Perşembe, Mayıs 31, 2012

SAHÎBİNE "TASMA" SÖZLER...

Şahsîyetimi çok inciterek bir âlet olsam kesinlikle paratoner olurum! Veya incinmekten vazgeçip -kalem dışında- herhangi bir âletçiliğe heveslensem sînemde bir paratonerle dolaşırım!
Bütün şimşekleri üzerime çekip ne zaman, nerede, kimi vuracağı belli olmayan yıldırımları, sînemde dindirmeyi tercih ederim. Bu aynı zamanda tercîhim olan yalnızlığımı, yalnız kullanılma mecbûriyeti olan paratonerle güçlendirerek tescîllemem olurdu!...
Öğrendikçe hiçbir şey bilmediğini öğrenen insanın, insanlığın en büyük belâsının cehâlet olduğunu, ilk günden beri anlamadığı, anlatamadığı kesin!
Gerçek anlamda bilgenin olduğu bir yerde; kimsenin, kimseyi incitmek gibi bir zûlmü olabilir mi? Bilmediğini bilen bilgelerin olduğu yerde, biliyorum diye ukalalaşan cahile iltifât olur mu?
Milattan 500 yıl önce; "En bilgili benim çünkü Atinalılar hiçbir şey bilmiyorlar ve bilmediklerini de bilmiyorlar oysa ben hiçbirşey bilmiyorum ve hiçbirşey bilmediğimi biliyorum. Bu yüzden ben onlardan bilgeyim." diyen Sokrat ile; "Bilmediklerimin üzerine çıksam başım arşa değer." diyen Mevlâna arasında ve; "Sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır?" diye sorgulayan Yunus arasında bir fark var mıdır?
Öğrenmenin sınırının olmadığını, en çok bilenin bile mutlak bilgi karşısında bir hiç olduğunu bilmeyenin bilgeliği söz konusu mudur?
Her konuşanın, meselâ bir bebek veya papağanın konuşmayı bildiğini iddia edebilir miyiz? Dört işlemin adını duyup hesap makineleriyle toplama-çıkarma-çarpma-bölme işlemlerini yapan kişinin matematiğine güvenilir mi?
Edebî sanatların adını bile duymamışlardan; neyin, ne zaman, niye söylendiğinin hikâyesini bilmeyen ve merak etmeyenlerden edebî yazı, hitâbet beklenebilir mi?
Nâ-dânların, nobranların, terbiyesizlerin danışmanlığıyla yönetim yapanların, hatâdan başka işi olabilir mi?
"Altın bilezik"in ne olduğunu unutup veya hiç bilmeden, "Altın tasma" ile caka satan, kendini hür zanneden en tehlikeli kölelerin kurumlaştığı, kurumsallaştığı bir yerde, -adı ister demokrasi, ister ileri demokrasi olsun- düzenden, huzûrdan bahsedilebilir mi?
Bütün demokratların tenkît ettiği ama dünyanın en ileri demokrat ülkelerinden bile daha demokrat bir uygulama olan, her Cuma Namazı sonrası; "Mağrûr olma Pâd-şâhım, Sen'den büyük Allah var!" uygulamasını unutanların demokratlığı, olabilir mi?
"Kulağından tutar kapının önüne koyarım." diye ezbere kullanılan teşbîhten, eşeğin kulağından tutularak yönetildiğini bilerek veya bilmeyerek kabinesindeki Bakanlardan bahseden birinin; "Merd-i Kıptî şecaat arzederken sirkâtin söyler." meselini sıkça kullanırken Kıpti'nin çingene yani roman olduğunu ve bu sözle bütün romanları hırsızlıkla ithâm ettiğinin farkında olmayan birinin papağandan bir farkı kalır mı?
Kuş olduğunun farkında olmayan papağanın, yüzdüğünün farkında olmayan balığın, havada-karada-suda ve suyun altında hareket kabiliyetinin farkında olmayan karabatağın, kudret veya gücünden bahsedilebilir mi? Yine milattan önce, öğlen güneşinde elinde kandille kalabalık içinde insan arayan Diyojen'e nâ-dândan başkası gülebilir mi?
"BOP Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var." diyen birine; "Nûn! Yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına," (Kalem-1) ta'rifli kalem erbâbına "tasmalı" diyebilen birine, kendi mantığıyla tasma bağının uzunluğunu, anlatabilmenin bir imkânı var mıdır? ''Ne günlere kaldık ey Gâzi hünkar,/ Katır defterdâr oldu, eşek mühürdâr.'' diyerek devrini tarihe resmeden Ziya Paşa'yı yeterince anlamış mıyız?
Kalabalık oy sahîplerini yönlendiren "Rey Sahîbi Kişiler" hâlâ rahlelerinden başlarını kaldırmayacaklar mı? Geç kalanın vebâlinin artacağını hatırlatabilecek güçte nüktedânlar var mıdır? Varsa neyi beklerler? Vesselâm...
"YANLIŞ SÖZ, SAHÎBİNE TASMADIR." (Kutadgu Bilig)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mayıs 30, 2012

SÖYLENİ-YORUM!...

1970'li yıllarda; "MHP'nin iktidârına, MHP'liler engel!" yorumuna, emsâllerim arasında çok sert tepki vermiştim! Ki o zamanlar; Türkeşçi, 9 Işıkçı, Komando, Türkçü, Tûrancı, Milliyetçi Toplumcu ve Ülkücü kavramları eşdeğerde câzip, güzel ve millet nazârında itibârlıydı! Bu sıfatlarla anılan herkes te otomatikman MHP'liydi...
O zamanlar MHP; kurak bölgelere ülkücü sakalarla cansuyu dağıtan bir millî iç deniz; bütün millî verileri toplayarak yatağından Türklük Deryâsına taşıyan bir millî ırmaktı! Bu müthîş döngü tekrarlanır ve MHP büyürdü! Ülkücüler Türk milletini, Türk milleti ülkücüleri severdi!
Ülkü Ocaklarının olduğu il, ilçe, belde veya mahallede hissedilir bir düzen, ilişkilerde karşılıklı saygı, millî hasletler içerisinde sahiplenme, koruma-kollama vardı!
MHP ve Ülkü Ocakları sanki küçük bir "millî devlet modeli"ydi! Nasıl ki ordunun siyâsete karışması, devletle millet ilişkilerinin zayıflamasına, orduya güven kaybına neden oluyorsa Ülkü Ocaklarının particilik yapması da seçmenle MHP ilişkisinde zaâfiyete neden oluyor ve Ülkü Ocakları irtifâ kaybediyordu! Bu yüzden; "MHP'nin iktidarına, MHP'liler engel!" deniliyor ve yine bu sebeple Başbuğ Türkeş, Ülkü Ocaklarını siyâset dışında tutarak Parti Gençlik Kolları diye ikinci bir teşkilat kuruyordu!
Ülkü Ocakları; vasıfllı Türk Milliyetçileri yetiştirip onları, Parti'ye yönlendirmekle meşgûldü. Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde, Ülkü Ocakları'nın hükümetin bir politikasına karşı çıkmasından şikâyetlenen Başbakan Demirel'e Başbuğ; "Ülkü Ocakları müstâkil bir fikir kuruluşudur. Karışamayız!" diyordu! Müthîş bir âhenk vardı ve bu uyumdan da güçlü bir enerji doğuyordu! Bu enerji millîydi!
Bu millî enerjiyle her seçimde, MHP oylarında yüzde yüz ve sistematik bir artış gözleniyordu! Bu öyle alenîydi ki MHP 16 Vekille Meclis'e girince Karaoğlan Ecevit; "Faşizm gümbür gümbür geliyor, görmüyor musunuz?" diye Meclis'te korkusunu açıklıyordu!
Sağdan sayılsa dokuz, soldan sayılsa dokuz kişiydiler ama ülkücüler, Karaoğlan'a bile korkudan dokuz doğurtturuyorlardı!
Her ülkücü, partisine kazandırdığı her yeni oyda seviniyor, Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye'ye ve Tûran'a biraz daha yaklaşıldığını hissederek onurlanıyordu!
Türk Birliği şuûrunun sınırları aşarak Türk Dünyası'na ulaşmaya başladığını gören emperyal güçler ve işbirlikçileri, elele "Birinci 12 Eylül Kıyâmeti"ni kopardılar!
Bizon sürüsünün, savunmasız aslan yavrularına yaptığı saldırıdan bile daha vahşîce Ülkücülere saldırıldı! İdamlar, istikbâl gaspları, firarlar, hasretler, yasal zûlümler!...
Bütün vahşîliklere rağmen Ülkücü hareket, bu bâdîreden de güçlenerek çıktı! Hatta bütün Haçlı-Siyonist emperyalistlere, işbirlikçilere ve üstüne Başbuğsuzluğa rağmen, olağanüstü bir gayretle MHP'ye % 18,5 'luk bir oy sağlandı! Ne olduysa, işte o gün oldu ma'lesef!
Tesâdüfen MHP'nin başında olanlar, bu başarıdan dolayı kendilerinde kerâmet vehmettiler! MHP'ye oy veren herkesi kulları zannettiler! Ülkü Ocaklarını Genel Başkan koruması, Solaklar, Solak Ortaları gibi kullanmaya başladılar! Birinci 12 Eylül Kıyâmeti'nden bile güçlenerek çıkan Ülkücülüğün romantizminden, 9 Işık Doktrini'nden, Türk Kurultayları'ndan vazgeçtiler!
Başbuğ'lu teşkilatlarla sonraki MHP arasındaki farkı, fark eden Türk Milleti ise Ülkücülerle MHP'yi başbaşa bıraktı!
Önümüzdeki seçimlerde, % 9'luk ülkücü oydan da fire bekleniyor! MHP'den başka yere oy vermeyen yemînli Ülkücülerin seçime ilgisiz kalmaları tehlîkesini, ısrarla görmezden gelenlere; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Türk milletinin istikbâliyle oynadıklarının, anlaşılır bir dille âcilen anlatılması gerek! Kaybedecek zaman da yok, Türk Milliyetçiliğinin bir seçim daha kaybetmeğe tahammülü de! Zaman hızlı, ömür kısa vesselâm...
"UDAÇI ERTİ TÜRK BUDUN! ÖKÜN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mayıs 29, 2012

GAYYÂDAKİ TÜRK YUSUF...

Yusuf gibi atıldığımız kuyulardan çıktık, tek tek!
Tanrı'nın da yardımlarıyla her Türk Yusuf, kardeşlerince atıldığı kuyusunu kendine yol başlangıcı ettiler tek tek! Kuyu çok, kuyuya atılan Türk Yusuf çoktu! Türk Yusufları kuyudan çıkaracak kervan da yoktu ama her çıkanın hedefi tekti!...
Her Türk Yusuf'un kardeşlerince kuyuya atılması, başlı başına bir dram; Her Türk Yusuf'un kuyuyu kendisine yol edişi, başlı başına bir destândı... Kuyulardan tek tek çıkan Türk Yusufların yollarının kesiştiği kavşaklar, hikâyelerinin buluştuğu destânlar, ideâllerinin buluştuğu teşkilâtları vardı! Yumurtadan çıkan deniz kaplumbağalarının içgüdüsel olarak denize yönelmesi gibi, kuyudan çıkan her Türk Yusuf, Teşkilâtına yöneldi!...
Benzer hikâye ve usûllerle atıldıkları kuyularından, benzer uğraşlarla çıkan Türk Yusuflar'ı, Mısır'da sultanlık beklemiyordu! Onlar da Sultanlık istemiyorlardı zaten! Her biri ayrı ayrı, benzer kuyulara atıldıklarında ortak hayâlleri vardı. Sekteye uğratılan hayâllerini tamamlamak için dağıldıkları adreste yeniden biraraya gelmeliydiler!
Güzergâhları Kitâb-ı Ekmel'de Kur'ân'daydı. Hayâlleri Türk Birliği, "Büyük ve müebbed bir ülke Tûran"daydı. Hadef belliydi, yol belliydi, kılavuz belliydi.
Ve "Kervan yolda dizilir" tecrübesiyle kuyudan çıkıp yeniden kervâna katılan Türk Yusufları hedeflerine ulaştırabilecek yetenekte ve donanımda bir Yolbaşçı, bir Önder, bir Başbuğ vardı. Öyle bir Başbuğ ki; O'nu kuyuya sadece kardeşleri değil yoldaşları, silâh arkadaşları, sırdaşları, mevkidaşları, omuzdaşları millet düşmanlarıyla işbirliği yaparak atmışlardı!
Tek başına bir kardeşin, yoldaşın, silahdaşın O'nu kuyuya atmaya gücü yetmezdi! O'nu kuyuya atanlar, O'nu kuyuda tutmanın imkânsızlığını da biliyorlardı!
O'nun kuyuda bile olsa davûdi Türk sesiyle yapacağı çağrılarının Türk kulaklara erişmesine engel olunmalıydı! Kuyu doldurulmalı, ağzı sıkı sıkı kapatılmalıydı! O'nu denediler! Dört bir yandan taşıdıkları atıklarla kuyuyu kapatmaya çalışanlar, çoktu; kuyudaki Başbuğ tekti! Tekler Teki'ne sığınıp Millî hedefe ulaşmak heyecânıyla, yoluna denk düşen kuyulardaki Türk Yusufları tek tek çıkararak menzîle erdirmek hevesiyle patlattı kuyusunu!
Yaklaşık beş yıl sonra, atıldığı kuyudan çıktı!
Ve kaldığı yerden, kervânın durudurulduğu yerden Kutlu Hedef'e doğru Kutlu Sefer'i yeniden başlattı! Kuyusundan çıkanlar, kuyusundan çıkarılanlar, Türk Yusuflar buluştular yeniden, Kutlu Sefer başladı sil-baştan...
Bu defa kervân çok cesâmetliydi! Kuyu patlatan savaşçılardan oluşan kervân çok cesâretliydi! Bu cesâmetin, bu cesâretin karşısında durmaya yürekleri yetmeyen korkak kardeşler de katıldılar kervâna! Kur'ân rehberliğindeki Tûrancıların gözleri ilerde, o korkakların gözleri yerdeydi, yerlerdeydi!
Bir Kara 4 Nisan'da Kervanbaşı, Önder, Başbuğ uçmağa vardı! Dönülmeze, gök'e gitti ebediyyen! Üstleri kardeşlerce çalı-çırpıyla örtülmüş kuyularla dolu güzergâhta Türk Yusuflar; başsız, Başbuğsuz kaldılar!
Gözleri ilerde olan Kurt Süvarilarin başları yere inerken; "Adamın yere bakanı" tarifli it bakışlı seferîlerin başları kalktı bir daha!...
Ve o günden beri, kendim atladığım gayyâm'dayım!
O günden beri bi'r-i gayyâ'mdayım! Bi'r-i gayyâ'mdan çıkmak konusunda kararsızım! Çıkarsam patlayacağım! Çıkarsam ilk gününden ihânetiyle belgeli kardeşlikten vazgeçeceğim! Habil-Kabil adlı ilk kardeşlerden Kabil'liğe soyunacağım çıkarsam! Habil'ce çok öldüm, yeter! Çıkarsam beni öldüren, beni kuyuya atan kardeşlerimle hesaplaşacağım!
Bu öfkemle çıkmaktansa Bi'r-i gayyâ'mda kalmak daha mı ehven Kandaşlarım? Ne dersiniz?
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
* Bi'r-i gayyâ: gayyâ kuyusu, mecâzen içine düşenin kolay kolay çıkamayacağı yer veya vaziyet

Pazartesi, Mayıs 28, 2012

YARI İMAM DÎNDEN...

** "Beraber yürüdük biz bu yollarda!"
"Durmak yoook! Yola devâaam!" "Her kürtaj, bir Uludere'dir!"
** "Beraber ıslandık yağan yağmurda!"
"Durmak yoook! Yola devâaam!" "Demokrasi amaç değil araçtır! Gereken durakta inilecek tramvaydır! Geç kalan bu İleri Demokrasi Taramvayında yer bulamaaazzz!" "Her Uludere, bir kürtajdııır!"
** "Babalar gibi satarız!"
"Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var!"
"Irak'ta savaşan ABD'li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz."
"Dünya barışı için, barışı korumak, barışı yapmak için, son 50 senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını fedâ ettiler."
"Kürt sorunu bu ülkenin reddedemeyeceği bir sorundur. Görmezden gelinemez."
"Kürt sorunu yok! Sorun var diye inanacaksan sorun olur, yok dersen sorun ortadan kalkar."
"Şunu da açıkça söylüyorum, sezaryenle ilgili doğumlara karşı olan bir başbakanım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum." "Her kürtaj, bir Uludere'dir!
*** "Durmak yoook! Yola devâaam!"
Yıllarca gizli mahfillerde "Askeri vesâyet"ten şikâyetlenerek ağlayan mazlûmları artık demokrasi kesmiyor! Ayırmaya, ayrıştırmaya, ötekileştirmeye daha süratle ulaşabilmek için İleri Demokrasi Hızlı trenine yetişenleri, vagonlara doldurmaya çalışıyorlar! Anadolu otobüs terminallerindeki cazgır ayakçılar gibi yaygaradalar!
- Buyurun! Buyur ablaaa! Buyurun abiciiim! Hemen kalkıyooor! İleri Demokrasiye bir-ikiiii!
- Altı da biiir, üstü de birdir Boğaz'ıııın! Yetişen alıyooorr! Batan geminin malları bunlaaar!
- "Babalar gibi satarııım!" "Her kürtaj, bir Uludere'dir!
*** Eski Roma Arenalarındaki ölümcül gladyatör kavgalarını izlemek üzere toplanmış gürûhu andıran, kendilerini hür zanneden tasmalı AKP'liler, "Arena böyle aslan görmedi!" afişini, daha önce aynı yerde yuhalanan BOP Eş Başkanı'nın gözüne sokma gayretindeler!
15 milyonluk İstanbul'da, Hükümetin ve Büyük Şehir belediyesi'nin bütün imkânlarıyla taşınan 50 bin kişilik Eski Roma Arenasındaki "hür köleler"i andıran gürûha ve ekranlardan taraftar seyircilere Haçlı Müslüman Gladyatörlerin ölümüne kavgalarını izlettirecekler! Bir yanda AKP'nin "Yetmez! İleri Demokrasi!" tramvayında yer alan bölücü taşeronların varoşlardaki lojistik mühimmatçıları, diğer yanda; "Gereken durakta inilecek tramvay" markalı İleri Demokrasi vagonunda itiş-kakış yer bulmuş dünyalıkçı, dindâr-kindâr AKP'li Türk kırmalar!
Ödüller de peşînen ve yarıştan önce İleri Demokrat köle tâcirinin elinde; "Şu anda üç tane. Yüzde 52 var, yüzde 54 var, yüzde 56 var!"
"Durmak yoook! Yola devâaam!" "Her kürtaj, bir Uludere'diiir!"
*** Bu naralardan bizim anladığımız ise; Uludere'de ABD'li kaçak doktora yaptırılan bir kürtaj ve sayısal çoğunlukla Gâzi Meclis'te dikteci doktorların yaptığı sezaryenlerle doğmuş gayr-ı millî yasalar var!
Aşırı narkozdan masada kalanlar; bölücü narkozcular, kaçak kürtajcılar Arena'dayken; "Masadan kalkan taraf olmayacağız!" diye ısrarla oturanlar da cabası!
Bu vuvuzela yaygaralarından akılda ise niye sezaryen, niye kürtaj anlaşılamadan Her Uludere bir kürtajdır kaldı!
Yarı hekim candan, yarı imam dînden eder biliriz vesselâm!..
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mayıs 27, 2012

MİLLÎ HAVARA, AVAR CEVÂBI...

Milliyetçi ile vatanseverin aynı şey olmadığını biliriz. Her vatanseverin milliyetçi olmadığını ama her milliyetçinin aynı zamanda vatansever olduğunu da biliriz.
Biliriz de vatanseverlerle birlikten kim, niye rahatsız olur diye, niye sorgulamayız? Milliyetçilerin vatanseverlerle Vatanın bölünmezliği konusunda güç birliği yapmasından daha akıllıca ne olabilir?
Adamlar; "Ya Allah! Bismillah!" diye "Babalar gibi" satıyorlar, babalar gibi kilise açıyorlar! Bölücülere, "siyasi bir komplonun parçası" olan Kilise Vakıflarına, Allah ile aldatan Diyalogcu işbirlikçilere ve ithâl demokrasi eliyle Cumhuriyetle hesaplaşmalara direnen Millet Evlâtları'na da olmadık bühtânlarla saldırıyor, saldırtıyorlar!
Sadece vatanseverliği öne çıkarılarak Atatürk ve Cumhuriyete sadâkati atlanan, Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarını Türk Milletinin bütünlüğünü sahiplenerek tek başına, aslan gibi mücâdele veren Banu AVAR adlı Türk Kadınını, yalnız bırakan milliyetçileri anlayamıyorum!
19 Mayıs'ta Hükümetin, AKP teşkilatlarının, cemaatlerin, işbirlikçi demokratların, Soros beslemesi Dolma Kalemlerin, "Karen Fogg Çocukları"nın, Gülen A.Ş. elemanlarının elbirliği ile uyguladıkları engellemelere, yasaklara kafa tutarak Samsun'a çıkan Banu AVAR'ın emeğini görmezden gelenleri, anlayamıyorum!
Kendilerini "Bir Hoşgörü Mucizesi" diye adlandıran İstanbul Protestan Kilisesi Vakfı; hoşgörülerini ispatlarcasına Banu AVAR'ı mahkemeye veriyormuş!
Sebep, Banu Avar; "Halkı kin ve düşmanlığa tahrîk eden beyanlarda bulunuyor" muş!
Sebep Banu Avar, onları "hedef gösteriyor"muş!
Sebep Banu Avar, "Türkiye'de 54 binin üzerinde ev kilisesi var" Ve onlar; "siyasi bir komplonun parçası" dır diyormuş!
Ki bu Vakıf, İngilizce internet sayfalarında; "İncil inanç ve uygulamada tek otoritedir." derken, Türkçe sayfalarında ise:
"• Başlıca hizmetimiz, Mesih İnancını benimseyen herkese ibadet imkânını sağlamaktır.
• İncil’in esaslarını öğrenmek isteyen herkese de, Mesih İsa’yı gerçek kimliğiyle tanıtmaktır.
• Diğer bir hizmet kapsamı, devletimize ve ülkemize her yönden hizmet etmektir." Diyormuş!...
Yine aynı "Bir Hoşgörü Mucizesi" Vakıf, İngilizce sayfalarında Vakfın amacını; "Yaşayan her canlıya, yasalara ve adetlere uygun yollardan İncil’i anlatmak ve gereken yerlerde toplumlar oluşturmak." Diye yazıyormuş!
Ve bunlara Türk Milleti adına, Cumhuriyet adına itiraz eden Banu Avar'ı; "Halkı kin ve düşmanlığa tahrîk" le suçlama hoşgörüsü gösteriyormuş! Ve bu "Bir Hoşgörü Mucizesi" vakfın elektrik faturalarının yarısını, Lozan Antlaşması'nın 41. Maddesi gereği, Diyanet İşleri Başkanlığı verirmiş!
Sadece kurban kesiminde yalın haliyle -Rahmân ve Rahîm sıfatları anılmadan- kullanılmasına izin verilen Allah'ın adıyla; "Ya Allah! Bismillah!" la kilise kurdelâsı kesen Müslüman BOP Eş Başkanı'nından alınan cesâretle de pervâsızlaşan bu Vakıf, Banu Avar'ı şikâyet ederken Türkiye'de "4 - 5 bin kişi" olduklarını söylüyorlarmış! Yani azlarmış! Yani zavallılarmış, mazlûmlarmış! Bu zavallılıkları yüzünden de 54 binin üzerinde Kilise Evleri varmış! Her on kişiye bir Kilise Ev açacak kadar zavallı ve mazlûmlarmış!
Bir anda organize bir şekilde, meydanları doldurup 75 milyon nüfûsa kafa tutarak; "Hepimiz bilmem neyiz!" diye yırtınanların, birden 4 -5 bin kişiye inmelerine hayretle gülsek mi, öfkelensek mi? Demek ki kokuşmuş yaz göletlerinde vırraklayan kurbağaların sesini kesmeye, zamanında atılan bir taş bile yetiyormuş!
Demek ki; "Ya Allah! Bismillah" diye kilise açan Müslümanlara rağmen, yapılanlara Müslüman Türk Milleti adına karşı çıkan; köy-köy, kasaba kasaba dolaşarak Milleti dînine, vatanına, milliyetine sahip çıkmaya, Atatürk ve Şühedâ emâneti Cumhuriyeti korumaya-kollamaya çağıran Banu Avar'ı sevmek, alkışlamak ve desteklemek millî akıl gereği imiş!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ'mış vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mayıs 25, 2012

"İLERİ DEMOKRASİ" BU MUDUR?!

"Farklılıkların farkındalıkla ülke yönetimi" hevesindeki demokratlarla "Demokrasi amaç değil araçtır." uygulamalı İleri Demokrat BOP Eş Başkanı ve şürekası arasındaki; "Masadan kalkan taraf olmayacağız!" iddiâsıyla devâm eden oturma yarışını izliyoruz!
Heeey oturanlar! Oturmayanlar var görmüyor musunuz?!
"O emri hangi hayvan verdi?" diye Gâzi Meclis'te dokunulmazlık zırhıyla böğüren bölücü siyasalların, dağdaki patronları "hayvan oğlu hayvan"lar, Anadolu'nun göbeğinde Kayseri'de, Pınarbaşı'nda patladılar, haberiniz var mı?!
Şehîdimize -sıradanlaşan tavrımızla- Allah'tan rahmet, yaralılarımıza âcil şifa; Şehîdimizin ailesine ve Türk Milletine başsağlığı, yaralıların ailelerine ve milletimize geçmiş olsun diyeceğiz bir daha!
Saatlerdir, basın yasasına muhalif bir cümle etmeyeyim diye "üç buçuk" atanların karşısında "Yusuf yusuf" mecbûriyetimle yazımı tamamlayıp gönderdikten sonra haberi aldım!
Heeey! Ankara'dakiler!
Heeeey! Demokratlar! İleri Demokratlar!
AB adlı Haçlı'nın ve ABD adlı Haçlı temsilcisinin kuvvetli vantilatörleriyle oluşturduğu yapay rüzgâra karşı siyerek hem kendilerini, hem de yandaşlarını tepeden tırnağa murdarlayan işbirlikçiler! Canımıza yetti artık!
Sizin yandaş yasalarınızdan, sizin yandaş vuvuzela sesli dolma kalemlerinizden, sizin cezaevlerinizden, sizin 21. yy. Maltası Silivri'nizden korkan sizin gibi olsun! Yeter artık!
Ya bu kanı durdurun, ya da demokrasinizi de, ileri demokrasinizi de, huzûr ve istikrârınızı da, ananızla birlikte alın, defolun gidin! Yeter artık!
Siz ki; "Has..tirin! Has..tirin!" diye gözlerinizin içine baka baka hakaret eden bir Belediye başkanı'ndan hesap soramazsınız!
Siz ki; "Meşenin dalları nerenize ...?" diye soran edepsize hesap soramazsınız!
Siz ki; Gâzi Meclis'te "Hangi hayvan?" diye ağzından koku salan ifrâzatçılara haddini bildiremezsiniz!
Siz ki; Anadolu'nun göbeğinde Başbakanlık Korumalarının can güvenliğini, Kayseri Pınarbaşı'ndaki Emniyet mensuplarımızın can güvenliğini sağlayamazsınız!
Siz ki; yıllarca bekçi Baba'nın bir düdüğü ile sağladığı asâyişimizi, orduyla, özel kuvvetlerle, panzerlerle, tanklarla, uçaklarla sağlayamazsınız ve 400 yıl tebaamız olmuş Suriyeli dindâşlarımıza Haçlı ile birlikte demokrasi götürmeye heveslenirsiniz?
Yahu! Günahtırdan anlamıyorsanız, günahı artık iplemiyorsanız seçmenlerinizden, milletin % 50'sinden ayıptır! Artık ayıp ta mı ilgi alanınızda değil?
Allah'ın izniyle ilk seçim sandığında başınıza geleceği göreceksiniz görmesine de o güne kadar daha kaç eli-kolu bağlı Güvenlik Mensûbumuz, kaç Mehmetçiğimiz, kaç suçsuz-günahsız vatandaşımız can verecek diye endîşemiz arttı!
Heeeey! Gâzi Meclis'teki muhalefet vekilleri! AKP adlı İleri Demokrat kaostan kurtulabilmek için bir erken seçim yolu bilmiyor musunuz?
Meselâ; "Sîne-i millete dönmek"i hiç düşünür müsünüz?
Milletin canının bu kadar incitildiği bir dönemde, maaşlarınızdan, dokunulmalığınızdan olmak endişesiyle ardınız "üç buçuk" mu, yoksa "Yusuf yusuf" mu diyor? Söyler misiniz?
Milleti, milleti temsîlen bizi duymanız için hangi dilden bağırmamız lâzım Allah aşkına söyler misiniz?
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"ÜÇ BUÇUK" VEYA "YUSUF YUSUF"!...

"Üç buçuk atmak" Deyimler Sözlüğü'nde; korkup durmak diye açıklanmış. TDK Türkçe Sözlük'te ise; "yarım yamalak, üstünkörü"...
Birkaç gün önce, bir belgesel izlediydim. Buldukları leşi paylaşamayan leşyiyiciler arasındaki bir çekişmeydi. Taraflardan biri Kokarca denilen o çok güzel görünümlü küçük yaratıktı. Rakîpleri, kokarcadan iriydi. Birkaç itişip kakışmadan sonra kokarca, arkasını dönerek ardından bir şey püskürttü! Kokarcanın ardından püskürttüğü şeye/gaza/ifrâzata hedef olan diğer leşyiyici; sanki biber gazına muhatap, İleri Demokrasi'nin sağladığı huzûr(!)dan nasîpli insanların haline büründü! Gözü sulandı, canı yandı, ne yapacağını şaşırdı! O güzel görünümlü, pis ifrâzatlı ufacık kokarca, leşin başına kurulup ağız tadıyla karnını doyurdu!...
Ardı; "Josef josef" diyenlerle "üç buçuk atan"ların ifrâzatlarını artırdı sanki İleri Demokrasi!...
"Demokrasi, gereken durakta inilecek tramvaydır." uygulamalı tarifin sahîbi İleri Demokrat sâyesinde; "Söz ola kestire başı" dizesinin günümüze göre tefsîri, Güneydoğu Anadolu'daki feodal yapının; "Ağanın b..u üstüne b.k olmaz, heyvaaan!" uygulamasıyla örtüştü!
İleri Demokrat uygulamalar sâyesinde ya Midas'ın kulakları uzadı, ya da Kral'ın çıplaklığı artık apaçık!
Çünkü; "O bakanları kulaklarından tutar kapının önüne koyarım!" erkinin ve hükmünün sahîbi kudretli İleri Demokrat Kral yutdışındayken Midas'la Pinokyo takıştılar! Yurtdışından dönen İleri Demokrat Kral ise ayağının tozuyla; "Artık AKP Grubundan farklı sesler çıkamayacak!" İleri Demokrat hükmünü verdi!
Demokrat olamayan millete ve bize de "Jozef jozef" veya "üç buçuk" ifrâzatlarından sakınmak kaldı! İleri Demokrasi sâyesinde artık kontrolden çıkan "üç buçuk" ifrâzatların kokusundan burun düşüyor!
Yanılıyor olabilirim ama galiba "üç buçuk" ifrâzatını salgılayan, ânlık bir rahatlık yaşıyor! Ama o ifrâzâta muhatap olanın ise biber gazı denk gelmiş kişi gibi canı yanıyor, gözü sulanıyor, aklı gidiyor!...
Ardının huyunu bilerek etin suyunu içenlerin, "üç buçuk"ları yüzünden sokaklar cumhûra yasak!
Ekonomi "üç buçuk" atıyor; muhatâbı sermâyedarlar "Jozef jozef!" diye ko/r/kuyorlar!
Güvenlik Güçleri "üç buçuk" atıyor; muhatâbı asâyiş ve huzûr "Jozef jozef" diye ko/r/kuyor!
Anayasa Komisyonu "üç buçuk" atıyor; "masadan kalkan taraf" olmayacaklarını açıklayan demokratlar "Jozef jozef" diye ko/r/kuyor!
Hürriyet aşkıyla "askerî vesâyet" esâretinden kurtulup BOP Eş Başkanlığı vesâyetine giren İleri Demokrat Yargı "üç buçuk" atıyor; muhatâbı Demokrat Barolar "Jozef jozef" diye ko/r/kuyor!
Millî (olmayan) Eğitim Bakanı "üç buçuk" atıyor, muhatâbı öğretmenler, öğrenciler, velîler "Jozef jozef" diye ko/r/kuyor!
Dokunulmaz Demokrat BDP'liler Meclis'te "üç buçuk" atıyor, muhatâbı KCK'lılar ve Kandil'de fener'siz kalan demokrat teröristler ve ahâli "Jozef jozef" diye ko/r/kuyor!
İleri Demokrat BOP Eş Başkanı "üç buçuk" atıyor; üçüncü kere seçilmiş ve bir daha sandığa giremeyecek olan seksene yakın kokarca güzellikli dokunulmaz demokrat "Jozef jozef" diye ko/r/kuyor!
Köşk "üç buçuk" atıyor, Konut "üç buçuk" atıyor; fillerin tepişmesinde çimenin "Jozef jozef" diye ko/r/kusunu izliyoruz biz de!
Huzûr ve istikrârın İleri Demokrasi sâyesinde ge/ti/rildiği ortamda, gaz maskesiz sokağa çıkmak yürek işi! Allah belânızı versin vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KEŞKE!...

İki gündür, takıldı kaldı aklıma şu; "Üç buçuk"! Takılmayaydı keşke!
Emre Ulaş'ın müthîş karikatürü de, aklıma takılmasına sebeplerin başı!
Karikatür'de, Sendikacı öfkeleniyor ve; "O zaman grev!" diye masaya yumruk vuruyor ve Bakan'ın arkasından, saldalyesinin alt tarflarından cılız bir ses duyuluyor; "Üç buçuk!"
Gazetenin ön sayfasından karikatürle telâffuz edilebildiğine göre, demek ki bizim de yazma hakkımız var! Keşke olmasaydı!
Keşke can acısıyla inlemeseydik! Kendilerinden olmayanları yok sayma ukalâlığının adını Demokrasi koyan, yetmeyince ileri demokrasi denilen dikte uygulamalarla milletin gönünü soyan zevâta ve kişilere öfkeyle hakâret etme, bedduâ etme zorunda kalmasaydık keşke!
Fıkra bu ya! Mahalle camiinin imamının mahallenin kadınlarına, kızlarına sözlü sarkıntı yaptığı iddiâları, her geçen gün artmaktadır. Birgün mahalle delikanlılarından biri, İmamı mahalle bakkalının önünde yakalar! Selamlaşırlar. Hal-hatırdan sonra Delikanlı;
- Hoca Efendi! Biliyor musun şeytan ne diyor?
- Aman! Şeytana boş ver! Uyma o kovulmuş lânetlenmişe!
- Ama Hoca Efendi; şeytan, bu Hoca Efendi'nin geçim darlığı var! Harama niyetlenmesin diye mahalleli olarak ona el atın! Hiç değilse haftada bir, bin lira gibi bir yardımda bulunun diyor...
Hoca Efendi;
- Haaa! O zaman başka! Şeytan meleklerin başıdır ve en bilgesidir! Sözünü dinlemek gerek!
Diye söz değiştirince, Delikanlı;
- Şeytan mademki meleklerin başı, mademki bazen sözüne uymak gerek, uyalım! Bugün şeytan; önce bu Hoca dürzüsüne haddini bildir, sonra da yaralarını tımar ettirsin diye yüz lira ver diyor Hoca Efendiii!
Der ve Hocaya dalar!...
Keşke'yi, şeytan sözü diye biliyoruz! Vesvesenin başlangıcı! Ama bu dinci-kindâr siyâsilerimiz yüzünden o kadar keşke demeye başladık ki! Bu kadar keşkemiz olmasaydı keşke!
- Keşke! Elim kırılaydı da evet mührünü basmayaydım keşke!
- Keşke! Kulaklarım sağır olaydı da Allah'a yemîn ederek beni aldatanı duymayaydım keşke!
- Keşke! Gözlerim kör olaydı da Şehît cenâzelerindeki kalabalıktan rahatsız olan müslümanları görmeyeydim keşke!
- Keşke! Kulaklarım sağır, gözlerim kör olaydı da; kurban kesiminde "rahmân ve rahîm" sıfatlarının kullanılmasına izin vermeyerek sadece "Bismillah" denmesini uygulayarak; "Ya Allah! Bismillah!" nârâsıyla kilise kurdelâsının kesildiğini görmeyeydim, duymayaydım keşke!
- Keşke! Doğru sözün yemîne ihtiyâcı olmadığını bile bile çok yemîn ederek mazlûma yatanlara inanmasaydım keşke!
- Keşke mazlûm diye acıyıp desteklediklerimin erki ele geçirdikten sonra zâlimleşerek; "Ananı da al da git! Gözünüzü toprak doyursun! Yahu siz kimsiniz? Askerlik yan gelip yatma yeri değildir! Beni yok sayıp ayağa kalkmayan Paşanın akîbetini gördünüz! Herkes haddini bilecek! O bakanları kulaklarından tutar kapının önüne koyarım!" ve benzeri Kasımpaşalı argosuyla söylenmiş sözleri duymayaydım keşke!
- Keşke! Demokrasi de dahil bütün ithâl fikirlerin İslâm'ın öğretilerine, Türk'ün ahlâkî yapısına, Müslüaman Türk'ün karakterine uygun olmadığını, anlatabilmenin bir yolunu biz de bilseydik keşke!
Keşke; artık kimin, kimlerin ardının "üç buçuk" attığını, bu millete gösterebilseydik keşke!
"ZÛLM İLE ÂBÂD OLANIN ÂHİRİ BER-BÂD OLUR"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mayıs 21, 2012

CEMAL ŞAFAK'IN HATIRINA, SUSMAK!...

Reklam amaçlı, dinci siyâsilere yalakalık için organize edilen müsrîf, dindışı iftâr davetinde poz vermeye zorlanıyoruz sanki!
Tok ağırlamak zordur biliriz. Hele iftâr sofrasındaki tok, iki kere tahammülü zorlar! Tok adam, iftâr sofrasının uhrevî atmosferini kirletir duruşuyla!
İftâr sofrasında oruç olmayan davetli, yoldan gelmişse seferîdir. Hasta ise mazeretlidir ve sofraya ilgisizliği hoşgörülebilir ama keyfî olarak oruç tutmayan kişilerin, iftâr sofrasında ne işi olur? Davet sahîbi de oruçlu konuklarının arasına, oruç tutmamayı laiklik zanneden kişileri niye oturtur?
İftâr sofrası sahîbinin; dünyevî hırslarına teslîm kişilerle Cihâd-ı Ekber'e -nefsine karşı büyük cihâda- niyetli kişilerin aynı havayı teneffüs etmesine sebeplik etmemesi gerekmez mi? İftâr sofrası sahîbinin önce Allah rızâsına, sonra kendisine, sonra da oruçlu misâfirlerine karşı böyle bir saygı yükümlülüğü, yok mudur?
İftâr sofrasındaki tok adam ile işret masasındaki aç adam, ânında belli olur! İkisi de bulundukları sofranın düzenini bozarlar! İkisi de aynı derecede göze batarlar!
"Paranın dîni olmaz!" hırsıyla tamâmen dünyâlığa yönelmiş kişiler; "... Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahîrette bir nasîbi olmaz." (Şura-20) ilâhî uyarısına muhâtaplıkları bilinerek sabırla izlenirler ama o harîs kişilerle aynı yerde, hele aynı iftâr sofrasında bulunmak da rahatsızlık verir!
Mahalle baskısı zoruyla oruç tutup vakit geçirmek için dansöz izlemeğe giden münâfık ile yine mahalle baskısıyla tokken iftâr sofrasına oturan mürâi arasında ne fark vardır? "Arkadaşını söyle, senin ne olduğunu söyleyeyim." el gözü terâzisini yok saymak mümkün müdür?
Elbette her doğru kişinin; iyiye, doğruya dâvet gayreti olacaktır, olmalıdır ama kesinlikle bilinir ki beyaz zemînde kara, siyah zeminde ak lekeleşir! Göze batar! Göreni rahatsız eder!...
Defâlarca; "Ömer ibn-i Hattab'ın kırk yıllık müşrîkliğinden bize ne? Ömer-ül Faruk'luğu ile sevgi, saygı alanımızdadır." demişiz amma Vahşî ve Hind'e müslüman olmalarına rağmen; "Gözüme görünmesinler!" sınırını çizen Hz. Peygamber uygulamasını da hep hatırlarız!
Olmadık yerlerde, olmadık pozlar vermiş kişilerin, her ân saf değiştirmeye meyyâl kişilerin, gittiği her yere terk etmek hazırlığında gittiği bilinen kişilerin, fotomodel konu mankenlerinin iftâr sofrasına, meşveret fikir teâtilerine katılmasında, aile fotoğrafına girmelerinde biraz tedbîr gerekmez mi? "Benim patronum, senin patronunu döver!" edâlı, kendilerini hür zanneden en tehlîkeli tasmalı kölelere karşı tedbîr gerekmez mi?
Ağır bir rahatsızlık yaşayan, bir aydır yoğun bakımda olmasına rağmen Yeniçağ Gazetesi ile resmini göndererek beni tesellî eden Cemâl ŞAFAK Kandaşım'ın, samîmiyet zirvesi ile kapı kapı gezmeyi mahâret belleyen kurnazların, aile fotoğrafında poz vermesinin, kime ne yararı olur? Cemal'in ce Cemal yüreklilerin hatırına yutkunduğumuzu, şiştiğimizi, sustuğumuzu söylemeliyim!
Doğruya aç, davûdî erkek sese muhtaç samîmi çilekeşlerin arasına, tok tasmalıların girmesine izin verenler vebâle girmezler mi?
Ömrümüzce poz vermekten pek hazzetmedik, şimdiden sonra fotomodellerle aynı karede görünmek zorumuza gitmez mi? Korumayı görev edindiğimiz dostlarımızın da bizi korumak gibi bir gayretleri olmamalı mı?...
Açlıktan vurup fotomodellikten çıktık! Canımızın ne kadar sıkıldığı ve acıdığı umarım mürâileri sevindirecek boyutta belli olmamıştır!...
TÜRK, TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mayıs 20, 2012

"KURT KAYA! ELİNİ ÇÖZ!..."

"... Onbaşı Yamtar şimdi kayaya ilmiklediği kemerine daha sıkı sarılmaya mecbûrdu. Çünkü artık onbaşıya asılan çeriler birbirine sarılarak uzayan belki yirmi kişi olmuşlardı... Bu ara yıldırımdan daha keskin, gökgürültüsünden daha güçlü bir ses yükseldi:
- Kurt Kaya, elini çöz!...
.... Yüzbaşının buyruğunu alınca bir ân tereddüt etmedi ve kara, azgın sular bu on eri bir anda yuttu. Yüzbaşının ikinci defa gürleyen sesi Yamtar'a da tehlikeyi bildirdi:
- Yamtar! Sıkı dur kayış kopacak..."
Atsız Hoca'nın, kırk yıldır her okuduğumda aklımı teslîm alan Bozkurtların Ölümü romanından bir bölüm...
Bu sahne üzerine kurgulayarak; "Söz ortanındır, kim alınırsa ona kalır!" düşüncesiyle ortaya konuşacağım!
Şimşek çakıyor, yıldırımlar düşüyor, sağanak Haçlı belâsı, seller oluşturdu! "Demokrasi Tramvayı Vatmanı" ve yandaşları, demokrasi kesmez, "İleri Demokrasi" diyorlar! Hazırlattıkları Anayasa metni görüşmelerine, ortasından başlıyor, başlatıyorlar! Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Gâzi Atatürk ve Silah arkadaşlarının emeklerini inkâr etmeğe, Cumhûriyet ve istiklâlimizin bedellerini belgeleyen bayramlaşan Millî Günleri kaldırmaya, yasaklamaya, savsaklamaya başladılar!
Millî Bayramlarda Gâzi Paşamız'ın Kabirlerini ziyâretten rahatsızlıklarını, yıllardır ifâde ederlerdi artık uygulamaya geçtiler ve ziyâret etmiyorlar!
Allah ile ve uyduruk, akıldışı evliyâ efsâneleriyle Müslüman Türk Milletini kandırarak oylarını alan yalancılar; Hasan Tahsin'in ilk kurşun'unu da inkâr ettiler!
Yıllarca kendinden başka şahîdi olmayan, Doğu Beyazıt’ta Şeyh Mehmet Celali medresesinde üç aylık eğitiminde her gün günde üç saat okuyarak yüze yakın kitabı ezberlediğini yazan, odasının kapısına; "Burada her suâle cevap verilir, her müşkül hallolunur; fakat sual sorulmaz!" tabelası asan, Sultan Abdulhamîd tarafından deli diye tımarhâneye kapatılan birinin, yalanlarıyla İslâmiyet'e açtığı yaraları görmezden gelen, inanan ve bunu îman diye tarif eden din tâcirleri; Kahramanlarımızın yaptıklarını destanlaştırmamıza bile tahammül edemiyorlar!
Hadi bunlar, inandıkları safsatalara uyarak işlerini-görevlerini yapıyorlar diyelim! Peki bizim particilerimiz ne yapıyorlar?
Hangi Türk Milliyetçisi Partinin, hangi kanûn ve yasakla 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkarma yapmalarına, kim engel oldu?
Damat Ferit hükümetlerinin, işgâlci İngiliz'in emriyle Şeyh'ül İslâma yazdırdıkları fetvâlarla da destekli i'dâm fermânlarına rağmen Samsun'dan Millî Şahlanışın fitilini ateşleyen Gâzi Paşamızdan daha mı zordaydılar?
Gayr-ı millî akımların, selleşerek üzerimize geldiği, bütün değerlerimize ve kahramanlarımıza salya-sümük saldırılan bu günlerde atılacak; "Kurt Kaya! Elini çöz!" nârâlarına kimin itirâz hakkı var?
Okyanus ötesinden Pentagon ve Pensilvanya şarzlı akülerle oluşturulan bu sun'î yıldırımlar, ve ithâl bölücü demokratik seller karşısında Türk Milliyetçilerini ve Türk Milliyetçiliği fikrini savunmaktan âciz olanları; kim, niye savunmaya devâm etsin?
Yavuz'un Sadrâzamı Gâzi Piri Mehmed Paşa'dan, Pilevne Kahramanı Gâzi Osman Paşa'dan, Medîne Müdafii Türk Kaplanı Fahreddin Paşa'dan, nihâyetinde Gâzi Mustafa Kemâl Paşa ve sayısız paşalarımızdan mülhem çocuklarına "Paşa" adını koyan Türklere hakâret ederek, -güya- fıkrasında, köpeğin adını "paşa" diye yazan "Paşa oğlu Paşa" dolma kalemlerle mi millî duruş sergilenecek?
Canımıza yetti artık! Ve:
- Kurt Kaya! Elini çöz!...
Kölenin en iğrenci, kendini hür zanneden tasmalıdır!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mayıs 18, 2012

TÜRK MİLLETİNE ŞİKÂYETİM...

Büyük Türk Milleti!
Seçilmiş, vekîl falan değilim! Siyasetçi de değilim! İleri Demokrat Sultan tarafından birkaç günde birkaç terfî ettirilmiş bir General, özel korumaya alınmış bir bürokrat, bağnaz bir partici de değilim! Yıllardır elde kalem, dilde kelâm yazıp söyleyen ama milyon dolarlara transfer yaşayan "Dolma kalemler"den de değilim!
Sadece sizden'im! Türk'üm, Türk Milleti'ndenim!
Yurdum'daki ve Sîne-i Millet'teki yuvama sığınıp palazlanmamış bir kartal yavrusu gibi ağzımı açmak, haykırmak, sana şikâyetlenmek istiyorum!
Türk Milleti!
Senin için sıkıntıdayım! Millî vicdânda meşrûiyeti sorgulanan yasalara kendimi ihbâr edecek kadar pervâsızım ama senden destek almadığım için gücüm yetmiyor ve zoruma gidiyor! Senin görevlendirdiğini zannettiğin, BOP Eş Başkanı ûnvanlı Kişi'nin Hükûmetini, sana şikâyet ediyorum!
Yedi Düvel adlı Haçlı'ya karşı "Vatanın müdâfaası ve İslâmiyetin muhâfazası"nı yapanlara, İşgalcilerle işbirliği yaparak Şeyh'ül İslâm fetvâlarıyla kâfir diyen teslîmiyetçi dincilerin torunları, aynı metodlarla seni Allah ile aldatarak Türk Milliyetine saldırıyorlar! Türk Milletine olan sevdâyı sorgulayan, ümmetçilikle milliyetlerini saklayanlara karşı öz evlâtlarını desteksiz bırakıyorsun! Şikâyet ediyorum!
Filistin'e İsrailin yaptıklarını, işgalci ABD korumasındaki "postal yalayıcı" nın Türkmenlere yaptıklarını; NATO ve ABD adlı Haçlı ile berâber Irak'a, Libya'ya yapılanları, Suriye'ye yapılmaya hazırlanılanları, oylarınla yetki verdiğin AKP Hükümeti, senin adına yapıyor! Ses çıkarmıyorsun! Şikâyet ediyorum!
Türk Milleti!
Dünyanın en îmanlı ordusu iken siyasete zorla karıştırılarak perîşân edilen Ordumuzu da sana şikâyet ediyorum! Art niyetli, dîn bezirgânı, Allah ile aldatan siyâsîlerle çok ve gereksiz çekiştiği için sinsice dînsiz-îmansız tarif edilen Ordumuz'a; "Siyasete karışma!" uyarısını sen yapmalısın! Çocuğuna "Paşa" adı koyan başka bir millet olmamasına rağmen siyasette, hiç bir dönem onların işaret ettiği yere oy vermediğini yarın da vermeyeceğini, sen söylemelisin!
Türk Ordusu, BOP Eş Başkanlığı göreviyle övünen siyâsilerle çok içli-dışlı olduğu için olmalı ki habire şehît veriyoruz! Şehitlerimizin intikamını almakta gecikiyoruz!
Rusya iki askeri için Gürcistan'da 2.000 kişiyi katletti! İngiliz, iki askerini kurtarmak için Irak'ta tanklarla cezaevi yıktı! Bizim ise otuz yıldır Mehmetçiğimiz şehît oluyor, müttefik(!)in yanlış istihbaratı yüzünden siviller ölüyor ve kıçı kırık bölücülerin sonu getirilmiyor! Şikâyet ediyorum!
Türk Milleti!
Muhalefeti
de şikâyet ediyorum! İktidar yıpratır ama muhalefette sadece tenkîdle, yanlış söylemlerle nasıl oy kaybedilir? Seçim kaybedince suçu, oy vermeyen millete atanları da sana şikâyet ediyorum! Oturdukları koltuğa yapışanları, farklı davranmadan farklı olduğunu varsayan farksız muhalifleri de sana şikayet ediyorum!...
"Yeni bir ortadoğu'nun zamanı geldi." diye düşüncelerini açıklayanlara cevap vermesi gerekirken, BOP Eş başkanlığı ile övünüp oyalananları, sana şikâyet ediyorum!
Allah aşkına kendine dön! Kanlar, canlar pahasına vatanlaştırılan ve parayla satılan topraklarına sahip çık! Kahramanlarının koyunlaştırılmasına izin verme! Bu siyasileri sana şikayetten başka çâremiz kalmadı!...
Ne AB, ne de ABD'nin Müslüman Türk Milletinin dostu olmayacağını, senin söylemen lazım!...
Yarın, geç kalmış olmaktan korkarım! Şikâyetim bu yüzden ve çok âcil! Sana şikayetim de sonuçsuz kalırsa, seni nereye şikayet edeceğimi de -kıyamam ama- biliyorsun!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Mayıs 16, 2012

ÇAĞDAŞ HASAN SABBÂH FEDÂİLERİ...

Sana şarap içirmişler/ Seni senden geçirmişler
Sokaklara düşürmüşler/ Affetmem seni seni yâr! - Mahzûni Şerîf

Tecrübeli meyhâneciler; içirdiler demokrasi şarabını, şırınga ettiler İleri Demokrasi eroinini ve saldılar sokaklara, milletin başına demokrat sarhoşları!
Memleketi yangın yerine çevirenlerler işte bu demokratlar!
Sokakları yangın yerine çeviren, çoluk-çocuğu otobüste diri diri yakanlar, demokrat; onların insan hakları olduğunu söyleyen Müslümanlar, İleri Demokrat!
Kırk yıldır; "Halklar, halkların kardeşliği, halkların eşitliği ve halklara özgürlük" diye her yana saldıranlar, demokrat; bu saldırganlara, "Mühîm olan takvâdır" diye destek çıkan dinciler, İleri Demokrat!
"Kimsenin namusu olmayacağız!" diye sokaklarda yırtınan kadınlar, demokrat; 40-50 sarhoş kadına 500-600 Türk Polisi'ni koruma olarak görevlendiren, Hükümet eden Müslümanlar, İleri Demokrat!
Kırsalda hükümrânlık ilan eden eşkiyalar, yaylacılığı bitiren haramzâdeler, askere-korucuya-öğretmene-hemşireye-mühendise-yol işçisine saldıran kuduruk PKK'lılar, demokrat; "Sen ... dersen, birileri de bilmem neyim der." diyen dinciler, İleri Demokrat!
Tarihten hortlamış zombiler gibi, arenada birbirini öldüren "esir kahraman(!) gladyatörler"e alkış vuran Eski Romalılarca taraftarlık yapan, stadları yakıp yıkan, polislere saldıran sarhoşlar demokrat; onlar daha şiddetli saldırsınlar diye spora siyâset katıp şike şike kupa veren, kupa gasp edenler, İleri Demokrat!
PKK'nın şehir yapılanması KCK'lılar demokrat; onların başı "ağırlaştırılmış ömürboyu hapse mahkûm" bebek katili ile yol haritası çizenler, İleri Demokrat!
Türk Milleti'nin geleneksel adâletinden, hakkâniyetinden, hoşgörüsünden korkan-ürken sokak köpeği kuduzlar demokrat; "Aziiiz Milletim" diyen, milletin adını söylemeyen; "Sizin en hayırlınız -kavminin zûlmüne ortak olmak günahını işlemeden- soyunu savunandır." hâdisini atlayan, "Aslını inkâr eden harâmzâdedir." Hz. Ali öğüdünü duymazdan gelen, "İki cihanda lekeli" işret kuşlarının kılavuzluğuna muhtaç dinciler, İleri Demokrat!
Velhâsıl-ı kelâm; esrarkeşle şarapçı, eroinmanla alkolik, Haçlı lejyoneri Hasan Sabbâh fedâileri, demokrat ve ileri demokrat maskeleriyle demokrasi aracıyla millî bütünlüğümüzü parçalamak, Vatanımızı üleşmek, üleştirmek için uğraşıyorlar, bizden de alkış istiyorlar!
Yalakalığı, yağcılığı, amigoluğu demokratlık zanneden bir Lejyoner Dolma Kalem'i; "Bu kupa Amerika'ya girsin!" nârası üzerine de ânında işinden-gücünden ediyorlar!
Anayasa'nın meze edildiği işret masasından; "Kalkan taraf biz olmayacağız!" diyen, ağızlarına şarap deymemiş ayıklarımıza; "Siz masada otururken masada sarhoş edilenler, sokaklara salındı haberiniz var mı?" diye sorunca da; "Partimizi anayasa etrafında kuşatmaya ve baskı altına almaya dönük sinsi bir tezgâh..." la suçlanıyoruz!
Türk Milleti'nin; bütün demokratları, İleri Demokratları ve "törpü yalayıp kendi kanını içerken doyduğunu zannedenler"i, tepeden kurt sabrıyla izlediğini görecek kadar ayıktıklarında, onlar için geç olacak diye korkarız!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Mayıs 15, 2012

YUH! ŞEYTAN ZOMBİLERİ!...

Akıllıysanız aklıza, deliyseniz sahiplerinizin aklına tüküreyim!
Sizden, vatandaş olur mu? Sizden, dindâş olur mu? Sizden, ihvân olur mu? Sizden, yoldaş olur mu? Sizden; fikirdaş, gönüldaş, ülküdaş olur mu? Yahu sizden insân olur mu?...
Hürriyet sizin neyinize? Ne lâzım size devlet? Size ne lâzım akıl, îmân, vicdân? Köle zihniyetli, âciz taraftarlar sizi!
Yuh size! Yuh sizin karakterinize! Sizin diplomalarınıza, size o diplomayı veren hocanıza, size yuvada öğüt veren ana-babanıza yuh olsun! Eve bir şeyi almaya bakkala gitmemek için elli mazeret üretirken, maç için kuyruğa girip geceli-gündüzlü bekleyen uyuşturulmuş aklınıza yuh olsun!
Sizi gidi mezâr kaçkını, Eski Romalı zombiler sizi!
Bütün ferdî veya toplumsal kavgaların, hatta savaşların izah edilebilir bir sebebi vardır. Bu sebeplerin varoluşu, insanlığın yüzkarası savaşlara bile meşrûiyet kazandırır!
Devletlerarası ilişkilerde bozulma olur, gerginleşilir, savaş çıkar, savaşılır! Savaşın galip tarafı çıkarlarını korur veya artırır; mağlûp tarafı, savaş öncesi varolanlarını da kaybeder! Savaştır, savaş sonucudur, yenilgi veya kazanımdır, izâh edilebilir!
Partilerarası seçim rekâbetinde; genel başkanlar, hatipler meydanlarda, kürsülerde konuşurken karşı tarafa hakâret edebilir, bu hakâretler tarfatarları tahrîk edebilir ve karşılaşılınca kavgalar olabilir! Ayıptır, yazıktır, günâhtır ama yine de akılla bir izâhı vardır! Seçimden galip çıkan parti taraftarları, Hükümet olmanın sağladığı popülist ikrâmlardan faydalanabilir, kaybedenler ellerindeki imkânları kaybedebilir! Bu yüzden ayıplanmasına rağmen bu kavgaların da izâhı mümkündür!
Bütün okumuş-yazmışlarımızın 50 yıldır yaptığımız gibi fikir ayrılıkları olabilir. Bu fikir ayrılıklarını aramıza giren yabancı eller kaşır, tahrîk eder ve fikrî kavgalar olabilir! Her iki tarafın da kavgacılarına;"Bizim Kahraman, Bizim mağdûr!" denilebilir! Fikir uğrunda kavgalara râzı olmanın da bir izâhı mümkündür!
Kumarda kazanmak için de, genelevlerde hayat kadınlarına sahiplenmek için de, mahallede kız için yapılan kavgaların da sonunda bir kazanımı, dolayısıyla akıllı izâhı vardır!
Ya sizin kavganızın nedenini, kim söyleyebilir! Galip taraftarın kazancı, mağlûbun zarârı ne? Her ikiniz de para vererek girmediniz mi o stada?
Bre akıllarına tükürdüklerim! Eski Roma'da arenada gladyatörleri ölümüne dövüştüren köle tüccarlarına taraftarlık edenlerden, bir farkınız var mı sizin? Köle tüccarının, "Güçlü esir kahraman gladyatörü" esir rakîbini öldürecek, köle tüccarı yeni "Kahraman Esirler" almak için gladyatör pazarına koşacak, siz de trübünlerde kendinizi yırtacak, nara atacak, kazananı alkışlayıp, öleni yuhlayacaksınız ve sonra bana; "Ben insânım!" diyeceksiniz öyle mi? Yuh olsun sizin insanlığınıza!
Hele elinde kalem olan, topluma fikir önderliği yapan bazılarının, Eski Romalı seyirci mantığıyla sarfettiği cümleler yok mu?! Senin kalıbına, kalemine tüküreyim! Yuh olsun sana da, şimdiye kadar seni insan zanneden bana da!
FB'lilerin, GS'lıların aralarında devrimciler yok mu? Hani devrimciliğiniz sizin?
FB'lilerin, GS'lıların arasında Büyük Doğu'cu, Akıncı, Millî Görüşçü yok mu? Hani mücâhidliğiniz?
FB'lilerin, GS'lıların aralarında Ülkücüler yok mu? Hani sizin ülküdaşlığınız, kandaşlığınız?
FB'lilerin de, GS'lıların da kahhar çoğunlukları müslüman değiller mi? Hani sizin dindaşlığınız?
Yahu! Her iki taraftar da insan değil mi? Hani sizin insanlığınız?
Demokrasiyle yetinmeyip İleri Demokrasi'ye hevesli; dindâr-kindâr, demokrat BOP Eş Başkanı, size niye; "Yahu! Siz kimsiniiiiz?" diye kükreyerek sormadı?!... "Kel başa, şimşir tarak!" bu değilse nedir Allah aşkına?
"UDAÇI ERTİ TÜRK BUDUN, ÖKÜN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mayıs 14, 2012

TÖRPÜ YALAYAN AÇ KÖPEK, DOYMAZ!...

Siyah zeminde beyaz, beyaz zeminde siyah lekedir! İkisi de göze batar, her ikisi de rahatsız eder!
Kara çalma, kara atma diye lekeleme anlatımlarında nedense hep kara gelir akla! "Alnım açık, yüzüm ak" diye övünürüz! "Sakın yüzümü kara çıkartma!" diye uyarı yaparız ama siyâhi, kara tenli bir insanın; alın açıklığının, yüzaklığının nasıl olacağını hiç düşünmeyiz bile!...
İnsanlığın yüz karası savaşları, insanlığın yüzakı barışla yok etmek, insanlığın yüzünü aklamak için siyâhi Kofi Annan'ın kara başında oluşan akla müracaat ederiz -bırakın yüzümüzün kara çıkmasını- ve hiçkimsenin yüzü, kızarmaz bile!
Kara işlerin, "ak"lı sloganlarla propagandası yapıla yapıla "Adâlet ve Kalkınma" açılımlı AKP, bir kara bulut gibi çöktü üstümüze! Bir kaos oldu, bir belâ oldu milletin başına!
Zıt kutuplarının çekme özelliği ile bilinen mıknatısın, aynı kutuplarının birbirini itmesini başardı! Daha sonra kaça bölüneceğini düşünmek bile istemediğimiz millet, ikiye bölünüp benzerler birbirini itmeğe başladı!
Menfaat paylaşımı ile bütün gibi duran % 48'lik bir grup, "ak" maske sıfatıyla ma'şerî vicdânda kararırken; % 52'lik öteki grup, 52 parça haliyle balıkçı zokasına yem görüntüsünde!
Bu hâle, demokrasi sâyesinde geldik, getirildik! Artık ak sıfatlı kara vicdânlıları demokrasi de kesmiyor, "İleri Demokrasi" için; "Durmak yoook! Yola devâaam!" hırsındalar!...
Biliriz ki herşey zıddı ile kâimdir. Çirkin olmasa güzelin, acı olmasa tatlının, eğri olmasa doğrunun, mazlûm olmasa zâlimin farkında olunmaz! Müslümân Türk Milletinin sıkıntısı; mazlûm ile zâlim zıt kavramlarını mukayese edemeyişinde saklı! Çünkü Türk'ten mazlûm çıkmaz, çünkü Müslümân Türk zâlime baş eğmez, baş eğdirir!
Anadolu'da; "Törpü yalayan it, kendi kanını içerek sonunu hazırlarken törpüyü yediğini zanneder!" derler...
Ak sloganlı, kara vicdânlılar, milletle ve millî değerlerle zıtlaşan gayr-ı millî, gayr-ı islâmî davranışlarla Haçlı ile işbirliğini demokrasi diye dayatıp Haçlı'ya vekâleten Suriye'ye vurmaya hazırlananlar, törpü yalarken kendi kanlarını içtiklerini fark ettiklerinde iş-işten geçmiş olacak!
Zaman hızlı, ömür kısa!
Tarih denilen insanlığın akıl defteri veya günlüğü de, iz bırakan kısa ömürlülerin, tesbîh gibi zaman ipine dizilmesiyle oluşur! Deryâ içre olan mâhinin deryayı bilmediği gibi, Zamânın Sahîbi Tesbîhçi'nin iz bırakan ömürleri, zaman ipine dizişini seyrediyoruz ve farkında değiliz!
Son otuz yılda olanları hatırlarsak, bizden sonraki neslin tarih diye okuyacağı, nelere tanıklık ettiğimizi farkederiz!
SSCB denilen dev Komünist İmparatorluk çöktü! Haçlı dünyası Avrupa'da Çavuşesku'nun, Müslümân dünyasında Kaddâfi'nin aynı uyuşturucu ile sarhoş edilen toplum tarafından linç edilişini izledik! Demokrasi denen bu uyuşturucu; Müslümanda da, Hristiyanda da aynı tahrîki yaptı, farkedilmedi! Gözler açıkken kurulan demokratik hayâller, gözler kapandığı anda karabasan rüyalar oldu!
Onar yıllık demokratik hayâllerin, meyhâneci tarafından uygulanmasıyla yüzlerce yıl İslâm adına Haçlı Seferleri'ni göğüsleyen Türk Milleti'nin hükümetleri, Haçlı ile birlikte Müslümanlara vurdu! Daha güçlü bir uyuşturucu "İleri Demokrasi" ile de; "Lider atlarsa peşinden uçuruma atlamak töredir." tarifiyle koyunluğa heveslenen âcizler var! "Dokunmak bile ibâdettendir." tanımlı, sürübaşının uçuruma atlamasını bekleyen demokrat koyun fıtratlılar; tepede dikkatle olanları izleyen Kurt'un farkında değiller!
Farkında olduklarında hem sürübaşının peşinden uçuruma atlamalar, hem de kurt görmüş koyun sürüsü gibi panik ve dağılmalar başlayacak!...
İşte o gün; akla kara belli olacak! Ak zemindeki kara, kara zemindeki ak leke, yeniden kanla yıkanarak pâklanacak! Çünkü aç köpek, çelik törpüyü yalıyor, kurt seyrediyor!...
Kurtun pusu sükûnetini, ikrâr zanneden demokrat sarhoşlar uyandıklarında, gerçekle yüzleşecek; Sâhibi-i Zamân'ın tarih tesbîhinde, bir iz bırakana daha tanık olacaklar!
Onlar ve biz tanıklık edeceğiz, bizden sonraki nesîl de bu ihtişâmı okuyacak, yazacak vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Mayıs 13, 2012

ANA...

Hamallar yüküne yaparken hîle
Dokuz ay karnında taşıdın Ana!
Mîdene bir lokma girmese bile
Memenden balana aş idin Ana...

Bakıp görmez iken gözüm sen oldun
Ağladım kızdılar, sözüm sen oldun
Yerlerde süründüm, dizim sen oldun
Sevip nazlamada baş idin Ana...

Bir diken batınca ağlarken insan
Keyifle inleyip getirdin bir can!
Gölgeden gölgeye olmazken ihsân
Bunalan gözüme, yaş idin Ana...

Canından kopmuşum, sen sevinmişsin
Balan ağlamışsa sen dövünmüşsün
Korkuyu bilmeyen yüreğimmişsin
Eğer güldüm ise, hoş idin Ana...

Oruçlu süt verip zinde kalmışsın,
Gölge edip bana günde kalmışsın,
Allah'a hamd'olsun bende kalmışsın
Temelsiz binâma taş idin Ana...

Sıcak kucağını eyleyip beşik
Memeni ağzıma etmişsin kaşık.
Canını canıma ederek eşik
Ömrünce ömrümü taşıdın Ana...

Ana can! Gözyaşın silemezsemde
Yolumu beklerken gelemezsemde
Cahildim, kıymetin bilemezsemde
Her zaman dünyamda baş idin Ana...

2001 Yılı Anneler Günü'nde, uzakken yazıp Rahmetli Anam'a okuduğumda çok mutlu olmuştu ve; "Her Anneler Günü'nde okur musun?" diye sorarak ta bana görev vermişti!
Ben de ihmâl etmeden her yıl okumuştum!...
İki yıldır Anasız'ım! Anam yok! Kokusu her yerde! Gölgesi her yanımda! Kendisi her ânımda ama O yok!
Anam'a ve bütün Hakk'a yürüyen analara rahmet, yaşlı-genç bütün Annelere hürmet...
Yılın 12 ayı, 12 ayın her günü, her günün her saati, her saatin her dakikası, her dakikanın her saniyesi, nefes alıp verdiğimiz her ânımız, Analar Ânı olsun, Allah bütün Anneleri; sevenleri ve sevdikleri için korusun...
"İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn" Anam'a ve ebedîyyete yolculanan bütün analara rahmet, tekrâr bütün Annelere hürmet vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Mayıs 12, 2012

"YAHU! BİRAZ DA CİDDÎYET!..."

Bugün Demokratlar'ın aklıyla, İleri Demokratlar'ın vicdânıyla uğraşacağım! "Ne diyor bu adam?" demeyin n'olur?
Ben, demokrasi sâyesinde; hayatında dere görmemiş adamın, kadrolu sâhil cankurtaranı olarak işe alındığını biliyorum! Daha yapımı başlamamış hayâli olimpik bir havuza yüzme hocası olarak yüzme bilmeyen pehlivânın kadrolandığını da biliyorum! Bu işleri ayarlayan ve hizmet ettiğini zanneden Milletvekillerinin övünmelerini de biliyorum!
Bu "Demokrat uygulamalar"ın devâmı için dört yılda-beş yılda bir güya seçim yaptık! Bunu söylerken aklımda rakamlar uçuştu, uçuşurken de çarpıştı! 89. yılda, 61. Hükümetimiz görevde! Dört yılda bir seçim yapmış olsak Cumhûriyetin 244 yaşında; beş yılda bir yapsak 305 yaşında olması lazım ama 89 yaşında!
Sakallı Celâl'in; "Tanzîmat ilan ettik olmadı, Meşrûtiyet ilan ettik olmadı, Cumhûriyet ilan ettik olmadı! Yahu! Biraz da ciddîyet ilan etsek!" sözünü hatırladım!
89 yılın, 60 yılını yaşayanlardan biri olarak, susuz havuzda yüzmeye çalıştığımızın veya yüzme bilmeden cankurtaran edildiğimizin farkında bile olmadığımızı farkedince, canım acıdı!
Nasıl seçmensek ve; "Hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir." diye nasıl bir sistemdeysek; hep seçtiklerimizin hükmüne girmişiz! Millet Vekili seçmişiz ve her seçimden sonra, daha sandık sayımı bitmeden, nasıl olmuşsa "Vekilin Milleti" olmuşuz!
Erdoğan'ı da, -hem de- üçüncü kere seçtik! Seçmenin % 48'inin oyu ile nasıl olmuş, millî irâde nerede ters yüz edilmişse ortaya; "Azîiiiz Milletim" diye kükreyen, İleri Demokrat bir Sultan çıkarmışız! Nasıl ve ne zaman olmuşsa; "Dokunmak bile ibâdettendir." ya da; "Dokunan yanar!" tariflilerin tebaası olmuşuz! Ve Vekil milletinin adını söylemeyince millet olarak kimliksiz kalmışız!
Kimlikli olmuşuz da ne olmuş?!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni; Yedi Düvel adlı Haçlı Müttefik'in Tanzîmat ve Meşrûtiyetle çökerttiği, farklı halklardan oluşan bir imparatorluk molozlarından kuran Muhteşem Türk Atatürk'ün hemen sonrasında Türk Kimliğine saldırı başlamış! Hükümetler içinde en Türkçü nutuğu atan Saraçoğlu Şükrü döneminde; "1944 tabutluklarını, 3 Mayıs Türkçü kıyımı"nı yaşamışız!
Dîne sığınmaya niyetlenmişiz, (ne demekse) Atatürkçü-Kemalist NATO Generalleri kızmış! Kurultay-şûra geleneklerimizi unutup demokrasiye niyetlenmişiz bu kere de Hoca Efendiler kızmış! Kalmış mıyız iki arada, bir derede!
Nihâyet 79 yıl sonra "istikrârı-huzûru" yakalamışız! Üçüncü kere seçerek Vekilin Milleti olmayı kabullendiğimiz kişinin "Azîiiz millet"i olarak, kulu, tebaası olarak; yok farzedilen, "Yat! Uyu!" komutuyla gözlerini kapatan, "Kabul edenler? Etmeyeneler? Kabul edilmiştir!" komedisiyle ve KHK'lerle anası ağlatılan zavallılar olup çıkmışız!
İki câmi arasında bî-namâza dönmüşüz! Cuma günleri; "Gül'ü mü güldürelim, yoksa Kasımpaşalı'yı mı ?" ikilemiyle Köşk ile Konut arasında koşturmaktan yorgun düşüp Cuma kılamamışız!
1300 yıldır ikrâr ettiğimiz dînimiz, "Turqiya"da 600 yıl sonra zorla kazandığımız Türk kimliğimiz, "Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ" tarifli Vatanımız gitti-gidiyor! Ve uyuşturucu bir illet olan demokrasi sayesinde oldu, bütün bu olanlar!
Amaç değil araç edilen "Demokrasi Tramvayı" vagonlarına binenler haricindeki % 52 için; "İleri Demokrasi" vaad eden BOP Eş Başkanı'na ve güya ona muhalefet eden diğer "demokratik âcizler"e güvenerek; "Demokratım!" diyenlerin aklına hâla güveneyim mi?
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Mayıs 11, 2012

AKLI OLAN, DÜŞÜNÜR...

Son günlerde, on yıl öncenin mazlûm rollü ve Allah ile aldatan dincilerin desteğiyle günümüze gelmiş birinin baskısına muhatap bir başka mazlûm rolüne yatmışın, bir gazetecinin çekişmelerini izlerken yine; "Cambaza bak!" tırılıyoruz!
Altını çizelim ki işini layîkiyle yapanı takdîr başka şeydir, sevmek başka şey...
Günümüzde işini layîkiyle yapan birkaç istisnâ var ve şahsen onları takdîr ederim ama sevip sevmediğimi söyleyemem çünkü tanışmıyorum! Tanımadan, tanışmadan birini sevmek veya sevmemek eksik ifâde olur.
Günümüz istisnâlarından saydığım iki kişiden ve bana göre yanlışlarından bahsedeceğim.
Yılmaz Özdil, Bekir Coşkun'a destek amaçlı yazdıkları son yazılarında bir polis köpeğinden bahsedip, adının "Paşa" koyulduğunu söylemiş! B. Coşkun'un işâret fişeği fitili görünümlü yazısına kendince destek vermiş! İyi de yapmış! Araştırıp soruşturmadan yazacağına ihtimâl vermem ama Emniyet Teşkilâtında kendini bilmez birinin veya; "Cemaat değiliz." demelerine rağmen ısrarla cemaatçilik atfedilen; "Paranın dîni olmaz" öğretili Gülen A.Ş. Ceosu'nun etki alanına girmiş biri veya birilerinin, -güya- intikâm için köpeğe "Paşa" adını koymuş olmaları, Bekir Coşkun veya benzerlerinin yaptığı yanlışı doğrulayabilir mi? Aksine, sadece iki yanlış eder!
Bu davranış, bazı kışlalarda, câhil ama orduya sevdâ ile bağlı birilerinin aynı mantıkla köpeğine "Polis-Komser" adını vermesiyle karşılık görürse kim, ne diyebilir?! "Ben yaptım oldu!" nobranlığıyla, despotluğuyla düzen-huzûr sağlanabilir mi?
Yanlışla mukabele, sadece iki yanlış eder! İki ölüden bir diri çıkmayacağı gibi, iki yanlıştan da bir doğru asla çıkmaz! Bir başka teslîmiyetçi-düz mantıkla eğer elinde güç bulunduranların her dedikleri, her yaptıkları doğruysa Firâvun'un, Nemrût'un yaptıklarına kim, yanlış diyebilir?
Ellerine kalem nasîb'olmuş kişilere; inançlı veya inançsız ayırımı yapmadan Allah'ın, Kur'ân'da ettiği; "Nûn! Yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına" (Kalem-1) yemîniyle kaleme ve satır satır yazanların yazdıklarına gösterdiği ihtimâmı hatırlatmak isterim!
Bu arada; Allah rızası için yazanla Şeytan'a yardım için yazanlar olabileceğini de kabûl ederim...
Kur'ân öğretisinden biliyoruz ki aklı olmayanın îmânı olmaz. Akıl îmân eder ve akıl dille îmânını ikrâr eder. Elbette inkârı da akıl eder! Bu yüzdendir ki Allah akla çok vurgu yapar ve akıllıları yargılayarak ödüllendirir veya cezâlandırır! Akılsızlar, meczûplar, deliler sorgudan muâftır!...
Akıl, îmân, kalem ve yazı arasında düzenli bir ilinti kurduğumuzda; Allah'ın kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına ettiği andı, çok dikkate almak gerekir diye düşünüyorum!
Akıllı kişi, kalemiyle ve satır satır yazdıklarıyla Allah'ın muhteşem ödülüne veya cezâsına muhataptır! Kalemle ışığa-felâha işâret eden akıllı ile karanlığa-zûlmete işâret eden akıllı arasında, elbette bir çekişme olacaktır ve bu çekişmenin hâkemi Allah'tır. "Allah aranızda hükmedinceye kadar sabırlı olun! O, yargıçların en hayırlısıdır." (A'raf-87)
Yine aklımızın îmanı veya îmânımızın aklıyla; yanlışının farkına vararak yanlışında ısrârın adı, kibirdir diyebiliriz ki kibirlinin hasmı da Allah'tır...
Netice olarak Bekir Coşkun, yanlış yapmıştır! Yaptığının doğruluğunda ısrarla incittiklerinden özür dilemeyecekse ve bu yanlışına destek verenler de yaptıklarının farkındalıkla buna devâm edeceklerse saflarımız kesinlikle ayrışacaktır!...
Birileri karanlığı-zûlmeti işâret ederek savunurken veya savunanların değirmenine su taşıyıcılık ederken birileri de Allah rızası için ışığı-felâhı işâret edecektir. Allah Evliyâlığı ile Şeytan Evliyâlığı da Kur'ân'dan öğrendiğimiz kavramlardır...
"İnsanların iki türlü ismi vardır; biri iyi, biri kötüdür. İkisi de unutulmaz. İyiyi överler, kötüye söverler." (Kutadgu Bilig)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

ÎMÂN SORGUCU BÜLENT ARINÇ!...

On yıldır; "Adamlar yanlışlarını, doğru tavırla, doğru adreslerde anlatarak kazanırken bizimkiler; doğrularını yanlış tavırla, yanlış yerlerde ziyân ediyorlar!" diye yırtınır dururum!
Adamlar; camilerde propoganda yaparlar! Meyhâlerde, kahvehânelerde, hâne hâne evlerde propoganda yaparlar! Kerhânelerden kapı kapı dolaşıp oy isterler! Yaptıklarının hepsi, söyledikleri ve vaatleri yanlış olmasına rağmen doğru!
Bizimkiler; Hz. Peygamber(s.a.v.)'in, bütün siyâsi ve toplumsal mes'eleleri Allah'ın Evi adlı mescitte yaptığını unuturlar ve "Camide siyâset olmaz!" derler! Siyâset camide olmazsa nerde olur be mübârek?
Meyhâneye, kahvehâneye gidenleri nerdeyse aforoz ederler! Olmaya herhangi bir il-ilçe başkanı bir kahvehânede veya meyhânede görülmeye! Ne kâfirliği kalır, ne hâinliği!
"Bu memleketin Cumhurbaşkanından genelev sermâyesi kadına kadar insanlarının mes'elesi, mes'elemizdir." diyen Alparslan Türkeş'in müthîş siyâsi öğretilerini bile anlamamakta direnirler, kendileri ziyân olur, milletin istikbâlini de ziyân ederler!...
Tabiat ve siyâsetin boşluğa tahammülü olmadığını biliyoruz! Bilmemize rağmen boşluk vermekte ısrar ediyoruz ve boşluğu dolduranlardan şikâyette de yeterli olamıyoruz!
Başbuğ Alparslan Türkeş'in; 450 mevcûtlu TBMM ve 150 mevcûtlu Cumhuriyet Senatosu'nun olduğu dönemlerde; yetkilerinin farkında olan başbakan anlamında; "Tek meclis, tek ve muktedîr başkan" dediğini hatırlıyoruz ama 1987'den sonra, 7 Coğrafi Bölgeli Türkiye'yi bölgelerden hareketle eyâletlere ayırıp başkanlık sistemi hayâl edenlere nasıl karşı çıktığını da hatırlıyoruz!
BOP Eş Başkanı Başbakan, Başbuğ Türkeş'in Küçük Oğlu'nu da yanına almışlığın rahatlığıyla "Dokuz Işık"ın bir yerinden, Bülent Arınç ise bir başka yerinden yakaladılar! Siyâset yapıyorlar! II. Cumhûriyet'in Anayasası'nı hazırlıyorlar! Muhalefet ve siyâsi muhatapları mutlaka gereken cevâbı verirler! Veya vermeliler!
Ben Bülent Arınç'ın başka bir sözüne itirâz edeceğim. ''Bizim de fikrimiz böyledir, biz 9 ışığa iman etmiş insanlarız, demesi gerekenler, .... Türkeş'in sözlerini bile inkar edecek noktaya geliyorlar." demişler!
Orada durun Arınç Efendi! Orada durun!
Türk Milliyetçileri - Ülkücüler, îmân ile fikir mensûbiyeti arasındaki farkı kesinlikle bilirler! Îmân kuralları ve Allah buyruklarını ihlâli ise; "Dokunmanın ibâdetten sayıldığı" diye yapılan tariflere itirâz etmeyenlerde bile aramazlar!
Kişiye, dünyevî hırs ve isteklere teslîmiyeti, önce biât edip sonra biât ettiği kişi hastalanınca; "Kimseye biât etmedim." diye inkâr edip, hemen bir gün sonra, bu sözlerini de; "Tarihî bir hatâmdı!" diye inkâr eden takîyyecilikte bile aramazlar!
Türk Milliyetçileri - Ülkücüler, mütedeyyîn Müslümanlar olarak hiç kimsenin, bir başkasının takvâsını ve îmânını sorgulama hadsizliğini göstermezler! Çünkü Türk Milliyetçileri ve Ülkücüler; Kelime-i Şehâdet'le ikrâr eden birinin müslümanlığına inanırlar. Kâfir olduğu bilinen birine bile, Hz. Peygâmberimiz(s.a.v.)'e yapılan; "Kalbine mi girdin?" ilâhi uyarısından hareketle kâfir demezler! Çünkü bunun kendi îmânlarına zarar vereceğini bilirler!
Türk Milliyetçileri ve Ülkücüler; "O'nun delîllerinden biri de gökleri ve yerleri yaratması, lisânlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır." (Rûm-22) Âyeti'nden Türkçe lisânlarıyla ve Türk teniyle yaratıldıklarını bilirler; Hz. Peygamber'in; "Sizin en hayırlınız -kavminin zulüm ve haksızlıklarını destekleme günâhını işlemeden- kendi soyunu müdafaa eden kimsedir." (Ebu Davûd, Sünen, IV, s.331, no: 5120) Hadîsinden hareketle de milletlerini savunurlar. Hem asıllarını inkâr etmez, hem Haçlı ile birlikte 400 yıl tebaamız olmuş Müslümanlara demokratik bombalar atmaz, hem de müslümanları katleden, ırzlarına tecâvüz eden haçlı askerlerine duâ etmezler!
Arınç ve benzerlerinin; kendilerinin fikir mensûbiyetleri ile kişiye biatları ile kendi îmânlarını gözden geçirmelerini, amacını aştığını farzettiğimiz bu sözlerinden dolayı tevbe etmelerini ve muhataplarından özür dilemelerini, Allah rızâsı için ve îmânî ahlâkla tavsiye ederiz vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

PAŞA'MA SALDIRAN MAZLÛM KURNAZ!...

Düşene vurmadık hiç!
Ne Türk töresinde, ne de İslâmi ahlâkta düşene vurmak yok! Aman dileyene, teslîm olana vurmak yok! Vurup düşürdüğüne yerde vurana, aman dileyene, teslîm olana vurana Türk töresinde de, İslâm ahlâkında da zâlim denir.
"Küfr'ün karşısında susmak dilsiz şeytanlıktır." buyurmuş Hz. Peygamber(s.a.v.)'imiz. Zûlmün karşısında susmak ta, zûlme ortaklık! Ne Türk töresinde, ne de İslâmî ahlâkta; "Gücü yeten yetene" tarifli orman kanununa izin yoktur ama herkesin haddini bilmesi de vâcibdir, farzdır!
Güçlü sanılan, güç yetmez zannedilen birilerine "dolma kalem"lik ederken, yoldan geçenlere, havada uçanlara saldırmak kolaydır! Eğer güç kendi yüreğinle-sıkletinle düz orantılı değilse, başkasının gücüne güvenerek yapılanların, günün birinde, bir başkası tarafından mutlaka hesâbı sorulur! Yaslandığın ağaç kurur, adam ölür, güvendiğin dağlara kar yağar ve kalırsın ortada!
Yaslandığın, güçlü zannettiğin; kimseye destek olmana izin vermediği için, onun yokluğunda kendinle ve yaptıklarınla başbaşa kaldığında kıyâmetin kopar!
Ve başlar ağlamalar, zığlamalar! "Benim dünyam zehir oldu, inanılmaz tehditler küfürler... Ben ve ailem tehdit altındayız şu anda. Bir Başbakan nasıl bir yazarı hedef gösterir?" diye mazlûma yatmalar!
Dilin kemiği yok tamam da, gırtlak niye kırk boğum? Kırk düşünüp bir söylemek için olmasın? Dilin kemiği yok diye elin de şirâzesi olmayacak mı? Eline her alan, çalakalem heryere, herkese saldırma, hakâret hakkına sahîp mi?
Şimdi BOP Eş Başkanı Başbakan'ın öfkesine muhatap olduğu için süt dökmüş kedi misâli mazlûmlaşan "Dolma kalem", ne yazmış hatırlayalım: "... Sahipsiz kurt, ... gördü onu... Çok bakımlı, şişman, keyfi yerinde, kulübesinin içinde öyle oturuyordu aynı soydan gelen köpek.. Selam verdi: 'Merhaba...', 'Merhaba...', 'Adın ne?', 'Paşa...' " diye başlayan güya bir fıkra!
ABD'nin "Bizim çocuklar" sıfatlı generallerine, NATO Generallerine; Pensilvanya'da mûkim Gülen A.Ş. Ceosu'na yöneltilen; "Askeri vesâyet ne zaman bitecek? " sorusunun cevâbı ve muhatâbı General'e bakış şeklimizi hiç saklamadık ve değiştirmedik!
Onların güya tam zıddı yerde durup, Vatan kurtarmaya soyunan emekli generallere de sesimizin gücü kadar seslendik! Açık mektuplar yazdık ama asla ve kat'a hakâret etmedik! Hatta NATO Generalleri ile Millî vicdân Paşalarımız'ı birbirine karıştırmamak gerektiğini de defâlarca yazdık!
"Biliyorsan huyunu, içmeyeceksin etin suyunu" Kardeşim!..
Mâdem bu kadar korkaksın, mâdem yanında veya arkanda güçlü vehmettiğin kimseler yokken alışkanlıkla sarf ettiğin sözünün arkasında duramayacaksın, o zaman su-sa-ca-ksın!.. Millete ve bana Kemalist pozlarıyla, Atatürkçü pozlarla ahkâm kesmeyeceksin!..
Ve bileceksin ki Türk Milleti'nden başka, en sevdiği erkek çocuğuna "Paşa" adı veren başka bir millet yoktur! Ve sür'atle adı "Paşa" olan bütün Türklerden, çocuğuna "Paşa" diyen herkesten, millî vicdânın ölü veya diri bütün Paşaları'ndan, Şühedâ ve Gâzi Paşalar'dan özür dileyeceksin!
Dilemezsen, yanlışına mazlûm demokrat rolüne yatarak sahîplenmek kurnazlığına devâm edersen; kimse demezse ben, sana; "Vay Paşa babalı vay!" derim!
Yok öyle! Arkana NATO Generallerini alıp Kemalist edâlarıyla millete hakâretler ettiğin daha dünken, bugün ABD'nin Sivil BOP Eş Başkanı'nın öfkesine muhatap olunca mazlûma yatıp demokratlaşmayı yemezler!
"Devlet sahneden çekiliyor! Buyurun sahne sizin" doğrusunu; "Yahu! Siz kimsiniz?" zâlim saldırganlığıyla yanlış eden BOP Eş Başkanı'na da; "Yahu! Sen kimsin?" diye millî vicdânı temsîlen karşı çıkacak yürek sahîbiyiz El hamd ü lillâh!
Bu Asîl Millet; "El yumruğu yemeyen, kendi yumruğunu balyoz sanarmış!" der vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Mayıs 10, 2012

GÜLÜM, GÜLÜMSE...

Yelle gelen kokusuna râzıyım ben Gül'ümse,
Gül'üm gibi kokmak için Gül'üm hâra gülümse...

Beni sensiz bırakacak ölümse zûlmün adı,
Ölümü korkutmak için zûlümkâra gülümse!...

Ölüme ben zûlüm demem, beni senle vurmasa,
Seninle zor bile güzel, Gül'üm zora gülümse...

Sensiz sıcakta üşürüm, ayazı ısıtırsın
Ferhat'ça dağ başındaysam Gül'üm kara gülümse...

Sılâ etmişim gurbeti, hasreti ise sermâye,
Sana kıyıp "Gel" diyemem, yolum, zâra gülümse...

Sensizken çarmıha gerer aklımla fikrim cânım,
Mansûr'ca cân verir iken kolum, dâra gülümse...

Sümmâni'ce rüzgâr ile yolladım arzuhâlim
Eğer fırtına değilse sen rüzgâra gülümse...

Gülümseki güller açsın yollarda hem çöllerde
Sana değil hep kendine sitemkâra gülümse...

Bülbülün sevdâ gülüne ad koymuş gülümsemen,
Beni de bülbülden sayıp Gül'üm yâra gülümse...

Bütün güller güzelleşir içinde Gül'üm varsa
Gül'üm gibi kokmak için ilkbahâra gülümse...

Yelle gelen kokusuna râzıyım ben Gül'ümse,
Gül'üm gibi kokmak için Gül'üm hâra gülümse...

10 Mayıs 2012/ İzmir
Mustafa ASLAN

Salı, Mayıs 08, 2012

EYYÂMCI NEBBÂŞLAR - ÖLÜ SOYUCULAR...

Nebbâşları, yani ölü soyucuları muhatap almaya -mecbûren- tenezzül edeceğiz! Onların şahsında, Dolma kalemler'e, Karen Fogg Çocukları'na, Dinlerarası Diyalogcular'a, Medeniyetlerarası İttifakçılar'a, Haçlı Müslümanlar'a, Demokrat bölücü(!)ler'e sesleneceğiz!
Meşrûiyeti sorgulanan yasalarla katl'edilen, kırk yıldır ailelerinin kapanmayan-kavlamayan-kanayan yaraları olan Gençlere, Fidanlara; fikren ve fiîlen hasımlarımız olmalarına rağmen edep dışı, saygı ötesi bir sözümüz asla olmadı!
Çünkü birşeyi biliriz ki sevgi, yürek ister! Korkak sevemez çünkü yüreksizdir! Kimin atına binerse onun düdüğünü çalarak eyyâmcılığı, dönekliği, kurnazlığı akıllılık zanneder! Sadâkatte soyuna ihânet eden, tüfenklinin yanında, kuyruğunu dikip namlunun yönüne bakan avköpeği gibidir, "kahverengi burunlu"dur onlar!
Millî - Ulusal devletleri halklara bölüp yutmak için emperyalizmin en geçerli zokası olan demokrasi ile maskelenip kırk yıl sonra bir daha piyasadalalar!
Türk Milliyetçisi karakterimle, onurla taşıdığım Ülkücü sıfatımla Deniz Gezmiş ve Arkadaşlarına rahmet dilediğim yazımın üzerinden 25 yıl geçti! Bir daha rahmet diliyorum. Ailelerine bir daha sabır ve başsağlığı diliyorum! Ama nebbâşlar, bu yüreği yaralıların, yaralarının kavlamasına izin vermiyorlar! Taşı delen, duvarı delen ama samandan geçemeyen mermiler içinden sağ çıkan ve bu kahraman(!)lığı bölücülerce ödüllendirilmiş karakterlerin, İleri Demokratlık yaptıkları, traji-komik bir süreç yaşıyoruz!
O dönemin yaşayan cesûr-dönenlerinden birinin söylemiyle "pastörize edilen devrim"in şıraları, şıradan sadece it yalı yapılacağını bilmelerine rağmen; sütlük, kaymaklık iddiâsındalar!
25 yıl önce; "Neredesiniz yiğit hasımlar? Neredesiniz net Devrimciler? Deniz ve arkadaşları neredesiniz? Sizi çok özledik! Sizi görüyorduk, şimdi düşmanlar görünmüyor! Allah size rahmet etsin!" diye haykırdığımda, Haçlı Müslümanlar, köstebekçe yeraltındaydılar! 300 yıl önce Patrona Halil'i medresede öğütleyen-örgütleyen İspirizâde Ahmet Hoca'nın, o günkü temsilcilerinin camilerde, cemaat evlerinde öğüt ve örgütlemesiyle meşgûldüler! Birinci 12 Eylül öncesinin Devrimciliği maske edinmiş bölücüleriyle kolkolalar şimdi!
Şimdi meydan, Haçlı Müslümanlar'ın! Demokrasi denilen millî yapı tahrîbatçısı, milleti halklara ayrıştırıcı, bölücü illet maskesiyle bir aradalar! Haçlı Müslümanlar, Müslüman Devrimciler, Müslüman PKK/KCK'lılar, Diyalogcular, Medeniyetlerarası İttifakçılar, Vatikan ve İsrail dostu Gülen A.Ş.'ciler, Ermeni diasporacıları, II. Cumhûriyetçiler, Yeni Osmanlıcılar, AB'ci-ABD'ci teslîmiyetçiler, birlikteler! Çünkü Okyanus ötesinden; "Türkiye'de Siyâsal İslâm tamam. Şimdi Müslüman sol lâzım!" komutunu aldılar!
Bütün gayr-ı millî unsurlar, bir aradalar! Elbirliği, güçbirliği ile Türk'e, Türk Milleti'ne, Atatürk'e, Türkiye Cumhûriyeti'ne saldırıyorlar!
Bunlar; Filistin'de eğitilip NATO Generalleri ile işbirliği içinde Orduevlerine bombalar atarak darbelere zemîn hazırladıklarını da kendileri anlattılar! Bunlar; Vatansever, İlerici, Kemalist sıfatlarıyla Bekaa Vadisi'nde PKK Kamplarını teftiş edecek kadar bölücülüklerini de hiç saklamadılar! Ve Kendi itirâflarını yoksayarak hâlâ Ülkücülere, Türk Milliyetçilerine iftirâlarla saldırmayı, ilm-i siyâset biliyorlar!
Yalan ve iftirâ temelli dünyalarının, başlarına çökmesi yakın! Biliyorlar! Bildikleri için korkuyor, korktukları için Temmuz kurbağaları gibi bir ağızdan vırraklıyorlar! Bir taşlık sesleri, bir rüzgârlık çatıları var!
Bu nebbâşlar, umûrumda değiller ama inançları uğrunda canlarını, inandıkları şekilde vermiş olan savaşçılar umûrumuzda! O savaşçıların aileleri, bu nebbâşları çevrelerinden kovmalılar! Nebbâşlar, Türk Milleti'nin, Ülkücülerin Şehîtleriyle de uğraşmamalılar!
Ayıptır desek, ayıp bilmezler! O yüzden sadece akıllı olun diyebiliriz ama korkakta akıl da olmaz! Akılları olsa îmanları, îmanları olsa vicdânları olur! Vicdânları olsa kırk yıl sonra nebbâşlığa soyunmazlar vesselâm...
"TÜRK MİLLETİ, BİR BÖLÜNMEZ BÜTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Mayıs 07, 2012

UZAKTAN KUMANDALI DECCÂL!...

Bir zamanlar;
"Uzağı yakın eyledik geç denileni çarçabuk,
Fersâhlarla yol yürüdük iki adımda yorulduk!"
diye kafa tutmuştum uzağa, geçe!...
Uzak, uzaktan kumanda, uzaktan kumandalı... Hayatımızın her ânına, dolayısıyla kültürümüze giren ve girdiğini fark etmediğimiz kavramlar! Birilerine; "Uzaktan kumandalı" diye kızarken, kendimizin, "uzaktan kumandalı yakından kontrollü" olduğumuzu farkedince hayâ ettim! Utandım!
Yıllarca; "Teknoloji ile barışamadım! Meselâ tv uzaktan kumandasının nasıl çalıştığını, okuduklarımdan, anlatılanlardan hareketle anlatabilirim ama inanamıyorum!" dedim! Bu, çok samîmi bir itirâfım! Yakınımıza giren bu, uzaktan'a dikkat gerekmez mi? Yoksa evhâmım mı?
Önce televizyonlarımız, uzaktan kumandalı oldu. Sonra bütün elektronik beyaz eşyamız, sonra arabamız, sonra çocuklarımızı bakıcılardan korumak için kurdurduğumuz gizli kameralarımız, uzaktan kumandalı oldu! Sonra çelik kapılarımız, sonra uzak merkezli bankalardaki maaş veya hesaplarımız, özellikle kredi kartlarımız uzaktan kumandalı oldu!
Uzak dedikçe, uzaktan dedikçe, güya uzak durdukça, herkesin evini bu uzaktan kumandalar, feth'etti veya işgâl etti!...
Sonra kavramlarımız, güya hür düşüncemiz uzaktan kumanda edilir oldu! İlk defa ben; "Uzaktan kumandalı rüzgâr gülleri" dedim, "Uzaktan kumandalı siyâsi topaçlar" dedim! Dedim demesine de "uzaktan" kavramı, o kadar yakınımıza girmiş, o kadar benliğimizi bizden uzaklaştırmış ki kimse duymadı bile feryâdımı!
Uzaktan kumandalı-kontrollü olduğundan şüphelendiğimiz, "Teknolojiye katkımız, gâvurun yaptığı arabamıza maşallah takmaktan öteye geçmedi!" şeklindeki Aziz Nesin tespîtli gerçeğimizle gâvur icâdı teknolojik ürünlerde kullanma rekoru kırarak ve her uzaktan kumandalı aletimize nazar boncuğu veya maşallah takarak davranışlarımızı da "uzaktan kumandalı" ettik!
Son FB-TS maçı sonrası, sanalağda yapılan bir yorumu, canımı çok acıttığı için alacağım; "Bir FB' li olarak bundan sonra Trabzonlu fırından ne ekmek alırım, ne de müteahhidinden ev alırım, sahibi trabzonlu olan firmaları da araştıracağım...." demiş fanatik, sanal salak biri!
Yorumunu belki kimse okumayacakken alıp paylaşarak duyurulmasına yardımcı olduğumuzu gördüğünde sevinir diyeceğim ama bunu düşünme yetisi olan biri, böyle bir yorum yapar mı?
Demek ki ürünlerinin tamâmına uzaktan kumanda eden teknolojik akıl, artık kullanılmayan akılları da uzaktan kumandaya başlamış!
Yuh sana! Yuh sana ve senin gibi uzaktan kumandalı akıllara! Deliye, meczûba kurban olasınız sanal sarhoşlar sizi! Eğer; "Yalandan kim ölmüş!" uyuşturucusuyla yazmamışsa anladığım kadarıyla alım gücü epeyce olan bir zavallımız bu!
Elin gâvurlarını, milyonlarla ifâde edilen gâvur parasıyla transfer eden, "paranın dîni olmaz"cı birkaç uzaktan kumandalı kişiye taraftarlık diye gösterilen aptallığın lillâhı değil mi bu?
Eski Roma arenalarında gladyatör savaştıran esir tüccarlarına, trübünden tezâhürat yapan Eski Romalılar'dan bir farkı var mı bu zavallının?
Hayâtımızı uzak ve uzaktan kavramlarıyla kontrol edip bizi bizden uzaklaştıran bu teknolojik işgâle, baş kaldırma zamanımız gelmedi mi? Uzaktan kumandalı alet ve düşüncelerle önce birbirimizden, sonra benliğimizden uzaklaştırıldığımızı farkettirmek için ne yapabiliriz bilmiyorum ama galiba; "Bir günde dünyanın etrâfını iki kere dolaşacak hızda" diye târif edilen "Deccâl"le muhatâbız!
Ne dersiniz?...
"YUMRUK YEMEYEN, YUMRUĞUNU BALYOZ ZANNEDERMİŞ!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN