkmaz...
Bu kurbağa larvaları, Devrim havuzundan da çıktı, 68 Kuşağı'ndan da! Hem de epeyce! Dünün ABD düşmanları, dünün anti-emperyalistleri, bu gün ABD'ye alkış vuruyorlar! Ülkü ve Devrim havuzlarında yetişen bu kurbağalar, meclisteler ma'lesef!...
En fazla kurbağa üreten havuz ise Mücahit Erbakan'ın Milli Görüş havuzu oldu! Erbakan'ın balık zannettiği kurbağalar, diğerlerinden farklı olarak zıplayıp gitmediler, havuzu işgâl ettiler! Değiştiler! Geliştiler!... Kendi deyimleriyle eskimiş devrimci ve ülkücü zombileri, değişik-gelişik diye bir araya topladılar! Vırraklarından kurbağalıkları belli olmasın diye de hepsine birer vuvuzela verip öttürttüler!
Her şeye rağmen bunların hükümleri de göllerine bir taş atılıncaya kadardır!...
Tam burada kaş yapayım derken göz çıkaran acemi kuaförlere de dikkat çekelim! "Dünyayı dize getirmek" çok güzel bir söylem ve eylem, tarihte defalarca Türk Milleti'nin başardığı bir iş!... Değişen-gelişen-dönenlerin başı BOP Eş Başkanı'na; "Dünyayı Dize Getiren Başkan" demek te elbette zor değil, dilin kemiği yok çünkü!...
Ama mutlaka dikkat çekilmeli ki Kurbağa Gölüne taş atılmak üzere! Bu defa Millet, sadece taş atmakla sadece susturmayla yetinmeyecek; "Babalar gibi satarım!" ve "Paranın dîni olmaz" diye meşrûlaştırılan İleri Demokrat öğretileri uygulayıp Babalar gibi kurbağa ihrâç edecek!
Babalar gibi Vatan ve Millî kazanımları satarak para kazanmayı Dinci Kindârlar'dan öğrenen Millet, bu defa onları satacak! Onları, Haçlıların şarap sofralarına meze diye ihrâç edecekler! Kurbağa, uyarıdan anlar mı bilmem ama yine de yapayım!
Göle taş atılmak üzere! Milleti, vırraklarla Allah ile aldatmaktan vaz geçin! AB üyeliğinin asla mümkün olmadığını, siz de biliyorsunuz! Kinci-dinci kostümünüzle sizi lejyonerce Müslümanların üzerine saldırttıklarını göremiyor musunuz?
Aklınızı başınıza alın! Millete acımazsınız biliyoruz da kendinize acıyın! Allah'tan korkmuyorsanız kuldan utanın bari! Karganın kılavuzluğunun sonu ma'lûm! Kurbağadan kılavuzu olanlar da kargalara yem olurlar! Demediler demeyin vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam ,sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Temmuz 07, 2012

"FARK ETMEDİM Mİ SANIYORSUN?"

Sanal ağda bir paylaşım okudum!
Sadece okumak yetmedi, çünkü yüreğimi tahrîk etti, sevdâ tarlamıza dadananlara karşı bir daha gözlerimi kapattırdı!
Şöyle haykırıyordu sanalağdan, bir Sevgi Süvârisi:

" HIRSIZ SENİ FARK ETMEDİM Mİ SANIYORSUN?

Hadi beni geç Allahtan da mı korkmuyorsun?
Paramı pulumu çalandan degil, yüreğimi çalandan; çaldıktan sonra da, yalanla, dolanla, çeşitli sudan bahanelerle harcayandan öteki dünyada davacıyım!..
Ben o dostlukları ve sevgiyi ne emekle biriktiriyorum…
Bu TASAMI, alan alsın sonra da, bir zahmet vicdanına elini koysun ve aynasına(!) baksın.
Peki, ben şimdi ne mi yapacağım?
Elbette, HAYATIMI DEVAM ETTİRMEK ADINA, BİLDİĞİM TEK YOL OLAN, SEVGİYE YATIRIM, “dostluk” İÇİN ÇALIŞMAYA DEVAM EDECEĞİM. N.Yazıcı "

Bu feryâdı duymazlık edemez, bigâne kalamazdım ve kalmadım...

Selâm ile...
Budur işte!...
Muhabbet emekçiliği, dostluk biçmek için sevgi ekmek, budur işte!

Eeee! Her bağın, her bostanın, her tarlanın, görünmez nasîplenenleri de olmasın mı?

Ekilen ve hasatı beklenen mahsûl, hayatın olmazsa olmaz tadı sevgi değil mi?... Sevgiyi kim almaz? Kim çalmaz sevgiyi?..

Sevgi üretemeyenler, sevmekten korkan yüreksizler, sevmeye takatları yetmeyen özürlüler, yaratılışları gereği göz payları olan serçeler, çekirgeler, kargalar da üşüşmesinler mi bu muhabbet tarlasına?...

Dostu, yâreni, ahbâbı bir yana bırakalım düşmânın merdini sevebilecek kudretteki yüreğin muhabbet tarlasına kim üşüşmez?
Sadece bu tarladan yapılan hırsızlıkta hırsızın hiç suçu olmaz! Sadece bu tarlanın hırsızı ma'sûmdur!...

Bu tarla; bekçisizdir!

Bağbanı tarafından kimseden esirgenmez! Bu tarlanın sınırları çepersizdir, yolu yakınından geçen herkesi güzelliği ve kokusuyla cezbeder!

Bu tarla; efsûnludur, sihirlidir; alındıkça, çalındıkça artırır mahsûlünü!...

İklimine göre yılda iki mahsûl alınan yerlere bereketli denirken; bu tarlanın her gününün, her ânında mahsûl derilir!
Ve bu tarlayı, günde bir kaç kere dolu döğer!

Bu tarlaya yolu düşen çekirgeler üşüşür!

Serçeler dane için başak deler!

Kargalar kursaklarının aldığı kadarını aparırlar!

Bir de ziyankârların sadece zarar vermek için yolup yoluşturmalarına muhataptır bu tarla ve bütün bunlara rağmen azalacağına çoğalır bu tarlanın mahsûlü...

Çünkü tarla yürektir, bağban sevgi süvârisidir. Tohumu sevgidir, gübresi saygı ve sadâkattir. Tarlanın sabanı çiledir, meşakkattir!

Bağbanı sahâvet sahîbi olan; ikrâm yeri, ekildiği sabit adresi olan bu lezzetli mahsûlü kim istemez?

Bırakın alan alsın, çalan çalsın Tanrı aşkına!

Ne kadar alsalar, ne kadar çalsalar, çoğu tarladadır! Tarla sahîbinin ikrâm edeceğinden kat kat fazlası vardır tarlada ve her koparıldıkça, her tahrîp edildikçe, alındıkça, çalındıkça budanmış misâli daha gür olarak devam edecektir üremeye, üretmeye...

Hem sevgi ekip, sevdâ biçip, muhabbet ikrâm edip hem de alandan, çalandan, yolandan şikâyetlenmek olur mu?

Bu tarlanın Sevgi Süvârisi hanedâr bağbanı; ikrâmını alanlardan daha çok; habersiz alanları, harâmice çalanları, bilmeden budama yapan hoyratça yolanları; görünmeyen köstebekleri, yılanları daha fazla dikkate almaz, daha fazla düşünmez mi?

"Sevgi ekiyorum, muhabbet biçmek için." hayâliyle meşakkat sabanına gönüllü koşulmaz mı sevgi bağbanı?

Kendimizle sohbetimizde; içimize, gönlümüze, kendi lisânımızla anlatmaya çalışıp aynadaki sûrete, şöyle anlatmadık mı:

DİLEĞİM
Körler ile sağırların içinde
Yatalak olana el olabilsem!
Güneşten saklanan günün birinde
Buharken su olup sel olabilsem!...

El ele tutuşup şahla gedâyla
İnâdına selamlaşıp vedâyla
Her zaman, her yerde, hoş bir sedâyla
Öten bülbüllere dil olabilsem...

Bir yeni bebeğin yeni hecesi,
Öğrenen çocuğun ilk bilmecesi,
Hırsızın, arsızın setri gecesi
Zifrî karanlığa tül olabilsem!...

Bitmezki aşk sunsam şirret huysuza
Haddini bildirsem nâmert soysuza
Yolunu kaybeden yitik yolsuza
Vahdete götüren yol olabilsem...

İtibâr etmeden formaya kürke
Cambazı fark etsek gitmeden sirke
Haçlı'nın vurduğu Müslümân Türk'e
Kılıç vuran, kalkan tutan kol olsam...

Bir başbuğ yayında gerilsem ben de,
Ülküm için yere serilsem ben de,
Ölümü öldürüp dirilsem ben de
Şehît olup Çalabım'a kul olsam...
8 Nisan 2010/ İzmir (M.A.)

Ve'l hâsıl-ı kelâm; kim, ne zaman, ne kadar alırsa alsın; kim, ne kadar çalarsa çalsın; hangi hoyrat ne kadar yolarsa yolsun sevgi ektiğimiz, muhabbet derdiğimiz, saygı ile çeşnilediğimiz yüreğimiz durmadıkça halimize devâm ederek yaşayacağız vesselâm...

"Şairler, denize dalarak inci çıkaran insanlara benzerler. Bunlar överlerse bu övgü bütün ülkelere yayılır; eğer hicvederlerse, insanın adı daima kötü olarak kalır. Ma'lûm; iyiyi överler, kötüye söverler." (KUTADGU BİLİG)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Temmuz 06, 2012

MHP'DE İHSÂS-I REY ZAMÂNI..

Zamanında söylenmeyen söz, fırtınaya karşı üfürmek mesâbesinde bile görülmeyebilir! Bu yüzden atalar; "Vakitsiz öten horozun başı kesilir!" derler... Bu yüzden Yunus Emre, sözün kudretinin farkında olanlar için;
''Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz..'' demiş...
Biliriz ki erken söylenen söze; "Zamanı mıydı şimdi?", söylemekte geç kalınan söze; "Şimdiye kadar neredeydin?" diye itirâz edilir! Sözün zamanı değilse haklı da olabilirler!
Bana göre şimdi tam zamanı. Sözümüzü söyleyip safımızı belli etmek zamanı!
Kısacık bir tefekkürle Türk Dünyası'nın, Türkiye'nin, Türkiye'de de Türk Milliyetçilerinin, Ülkücülerin ve MHP'nin aynı illete düçâr olduğu, teşhîs edilebilir!
Türk Dünyasının nerdeyse tamamına yakınında; evin içinde huzûru tesis etmeden komşularla, hısım akrabalarla birlik hayâl ederiz! Evimizin içinde huzûrla bütünlüğü sağlayamadığımız için de hayâl ettiğimiz Büyük Türk Birliği'ni, geciktirdikçe geciktiriyoruz!
Demek ki önce evden başlamak lâzım! Demek ki Türk Milliyetçileri olarak, Ülkücüler olarak önce partimizden, MHP'den başlamak lâzım işe! İşe başlamak için de zamânının gelmesini, meşrû zemînin oluşmasını beklemek millî akıl gereği idi ve biz de bu bekleme süremizi yüzümüzün akıyla yaşadık el hamd ü lillâh!
Epeydir MHP ve yönetimi hakkında hiçbir şey söylemedim, sustum ama sükûtumun ikrârdan olmadığını, her yeri geldiğinde ısrarla vurguladım. Şimdi, konuşmanın zamanı.
Önce özet bir ülke panoraması: On yıldır, BOP Eş Başkanı olduğunu kendi söyleyen gayrı millî bir kişinin yönetimine muhatap ve mecbûruz. Devlet olarak incitmediğimiz komşu, kırmadığımız soydaşımız devlet kalmadı! Haçlı ile birlikte, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi dâhilinde Müslüman komşularımıza vurduk! Birine de vurmaya hazırlanıyoruz! Ki Afrika'nın kuzeyi denilen bu coğrafya, 400 yıl bizim sınırlarımız içinde, halkları da tebaamızdı. Yönetim bu yanlışlarını Allah ile Dîn ile süsleyerek sunup mütedeyyin insanlarımızı kandırırken muhalefet yapmakla mükellef partiler de AKP değirmenine su taşıma yarışında gibi görünüyorlar!
Başka partilerin işlerine, hariçten gazel okuyan görüntüsüyle -bazen hatırlatmalar, tenkîtler yapmamıza rağmen- karışmak istemeyiz ama MHP yuvamız! MHP ömrümüzün tamâmını, kurulduğu günden beri uğruna harcadığımız siyâsi teşkilatımız. MHP, biz; biz, MHP'yiz! Ve MHP, Büyük Kogre sürecinde. Beldeler, ilçeler, iller kongrelerinden sonra Büyük Kongre olacak.
Demokrat geçinen kongre kurnazlarına göre delege değiliz diye, oyumuz yok diye kaale alınmayabiliriz ama biz de, tanıyanlar da biliyoruz ki "rey sahîbi"yiz! Kanaatimizi referans kabûl eden, doğrularımıza kabul ederek destek veren Ülküdaşlarımız var hamd'olsun ve ihsâs-ı rey zamanı...
Bütün Ülkücüler gibi ben de İstanbul İl Kongresi'ni çok önemsiyorum. Dikkatle izliyorum. İl Başkanlığına adaylıklarını açıklayanlar olmuştu. Önümüzdeki pazar günü de Azmi KARAMAHMUTOĞLU Başkan, adaylığını açıklayacak. Azmi Başkan, Başbuğumuz'un tedrîsinden icâzetli, Başbuğun atadığı son Ülkü Ocakları Genel Başkanı ve Başbuğsuz yaşadığımız ilk Olağanüstü Kongre'de, "Oğul Bey" dediğim Genel Başkan Vekîli ve ekibinin verdiği; "Salona hakîm ol!" tâlimâtını -bana göre bihakkın- uygulayan ve bu yüzden artniyetlilerce günah keçisi edilen bir Ülkü Neferi... Başbuğ'la en son yakın mesâi yapanlardan, dolayısıyla iç rekâbetlerde nasıl davranılması gerektiğini Başbuğ'dan görmüş ve şimdi hatırlayarak öyle davranacağından şüphem olmayan bir Süvâri Ülkücü...
Bana göre İstanbul delegesinin, İstanbul MHP yönetimini teslîm edebileceği ehîl bir emânetçi. Şahsen İstanbul'da olsaydım Azmi Başkan'la birlikte olur, delege olsaydım oyumu Azmi Başkan'a verirdim vesselâm...
KÖRDEN ADRES SORULABİLİR AMA YOL TÂRİFİ İSTENMEZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Temmuz 05, 2012

BUGÜN, YARINA HAZIRLIK İÇİNDİR...

Tarihçi değilim ama meraklısıyım. Tarihçilerden Türk tarihini dinlemeye, ehîl tarihçilerden tarihimizi okumaya bayılırım...
Okuduklarım ve dinlediklerimden anladığım kadarıyla geçmiş, deminle-dünle başlıyor, gelecek ise az sonrayla-yârınla... Geçmişe mâzi-tarih deniliyor, geleceğe âti-istikbâl...
Geçmişle geleceği, yaşadığının daha doğrusu ânın farkında olanlar muhasebe edebiliyorlar. Bizim gibi meraklılara da bu muhasebe tutanaklarından millî kâr veya zarârlarımızı gördükten sonra doğrularda ısrâr, yanlışlardan vazgeçmek kalıyor!
Oluş sıralarına göre fetihleri, işgâlleri, gâlibiyet veya mağlûbiyetleri, millî hafızâda iz bırakan olayları gün ve saatiyle sıralamak ta bir iştir ama bu, asla tarih okumak değildir! Tarih okumak; olayları, oluş nedenleri, biçimleri ve sonuçlarıyla yargılamak, sorgulamak olmalıdır. Tarih okumak, bazen can sıkar, moral bozar! Asla râzı olamadığımız mağlûbiyetler, hatâlar, insanın moralini bozar. Yine tarih okumak, şanlı kişileri, doğrularını, kahramanlıkları, fedakârlıkları gördükçe insanın geçmişi ile övünmesini sağlar. İnsan geçmişi ile övünmeyecek veya hatâlardan ders çıkarmayacaksa tarih, neye lazım ki?
Meselâ; İstanbul'un 29 Mayıs 1453'te feth'edildiğini bilmek, neye yarar? Veya iz bırakarak, yaşadıkları âna tamga olarak önden gidenlerin, doğum-ölüm tarihlerini bilmenin ne yarârı olur?
Önden gidenleri; yaptıkları ve olayların sebep-sonuçlarıyla birlikte sorgulayarak, vicdân muhasebesinden geçirerek, gereken dersleri alıp doğruları güne uygulayabilmenin, lâzım olmayanları da bizim olduğunu bilip sahîplenerek saklamak değil midir tarih okumak?
Fetih ve işgâl arasındaki korkunç fark, bu detaylarda saklıdır işte!
Meselâ; bir Haçlı Ordusu düşünün! Geçtiği yeri yakıp-yıkan, çoluk-çocuk demeden katleden, genç-ihtiyar demeden kadınlara-kızlara tecâvüz edip hamile kadınları öldüren ve karnındaki çocuğun cinsiyeti üzerinde iddiaya giren, üzerinden yüzlerce yıl geçse de millî hafızânın asla unutamadığı ve her geçen ân kîn duyulmasına sebep olan bir ordu!
Yine bir ordu düşünün ki; zamânının en güçlü, en teknik donanımlı, en tecrübeli ordusu ve seferde... Geçtiği güzergâhtaki üzüm bağlarından koparılan her salkımın yerine altın lira ile bedelini bağlayabilecek kadar hakkaniyetli bir ordu!...
Bu iki ordunun da seferlerinin sonunda zafer veya mağlûbiyet var! Birinci ordunun galibiyetini okuyan, duyanın alkışlaması mümkün mü? Ama ikinci ordunun mağlûbiyetine üzülmeyecek, galibiyetine sevinmeyecek kimse olabilir mi? İşte fetihle işgâl arasındaki fark, okuyanın, duyanın yaşayacağı memnûniyet veya rahatsızlık kadardır! Ve ancak tarih sayesinde feth'eden millet ve ordu ile işgâlci millet ve orduların karakter farkını öğrenebiliriz.
Yakın geçmişte yani daha dün; "Bu yeni Haçlı seferidir." diye ilan edilerek Irak işgâl edildi! Yeni Haçlı Seferi'nin devâmı olarak Libya yerle bir edildi, kırk yıllık yöneticisi kendi halkına linç ettirildi! Bu seferin programı dahilinde Arap Baharı denilen Büyük ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi uygulamalarıyla yüz milyonlarca Müslüman Arap, perîşan edildi!
Ülkelerin ve milletlerin menfaât hesaplarını ve bu yüzden yaptıkları-yapacakları savaşları, empati yoluyla anlayabilmek mümkündür ama yüzlerce yıldır Haçlı Birliği adıyla sadece İslâm'a yönelik saldırı ve işgâlleri unutursak; unutanlara, unutarak Haçlı ile işbirliğini övünerek ilan edenlere, "BOP Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var!" diye övünen ve Müslümanım diyenlere destek vermeye devâm ederiz! Bu desteğin devâmıyla şımaran, dünün mazlûmu, günün zâlimine de tahammüle mecbûr oluruz!
Kabullenmek zorundayız ki tarih okumamamız yüzünden güya tarihimizle yüzleşen kindâr-zâlim Haçlı İşbirlikçilerinin, gittikçe şiddetini artıracakları zûlümlerine muhatap olacağız! Bu zâlimin mûcidi de biziz, bu zûlmü bile bile başımıza getiren de!...
"Unutulmayacak iki ad vardır. Biri iyi, biri kötüdür. İkisi de unutulmaz. İyiyi överler, kötüye söverler." vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Temmuz 04, 2012

AZERBAYCAN RESPUBLİKASI PREZİDENTİ İLHAM ALİYEV CENÂBLARI'NA AÇIK MEKTUP

Hürmetli Prezident;
Siz ki; "Bir millet, iki dövlet" ta'rîfini tarihe ve Türk Milleti'nin hafızasına, altın harflerle yazan bir Baba'nın oğlu ve Türk Milletçiliği ve Türk Milliyetçiliğinin edebiyat-şiir ve musikî alanında beşiği konumundaki bir Türk Ülkesi'nin Prezidenti'siniz...
Babanız rahmetli ve şahsınızın varlığınızdan Türk Milleti olarak müftehîriz...
Çok Saygıdeğer Devlet Başkanı;
Size Türkiye'den sesleniyorum.
Bendeniz Türkiye'de, "Dünyayı Türkçe Okuyan Gazete" iddiasındaki Yeniçağ Gazetesi muharrirlerindenim.
Allah(c.c.)'ın; "Nûn! Yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına." (Kalem-1) âyet-i celîlesi ile üzerine and içtiği, elimize nasîp ettiği kalem ve satır satır yazdıklarımızdan hareket ve cesâretle sizin kıymetli zamânınızı çalıyorum! Öncelikle bendenizi bağışlayın ve haddi aşmışlardan saymayın lütfen!...
Sayın Prezident;
Malûmlarıdır ki; ülkeler, milletler ve devletlerarası kültür alış-verişine engel, mümkün değildir. Bu alış-veriş ne kadar sağlam ve güçlü olursa ülkelerin-devletlerin insanları arasındaki muhabbet veya husûmet de o kadar güçlü olur...
Bendeniz; bir Azerbaycan Türkü'yüm. Ma'lesef yakın geçmişimizdeki mağlubiyetler sonucu, baba yurdumla aramıza sınır çizilmiş! Ata Yurdum'a, kandaşlarıma, hısım-akrabalarıma hasretle inleyerek ölen bir Baba'nın aynı hasretlerle yanan bir oğluyum... Yanlış anlaşılma olmasın lütfen!
Türk Dünyasının perâkendeliğinden her Türk gibi rahatsızım ama şahsî hayatımdan şikâyete tenezzül etmem! Milletim uğrunda ne çile varsa, gönüllü talibim!
Hürmetli Prezident;
Kastım zat-ı şahânelerine kendimi anlatmak değil! Sizin sağlığınızdan, Azerbaycan Resbublikası'nın kıyâmete kadar devamından başka bir duâm ve dileğim yoktur. Sadece bir konuya dikkatinizi çekmeye uğraşacağım.
Geçtiğimiz günlerde ad gününü yâd ettiğimiz, Kafkasya Müslüman Ziyâlılarının Manevî Atası Hasan Melik Zerdâbi'nin torunu, bir Azerbaycan ziyâlısını dikkatlerinize arz etmeğe çalışacağım.
Azerbaycan ve Türkiye ziyâlıları arasında, çok başarılı bir kültür köprülüğü yapan, Dedeleri Hesen Bey Zerdâbi'ye lâyık bir evlât olduğunu ispatlamış; milletçi-milliyetçi Türk ziyâlıları arasında özel bir pâye kazanmış Rebiyye Xanım Zerdâbi'yi dikkatlerinize ve himmetlerinize arz edeceğim!
Hesen Bey Zerdâbi'nin ad gününde; Azerbaycan Devlet Güzel Sanatlar ve Kültür Üniversitesi'nde, Azerbaycan Kültür Tarihi öğretim görevlisi Rebiyye Zerdâbi'nin görevine son verildiğini hayret ve üzüntüyle duyduk!...
Türk tarihinden, Bey'in hatâsından veya kendi adına çalışan kişilerin/büroklatların yaptığı hatâlardan sür'atle dönüp hatâyı telâfi ederek büyüdüğünü, ebedîleştiğini biliyoruz. "Bir millet, iki dövlet" vecîzesinin sahîbi bir Baba'nın Oğlu olarak sizin de Türkiye'deki Türk Milletçisi ziyâlıları çok üzen, bu uygulamaya müdâhil olmanızı, bütün samîmiyetimiz ve Türk gönlümüzle istirhâm ediyoruz.
Bizi duyduğunuz kadar, sizi duyduğumuza ve netîce ne olursa olsun sizi duymaya, sesinizi Türk Dünyasına gücümüzün yettiği kadar duyurmaya devâm edeceğimize lûtfen emîn olunuz.
İzninizle Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'inden bir kıssa arz edeyim:
"Hakan, üç maddelik isteklerini tebaaya duyurur:
İstekleri kısa, öz ve haklı isteklerdir;
I- Yasalarıma uyun.
II- Verginizi ödeyin.
II- Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin...
Tebaa, ilk dîvan veya meşverette Hakan'a cevaplarını arz ederler;
I- Yasalarına uyarız, ama âdil olursa...
II- Vergilerimizi öderiz ama gümüşün âyârını düşürmezsen...
III- Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan..."
Saygıdeğer Prezident;
Kafkasya Müslüman Ziyâlılarının Manevî Atası Hasan Melik Zerdâbi'nin torunu Rebiyye Xanım Zerdâbi'yi, sizin yüksek himmetlerinize; sizi de Allah(c.c.)'a emânet ederek, saygılarımızın kabûlünü istirhâm ederim Efendim...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, saygı, dua...
Mustafa ASLAN
Türkiye/ İzmir


Önemli dip not:
Bu mektubumu İlham Aliyev Cenâbları'nın resmi sitesine layihâ şeklinde yazmaya çok uğraştım.
Önce harf sayısı fazla olduğu için defalarca kısalttım. Sonra bir türlü gizli kodu yazarak göndermeyi başaramadım. Mecbûren bu şekilde açık mektup olarak yayınlamayı tercih ettim.
Selâm, sevgi, dua...

Pazartesi, Temmuz 02, 2012

TÜRK'ÜM VE DAHA ÖLMEDİM!...

Kendime iş edindim, Türk'e Türkçe seslenmeğe devam edeceğim!
Küreselleşmenin dinleştirilmişi diye algıladığım "Dinlerarası Diyalog" ve teslîmiyetin kurnazcası diye yorumladığım "Medeniyetlerarası İttifak" iddiâlarıyla mürâiler, korkaklıklarına bin-bir kılıf uydurdular!
Diyalogcu-ittifakçı Haçlı'nın şımarttığı PKK; ülkenin bir kısmında sıkıyönetim ilan etti! Başbakan'a, "Has..tirin!" çekilebiliyor! KCK'lı komutlarıyla sokaklar yangın yerine çevrilebiliyor! Toplu taşıma aracında gencecik kızımızı, diri diri yakabiliyorlar! Günün ve sokağın ortasında sivil askerlerimizin kafasına sıkabiliyorlar! Koyuldukları cezaevinde 13 kişiyi -ki tamamı Kürt- bağırta bağırta yakabiliyorlar! Şemsiyelerle teknolojiyi delik deşik edip karakollar basabiliyorlar! Sınır karakol baskınları yetmiyor, memleketin göbeğinde polis karakollarına saldırıyorlar!
Suriyeli bir PKK'lı kuduz, Türkiye ve Irak PKK'sına da baş kaldırıp eşkiyaya karşı da eşkiyalık yapıyor!
PKK'nın başı, bebek katili âdinin nerede olduğu meçhûl! MİT'in özel yatlarında veya helikopterle götürüldüğü gizli yerlerde pazarlıklar yapıldığından bahsediliyor! İstanbul'da sokak ortasında polis infâz eden başka terör örgütleri de piyasaya çıktı! Ülke illegal örgüt cenneti! Sınırlarımız yolgeçen hanı! Güvenlik güçlerinin can güvenlikleri yok! Günün 24 saatini gergin geçiren, kendilerine bakan herkesten şüphelenen polis, sinir krizleriyle hıncını, vatandaşlardan çıkarıyor!
Ailesini katledip intihâr etmeler modalaştı bu ara! Zina serbest, kürtaj yasak!
1950'li yıllarda, milyonerlerin kapısına Bayrak asılır ve nöbetçi iki Mehmetçik dikilirdi. Günümüz zenginini, etrafında etten duvar ören özel korumalardan tanıyoruz! Çoğu da kindâr-dindâr!... Çelik kapılarda özel kilitler var! Ve bu manzaranın adı; Huzûr ve istikrâr!...
Türk olduğu ve Atatürk'ün milliyetçilik tezini canlandırdığı için linç edilen Baykal'ın yerine monte edilen Gandi Kemal'in; ne zaman, nerede, ne yapacağı bilinemediği için anamuhalefetin çâreliği yok!
15 yıldır başındaki Genel Başkanı sâyesinde milliyetçilik heyecânı törpülenen, idealistliği yasaklanan, millî romantizmi bitirilen MHP'nin tabanında da med-cezîr var!
Yasaların yaptırımı yok! Yargıya güven kalmadı! Milletin en güvendiği TSK, kevgire çevrildi! 30.000 lirası olan çocuğunu asker etmezken parasız Kınalı Kuzularımız, Al-Bayrağa sarılı olarak gelmeğe devam ediyor! Mehmetçiğin anası-babası, eşi-yavuklusu ağlıyor, bacısı-kardeşi, komşusu ağlıyor, Türk Milleti ağlıyor; yetmez gibi iki günde üç terfi ile Genelkurmay Başkanı edilmiş BOP Eş Başkanı'nın Generali de ağlıyor!
Millî Eğitim Bakanlığı, Millî Savunma Bakanlığı ve Millî İstihbârat Teşkilatı kurumlarının adında bulunan "millî" kelimesi, artık yük! İthal demokrasi sayesinde, Türk'ü ve Türk Devleti'ni Türk olmayanlar yönetiyor!
"Kör, köre söz etmese bağrı çatlarmış!" tekerlemesine uyarcasına iki komşu devlet -ki birisi 400 yıl sınırlarımız ve insanları vatandaşlarımızdı- birbiriyle Haçlı organizesiyle "it dalaşı"nda!
Başımıza çuval geçiren müttefik(!)imiz, başkanlık seçimlerine yoğunlaştığı için; "BOP Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var." diye övünen bir Başbakan'ın, dünkü kankasıyla girdiği rüzgâra karşı sidik yarışında, iki ülkenin dindaş-kardeş ahâlisi per-perîşan!
Bu ne ya? Ben savaşmadım! Ben, kime, ne zaman teslîm oldum? Beni şehîdimin intikâmını almaktan, kim men edebilir? Beni Şühedâ emâneti vatanımı savunmaktan kim vazgeçirebilir?
Silahsız isyânlardayım! Ne güvenlik güçlerime, ne Kürt kardeşime, ne gayr-ı müslîm komşuma asla zarar vermem, veremem ama Haçlı'ya teslîm olmuş Haçlı Müslümanlar'a da ölürüm, teslîm olmam!
"Her Türk, başlı başına bir millettir." tezini ispat için Türk'üm ve tek başıma bir milletim! Haçlı Müslümanlar'a baş eğdiğim gün Vallahi ölürüm!
Son nefer, son nefese kadar direnmezsem Allah sorsun! Gök girsin kızıl çıksın!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN