Salı, Şubat 28, 2012

ARTİN'LE BEN DE YANDIM; HIRANT'LA BEN DE VURULDUM!

Bu acemilerle kaş yapılmaz!
Eline kaş yapmak için cımbız alması gerekirken şiş alanlar, kaş yapabilir mi? Bunlar, kaş yapayım derken şişle göz çıkarırlar ancak!
Beyler; "Ben Türk'üm." demekle; "Ne mutlu Türk'üm diyene." farklı şeylerdir! Türkçeyi düzgün kullanamayanlar elbette Türkçe söyleneni de doğru anlamazlar!
26 Şubat'ta Türk Dünyasınıun nabzı Taksim'de attı!
O mahşerî Türk kalabalığına; "Karabağ" yerine "karadağ" diyenler, Hocalı Katliamının "Yıldönümünü kutlayan(!)"lar ne kadar yabancı idiyse; "Hepiniz ermenisiniz, hepiniz piçsiniz" pankartını taşıyanlar da o kadar yabancıydılar!
Gerçekten çok merak ederim: Hangi Türk, Ermenilerle hesaplaşma günü geldiğinde Ermeni çocuklarını katleder? Hangi Türk hamile Ermeni kadınların karınlarını yarıp bebeğini çıkararak cinsiyeti üzerinde bahse tutuşur! Hangi Türk, ak saçlı anneanne ile 4 yaşındaki kız çocuğunu kafalarına kurşun sıkarak öldürebilir?
Yapmaz değil mi? Hiç bir Türk böylesine alçakça, sadistçe, Kazıklı Voyvoda'ca şerefsizlikler yapmaz değil mi?
O halde; "Hepiniz ermenisiniz, hepiniz piçsiniz!" ne demek?
Toprağı bol olsun Hırant, Avrupa'daki Ermeni Diyasporası'na ve Ermeni Lobicilere cevabını Malatya'da; "Avrupalılar bana gelip sorduklarında 'Ya size ne?' diyorum. Bizim iyiliğimizden kötülüğümüzden size ne? diyorum!"diye anlatmıştı! Ben de; "BEN DE VURULDUM!..." diye yazı yazmıştım Hırant için!
Hırant'a bir daha rahmet diliyorum! Ailesine bir daha sabır ve başsağlığı diliyorum ama Hırant'ı önce katledip sonra cenazesinden istifâde etmek isteyen leş kargalarına o gün de, bugün de lanet ettim, yarın da edeceğim!
Bir şeyi anlamam mümkün değil Hocalı Soykırımı ile bizim Ermenimiz Hırat'ın ve ailesinin hatta, bizim Ermenilerimizin ne alâkası var?
Asalayı protesto etmek için; "Ermeni soykırımı yoktur!" diyerek Atatürk'ün heykeli önünde kendini yakan Ermenimiz Rahmetli Artin PENİK'le, Sarkisyan ve cinayet şebekelerinin ne alâkası var?
Sarkisyan piçtir, piçten de ötedir deseniz kim itiraz eder? Sarkisyan'la birlikte maç izleyenleri, Azerbaycan bayraklarını Sarkisyan'ın gönlü hoş olsun diye çöpe attıran ve 26 Şubat'ta gelip kürsü işgâl edeni protesto etseniz kim ne derdi ve kim ne dedi?
Bugün twitter'dan Başbakan da; "Biz Hocalı Katliamı'nı unutmayacağız, unutturmayacağız. Orada katledilen kardeşlerimizin,masumların yasını tutmaya devam edeceğiz." diye yazdı! Anında cevâben itirazımı yaptım!
Gülsek mi, ağlasak mı? Rus ordularının desteğinde soykırıma uğrayan Hocalılılar zaten yas tutuyorlar! Bizden beklenen yas tutmamız mı, yoksa Kandaşlarımızın vahşice kanını akıtanlardan hesap sormamız mı?
Filistin için, şimdi Suriye'deki Humus ve Hama'da olduğu söylenenler için gösterdiğiniz duyarlılığı, hem Azerbaycan hem de Anadolu Türklerinin bekleme hakkı yok mu? "Ben yanarım kuzuma, kuzum yanar kuzusuna" deyip ağlamanızın kime ne faydası var?
Bu sözlerin samîmiyetine kim inanır? Daha dün Başbakan; "Her türlü milliyetçiliğe karşıyız!" diyordu, 26 Şubat'ta kürsü işgâl eden İçişleri Bakanı Türk milliyetçiliği yaptı! Hangisinin dediği doğru ve geçerli? Biliyoruz ki 'dokunmanın ibadetten sayıldığı' BOP Eş Başkanı, Dünya Lideri, Başbakan'ın sözünün üstüne söz olmaz!
O zaman nebbaşlığa ne gerek var?
Hatırlatmak için bir daha haykırarak derim ki: Rahmetli Artin PENİK'le ben de yanmıştım ve toprağı bol olsun Hırant DİNK'le ben de vuruldum! Onları ve azîz hatıralarını inciteni en galiz küfürlerle incitirim vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 27, 2012

ERİVAN'DAN BAKINCA TAKSİM...

26 Şubat'ta Dünya Türklüğünün nabzı, Taksim'de attı!
Dünyanın bir çok yerinde, Türkiye'nin hemen hemen her şehrinde insanlığın yüz karası Ermenilerin cinayetten de öte, iğrenç psikopatlıkları ve Hocalı Soykırımı lânetlendi!
Meseleye Ermeni cenâhından bakmaya çalıştım! Kendimi çok zorladım ama bir anlık empatiyle de olsa AKP Kurmaylığını ve Ermeniliği beceremedim! Gördüklerini; "Ben Savaşı Çekiyorum" adıyla kitaplaştıran Rus Televizyon Muhabiri Yuri Romanov'un anlattığı;
"... helikopterden gördüğüm, bu insanlık dışı dehşet verici manzara, beni dehşetler içinde bırakıyordu! Karın eridiği dağ yamacındaki sararmış otların üzerinde insan cesetleri bulunuyordu. Büyük bir alan kadın, yaşlı ve çocuk cesetleri ile doluydu. Cesetler arasında bulunan ninesine sarılmış küçük kız cesedi, insanı yakan bir manzara idi! Beyaz saçlı, başı açık ninenin yanına küçük kız uzanmıştı. Nedense, onların ayaklarını dikenli tellerle bağlamışlardı! Ninenin elleri de bağlıydı. Her ikisinin kafasında kurşun yarası vardı. Yaklaşık 4 yaşındaki kız çocuğu hayatının son anında ellerini ölmüş anneannesine uzatmıştı! Bu sahneden o kadar etkilendim ki, kamerayı bile unuttum..." satırlarını okuyan birinin empatiyle de olsa, bir anlık ta olsa Ermeni olabilmesi, onlar gibi düşünmeyi denemesi mümkün mü? Beceremedim!
Dış Politikada diplomatça "Ermeni Açılımı"; iç politikada demokratça "Komşuyla Sıfır Sorun" adıyla pazarlamaya çalışılan uygulama ile; "Hocalı olaylarına kadar Azerbaycanlılar, Ermenilerin sivillere karşı güç kullanmayacaklarını düşünüyorlardı. Ama biz bu klişeyi yıktık." diyen Sarkisyan'la el-ele, göz-göze, diz-dize, baş-başa maç izleyen, dışardaki kimliksizliğin ve korkaklığın maskesi diplomasiye sığınarak Bursa'daki maç öncesi Azerbaycan Bayraklarını toplatıp çöpe attıran zihniyetin İçişleri Bakanı makamındaki zâtın yerine de kendimi koyamadım, empatiyi beceremedim!
Tayy-ı mekânı deneyerek Erivan'dan Bakü'ye ve Taksim'e bakmayı denedim! Erivan'dan, sözle söyleyenin yakışmadığı bir halde görünüyordu Bakü! Üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen sadece bayatılarla, her yılki nümâyişlerden birini düzenleyerek çâresizlik sergiliyorlardı bir daha!
Erivan'dan Taksim'e bakınca, Türk Milleti'nin organizesiz ama muhteşem millî öfkesi görünüyor ve korkak seyircileri titretiyordu ki kürsüye; "Biz her türlü milliyetçiliğe, Türk milliyetçiliğine de karşıyız!" diyen zihniyeti temsîlen, İçişleri Bakanı çıkıyor ve; "Türk milleti ... Diliyle, diniyle kültürüyle, töresiyle, kadınıyla, erkeğiyle yeryüzünün, insanlığın medâr-ı iftihârı bir millettir." diyerek milliyetçiliğe başlıyor; "Afrika'da Asya'da, Balkanlar'da da olsa bu Türk milletini ilgilendirir. Çünkü biz sadece kendimiz için değil yeryüzündeki bütün insanlık için çalışan, onları seven, kabul eden bir milletiz!" hamâsetiyle 'her türlü milliyetçiliğe karşı' olan BOP Eş Başkanı Başbakan'ın, Suriye'ye de Haçlı ile birlikte müdâhele düşüncesine, zemîn hazırlamaya çalışlıyordu!
Tabi ki en fazla Sarkisyan ve Erivan'ın aklını karıştırıyordu! Çünkü onun ağa-babası Rusya'nın desteklediği Suriye'ye girme planlanıyordu! Taksim'deki Türk'ün Millî Dayanışması'ndan, nebbaş mantığıyla pay çalmaya çalışıyorlardı!
Oysa Taksim'deki yüz binler biliyordu ki; Türk dünyası ve Anadolu'nun her yerinde, itin uluması uğursuzluk sayılır ve uluyan it dövülerek susturulur. Kurdun uluması ise tedbîr gerektirir! Çünkü her tavır, gerçek sahîbine yakışır! Bilinir ki itin işi, duyduğu kurt ulumasına ürüyerek kalabalık etmektir!
Söz de aynıdır! Her söz, her ağıza yakışmaz! Fikri ile zikri bir olmayanların ağızlarında en güzel söz bile, itin kurda uluması mesâbesindedir! Dün Taksim'de, Millî hafızâya böylesi nâhoş bir diplomatça ve demokratça poz verildi! Sebeplerden Allah sorsun!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 25, 2012

BEN TÜRK'ÜM, TÜRK BEN'İM...

Ben, Türk'üm. Benimle uğraşmamak, akıl gereği!
Ben milletim! Ben devletim! Ben devletli ve Peygamber(s.a.v.)'den duâlı bir milletim!
Dünya müslümanları benim, ben Müslümanım!
Hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyen, mazlûma merhâmetli, zâlime acımasız ve dininden dönenleri islâh etmek üzere yaratıldığı; Allah'ın onlardan, onların da Allah'tan razı olduğu Kur'an-ı Kerim'de -(Maide/54)- işâret edilen millet, benim!...
"Türklerle iyi geçininiz. Çünkü onlar için çok uzun süreli hâkimiyet söz konusudur." hâdisi ile işâret edilen millet, Ben'im...
Ben, dünyanın dengesiyim!
Ben, tarih yapanım! Ben, kendilerine medenî diye iftirâ eden Avrupalı barbarlara, tarihi yazma görevi verenim!
Ben, halkçılık oynayan, işveli dolma kalemlerin yazdıklarını, okumaya tenezzül etmeyenim!
Ben, "Bu memleket; dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az yedi bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgârıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı. Onların oğlu oldu. Birgün o doğa çocuğu; doğa oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu... Türk budur! Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir!" diye, Muhteşem Türk Atatürk tarafından kitâbesi tarihe tekrâr yazılan milletim!
Ben, "Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyım."
Ben, "Biz biliriz bizim işlerimizi/ İşimiz kimseden sorulmamıştır." deyip övünmeden tarihe nezâret etmiş tek milletim!
Ben, bir Genel Kurmay Başkanım'ın ağzından; "Halkımız metin ve milletine bağlı." şeklinde târif edilerek, halkları milletleştirebilmekte mâhir tek milletim!
Benimle yaşayan huzûrlu olur. Huzûrlu kalır. Bana ihanet edenlerin yaşadıkları, ilerde yaşayacaklarının da habercisi olan, kindâr değil gerçek dindâr tek mütevekkîl milletim!
Ben, öldükçe çoğalan, çoğaldıkça Allah yolunda ölümü; "Onlara ölüler demeyiniz. Onlar diridirler." Âyeti ile kabullenerek ölüm yarışına girenim! "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle." diye ölümü güzelleştirebilen milletim!
On üç bin yıldır dünyanın her yerine, tarihe emânet edip zamana kafa tutan kalıcı tamgalar vurarak medenîliğin, medeniyet yayıcılığının tek gönüllüsüyüm!
Demire su verip çelikleştiren, çelikleştirdiğim demirden yaptığım kılıçla çağ kapatıp çağ açanım! Aman dileyene kılıç vurmayan, mazlûma zûlmedene hesap soran tek milletim!
Ben Türk'üm. Türk ben'im!...
Türkçe durur, Türkçe vurur, Türkçe korurum!...
Dünyanın hiçbir yerinde ve tarihin hiçbir devresinde benden başka hiç bir millet; benim bağışlayıcılığımdan başka hiç bir sistem, 30.000 kişinin katiline tutsağı olduğu için bakmaz! İnsana bu kadar insan değeri verenim ben!
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın."
öğretisini yaşayarak, yaşatarak dünyaya öğreten milletim! Evrensel insan haklarının ilhâm kaynağıyım ben!
Benimle uğraşmamak akıl gereği!...
Durgunluğum, suskunluğum aczimden değil! On bin yılı aşkın yaşımla teâmüllerim gereği; her şeyi, her ihtimâli göz önünde bulundurarak kurgulanmış her plâna karşı plân hazırlayarak davrandığım için, durgun zannedilirim!
Beni tanımayanların binlerce yıllık basîretsizliklerine gülerek, aşacağım-taşacağım günü beklemekteyim!
"Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi" tarifini hak eden millet, Ben'im!
"Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım." vakârımla duranım!
Ben Türk'üm. Türk, ben'im!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 23, 2012

"EMÂNETİ EHLİNE VERİNİZ."

Önce Çalabım'a sığınıp, sonra vefâlı Türk'ün vefâlı evlatlarına bir emânet işâret edeceğim! Elbette sözümüzün hükmü, sesimizin gücü kadar!
75 milyon nüfuslu, 50 milyon seçmenli bir ülkede, bin seçmenden birinin "Dünyayı Türkçe oku"duğu acı gerçeğiyle yüzyüzeyiz! Şükürler olsun ki varlar! Ya olmasaydılar!
Yeniçağ Yönetimi'nin; "Hergün 2 gazete alarak bu zorlu günlerde “Milli Direnişin Kalesi” Yeniçağ’a güç katmanızı bekliyoruz." duyurusundan beri, kendimi sorguya aldım!
"Netekim General"in psikopatlıkları ve ondan önceki karakolların acemi pata-küteleri'nden aklımda kalanların tamamını uyguladım, yetmedi!
Yeni "Muhabbet İşkenceleri" icâd edip uyguluyorum kendime!
Erdoğan'ın; "Altını çiziyorum, modern ve dindâr bir gençlikten bahsediyorum. Dilinin, dininin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum." diye seslendiği, -aslında- Necip Fazıl'ın "Büyük Doğu Gençliği" ile kıyas ve tahrîkle ben de Türk Gençliği'ne sesleneceğim!
Benim sesleneceğim Gençliğin; muhabbeti, merhâmeti kîninin kesinlikle önündedir!
Benim sesleneceğim Gençliğin; ferâseti, donanımı hatta takvâsı, kesinlikle kininin önündedir!
Benim sesleneceğim Gençlik; Kazvinli Hoca Reşid'in "Cami-üt Tevârih"inde; "Türk Milleti, dünyanın en köklü, en ulu ulusudur. Bu gücü ona Tanrı verdi. Peygamberimiz Miraç'ta Cebrâil'e: -Yeryüzünde beyaz atlılar görüyorum. Bunlar hangi millettir? diye sordu:
- Bunlar, Allah'ın süvârileri olan Türklerdir." şeklinde kaydedilerek tarif edilen, Müslüman Türk Milletinin evlâdıdır!
Bu Gençlik; îmanlıdır, takvâlıdır, mütedeyyindir. Takvâsının ve îmânının bileni sadece Allah ve kendisidir!
Bu Gençlik; kavmiyyetçidir, milliyetçidir, milletçidir, devletçidir!
Bu Gençlik; Türk'tür, Türkçüdür. Türklüğü ve Türkçülüğü dolayısıyla cesûrdur, kahramandır!
Bu Gençlik; doğrudur, sâdıktır, vefâlıdır, sırdaştır, cömerttir!
Bu Gençlik; Ülkücüdür, birer insan-ı kâmil adayıdır!
Benim sesleneceğim gençliğin içinde; yalancı, riyakâr, münâfık, müsrîf, eyyâmcı, sahtekâr, pezevenk, âşüfte yoktur!
Benim sesleneceğim Gençliğin Babaları; Büyük Doğu'cu, Akıncı, Millî Görüşçü adlarıyla farz Cihâd'ın yerine, her zaman sünnet Hicret'i ikâme edip Hicret'e iftirâ ederek kaçan, saklananların aksine; Allah rızâsı için, milletin devâmı, Devletin bekâsı için can veren, kan veren, gerçekten mücâhit yiğit bir nesildir!
Benim sesleneceğim Gençlik; Ülkücülerin, Ülkücü evlâtlarıdır!
Benim sesleneceğim Gençlik; Mete Han'dan, "Gök çadırımız, güneş bayrağımız." idealini almış, İslâmla teşerrüfünden sonra Allah adını yaymayı, hakim kılmayı yani İ'lâ'yı Kelîmetullah'ı kendine ülkü edinmiş Ülkü Şehitleri'nin çocuklarıdır!
Benim sesleneceğim Gençlik; "Ölüm gelince komşuya" atanlardan değil; "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle" îmânıyla; "Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkler"in çocuklarıdır!
Benim sesleneceğim Gençlik, Allah'ın; "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve resûlünün yasakladığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, boyun eğerek kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın." (Tevbe-29) buyruğuna rağmen diyalogu, Allah buyruğuna muhalefetle Medeniyetler İttifakı adlı teslîmiyeti seçen; mürâilerden, münâfıklardan, takîyyecilerden, dönen-değişen-gelişenlerden değildir!
Benim sesleneceğim Gençlikten, Allah râzıdır, onlar da Allah'tan razıdır!
Allah'ın onlardan, onların Allah'tan râzı olduğuna inandığım; Atatürk ve Türkeş Başbuğların milli istikbali emânet ettiği Türk Gençliği'ne ben de Yeniçağ Gazetesi'ni emânet ediyorum!
"Millî Direnişin Kalesi" düşmesin ki sesimiz kesilmesin, duyan kulağımız tıkanmasın!
TÜRK, TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 22, 2012

SEFER ÇAĞRISI

Yola çıkılmazsa yolcudan erken
Ne yolcu bulunur, ne de yol biter;
Ömürdür, tükenir insan beklerken!
Bu şanlı meydana atıl Bozkurtum,
Bu kutlu sefere katıl Bozkurtum!

Haçlı iştahlanmış Anadolu'ya!
Dindâr geçinenler kapı kulu ya!
Yetiş! Katıl hemen kutlu orduya!
Hedeften hedefe atıl Bozkurtum,
Bu Kutlu Akın'a katıl Bozkurtum...

Davran ki mevsimin kışı şaşırsın,
Haçlı Müslüman'ın başı şaşırsın,
PKK'lı piçin taşı şaşırsın!
Gördüğün kervâna atıl Bozkurtum,
Bu Kutlu Sefere katıl Bozkurtum...

Türk'e seferberlik haberi geldi
Giden savaşçılar hep geri geldi
Ülkü Devleri'nin günleri geldi
Bu yürek safına atıl Bozkurtum,
Gönül seferine katıl Bozkurtum...

Seyr'ediyor Atatürk te, Türkeş te
Ya zâfer ya ölüm var bu uğraşta
Davran! Geç kalmadan sen de karış ta
Böyle emrediyor akıl Bozkurtum,
Bu Kutlu Sefere takıl Bozkurtum...

Bu seferde Türk'ün özü olacak
Dünyaya Göktürkçe sözü olacak
Bu akından Allah râzı olacak
Bu Kutlu Halka'ya takıl Bozkurtum,
Kem göze mızrakça çakıl Bozkurtum...

Bir daha doğruda birleşmek için
Ölümle budanıp gürleşmek için
Savaş meydanında erleşmek için
Ülkü Devleri'ne katıl Bozkurtum,
Bu Yüce Divân'a atıl Bozkurtum...

Sefere katıl ki kalmasın yasın
"Geç kaldım!" diyerek utanmayasın
Millet damarında kansın mayasın
Devletin harcına katıl Bozkurtum,
Milletin bağrına atıl Bozkurtum...

Akıllı düşünür deliler geçer,
Sevgi durağını velîler seçer
Türk aciz olur mu? Kalır mı nâ-çar?
Çâre kervânına katıl Bozkurtum,
Tanrı rızasına atıl Bozkurtum...

Yüreğinde îman, dilinde zikir
Öfkeni Haçlı'nın yüzüne tükür!
Yolların Sonu'na az kaldı şükür.
Meydandan meydana atıl Bozkurtum
Turan Seferi'ne katıl Bozkurtum...

Mustafa ASLAN
22 Şubat 2012/ İzmir

Salı, Şubat 21, 2012

KALEM, KININDA DA KESER!

"Nûn! Yemîn olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına." (Kalem-1)
Kişiler, karakterleriyle düz-orantılı olarak görüldüklerinde bir kavramı, bir fikri, bir tavrı, bir düşünceyi hatırlatırlar! Çünkü; sadece kameralara poz verilmez yaşarken! İnsan bilerek-bilmeyerek toplum kamerasına, millî hâfızaya da poz verir.
Makinalar da fotoğraf çeker, millî hâfıza da! Bir farkla ki makinaların çektikleri belli bir süre sonra solup yok olurlar ama millî hafızâsının kaydettiği resim, görülmeden nesilden nesile aktarılır, solmaz ve kaybolmaz!
Millî hafızânın kaydettiği resimler; destanlarda, şiirlerde, makâlelerde, romanlarda sözle çizilir. Bu resimler, diğerleri gibi rûhsuz da değildir! Millî hafızâ resimlerinde karakter de vardır! Kişinin kahramanlığı, cesâreti; kahpeliği, korkaklığı da kalıcı olarak resmedilir!
Kutadgu Bilig'deki; "İnsanların dilinden düşmeyen iki türlü isim vardır; biri iyi, biri kötüdür. İkisi de unutulmaz. İyiyi överler, kötüye söverler!" öğüdü ile işte bu resme dikkat çekilir! Hayatın farkında olanlara, millî nazarların takipte olduğu ve her ânı kaydettiği uyarısı yapılır!
Aslında yaşadığının farkında olanlar için Kutadgu Bilig, Divân-ı Lügat'üt Türk, Risâlet'ün Nushîyye, Divân-ı Hikmet, Mesnevi'ler ve benzeri, benzerlerine örneklik eden şâheserler, destanlar, masallar birer "millî fotoğraf stüdyosu"dur!
Buralarda millî hafızâya poz verenler, kalıcıdırlar! Mete Han'ın binlerce yıldır, Bilge Kağan'ın, Sultan Alparslan'ın yüzlerce yıldır, Muhteşem Türk Atatürk'ün, Başbuğ Türkeş'in onlarca yıldır solmayan, soldurulamayan fotoğrafları, millî vicdâna verdikleri pozlarıdır!
Yaşadığının farkında olanlar, -hele bir de- adına Tanrı'nın and içtiği kalem tutan kişiler bilmelidirler ki; millî hafızâya an be an kaydedilmektedirler! Bilmeliler ki bırakacakları iz kadar, ya övülecek, ya da sövülecekler!
Dolma Kalemler! Baylar! Kapıkulları!
Kim, ne yapıyorsa kendine yapar! Dolma Kalemlik kalıcı değildir! Çıkan her yeni markalı dolma kalem, bir öncekini unutturmak içindir! Madem kalemliğe heveslisiniz, sıyrılın dolmalıktan! Bir döneklik te siz yapın kendiniz için! Kullananın seçtiği renkte yazmaktan vazgeçin! Sizinle çizilen kırmızı çizgilerin bile hükmü yok! Sahte mürekkeple çizdiğiniz kırmızı çizgiler, güneşe iki gün dayanamıyor, soluyor! Solduruyorsunuz!
Tanrı'nın adına and içtiği Kalem, size lânet ediyor farkında mısınız?
Kendinde güç vehmeden zamâne Firavun'u herhangi bir beşerin gözüne girmek için verdiğiniz pozlar, yaptığınız dalkavukluklar belki sizi o ân rahatlatıyordur! Belki eyyâmcılığınızla yakaladığınız ânlık şahsî rahat, sizi tatmîn ediyordur ama her zaman aynı mahâretle takla atamazsınız! Her zaman yağdanlık edeceğiniz kişi var olmaz! Yağcılık, yalakalık, dalkavukluk ettiğiniz kişi ölümlüdür ve sizden önce ölürse sahipsiz kalırsınız! Kucaklara, albeniniz bitince sokaklara düşersiniz!
Kırkınız, kırk bininiz bir araya gelseniz; şuhça, fettanca, kurnazca fotoğrafçıya göz süzerek, işmâr ederek verdiğiniz pozlarınızla Kör İbrâhim Darîr'in, Kör Âşık Veysel'in millî hafızâya bıraktığı izin milyonda birini yapamazsınız! Sizin pozunuz, fotoğrafçınızda biter! Sizin kırkınızın, kırk bininizin gücü, bir Kaleme yetmez! Akıllı olun!
Kalemler; ölümsüzleşerek hafızâ pazarına girerken, siz mezâra girecek ve börtü böceğe yem olacaksınız farkında mısınız? Ölmekten ödünüz kopar biliyoruz bari asıl ölümden, börtü böceğe yem olduktan sonra külliyen yok olmaktan, unutulmaktan da korkun!
Korkun ki Allah'tan korktuğunuzu görerek; Allah korkusuyla dolu, korkusuz yürekler -sizden korkmaz da- bari varlığınızı hissedip saygı duysunlar! Aksi halde; Allah'ın adına and içerek nasip ettiği kelemli ellerin şamar oğlanları olmak, mukadder akîbetinizdir vesselâm!..
"Şunların hiç birine eğilme uyma: Çok yemin eden, bayağı, alçak,/ Alaycı-gammaz, koğuculuk için dolaşıp duran,/ Hayrı engelleyen, sınır tanımaz-saldırgan, günâha batmış,/ Kaba-obur, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülükle damgalı./ Mal ve oğullar sahibi olmuş ta ne olmuş?" (Kalem-10-11-12-13-14)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 20, 2012

MİLLÎ HAMÂSET!...

Çığ gibi, bendini yıkmış sel gibi çılgınca akıyoruz! Akarken de önümüze gelen ne varsa yıkıp sürüklüyoruz kendimizle! Çığ da olsak, sel de olsak kontrolsüzüz, yıkıyor-yıkılıyoruz!
Çığsak, ineceğimiz yerde BOP iş makinaları bekliyor! Çılgınca inerken toparladıklarımızla berâber, eriyip topraklaşacağımız yerlere tepeleneceğiz! Ömrümüz, karın güneşe dayanığı kadar!
Bendini yıkmış selsek, zâten topladığımız çevresel atıklarla denize kadar koşacağız! Ömrümüz, akışımız kadar! Neyse ki toprak ta, deniz de pislik tutmaz, kendini arıtır biliyoruz!
Yıllardır, sesimizi duyurmak için yırtınıp durduk! Ya duyulmadık, ya duyulup kaale alınmadık! Bu moralimizi bozdu ama tarihten öğrendiğimiz, Türk Milletinin teâmülleriyle bu zorluğu da aşacağına inancımız ve millî hamâsetimizle can sıkıntımızı sakladık!
Israrla seslendiğimiz yer; ilk gözağrımız, Millî kara sevdâmızdı! Uğruna canlar verdiğimiz, ikbâller-istikbâller bağışladığımız, Türk Milletinin geleceği olduğuna inandığımız Ülkücü Hareket'in, siyâseten tek çatısı, her milimetre karesinde, her ilk kuşak ülkücünün emeği olan teşkilatımızdı, partimizdi, MHP idi sevdâmız!
Sesimizi duyurmaya çalıştığımız makam; MHP'nin mevcût Genel Merkez Yönetimiydi! Kapıdan alınmamıştık! Pencereden, bacadan girememiştik! Gördüğümüz aksaklıkları iletmek için, randevu isteyip aylarca beklemiştik! Dikkat çekememiştik! Yok sayılıyorduk!
Şahsen; bu "yok sayma" tavrına tepki olarak, mevcût Genel Başkanı ve Yönetimini "yok sayma" kararı almıştım! Son ayların en popüler siyâsi kredisi; "Şu ara çatlar, dağılırsa kaos olur!" sözü, bu kararımı haklılaştırmıştı!
Referandum ve seçimlerden sonra her yerde; "Yüreği olanlar gelin hep berâber BOP Eş Başkanlığı'na karşı, AKP'ye karşı, Erdoğan'a karşı mücâdele edelim! MHP Genel Başkanı'na muhalefet, kime ne kazandırır?" diye sorup durmuştum!
Ama "Şu sıra dağılması kaos olur!" siyâsi kredisi, akılları karıştırdı, MHP'nin koruduğu AKP'ye milletin de acıyası tuttu ki bütün anketlerde oyları artışta!
"Herkes kesesinden yesin içsin, saltanatım var benim!/ Aslı yok yaylasında bin beş yüz koyunum var benim! Hey kekliğim hey!" diye şıkıdım çalarak AKP'ye kredi yenileyen milletin ne kabahati var? "Çifte standartınız batsın!" demezler mi adama?
MHP'nin müthîş "Kaos olur!" kredisinden sonra Gruptaki bağırıp çağırmalar üzerine; "Madem sizi bu kadar öfkelendiriyor, dağılması niye kaos olsun? Dağılsın diye kaos duâsına çıksanıza!" diye seslenmiştim!
Başbakan'ın AKP İstanbul İl Gençlik Kongresi'ndeki; "Hiç kimse kriz duasına çıkmasın!" tesellî böbürlenmesinden, duyulduğumuzu düşünerek rahatladım! Madem duyuluyoruz, Başbakan'ın; "Bu ülkede geçmişte yapılan hatalar milletimize de, ülkemize de çok ağır bedeller ödetti." cümlesindeki, "geçmiş ve milletimiz" kelimelerine vurguyla sormak isterim: Geçmiş; Cumhuriyet öncesi mi, yoksa AKP öncesi midir? Milletimiz'in adı nedir?
Geçmiş ve millet kavramlarında yani Osmanlı'nın son dönemi hatalarında ve "milletimiz"in Türk Milleti olduğunda birleşiyorsak; "... geleceğini geçmişinden aldığı güç, gurûr ve ilhamla şekillendiren bir gençlik; modern, dindâr bir gençlik; dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvâcısı bir gençlik" hayâline, şevkle keyifle ortak olurum!
Bu da mütedeyyin Müslüman Türk Milliyetçisi benden Erdoğan'a, -BOP Eş Başkanlığı'nı unutabilirsem- şahsî kredim olur! İtirâz edene de; "Bak! Kaos olur!" deyip korkutarak itirâz ederim!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 19, 2012

KENDİ BACAKLARINI ISIRANLAR!

Gençliğimde bir kurt-köpeğim vardı. Çok güzel, akıllı bir hayvandı. Dişiydi. Arkadaşlarım "asena" falan demek istemiş ama ben, o adlara asla kıyamadığım için dişi olmasına rağmen Tarkan filmlerine atfen "Kurtbey" demiştim dişi kurt-köpeğime!...
Her akşam, -dişi- Kurtbeyimi gezintiye çıkarırdım. Ben de, o da bu gezintileri çok severdik. Mahallemizde irili, ufaklı bir sürü köpek vardı. Mahallemiz diyorum, Erzurum'daydım ve Erzurum'da mahalle vardı, mahallelilik vardı. İtin hatırı yoktu ama sahibinin hatırı çoktu!
Bir gün Kurtbeyimle geziniyorken mahalle bakkalımız Mehrali Ağabey'in zağarı, Kurtbeye ürüyerek saldırmaya niyetlendi! Kurtbey şöylesine bir baktı sadece zağara! Zağar, Kurtbeye gücünün yetmeyeceğini anlamış olmalı ki ürümeye benzemeyen gürültüsünü iyice artırarak kendi arka bacağını kemirmeye başladı!
Ben de, gürültüye çıkan Mehrali Ağabey de, sokaktan geçenler de bu hale çok gülmüştük! Yıllarca güldük ve hâlâ güleriz!
Bir şey söylemeğe çalışıyorum! Devlet kurumları arasında, cemaatçi kadrolarla "gömlek değişen" Millî Görüşçü kadroların kudret gösterisi çekişmeleri var! Israrla tekrarlayacağım: MİT'i ağız edip içiren "Haçlı Müslüman" sâki, Devletin beyni Başbakan'ı sarhoş etti! Kafa sarhoş olunca beden yani Devlet, yalpalamaya başladı! Biliyoruz ki -Allah korusun- Devlet düşerse millet yaralanır!
Yine biliyoruz ki onlarca yıldır; dinciler-dinsizler, demokratik solcular-solcu demokratlar, liberaller-komunistler, ateistler-kemalistler, laikler-monarşistler el birliği, dil birliği ile millet bütünlüğünü bozmaya niyetliydiler! Halklar diyorlardı! Hakların eşitliği diyorlardı, haklara özgürlük diyorlardı ve sonunda PKK adıyla Millet'e kurşun sıkmayı, sıktırmayı başardılar!
Kim, hangi ilmi teoriden, teoremden bahsederek derse desin, fikr-i sâbitimdir ki her kim, bu ayrıştırmacı söyleme katılarak; başlının baş eğdirildiği, dizlinin diz çöktürüldüğü ve devlet erki kontrolünde tekleştirilmiş Türk Milleti'ne, etnik kimlik belli etmek için "Türk Halkı" dediyse, diyorsa Türk Milleti'ne, Türk Milliyetçiliğine zarar veriyor!
Bir şey söylemeğe, bir yerlere gönderme yapmaya çalışıyorum!
Asker adındaki NATO vesâyetini kaldırarak BM, AB ve ABD vesâyetini, sivil adla Pensilvanya mûkimi Gülen A.Ş, vesâyetiyle kamufle eden Erdoğan ve AKP'yle mücadeleye cesaret edemeyenler, -dişi- Kurtbeyime saldıran ama kendi bacağını kemiren Mihrali Ağabey'in zağarına benziyorlar!
Miras pay eden büyük misâli "Bizim çocuklar" sıfatlı "Netekim" ve avânesinden vazgeçen ABD, BOP Eş Başkanı diye görevlendirdiği bir başka adamı vasıtasıyla onları cezalandırırken mirastan pay sahibi düşündüklerini de senaryo dışı bırakmamış!
Milliyetçi cenahtan birileri, "Darbeyi alkışlayan bir halk vardı! Halkı kim yargılayacak?" gibi akıldışı bir sorgulama yapıyorlar!
Hatırlarız ki o zâlim darbeyi, -halk değil- Milletin % 92'si alkışlamıştı! Eğer o anayasaya "Hayır" diyen % 8'e millet deyip, kalan çoğunluğa halk diyorlarsa Mihrali Ağabey'in zağarının yaptığından başka yapacakları yok!
Ve mutlaka bilmeliler ki Netekim Anayasası'na % 92 evet diyen milletin içinden % 10'dan fazlası, bütün Çilekeş Ülkücülere kapılarını kapatan MHP'nin mevcût Genel Başkanına oy verdiler! Böyle devam ederse verecekler de!
Baylar! Milletle dövüşülmez! Oy vermedi diye millete sövülmez! Hayatımda hiç demokrat olmadım ama demokrasilerde oy vermeyen değil, oy alamayan sorgulanır diye biliyorum!
Önünde diz çöktüğünüz için size hâlâ büyük görünenlere, gücünüzün yetmeyeceğini anlayınca arka bacağınızı kemirerek komikleşmeyin!
Aklı kesen hiçbir siyâsetçi, az oy veren milletle kavga etmez! Hele o millete -küçümsemek için- asla "halk" demez! Başınıza Türk Milleti kadar taş düşsün inşallah!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 18, 2012

KENDİ DÜŞEN AĞLAMAZ!

1980'li yıllardı. İçimizden, bizden biri; milletin bütçesinden okuttuğu, Orgeneralliğe hatta Genelkurmay Başkanlığı'na çıkardıktan sonra, ABD'den "Bizim çocuklar" sıfatını almış biri; bizi, Türk Milletini dövüyor, eziyordu! O yıllarda yüreklere işleyen bir türkü söyleniyordu:
"Âzaplı; o zâlim, zûlme nûr diyor!
Deryâlar üstünde saray kur diyor!
Bir özge ses bana; "Durma vur!" diyor!
Yazık ki dövdüğüm, öz başım imiş!" Âzaplı Mikâil, Azerbaycan'dan bizi anlatıyordu sanki! Seçilmemiş biri; milletin Ordusu'nun gücünü, öz çocukları Mehmetçik'i milleti ezmek için kullanıyordu! "Bir oradan, bir buradan!" psikopatlığıyla denge olsun diye soldan vatansever, sağdan milliyetperver Türk Gençlerini asıyordu!
Zaman geçti!
İki koca on yıl sonra, 2002' de; sağcısı-solcusu, irticacısı-laiki, tarikatçisi-cemaatçisi elele verip "İnadına Tayyip!" diyerek; Erbakan'a maaşlı İl Başkanlığı yapan, ayakkabısı delik büyüyen, namazlı-niyâzlı, okuduğu bir şiir yüzünden ezilmiş bir mazlûmu, Reis etti!
On yıldır, bu mazlûmun Başbakanlığını yaşıyoruz! On yıldır, seçilmiş bir Halk Çocuğu Reis var!
Zorba General, bizden olmasına rağmen ABD'ye "Bizim çocuklar" sıfatı alacak kadar yakın olmuştu!
Eyvahlar olsun! Fark ettik ki; ABD'nin "Bizim çocuklar"ına tepki diye seçimle Reis edilen, bizden olan "İnadına Tayyip!" sloganının muhatabı; "BOP Eş Başkanı olarak bize de verilmiş görevler var!" diye övünmeye, Türk Milletini dövmeye başlamış!
Otuz sene öncesini hatırladım! Azaplı Mikâil'in beni çok etkileyen kıssasını hatırladım! Aklımda kaldığı kadarıyla;
"Anlatılır ki; bir milletin evlâtlarından biri, reis olmuş. Bulunduğu mevkinin sağladığı gücü kullanarak; başka milletlerin-devletlerin veya şahsî menfaatleri için kendi milletini ezmeğe başlamış, kendi milletinin başına dövmeğe başlamış! Kimi zaman kendi halkını başka halkların ayağının altına atmış; kimi zaman örf, adet ve anânesini unutarak o halkın evlâdı olmasına rağmen; kendisini reisliğe çıkaran kendi milletini ezmiş, sövmüş, kötülemiş! Hem de kurnazca, riyâkârca; "Kim vurdu?" usûlü ile! Milletini öyle kurnazca dövüyor, öyle sinsice vuruyormuş ki millet; başkalarının dövdüğünü, başkalarının vurduğunu zannediyormuş! Halbu ki milletin kendi seçtiği, kendi evlâdı, kendi eli ile kendi başını dövüyormuş!"
Sanki kırk yıl önceden ve Azerbaycan'dan bir Türk evlâdı, bizim bugünümüzü anlatmış!
Otuz yıldır on binlerce millet evlâdını katleden câni PKK'lılarla Devlet adına görüşmeler yapılıyormuş! 400 yıl tebaamız olmuş Irak'a Haçlı, bombalar yağdırarak demokrasi getirirken, bir milyondan fazla müslümanı katlederken, yüz binlerce müslüman Iraklı kadına-kıza tecâvüz ederken, onlara duâlar ediyorlarmış! Yüzlerce yıl Haçlı Seferleri'ni tek başına göğüslemiş Türk Milleti adına, Haçlı ile birlikte Libya'ya demokrasi bombaları yağdırılıyormuş!
ABD'nin "Bizim çocuklar" ını, "BOP Eş Başkanı" ûnvan ve göreviyle ABD adına cezalandırırken Devlet'in sâhib-i aslîsi Türk Milleti'ni, Haçlı Müslümanlarla da elele vererek Haçlı'ya fedâ ediyormuş!
Onlarca yıldır; ölen de bizmişiz, öldüren de! Onlarca yıldır; PKK'nın mühimmatı da, bizim mühimmatımız da aynı markalı!
Atalar boşuna; "Hırs gelir göz kızarır, hırs geçer yüz kızarır!" dememiş ! İnşallah utanır yüzleri vardır diye temennî ederek, sandıkta hesap soracağımız günü bekliyoruz! Bakalım bu sefer hangi öz evladımızı, öz başımıza dövsün diye Reis edeceğiz?
Dünden ders almayanlar, bugünden yarınlarını ziyân ederlermiş ve kendi düşen ağlamazmış vesselâm!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 17, 2012

DEPREM ÇADIRINDA PANİK!...

** "Menfaat değil ideal birlikteliğiyle oluşan kardeşliğe kimse halel getiremez."
** "Başbakan Erdoğan'ı gönülden seven cemaat mensupları ile Hocaefendi'ye sevgi besleyen AK Partililer arasında bir çatışma ve çekişme olamaz, bunlar birbirinden ayrılamaz, çünkü bunlar aynı insanlardır."
** "Yargı ve güvenlik bürokrasisi içinde kimseye güvenmeden gizli kapaklı iş çeviren bir grup, ülkeyi yönlendirmeye ve siyaset mühendisliğine kalkışıyorsa, bunun daha önceki durumdan ne farkı olur?"
Bir yazıdan alıntılanan üç cümle...
Bunları ben yazsam veya düşüncemize yakın AKP muhalifi biri yazsa; komplo teorisyenidir, müfterîdir, münâfıktır, "ispatlamazsa şerefsiz"dir!
Ama bu ifâde ve düşüncelerin sahibi "ideal birlikteliğiyle oluşan kardeşliğin" taraflarından, Başbakan'ın "beyninin 3/4'ü" tarifli, yandaş gazetelerin birinde müstar isimle yazan Yalçın Akdoğan olunca, dikkate almak gerek! Çünkü komplo değil, iftirâ değil, ispata gerek te yok! Bu ifâdelere göre:
Saflar belli!
Safların "ideal birlikteliğiyle" kurdukları ittifak ta iftira veya komplo değil, belli!
Safların biri; "Alıştıra, hazmettire", "Demokrasi amaç değil araçtır", "Demokrasi gereken durakta inilecek tramvaydır." ileri demokrat tariflerinin sahibi AKP; diğeri, "Kılcal damarlara sirâyet edinceye kadar gerekirse milyonlar harcayın, bir lira kazanmayın, hakim satın alın, savcı satın alın!" fetvâsı, en belirgin özelliği olan, cemaatliği reddeden Gülen A.Ş.'nin îmanlı kadrosu...
İkinci Cumhuriyetçiler, Yeni Osmanlıcılar, Atatürk ve Arkadaşları'ndan intikama soyunanlar, etnik bölücülüğün AKP saflarındaki ilm-i siyâsetçileri, "Her türlü milliyetçiliğe karşı" ve "dindâr nesil" idealli RTE'cilerden oluşan AKP adlı Deprem Çadırı ile Vatikan'la sıkı işbirliğinde olan "Ilımlı İslâm"cılar, "Dinlerarası Diyalogcular", "Medeniyetlerarası İttifak"çılar koalisyonunda, saklanması mümkün olmayan otorite paylaşımı çekişmesi var!
* "İktidar zorbaların, vatandaşın hayatına kastederek siyaseti tanzime çalışanların elinden alındı. Şimdi bu işi başaranlar kılıçları çekmiş, birbirlerinin tam karşısında duruyorlar." yorumunu da biz veya düşüncemize yakın biri yapsa yine anında provokatör, müfterî, minâfık yaftası yapıştırılır ama "eskiden ülkücü" olan, yeni fikriyâtı henüz bilinmeyen Mümtaz'er Türköne gibi dönen-değişen-gelişen bir renksiz söyleyince de dikkat etmek gerek!
Deprem Çadırı'nda panik var!
"Atla katır tepişir, arada eşek ezilir!" avâm tespitiyle bakıldığında, üstü açık kalanların rüyalarını karabasana çeviren "Ergenekoncular" kâbusuyla -yine Yasin Doğan'ın tespitiyle- "Kapalı devre çalışan bir ekibin Başsavcının, valinin ve hükümetin bilgisi dışında işler yaptığı algısı ..."na kurban edilerek vazgeçilen Savcı ve Emniyetçileri dikkatle izlemek gerek!
Dönmeye-değişmeye-gelişmeye çok müsait bir Deprem Çadırının mecbûri sakinleri arasında paniği, bu kurban edilerek kıyıma uğrayanlar yaratacaktır!
45 yıllık Ülkücülerin, 45 yıllık "68 Kuşağı"nın arasından bile değişen-gelişen-dönen, "Yetmez ama evet"çi karakterler, hatta bakanlar çıkaran çark-ı devrân, 10 yıllık Deprem Çadırı AKP'den nasıl bukelamunlar çıkaracaktır göreceğiz!
Dedik ya; MİT'i ağız edip içirdiler, beyin konumundaki Başbakan esridi, Devlet yalpalıyor! Devlet düşerse milletin yaralanacağını bildiğimiz için, binlerce yıllık millî teâmüllerimizle Devlet'in düşmesine izin vermeyeceğiz!
Deli İbrâhim gibi bir padişaha sekiz yıl tahammül eden millî sabrımızla önümüzdeki ilk seçimlere kadar BOP Eş Başkanı Başbakan'a da tahammül edeceğiz!
"Bu sıralar çatlar, dağılırsa kaos olur!" endişesini taşıyan muhalefetle de beklemekten başka şansımız zaten yok vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

İNSÂNI YAŞAT Kİ HAYVAN YAŞASIN!

Kıssalar, hisse alınsın diyedir. Daha doğrusu öyleymiş!
Amerikan fıkrası-bilmecesi denilen abuk-subuk sorular, internet sayesinde oluşan saçma-sapan yazı dili, beyinlerimizi tehdîte başladı!
Çocuklarımız, saatlerce bilgisayarda saçma hayal ürünü çizgi oyun kahramanlarıyla uğraşmaktan bırakın koşup oynamayı, yürümeyi unuttular!
Bir kilo et parası zam talep eden veya özelleştirmeyle işini kaybeden işçilerin kış günü tazyikli su ile yerlerde sürüklendiği ülkede, milletvekili maaşlarına yüzde yüz zam yapılabiliyor! Dolgun maaş, iki yılda emeklilik, ömür boyu sağlık hizmeti, ulaşım-iletişim ayrıcalıkları ve en önemlisi dokunulmazlık, bütün kurnazlara milletvekilliği hayali kurduruyor! Yolu da belli!
Üretimin olmadığı ülkede hergün mu'tâd iş ve işlemleri ezbere yapan işli tembellerin beyinleri de tembelleşiyor! Uyku saati belli olmayan, uyandıklarında babadan üç-beş çay parası harçlık koparabilmişse soluğu en yakın kahvede alan, tembelliğe mecbûr işsizlerde de düşünme gücü kayboluyor! Şahsî büyüme, zenginleşme hayalleri kırk yıl öncede kaldı!
Gûya sanayi toplumu olduk; sanayi yok, fabrika yok! Cumhuriyet kazanımı KİT'leri artık bilen, hatırlayan yok! Tamamı "babalar gibi" satıldı, unutuldu! Sanayileşme diye tarım da kalmadı! Tarlasını ekmesin diye çiftçiye dönüm başı para veriliyor! Ekenlerse tohum, gübre ve mazot fiyatları yüzünden dönüm başı verilen parayı kazanamıyor!
Bütün bu sosyal olumsuzluklar üst-üste yığılınca, her alanda olduğu gibi siyâsette bozulma da kaçınılmaz! Siyâsetçi siyâsetin ne olduğunu bilmiyor; seçmenin kime, niye oy verdiği umûrunda değil! Tembelleştirilen toplumun, -seçim dönemlerinde-; yakacak odun-kömür ve gıda paketleriyle kapıları çalınınca; "Yardım paketi almayıp aç yatan bizden değildir." dinci-siyâsetin sosyal adâletiyle; illerde genel başkan kontenjanları, metropollerde varoşların yapısına göre tespit edilmiş milletvekili adayları ve hemşerilik rahatlığıyla Genel başkanlar adına yapılan inanılması güç vaatler ve gûya seçim! İktidarın keyfine göre sahnelenen erken veya zamanında seçim piyeslerinden sonra da ma'lûm Meclis!
Kıssadan bahsedip, bir de kıssa anlatacaktık! Dertli söyleğen olurmuş! Kıssadan bu kadar dert çıktığına göre demek ki gerçek olaylardan bile hisse almamışız ki bu hâli, üçüncü kere hem de % 50 oyla tekrarlamışız!
Millet aç! Üniversite diplomalılar, işsiz! Köyünden kente göç/ürül/enler aç, bî-ilaç! Bir yanda vicdâni retçiler, bir yanda paralı askerlik, bir yanda yokluktan çocuğunu askere gönderen şehit aileleri, bir yanda özerklik ilan eden şımartılmış bölücüler ve Güneydoğu'da şiddetli çatışmalar! İtlâf edilen PKK'lılar yanında şehit düşen Kınalı Kuzular ve Mecliste; birinin atayanı İmralı'daki câni olan 4 parti, hayvan hakları konusunda anlaşıp; "Sözünü tutmayanı kedi patilesin!" diye and içiyorlar! Hayvan haklarına da elbette sonsuz evet!
Ve kıssamız;

Buğday, Hac'ca niyetlenir. Dönünceye kadar millete vekâleten un-ekmek olacak birini arar. Aklına arpa gelir. Rica ve teklîf eder, arpa memnuniyetle kabullenir. Buğday Hac'dan dönünceye kadar o, ekmeklik un olacaktır. Buğday sevinir, teşekkürlerle yolculuk hazırlığı için evine yönelir. Biraz sonra, Arpa; "Buğday Kardeş! Buğday Kardeş!" diye bağırarak peşinden koşturur! Buğday, merakla döner. Arpa nefes nefese; "Buğday Kardeş, ya millet pasta isterse ne yapayım?" diye sorunca; "Sen ekmekliği becer, pasta zamanına inşallah ben dönerim!" diyen buğday yoluna devam eder!
Bu da hissemiz: Açların, yoksulların, Silivri Sürgünleri'nin, cezaevlerindeki suçsuzların, evlerinde hırsız korkusundan uyuyamayanların, kocaların öldürdüğü-işkence ettiği kadınların, mal gibi satılan kızların, fakir baba eline mahkûm aslan gibi işsiz diplomalı delikanlıların "İnsan Hakları"nı halledin, hayvan hakları kendiliğinden hallolur zaten!...
İNSANI SEVMEYEN, HAYVAN MI SEVER?
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 16, 2012

TEK'TİM, TEK'İM...

Yalnız kurtların ömürleri kısa olur...

Bütün yalnız kurtlar bu gerçeği bilirler! Yalnız kurtlar ya kendi sürülerini oluşturur, ya da yok olurlar! Yalnız kurtlar ancak diğer yalnız kurtlarla sürüleşebilir ki bu da çok zor ve enderdir. Dünyada sadece Türk tarihinde görülmüştür yalnız kurtların sürüleşerek diğer sürüleri alt edişi...

Kurtla köpeğin ortaklığı ise asla mümkün değildir!

Kurtla köpeğin farklı davranma nedeni, farklı düşünmeleridir. Farklı düşünmelerinin nedeni ise farklı olmaları, farklı yaratılmalarıdır.

Yani, farklı düşüncenin şekli ve gücü, kişinin DNA'sının işlevidir...

TEK'TİM, TEK'İM...

Kavgalarımda tek'tim,

Mahpusluğumda tek...

Sırlarımda sırlarımla tek'tim,

Sırdaşlığımda tek!...

Mantığımla vicdânımın mantıksız kavgasında tek'tim,

Susukunluğumda tek!...

Yoldaşlığımda tek'tim,

Tek'tim arkadaşlığımda!

Yardım alırken tek'tim,

Tek'tim yardımcılıklarımda!

İnancımın kavgalarında tek'tim,

Tek bırakılmadım hiç galibiyetlerimde,

Mağlûbiyetlerimde tek'tim!...

Yas tutarken sevdâlarıma tek'tim,

"Yiğit odur sevdiğini tez ala!" da tek!

Azrail'den korkumda tek'tim,

Ölüme kafa tutuşlarımda tek!

Tek'tim çiçekleri korurken hayat adına,

Tetik düşürürken parmağım, tektim,

Her tetikten sonra kendimi sorgularken tek!

Tek'tim kendimle kavgalarımda,

Tek'tim vicdânî sorgularımda!

Aynada tek'tim, aynanın arkasında tek!

Yüreğim inancımı haykırırken Tek Duyurulacağ'a,

İkrâımı ederken tek'tim yüreğimle,

İkrârımı ikrâr ederken kalabalığa, tek!

Teklikler içinde tek oluşuma sebep ararken tek'tim,

Kalabalıklar tekti içimde, ben kalabalıklarda tek!

Kalabalıklara duyuramazken sesini tekler,

Sağır kulakları patlatırcasına küfrederken tek!

Tek başıma düşmüştüm ana rahmine,

Tek başımaydım sonu belli yolculukta,

İki kapılı hanın girişinde tek'tim,

Çıkarken de tek'im hayat adlı bu handan!

Sebep ararken tekliğime tekliğimin içinde

Sırlarımla sığındığım,

Tek Ulu'nun adı TEK...

TEK'te tekim; tekliğimde, TEK!

Dilde dilek,

Sînemde yürek,

Tek yüreğimde TEK,

Tek bende, ben Tek te;

O Ulu Tek,

Ben Tek'te tek!

Tek'tim, tek'im,

Tek! Tek...

24. MAYIS. 1998/ İzmir

Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 15, 2012

MUHATAPSIZ-CEVAPSIZ SORULAR!

Muhalifliğimizden, birilerini tenkîtle kendimizi tatmîn çaresizliğinden değil, sadece merâktan muhatapsız bir-iki soru sormak istiyorum!
"Muhatapsız sorumu olur?" demeyin, olur! Muhatap olmamamıza rağmen bize sıkça sorulan soruyu sormadan, isterseniz genel manzaraya bir göz atalım :
Söylemiştik, biliyoruz ki ağız edilen MİT'i içirdiler, beyin mevkiindeki Başbakan sarhoş ve beden konumundaki Devlet yalpalıyor!
Biliyoruz ki Devlet düşerse, millet yaralanır! Sağlam kafa, sağlam vücûtta olur biliyoruz da tuttuğumuz yeri elimizde kalan vücutta sağlam kafa olabilir mi?
Son kadehin Oslo'da ikrâm edildiği MİT, artık kusuyor! Artık siyâset gündemini, polisin hazırladığı dosyaları onaylayan Özel Yetkili Savcılar belirliyor!
21. yy. Maltası Silivri'de; kocaman bir ordu, Çin'le yarışacak sayıda gazeteci-yazar, stadyum dolusu spor adamı, nerdeyse grup kuracak kadar seçilmiş milletvekili var! II. İstibdât'ın yandaş-muhbîr dolma kalemleri, muhalif kişileri ihbârla meşgûl!
Herkes renksiz! Sağcılar sağ gösterip sol; solcular sol gösterip sağ vuruyorlar! Sağcıların da, solcuların da değişip-gelişenleri liberalleştiler! Allah şifâ versin BOP Eş Başkanı Başbakan da hasta!
Bütün illegal oluşumların tepelerine kadar sirâyet etmeyi başaran Milli İstihbarat Teşkilâtı, sadece Ankara Yenimahalle'de yok!
Bombalı Demokrasi İhracatçısı Haçlı AB'nin "Yüz yılın dolandırıcılığı" dediği "Deniz Feneri e.v." davasının Türkiye ayağını, "Temiz kardeşimiz" diye savunan Başbakan bu defa da; KCK'nın, PKK'nın en tepesine kadar sirâyet eden ama yıllardır sayısız askerin, polisin, öğretmenin, imamın, sivil çoluk çocuğun şehit edilmesini engelleyemeyen, yetkililere istihbâratı yapmamakla suçlanan MİT'in başına koyduğu sâdık adamını korumakla meşgûl!
Herkese dokunan, Genelkurmay Başkanını tevkif edebilen Özel Yetkili Savcılar, Başbakan'ın korumasındaki MİT Müsteşarı'na ve MİT'çilere dokunamıyor! Kişiye Özel Yasa, bugün yarın çıkar! Yasal monarşiyi "Yeni Anayasa" ile tamamlayıp Sultanlığını ilana hazırlanan bir hastayla muhatâbız!
Yıllarca "ordu vesâyeti"nden şikâyetle milletin oylarını alarak, tramvay ettikleri demokrasi vagonlarını gereken duraklarda doldurup boşaltanlar sayesinde monarşiye dönüyoruz!
Genel manzarayı özetledikten sonra şimdi muhatapsız soruyu sorayım!
Kırk yıldır gizli mahfillerde, camilerde, cemaat evlerinde, tarikat dergâhlarında asker vesâyetindeki siyâset yüzünden ezildiklerini anlatıp, ağlaya ağlaya Allah ile aldatarak milletin % 50'sinin oyunu alıp üçüncü kere iktidâr olan AKP'nin yaptıklarını anlayabiliyor, yapabileceklerini tahmin edebiliyoruz!
Bazen dövüşüp, bazen dövüşüyor görünüp, "Yetmez ama Evet"çilerin de dalâlet ve destekleriyle Şırnak'ın Özerkliğini ilan eden PKK'nın dokunulamaz edilmişleri, seçim bölgelerindeyken, "Bahar kanlı olacak!" tehdîtlerini savururlarken Anamuhalefet ve "Yavru muhalefet" ne iş yapar?
Haftada bir gün, Meclis'te Grup Salonlarındaki konuşmalardan başka, ikinci ameliyatını olan Başbakan'a "Geçmiş olsun." mesajı nezâketlerinden başka ne iş yaparlar?
15 Şubat'ı yıl dönümü ilan ederek sokaklara ineceklerini söyleyen siyasallaşmış PKK'lıların yaptıklarını, onlarda hiç değilse kendi seçim bölgelerinde yapamazlar mı?
Bu demokrasi denilen sistem, sadece muhalefet partilerine mi miting yapma izni vermez? Bu İleri Demokrasi, sadece muhalefet partilerinin mi meydanlara inmesine manidir? Muhalefet milletvekillerinin de dokunulmazlıkları yok mu?
Yemîn olsunki bana çok sorulduğu ve bilgilen/dir/mek için soruyorum! Sorunun muhatabı yok! Ortaya soruyor ve cevabı kendi kendimize veriyoruz ama tatmîn olamıyoruz vesselâm!
SÖZ DİNLEMEYENİN SÖZÜ DİNLENMEZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 14, 2012

SÖZÜM MECLİS'TEN İÇERİ!

Hangi soydan olursa olsun, hatta Evlâd-ı Resûl'den bile olsa milletine ihânet edeni sevmiyorum!
Sadece sevmiyorum demek belki iltifattan sayılır diye daha açıkça milletine ihânet edenden, kim olursa olsun, hangi milletten, hangi kavimden, hangi sülâleden olursa olsun nefret ediyorum! Nefret te bir şahsîyyet yükleyeceği için daha netleştirerek iğreniyorum!
Ey dinden-dincilikten, müslümanlıktan-takvâcılıktan geçinip Haçlı ile işbirliğini ilm-i siyâset diye dayatan mürâiler, sözüm size!
Ey takvâ diye, îman diye mütedeyyin müslümanları Allah ile aldatan münâfıklar, sözüm size!
Dostluk edebilme sahâvetine sahip olmadıkları için bu dünyada dostsuz yaşayanlar, ahrette rahat mı olurlar zannediyorsunuz?
Mü'mîn sadece kendisi için yaşayabilecek kadar cimri olabillir mi? "Komşusu açken tok yatan bizden değildir!" diyen Peygamber'in adını her andığında selâvatlar getiren, kapı komşusu Gâzi acından ölürken altın musluklardan abdest alan, ciplerle dolaşan, kâfir markalı tesettür giyen müsrîfleri bizden sayar mıyız?
Bir yanda siyâseten; "Dindâr nesil" yetiştirmek iddiasıyla "BOP Eş Başkanlığı" adındaki Haçlı'nın "Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi"ne destek vererek müslüman katliamlarına ortak olanlar; diğer yanda, "Ilımlı İslâm" diye, "Dinlerarası Diyalog" diye mütedeyyin müslümanları kandırıp siyonist İsrail'e destek veren; İsrail'in zengin küçük kardeşi ABD'denin kucağında oturup memleketteki samîmi ûlemanın sakalını yolanlar!...
Kendine, aklına, aklının îmânına veya îmânının aklına güvenen Türk Müslümanlar; var mısınız bir Türkçe tayy-i mekâna?
Var mısınız Nesimi'ce; "Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi" demeye? Var mısınız kartalca mes'elelere kuşbakışı bakarak gerçek fotoğrafı görmeye?
Günlerdir, ortalık toz duman!
Başbakan-MİT; Cemaat-Yargı-Polis diye zorla kutuplaştırılmak istenen Devlet Kurumları arasında rekâbet varmış gibi gösterilmek istenen fotoğrafa Türk'çe bakalım mı?
Bilmez miyiz; içki ağızdan içilir, beyin sarhoş olur, bütün beden yalpalar?
Bedene ağız edilen MİT'i içirmişler! Bedenin beyni olan Başbakan esrimiş ve Türkiye yalpalıyor! Yalpalayan beden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti! Allah korusun beden düşerse yaralanacak olan Türk Milleti!
Donattığı masada MİT'i ağız edip içiren, BOP Eş Başkanı pâyesiyle Başbakan'ı sarhoş eden ve NATO -Birleşmiş Milletler Üyesi diyerek Türkiye'yi yalpalatan Haçlı sâkîyi hâlâ bilemedik mi?
İmparatorluk pây-tâhtı İstanbul'u işgâl edenlere "müttefik" diyen, yağcı-yalaka-işbirlikçi ağzıyla işgalcilere "Düvel-i Muazzâma" diye iltifât eden, Haçlı dikteleriyle Anadolu Türklüğünü Kutsal Kıyâma hazırlayan Atatürk ve arkadaşlarını kâfir ilan eden devrin Şeyh'ül İslâmından ne farkı var bu Haçlı Müslüman Sâkî'nin?
Türkçe tayy-i mekânı becerebildiysek hadi şimdi; "Gâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni!" tevâzusuyla yerimize dönelim!
Allah'ın Süvârileri Türkler!
İslâm'ın sancaktarı Türk Milleti!
İş başa düştü! Farkında olmasanız Ordu'dan kükreyerek gökkubbeyi patlatmazdınız! Şimdi nârânın şiddetini düşürüp sohbet samîmiyeti ve sıcaklığıyla, muhabbetle hepimiz en yakınımızdaki AKP'ye oy veren, Allah ile aldatılan komşumuza yoğunlaşalım!
Çünkü komşudaki yangın bizi ve bütün mahalleyi tehdît ediyor vesselâm..
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ, TÜRK'ÜM DEMEYEN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 13, 2012

ORDU'NUN DERELERİ...

Dünyayı Türkçe Okuyan Gazetemiz aracılığıyla Ordu Valiliği ve Ordu Belediye Başkanlığı'na hitâben bir sesleniş ve her iki makama birer istidâm var, arz ederim!
"Burada yatan; Tanrı'ya tevekkülle, Türk Milleti sevdâsıyla yaşayan, Türk Birliği hayâliyle ölen, hayâlinin Türkçe duâlarla beslenip büyütülmesini isteyen bir Türk'tür." yazılı mezâr kitâbemi yaptıracağım.
Ordu'nun, âlicenap Orduluların bağrında bu Deli Sevdalı'ya bir mezâr yeri var mı? Sağır kulakları patlatırcasına "Gençliğe Hitabe"yi okuyan Ordulular'a sadece "Seviyorum." desem yetmez! "Saygı duyuyorum." desem, yetmez!
"Bütün şer pınarları aksa yukarı aksa/ Vatan senden vaz geçmem, dünya üstüme kalksa!" tavrıyla; mü'mîn sadâkatini, Türk cesâretini, emânete ehîlliğini, nesiller arası kültür taşıyıcılığında müthîş köprülüğünü ispatlayan Orduluları sadece "Seviyorum! Saygılıyım!" demek yetmez! Duygularımı ifâdede kelimelerim çâresiz ama bütün sağırlara sesini duyurabilecek kudret ve ferâsetteki Ordulular'ın beni anlayacaklarından emînim!
Üstte mavi gök çökünceye, altta yağız yer delininceye kadar aranızda, bağrınızda yatmak istiyorum! Bağrınızda bana bir kişilik yer var mı? Ordu'dan, Ordulular'dan bir kişilik mezâr yeri istiyorum!
Nerede Emr-i Hakk vaki olursa olsun, rûhumun huzûra ereceğini biliyorum ama mezârım, nerede olursa olsun garip kalacak diye endîşelerim var! Bu endîşelerime son verir misiniz?
Ordulular; o yiğit, cesûr, sâdık bağrınızda bir Türk'e ebedî yerleşim izni verir misiniz?
Sessiz sadâsız gelsem. Değişmez adresimi gözlerimle görsem ve hazır kitâbemi, ters çevirerek "kesin dönüş"üme kadar üzerine koysam, rahat dolaşsam olmaz mı?
Ordulular, bana bu şerefi, bu hakkı verir misiniz?
Şahsî şımarıklık hakkımı kullandıktan sonra Türk Milleti'nin millî karakterini yok sayarak ukalâlaşan siyâsilere, "El atına binen çabuk iner." ata sözünü unutan Haçlı işbirlikçisi jokeylere de seslenmek gerek!
Orduluların, gök kubbeyi patlatan "Genliğe Hitâbe" nârâlarını duydunuz mu?
"Erzurum'da kar yağsa, Rize'de üşüyorum!" diyen karadenizli coşkusunu, paylaşımcılığını, tarihe ve emânetlere sahiplenişini gördünüz mü?
Görmediyseniz görün! Duymadıysanız duyun! Bilmediyseniz artık bilin! Görün, duyun, bilin çünkü bu millet size haddinizi bildirmek üzere niyetlendi!
Kendinize gelin çünkü bu millet sizi kendinize getirmek üzere hareketlendi!
Bu kadirşinâs millet, sever! Sevdiğini destekler! Sevdiğini şımartır ama haddini aşan sevdiğinin haddini de bildirir! Perçeminden, alnından tuttuğu gibi yere çalar!
Türk Milleti bu Vatanı, bu Devleti, bu Cumhuriyeti sokaktan bulmadı! Birileri hediye etmedi! Düvel-i Muazzama diye yağcılık kokan sıfatlandırıcılara inat Yedi Düvel adıyla gelen Haçlı'yı Çanakkale'ye gömerek, denizlere dökerek, Ege'ye süpürerek ve her karışı için binlerce can vererek kazandı! Böylesi pahalı, kıymetli kazanımlarından üç-beş siyâsinin işbirlikçiliği, Haçlı Müslümanlığı gerçekleşsin diye vaz geçmez!
Gerektiğinde ölür, gerektiğinde öldürür ama ondan önce uyarı amacıyla Ordu Stadyumunda yaptığı gibi gök kubbeyi patlatırcasına haykırır! "Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar Allah yolunda tüm gayretleriyle didinirler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar."(Maide-54) Âyeti size bir şey söylemiyor mu vesselâm.
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 12, 2012

İKİNCİ İSTİBDÂT TEKERRÜRÜ!...

Manzara nerdeyse harfiyyen aynı!
Her yer dinciyle, Yeni Osmanlıcıyla, şeriatçıyla, tarikatçıyla, cemaatçiyle, II. Cumhuriyetçiyle dolu! Müttefikler ne derse o! Şırnak'ta bölücü "dokunulamazlar" özerklik ilan ediyor! Açılım uğruna İleri Demokrasi ve Yeni Anayasa hevesi baş döndürüyor! Her türlü azınlığa ve alt kimliğe haklar verilirken yine devletin sahîb-i aslîsi Türk'ten, Türk Milliyetçiliğinden bahsetmek yasak!
II. Meşrûtiyet ilânı ve II. Abdulhamid'in tahta çıkış sahnelerini tekrar yaşıyoruz! Dönemin tekrârını yaşıyoruz anlamında "İkinci II. Abdulhamit" dönemi demiştim, musahhih, yanlış yazıldı zannederek "ikinci" kelimesini kaldırarak düzeltmiş, sağ olsunlar! Konuya bir kere daha parmak basmamıza vesîle olduğu için aslında teşekkürler.
II. Abdulhamit tahta çıktığında; Balkanlar'da etnik isyanlar başlamış! Bir yanda Avrupalılardan esinlenerek yasal monarşi isyeten Genç Osmanlılar, bir yanda Jön Türkler, bir yanda borçlarını ödeyemeyen bir devlet, bir yanda padişahlığın tasfiyesi ve cumhuriyet isteyenler, bir yandan 93 Harbi denilen Osmanlı-Rus savaşı! Doğuda Ermeni zûlümleri, Ermenilerle birlikte hareket eden Kürt eşkiya taşkınlıkları! İtalyanların-Fransızların-İngilizler'in kışkırtmaları, Arap başkaldırıları! Yahudilerin ısrarlı toprak talepleri ve daha bir sürü devâsa mes'ele!... Bunlara rağmen çöküşün 33 yıl ertelenmesi becerisini de izleri günümüzde bile hissedilen 30 yıllık istibdât dönemini de inkâr mümkün değil!
*- II. Abdulhamit, meşrutiyet sözü vererek tahta çıkarken Kanun-i Esâsi'yi yani yeni anayasayı şart koşmuş ve padişaha, Meclisi feshetme yetkisi koydurmuştu!
- Erdoğan; 100 yıl sonra anayasayı değiştirmek vaadiyle seçime girmiş ve şimdi muhalaefeti susturmak için Meclis içtüzüğünü de değiştirmek sistiyor!
*- Meclisi fesheden Abdulhamit, "Yıldız İstihbarat Teşkilatı"nı kurmuştu. Birbirini de takip eden çok sayıdaki hafiyelerin görevi, Padişah'a karşı menfî oluşum ve düşüncelileri anında Yıldız Sarayı'na jurnallemekti!
- Erdoğan da istihbarata çok önem veriyor! Bütün istihbâratın tek elden yapılması için askeri istihbaratı kaldırdı! Emniyet istihbaratını da tek merkezden yönetmek istiyor! Herkes birbirini de takiple meşgûl!
*- Avrupalı diktesi Kanun-i Esâsi'den alınan tavizlerle Meclis-i Mebusana Düveli Muazzama'nın isteklerine göre hareket eden azınlık temsilcisi bölücü ve işbirlikçi mebuslar yerleştirilmişti!
- Bugün de "Açılım" dayatması ve Yeni Anayasa için güçbirliği tavizleri yüzünden, Gâzi Meclis'te azınlıkçılar ve İmralı canisinin temsilcisi bölücüler var!
*- Düveli Muazzama'nın tahrik ve organize ettiği gayr-ı müslîm azınlıklar, şımardıkça şımarmışlardı.
- Bugün de AB ve ABD'nin şımarttığı, azınlıkların ve PKK'nın siyasallaşmışlarının şımarıklıkları had safhada!
*- Meclis-i Mebûsan'da Avrupalıların istediğ anda, istenen kanun çıkarılırdı.
- Bugün de AB Uyum Yasaları dahil, istenen yasa istenen günde, geceyarısı çıkarılıyor!
*- Azınlıkların taviz üzerine taviz almaları ve hemen hergün bir parça vatan toprağının kopuşu, Türk Milliyetçiliğini ateşlemiş İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulmuştu.
- Bugün de gittikçe "anayasal monarşi"ye döndürülen sistemle istenen yasalar anında çıkarılarak yasamaya da, yürütmeye de, yargıya da müdaheleler, Türk milletinin sabrını taşırmak üzere!
*- Devlet kurumları arasında apaçık bir rekâbet ve yönetim anarşisi vardı! Birinden rahatsız olan anında Yıldız'a ihbâr ederdi.
- Bugün de kurumlar arası rekabet aynen var ve birbirini Konut'a ihbâr eden edene! Muhbir ve tehditkâr "dolma kalemler" de cabası!
Ne Devlet ne de Ordu mahremiyetinin sırlığı yok! Her şeyimiz apaçık ortada ve dış istihbaratlar karşısında bîçâre bir durumdayız! İletişim ve basın-medya nerdeyse yabancılaştı! Büyük denilen gazetelerin yabancılara satılması beklentisiyle, basında yandaşlıktan kurtulabilme hayali kuran popüler "dolma kalem"ler var!
Velhâsıl; Türk münevverleri, son yüz yılı dikkatle incelemeden ne teşhîs, ne de tedâvi mümkün görünmüyor! Toptan dert tiryâkisi olduysak başka!
"TÜRK'E BAŞ OLMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 11, 2012

MİLLÎ HER-BİR DİLDEN, İKİ KULAĞA!...

İki cami arasındaki bî-namaz! İki işe bakan şaşı olur! İki dinle bir söyle! İki kulak, bir dil için! Ve iki ile bir arasındaki müthîş ilintiyi, anlamayanların beyinlerine beyinlerine çakma kudretindeki; "İki el, bir baş içindir!" ata öğretileri!...
Beyler!
Milletten kopanları, millete kulak tıkayanları, milleti dinlemeyenleri, millet dinler mi sanıyorsunuz?
"Türk milleti, söylemez söylenir!" diye Abdulhak Hamîd'in tesbîtini de mi kulak ardı ederler bu iki kulaklılar? Yanlış anlaşılmasın, uzun kulaklılar değil! Böyle anlayanlara da atalar; "Söz ortanındır, kim alınırsa ona kalır." demişler, der geçerim! "Deh!" deyince yürüyen, "Çüş!" deyince duran uzun kulaklıları bile fıtratî inadı tutmamışsa modullamaya gerek yoktur!
Beyler!
AKP'liler; "Dindâr nesil" iddiâsı, "Daha fazla demokrasi!" sloganı, "Durmak yok! Yola devâm!" komutuyla kandırmaya çalıştığınız bu mütedeyyin millet; Düvel-i Muazzama diye devrin Pây-tâht'ı İstanbul'da, Hâlife ve Şeyh'ül İslâm'lara meth'ettirilen, Padişah ve avânesince siyâseten adına Müttefik denilen, devrin Haçlı'sını baltayla, satırla, yabayla, tırmıkla kovdu! Bu milletin İslâm adına, bütün Haçlı Seferleri'ni, îman kudretiyle göğsünde erittiğini bilmezden gelip inkâr edemez, Haçlı ile kolkola giremezsiniz! Îmânî tevekkül ve fıtrâtî kurt sabrıyla olanları izleyen Türk milletine artık kulak verin!
Her millet ferdinin bir dilinin, kaç iki kulağa seslendiğine de artık siz karar verin!
Siz, Türk milletinin; 1918 - 1919'da Müttefik(!)lerin dayatmasıyla kurdurulan "Divan-ı Âli"de yani Yüce Divan'da devrin Sadrazamı(başbakan)'na; "Seferberlikten sonra ve ilan-ı harbden evvel itilaf hükümetleri tarafından vukubulan şerefli ve faideli teklifleri ret eylemesi!" suçlamasını, unuttuğunu mu zannediyorsunuz? Bu mahkemeyi, tevâfuken bugün doğum yıldönümü olan "II. Abdulhamid"in kurdurduğunu, bilmediğini mi sanıyorsunuz?
Beyler!
Y-CHP'liler; 1958'de ABD'lilerin bir belgeselde, benden elli sene evvel "Muhteşem Türk" dediği Atatürk'ün Cumhuriyet Halk Fırkası'nın vekilleri! Siz ne yapıyorsunuz?
Hiç bir şey bilmiyorsanız, "Muhteşem Türk"ün, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü'nce 1970'te bastırılan "NUTUK"un III. Cildi'nin 1240. sayfasından; "Ey Arkadaşlar! Tanrı biridir, büyüktür; ... Cenâbı Peygamber, Hatem'ül enbiya olmuştur ve Kitabı, Kitab-ı Ekmeldir. Son peygamber olan Muhammed Mustafa Sallallah ü aleyhi ve sellem 1394 sene evvel rûmi nisan içinde ve Rebiülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Gün doğmadan! Bugün, o gündür!" sözlerini ve evvelini ve sonrasını gözlerine sokarak, tarihî nutkunu, özellikle Mevlîd Kandili'nde okuduğunu vurgulayarak "dindâr olmayan nesiller" yetiştirdi diye iftirâ edilen, partinizin kurucusuna sahip çıksanıza! Ne yaptığınızı/yapmadığınızı ve niye yapamadığınızı, Türk Milletinin görmediğini mi sanıyorsunuz?
Beyler!
Her şeye ve herkese rağmen Türk Milliyetçiliği'nin tek adresi ve markası MHP'den Gâzi Meclis'te, son yüz yılın son İki Başbuğ'unun halef ve vârisleri olan Ülkücü Vekiller; idare-i maslahattan yapmaya çalıştıklarınızı, Türk Milleti'nin kâfi göreceğini mi sanıyorsunuz?
Türk Milletinin iki kulağını da dikkatle açıp sizin bir dilinizden çıkacak Türkçe sözü beklediğini, daha nasıl söyleyelim?
Allah aşkına! Çalap aşkına! Tanrı aşkına! Hüdâ aşkına yapın artık gereken millî hamlenizi! Bu millet sizi, asla kargalara, akbabalara, leş yiyicilere yem etmez, ettirmez! Millete güvenin ki millet te size güvendiğini te'vilsiz belli etsin!
"TÜRKİYE, TÜRKLERİNDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 10, 2012

"TARİH DEĞİL APTALLIK TEKERRÜR EDER!"

"Dinlerin kitaplarını; okuyup anlayana ateist, okuyup anlamayana dindâr, hem okumayıp hem de anlamayana yobaz denir." Nikola Tesla
Herkesin, herkesten önce de Başbakan'ın dikkatini çekmeye çalışacağım! 100 yıl öncenin tekrarını, "İkinci II. Abdulhamit olayı" yaşıyoruz sanki!
Özetleyerek hatırlayalım: I. Meşrûtiyet'le Osmanlı, Avrupa'ya teslîm olmuştu! İşbirlikçilerin ve Avrupa'nın baskılarıyla ülkeye sokulan malların vergileri düşürülmüş hem devlet gelirleri azaltılmış, hem de yerli sanayi bitirilmişti! Fransız İhtilâli'nin etkisiyle Balkanlar'daki ırkçı ayrılıkçılar kontrolden çıkmıştı! Avrupa ve Rusya etnik ayrılıkçıları destekliyordu. Ülkedeki gayr-ı müslîm azınlıkların durumlarının düzeltilmesi için dikte yasalar peşpeşe çıkartılıyordu! Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanları ile Osmanlı'nın sonu hazırlanıyordu! Bu zor günlerde Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi samîmi vatanseverlerin "Genç Osmanlılar" hareketi başladı. Bir yandan "Genç Osmanlılar", bir yandan Avrupadaki anayasal monarşiler'den etkilenen "Jön Türkler"in baskılarıyla yeniden Meşrûtiyet istekler başladı! Dış borç, had safhadaydı! Padişahı, sokak anarşisi azlediyor veya tahta çıkarıyordu! Sokağın tahta çıkardığı V. Murat ta yenilikçi ve ilerici fikirlere açık olmasına rağmen ruh sağlığı bozulunca tahttan indirilerek Meşrûtiyet vaad eden II. Abdulhamit, padişah edildi! Balkanlar'da ayrılıkçı isyanlar başlamış, Avrupalılar, başkent İstanbul'da toplanıp azınlıklar lehine yasalar yaptırıyorlardı!
Abdulhamit; sadrazam ve nazırları istediği gibi atayıp görevden almasını sağlayan, Meclisi feshetme yetkisini padişaha veren Kanun-i Esâsi'yi şart koşarak Meşrutiyet'i ilan etti! Kanun-i Esasi'ye göre Padişah, hafiye jurnallarıyla istediği kişiyi sürgün edebiliyordu! Malta, muhalif aydınlarla doluydu!
Hakkını teslîm etmeliyiz ki II. Abdulhamit, "istihbaratla sağladığı istibdât"ıyla Osmanlı'nın çöküşünü otuz yıl ertelemiştir! Günümüzü hayret derecede andıran uygulamalar da vardı, meselâ; Said-i Nursi'yi Kürt Üniversitesi kurmak isteği yüzünden deli diye tımarhâneye kapattıran "Ulu Hakan Abdulhamit"tir! İstediği bakanı "kulağından tutup kapı önüne koyma" yetkisini, Avrupa'nın dikte ettirdiği Kanun-i Esâsi'den almaktadır! Herkesi takip eden hafiyeler, ve o hafiyeleri de takip eden hafiyeler halkası vardır, son nokta Yıldız Sarayı'dır! "Yeni Osmanlıcılar"ın Başkanlık sistemi ve anayasal monarşi isteklerine aynen benzemiyor mu?
"1918-1919 İttihat - Terakki'nin Sorgulanması ve Yargılanması*"na baktığımızda; yüz yıl öncenin harfiyyen tekrârını izliyoruz sanki! "Her türlü milliyetçiliğe karşı olma" aynen var ama devlet, Türk Milliyetçiliği esasına göre İmparatorluk molozlarından çıkarılmış bir Türk Devleti!
Polis- Ordu- MİT çekişmesi ve kurumlararası iç rekâbet aynen var ve hangi kurumun, kimin emrinde olduğu belli değil!
Kuvvetler dengesi söz konusu ama Başbakan'a bağlı Adâlet Bakanı'nın atadığı Özel Yetkili Savcılar, herkese dokunabilirken MİT'e dokunamıyor! "Dokunan yanar" tarifli "gizli erk"in güdümünde olduğu söylenen Emniyet Genel Müdürlüğü; Yıldız Sarayı benzeri Konut'a muhalif işler yapabiliyor! Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a sığınan MİT Müsteşarı'na ne olacağı merak edilirken basında; "Mazeretsiz olarak ifadeye gitmeyen 4 MİT'çi hakkında da yakalama kararı çıkartıldı." haberleri var!
27 Nisan Muhtırası'nı bizzat yazdığını söyleyen Büyükanıt'la Dolmabahçe'deki; "mezara gidecek" tarifli ikili görüşme ile tehdît edildiği söylenen Başbakan'a bir de "Uludere bombalaması"nın emrini verenin kendisi olduğu söylentileriyle saldırılınca; 21. yy. Maltası Silivri'de Başbakan'a locada yer ayarlanıldığı yorumları, tamâmen mesnetsiz mi?
Rehberi karga olanın burnu İleri Demokrasi'den kurtulmaz mı acaba?
Şaşkın tavşan, avcının önünde diklenmeden dikilirmiş vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

* İttihat-Terakki'nin Sorgulanması ve Yargılanması, Osman Selim KOCAHANOĞLU-(Meclis-i Mebusan Zabıtları)-Temel Yayınları

MİT KAÇ, POLİS TUT!...

Yaklaşık bir yıldır 21. yy. Maltası Silivri'deki tek kişilik ordu Müyesser YILDIZ; "Mahkemeyi Yargılayan Dâvâ"sında; "Başbakan'ın yatak odasının dinlendiği yerde hiçbirimiz güvence altında değiliz. Bu silahın yarın siz dahil hangimizi vuracağı belli olmaz!" diye uyarmıştı!
Sesinin yankısından başka sesi duymayan BOP Eş Başkanı Başbakan, bunu da duymayarak daha dün, "Dindâr nesil" hayâllerini açıklamıştı!
Dindâr nesiller, "tevhid-i tedrîsat"la MEB'na bağlı okullarda şimdiye kadar yetiştirilemediği için, şimden gerû olabilir mi endîşeleri var! Andımız ve Gençliğe Hitabe kaldırılıp okullar, Atatürk vesâyetinden kurtarılıp dindârlaştırılıncaya kadar dindâr neslin; tekkelerde, zâvilerde, cemaat evlerinde, tarikat medreselerinde yetiştirilmeleri düşülüyordur herhalde söylentilerini duyunca aklıma; "Derviş, dervişin arkasına sırayla geçer!" medrese tekerlemesi geldi!
Hakan Fidan'ın Başbakan'ı temsîlen Oslo'da PKK'lılarla MİT Müsteşar Yrd.'nın da olduğu görüşmeleri "Devlet adına" yaptığı, "Hükümetin görüştüğünü ispatlayamayan şerefsizdir" iltifatlarının uçuştuğu süreçten, bugünkü "İleri Demokrat Türkiye"ye geldik! Kimin eli, kimin cebinde belli değil!
Hükümet'le asla alâkası olmayan görüşmeleri Devlet adına yapan Hakan Fidan, daha sonra Hükümet tarafından MİT Müsteşarlığı'na atandı! Bu atanma ile de galiba Başbakan temsîlciliğinden Devlet Memurluğu'na tenzîl-i sınıf olmalı ki Özel Yetkili Savcı, ifade için davet etti!
"Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar"ın hiç olmadığı kadar gerçekleştiği bir dönemde; Türk Polisi, Devlet adına şeytanla bile görüşebilme ayrıcalığındaki MİT Müsteşârı'nı da tam yakalayacakken Müsteşâr, soluğu Cumurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın yanında aldı!
Yandaş Basın'da ânında Özel Yetkili Savcılar'ın, AKP'nin demokrat kadrolaşmasını tâcize-tahrîke hakkı olamayacağı meâlinde itirazlar başladı!
21.yy. Maltası Silivri, yıllardır niye tutuklandıkları bilinmeyen Paşalar, Profesörler, Gazeteciler, Yazarlar, millet vekilleri, Generaller, Genelkurmay Başkanı, savcılar, doktorlar, emniyet müdürleri, mafya babaları, muhabbet tellalları ile ağız-bağız doluyken ve "Herkese dokunabilir kudrette"ki Özel Yetkili Savcılar, ne yapacaklar merak konusu!
Sadece Savcılar değil; yakın mesai arkadaşı, güvenilir kadronun en öndekilerinden MİT Müsteşarı kendine sığınan Başbakan, ne yapacak?
Başbakan'a bunun izahını yapması mümkün olmayan Adâlet Bakanı ne yapacak? Tamâmen yenilenmiş HSYK ne yapacak?
Ömürboyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm olarak kendisi İmralı'da, vekilleri donulmazlık zırhıyla grup olarak Gâzi Meclis'te ve el yazısı mektubunu MİT mensûpları'nın taşıdığı söylenen bebek katili câni ne yapacak?
İleri Demokrasi sâyesinde "asla dokunulamaz" sıfatlı İmralı atamalı Milletvekili ünvanlı yeminsizler ne yapacak?
Açılım adlı bölücülükte AKP'den çoook önde olduğunu iddia eden ve Meclis'te kürsü işgaliyle meşgûl Y-CHP'li -ki Meclis'te yaptıkları tek doğru iş- vekiller ne yapacaklar?
Üç genel seçim ve sayısız yerel seçimde 10 yıldır milleti; AKP'liler-BDP'liler ve diğerleri diye kutuplaştırıp kavga ettiren siyâsilerin, şimdi Meclis'te dokunulmazlığın da verdiği ataklıkla kavgalarını, bir de yayınlasalar var ya, bu İleri Demokrasi tadından yenmez!
Erzurum Yakutiye Belediye Başkanlığı döneminden hatırladığım Muhyettin Aksak'ın, iş başa düştüğünde neler yapabileceğini, keşke canlı yayında izleyebilseydik!
Dört yanımız yangın yeri! AB çöktü, çökecek! ABD'de Başkanlık seçimi var! Rusya ve Çin sinekten yağ çıkarma hevesinde! İran; Servantes'in Donkişot'u gibi mızrağını almış, Rozinant'ın belinde, yel değirmenlerini çeviremeyen rüzgârla savaşta!
Biz ise "Hırsız kaç, polis tut" oyununun "MİT kaç, Polis tut!" uyarlamasını izliyoruz!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 08, 2012

DİNDÂR MI, KİNDÂR MI, TAYYİPDÂR MI?

"Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla; 1- Gördün mü o, dîni yalan sayanı? 2- İşte odur yetimi itip kakan; 3- Yoksulu doyurmayı özendirmez o. 4- Vay haline o namaz kılanların/ duâ edenlerin ki, 5- Namazlarından/ duâlarından gaflet içindedir onlar! 6- Riyâya sapandır onlar/gösteriş yaparlar. 7- Ve onlar kamu hakkına/ yardıma/ zekâta/ iyiliğe engel olurlar." (Mâûn Sûresi) Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün "MÂÛN SURESİ BÖYLE BUYURDU" kitabından...
7 Âyet, 375 sayfalık tefsîr!
Hayretlik bir hâl var bu kitapta! Yaşar Nuri Hoca, kitaba hatta önsöze bile başlamadan, büyük puntolarla bir uyarı yapmış; "Tanrı'yla, dinin gerçeğiyle, hukukla, vicdânla, yüzleşmek istemeyenler bu kitabı okumasınlar! Çünkü bu kitap, gerçeklerle yüzleşmekten kaçanlarla 'Ilımlı İslâm' adlı sömürge dinini gerçek İslâm zannedenlerin tüm dayanaklarını, şiddetli bir Kur'an vuruşuyla paramparça etmektedir."
Yazarlık, yayıncılık geleneklerine uymayan bir tarz ve tavırla ve Müslüman Türk münevvere yakışan bir cesâretle; 1300 yıldır Allah'tan-Allahçılıktan, Peygamber'den-Peygambercilikten, hadisten-hadisçilikten, dinden-dincilikten geçinen Allah İle Aldatanlar'ın tamamına te'vilsiz seslenmiş!
Ve Allah'ın adına and içtiği, o yüzden kılıçtan keskin, bütün silahlardan güçlü kalemin kudretiyle; İslâm'ı savsatıp Türklüğü yok etmek için kullanılan bütün dinci-zehirleyici-uyuşturucu-yok edici silahlara karşı; uyandırıcı-diriltici-Allah rızası için kıyâm ettirici kalemini sıyırmış!
Yıllar öncesi yalvararak; "Tanrım! Kalemler kınından çekilsin artık!" diye niyâz etmiştik! Duâya icâbet eden Tanrım, kalemlerin sıyrılmasına izin verdi demek ki el hamd ü lillâh!...
Kastım ve gâyem kişi veya kitap reklâmı değil. İsteyen tesâdüf diyebilir itirâz etmem ama Nisan 2011'de "Mâûn Suresi Böyle Buyurdu" yayınlanıyor; Şubat 2012'de, dinci siyâsiler veya siyasî dinciler, Tayyip Erdoğan'ın ağzından; "Dindâr nesil yetiştireceğiz!" diye fermânlarını açıklıyorlar!
Sanki, onlardan başkasını Allah yaratmamış gibi! Sanki; Allah'ın "Habîbim" dediği tek insan, son Peygamberi'ne; "Kalbine mi girdin?" uyarısı-ikâzı yokmuş gibi, Allah'ın Peygamberi'ne vermediği yetki ve kudretle kalplerimize girip kendilerinden başka dindâr olmadığını görmüşler! "Dindâr nesil" yetiştirme operasyonunun komut düğmesine basmışlar!
Eeee!
Dokunmanın ibâdetten sayıldığı, kalplere girmeye yetkili, Dünya Lideri BOP Eş Başkanı buyurur da anında "Dindâr Nesil", arz-ı endâm etmez mi?!
"Devletin kılcal damarlarına sirâyet edinceye kadar gerekirse on milyar harcayın, bir lira kazanmayın! Hâkim, savcı satın alın!" uygulamalı, euro-dolar-para cemaati televizyonunda; AKP tarafından -babalar gibi- satılmayıp arpalık olarak saklanan TRT'den Ramazan'da kazandığı helâl(!) paraların tadı damağında kalan "Dindâr Nesil"den bir delikanlı Serdar TUNCER, çay demlemenin püf noktalarını anlattı, Allah râzı olmasın!
Önce abdest alınmasını, mutfağa da sağ ayakla ve salavatla girilerek, "Niyet ettim Allah rızası için çay demlemeye. Ya Rabbi! Şu ateşin bu suyu kaynattığı gibi, gönlümüzü aşkının ateşinde pişir." diye niyâz edilmesini öğreterek "Dindâr Nesil"den olduğunu haykırdı!...
Tayyipdâr'lıktan TRTdâr'lığa, oradan da dindâr'lığa doğru müthîş bir hamle!
Bu onların hamlesi!
Bize de Allah'ın hamlesini beklemek düştü!
"Vay haline o namaz kılanların! Riyâya sapandır onlar, gösteriş yaparlar."
Nice Tayyipdâr-TRT'dâr-Gülendâr-nûrdâr-tarikatdâr-cemaatdâr günlere Türkiye!...
TÜRK, TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 07, 2012

SUSULACAK ZAMAN DEĞİL!

Bazen; umulmayan taş, baş yarar; bazen atılan taş, ürkütülen kurbağaya değmez!
Bir şey yapmayanın hata yapması elbette mümkün değil! Bir işin doğru mu, yanlış mı olduğunun görülmesi için yapılması şart ama eğer yapılmak istenen meselâ bıçak kullanmaksa bıçağı nerede, ne zaman, niye ve kimin kullanacağı çok önemli!
Kasap elinde veya ahçıbaşı elinde hârika işlere yarayan bıçak; çocukta veya acemi birinde elini kesen tehlikeli bir araca, katilin elinde ise suç aletine, silaha dönüşür!
Samîmiyetle belirtmeliyim ki söyleyeceklerim; tembîh, telkîn ve tekdîr amaçlı!
Yıllarca; ısrarla gittiğimizde kapısının yüzümüze kapatıldığı, bacadan girmek istediğimizde tıkanıldığı, pencereye yöneldiğimizde demir parmaklıkların çekildiği, ömrümüzün 45 yılını propagandisti olarak geçirdiğimiz MHP'ye bizi yabancı ettiler!
Bahse konu MHP, bana o kadar yabancılaştı ki bir zamanlar görmüş gibi bile değilim! Ki yıllarca; "Ben MHP'yim, onlar MHP'li!" diyerek dolaşan biriyim! Beni atının terkine almayanları, itimin terkine almamak gibi bir kişisel karşılık enâniyyetine soyundum!
Genel Başkan ve arkadaşlarının Üsküdar'ı geçmek için zorla el koydukları atları varsa benim de bana sâdık ve komutlarımı harfiyyen uygulayan bir itim var! Onlar, Üsküdâr'ı geçmek için çaldıkları atı sürerken ben, itimin ürümesine bile izin vermeyeceğim!
11 Şubat Günü; durumdan kendilerine görev çıkaran "Serdengeçti" olmalarını dilediğim Ülkücüler, MHP Genel Merkezi önünde toplanacaklarını duyuruyorlar! Ülkücüleri o gün yanlarında olmaya çağırıyorlar!
Muhalif zannettikleri için -uyarı amaçlı samîmi Ülkücü seslere- kulaklarını tıkamış olan Balgat Sakinlerine seslenerek, tıkalı kulaklara taleplerini duyurmaya çalışacaklarını söylüyorlar!
Asla samîmiyetlerini sorgulamak gibi bir samîmiyetsizlik göstermem ama nedense hâlâ gönlümün bir yeri, -kulağıma- "İnsan, kendi parmağı ile kendi gözünü oymaz!" diye fısıldıyor kahr'etsin!...
Oysa; istediğim zaman, istediğim yöne veya kişiye istediğim gibi bakmayan, irâdem dışında olmadık zamanlarda, olmadık yerlere ve kişilere işmâr eden gözüme öyle kızgın, öyle öfkeliyim ki!
Aslında bu kendi kendime söylenmelerim, sosyal paylaşım ağından bana da yapılan davete, cevâben kendime söylediklerim!
Sözlerimin kudreti nisbetinde davet nezâketinde ve beni de kendilerinden sayma samîmiyetindeki "Ülkücüyüm" ikrârlarına inanmaktan başka şansım olmayan kişilere; ağabeyce, kandaşça, ülküdaşça uyarı niyetiyle düşündüklerim!
Fikriyle zikri bir olmayanlar yüzünden çekilen sıkıntı; Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliğinin siyâseten sahipsizliği, konjonkturel maskelerle saklanılmaya çalışılan siyâsi ürkeklikler, olmadık bahânelerle maskelenmeye çalışılan "Kinci-Dînci II. Cumhuriyetçiler"e verilen destek ve katkı; Türk Milleti ve Devleti'nin on yıllık tek kaosu AKP'nin dağılmasını "kaos olur" şeklindeki tarif; Ölümünde bile Türk Milleti'ne birlik çağrısını yapıp % 18,5'luk bir oya sebep olan Başbuğ Alparslan Türkeş'in emeklerinin inkârı, "Dün, Başbuğ Türkeş'ti! O'nunla hiç baraj aşılamamıştı! Şimdi Başbuğ Bahçeli ve onunla MHP oy rekoru kırdı!" şeklindeki dünü inkâr söylemleri, Ocağı'ndan Partisinden zorla koparılan Ülkü Devleri, kongre süreci başlar başlamaz bir kaç Millet Vekilini huzura çağırarak "kemik sesleri" yle güçlendirilen tehdîtler ve daha benzer nice sebepler bu arkadaşları, haklı kılıyor!
Yıllarca; "Elinden sevdiği oyuncağı alınan çocuk gibiyim! Şımarıkça evimizin camlarını taşlıyorum! Benim Teşkilatlarımı geri veriiiin!" diye feryâd edip yırtınmıştım!
Duymamışlardı! Duyup kaale almamışlardı!
Bir sürü Türk Milliyetçisi, markalaşmış millet fedâisini kırıp bir kenâra atmışlardı!
Günün birinde, mutlaka "Mahalle Çocukları"ndan biri veya birilerinin, elinden sevdiği oyuncağı alınan çocuk samîmiyetiyle harekete geçmelerini bekliyordum!
Eğer her hangi bir Genel başkan Adayına destek amaçlı yapılmış olsaydı; "Bal alana da, pekmez satana da ...!" demek işin en doğrusuydu ama şimdi korkarım bal alan da benim, pekmez satan da!...
Allah hayırlara te'vil etsin inşallah...
TÜRK, TÜRK'Ü KORUSUN Kİ TANRI DA TÜRK'Ü KORUSUN vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...

SIĞINAĞIM...

Seferde yorulup bir mola verdim

Tepeler üstünde düze sığındım.

Selâmı, titreyen rüzgâra verdim,

Rüzgârda salınan yüze sığındım!...


Seferde yalnızsan yollar uzuyor,

Başka gelen yoksa haller üzüyor,

Hayâllerde öfkeler kol geziyor,

Ben'liğimden kaçıp biz'e sığındım!...


Yolum çok! Duramam tipide, karda

İlla varmam gerek, savaş var orda!

Ben seferde, sen nöbette, o darda

Ey Dünya Türklüğü; size sığındım!...


Karabağ'ım darda, zorda Balkan'ım!

Tuna'dan sıçrayıp Kür'de çalkanım

Elimde kılıcım, okum, kalkanım

Ayak üzengide, dize sığındım!...


Rüzgârla ünledim; "Yettim ha!" diye,

Yolları su ettim; "Çattım ha!" diye

Derdini derdime "Kattım ha!" diye

Buğulanıp gülen göze sığındım!...


Hiç demedim seferimiz sır kalsın,

Yükseğe kar yağsın, saçta kır kalsın,

Çok söze ne gerek? Bir satır kalsın

Kelâm içindeki gize sığındım!...


Sıkışırsam; "Allah" derim yürekten,

Duâlarım ağırlaştı dilekten,

Tanrı'm yüz çevirdi kahpe felekten

Allah'a ad olan söze sığındım!...

24 Nisan 2010/ İzmir

Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 06, 2012

AKIL, AYAĞA KALK! KIYÂM ET!

"Bazı kişilerin büyük görünmesi nedendir bilir misiniz? Biz, diz çökmüşüzdür de ondan!" diye bir söz var...
Diz çöküp hürriyetten, baş eğip hür düşünceden, amigolukta yarışarak vicdândan, yalakalığı soytarı seviyesine çıkararak hür akıldan, uydurma hadislerle iftirâ ederek Peygambercilikten, Kur'an'ı tenkîde cür'et edenlerin sözleriyle Müslümanlıktan, Allah ile aldatarak takvâdan, "Geceyarısı Yasaları"yla delik deşik edip kevgirleştirerek Anayasa'ya bağlılıktan bahsederiz!
"Kral öldü, yaşasın kral!" şaklabanlığıyla seçmenlikten, "O bakanı, kapının önüne koyarım!" diyerek İleri Demokrasi'den, "Lider uçuruma atlarsa peşinden atlamak töredir!" koyunluğuyla demokratlıktan; yakınındayken; "Yoluna can fedâ!", biraz uzaklatırılınca; "Vefâsız! Vefâ îmandandır! Îmansız!" diye muhalif geçiniriz!
Dünyada görülmemiş bir şekilde, üçüncü kere iktidarken oylarını artırıp seçim kazanan parti hakkında; "Şimdi çatlar ve dağılırsa kaos olur!" baş eğmesinin adını "Devlet adamlığı" koyarak muhalefetten bahsederiz!
Dînin siyâsete malzeme edilmesine itiraz eder, çok sert eleştiririz! Sonra kameralar eşliğinde mescit mescit gezer, namaz kılarken pozlar veririz!
Kitlelere karşı en etkili hitâbetin, halk diliyle yapıldığını duyar ve bunu yöresel ağızla konuşmak zanneder, bir yörenin haricinde diğer yörelerin güldüğü komik durumlara düşeriz!
Mezhepleşmeye rızası olmayan Kur'an buyruğundan hareketle cemaatlere, tarikatlere itiraz eder; "Derviş, dervişin arkasına sırayla geçermiş!" tekerlemesiyle tekkelerde pusu atarız!
Kafese tıkılmış arslan misali 21. yy. Maltası Silivri'den kükreyen Kahraman Millet Evlâtlarını duymamak için kulaklarımızı kapatır, diğer arslanları ihbâr ederiz!
Siyâsi Partiler Yasası'ndan, Seçim Yasası'ndan, Dokunulmazlıklardan şikâyet eder, değiştirmek vaadinde bulunur, seçimden sonra; "Millet Vekillerini kimseye yem etmem!" İleri Demokratlığına terfi ederiz! Meclis İç Tüzüğü'nü değiştirir "Kürsü Dokunulmazlığı"na da dokunuruz!
Birileri Devletçilik, birileri Milletçilik, birileri Ümmetçilik, birileri halkçılık adına; birleştirilmiş milleti halklara, etnik parçalara ayırmaya çalışırlar; bütün ".. gibi yapanlar", Demokratik Sultanların zûlümlerine baş eğer, diz çöker ve; "Ne büyükler!" diye hayret ederiz!
Vallahi, Billâhi, Tallâhi yeter!
Tanrı aşkına, Çalap aşkına, Hüdâ aşkına, Allah aşkına ayağa kalkalım artık!
Dînin korunması için kıyâm gerek! Devlet'in korunabilmesi için milletliği korumak, millet olabilmek için uğruna can vermek, Vatansever olmak için, bedel ödemek gerek!
Başkaları bizim için ölmezler!
Haçlı'nın müslümana yapacağı en demokratik ikrâm; Afganistan'daki, Balkanlar'daki, Filistin'deki, Irak'taki, Libya'daki demokratlığın aynısı, hatta daha fazlası!
Bilmiyor muyuz? Görmüyor muyuz? Kör müyüz?
Ayağa kalkmazsak, önünde diz çöktüklerimizin büyüklüğüne hayrete devâm ederiz!
Bu başeğmenin, diz çökmenin adı; îman değil! Demokratlık değil! Halkçılık değil! Vatanseverlik değil! Milliyetçilik değil! Ülkücülük hiç değil!
Tarihten; "Birilerinin gelip kurtarmasını beklemek, köle zihniyetidir!" gerçeğini, öğrenemedik mi? Zâlime teslim olup telef edildikten sonra; ne bu dünyâmızı, ne de ahiretimizi kurtarma şansımız kalmaz! Ölüden diriye hayır gelmez! İki ölüden de bir diri çıkmaz ve;
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN