Cuma, Mart 30, 2012

TAVŞAN DAKTİLOCULAR!...

Arada bir eski yazılarıma; hem kendime, hem de penceremden gördüklerime bakarım. Ma'lesef yıllardır aynı tas, aynı hamam! Ve ben bu aynı görüntüden bıkkınım!
Faşizmi ve faşisti gördük nihâyet şükr'olsun! İktidarın yandaş medya ve "Dolma kalemler"i sâyesinde gerçeklerin sahte gündemlerle nasıl örtüldüğünü kanıksadık! Artık yandaşların gündem örtmesine de ihtiyaç kalmadı! Gündem; kıçın kıçın yüzen şaşkın ördek görünümlü muhalefet eliyle kendiliğinden ve türbansız örtülüyor!
Hatta türbanın üzeri bile, acemi muhalefet sayesinde örtülüyor! MHP'nin; "Yüksek öğretimde başörtüsü yasağının kaldırılması" teklifi, AKP tarafından reddediliyor! BOP Eş Başkanı Başbakan Tahran'da ABD'ye kuryelik yapıyor ve hâlâ dindârlıkta bir numara!
Türk milletinin, onurlu-duyarlı her kesin nereleri ağrıyorsa bizim de oralarımız ağrıyor ama biz bu ağrıları hak ettik! Hatta az bile! Bazen; "Nerede hata yaptık?" sorularını duyduk, utandık cevaplamadık! Çünkü nerede hata yapmadık ki?
Adamlar; "Geliyoruz! - Kanlı mı, kansız mı? - Alıştıra/hazmettire! Araç- Tramvay Demokrasi" dediler, duymadık! Bir işe kırk kişi atayarak sahipsiz bırakılan bürokrasi gibi demokrasiyi de bir başkasının müdâhele ederek tramvaylıktan, vagonluktan kurtarmasını bekledik! Bırakın müdâheleyi, vagonlarda yer kapma yarışında izdihâm oldu!
"Evet!"çi Gülen A.Ş.'ciler "Diyalog" adına AKP ile çekişirken; "Hayır"cı CeHaPe, AB istekleri doğrultusunda, "12 Eylül Davası'na müdâhil olmak" istiyor! Daha önce de bölücülere yürek-destek vermekte AKP ile yarışmışlardı, seyretmiştik! Mazlûm zâlim Erdoğan'ın yasaklarını kaldırmışlardı, hayret etmiştik! Mürâiler, sıkıştıklarında Atatürk'e sarılıp sonra saldırmışlardı, görmemiştik! Bayrağa saldırmışlardı! Kınalı Kuzularını davul-zurnayla askere gönderenlere saldırmışlardı, susmuştuk! Askerin, Polisin şehâdeti, sıradan işlerdendi! Bölücüler, bağımsız adaylarla PKK'yı seçime sokacağını, seçim yasasını deleceklerini söylemişlerdi ciddiye almamıştık! -Bağımsızlık karakterli- Bağımsız Adayları sandıklarda rezîl etmiştik! Şimdi Gâzi Meclis'te PKK'lı dokunulmazlardan yumruk gösterileri izliyoruz!
Her yandan baskılara muhatabız ve ağrımayan yerimiz yok! Türk Milleti olarak yıllardır vuruluyoruz, hayattayız! Öldürmeyen yaranın savaşçıyı güçlendireceğini; "Kavgada önemli olan kuvvetli vurmak değil, kuvvetli darbeye dayanmaktır." gerçeğini, hatırlatırız!
Biz bu çıkartmayı da savarız!
Israrla uyarırım ki Türk'ün "silme tokat"ına dayanılmaz! Çünkü en zayıf ânında "Yedi Düvel" adıyla gelen Haçlı ağababaları da dayanamamıştı!
Tam burada bir kıssa: Karga, sabah bir tıkırtıyla gözünü açar. Ağacın hemen altındaki mağaranın önünde Tavşan, bir daktilo ile "çat-çut" uğraşmaktadır! Ne yaptığını soracakken tilki görünür. Tilki, sabah sabah karşısına çıkan tavşana iştahla yanaşır. Tavşan, Tilkiyi görmezden gelir ve takır-tukuruna devam eder! Tilki; "Ne yapıyorsun?" Diye sorar. O, umursamaz bir tavırla; "Tavşan tilkiyi nasıl avlar? diye kitap yazıyorum!" diye cevaplar! "Aptal! Hiç tavşanın tilkiyi avladığı, duyulmuş mudur?" Tavşan umursamaz; "Öööf! Canımı sıkma! Erkeksen içeri gel!" Der ve mağaraya girer, Tilki de iştahla peşinden... Kısa bir boğuşma sesi!... Biraz sonra Tavşan çıkar, üstünü-başını çırparak daktilonun başına geçer! Karganın şaşkınlığı sürerken Kurt görünür. Kurt ta sabah sabah bir tavşan bulmanın hevesiyle sessizce yaklaşır. Tavşan, yine umursamaz! Kurt: "Ne yapıyorsun?" diye merakla sorar. "Tavşan, bir kurdu nasıl yer? Adlı bir kitap yazıyorum. " Cevabına Kurt ta öfkelenir; "Salak! Öyle şey olur mu?" Tavşan; "Öööf! Erkeksen içeri gel!" Der ve mağaraya girer, Kurt ta peşinden! Bu sefer mağaradan, daha uzun boğuşma sesleri ve toz bulutu çıkar. Ses kesildiğinde tozlar arasından Tavşan yine üstünü-başını çırparak gelip daktilonun başına oturur! Karga dayanamaz! Süzülerek mağaraya girer. Mağarada bir yanda tilkinin, bir yanda kurtun kanlı kalıntıları ve dipte bir aslan, yalanmaktadır!...
Hisse: Birileri mağaraya aslan, girişine de bir tavşan koymuşlar! Yaklaşanı aslana yem ettiriyorlar! Demek ki adres mağara, hedef aslan! Bir avcı, girip aslanı avlayacak! Tavşandan yahni mi, hayvan yemi mi yapılır? O daha sonra!...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN!"
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 28, 2012

MİLLÎ AKLIN FERYÂDI!

Durumdan vazife çıkarıp konuşasım geldi!
Ûlemânın sustu/ruldu/ğu, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi Eş Başkanlığı yönetiminde, Haçlı ile birlikte müslümanlara bombardımanlı demokrasi ikrâm edilen dindâr-kindâr bir dönemde, alp erliğim tuttu! Âlim ve câhilin cesûr olduğu söylenir! Tavrım, câhil cesâreti sayılsın!
Yalnız Kurt'luk, bir tercîhtir ama ölülerinin kıymetini bilmeyen, diriler içinde yalnız kalır!...
Ölenden vazgeçmek, ölenlere hiç yokmuş tavrı takınmak, olabilir mi? Allah'ın "Habîbim" dediği Tek İnsan'ı bile ayırmadığı ölümü tadanı unutmak, ahlâki midir? İz bırakanları, devirleriyle bilerek bugünü düne benzetmeye uğraşmak; çağdaşlık, ilericilik, ileri demokrasi olabilir mi? Zamanın aksine, tersine gelişilir mi?
İşin aslı, dünün doğrularını güncelleyip kullanmak olmalıdır. İslâm'da bâb-ı içtihâd bu yüzden kapanmaz. Kur'an'ı bütün zamanların kitabı diye târif eden özgüvenimiz bu yüzdendir.
Yüzlerce yıl önce kullanılan taktik, silah ve eşyâları, Peygamber kullanmış diye taklîd etmek, sünnet olabilir mi?
Klimalı sahra çadırları varken kavurucu çölde Peygamber'in; "Türk kubbesi" dedikleri Türk çadırını kullanmak sünnet olabilir mi?! Peygamber(s.a.v.)'in, güzel ahlâkı tamamlamakla görevli olduğunu bilip güzel ahlâka yönelmek değil midir Sünnet? "İlim Çin'de de olsa gidin, alın." buyruğunu doğru anlayıp dînle ilmi buluşturmak değil midir Sünnet?
Yüksek ahlâk gereği, bütün zûlümlere, zorbalıklara başkaldırmanın adı değil midir dün de, bugün de Cihâd? Korkaklığın, kavgadaki müslümanı terk edip kaçmanın adı, Hicret olabilir mi?
Hicret'in sünnet, Cihâd'ın farz olduğunu yani Hicret'i Peygamber(s.a.v.)'in aklıyla uyguladığını ama Cihâd'ın Allah emri olduğunu; farzın gerektiği yerde sünneti tercîh etmenin, Peygamber ile Allah kudretine yer değiştirtmenin, bir dindışılık olduğunu söylemek değil midir çağın ictihâdı?
Türk ve İslâm tarihinden meselâ Mete Han'dan başlayarak Türk ve İslâm'ın doğruları, Kur'ân'a uygunluğuna bakılarak uygulansa terâkki/ilerleme mi, yoksa irticâ mı olur?
Türk ve İslâm uluların
ın doğruları toplansa, hak edenlerin unutulmalarına izin verilmese, fikirleri güncellenerek terâkki yakalanıp ittihâd sağlansa olmaz mı?
"Anam bana kör dedi, gelip geçene vur dedi." oynayan çocuğun öfkesiyle herkesle kavganın bir mantığı olabilir mi?
Milliyetçi Toplumcular, Türk Milliyetçileri, Dokuz Işıkçılar, Türkçüler, Turancılar, Ülkücüler; "Cumhurbaşkanından genelev kadınına kadar ülke insanının mes'elesi, mes'elemizdir." diyerek çocuk yaşlarında meydana inmediler mi?
Bunları yok sayarak taraftarlık diye "bizden" sayılmayanı dışlamanın, araya traji-komik engeller koymanın Türk Milletine bir faydası olabilir mi? Türk'ü öteleyerek Türk milliyetçiliği yapılabilir mi? Onar yıllık perdelerle Türk Milleti ile alay eden senaryolara konu mankenliğinin millî akılla bir ilgisi olabilir mi?
Kelime-i Şehâdet getirene; "Müslüman değil" denilebilir mi? "Ülkücüyüm" diyen birine; Türkeşçi veya Bahçelici değil diye; "Hâin" denilebilir mi? Bütün ülke insanlarıyla buluşmadan, tamamının oylarına talip olmadan, sandıktan başarı çıkar mı? Camiden, Cemevinden, meyhâneden, kahvehâneden, pazar yerinden, AVM'lerden ve her hâneden oy istemek için ayağına gidilmeden; "Gel! Oy vermezsen fenâ olur!" tehdîtiyle seçim kazanılabilir mi?
Hep tenkît ettiğim sistem diye dayatılan sistemsizliği, bir kere de Türk milliyetçileri kullansa, kazandıktan sonra bir de onlar; "Bir kere delinmeyle bir şey olmaz!" dese kıyâmet mi kopar? Ölüleri yarıştırmaktan, çekiştirmekten vazgeçip doğrularına sahiplenilse, aksakal târifli harîslere taraftarlıktansa, her birine; "Ne yapmalıyız?" diye sorup cevaplarını toplasa ve kullansa olmaz mı? Türk milliyetçilerinin kazanması, milletin kazancı değil midir?
Türk Milleti'nin refleksi Ülkücüler'e akıllı davranmaktan başkası yakışır mı?
Bunlar, ülkücü adayı emsâllerimin ortak hayâlimizdir! Ma'lûmun i'lâmı ama tekrarlamak istedim vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...

Pazartesi, Mart 26, 2012

BÜTÜN BİZİMKİLER'E ...

Selâm ile...
Günlerdir Hayati Bice'nin, Lütfi Şehsuvaroğlu'nun "Bizim Muhsin" başlıklı yazısına cevâbıyla başlayan sohbete katılmak istiyordum. Nasip bugüneymiş...
.........
Bu memlekette üç cenâze vardır ki cezbeye toplanan yüz binlerin, cenâze namazında cemaat olmak, saf tutmak için yarışmasıyla tarihe vak'a olarak geçmiştir!
* Turgut Özal'ın cenâzesi,
* Başbuğ Alparslan Türkeş'in cenâzesi,
* "Bizim" sıfatlı Muhsin Yazıcıoğlu cenâzesi...
Bu üç kişinin üçü de, sağlıklarında peşlerinden götürmeyi başaramadığı uç isimleri, tabutlarının peşinden sürüklediler!
Türklüğün karakteri, İslâm'ın ahlâkı, mert düşmana saygıyı ister! Mert düşman, hasmından da saygı görür Türk'te dolayısıyla!...
Ölüm ve hastalıkla intikâmı ancak âcizler düşünürler!
Birinin ölümüne sevinecek kadar âcizlerin sohbetine bile gerek yoktur ama sağlığında hasımken ve hasımlığını saklamamışken ölümünde saygıyla tabutun peşine takılan hasımlara, en az cenâze kadar saygılıyım şahsen!
Sevgili Hayati Bice'nin, çok sevgili Lütfi Şehsuvaroğlu'nun; "Bizim Muhsin" başlıklı yazısına cevabî yazısıyla başlayan, başlatılan sohbete katılmak için iki kere oturdum ve yaklaşık iki saatte yazdığım -güya- yorumum, teknik acemiliğimden yok oldu! Bu yüzden sohbete katılamadım, düşüncelerimi Türkeş ve Yazıcıoğlu Severlerle sıcağı sıcağına paylaşamadım! "Hikmetine suâl olmaz." tevekkülümle önce kendime öfkelenip sonra şükr'ettim.
Bütün samîmiyyetimle söylemek isterim ki; bir şeyi anlamakta ve ifâde etmekte sıkıntı çekerim!
Tarihe şerh düşüp, gönüllerde kazanılması zor makamlar kazanan, yakın tarihimize kalın çizgilerle iz bırakıp dünyalarını değişenleri yani rahmetlileri, yani ölüleri yarıştırmak mümkün mü?
Hepimiz, bir ağızdan, aynı duâ ve niyâzlarla yalvarıp yakarsak Başbuğ Alparslan Türkeş'i ve Muhsin Yazıcıoğlu'nu geri getirmemiz mümkün mü? Onlara hayattayken -bir kaç müstesnâ kişi haricinde- sormaya cesâret edemediğimiz müşküllerimizi, yeniden dünyaya dönseler, sormamız mümkün mü?
Bunun mümkünâtı yokken hak dünyadaki, kişilerden sorularımıza cevap beklemek, akıl kârı mı?
Değilse neden rahmetlileri duâ ve iyi dileklerle ebedî istirahatgâhlarına terk etmeyiz?
-İnşallah haddimi ve kastımı aşmam- Yoksa ölüleri yarıştırmak, dirileri yarıştırmaktan daha mı kolay?!!!
Yoksa ölüler adına yalan söylemek, dirilere iftirâdan daha mı kolay?!!!
Ve bu kolay olmadığını bildiğim kolaycılıktan, yani ölüleri çekiştirip, ölüleri yarıştırmaktan nasıl bir çâre bekleniyor?
Tarihin hangi döneminde, dünyanın neresinde ve hangi sisteminde "iki ölüden bir diri" çıkmış?
"Önden Gidenler"in tamâmına, Şühedâmız'a, Başbuğ ve Bizim Muhsin'e ve Ülkü Şehitlerinin hepsine, bütün ülküdaşlarımın geçmişlerine rahmet dileyerek bu bahsi bir daha açmamak üzere şahsen kapatmak istiyorum!...
Onları sevâp ve günahlarıyla "Dîn Günü"ne kadar Allah'a emânet edip biz diriler, yaşayanlar kendimize bakmak; yaşayanlar arasında varsa rekabetlerde taraf olmak veya olmamak hakkımızı kullanmalıyız!
Daha fazla pejmürdeliğe, perâkendeliğe ne Ülkücü hareket'in, ne Milliyetçi Hareket Partisi'nin, ne de Türk Milletinin tahammülü kalmadı artık!...
***
Bir başka güncel konuya, Devlet-millet veya millet-devlet ilişkisine de değinmek istiyorum.
Avâm tabirle; ailelerden sülâle, sülâlelerden aşîret, aşîretlerden kabîle, kabîlelerden halklar oluşur.
Bu halklardan birinden çıkan, baskın karakterli bir lider; halkları bir araya toplar. Bu bir araya toplayışta, Orhun Kitâbeleri'nde ısrarla vurgulanan "Başlıya baş eğdirip, dizliye diz çöktürmek" işi yapılır.
Başlı baş eğip, dizli diz çöktükten sonra; yoksulu bay eden, çıplağı giydiren, açı doyuran bir sisteme ihtiyaç vardır. İşte bu sistemin adı, halkları bir araya toplayarak milletleştiren erkin kurduğu-kuracağı-kurabileceği sistemin adıdır devlet!
Devlet; zaten fazla araştırmaya gerek duyulmadan sadece burada arz ettiğim kuruluş safhaları gözönüne alınırsa görülür ki milletleştirilmiş halklara hizmet içindir!...
"Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?" mantıksız çekişmesinin gereği var mıdır? Biliriz ki yumurtayı tavuk doğurur, yumurtadan civciv çıkar, eğer yaşar büyürse tavuk olur. Yani aileler birleşirse, sülâleler, aşîretler ve halklar birleşir, birleştirilirse millet tekâmül eder.
Milleti bir arada tutabilmek için de bir yönetim şekline, sisteme, yasal yaptırımlara ihtiyaç duyulur, işte bu yönetimin, sistemin adı devlettir.
Yeri gelmişken milliyet-milliyetçilik ve millet-milletçilik kavramlarına da değinmek gerek.
Milliyetçilik için bir aidiyet, kavmiyyât, illiyyet gerekir. Bu sonradan öğretimle falan olmaz! Bir insanın ana-babasını, kardeşlerini ve amcalarını, amcaoğullarını, sülâlesini sevmesi içgüdüsel bir davranış, DNA'sının genetik fonksiyonudur.
Bir kişinin; dîne, millete, devlete hizmet yarışında kendi etnik kimliği ile ortaya çıkması ve ırkı ile övünmesi, Hz. Peygamber tarafından da teşvik edilmiş ve bu hiç bir zaman yasaklanmamıştır.
Bu konularda, İlâhiyyâtçı Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI'nın "HZ. PEYGAMBER'İN HADİSLERİNDE TÜRKLER" adlı kitabını, ilgili herkese şiddetle tavsiye ederim.
Adı geçen eserden konumuzla ilgili ufak bir alıntı yapalım:
"Bu durum Asr-ı Saadet'te de insanların kafasını karıştırmış ve bunu Hz. Peygamber'e soranlar dahi olmuştur. Nitekim Surâka b. Cu'sûm bize şöyle demektedir; Hz. Peygamber bir defasında bize bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu: 'Sizin en hayırlınız kavminin zulüm ve haksızlıklarını destekleme gibi bir günah işlemeden kendi soyunu müdafaa eden kimsedir.' Buna benzer bir başka rivayet te bize ashâbdan Vâsile b. el-Eska'dan gelmiştir. Şöyle ki; Sahâbeden Vâsile b. el-Eska diyor ki: Bir gün Hz. Peygamber'e sordum: 'Ya Resulullah! Siz ırkçılığı yeriyor ve bu cahiliye davasını güdenler bizden değildir buyuruyorsunuz! Acaba kişinin soyunu sevmesi bir türlü ırkçılık mıdır? Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: 'Hayır bu ırkçılık değildir. Ama kişinin zûlüm yaptığını bile bile kavmine yardımcı olması işte asıl ırkçılık budur.' " (Hz. Peygamber'in Hadislerinde Türkler, s. 160/ İbn-i Mâce, Sünen, no;3949, Ebû Dâvud, Sünen, no; 5119, Ahmed b. Hanbel, IV, s. 107, el-Heysemi, VI, s. 244, X, s. 294)
Demek ki haksızlık ve zûlümlerine ortak olmamak kaydıyla ırkını sevmeye Peygamberimiz'den bir yasaklama olmadığı gibi aksine teşvik var...
"Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun ayetlerindendir." (Rûm-22) Âyeti işâretiyle ayrı ten ve dilden yaratıldığımı Kur'andan öğrenip, ırkımı sevmenin de Hz. Peygamber tarafından teşvîk edildiğini görünce demek ki; milliyetçilik yapmamın dînime, Kur'an'a ve Peygamber'e muhalif hiç bir yanı yok!
Yani; Türk'üm, Türk Milliyetçisiyim diyebilirim hem de şükr'ederek...
Halkların oluşum seyrini yukarda arz etmiştim. Halkları bir araya toplayıp, dört yanda düşman bırakmadıktan sonra; "Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe Türk Milleti; senin devletini, töreni kim bozabilir? Yaşadıklarından nadîm ol Türk Milleti, kendine dön!" öğüdünü veren Ceddimiz'in ve; "Ne mutlu Türk olana" dese dînen bir mahsûru yokken; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye aynı milletleşme/milletleştirme formülünü sunan Muhteşem Türk Atatürk te aynı dilden, Türkçe konuşmuşlar.
Şunu biliyoruz ki; sütü kaynatırsak kaymak çıkar, milleti kaynaştırırsak devlet çıkar, halkların kaynaştırılıp karıştırılmasındansa anarşi çıkar!
Günümüzün yaşamaya mecbûr edildiğimiz sıkıntımız budur!
Bin yıldan fazladır; başlıya baş eğdirilip, dizliye diz çöktürülüp; yoksulu bay edilmiş, çıplağı giydirilmiş, açı doyurulmuş ve milletleştirilmilş bütünü; "halklar, halkların kardeşliği, halkların eşitliği ve halklara özgürlük" şeklinde tezâhür eden sol sloganları; "Mühim olan takvâdır." dîni kılıfıyla maskeleyerek bütünleşmiş Türk Milleti'ni 36 etnik halka ayrıştırmanın, asla kat'a millîlikle alâkası olmadığı gibi, dindârlıkla da alâkası yoktur!
Demek ki; "Türk'üm, Türk milliyetçisiyim; Türk Milleti'ndenim, Türk Milletçisiyim." demeye herkesten fazla övünerek hakkımız olmalıdır ve vardır.
Bir de Kutadgu Bilig'den bir hatırlatma yapalım:
"Hakan teb'aya isteklerini duyurur:
I- Yasalarıma uyun.
II- Verginizi ödeyin.
III- Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin.
İlk divan ve meşverette teb'a yani millet, Hakan'a cevabını verir:
I- Yasalarına uyarız ama âdil olursa!
II- Vergimizi öderiz ama gümüşün ayârını düşürmezsen!
III- Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan!"
Milletin devletleşmesi veya devlet kurması veya kurulan devlete tabi olması bu üç maddede özetle şifrelenmiştir. Bu Türk Devletçilik teâmülüdür. Bu millî teâmüle sadâkatle de Milletçilik ve Devletçilik yapmanın hiç bir mantığa tersliği söz konusu değildir...
Hülâsa;
İçimizdeki sıkıntılarımızı, eteğimizdeki taşları dökerek bir nebze de olsa soluklanmamıza sebeplik eden Hayati Bice ve ona yorumlarıyla katkı veren Sevgili Gültekin Öztürk, A. Rasim Sağ, Metin Bozdemir, Tuncay Demirbaş ve adını art niyetsiz hatırlayamadığım için adlarını zikredemediğim duyarlı bütün yüreklere Allah ve Türk Milleti huzûrunda teşekkürler ederim...
"....
Türk, Ulu Tanrı'nın soylu gözdesi,
Malazgirt, Bizans'ın Türk'e secdesi,
Budur insanlığa Hakk'kın müjdesi;
En güzel marşını vurmada Mehter
Ya Allah! Bismillâh! Allahüekber!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BU BEN'LERDEN, "BİZ" ÇIKMAZ!

* Bütün insanlar ağlar. ** Mustafa Aslan da insandır. *** O halde Mustafa Aslan da ağlar!...
Liseden aklımda kalanla bir önerme yapmaya çalıştım! Olup olmadığını bilmem! Olmuştur diye iddia da etmem ama bilirim ki insan olan herkes ağlar.
Dînimiz ve Peygamberimiz de aşırıya kaçmadan, isyân etmemek kaydıyla cenâzeye ağlamaya izin verir.
24 Mart günü ağladım! Ömrümce ağlayacağım! Ülkücü Hareket'in Aysberglerinden, köşe taşlarından, yolbaşçılarından birini daha Hakk'ka uğurladık. İlhami BÖLÜK nâmlı bir Ülkü Devi'ni, bir "Sır Yiğidi"ni ebedî istirahatgâhına yolculadık! Allah rahmet eylesin.
25 Mart günü ağladım! Daha çook ağlayacağım! 21. yy. Alpereni bir Milî Dev'imi, Bütün Zamanların Ülkü Ocağı Genel Başkanı'mı, özel bir Dostumu, sırlarımı en ince detayına kadar bilen, saklısı olmadığı için sırrını bilmediğim, çok sevdiğim bir Anadolu Türkmeni Müslümanı, canlı yayında saklayarak katledip elimizden aldılar! Bizim Muhsin'imize ve yanındaki yol arkadaşlarına ve cümle Şühedâmıza Allah rahmet eylesin.
Bir ağlayacağım/ız gün daha geliyor!
Kara 4 Nisan'da tarifsiz ağlayacağım! "İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn" diye hem teslîm olacak, hem de özlemle ağlayacağım! Son Başbuğumuz Alparslan Türkeş'in beni başsız, Ülkücüleri ve Türk Milliyetçilerini Başbuğsuz bırakarak Hakk'ka yürüdüğü gün de ağlayacağım! Çok ağlayacağım! Çok ağlayacağız! O'na da ömrümün sonuna kadar ağlayacağım!
Asla şikâyetlenmeden, asla kimseye sitem etmeden, kimseye küsmeye tenezzül etmeden, sesli-sessiz içime ağlayacağım! Allah Başbuğum'a ve cümle Önden Gidenler'e, Şühedâmıza binlerce kere, yerle gökler arası kadar rahmet eylesin...
Son ağladığım İlhami Bölük'ün cenâze merâsiminden, o acılı halime rağmen dikkatimi çekecek kadar önemsediğim bir konuyu, Ülkücü kamuoyuna arz edeceğim.
Katılan, katılamayıp uzaktan Fatiha'larını esirgemeyen herkesten Allah razı olsun. Kalabalık bir cemaati oldu Sevgili İlhami'nin. Ankara'dan, Yozgat'tan, başka vilayetlerden cenazeye yetişen Ülküdaşları vardı.
MHP Eski İzmir Millet Vekili Şenol BAL Hanfendi, Mevcût MHP İzmir il Başkanı ve üç MHP Eski İl Başkanı da cenazedeydiler. Allah hepsinden râzı olsun.
Bazı arkadaşlar, uyararak bir şeye dikkatimi çektiler. MHP İzmir İl Başkanı ve diğer MHP Eski İl Başkanları, birbirlerine karşı çok soğuklardı! Kim, kimle duracağına karar veremiyordu! Yaslı, yaralı yürekler, kimle duracağını şaşırıyordu! Hangisiyle birlikte dursam bir gruptan sayılıp dedikoduya vesîle olurum endîşesiyle ben de hepsine uzak durdum!
Geçen seneler de başka Ülküdaşlarımızın cenazelerinde, bir önceki MHP İzmir İl Başkanı Musavvat Dervişoğlu'nun cenaze yerindeki bütün ülkücüler arasında mekik dokuyuşunu; kırgınını, dargınını, kızgınını, orada bulunan bütün ülkücüleri bir araya toplayışını, cezbesini hatırladım!
Sevgili İlhami'nin cenazesindeki kalabalığın arasına sessizce serpiştirilmiş ötekileştirme tavırlarını ve aralara örülen buz duvarlarını fark ettim, üzüldüm! Kırk yıllık tanıdıklarım, bana kaçak selâm verdiler!
Madem bu kadar birbirine yabancılardık, niye bir aradaydık? Benzer şekilde niye ağlıyorduk? Madem hepimizin aynı yerimiz, aynı şiddette acıyor ve benzer şekilde ağlıyorduk, niye o kadar birbirimize yabancıydık?
Hay'da, vay'da, toy'da bir olup kaynaşamayacak kadar mı yabancılaştık birbirimize? Bu kadar yabancılaşmış, ötekileşmiş "ben"lerden, "biz" çıkar mı? Zor galiba!
Birbirimize gönül kapılarımızı geciktirmeden açmazsak kaybeden hepimiz ve bizimle birlikte millet olur! Yazık olur! Günâh olur! Vebâl olur vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 23, 2012

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ BÖLÜĞÜ, BÖLÜK'SÜZ!...

Bu susuş, sükûtumuz ikrârımızdır! Tevekkülle teslîmiyetimizdir.
"İnna lillâhi ve inna ileyhi raciûn."(Biz Allah içiniz ve sonunda O'na dönüp gideceğiz. Bakara-156)
Bir Ülkü Devi daha Hakk'ka yürüdü.
Bir Ülkü Devi daha, fâni dünyada susarak ebediyyete intikâl etti.
Birinci 12 Eylül öncesinin sıcak çatışma ortamlarının Bozkurtlarından Kıymetli kandaşımız İlhâmi BÖLÜK vefat etti! Ankara -eski Yükseliş- yeni Gazi D.M.M. Akademisi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu...
Birinci 12 Eylül öncesi, Ülkücülerin âteşle imtihân döneminde İzmir Ülkücü İşçiler Derneği Başkanı...
Tarım Kredi Kooperatifleri'nde değişik kademelerde çalıştı.
Görüldüğü her yerde Ülkücülüğü ve MHP'yi çağrıştıran, hatırlatan bir ömür yaşadı! Istırap çekti, ses çıkarmadan, şikâyetlenmeden, asla kimseye küsmeğe tenezzül etmeden yaşadı!
Evli üç çocuk babası İlhami BÖLÜK, artık yok!... Aslen Yozgatlı olan bu Yiğit Türk Milliyetçisi, severerek seçip yerleştiği, ailesi ve çocuklarına memleket ettiği Urla'ya defnedilecek...
Çalabı'm, Tanrı'm, Hüdâ'm, Allah'ım yattığı yerde utandırmasın. Sevdikleriyle haşr'etsin...
Son zamanlarda çok rahatsızdı İlhami!...
Aylardır, vefakâr eşi, bir başka Ülkü Devi Hatice BÖLÜK'ün ve üç oğlunun gözetiminde hastanee yoğun bakım ünitesindeydi!
Sanalağdan hastalığını duyurduğumuzda yakın vilayetlerden bile ziyâretine gidip, yoğun bakımda olduğu için görüşemeden dönenler olmuştu. Allah hepsinden râzı olsun...
Bu susuşumuz, sükût ve ikrârımızdandır işte!
Sözün bittiği, tevekkülle teslîmiyetin gösterileceği andayız. Hatırladıkça Fatiha ikrâmımızı yapıp ağlayacak ve gördüğümüz her ağlayanda İlhami'mizi hatırlayacağız ömrümüz kadar...
Ölümlü, fâni dünyada küsmeyi meslek edinmişlerimize kızsam mı bilmem ki? Süvarilerle jokeyler arasındaki farkı bile bile, davranışlarıyla bunu belli etmeyen siyâset yarışçılarına bir şey söylesem mi bilmem ki? Söylesem susmak kadar etkili olur mu ki?
Sevgili İlhami'nin bedensel fizîki şikâyetleri bitti! Vatan Ana'nın toprak bağrında sonsuz uykusuna uyudu!
Rahat uyu İlhami Can!
Hiçbir ordu komutanının, generalin, hatta paşanın ordularla hükmedemeyeceği kabadayı Türk yüreklere muhabbetinle hükmetmeyi başaran ender Sevgi Erlerindensin bilenim, şahîdinim!...
Kimlerin, ne ayıplarını, asla fâş etmeden kendinle sonsuzluğa götürdün bilenim, şahîdinim!...
Sen'in anlatmadan kendinle götürdüklerini, Tanrı'm şahîdim olsun ki ben de anlatmayacağım! Anlatmaya niyetlenenlere de haberim olursa mani olacağım söz!...
Bir önceki yazımda; "Dünümüze tanık, yarınımıza kefîl bir kuşak olarak öyle azaldık ki!" demiştim! Bir kişi daha eksildik!
Bu eksilmemize sevinen olabilir mi? Olur! Onları Allah'a havâle ederiz!
Her geçen gün birer birer eksilen, emektâr kuşağı; görmezden gelenlere, yok farzedenlere, bir neslin emeklerini inkâr edenlere ne diyebiliriz, ne demeliyiz? Vallahi bilmiyoruz!
Onlara bedduâ da edemeyiz!
-Nefsimden kötüsü yok- Eğer onlar kötüyse bizim kötülerimiz! Eğer biz kötüysek onların kötüleriyiz! Kötülerine sahip çıkmayan kime, kim, iyilerini vermiş ki, bize de versinler?
Bütün Şehitlerimize, "Önden Gidenler"imize, Başbuğlarımız'a ve İlhâmimiz'e Tanrım rahmetler eylesin.
Ülkücü Camianın başımız sağ olsun. Allah ailesi ve çocuklarını muhafaza etsin...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

HER SÜKÛT, İKRÂRDAN MIDIR?

Madem sustuk!.. Tanrı'dan ve ecelden gayrı hiç bir beşerin susturmaya gücü yetmezken madem sustuk, sükûtumuzun ikrardan olup olmadığı bilinsin bari!
Madem bir ömür gayretle Ülkücülük sıfatını kazanamadık! Madem artık hâris heveslilere hîbe ettiğimiz siyâsî kimliğimizin hesabını da sormayacağız! Suskun davranalım bari !...
Sükûtumuzun sessiz bir isyân olduğunu, yalnız kurtluğu gönüllü seçtiğimizi, yalnız kurtun ömrünün kısalığını bildiğimizi ama ömürlerinin kurtça olduğunu gösterelim!
Dünümüze tanık, yarınımıza kefîl bir kuşak olarak öyle azaldık ki! Aileleştik, fert fert çoğaldık ama azaldık! Birimiz buradaysak diğerimiz, oradan da uzağız!
Aramızdaki mesâfe uzadıkça güçlenen muhabbet ve sadâkatimiz yüzünden sürüler, yalnız kurtlardan korkar oldular!
Keşke korkmasalardı! Keşke bizim teşkilat âdâbına ve yoldaşlık edebine namusumuz kadar sâdık olduğumuzu bilselerdi!
Rekâbete girenlerin, şartlara; at yarışlarına girenlerin hipodromlara göre at ve jokey seçmeleri doğal! Hiç bir süvâri, jokeyliğe heveslenmeyeceği için yarışa girenin ne seçtiği ata, ne de jokeye itiraz etmez! Çünkü süvari ile jokey, farklı karakterler! Süvâri atından başkasına binmez, süvarinin atı da sahibinden başkasına bel vermez! Oysa jokey her ata biner, yarış atı her jokeye bel verir!
Keşke bilselerdi ve seferin süvarisiz bitmeyeceğini, jokeyle sefere çıkılamayacağını; her jokeyin, her yarıştan sonra bir başka hipodrom ve bir başka at sahibine yöneleceğini, işlerinin bu olduğunu, geldikleri yere gitmek için geldiklerini bilselerdi! Keşke!...
Madem, "25 yıldır herkes Ülkücü Hareketten alacaklı, bir verecekli bulamadık!.." haksız siteminin sahibi ve duyan herkesi inciteceğini bilmeyenlere inat, geçmişte onurla, gururla, Türk vakarıyla yaşananları; Önden Gidenler'in şanlı mücâdelelerini susamış gönüllere sunarak sessizleşiriz biz de! Ve birilerini suçlayarak sitemi mahâret sayanlara inat, Allah Rızası'ndan gayrı bir şey beklemeden, sessizce seferi takip ederiz!...
24 Haziran 1995 günlü Milliyetçi Çizgi Gazetesi'nde Yakup AVCI'nın "NEREDESİNİZ?" yazısına cevaben yazdığımız yazının eki olan bir şiirimizle maziden günümüze, susalım!...

ÜLKÜ DEVLERİ'NE

Bir bıçak saplanmış tam yüreğime,
Çıksa kanayacak kalsa sancıyor!
Bir Ülkü hapsolmuş tüm benliğime
Çıksa incinecek kalsa sancıyor!...
.......... Acep cüce miyim, Ülkü Devi mi?
.......... Zindânım etmişim kendi evimi!
.......... Gözümün bakışı kin mi, sevi mi?
.......... Baksam tiksinecek, yumsam sancıyor!...
Bir zamanlar Allah rızâsı vardı
Gönlümüze bütün âlem sığardı
Utanıp sakalım saçım ağardı,
Tarasam incinir, kessem sancıyor!...
.......... Dünyayı kapladı arsızla nursuz
.......... Hani bizden idi güzel kusursuz
.......... "Ülkücüyüm" diyor namert uğursuz
.......... Ülküm inciniyor, dâvâm sancıyor!...
Yüreklerde sızı, kucakta canlar!
Cephede kalanlar, evlerde kanlar!
Hani atlananlar pusatlananlar?
Gönlümde savaş var canım sancıyor!...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAn

Çarşamba, Mart 21, 2012

NEVRUZ KUTLU, BAYRAM MÜBÂREK...

Sükûtun, sağır kulakları patlatabilecek kudretteki nârâsını anlatmak gerek! Ehl-i dîlin, erbâb-ı kelâmın, söz ehlinin, sür'atle biraraya gelmesi lâzım!
Bindirilmiş kıtalardan oluşan, çıkardıkları ses gürültüden sayılan kalabalıkların yanında, birer kişilik sükûtla nârâ atan fikir savaşçılarının farkında olmak gerek!
Bu birer kişilik savaşçılar olmasa, Mehmet Akifler, Mehmet Eminler, Ziya Gökalpler, Faruk Nafızlar, Nihal Atsızlar olmazdı! Bu birer kişilik karakter orduları olmazsa, milletlik olmaz, milletin sesi duyulmazdı!
Bu birer kişilere, bir kişi muâmelesini ancak aptallar yapar!
Çünkü bu bir kişiler, bir kişi olarak konuşurlar ama binlerce kulağa hitap ederler! "Söz bir gönülden çıkar, bin gönülü hizâya sokar." diye sözün kudretini anlatan bir söz var ya, bunu da bir kişi söylemiştir! "Söz, bir yürekten kopar, binlerce yüreği târ u âr eder!" diye bir söz var ya, bunu da bir kişi söyler! Bu birer kişilik "karakter orduları"nın sükûtuna dikkat gerek! Bunların sükûtundan, gök kubbe patlar! Bu birer kişilik karakter ordularının sükûtları, ikrârdan değildir! Bu sükût, isyândır! Bu sükût Kutsal İhtilâl'in işâret fişeğidir!
Türk dünyasında "Kara Bayram" denilen bir gerçek vardır! Bir kişinin yasıyla kesişen bayrama, "Kara Bayram" denir! Bayram günü, öncelik "Kara Bayram"lı kişiye gidilerek onun yasını paylaşıp bayramlaşmak olur!
Türk Milleti'nin 4649. ncusunu idrâk ettiğimiz Nevruz Bayramı'ndayız! Kutlu olsun! Türk Dünyasının nabzının vurduğu yerlerden Anadolu'nun, Türkiye Türklüğü yaslı! Afganistan'da 12 kere daha öldü Türkiye Türklüğü! Dört İncili temsîl eden NATO bayrağı altında 12 Millet Evlâdı, Devletinin verdiği görevini yaparken Hakk'ka yürüdü!
"Sizden olan ulü-l-emre itaat edin." hâdisini unutan, bizden olmayan bazı dinciler, Allah pazarlayanlar, 12 Şehîdimize dil uzatma edepsizliğinde bulunuyorlar! "Afganistan'da ne işimiz var?" diye gûya sorguluyorlar! Bozuk saatin günde iki kere zamanı doğru göstermesi gibi, Hükümet temsilcisi de; "NATO çekilse bile biz Afganistan'da kalacağız." diye cevaplıyor ki doğrudur! 3. ncü Bin yılda Asya'yı hristiyanlaştırma Haçlı oyununun farkında olan Türk Milleti, Teşkilât-ı Mahsûsa'nın, MAH'ın ve devâmı olan MİT'in en sağlam örgüsünü, yüzlerce yıl öncesinden Orta Asya'da atmıştır. Türk ırkının menşe'i, ana kaynağı, gözesi Orta Asya'nın gözden uzaklığı dolayısıyla gönülden uzaklığı asla söz konusu değildir...
Türk Dünyası'nın Türkiye Türklüğü, yaslıdır! Türkiye'nin Kara Bayramı'dır ama bayramdır! Türk Dünyası'nda 4649. ncusu idrâk edilen Ergenekon'dan Çıkış'ın, Yeniden Doğuş'un, Varoluş'un, baharın bayramıdır! Kutlu olsun! Kıyâmete kadarda sürsün inşaallah...
Bugün -yaslı olmama- Kara Bayram'ımız olmasına rağmen telefona sarıldım. Kendime yakın bildiğim, beni kendilerinden sayan Kandaşlarımı arayarak; "Nevruzunuz kutlu, Bayramınız mübârek.." dedim. Bayramlaşma iletilerini ve telefonlarını onurla kabûl ettim. Bunu yapmak lâzım. Bayramlaşarak bayrama bayram özelliği vermek lazım.
Türk dünyası ve Anadolu'nun her yerinde vakitsiz uluyan it, uğursuzluk sayılarak dövülür ama kurt uluması, tedbîr gerektirir! Bindirilmiş kıtaları, -sözde- özerk sayılan yerlerde meydanlara toplayarak vakitsiz uluyan itler ma'lesef var! Milleti temsîlen bu uğursuz itleri susturmak elbette Devlet'in, Devlet'i temsîlen de Hükümetin işidir. Sinekten yağ çıkarmak kurnazlığıyla da olsa birşeyler yapılıyor! "Yetmez ama EVET!" budur işte!
Yönetim Türk olsa elbette itlerimiz vakitsiz uluyamazlardı. Baytarlarımız gününden önce inlemeye başlamış itleri aşılar, tedâvi ederlerdi! Şimdilik; "Sizden olan ulü-l emr'e itaat ediniz." Hâdisi gereği sükûttayız!
Günü geldiğinde Türk Milleti'nin sükûtunu sese dönüştüreceğinden asla şüphemiz yok!
Cemre toprağa düştü! Yer nefeslendi! Semeniler yeşerdi. Bahar geldi ve Ergenekon'dan Çıkış'ın 4649. ncu yılını idrâk ediyoruz. Kutlu olsun, kıyâmete kadar sürsün vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 19, 2012

MİLLÎ SABRI TAHRÎK!...

On yıl önce AKP'ye sıfırlanmış terörle teslîm edilen Türkiye'de; Kürtlerin % 80'inin, Türk Milletinin % 90'ının memnûn olduğu, bir huzûr ortamı yakalanmıştı!
Madalyalı Kahramanlar, göğüs kabartıyordu! Şehitlik ziyâretlerinde ağlamakla gurûr birlikte yaşanıyordu! Çocuklarımız Vatanî göreve; "En büyük asker, bizim asker!" nidâsı ve davul-zurnayla gönderiliyordu! Gâziler baştacıydı! Şehît Aileleri, kutsal emânetlerdi!
Türkiye'nin heryeri Anadolu ve halklar, Türk Milletiydi. Milletliği ile gurûrlu; "Ne mutlu Türk'üm diyene" derken onurlu Türk Milleti, devletini kutsardı! TBMM'inde Türk milliyetçiliğinin, Millî Görüş adıyla dinciliğin, liberalizmin, demokratik solun, sosyal demokratların partileri vardı! Bugünün siyasallaştırılmış taşeronları, bölücü eşbaşkanları, sosyal demokratların ve Millî Görüşçü dincilerin listelerinden Meclisteydi! Ve soyadı; "Niye Türk?" diye merak edilmezdi!
Liyâkatsız bir acemînin MGK'da -kendini atayana- Anayasa kitapçığı fırlatmasıyla Huzûru Sonlandırma Operasyonunun komut düğmesine basıldı! Toparlanmak üzere olduğumuz on yıl bitirildi! Başlatılan meşhûr ekonomik kriz! Peşine Başbakanın; "Niye teslîm edildi anlayamadım!" diyerek öldüğü apo âdîsinin teslîmi! Peşine DSP'nin ortadan ikiye ayrılması! Peşine 28 Şubat'ın AKP Ebeliği ve SP'nin satırla ikiye bölünmesi! Hem sol cenâhta, hem dinci cenâhta; "Gelenekçi ve Yenilikçi" çekişmeleri! Peşine MHP'nin erken seçim resti!... Ve 70 günlük AKP'nin, 'dolma kalemler'in "Muhtar bile olamaz!" tahrîkine, milletin;"İnadına Tayyip!" sloganıyla başımıza musallât ettiğimiz, AKP kaosu!
Baykal'lı CHP desteği ile Siirt seçimlerinin iptâli ve "Cumhûriyet Mağdûru(!) Tayyip"in, önce BOP Eş Başkanı, sonra Siirt Milletvekili, sonra Başbakan, sonra "İleri Demokrat Sultan"lığı!...
Kürt Açılımı, Daha Fazla Demokrasi ve Milli Birlik Projesi denilen; "Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi" diye açıklanmış Haçlı yayılma plânının uygulaması! Irak'a bir milyon Baasçı arabın katli, yüz binlerce Müslüman kadının-kızın ırzına tecâvüzle getirilen demokrasi! Sonra "Arap Baharı" diye, "Adâlet ve Kalkınma Harekâtı" adlı yıkım isyânları! Saddam'ın hall'i, Üsâme bin Ladin'in katli, Kaddâfi'nin linç edilişi!... Sûni bahar sürüyor, sırada Suriye ve İran!...
Bunlar olurken biz de; belediye otobüslerinde yakıldık! Dersanelerde, park yerinde çoluk çocuğumuzla bombalandık! Anadolu'nun göbeğinde, Karadeniz Bölgesi'nde PKK saldırılarına muhatap olduk! Onar onar şehit verdik! Özerklik ilan edildi! Sokaklarımız yangın yeri! Sınır ötesinde de, sınır içinde de, metropollerde de, Güneydoğu Anadolu'da sokak ortasında kafamıza sıkılarak ha bire öldük-öldürüldük!
Adına "İstikrâr ve Huzûr" denilen İleri Demokrasi sayesinde, yurdumuzda ölüp-öldürüldüğümüz yetmez gibi "Dört İncil"i temsîl eden NATO bayrağı altında Afganistan'da da 12 kere daha öldük!
Afganların, İstiklâl Harbi'nde günlük iâşelerini bile bize gönderdiklerini, Türk Milletine sevgisini biliyoruz! Hiç unutmadık ama Irak'a bomba(!)larla atanmış Talâbani ile Afganistan'a atanmış Karzai ile BOP Eş Başkanı R. T. Erdoğan arasındaki müthîş benzeşmeden sonra; "Afganistan'da niye öldük?" sorusunun cevâbı, yok!
İstanbul Valiliği koordinesiyle yapılan; "Saka Eli Yakutistan'dan Balkanlara kadar bütün Türklerin ortak bayramı ERGENEKON'DAN ÇIKIŞ'ın 4649. YILI/ Yeni Gün/ Ulusun Ulu Günü/ Nevruz Bayramı Kutlamaları" ndan binlerce yıllık Türk Bayramı olduğu şüphesiz olan Nevruz'un, tarihini değiştirerek KCK/BDP'nin kalkıştığı isyâna, "İleri Demokrasi" diyen AKP'yi anlayabilmek, artık mümkün değil!
Tarihle yaşıt Türk Milleti'nin, bir daha ölmeye niyetlenirse -meselâ yıldönümü olan Çanakkale'de 253.000 kişi şehît olurken 750.000 kefereyi yok ettiğini hatırlatarak- neler yapabileceğini altını çizerek hatırlatırız! Millî sabırla daha fazla oynamayın vesselâm!...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 17, 2012

AÇILIMIN DEMOKRATİK SAÇILIMLARI!...

"Has..tirin! Has..tirin!"
Yıllardır, ite bulaşmaktansa çalıyı dolaşalım dedik!
Tavrımızı, itin değil sahibinin hatırını saydığımızı, komşular anladı, komşu olmadığı halde duyanlar anladı ama it, itliğinden olsa gerek anlamadı! İlla beline sopa istiyor, illa hayvanseverler tarafından kısırlaştırılıp kulağı küpelenerek sokaklarda kalmak istiyor!
İte kızsak; "Hoşşt!"tan başka itin anlayacağı kelime bilmiyoruz! Ürümesini, çocuklarımız korkmasın diye ciddiye alsak belinde sopa kırmamız lâzım o zaman da hayvanseverler cırlayacaklar!
Ettiğiniz kadar bulasınız AKP'liler! Gördünüz mü "açılım"ınızın sonucunu? "Uyarıyorum! Polisler karakollardan, emniyet müdürlüklerinden çıkmasınlar!" tehdîdine boyun eğecek misiniz? Ettiğiniz kadar bulasınız!
Biliyor ve inanıyorum ki Allah(c.c.), sizi önce bu dünyâda rezîl ve fâş edecek, ettiklerinizin ahrette de bedeli belli!
Komşuyu, komşudan soğutup birbirine düşürdünüz! Allah sorsun!
Hani siz siyonizme, Haçlı yayılmacılığına, "Avrupa garsonluğu"na, ABD emperyâlizmine karşıydınız? Hani siz; soydaşlığa, kandaşlığa, boydaşlığa değil din kardeşliğine bakardınız? Ne oldu dindaşlığınıza, dindârlığınıza?
İsrail'in Filistin'e uyguladığı psikopat soykırıma izleyicilik yapan, siz!
Afganistan'da, Balkanlar'da, Karabağ'da Haçlının bizzat veya destekleriyle yaptığı müslüman katliamlarına izleyicilik yapan, siz!
Irak'a demokrasi getirmek yalanıyla bir milyondan fazla müslümanın katledilmesine, yüz binlerce müslüman kadının-kızın ırzına tecâvüz edilmesine seyircilik yapan, siz!
Sadece seyircilik yapsanız kanıksamıştık! Müslüman katliamları yapan Haçlı Ordusu ABD'lilere dua eden, alkış vuran, siz!
"Mücahit Erbakan" Hocanızın önünde diz çöktüğü Kaddafi'yi linç eden işbirlikçilere Haçlı ile birlikte saldıran, siz! Kaddafi'nin linçini seyredip başkalarını aynı sonla tehdît eden, siz!
Suriye'ye ABD adlı Haçlı'ya vekâleten operasyon hazırlığında olan, siz!
"Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi"nde; "Bize de bölgede verilmiş görevler var! BOP Eş Başkanıyız!" diye övünerek aralarında Türkiye'nin de olduğu 22 ülkenin sınırlarının değiştirileceği açıkça söylenen projeye Eş Başkanlık eden, siz!
Açılım, ileri demokrasi, milli birlik projesi diye iki günde bir adını değiştirdiğiniz Haçlı diktesi projelerle Türk Milletini halklara bölüştüren, ayrıştıran siz!
Atatürk'le dövüşen, Cumhuriyetle hesaplaşmaya oturan, paramparça edilmiş, paylaşılmış bir imparatorluk molozlarından Milli bir devlet çıkaran, devrin şartları gereği yargılayıp idam ettiklerine vatan hainlerine iade-i itibar edip güya tarihle yüzleşerek emekleri inkâr eden, nankörler, siz!
Dokunulamaz ettiğiniz şımarık bölücülerin, hakaretlerine, küfürlerine seyircilik edip sırıtan, siz! Şımarttıklarınız kuduzca saldırmaya hazırlanıyorlar! Yüzlerce yıldır Müslüman Türk Dünyasında Mart'ın 21'inde kutlanan Nevrûz Bayramı'nın gününü değiştirerek size ve şahsınızda devlet'e resmen başkaldırıyorlar! Güvenlik güçlerine; "Karakollardan çıkmasınlar!" tehdîti yapıyorlar!
Bu devletli, teamüllü Türk Milleti, size rağmen devletinden vaz geçmez! Sokakta bulmadığı Devletini ve Vatanını bu ağzı salyalı kuduzlara bırakmaz!
Eğer BOP Eş Başkanı olarak; "Cambaza bak!" etmiyorsanız, bu başkaldırıya şiddetle ve sür'atle yanıt veriniz! Aksi halde Türk Milleti; bu şımaran komşularının kulağını çekmeye niyetlenirse arada size de ziyân dokunur! Sel de sudandır ama hayat vermez bilirsiniz!
Türk Milleti'nin öfke homurtularını duyun ve aptallara da duyurun! Çünkü onlar, herşeye rağmen sizi dinlerler, biliyoruz vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YOLCU YOLUNDA GEREK...

Önce kıssamız:
Erenlerden biri, tahsîlini tamamlamak için bir mürîdiyle Horasan yolundadır. Zamâne gereği yolculuk yayan yapılır. Geceler, güzergâhtaki hanlarda konaklanır. Hanlar, kültürlerin buluştuğu, adetlerin karıştığı, fikir alış-verişlerinin yapıldığı yerlerdir.
Bir handa konaklarlar. Yolcunun biri, selam sabahtan sonra sorar:
- Hayr'ola Erenler, yolculuk nereye?
- Horasan'a... Soruyu soran, hiddetle köpürür:
- Allah kahretsin! Saçından sakalından utan! Horasan'da herkes işte, işrette! Herkes sarhoş! Bu yaşınla sende mi işe-işrete gidersin? Yazıklar olsun!...
- Haklısın evlâdım!... Diye mırıldanarak boyun büker Bizimki!...
Bir başka gün, bir başka handa, yolculardan biri gene sorar:
- Yolculuk nereye erenler?
- Horasan'a... Cevâbıyla bir zılgıt daha başlar:
- Yazıklar olsun! Horasan'da Allah'ın cebinden Peygamberi çalarlar! Elini versen kolunu alamazsın! Herkes çalıp çırpma yarışında! Sende mi çalmaya gidiyorsun?...
- Haklısın, biliyorum, Allah bilir evlâdım... ve sükût!...
Bir başka konaklama, bir başka han... Meraklı biri yine sorar:
- Hayrola? Yolculuk nereye?
- Horasan'a... Cevâbı üzerine:
- Allah yolunuzu bahtınızı açık etsin. Horasan tam size göre Erenler. İlim-irfan orda, edep-erkân orada. Huzûr, sükûn şehri Horasan...
- Haklısın biliyorum evlâdım. Allah râzı olsun... İstirahâte çekildiklerinde mürît dayanamaz:
- Üstadım! Biz nereye gidiyoruz? Bu Horasan nasıl bir yerdir? Diye merakla sorar:
- Sen de haklısın evladım!... Horasan, büyük bir şehir. Ne tür insan ararsan bulunur. İlk karşılaştığımızın kendisi sarhoştu. Horasan'da kendisi gibi sarhoşları bulur ve bütün Horasan'ı sarhoş zanneder! İkinci karşılaştığımız, hırsızdı. O da Horasan'da kendi gibi hırsızları bulur ve bütün Horasan'ı hırsız zanneder! Üçüncü karşılaştığımız ise edepli bir insan. O da Horasan'da kendine benzerleri bulur ve bütün Horasan'ı, kendi gibi zanneder! Biz böyle büyük bir şehre, Horasan'a gidiyoruz evlâdım!...
Kıssadan hissemiz: Büyük ve büyümeye devam eden şehirlerdeyiz. Bu şehirlerde; kim, neyi ve kimi ararsa bulur, buluşur. Biz de, benzerler olarak bir aradayız, varız. Bizi de hor görüp incitenler de var, muhabbetle kucaklayanlar da! Biz ise tamamına muhabbetliyiz insanların! Çünkü biz Allah rızâsı için Türk Milliyetçileriyiz.
Çünkü; " Bu memleketin Reîs-i Cumhûrundan genelev kadınına kadar insanının mes'elesi, mes'elemizdir." diyerek yola çıktık biz! Hırsızı, hırsız eden sebebi; sermâye kadını, sermâye eden sebebi; siyâsetçiyi, yalancı eden sebebi; döneni-değişeni-gelişeni döndüren sebebi mes'elemiz bilerek yola çıktık ve yoldayız!
Yorulanlar oldu, olsun! Yolda kalanlar oldu, olsun! Giden gitti, gelen geldi! Herkesin sustuğu yerde biz konuştuk, herkesin kaçtığı yerde biz saldırdık! Her hâlükârda vardık, varız.
Biz, birbirimize de yeteriz Allah'ın izniyle hedeflediğimiz sebeplere de!
Binlerce yıllık teâmülümüzle acelesiz bir tempoyla seferdeyiz. Rehberimiz Kur'ân, hedefimiz Tûran'dır. Ne Bayrağımızı indirttiririz, ne bir çakılımızdan ne de bir Kürdümüzün saçının telinden vazgeçeriz! Gayret bizden, nusret Çalap'tan!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mart 16, 2012

"BİZ KENDİMİZE ZÛLM EDENLERDENİZ!"

Aklım uçtu!
Çâresizlikten ve öfkeden mîdem bulandı!
Adana'da eşi bir yıldır işsiz olan çâresiz bir kadın, Emine Akçay; elindeki son 6 TL. ile oduncuya gidiyor! Oduncu, nasıl merhâmete geliyorsa 6 TL.'yi almadan 10 kilo yaş odun veriyor! Evde yaş odunu yakamayan, araba lastiğini parçalamaya gücü yetmeyen Anne, saç kurutma makinesini çalıştırarak bebeğini ısıtmaya çalıştıktan sonra kendini asarak intihâr ediyor! Ağlayarak koşuşan 1o yaşındaki diğer çocuğunu gören bir komşusu, Kadının cesedini buluyor!!!
Cennetin anahtarı annelerin ayakları altında biliyoruz!
Dindâr-kindâr gençlik hayâl eden BOP Eş Başkanı Başbakanımız da biliyor ve televizyonlardan "Annelerin ayaklarının altı öpülmeli ben Annemin ayak altını çok öptüm!" diye bütün Türkiye'ye duyuruyor, yapmış ta, duyuracak ta!
"Güzel şeyler olacak!" vaad eden bir Cumhurbaşkanı, "Yaşamın bütün alanlarında Türkiye'nin bugün uluslararası camiada örnek gösterilen bir ülke haline geldi"ğini iddia eden bakanlar, aynı zamanda "Ananı da al git!" iltifatının da mûcidi, çatkapı gecekondulara girerek televizyonlardan halk adamı gösterileri yapan dind3ar bir Başbakanımız varken Adana'da çocuklarını ısıtamama çâresizliğine tahammül edemeyen bir Anne, kendini asıyor!
Ulan neredesiniz; "Deniz Feneri"ciler!
Ulan neredesiniz; "Orada Kimse Yok mu?"cular?
Ulan neredesiniz, Türkiye'yi dar'ül-harp ilan edip vergi kaçırmayı dîn gereği sayan Allah ile Aldatanlar, neredesiniz?
Ulan neredesiniz oy için yiyecek paketleri dağıtan particiler?
Adâletin bu mu senin Kalkınma Partisi?
Sekiz aydır kirasını vermemiş o kadıncağızın halini gören bir AKP'li dindâr-kindâr yok muydu? Yoksa o kadıncağız ve eşi, AKP'li değiller miydi?
İktidarı, muhalefeti Adana'nın toplam 14 Milletvekilinden birinden birinin yakını, danışmanı, partilisi, bu kadıncağızın halinden haberdâr değil miydi?
Canımın acısından soru mu şimdi benim sorduğum da?!!! Bir kişinin haberi olsa bu kadıncağız, bu işkenceyi çeker miydi?
Ve biz! Ve biz!
Bu aymazlığımızla bu duyarsızlığımızla bu Kadıncağız'ın halini konu edenlere karşı AKP'yi savunmaya soyunacak vicdân fukaraları da, onlara muhalif herkes te insanız diye dolaşmaya devam edeceğiz değil mi?
Van'da deprem çadırlarında insanlarımız cayır-cayır yanar!
İstanbul'da inşaat şantiye çadırında işçilerimiz cayır-cayır yanar!
Halk otobüsünde PKK'lı alçakların molotoflarıyla gencecik kızlarımız cayır-cayır yanar!
Sokaklarımız yangın yeri! Ve bu utanılası kahredesi cehennem sıcağında, Adana'da çocuğunu ısıtamayan bir çâresiz Anne, canına kıyar!
Heeeey!
Burası cehennem mi?
Yeryüzü Cenneti tarifli ülkemizi, Şühedâ emâneti Cennet Vatanımızı kim cehenneme çevirdi?
Dinden geçinen kindâr-dindârların tarifine göre yedi tabakalı Cehennemin hangi tabakasında yerimiz bizim?
Bu utanmazlıkla, bu paylaşımsızlıkla, bu duyarsızlıkla hâlâ cennet uman var mıdır? O Kadının komşuları, cehennemi bile murdar etmezler mi?
Ya Rabbi! Aklımıza mukayyet ol demeyeceğim! Al aklımızı bâri günahtan sorumluluktan kurtulalım! Bu akıl, bize yük!
Biz akletmeden taşıdığımız bu yükle kendimize zulm edenlerdeniz!
"VE TEVEKKEL A'LALLAH" (Vekil olarak Allah yeter-Ahz'ap-3)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mart 15, 2012

KARAKOÇ'A...

"Yatan değil vâdesi yeten" biliyoruz! Allah'tan gelene tevekkülle râzıyız!
Râzı olmasak ne yazar? O da işin asıl incitmeyen gerçeği...
Daha dündü!
12 Eylül'ü "İkinci 12 Eylül" edişimiz, referandumculuk oynadığımız daha dündü!
Referandum sürecinde, nasıl başardıysa AKP'yi aklayanlardan biri, Abdurrahim Karakoç; "Allah (c.c.) ruhları yarattığında Bezm-i Elest meydanında sorar: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' Mü’minler, 'beli (evet) rabbimizsiniz' cevabını verirler... Münkîrler, yani inkârcı şeytan ve şeytanın çırakları 'HAYIR' diye bağırırlar... Hadi arayın da bulun bu 'Hayır' cevabının içinde hayırı... Cin olmadan adam çarpmaya kalkışanın halini gördünüz mü?" diye sanki Bezm-i Elest Meydânında îman oylamasına çağırır gibi "Hâyır"da hayır uman bir sürü mütedeyyîn ehl-i takvâyı incitmişti!
Abdurrahim Karakoç'un; "Lambasında alev üşümeğe" başlamış! Hastaymış Allah şifâsını versin!
Duyunca duygulandım! Hastalıkla, ölümle intikam olmaz!
Hz. Ali(r.a.)'den; "İyiliğe iyilik her kişinin, kötülüğe iyilik, er kişinin işidir." diye öğrendik!
"Ben: Gönlü aklına uymayan deli..
Ben: Az düşünceden doymayan deli..
Ben: Beni ben diye saymayan deli..
Bırakın, ben benden uzaklaşayım. "
diyen Karakoç hastaymış!...
Selâmım var dualarımla birlikte şifa niyyetine! Becerebilirsek birlikte dalgalarla dalga geçelim isterim!

KARAKOÇ'A

Bir yürek seferin son durağında
Binmek için vasıtâyı bekliyor,
Gözleri yollarda, söz dudağında
Gözleri titriyor, sözler tekliyor,
Söylenmemiş sözler, cüz'ü bekliyor...

Bağban gülü budar, bülbül kesemez!
Yele kızan kızgın sümbül esemez!
Yağmur seven rutûbete küsemez!
Küsülen, yatakta selâm bekliyor,
Bekleten küsen de, kelâm bekliyor!

Hiçbir rüzgâr, kafasınca esemez.
Hiçbir bağban bir kanlıyı kesemez.
Seven, -zordur- sevdiğine küsemez!
Hasta heves ile fecri bekliyor,
Son nefes, beden de emri bekliyor...

Biz de kızdık! Biz de yazdık yazınca.
Her dosta üzüldük yoldan azınca.
Bir iz üstündeyiz keskinden ince!
Bir yolcu Sırat'ta sıra bekliyor,
Berzah Âlemi'ne kurra bekliyor!...
15 Mart 2012/ İzmir
Bütün hastalara şifa dileklerimle...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

SEVGİ, HÜCREYE SIĞMAZ!

Söz konusu insan olunca bütün insânî değerler ve kavramlar insânîleşiyor ve izâfîleşiyor! Yani kişiden kişiye değişiyor!
İyinin, doğrunun, güzelin; kötünün, yanlışın, çirkinin tarifi tek ama bu tek tarifli kavramların, şahsîliği söz konusu olunca, sayısız tek tarifli "yanlış doğrular" veya "doğru yanlışlar" oluşuyor!
Başka türlü olsa yasaların suçladığı kişilerden kamu vicdânında kahraman oluşabilir mi?
Başka türlü olsa; menfaat birlikteliği içindeki çoğunluğun güzeli, doğrusu, iyisi, âdili, bir başka insana kendini zemm'ettiği için öteleyerek zûlmedebilir mi?
Zâlimden iyi, mazlûmdan merhâmetsiz olabilir mi?
Dört ay, özel ofisinden daha lüks döşenen sekreteryalı, ahçılı, hizmetçili bir ilçe cezaevindeki istirahattten bile rahat günler bahânesiyle mazlûm edebiyâtı zirvelerinden asla inmeyen biri; bir yıldır tek başına, beton bir hücrede üşüyen, soğuk beton görüntüsünün içini üşüttüğü; bir can yoldaşına, müspet elektirik alabileceği uçamayan bir cana ihtiyaç duyan bir kadına yapılan işkenceleri görmezden gelen birinde mazlûmluk, masûmiyet, merhâmet, insâf, adâlet, dindârlık duygularının varlığından bahs'edilebilir mi?
İnsânî ve izâfî tavır ve tanımları, mahâretle kendinde toplamayı başaran, iki uçlu ve iki ucu da hoş olmayan/olamayan bir tanımı, başarıyla taşıyan birinden başka ne beklenir ki?
Nesîmi'nin derisinin yüzülmesine fetvâ veren, yüzülürken kanının sıçrayacağı kişinin de katline fermân verebilen psikopatlardan dindâr merhâmeti beklenebilir mi?
On yıldır kızgın nefs güneşi önündeki çatlak testiden, su beklenebilir mi?
Kindârdan dindârlık beklenebilir mi?
Kindârı dindâr zanneden -itin en karaktersizi- av köpeği misâli, görür görmez sahibini unutarak tüfeklinin yanına koşan ve tüfeğin namlusu yönüne gözünü direyerek dikilen zavallı taraftardan adâlet adına bir beklenti olabilir mi?
Türk Kadını, Türk Anası Müyesser Yıldız'a beton hücrede üşümeyi kader edenlerin, adâlet terâzisinin şirâzesi sorgulanmaz mı? Müyesser'in sevgisi, o hücreyi patlatmaz mı?
"Serçe"likten kargalığa ve kılavuzluğa terfî ettirilmiş; kaç kişinin sevgilisi olduğunu kendi de bir çırpıda sayamayacak kadar sevgi bonkörü, "İki cihanda leke"siz magazinselin; "Bir kedim bile yok anlıyor musun?" şarkısını bile duymayan sağırlara seslenmenin akılla ilgisi olabilir mi?
Bütün sorularımın cevâbının "Hâyır!" olduğunu, olacağını, olması gerektiğini biliyorum! Ve biliyorum ki bu hâyırlar da hayır var! Biliyorum ki gecenin en zifiri karanlığı, şafak müjdecisidir!
Biliyorum ki beton hücresinde beton soğukluğunu, yüreğinin muhteşem sevgi ateşiyle harârete dönüştürerek ayazla ısınan Müyesser Yıldız; Türk Milleti'nin yürek hafızâsında veya hafızâ yüreğinde tâçlanarak bir makama oturdu!
Zerrece düşüncesi olan, bir miktâr aklı olan bu makamdan korksun! Bu makama oturandan, Müyesser'den değil! Çünkü kendisi kafeste olduğu için kuş isteyemeyecek kadar kafese isyânkâr, hür akıllı, hür vicdânlı Müyesser; anne yüreği ile oğluna, evlât yüreği ile hasta annesine, evdeş kucaklayıcılığıyla eşine kavuştuğu gün, bütün mazlûm maskeli zâlimleri unutacaktır biliyoruz!
Ama Vallahi millî vicdân, millî hafızâ unutmayacak ve affetmeyecektir!
"Zûlmün karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır." öğretisiyle mütedeyyîn dindârlar, meşrû yollarla âdil hukukla mutlaka kindârlardan hesap soracaktır!
"Ol" deyince Olduran Allah'ım; Müyesser ve zûlme tabi mazlûmları, Sen koru! Sen kurtar!
Bedduâmın bini, bir para bile değil! Gerektiğinde gerekli yerde olmayan kimsenin yanında, gerektiğinde kimse olmaz! Allah müstehâkınızı versin vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 12, 2012

DUYSALAR, DİNLEYECEKLER!...

"21. asır, Türk'ün asrı olacak..", "Federasyon da dahil herşey, konuşulmalı...", "Kürt realitesini kabul ...", "Kılcal damarlara sirâyete kadar..", "Kadayıfın altı kızaracak..", "Kanlı mı olacak, kansız mı?..", "Alıştıra, hazmettire..", "Demokrasi gereken durakta inilecek tramvaydır..", "Geç kalan yer bulamaz..", "Sen ne mutlu Türk'üm dersen, birileri de ne mutlu bilmem neyim der..", "Mühim olan takvâdır..", "Her türlü milliyetçiliğe karşıyız..", "Ne yani? Bunlar âyet mi?", "Seçilmişi, atanmışlara ezdirmem!", "Tevhîdde birliği gösteren Lailâhe illallâh yeter..", "Hutbelerdeki, 'Hak din İslâm'dır! âyeti, diğer dinleri tahkîr ve tahrîk ettiği için AB yolculuğumuzda engeldir.." ve sâir, ve sâire...
Farklı zamanlarda, farklı kişilerin, farklı sözlerini hatırladım! Örnekler çoğaltılabilir! Bilerek, "Asker vesâyeti"ni hatırlatıp düşünürken bile mazlûm rolü canlandırılmasın diye; ne NATO Geralleri'nin, ne NATO'ya karşı başka paktlara sinyâl çakan generallerin, ne de milletin gönlünde özel terfî etmiş Paşalar'ın sözlerini araya katmadım! İsteyen; her sözün söyleyenini ve söyleniş zamanını hatırlayarak araya, o günün Generali veya Paşası'nın sözünü koyabilir! Arşive falan da gerek yok! Bizim kuşaktan herhangi bir okur-yazarla sohbet, temcit pilâvı gibi kırk yıldır milletin önüne sürülen bu laf salatalarını tespîte yeter!
Yine adamın biri, günün şartlarına göre çok uç bir davranışa itir'az edenlere; "Alışırlar! Alışırlar!" demişti! Peşine de; "Anayasa bir kere delinmekle bir şeycik olmaz!" demiş, "Benim memurum işini bilir!" diyerek de günümüzün yasalarla korunmaya alınmış "Benim elemânım" tarifinin yolunu açmıştı!
Elli yıldır, onar yıllık bölümlerle farklı-farklı uygulamalarla önce milleti aç bırakıp sonra "Fak-Fuk-Fon"ları devreye soktular! Acıkmışın, yemek seçmek lüksünün olmayacağını biliyorlardı! Millet olarak ne, niye aç kaldığımıza; ne de neyle karnımızı doyurduklarına bakamadık bile!
Aç bırakılan "halklar"ın; kendinden saymadığı, "ötekileştirilen halklar"ın ellerindekini gasp ederek ganîmet saymasından daha doğal ne olabilirdi ki? Sağcıların içinde dîn malzeme edilerek halklar, halkların kardeşliği, ümmet; solcuların içinde marksizm-komunizm-sosyalizm malzeme edilerek halkların kardeşliği-halklara özgürlük diye-diye ötekileştirilmeler, bizimkileştirmeler!...
Dev İftâr Çadırları'nda, milletten zorla-hileyle toplanan vergilerden dağıtılan ulûfeler!...
.....
Aslında başka bir şey yazacaktım!
Yazımı yazmadan gazete ve köşelere bakmam ama bugün Sevgili Arslan BULUT'a gözüm takılıverdi! "Türk Milleti, alt veya üst kimliğini değil; kendi öz kimliğini ve egemenlik haklarını Anayasa’da yazıyor diye kazanmadı. Önce bedelini ödedi, egemen oldu, sonra Anayasasını yazdı!" cümlesinden devamla söylenecek söz olmalı! Düşüncem buydu!
"Dertli söyleğen olur." gerçekleşerek hafızâm sözden söze, kişiden kişiye atlayarak bir tur yaptı ister istemez!
Beyler; Meşrûtiyet ilan edilmiş, Kânûn-i Esâsî kabûl edilmişti! Halîfelik ve Şeyh'ül İslâm'lık makamları vardı. Başında "Sultân-i salâtîn-i zamân Padişah" vardı ve Pây-tâht/ başkent İstanbul, işgâldeydi!
İki anlamda da uç tarifli Başkent'en Şeyh'ül İslâm fetvâsı destekli idam hülkümleri çıkıyordu ve Anadolu'da, sîne-i millette istiklâl uğruna ölümüne bir savaş veriliyordu!
Kânûn-i Esâsî'ye uygun, Sultân-i salâtîn-i zamân'a sâdık teslîmiyetçilere karşılık; "Mevzû-u bahis vatansa gerisi teferruâttır!" inancıyla dünya, herc ü merc ediliyordu!
Beyler; Bu millet, aynı Türk milleti! Bu milletin kıyâmı; sizi ve ağa-babalarınızı pây-mâl eder! Haber veriyoruz! Uyarıyoruz!
Bütün bunları da sadece Allah rızâsı için yapıyoruz vesselâm!...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mart 11, 2012

"KÎNİNİN, DÎNİNİN SAHİBİ" Mİ?!!!

Çocukken; "Eşim! seni, sine sine süren kim?" diye bir oyun oynardık. Çok eğlenirdik! Gözü kapalı ebeye kimin vurduğu bilininceye kadar, ebeye eşleri vurur ve kahkadan çeneler çıkardı!
İkinci İstibdât Dönemi'nde, aynı oyun oynanıyor ama gülemiyoruz! Herkese birbirini takip görevi veren, "İkinci II. Abdulhamit" tavırlı Başbakan'ın çalışma masası bile artık sır değil!
Ya yeniden sağ gösterip sol, sol gösterip sağ vuruluyor; ya bir daha "Eşim! Seni sine sine süren kim?" oynanıyor, ya da ne sır var, ne de sırdaşlık!
Yandaş Yaygın Basın'da, Erdoğan'ın çalışma masasındaki bir anket sonucu duyuruluyor! Haber; "AK Parti, son ayların popüler tartışma konusu olan Gençliğe Hitabe, Andımız, 19 Mayıs ve 'dindar gençlik'le ilgili halkın görüşünü aldı, ortaya ilginç sonuçlar çıktı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sunulan ankete göre 'dindar gençlik' söylemi vatandaştan vizeyi aldı. Andımız ve Gençliğe Hitabe'nin kaldırılmasına ise vatandaş, karşı çıkıyor. 19 Mayıs törenleriyle ilgili düzenleme de vatandaştan onay alamadı."şeklinde!
Milleti kandırmayı mahâretten, ilm-i siyâsetten sayan AKP, bir daha ölümle korkutup sıtmaya râzı etmek istiyor gibi!
Ne demişti BOP Eş Başkanı Başbakan? "Altını çiziyorum; modern, dindar bir gençlikten bahsediyorum. Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum." demişti!
Necip Fazıl'ın söyleye söyleye öldüğü, "Büyük Doğu" ve "Altın Nesil" diye tarif ettiği bir modeli hayâl ettiğini vurgulamıştı!
Modern-dindâr bir gençliğe itirâzın mantığı olabilir mi?
Ama "dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı" tanımlarında duralım! Buraları -hatta- gerekirse tek tek irdeleyelim! Sözle söyleyen yakışıyorsa yani fikirle zikir benzeşiyorsa eyvallah! Yok değilse!... Ta ki "Yetmez ama Evet"çilerin bile pişman olduğu, İkinci Kızıl Sultan, bizi de susturuncaya veya sürgün edinceye kadar direnelim!
"Dininin, dilinin sahibi gençlik" özleyip Devlet'in resmî kuruluşu, bütün giderleri milletten gasp edilen TRT'de "TRT Şeş" açılabilir mi? AKP'ye kadar yok denecek kadar azken şimdi seksen binden fazla Kilise Evi'nden bahsediliyorsa, on yılda bu kadar menfi gelişmelere sebep olan birinin, dinine sahip gençlik özlemine, inanılır mı?
"Beyninin, ilminin, ırzının sahibi gençlik" özleyip kendi çocuklarını "eş-dost yardımları"yla ABD'de okuturken mütedeyyin aile çocuklarının cemaat evlerinde, muta nikâhıyla iç-içeliğini görmezden gelen bir zihniyetin, samîmiyeti sorgulanmaz mı? Yurtların azlığı yüzünden peşpeşe özel yurtlar açılan, özel yurtlar açılıncaya kadar Muğla Üniversitesi civarındaki
"abilerin-ablaların" nezaretinde, evlerin kızlı-erkekli ortak kullanıldığı yolunda bize gelen haberleri, onlar da duymazlar mı?
"Kininin, kalbinin dâvacısı gençlik" özlemindeki bir zihniyet; Afganistan'da, Balkanlar'da, Karabağ'da, Irak'ta, Libya'da yapılanları görmezden gelerek; "Bizim de BOP Eş Başkanı olarak bölgede görevlerimiz var!" diyebilir mi? Veya bu görevini övünerek açıklayan birinin dindarlığına, yetmez gibi onun özlediği gençliğin dindârlığına ve kindârlığına inanılır mı?
Mütedeyyin dindârın kîni, dîn düşmanlarına karşı olmaz mı? Yüzlerce yıldır Müslümanlara olmadık hakâret ve saldırılar yapan Haçlı ile birlikte Müslüman ülkelere "demokratik bombalar" yağdıran teslîmiyetçi bir zihniyete inanılabilir mi?
Yaptırılan anketlere göre "dindar gençlik" % 70 oranında vize almışmış!
"Hadi oradan! Hadi oradan! Hadi oradan!" Sizi gidi zamânenin Sezarlaşan Brütüsleri sizi!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mart 10, 2012

EMEK İNKÂRCI, NANKÖR ARABİSTLER!

Yıllarca milliyetçiliğin, kavmiyyetçiliğin dînen yasaklandığını gösteren bir emir olmamasına rağmen, dincilere karşı körün el yordamıyla fil tarifine benzer bir gayretle Müslümanlık ile Türk milliyetçiliğini bir arada götürmeye uğraştım.
Bunu yaparken, sıkıştıklarında "takvâ" ve "hicret"in arkasına saklanan mürâilere karşı sık müracaat ettiğim bir kaynak ve Hâdis paylaşacağım.
Cemal Kutay'ın; "Tarih Konuşuyor" adlı Aylık Tarih Mecmuası'nda ki Yadigâr Han Oğlu Ebül'Gâzi Bahadır Han'ın "Şecere-i Türk" adlı eserinin tefrîkasından, Dergi'nin Nisan-1964 Sayısı'ndan alıntı yapacağım.
Adı geçen eserde, Kazvinli Hoca Reşîd anlatıyor.
İlk Müslüman olan, Cengiz'in oğlu Hülâgu Han Oğlu Abaka Han oğlu Argun Han oğlu Gazan Han, Kazvinli Hoca Reşid'i çağırtır ve der ki:
- Tanrı'ya şükürler olsun, Müslüman olduk. Atamız Hülagu Han'ın Moğul diyârlarından geldiğindenberi üç nesil geçti. Bizden sonra gelecekler; Moğul yaşayışlarını, töresini, geleneklerini, uruklarını, yurt adlarını unutacaklar! Moğul ili ki, güzelliklerin, yüceliklerin kaynağıdır. Sayısız anılarımız var. Bunları derle topla, öyle bir bitik yaz ki, bizden sonra gelenler, senin kaleminden ve dilinden bu olup bitenleri öğrenip adını kalblerinde ansınlar.
Ben şaşırdım!..
- Ben Kazvinli Hoca Reşidüddin olarak bunu başaramam! Dedim. Cevapladı:
- Yok olmaz!.. Bunu sen, yapabilirsin. Bizde yazılmış kitaplar var. Yazılmayanları hatırlayan aksakallılar
da sağda-solda anılarıyla barınırlar. Bunları derle topla.. Ben de Tanrı izin verirse sana yardımcı olurum. İşte sana benim bildiğim bütün kişilerin adları...
Bunlar, yaşı yüze yakın ihtiyarlardı. Han'ın sarayında bir de anlı şanlı Bey vardı ki, adı Aksakal Bahadır idi. Han, onu çağırdı:
- Ben Hoca Reşid'e bir çetin iş diledim. Moğul'un asıl soyunu en iyi sen bilirsin. Bu işte ona yardımcı ol.
Yaradan'a sığındım, işe başladım. Peygamberimiz'in hicretinin 702 nci yılında (1301 senesinde) kitabımı bitirdim ve ona "Cami-üt Tevârih - Tarihler Derleyicisi" adını koydum. Ben de herkes gibi öleceğim. Cami-üt Tevârih'i benden sonra öz ve arı Türkçe yazacak olanlara armağan ediyorum. Hepsi doğrudur. O'nun doğrulukları yüceliğini binâ etti. Türk Milleti, dünyanın en köklü en ulu ulusudur. Bu gücü ona Tanrı verdi.
Peygamberimiz Miraç'ta, Cebrâil'e sordu:
- Yeryüzünde beyaz atlılar görüyorum. Bunlar hangi millettir?
Cebrâil:
- Bunlar, Allah'ın süvârileri olan Türkler'dir. Diye cevapladı.
O tarihte Türkler, Müslümanlığı daha kabul etmemişlerdi. ..."
.....
Bu Hadis'ten eski Türk eserlerinde sıklıkla bahsedilir ama Emevî Arabizmini İslâm diye dayatan din zorbaları, bu Hâdislerin bilinmesine izin vermemişler! Biz de donanım eksikliği yüzünden yeterince karşı koyamamışız! Ta ki -Allah, râzı olsun- İlâhiyatçı Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı'nın, "Hazreti Pegamber'in Hâdislerinde Türkler" adlı hacimli kitabı yayınlanıncaya kadar!...
Hem Kur'an-ı Kerim'in; insanların, ayrı renkler ve ayrı dillerden milletler olarak yaratıldığını Rûm Sûresi 22 nci Âyet'te açıkça bildirmesi, hem de
bu mükemmel kitapta verilen kaynaklar, Türk Milliyetçiliğini savunmamızı, kolaylaştırdı! Şükürler olsun ki belge ve kaynaklarla donanarak mürâilerin, takîyyeci Ilımlı İslâmcıların ve Haçlı Müslümanların karşısına daha güçlü çıkacağız!
Günün sözü de Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı Hoca'dan olsun: "TÜRK MİLLETİNİ SEVMEK VÂCİPTİR." vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mart 07, 2012

EY DİPDİRİ MEYYİT! LEŞ Mİ KESİLDİN?

Ben bu çocukları seviyorum!
Bu çocukların; vatanperverliklerini, hürriyetperverliklerini, cesâretlerini, tavizsiz tavırlarını, herkese rağmen seviyorum! Yüz yıl önce, 14 Mart 1913'te:
"Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim budur ancak.
Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle,
Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, "İki el bir baş içindir."
Davransana... Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.
....
Sahipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır." diye haykıran, şu anda benim canımın nereleri ağrıyorsa oraları ağrıyan Mehmet Âkif, yoksa bize mi seslenmiş? Allah aşkına aynada kendimizle konuşmayacak mıyız hâlâ?
Ne sağcılarımızdan, ne de solcularımızdan ziyâ yani ışık yok!
Sağcılarımız; dinci söylemlerle vatandaşı kandırıp Afganistan'da Kur'an yakan, Irak'ta bir milyon müslümanı katleden, yüz binlerce müslüman kadına-kıza tecâvüz eden, Baba Bush tarafından; "Haçlı Seferi" olarak ilan edilip Ortadoğu'ya gelen ABD askerlerine dua etmekle yetmemiş gibi Haçlı ile birlikte Müslüman Ülkelere "bombardımanlı demokrasi" götürme hazırlığında!...
Solcularımız; yılda beş-altı kere kurultay yaparak, şaibeli yollardan ele geçirdikleri söylenen Parti yönetimini koruyabilmek için olmadık güvercin taklaları atmakla meşgûl! Millet ve Vatan'ın bölünmez bütünlüğüne zarar verici ayrılıkçıların, en öndeki kişilerinden birini Gen. Bşk. Yrd. ederek, "ABD ve AB ile biz daha uyumlu çalışırız!" vaatleriyle AKP teslîmiyetçiliğini taklitle meşgûl!...
Başımıza çuval geçirilmiş! Kimin umûrunda? Özerklik ilan ediyorlar! Diyarbakır'da bayrak çekiyorlar! Kimin umûrunda?
Millî menfaatleri korumak-kollamak için var olan ve adının başında "millî" sıfatını taşıyan üç kurumdan en önemlisi Millî İstihbarat Teşkilâtı, Başbakanı temsîlen PKK ile görüşüyor! PKK'nın siyâsallaşmış dokunulamazları, aralarında mutabakat imzaladıklarını söylüyorlar!
Yüz yıl önceki Başkenti işgâl edilmiş Osmanlı görünümündeyiz!
Milletin başına, yetersiz muhalefet ve yanlış politikalar yüzünden musallat olmuş AKP'den kurtulabilmenin tek yolu sandık! Sandığa bir an önce gidebilmenin yolu, AKP ile "Gülen A.Ş." arasındaki çekişme sonucu AKP'nin dağılmasıyken; "Şu sıra dağılması kaos olur!" endişesiyle muhalefet ediliyor!
Tam da bu sırada, millî dip dalgalanmasıyla cesûr millet evlâtları piyasaya çıkıyorlar! Ellerinde çuvallarla sokak sokak Amerikan askerlerini arıyorlar! Amerikan askerleri korkudan karaya inemiyorlar!
Çünkü TGB'li gençler; "Ant içtik, yemin ettik, Amerika askerlerini nerde görürsek başlarına çuval geçireceğiz. Biz buna canımızı, başımıza koyduk. ... Ne çuval eyleminden verdikleri 16 yıl, ne 160 yıl ne de idam cezaları bize geri adım attıramaz! Biz bu ülkenin bağımsızlığı için bu yola başımızı koyduk ve bu uğurda ölmekten çekinmeyiz!" diye Türk'çe nârâ atıyorlar!
Bizzat yanlarında olamadığım için tek kelimeyle utanıyorum!
Duâlarım hep sizinle! Yeter mi Çocuklar! Vallahi ben sizi çok seviyorum vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mart 05, 2012

KARGA "GAAAK" DEDİ!...

Hastalık, sağlık; saatbaşı değişen gündem fırtınası, dindâr-kindâr gençlik hayâlleri, eğitimin millîlikten çıkarılma operasyonları, 26 Şubat'ta Hocalı Soykırımı'nı tel'in mitingindeki muhteşem Türkçe duruşu İçişleri Bakanı'nın kürsü işgaliyle sabotesi, "AKP öksürürse Türkiye zatürre olur!" tehdîtleri, Haçlı Müslümanların Haçlı ile birlikte Suriye'ye Demokrasi Seferi hazırlıkları, "Şu sıra dağılırsa kaos olur!" ilm-i siyâseti, demokrasi adıyla bölücülere tavizler ve benzeri bir sürü mes'eleyle canım yeterince sıkkındı!
Bütün bunların üstüne, "Millî Direnişin Kalesi" Gazetemiz'in ekonomik tedbîr olarak sayfa sayısını düşürmesiyle çeneden kontra yumruk alarak groki durumdaki boksör gibiyim! Günlerdir yazasım yok!
Haram param olmadığı için Yeniçağ, Ortadoğu ve Cumhuriyet haricinde gazetelere para vermem! İnternetten izlerim! Kalem dünyasından kimsenin leh veya aleyhinde yazmayı sevmem ama son günlerde, mürekkepleri biten 'dolma kalemler'in kâğıtlarını yırtmaya başladığını da görmezden gelemedim!
Mecbûren Nagehan Alçı okudum!
Nagehan, son günlerin görmezden gelinen bir olayına parmak basmış! Emin Çölaşan'ın ipliğini pazara çıkarmak için yazarken; "Çölaşan yıllarca 'Minik kuş dedi ki':" diye alıntı yapmış!
Kuş alıntısı ve kargadan başka kuş tanımayanlardan olduğum için de aklıma Karga İle Tilki geliverdi!
Malûm; Karga kocaman bir kaşar dilimini aşırıp dalda soluklanırken Tilki görür! "Oooo! Sultanım! Kuşların en güzel bilgesi! Epeydir güzel sesine hasretiz! Bir kuple lûtf'etmez misin?" diye pohpohlayınca Karga; "Gaak!" der, kaşar dilimi aşağıda Tilkinin ağzındadır!
Şubat başlarında Aydın Doğan, Nagehan ve Rasim Ozan çiftine evlerinde misafir olmuştu. Bu misafirliği Fikri Akyüz; "Biz 'yandaşlar' Ertuğrul Özkök’ün, Ahmet Hakan’ın, Yılmaz Özdil’in geçmişte yazdığı yazıları bir bir ortaya dökerken bundan imtina etmiyoruz da biz 'yandaşların' Aydın Doğan ve grubuna neler yazdığını niye köşemize aktarmayalım?" özeleştiri cesâretiyle tenkît etmiş ve Sabah-ATV grup CEO'su'ndan aldığını yazdığı telefon tehdîti sonrası Yeni Aktüel'den istifa etmişti!
Sebebini hiç merak bile etmeden, tavırlarını çok yandaş bulduğum Akyüz'ün linç edilmesine asla rızam ve tahammülüm yok! Bunu belirtmeliyim!
Fikri Akyüz, olayları detaylandırdığı yazısında, Rasim Ozan'dan; "Aydın Doğan, hükümetin vergi affıyla bayram etti. Vergi kaçırma cezası kuş gibi hafifledi."ve; "Doğan Medyası çoktan beridir 'Kılıçdaroğlu basın bülteni' olarak çıkıyor. Amaç, bu operasyon sonunda CHP’nin iktidar olması.. Böylece hem vergi cezalarından kurtulmak hem de Kılıçdaroğlu’dan Hilton arazisi için izin koparmak.." alıntılarını yaparak; "Aydın Doğan gibi bir isim niye Rasim Ozan gibi, hem medya deneyimi az hem de kendisine alenen “kaçakçı” diyen biri ile üstelik evinde buluşur ve üstelik üç saat konuşur? Ya da Rasim Ozan gibi (biri), yazdıklarının üzerinden daha 1,5 yıl bile geçmemişken kaçakçı dediği birini evinde niye ağırlar?" sorularını sormuştu!
Bu sorular cevap beklerken Nagehan'ın, Emin Çölaşan'ın tehdîtlerle Aydın Doğan'dan büyük paralar kopardığını yazmasıyla aklıma Karga ile Tilki Masalı geldi işte! Rehberi karga olanın menzîli malûm!
Aydın Doğan gibi ticârî zekâsının inkârı mümkün olmayan biri, kargaya; "O güzel sesinden istifâde edelim!" diyerek "Gaaak!"mı dedirtti? Karga gaaak dediyse düşürdüğü lokmayı kim kapacak? Aydın Doğan'ın bu düşene ihtiyâcı olmaz!
Maddî sıkıntılar yaşadığını basından izlediğimiz Akşam'da, Aydın Doğan pohpohlarıyla gaklamanın, bir izahı olmalı değil mi? Yeni "Dolma Kalem" pazarı mı kuruluyor? Yeni transferler mi var? Tatlı tatlı yemenin, acı acı çıkarması yok mudur?
Ey dîni olmayan para! Nelere muktedîrmişsin, bilemeyeceğiz vesselâm!...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mart 01, 2012

TÜRK BUDUN, ÖKÜN!...

Biz Türk'üz, Türk Milletiyiz!
Türk te Türk Milletindendir, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen herkes te!
"Gök çadırımız, güneş bayrağımız"dı! "Gökte Tanrı nasıl tekse, yerde de Hakan tek olur" kararımızdı! Aşılmaz dağ başları, sayfiye uğrağımızdı! Canımız vatan toprağı, kanımız Bayrağımızdı! Bütün bunları, binlerce yıldır bize söyleten güç, Milletlik bağımızdı! Milletliğimizi hedef aldılar!
Bölücülüğün, tefrikanın en kolay yolu "halkçılık"ı kullanıp Milleti ayrıştırıyorlar! Milliyetçilik sıfatları olmuş bazı kişiler de; "Türk Halkı" diyerek bu ayrıştırıcı halkçılığa katkı veriyorlar!
Onların sözlerini örnek alan bazı samîmi Türk Milleti mensûpları da, 26 Şubat'ta, Taksim'de; "Hepimiz Türk'üz!" diye bağırarak kanıyla-canıyla vatanlaştırdığı coğrafyadaki etnik farklılıklardan, yani halklardan biri olduğunu kabulleniyorlar!
"Türk'üm. Bu ad, her ûnvandan üstündür." demeleri gerekirken kocaman milliyetçi(!)lerin "Türk halkı" demelerinden hareketle "Hepimiz Türk'üz." diye bağıranlara mı, yoksa "Türk halkı" demeye devamla Millet bütünlüğünü gevşeten ehîl ziyâsız aydınlarımıza mı kızalım?
Başlıya baş eğdirip, dizliye diz çöktürüp halkları birleştirerek milletleştirme sistemini dünyaya öğreten biz değil miyiz? Dört yanda düşman bırakmayıp başlıysa baş eğenden, dizliyse diz çökenlerden yoksulları bay eden, çıplakları giydiren, açları doyuran ve "Gök çadırımız, güneş bayrağımız" inancıyla birlikte savaşlara sokan, kahramanlaştıran biz değil miyiz?
"Türk'üm." demekle; "Ne mutlu Türk'üm diyene." demek, aynı şey midir?

Türk'çe düşünüp Türkçe konuşursak
aradaki farkı, anında kavrayıp göğsümüzü gererek bizi Türk yaratan Tanrımız'a şükr'etmez miyiz?
Türkçe düşünüp Türkçe konuşur, Türk'çe salınırsak namerti, haini, nankörü korkutmak için başka bir şey yapmamıza gerek kalır mı?
Allah iti kurttan, namerti mertten, zâlimi Türk'ten korkmak üzere yaratmamış mıdır? Kim, toplum içine çıktığında, her yerde, her zaman; "Adım bu, soyadım şu!" diye söylenerek dolanır?
Türk duruşundan, vakârından, savaşta vuruşundan, merhâmetinden belli olmaz mı? Türk'ü gören ürkek, anında tanımaz mı?
Halkçı ayrıştırmacıları, bölücülüğe zemîn hazırlamakta kullanan emperyaller; Hırantımız'ı katlettikten sonra sonra sokaklara dökülüp; "Hepimiz Ermeniyiz!" diye zırvalattılar diye, biz de; "Hepimiz Türk'üz!" diye mukabele edip kendimizi onların seviyesine indirerek nasıl bir irtifâ kaybettiğimizi görmüyor muyuz?
Kim, ne derse desin! Kim, neyim diye bağırırsa bağırsın! Devletin asıl sahibi Türk Milleti olarak onlara hep ve ısrarla "Türk Milleti"ndensin demekle mükellef değil miyiz?
Ana-Babanın avlâdından vazgeçmesiyle milletin halklar diye ayrışması aynı şey değil midir? Ana-baba yaramaz çocuğundan vaz geçerse millet te yaramazlık eden, baş kaldıran, isyan eden halkından vaz geçer! Bazen bazı halklar, birilerinin dolduruşuyla yoldan çıkabilir, başkaldırabilir! Devlete ve Devlet kurucusu millete kafa tutabilir! Millete ve Devlete düşen; gerekeni yapmak, geçerli yasalara göre yargılamak, cezalandırmak değil midir?
Suç işleyen halkına küsen millet, olabilir mi? Başkaldıran, isyân eden halkını toparlayıp düzene sokmaktansa onların istedikleri tavizleri veren erke Devlet denir mi?
Hey Siz!
Kurucu Gâzi Meclis'in halefleri! Hükümet edenler, muhalefet edenler; tarih önünde sınavdasınız! Yasaların dışına çıkanları, hizaya sokmakla mükellef olan sizsiniz! Hak edeni cezalandırmazsanız, ilk sandıkta millet, sizi cezalandırır!
Fazla uzağa gitmeye gerek yok, 30 yıllık
yakın geçmişimize baktığınızda, bu millî ferâseti ve gereğinde nasıl layıkıyle kullanıldığını görür ve inşallah aklınızı başınıza devşirirsiniz vesselâm...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN