Perşembe, Ağustos 30, 2012

BAYRAMDA ÖLECEĞİM!...

Sormayın beni dostlar, seferdeyim yokum ben
Tanrı'm nasîb ederse Tûran'a ereceğim.
Kalabalıklar bende yok oldular, çokum ben!
Doğup sefere çıktım yolu bitireceğim,
Bir ömür iz sürdüysem, Tûran'ı göreceğim...

Gelenleri, özledim! Gidenler, bendeydiler!
Gülenleri izledim, güldüm öfkelendiler!
Kerbelâ'da kuruyup vahâlarda seldiler!
Akıp kavruk dudağa serinlik vereceğim,
Selleşip tûfanlaşıp ummânı göreceğim...

Zemheride buğlanıp bulut yağdım göklere.
Her seherde çiğ olup soludum çiçeklere.
Kalabalıklar gördüm uyarak ürkeklere
Dağları düz ettiler! Yeniden öreceğim
Düze indiğimde de kervânı göreceğim...

Gözüm keskindir benim, kartalla yarışırım!
Alıp Alageyiğe Kaf Dağı'n aşırırım!
Sevgimde pervâsızım, seversem ulaşırım!
Millet yaşasın diye severek öleceğim,
Ömrüm bu yol yolcusu, Tûran'a ereceğim...

Her bakan görmez elbet, görmek te nasîb işi
Her olan ermez elbet, erdirmek Çalap işi
Kervân yabancı dolu, yok yol bilen bir kişi
Herkes kervâna dâhil, soranı bileceğim,
Yolda kervânsaraylar kuranı göreceğim...

İz bırakıp sürdüğüm izlerin bellisine
Ant verip yol bekleyen duvağın tellisine
Her durakta sormadan suskunun dillisine
Suskunu anlayacak sırrına ereceğim,
Çalabım'dan ruhsâtım, Tûran'ı göreceğim..

Hiç sormadan oğluma torunuma desinler;
Onlar da benim gibi millî izi sürsünler
Tûran'a varınca da toprağa yüz sürsünler.
Onlar da varsın diye yolu süpüreceğim,
Şu tepeyi aşınca Tûran'a ereceğim...

Tûran; Türk Milletinin ideâli hayâli.
Bu seferdir tarihin defâlarca temeli
Cennete eş bir mülk o, yolu zor engebeli
Îmân ile ihlâsla bu izi süreceğim,
Tûran toyu kurulan bayramda öleceğim!...
(İnşallah...)
30 Ağustos 2012/ İzmir
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ağustos 29, 2012

MİLLİYETSİZLERİN "ULUSAL MUTÂBAKAT" ÇAĞRISI!

Karısını sevgilisiyle basan erkek, öfkeyle saldırır ve kavga başlar! Kadın bir ara, kocasının sevgilisi tarafından alt edileceğini görünce dayanamaz; "Kocacım! Çelme tak, çelme tak!" diye taktik verir! Kocası, soluk soluğa; "Be şeyini şey ettiğimin şeyi! Sen niye benim çelmesiz işimi çelmeli ettin ki şimdi de çelme tak diye akıl veriyorsun?" diye homurdanır!
Dış Politikada; "Komşularla Sıfır Sorun" iddiâsındaki AKP'liler, hem dış hem de iç politikada "Sırf Sorun" olunca, Cemil Çiçek'in ağzından; "Teröre Karşı Ulusal Mutabakat" adlı âmin denilmeyecek duâlarıyla Meclis'e ve millete; "Çelme tak!" diye akıl verip dalga geçiyorlar!
Bre Haçlı Müslümanlar! 2002'de sıfırlanmış olarak devraldığınız Terör ve teröristleri "Açılım" deyip sonra; "Daha Fazla Demokrasi ve Milli Birlik Projesi" diye adını değiştirdiğiniz, bölücüleri tahrîk ve taltîf projelerinizle bu hâle getirdikten sonra, hangi yüzle kime "Çelme tak!" aklı veriyorsunuz? Be Utanmazlar! Siz, bizim çelmesiz işimizi, niye çelmeli ettiniz?
On yılda iç politikada, hortlattığınız terör ve teröristlere ülkede sıkıyönetim i'lan ettirirken dış politikada da, diğer BOP Eş Başkanı ile birlikte niye dört yanımızı ateşle çevirttiniz!
Hani komşularla Sıfır Sorun'du? Hangi komşumuzla düşman değiliz? Yıllarca; "Her türlü milliyetçiliğe karşıyız!" diyerek geldiğiniz bugün, hangi yüzle; "Ulusal Mutabakat" çağrısı yapıyorsunuz?
"Kindâr-dindâr siyâset"inizle Müslüman poltikacı kimliğinizle"Cihâd Çağrısı" yapsaydınız bile size inanmayacağımızı, çünkü;
** Haçlı Afganistan'da Müslüman katliâmı gerçekleştirirken -karşı çıkmak şöyle dursun- Mehmetçiğimizi de Haçlı'ya yardıma gönderdiğinizi;
** Irak'ta bir buçuk milyon Müslüman katledilirken, üç yüz bin Müslüman Iraklı kadına-kıza tecâvüz edilirken -suskunca seyretmek şöyle dursun- bu katliâm ve tecâvüzü yapan Haçlı askerlerine duâlar ettiğinizi;
** Haçlı'nın başı müttefik(!)iniz Türk Askeri'nin başına çuval geçirirken -tavır koymak şöyle dursun- "Büyük devletler özür dilemez1" diye savunduğunuzu;
** Mavi Marmara'da dokuz vatandaşımız isrâil tarafından hunharca katledilirken -Pesivanya'da mûkim Gülen A.Ş. Ceosu'nun vuracaklarını söylemişlerdi israil haklıdır derken- sizin süklüm-püklüm el ovuşturduğunuzu;
** İçerde ise vatandaşlık haklarına kimsenin itiraz etmediği gayr-ı müslimlere yeniden "azınlık" statüsü tanıyarak, "Ya Allah! Bismillah!" tekbîrleriyle kilise açılış kurdelâları kestiğinizi ve benzer bir sürü İslâm'a ve dîne muhalif davranışlarınızı asla unutturamayacağınızı bilmiyor musunuz?
Çelmesiz işimizi çelmeli edip Cemil Çiçek ağzından yaptığınız; "Teröre Karşı Ulusal Mutabakat" metninin 1. Maddesi'nde de; "Şiddeti ve terörü benimseyen hiçbir anlayış veya hareket tarzı kabul edilemez. Bu nedenle, hangi maksatla olursa olsun terör ve şiddet yöntemlerine başvurulmasını, bunun mazur gösterilmesini, desteklenmesini ve teşvik edilmesini reddediyoruz. Bu anlayışla terör örgütlerine katılmış herkese, yasalarda tanınan imkanlardan yararlanarak silahlarını bırakmalarını çağrısında bulunuyoruz." derken, şiddet ve terörü aynı cümlede iki kere ve kurnazca sıralamalarına yer değiştirerek kullanıyor, eşitliyor ve çelmesiz işimizi çelmeli ettiğiniz yetmez gibi, bir de buradan bir el-ense çekiyorsunuz!
Bir cümlede iki kere yeri değiştirilerek kullanılan terörü kimin yaptığını, şiddeti kimin uyguladığını, neden açıkça söylemiyorsunuz?
Ey AKP! Milletle çok alay edip çok oynadınız! Şimdi sıra, milletin sizinle oynamasında! Kurt sabrıyla Türk tevekkülüyle bekledik, bekliyoruz! Hani Arif Nihat Asya; "Tendürek'te, Kop'ta, Palandöken'de/ Kurtların payı var gelip geçende! Ki alırlar, vermek istemesen de!" diye uyarmıştı ya! Hatırlatarak vesselâm!
"Olamaz Türk'e baş Türk'üm demeyen!"

Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 27, 2012

TARAFTAR TAHRÎBATLARI...

"Atı, atın yanına bağla, ya huyundan, ya tuyundan alır" Der Atalarımız!
Ne kadar kızsam da; geçen ay aboneliğimi iptal ettirmiş olsam da, Apartman Görevlimiz'in getirdiği gazetelerimden birini, artık her sabah kendim gidip alıyorum!
Korktuğu kişinin, bağ evinin camlarını taşlamayı cesâret ve kahramanlık sayan, kızdığım bazı "Bizimkiler"e rağmen, diğer gazetem Ortadoğu'yu da onlara rağmen alıyor, okuyorum! Çünkü zamânı geldiğinde asıl görevini yapacağına emîn olduğum bu Gazetemizin de yaşaması, yaşatılması gereğine inananlardanım!
Ayrıca MHP Genel Başkanı ve mesâi arkadaşlarının; ne yaptıklarını, ne yapacaklarını, birinci elden takip etmenin de -bana göre- en kolay yolu, Ortadoğu'yu takip etmek! Sanalağdan takip te mümkün ama gazete sayfası çevirmek, bizim kuşağın tiryâkiliklerimizden... Sevdiğimiz köşeden, altını çizerek cümleleri hafızâya kazımak, kızdığımız köşe yazarının yakasıymış gibi o sayfayı silkelemek, ayrı bir rahatlatıcı terapi!
Ortadoğu Gazetesi'nin MHP'nin "Resmî Gazete"si olduğunu, bilmeyen yok! İtirâz eden de yok! Her partinin, teşkilâtın gazete veya dergisinin olması, olmazsa olmaz doğrulardan! Ama bazı samîmi okurların teklîf ve tenkîtlerinin de; hem Gazeteyi Bütçe'den parti adına alınan paralarla finans eden Parti Yönetimi, hem de Gazete Genel Yayın Yönetmeni ve ekibince dikkate alınması gerektiğine inanırım.
Gazetecilere gelince; kişinin ekmek yediği müesseseye sadâkati, elbette erdemdir! "Kol kırılır, yen içinde" ketûmiyeti ile düşünceler, teklîf ve tenkîtler, mu'tâd toplantılarda söylenir, dışa karşı ise yek-vücûd bir duruş sergilenir. Kurumsallaşmayı başarmış her yerde, böyledir veya böyle olmalıdır!
Muhâbirler, taraftar olmamalılar! Muhâbirin haberine aldıkları tavırla muharrîrler, gazetenin fikrî fotoğrafını oluştururlar zaten! Özal'lı ANAP'la Türk Basını'na zorla yerleştirilen, "köşe haberciliği" ile gazeteciliğin onuru perîşan edildi, biliyoruz ve bu yozlaşımın telâfisi için -bir kaç kişi de kalsak- direnmek zorundayız! Çünkü basını hür olmayan, muharrîrlerin hâkim güç tarafından disipline edildiği bir ülkede huzûr, tek kelîmeyle imkânsızdır!
Kalemlerin disipline edildiği, köşe habercilerinin ödüllendirilerek taraftarlaştırıldığı dönemlerde; yağcı, yalaka, hükümdâr soytarısı görünümlü kalemlere, ekrân şebeklerine tahammüle mecbûr kalırız!
Kötüden örnek olmaz biliriz! İtle dalaşmaktansa çalıyı dolaşmayı, avâmdan öğrendik ama bir kaç küpelinin gruplaşarak ürümesine, "Hoooşt!" demek te insânî bir tavırdır! Ma'lesef AKP'nin on yıllık "Huzûr ve istikrâr"ı uğruna, son yıllarımız; hayvansever(!)lerin kısırlaştırıp küpelediği sokak köpeği rolüyle ürüyen zavallı yaratıklardan korkmasak ta, sadece susturmak için; "Hoşt!" demekle geçiyor!
Yaygın Basın ve medyada DNA'larıyla oynanmış, fikren kısırlaştırılmış bir sürü dolma kalem varken; Ortadoğu'daki fikir kardeşlerimizle, Ülküdaşlarımızla çekişmek veya onlar tarafından çekiştirilmek, ayıp ve çok üzücü!
MHP'nin Mevcût Genel Başkanı'nı savunmak iddiâsıyla meşrû zaman ve zemînde adaylığını açıklayan bir Ülkücüye insâfsızca saldırmanın, yapacağı fikrî tahrîbatın farkında olamayanları uyarmak, kime düşer?
Meselâ; Koray Aydın'ın, "11- 0" oy birliği ile berât ettiği Yüce Divan Kararı'nı irdeleyerek saldıranlardan; Türkiye'nin -aynı zamanda- BOP Eş Başkanı, Başbakanı'nın Dokunulmazlık sâyesinde 12 yıldır bekleyen 84 dosya'sının olduğunu, bu dosyalarda; "... kalpazanlıktan zimmete, görevi ihmâlden resmî evrâkta sahteciliğe kadar uzanan yolsuzluk iddiâları" nın olduğunu hatırlatarak; bu BOP Eş Başkanı'na, "Millî dâvalar"da tanınan destek toleransının, Genel Başkanlık adayı Ülküdaşlarımıza da tanınmasını beklersek, çok şey mi istemiş oluruz?
Şahsen yalvararak ricâ ediyorum! Lütfen, ülküdaşlarınızı tahrîk ederek zorla birine taraftarlığa icbâr etmeyin! Kongrede, kim kazanırsa kazansın sonuçta MHP'nin kazanmasını sağlayalım! MHP'nin kazanması, Ülkemizin ve Ortadoğu Coğrafyası'nın kazanmasıdır vesselâm...
"BANA YOL GÖSTEREN BENDEN OLMALI."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ağustos 26, 2012

TEHLÎKELİ ŞUÛR-ALTLARI !...

Neye yarayacak veya bir şeye yarayacak mı bilmiyorum ama şuuraltlarına saldıracağım!
Hz. Hamza (r.a) ;"Gözümün gördüğü hiç bir şeyden korkmam." der! Savaşçılığın, daha da önemlisi îmanlı cesâretin tavrı ve tanımı bu olmalı!
Dolayısıyla demek ki; ne kadar cesûr olursa olsun savaşçının korkusu veya endîşesi, görmediklerinden, göremediklerindendir!
Bütün mevzîlerde ve karargâhlarda nöbet tutulması, nöbetçinin uyumasının asla affedilmemesi, bu görünmeyen tehlîkeler yüzündendir!
Şuuraltı da görünmez! Ancak konuşurken jest-mimiklerden, yazarken satır arası tedbîr önerilerinden farkedilebilinir ve zor tesbît olunabilir şuuraltı!
Son günlerde, iki şuuraltı tezâhürü, çok dikkatimi çekti!
Birinde; savaşçı görünümlü bir kişinin, kendini hür zanneden iflâh olmaz köle görüntüsünü, diğerinde inandığı bir yere veya şahsa teslîmiyeti gördüm!
Şahısların ikisini de aynı "Fikir Karargâhı" na hitâp etmeleri ve -en önemlisi- aynı fikir havuzunda yüzme dersi aldığımız için önemsedim!
Kendilerini Amerikan belgesellerindeki fotojenik vahşî kurt resimleriyle ifâde etmeyi seven, eksik donanımlı gençliğin etkilenerek izledikleri bu şahısları ve ortaya koydukları -korktuğum- şuuraltı tezâhürünü, becerebildiğimce ifşâ edeceğim!
Bunlardan biri; "Siyâsette alıcısı kalmayanlar" a üzülen bir vitrin mankeni, diğeri; "Disiplinli Kalem" lerden ve daha önce kendisinin ifâde ettiği "Şövalye karakterli" bir savaşçı!...
Bunlardan, 'kendini hür zanneden köle' görüntüsü vereni; "Günümüz siyâsetinde de bozkurtların, akıncıların, devrimcilerin ALICISI kalmadı!" diye şuuraltını açık etti!
Bu şuuraltında, mantık hatâsı da var! Bozkurtlarla devrimcileri, savaşçılıkları yönünden belki benzeştirmek mümkün ama hiç bir zaman eyyâmcılıktan, mürâilikten, güce teslîm olmaktan başka özelliği olmayan "akıncılar" ı da savaşçı diye kategorize etmesini kabûl mümkün değil! Akıncılar'ın, Millî Görüşçüler'in, Büyük Doğu'cuların Kutsal Kavga günlerinde; "Cihâd farz ise hicret te sünnettendir!" diyerek hep kaçtıklarını, bilmeyen mi var? Değişmez sünnet maskeleriyle kırk yıl; "Devletin kılcal damarlarına sirâyet edinceye kadar" sinsiliği ile bugün Türk Milletinin başının belâsı değiller mi?
Hadi bunu, bir sürç-i lisân sayarak görmezden gelelim ama; "Günümüz siyâsetinde bozkurtların, devrimcilerin ALICISI KALMADI!" yorumundaki; vitrinde müşteri tahrîk eden manken pozlarını, başarısız pazarlayıcı üzüntülerini, nasıl görmezden gelelim!
Şahsen biliyor ve inanıyorum ki bugünkü siyâsilerin, bütün hatâlarına, işbirlikçiliklerine rağmen rahat hareketlerinin sebebi, ülkücüler ve devrimcilerin siyâset meydânında olmayışları yüzündendir!
Kızıldere'de, bütün arkadaşlarının öldürüldüğü çatışmadan; roketlerin, bazukaların, mermilerin işlemediği saman içinden yarasız çıkmayı başaran bir devrimci kalıntısı ile av köpeği misâli eli tüfenklinin, kuvvetlinin yanında yer almayı mahâret zanneden ülkücü döküntülerini tarif ediyorsa itirazdan vazgeçebilirim ama "Ayna, bakanı gösterir" gerçeğini de unutamam!
Şuuraltından bunlar sızan kişilere karşı millî savaşçıların çok müteyakkız olmaları gereğine inanarak uyarıyı, millî bir borç bilirim!
Diğer "Şövalye karakterli Disiplinli Kalem" -ki bu tarifi yazılarından algıladım- kişiye gelince; "Ben size kahramanlık değil ölmenizi emr'ediyorum!" buyruğu ile can vererek milletin yaşamasını sağlayan Çanakkale Şehîtleri'yle benzeştirip kızamıyor ve onu sevmekten vazgeçemiyorum! Lâkin eğer Tanrı, kalemlik nasîp edecekse "Hür Kalem" liği niyâz ederim vesselâm...
"Nûn! Yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına." (Kalem-1)
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ağustos 25, 2012

BİN YILLIK KÜRT HISIMLARIMIZ'A!...

"İtin hatırı yoksa, sahîbinin hatırı var!" dan hareketle bugün it sahîplerine, bin yıllık komşularımıza, bin yıllık Kürt hısımlarımız'a seslenmek istiyorum!
Yalansız-ri'yâsız, olduğu gibi; Tanrı'nın bizi Türk, onları Kürt yarattığına -hâşâ- itirâz etmeden; Kürtlüklerine saygımızla ve Türklüğümüze saygı isteyerek sesleneceğim!
Biz; nasıl ki Kürt'ün çobanlığına, hayvancılığına; kendilerinin de türkü ve ağıtlarında anlattıkları eşkiyâlıklarına, yol kesmelerine, hırsızlıklarına, yasa dışılığı mübâh saymalarına, uyuşturucu i'mâlât ve pazarlamalarına, fuhûş dünyâsındaki rezâletlerine, ses çıkarmayıp yasaların yaptırımını bekleyerek tahâmmül ediyorsak; onların da bizim Türk yaratılışımıza, tarihin tanıklığıyla sâbit devletliliğimize, töre ve türe koyuculuğumuza, yüzlerce yıl İslâm adına bütün Haçlı Seferlerini göğüsleyip yok etmişliğimize; eşkiyâlığa, teröristliğe değil savaşçılığımıza, devletliliğin gerektirdiği sabrımıza ve sabrımızın her taştığında yaşadığımız ve yaşattığımız öfklerimize, her öfkelendiğimizde, "Dört yanda düşman kalmamacasına başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürme" uygulamalarımıza saygı beklediğimizi, bu saygıyı göstermezlerse anladıkları lisanla alacağımızı hatırlatarak sesleneceğim!
"Paranın dîni olmaz!" öğretisiyle helâl-harâmı unutanlara, uyuşturucu-silah ve fuhûş yoluyla kendilerini her şeyi yapmaya ve yaşamaya yetkili zanneden dolar-euro sarhoşlarına ve onlara uyan zavallılara sesleneceğim!
Tahsîlde, siyâset ve politikada, makam ve mevkî paylaşımında kendimizden ayırt etmediğimiz; Cumhurbaşkanlığı'na, Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığı'na, hâkimliğe-savcılığa, Diyânet İşleri Başkanlığı'na ve bakanlıklara çıkmalarına hiç itirâz etmediğimiz, bin yıllık hısımlarımıza-akrabalarımıza ya içine düştükleri yanlışlıkları, ya da yanlışlığa düşürülen Kürtlere karşı gaflet-dalâlet ve hatta hiyânetlerini hatırlatarak sesleneceğim!
Ta Selçuklular'dan beri kaç kere isyân ettirildiklerini ve kaç kere ezilerek nerdeyse yok edildiklerini hatırlatıp bir daha ve teknolojik silahlarla ölümlerin, öldürülmelerin nasıl olabileceğini düşünmelerini de hatırlatarak uyaracağım!
Otuz yıldır, kırk binden fazla insân can verdi! Bunun dört-beş bini Şehîtlerimiz iken geri kalanı PKK'nın katlettiği veya Devletin itlâf ettiği, kandırılmış Kürt çocukları değil mi?
"İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın" formülü ile vatandaşları arasında asla ayırım yapmayan, paylaşımda etnik kimlik aramayan, -şahsen benim hep itiraz ettiğim- aşırı hoşgörülü Türk Milletine karşı bu isyân, hak mıdır?
Son günlerde onlarca şehîdimiz oldu da, yüzlerce PKK'lı itlâf edilmedi mi? Bunlar, bizim Kürdümüzün çocukları, yeğenleri değil mi? Bu câhil çocukları; uyuşturucu-silah ve fuhuş baronlarının keyifleri sürsün diye, dünyanın sayılı Devletlerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Güvenlik Güçleri'nin önüne itlâf edilsin diye sürmelerine itirâz etmeyecek misiniz?
Siz, bin yıllık komşuluktan, akrabalıktan Türklerin; Iraklılara, Suriyelilere, Farslara ve kefereye benzemediğini öğrenemediniz mi? Dünyanın her yerindeki Müslümanlara düşmanlık eden Haçlı'nın sadece Müslüman Kürt'e dostluk edeceğine, inanacak kadar aptal olabilir misiniz?
Daha önce Saddam'dan kaçanlar, bize sığınmadılar mı? Suriye'den Beşar Esad'dan kaçanlar, bizim korumamızda değiller mi? Dünyada Kürde bizden başka karşılıksız kucak açacak ikinci bir millet var mı?
Neden başınıza belâ olan uyuşturucu-silah ve fuhuş baronlarının ağalığına baş kaldırmazsınız? Çocuklarınızı yüzer-yüzer Devlet Güçleri'ne itlâf ettiren bu âdilere, neden sormazsınız? Sizin kundaktaki bebelerinize kaleşle mermiyi bu alçaklar sıkmadılar mı? Bâkire kızlarınızla dağda hâremi bu şerefsizler kurmadılar mı?
"Aşağıdan, yukarıdan yolun sonu görünüyor!" kör müsünüz? Türk Milletinin diş gıcırtılarını, homurtularını duymuyor musunuz? Bu millet bir daha öfkeyle kalkarsa size dünyada yaşayacak yer kalır mı? Yaratılanı Yaratan'ın hatırına seven bu âlicenâp milletin artık sabrının tükenmek üzere olduğunu, siz bizden daha net görmüyor musunuz?
Te'vilsiz söyleyeyim: Bu öfke, saldırıya geçerse, en az üç yüz sene "Kürdüm" diyemezsiniz! Bu milletin daha fazla tahrîkine müsaade etmeyin! Şerefsiz baronları siz uyarın derim, başka da bir şey demem vesselâm!
"TÜRK'E KEFEN BİÇENİN, ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR!"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ağustos 24, 2012

BİLDİĞİM İTÇE TEK KELÎME, "HOOŞT!"

İtin sahîbini ısırması olağandır ve otuz yıldır rutinleşmişti! Sahîbinin itini ısrması ise gazetecilik öğretilirken haber diye tarif edilir!
Bilerek haber olmaya niyetliyim! Çünkü itlerimizden birini; hem de komiklik olsun diye kulağının ucundan değil, kuduzluğu teşhîs edilmişken gırtlağından ısıracağım gebertmek için!
Bir kaç dil bilmek mümkün ama insanlık tarihinde bütün hayvanların dilini, sadece Hz. Süleyman'ın bildiğine inanırız. Süleyman'dan başkasının hayvan dili bilmediğini biliyoruz!
Bugünlerde, canımız yangınken; her gün beşer-onar Mehmetçiğimizi Peygamber âgûşu'na uğurlarken, her gün yetmiş beş milyon kişi beşer-onar kere içimize ağlarken bir itimiz, dağdaki kuduruk hemcinslerini savunmak için sahîbine ürüyor!
Ha! Bir düzeltme yapayım; bu ürüyen saldırgan kuduruk, kapı iti değil! İleri Demokrat Dinci kindâr AKP'lilerce evin içine alınan, kocaman dalmaçyalılardan! Oysa Şâfiî'lerde it abdest bozar ve epeyce Şâfiî AKP'linin olduğu da söylenir! Evin kedisine, kuşuna ürüyerek yıllarca komiklik yapan bu büyük itlerden biri, şimdi sahîbini ısırıyor! İtin sahîbinin hatırını saymak, komşuluk hukûkundan olduğu için, yıllarca gürültüsüne tahammül ettiğimiz bu dalmaçyalıların artık gırtlaklarından ısırmak şart oldu!
PKK'nın KCK'laşmasına, davul-zurnayla karşılayarak seyyâr mahkemeler huzûrunda miting yaptırmasına, KCK'nın temizlik işçisi kadrosundaki bir PKK'lı vasıtâsıyla Başbakan'a 'Has..tirin!' çeken Belediye Başkanını sorgulamasına, yandaş-işbirlikçi-eyyâmcı-kiralık Dolma Kalemler'in Kandil'e giderek kuduz itlerin başlarıyla röpörtajlar, röpörtaj maskesiyle kuryelik yapmalarına, Devleti temsîlen Müsteşarı'nın teröristle müzâkere masasına oturmasına izin vererek "Açılım" yaptığını zanneden ve itlerin Gâzi Meclis'te ürümelerine imkân tanıyan, velînîmetleri AKP'lilere ürümekle yetinmeyip ısırmaya başladı bu dalmaçyalılar!
AKP'nin yeni tüylenmeğe başladığı "İnadına Tayyip"li yıllarda, Erzurum Hakikat Gazetesi'ndeki "Meydân"ımda gebertilen PKK'lılardan "İtlâf edildiler" diye bahsedince İslâmcılık ve takvâ ile maskeli "İnâdına Tayyip"çi bölücü Kürtçülerden birisi; "İnsana itlâf edildi denmez!" diye itiraz ederek mahkemeye vermekle tehdît etmişti beni!
Şimdi ise enikken eve aldıkları dalmaçyalılardan biri, AKP Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak'ın; "Etkisiz hâle getirildi yerine gebertildi demek lâzım." sözüne güya itiraz ederek dağdaki kuduruk hemcinslerine tercümanlık ediyor!
Hani söylemiştik ya biz itçe bilmiyoruz! İt, itin dilinden anlar ya! Enikliğinden beri AKP'nin Gâzi Meclis'e girmelerini kolaylaştırdığı kuduz dalmaçyalılardan bir kısmı, dağda hemcinsleriyle kucaklaşırken birisi de sahîbini ısırmak üzere diş gösterip hırlıyor!
Paçamıza daldıklarında defalarca veterinere götürmüştük! Aşılarını yaptırarak yine getirip kapıda yerlerine bağlayıp yallarını vermiştik! Hayvan Hakları Savunucularının etkisinde kalmış olmalıyız ki; "İt kursağı yağ götürmez." gerçeğini unutarak yallarını hem sıcak, hem de yağlı vermiş olmalıyız ki hem kapıdakiler, hem de evdeki dalmaçyalılar kudurdular!
Daha dün; "KÜRT TEYZEMİN ANA KUCAĞI" nı, iftihârla anlatmıştım! Şimdi insanlıktan nasipsiz, PKK'lı kuduzlarla dağda kucaklaşanlardan biri, Muhyettin Aksak'a o Kürt Teyzem'i örnek vererek ürüyor! Hooşşt! Sana ne benim Kürt Teyzem'den it?
Bildiğimiz tek itçe kelime; "Hoşşşt!" olunca; AKP'lilere çok kızgın olmama, başımızdaki en büyük kaosun AKP olduğunu bilmeme rağmen, Muhyettin Aksak'a ürüyen kuduza, beline indirmek üzere olduğum sopamı da göstererek; "Hooşşt!" diye bağırıyorum!
Sayın BOP Eş Başkanı Başbakan! Gerçekten müttefik(!)imiz ve patronun ABD'nin yüzsüzlüğü yüzünden çâresizseniz ve bir şeyler yapmaya niyetliyseniz; ilk defa MHP'nin Mevcût Genel Başkanı'na itiraz etmeyerek;-varsa- "Kandil'e bayrak dikmek" hamlenize, sonsuz destek veririm! Başkaları ne yaparlar bilemem ama kalem tutan ellerimin silah tutmaya da hazır olduğunu devletim ve milletimin bekası için ölmeğe de, öldürmeğe de hazır olduğumun bilinmesini hasseten haykırıyorum vesselâm...
"DERE IS'SIZ KALIRSA TİLKİ BEYLİK İ'LÂN EDER!"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ağustos 23, 2012

ÖVÜLEN SÖVÜLENLER!...

"İnsanların dillerinden düşmeyen iki türlü isim vardır; biri iyi, biri kötüdür. ikisi de unutulmaz. İyiyi överler, kötüye söverler." (Kutadgu Bilig)
Rûşen Ali'nin şânının dilden dile, kulaktan kulağa hızla efsâneleşmesini kıskanan bazı akranları, kendilerine de Köroğlu densin diye babalarının gözlerini oyarlar! Ama hiç birisine Köroğlu denmez! Hepsi, Körün Oğlu falan-filandır!
Körün Oğlu sıfatlılar da kimlikleri bilinmese de Köroğlu ile birlikte anılmayı ve kazandıkları adlarından dolayı sövülmeyi hak etmişlerdir! Hakları teslîm edilmeli!
Günümüzde de Köroğlu ile mukayese edilmek için babasının gözünü oyan Körün Oğlu misali bir Recep var! Dokunmanın ibâdetten sayıldığı, Dünya Lideri, BOP Eş Başkanı, podyuma göre gömlek değişen bir siyâsi manken, hayatında bir kere "Türk'üm" dememiş ve kendisini; Kurucu Gâzi Meclis'in oybirliği ile "Atatürk" soyadını verdiği bir millî kahramanla mukayeseye yelteniyor! Sadece dikenden hareketle deve dikeni ile gülü mukayese gibi bir şey bu!
Mukayesede mantık, olmazsa olmaz! Mesela -bana göre-; Hırkayı Şerif'e, Sakal-ı Şerif'e, Kutsal Emânetlere bakıp; Allah(c.c.)'ın "Habîbim" dediği, âlemlerin O'nun hatırına yaratıldığı söylenen, İki Cihân Serveri, yüksek ahlâkı tamamlamakla görevli Resulullah(s.a.v.)'ın da ölümlü bir insân olduğunu hatırlayarak ders alınabilineceği, anlaşılabilir ama kerâmet bâbında Hz. Fatih'in zırhı ve kılıcından, Hz. Atatürk'ün sigara izmaritinden farklı şeyler değillerdir!
Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın paylaştığı bir bilgiyi, ben de bir daha dikkatinize sunacağım. Hz. Atatürk'ün üniformasını soyunup siyâset adamı ve Reîs-i Cumhûr olduktan sonra, kendisinin kurduğu Devlet'in yönetimini ele aldığı yıllarda, meselâ; 1923'te Türkiye Cumhûriyeti Devleti'nin bütçesi, 94 milyon TL, 1930'da 223 milyon TL iken, bugün 56 spor federasyonuna ayrılan bütçe 333 milyon TL'dir!
1923-1938 yılları arasındaki bütçe ile Hz. Atatürk; AKP'nin, Dokunmanın ibâdetten sayıldığı, Dünya Lideri, BOP Eş Başkanı Genel Başkanına, "Babalar gibi" satsın diye; "65 kamu hissesi, 36 tesis/işletme, 8 liman, 37 elektrik santrali, 1.998 taşınmaz, 4 gemi, 10 maden sahası, 10 araç muayene hizmetleri, Özelleştirme kapsamındaki kuruluşların envanterinde bulunan makine-teçhizat, demirbaş v.b. varlıklar, 10 kuruluştaki kamu payları, 6 sigara fabrikası, 2 liman, araç muayene hizmetlerinin yabancı sermayeli veya yabancı sermayeli ortaklığı olan şirketler" bırakmıştır!
Ve Hz. Atatürk'ün; Dünya Lideri BOP Eş Başkanı Başbakan'a, TL ile ifâde edilen kıt bir bütçe ile yaparak bıraktıklarından "Babalar gibi" satışla elde edilen para; "35 trilyon 249 milyon 991 bin 022 dolar"dır! Günün kuru ile bir dolar da nerdeyse iki lira iken Hz. Atatürk'ün Türk Milletine bıraktığı mirası, "Babalar gibi" satarak elde edilen parayı ve bununla yapılanları, bir daha mukayese edelim mi? İç ve dış borçlanmalar da gadasını alsın!...
Spor yarışmalarında koşan bir sporcu ile kovalandığı için kaçan bir hırsızın sür'atinin mukayesesi, ne kadar akılcı ise üreterek millete bırakan Hz. Atatürk ile satarak milletten çalan BOP Eş Başkanı RTE'nin yaptıklarının mukayesesi, o kadar vicdâni ve ahlâkîdir!
Baba gibi bir babanın, ustaya, işçiye verecek parası olmadığı için bizzat çalışarak el emeği ile yaptığı evin, müsrîf oğul tarafından satılıp son model bir araba alınması ile RTE'nin, yokluklarla üretilerek millete bırakılan "Beyt-ül Mal"ı satıp yoksullara gıda paketi diye dağıtmasının, bir farkı var mıdır? Devlet malı deniz olmasına deniz de acaba yiyen mi, yemeyen mi domuz, diye vicdânen sorgulamak gerekmez mi?
Bu vicdânî sorgulamayı yaptıktan sonra; "Acaba dokunmak ibâdetten mi, yoksa abdest mi bozar?" diye bir daha düşünmek gerekmez mi?
Sapla samanın, ayla güneşin, yağmurla dolunun, imamla papazın mukayesesine eyvallah ta Hz. Atatürk ile BOP Eş Başkanı'nın mukayesesine ...! Gel de gülme vesselâm...
"HIRSIZ EVDEN OLURSA ÖKÜZ BACADAN ÇIKAR!"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ağustos 22, 2012

KÜRT TEYZEM'İN, ANA KUCAĞI...

Meraklıların Balkan tarihimize bir daha göz atmalarını önereceğim!
Balkanlar'ın koparılışına; o süreçte öne çıkan kahramanlara; Enver Paşa'ya, Süleyman Askerî Bey'e, Kuşçubaşı Eşref Bey'e, kalpağında 'Vatan Fedâisi' yazan Resneli Niyâzi'ye, binlerce kanlı katili emrine alıp ölümcül akınlar yapan Yakup Cemil'e, Çerkes Ethem'e ve benzer yiğitlere dikkat etmelerini rica edeceğim! Aynı dönemin efsâne kahramanları Enver Paşa, Süleyman Askerî Bey ve Eşref Sencer Kuşçubaşı ile diğer kahramanların benzerliklerini ve farklılıklarını görmeye çalışmalarını özellikle isteyeceğim!...
Görülecektir ki Milliyetperverler, vatan severlikte ortakken milliyet severlikte vatan severlerce yalnız bırakılmışlardır!
Bu yalnız bırakmaları fark edince de millî akıl sahîpleri, önce "ittihâd" ı yani birleşmeyi, sonra ise "terâkki" yi yani yükselmeyi-ilerlemeyi düşünmüşler ve ortaya, yüz yıldır izleri yok edilemeyen "İttihâd ve Terâkki" gerçeği çıkmıştır!
Türk Tarihi'nin her yüz yıl tekrarlanan bir tekerrürünü yaşıyoruz! Vatanseverlerle Milliyetçilerin güç birliği yapmaması, yapamaması veya bu güçbirliğine izin verilmemesi yüzünden, Cumhûriyet kazanımlarına, "Yedi Düvel" adlı Haçlı'dan şânlı bir mücâdele sonunda kurtarabildiğimiz Vatan Topraklarına sahîp çıkamıyoruz!
Milliyetçiler! Vatanseverler! Allah aşkına olaylara biraz daha dikkatli bakın n'olur?
"Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ" tarifli Vatandan pay isteyenlere karşı, Allah aşkına biraz daha duyarlı olun! Ermeni toprak istiyor! Haçlı'nın besleyip şımarttığı bölücü Kürtçüler, toprak istiyor! Hristiyan Birliği anlamına gelen "ekümenlik" talebiyle Patrikhâne toprak istiyor! Haçlı dünyanın gözü Marmara'da, Ege'de ve Akdeniz'de!
Ne oluyor Allah aşkına? Talan mı var? Bu memleket bu kadar sahîpsiz mi?
Aç tavuğun, rüyasında kendini darı ambarında görmesini anlayabiliriz ama Şühedâ ve Gâzi Dedelerimizden bize mîras Vatanı, sahîpsiz mi bırakacağız? Son Balkanlar olaylarında, çâresizlikten Anavatan'a gelip hâlâ akılları Dedelerinin-babalarının mezarlarında kalan, muhacir denilen Evlâd-ı Fatihân'dan da bir ibret almayacak mıyız?
Etnik şövenizm yüzünden koca imparatorluk darmadağın oldu! Artık bu Vatanda yaşayanların, etnik bölücülüğe ne tahammülü, ne de müsâmahâsı olmamalıdır! Ki yoktur da!
Bayram'da peşpeşe aldığımız kara haberlerle yüreğimiz yandı! Ciğerlerimiz dağlandı! Millî öfke had safhada ama bir olaya herkesin dikkatlerini çekmek zorundayız!
Gazi Antep'teki insanlık dışı, kahpece, iğrenç saldırının ertesi günü Şırnak'ta iki bölücü dokunulmazın güvenliğini sağlamak üzere göreve giderken uçuruma yuvarlanan arabada, dokuz Mehmetçik ve bir Korucumuz şehît oldu!
Uçuruma yuvarlanan minübüsteki Mehmetçikleri kurtarmak için çırpınan Kürtlerimiz'in gayretlerini, ekrandan izledik! Haber sitelerinden aynen alarak bir olayı, dikkatlerinize sunacağım; "Minübüsten çıkarılan yaralı askerlerden biri, yanına gelenlere; '... Geçen yıl annemi kaybettim, ona kavuşacağım. Beni bir teyzenin yanına götürün.' dedi. Bunun üzerine süt sağmaya giden Emine Ürek'ten yardım istendi. Asker, Uluderede'ki bombalamada oğlunu kaybeden Emine Ürek'in dizine başını koyduktan sonra, rûhunu teslîm etti."
PKK'nın vahşî tehdîdiyle yaşayan bölgelilerin; PKK'lı cânîlerle kucaklaşan BDP'lileri karşılamaya giderken kaza yapan araçtan Mehmetçikleri kurtarmak için çırpınışlarını, görmezden gelebilir miyiz? En az bizim kadar vatansever ve insan olan o insanları; PKK'nın vahşî baskılarına terk edebilir miyiz?
Milliyetçiliğimizin ana temeli insancıllığımız, o Kürtlerimize canımız pahâsına sahîp çıkmayı emretmez mi? Can çekişen bir Mehmetçiğin, nerede olduğunu bile bile bir teyze istemesi ve bir Kürt Teyzesinin dizinde rûhunu teslîm etmesi; biz Türk Milliyetçilerine bir mesaj değil mi?
Devleti yönetmek üzere görevlendirilen AKP'liler; sür'atle bölge insanını PKK'nın vahşî baskısından kurtarmalı! PKK'yı en ufak bir iz kalmamacasına silmeli! Bunun içinde; il ve ilçelerdeki KCK-BDP karargâhlarına eş zamanlı bir bindirme yaparken; sınır içi ve ötesindeki inlerine de kıyâmet olup yağmalılar!
Baş eğene, diz çökene elbette Devlet'in merhâmetli kucağı açık olmalı ama baş kaldıranların kelleri alınmalı, hem de sür'atle vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Salı, Ağustos 21, 2012

KANLI KARA BAYRAM...

Yetmiş beş milyon Türk; 9 + 69 = 78 yerimizden bombalandık!
Yetmiş sekiz yaramıza, yetmiş sekizer kere tuz basıldı psikopatlarca, kuduzlarca, kahpelerce bir daha!
Bayramı kana bulandı Türk Milletinin!
Dîni Bayramı tatilleştiren Müslüman Hükümetin nöbetçi bırakılan bir Hanım Bakanı, kadınlığın-anneliğin gereği panik ve duygusallıkla bir şeyler söylemeye çalıştı! BOP Eş Başkanı, Dünya Lideri, Dokunmanın İbâdetten Sayıldığı, Kabadayı Kasımpaşalı Başbakan ve kurmay şürekâsı tatildeydiler!
Y-CHP'nin gayr-ı müslîm TİKKO'cu dokulmazı, dostlarıyla buluşup gezmeyi özlediğini söylediği Tunceli Dağlarında iki gün kamp yaptı! Öpüşüp koklaşarak vedalaşıp geri geldi!
PKK-KCK-BDP'nin; İleri Demokrasi'nin asla dokunulamaz ettiği kahpeleri, kameralar karşısında PKK'nın goril tipli, şempanze fizikli piçleriyle kucaklaşıp Devlet'e tehdîtler savurdular!
Bütün bunlar, BOP Eş Başkanı'nın deyimiyle; "Beklediğimiz şeyler"di! Bayram arifesinden önceki şerîfeydi bunlar! Yapılacaklarını haber verecek kadar pervâsızlaşıyordu kahpeler ve "Beklediğimiz şeyler"di ve tedbîr yoktu!
Darül harp bir ülkede bayram olmaz diyerek Bayramı kutlamayacağımı i'lan etmiştim zaten ve Bayram'ın ikinci günü, Bayramı kana buladılar!Allah belâlarını versin! Olacağı buydu!
"MİT"in başındaki "M"yi, "TSK"nın başındaki "T"yi kaldırdılar! Ortada "İ.T." diye bir telekulak ekibi ve "S.K." diye bir bayram merâsim kıtası kaldı! Bazı yerlerde "TSK"nın başındaki "Türk"ü gösteren "T"yi, Tayyip edip, "TSK"ni, "Tayyip Silahlı Kuvvetleri" ettiler; herkes te, bizde duyduk ama seyrettik! Olacağı buydu!
Onlarca yıl, müttefik(!)imiz ABD'nin beslediğ PKK'yı itlâf eden, kahraman millet evlâtları ve Genel Kurmay Başkanları; "Silahlı Terör Örgütü kurmak ve yönetmek"le suçlanarak cezaevlerine koyuldular! Başındaki"T"nin anlamı değiştirilen Silahlı Kuvvetler artık, Anadolu'da Tayyip'i korumakla görevlendirildiler! Sınırlarımız yol geçen hanı, karakollar çocuklarımızı hedef ettiğimiz ölüm noktaları edildi!
PKK-KCK-BDP'nin dokunulamaz kahpeleri, sokak ortasında polis tokatladılar! Resmi araçları tekmelediler! "Meşenin dalları nerenize girdi?" diye; "Has..tirin! Has..tirin!" diye küfürler ettiler! Defalarca; "PKK, KCK'dır! KCK, BDP'dir!" diye âleme i'lan ettiler! Gâzi Meclis'i murdar ettiler! "Gel Hasip, gel! Meclis'in rengini tamamlayalım!"cı milliyetçi demokratların da şımartmasıyla, kürsüde bardak paralayıp fırlattılar! Milletin çâre diye Meclis'e gönderdiği "Dokunulmaz Çâresizler" seyrettiler, biz de onları seyrettik! Olacağı buydu!
Hz. Ali (r.a.); "Eğer düşmanlarınızı öldüremezseniz siz ölürsünüz. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemîn ederim ki bin kılıç darbesi beni, rahat yatağımda ölmek kadar incitemez!" buyurmuşlar!
Hey! BOP Eş Başkanı Başbakan!
Olanların artık farkında olun! Sizin millete karşı görevleriniz var! Millet, sizi oraya mesâneden çürük raporlu oğlunuzun düğün takılarıyla zengin olasınız diye, oğullarınıza gemicikler, ailenize helikopter pistli-havuzlı villa siteler yapasınız diye göndermedi!
Olağanüstü Hal mi i'lan edersiniz, sıkı yönetim mi i'lan edersiniz, ne edersiniz bilemeyiz ama sür'atle il ve ilçelerdeki KCK-BDP karargâhlarına bindirme yapıp aynı anda da sınır içi ve sınır ötesindeki kuduz çakalların inlerine yıldırım olup, şimşek olup yağın!
Kırsaldaki kuduzların lojistik destek merkezlerini çökertmeden onları bitiremezsiniz! İsyan eden, baş kaldıran âsi; dünyanın her yerinde ve her sistemde cezalandırılır! Hakimiyet, başka türlü sağlanamaz! Tarihin hiç bir döneminde ve dünyanın hiç bir yerinde demokrasiyle devlet kurulmamıştır aksine kontrol edilememişse bütün ulus devletler, demokrasi denilen ithâl aşıyla çökertilmiştir, hatırlatırız!
Ya milletin anasını ağlatanların analarını ağlatın, ya da ilk şeffaf sandıkların dibinde seyredilerek boğulmaya hazır olun!
Türk Milleti! Başımız sağ olsun! Gâzi Antepliler başınız sağ olsun! Geçmiş olsun! Vatan-Millet sağ olsun...
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 20, 2012

TÜRK'ÇE BOZKURTÇA DURUŞ...

Kurt ehlîleşmiyor! Dolayısıyla kurttan kapı köpeği de olmuyor, çoban köpeği de! Tuzağa düşen kurdun, kapandaki ayağını kopararak kaçtığını ve tek başına kan kaybından ölmeyi tercîh ettiğini de biliyoruz!
Enâniyyetten Tanrım'a sığınarak, teveccühünüze muhatap ve farkına varmamda yardımcı olan siz kadirşinâs okurlarıma çok teşekkür ederek bir özelliğime vurgu yapacağım. Fark ettim ki her hangi bir olayı hikâye edeceksem de, hiç; "..mış-..miş-..muş-..müş"lü hikâyenin geçmiş zaman kipleriyle fiil çekmemişim yani rivâyetlerden, söyleyeni belli olmayan, yalan veya abartıyla makyajlanmış duduklarımdan bahsetmemişim! "..dı-..di-..du-..dü"lü cümleler kurmuşum! Şükürler olsun hiç te tekzîp edilmedim!
Kurtla başladık, devâm edelim... Ben kurdu, hayvanat bahçelerinde ve Amerikan belgesellerinde de gördüm ama bir de kurt büyüttüm!
Kurttan kapı köpeği olmayacağını, kurdumdan öğrendim! 3-4 metrelik zinciriyle sürekli gezdi durdu aylar-aylarca! Anam rahmetlinin bin-bir özenle ürettiği, sevgisiyle büyüttüğü elliden fazla piliçini yemesinin hâricinde, kurdumun asıl özellikleri benim hafızâmda! Anam'ın çok sevdiği anaç tavuğunu ham ettiğinde, Babam'dan bir dayak yemişti! Babam gittikten sonra girdiği kulübesinden çıkar ve zincirin izni kadar alanda yürür, yürür, yürürdü! Bahçeye girip çıkanla, yoldan gelip geçenle asla alâkadar olmazdı!
Kurttan çoban köpeği olmayacağını da gözlemleyerek öğrendim! Enikliğinden itibâren elimizde büyüyen kurdun en büyük zevki, zincirini koluma dolayarak dolaştırmaya çıkardığımda karşılaştığımız koyun sürülerine dalarak sağa sola zıplamasıydı! Hiç bir koyuna dokunmaz, sadece zıplardı! Koyunlar panikle dağılır küçük öbekler oluşturarak kafa kafaya verip yerlerinde titrerlerdi! Kurt ise bundan keyif alırdı! Sonra komşumuz bir Subay Amca; kurdun bakımının ve doyurulmasının zorluğunu görünce, benden alıp kışlaya götürmüştü. Haftada bir görmeğe giderdim. Kışlanın karavana artıklarıyla beslenen ve askerlerin yıkayıp fırçalamasıyla harika bir görünüm almıştı! Bir gün yakınlardan geçen bir koyun sürüsüne oynamak için dalan Kurdumu, Komutanın; "Oğlum bırakma!" komutuyla vahşi kurt zanneden bir Komando Mehmetçiğin fırlattığı kasatura ile Kurt bey, gebertildi! Çok üzüldüm, ağladım ama Kurt bey gitti!
Kurt beyden öğrendiklerimi, yıllar sonra fark ettim! Eğer kaçma planları kurmak istemiyorsanız; peşinizdekilere de gücünüz yetmiyorsa yakalanmamalısınız! Bu da kurtça olmalı! Kurt sabrıyla gelip geçenden payınızı almak üzere pusular atmalısınız! Puştça vurup kaçarak değil, kurtça payınızı -vermek istemeyenden de- alarak yaşamalısınız! Yoksa zincirlenir ve sadece yerinize yürür, yürür, yürürsünüz!
Dört yandan saldırılara muhatap olduğumuz, bir de bizden saydığımız yakınların nasırımıza basarak canımızı acıttığı bu zor günlerde kurtça yaşamaya mecbûr edildik!
Bir farkla ki vahşî kurt, av olmamak için sürekli kaçarken; Türk milliyetçileri olarak biz, ha bire saldırıyoruz! Biliyoruz ki saldırmazsak bitirici darbeler alacağız!
Peşimizdekiler de; Bozkurtların, en iyi savunmanın saldırı olduğunu bildiğini ve sınırımızdan geçiyorlarsa payımızı vermek zorunda olduklarını öğrendiler, biliyorlar! Çünkü defâlarca gördüler ki Bozkurtlar gelip geçenden payını -vermek istemeseler de- aldılar, alıyorlar, alacaklar!
Türk Milliyetçilerinin, Bozkurtların, Ülkücülerin bu özelliğini; cezaevine de koysalar, assalar da, sürseler de, küreselci emperyalistler de öğrendiler!
Kendilerini Amerikan belgesellerindeki fotojenik vahşî kurtlara benzetme gafletindeki bazı arkadaşların; "Günümüz siyasetinde de bozkurtların, akıncıların, devrimcilerin alıcısı kalmadı." yorumlarıyla esir pazarında alıcı bekleyen mankurtluklarını ifâde ettiklerini de ma'lesef üzülerek söylemek durundayım!...
Allah(c.c.), köpeğin bütün cinslerini, kurttan korkmak üzere programlayarak yaratmıştır. Bozkurtça duranlara selâm olsun vesselâm...
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ağustos 17, 2012

BU BAYRAMI KUTLAMAYACAĞIM!

Ramazan'I ve bayramı nasîp eden Çalabım'a, Tanrım'a şükürler olsun.
Türk Milleti; bayramın mübârek olsun mu?...
Ben bu Bayramı "Kara Bayram" i'lân ediyorum ve kimseyle bayramlaşmayacağımı duyuruyorum! Kapım hiç kapanmayacak ama kimsenin kapısını çalmayacağım!..
Kudurttulan kapı itlerimizin yol kestiği; Y-CHP'nin TİKKO'cu, gayr-ı müslîm vekilinin PKK ile pikniğe gittiği; MHP Genel Başkanı'nın Kerkük'e gitmesinin engellendiği; "Bir iki Mehmet öldü diye ..." şeklinde şehîdin önemsenmediği bir ülkede bayram etmekten utanırım!
Kaç kişi daha fark etti bilemem ama ortak bir tavırla TRT'de dâhil, Ramazan boyu iftâr ve sahûr programlarının hiç birinde, Muhteşem Türk Atatürk'ün ve arkadaşlarının adlarının anılmadığı ve duâ edilmediği bir ülkede bayram etmeyi ayıp sayarım, utanırım!
Gayr-ı millîler, Haçlı Müslümanlar, eyyâmcılar, mürâiler, teslîmiyetçiler bayram etsinler! Utanmaza her gün bayram nasılsa!
İlla bayram edeceğim diyen Müslümân Türklere de bayramlığım var! Buyursunlar:

"NE UTANMAZ KÖPEKLERİZ?

Edepsizlikte tekleriz
Kimi görsek etekleriz
Hakk'tan da yardım bekleriz
Ne utanmaz köpekleriz!...

Biz bakmadan sağa sola
Düşman girdi İstanbul'a
Vatanı sattık bir pula
Ne utanmaz köpekleriz!...

Dalkavuklukla irtikâp
İşte etti bizi harap!
Sen söyle ey Şevketmeâb;
Ne utanmaz köpekleriz!...

İnsan mı neyiz seçilmez
Bir zehiriz ki içilmez
Tavrımızdan da geçilmez!
Ne utanmaz köpekleriz!...

Gitme vatan kavgasına
Yetiş rütbe yağmasına
Daldık dünya sefasına
Ne utanmaz köpekleriz!...

Vatanın girdik kanına
Leke getirdik şânına
Topumuzun bok canına
Ne utanmaz köpekleriz!...
Namık KEMAL

Utanmanın yok olduğu; kandaşın, soydaşın, komşunun derdinin fark edilmediği; PKK'nın diğer BOP Eş Başkanı Müttefik(!)imizin de desteği ile sıkıyönetim ilan ettiği yerlere gidilemeyen; korkaklığın kurnazlıkla maskelenerek akıllılık diye sunulduğu ve korkak kurnazların veya "Bana değmeyen yılan bin yaşasın" eyyâmcılığındaki işbirlikçilerin hakimiyetindeki bir ülkede, Dâr-ül harpte bayram edilir mi?
Eden buyursun! Ben bu bayramı "Kara Bayram" i'lân ettim ve içim kan ağlarken bayram edemeyeceğim vesselâm!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KO-RU-MAZ!
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ağustos 16, 2012

BİZE, TANRI TÜRK DEMİŞ...

Meşrû zaman, meşrû zemînde, Mevcût MHP Genel Başkanı'nın başlattığı süreçte, olması gerekenler oluyor!
Mevcût Genel Başkan'ın 15 yıllık yönetiminden memnûn olanlar, yanıda olmakta devâm ediyorlar; memnûn olmayanlar, kendilerine yakın gördükleri bir Ülküdaşının etrafında saf tutuyorlar!
Bu safların her birisi; sayılarına göre bir büyük ordunun mangaları, bölükleri, alayları, tümenleri, taburları olmasına rağmen -manga başından mevcût ordu başına kadar- kişiler arasındaki tatlı rekâbetten, rahatsız olanları anlamak mümkün mü?
Düğünlerde oynamış, cenâzelerde ağlamış, yani hayatın acısını-tatlısını yaşayarak tecrübeyle donanmış Ülkücünün morali, bu kadar kolay bozulabilir mi?
MHP'de, yani Ülkücü Hareket'in karargâhında, fikir havuzunda; meşrû zaman ve zeminde, durulmak üzere başlatılan bir dalgalanma söz konusu! Olan sadece bu!
Çok çocuklu ailelerde, kardeşler arasında bile öbekleşmeler varken, milyonlarca ülkücünün, kendini yakın hissettiği, daha fazla sevdiği bir ülküdaşına yaklaşmasından daha doğal ne olabilir?
Kendine yakınların farkında olmadan, bir başka ülküdaşına yakınları, saymakla veya onlara kızmakla oyalanan varsa önce, aynasındaki ile hesaplaşmalı değil mi?...
Çocuk yaşlarımızda, birer kişi bile sayılamayacak halimizle katıldığımız; Türk Milliyetçiliğini Atatürk'ten sonra bir daha iktidâr ederek, önce "Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye", sonra "Tûran" ideâlinde buluşmadık mı? Bizi hedefimize götürmek için bayrak açan Başbuğumuz'a olan sarsılmaz sevgi ve inancımızla kıyâmetlere kafa tutmadık mı?
Artık sayısız Ülkücü Kalemin, destanlaşan mücâdelelerini anlatmaya başladığı, o müthîş nesîl biz değil miyiz? Onar yıllık aralarla; kimi zaman asker eliyle, kimi zaman yabancı kaynaklı dinsiz sermâyedarlar eliyle koparılan Tûfan emsâli fırtınalara, çınarca direnen, biz değil miyiz?
Ölerek çoğalmadık mı? Asılarak Allah(c.c.)'ın huzûrunda ve tarih tanıklığında korkakların gözünde devleşmedik mi? Bu süreçte dev zannettiğimiz cücelerimizi de içimizde eriterek bizden etmedik mi?
Ne oldu bize? Bir ülkücüye yakışan davranış; diğer ülkücülere de pusatları, atları, bozkurt bakışları kadar yakışmaz mı?
Ülkücüler; Türk Milletinin fikren en yakışıklı, en cesâmetli, en celâdetli savaşçılarından oluşmuş ordular değil mi? Türk Milleti'nin karakter nektarları olan Ülkücülerin; iç dalgalanması, sularını ve içlerindeki pisliklerini temizlemek için değil midir?
Ülkücüler; millî tehlîke karşısında; "Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım" diyen; hayat vermek ve temizlikle görevli akarsular değil mi?
Su; bulutlaşıp, sıkışıp damlalaştıktan ve yağmur olup yağıp bir dereye karıştıktan veya dere oluşturduktan sonra, yeniden bir daha su değil midir? Akarsu, kir tutmadan aktığı her yere hayat götürmez mi?
Nerede buharlaştığı meçhûl olan su; buharlıkla yağmurluk halleriyle yerle gök arasındaki devr-i dâimine, deryâsına ulaşıncaya kadar devâm eder. Damla, deryâsına ulaşıncaya kadar; yerle gök arasında iner-çıkar, akaaar, akar... Deryâsında deryâlaşan damlanın birinci işi, artık içindeki pislikleri yok etmektir!...
Türk Milliyetçileri olarak hepimiz, buharlaştık yükseldik; damlalaştık, yere indik, Ülkü Pınarı'nda sulaşıp buluştuk ve akıyoruz ve içimizi, içimizdeki pisliklerimizi yıkıyoruz!
Şahsen; aynı mecrâdan olduğumuz, aynı sıcakla buharlaşıp, aynı bulutta damlalaşıp, aynı dereden aktığımız Ülküdaşlarımı, te'vilsiz seviyorum! Beni bu tercîhimdem dolayı sorgulamak, kimin haddinedir?
Biz Türk Milliyetçileri, milliyetçilerin Ülkücüleri; ateş olur yakarız, nehir olur akarız, kıyâmete de son neferimize, son nefesimize kadar Kelime-i Şehâdetimizi ikrârla bakarız vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

MHP'NİN ACEMÎ DİPLOMATLARI!

Zamanlamasına itirazla karşı olmama rağmen MHP'nin Mevcût Genel Başkanı'nın engellenen Kerkük Seyâhati dolayısıyla tarifsiz öfkeli ve üzgünüm!...
Türk Milliyetçiliğinin, hesapsız davranışlarla AKP-KDP-PKK arasındaki kısa paslaşmalarda "orta sıçan" edilişine kahr'oluyorum!
Diplomasi bilmem!
Dahası dış politikada diplomasinin, iç politikada demokrasinin korkaklığa veya yönetim acziyetine, en mükemmel maske olduğuna inananlardanım!
Bu inancıma rağmen okuduklarımdan duyduklarımdan hareketle öfkemi kontrol ederek empatiyle tesellî arayacağım!
Meselâ; "Yetmez ama Evet" çi demokrat maskeli, millî döneklerimizin verdiği destekten de cesâretle AKP'nin stadyumlarda yaptığı, kongrelerden birine MHP Genel Başkanının konuşmacı olarak katılmak isteği iletilse; veya tamâmen tersi; etkili-yetkili bir Ülkücünün bizzat bana söyledikleri; "Hocam! Bir sürü Fetullahçı ülküdaşımız var!" tebîtinden cesâretle AKP'li Cemaatçi Bakanlardan birisi, MHP'nin her hangi bir restoranttaki kongresine, konuşmacı olarak katılmak istese! Taraflarca hiç birisi kabûl edilmez değil mi?
Madem aynı ülkenin, hemde seçmenlerinin büyük çoğunluğu benzer insanlardan oluşan iki partinin, birbirlerinin, toplantılarına katılmaları, konuşmaları düşünülemeyecek kadar imkânsız ise daha dün, bizden zorla koparılmış ve bir başka devletin vatandaşları statüsüne mahkûm edilmiş Türkmenlerin içerisine, Türk Devletinin hem de en milliyetçi partisinin Genel Başkanı'nın; oradaki soydaşlarına milliyetçiliklerini kabartacak buluşmalar yapmasına izin verilebileceği, nasıl düşünüldü? Anlamak mümkün mü?
İçerde kendi millî bütünlüğümüz, bölünme tehlikesiyle yüz yüzeyken, Y-CHP'nin gayr-ı müslîm PKK'lı bir Vekili; AKP-BDP-CHP'nin ortak, İleri Demokrasi ataklarıyla "Koster" olarak ilk seferine çıkarılmışken; -aslında çok geciktirilmiş- bu zamansız ziyârete ne gerek vardı?
"Y-CHP'nin gayr-ı müslîm PKK'lı Vekili" sıfatını, çok bilerek kullandım! Çünkü hemen aynı bu adamdı ki; "Ali bizim Şâhımız/ Kâbe Kıblegâhımız/ Miraç'taki Muhammed/ O bizim Padişâhımız" diyen Âlevîlerin, müslüman olmadıklarını söyleyerek kendisini tarif ediyor ve Âlevi Dedelerden gerekli cevâbı alıyordu, unutur, unutturur muyuz?
Keşke şimdi Türk Milletinin has evlâtları, Türkiye Cumhuriyeti'nin teminâtı vatandaşları ve vatanın sahîb-i aslîleri Dedeler, bu yüz karası yaratığı "Düşkün" ilan etseler!...
Konumuzu dağıtmayalım! Madem şarttı, madem Türkmen Cephesi bu dâveti yapmışlardı; o zaman önceden ve kimseye duyurmadan resmî müracaâtlar yapılsa, gerekli izin, vize ve formaliteler tamamlansa, sonra seyâhat programı açıklansa daha doğru olmaz mıydı?
Şimdi haftalardır büyük bir heyecân ve hasretle Türk Dünyasının Başbuğu Türkeş'in halefini bekleyen Kerküklü Türkmen Kandaşlarımızın moralini, kimler ve nasıl düzeltecekler?
İçerde ise yedek kulübesinde bile yer verilmeyecek şekilde trübün dışına, hatta saha dışına itilen Türk Milliyetçiliğinin siyâseten rencîde edilişini, kimler ve nasıl telâfi edecekler?
Madem ok yaydan çıktı! Şimdi nedâmet zamanı değil! Keşkelerle vakît öldürmenin, moral bozmanın hiç zamanı değil!
Şimdi, meydanlara çıkma zamanı! Sür'atle Tandoğan'a milyonları yığarak; içerdeki bölücülere, Haçlı Müslüman işbirlikçilere, Haçlı Emperyalistlere, Siyonistlere hadlerini bildirecek bir Türkçe manifestonun zamanı!
Bana göre bu yapılırsa; hem Kerküklü Türkmen kandaşlarımızın, hem kendilerini rencîde edilmiş sayan Türk Milliyetçilerinin, hem ülkücülerin, hem de MHP seçmenlerinin morali düzelir ve bu atak, insana kongre de kazandırabilir! Düşünebiliyor musunuz?
Olsun! Rencîde edilen Türklük onurumuz korunsun; MHP Genel Başkanı da, hangi ülkücü olursa olsun vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ağustos 15, 2012

KORAY AYDIN'A, BİR YALNIZ KURT RİCÂSI!

Galiba ifâde eksikliği oldu ki merâmımızı yeterince anlatamadık!
MHP'deki Başbuğ'suz on beş yıllık yönetimin değişmesi yolundaki dip dalgalanmasını memnûniyetle izlediğimizi; günü geldiğinde, -delege hatta üye olamadığımız için- oyumuz yoksa da reyimizin olduğunu, ihsâs-ı reyimizi de o gün açıklayacağımızı, söylemiştik!
"DEĞİŞME N'OLUR! 'MHP' KAL, MHP!" diye seslenişimizle de mes'eleye bigâne olmadığımızı duyurmaya çalıştık! "Değişim" kelimesinden duyulan rahatsızlığı ifâde ederek, her kesten önce Sayın Koray Aydın'ın -dostça- dikkatini çekmeye çalıştık!
Tûrani bir kasırgaya dönüşen dip dalgalanmasının içinde bulunan Koray Aydın'ın elbette bizi duymakta sıkıntısı olabilirdi! Anlarız, Allah kolaylık versin!
Altını-üstünü kalın, kırmızı çizgilerle çizerek, bir daha ve tam da zamanında Sayın Koray Aydın ve kurmaylarını uyarmayı dostça görev bilirim!
Tekrar soruyorum; "Neden HURÛÇ değil? Neden, ÖZE DÖNÜŞ değil de illâ değişim?" Ki zâten kastın değişim değil öze dönüş olduğu, ifâdelerle o kadar açık ki!
Meselâ; "2013'te Erciyes'te bir milyon kişiyle toplanacağız!" sözü, öze dönüş değil mi? On beş yıldır inkâr edilen, unutturulmaya çalışılan Ülkücü Heyecânın yeniden inşa'sı değil mi? Bunun neresi ve niye değişim?
Antalya'yı; bütün Akdeniz Bölgesi'ne oradan da bütün Türkiye'ye dinletircesine; "Çırpınırdın Karadeniz" marşımızla inletmenin, neresi değişim? Öze Dönüş değil mi? Hurûç değil mi?
-Ne demekse- Demokratikleşme sürecindeki ülkelerde, başında "Değişim" kelimesi olan hareketlere, nasıl tedbîrli yaklaşıldığını; Sayın Koray Aydın ve kurmaylarının duymaması, görmemesi mümkün mü?
Bu müthîş Öze Dönüş Harekâtı'na hiç yakışmayan bu zoraki sıfattan rahatsızlığımızı ifâde edişimizdeki samîmiyet, sorgulanıyor mu yoksa?
Sayın Koray Aydın'ın, ülkücü nezâketi ve teşkilât âdâbıyla söyledikleri; "Genel Başkanımı çok seviyorum. Ama Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar belli. Ben bu partinin çıtasını yükseltmek istiyorum. Kazansam da kaybetsem de değişen bir şey olmaz. Biz Devlet Bey'le abi-kardeşiz. Başkaları ne derse desin biz iyiyi, güzeli anlatacağız." sözlerinin altına imza koymayacak bir Ülkücü, olabilir mi? Ama Allah aşkına bunun neresi değişim?
Bu müthîş Türkeş'çe, Türk'çe, Bozkurtça, ideâlistçe, Ülkücüce hareketlenmenin adı, neden "Hurûç" değil, "Öze Dönüş" değil de, değişim?
MHP'yi, on beş yılda; "Ne mozaiği ulan?" direncinden, "Çiçek Bahçesi"ne; "Türk Milleti bölünmez bir bütündür"den, "Farklılıkların farkındalıkla ülke yönetimi"ne; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" den, "Toplumsal dayanışmanın siyâsal iz düşümü"ne taşıyarak değiştirenlerden, partiyi inşallah devralarak aslına döndürmenin neresi, niye değişim?
Yalnız Kurtluğu tercîh ettik, doğrudur ve bunu da onurla ilan ettik!
Bir kişi olduğumuz doğrudur ama bir kişilik düşünmediğimiz de... "Değişim" sıfatından rahatsız olan sadece ben değilim Vallahi!
On beş yıllık değişimden yeterince ağzımız yanık! Yoğurda üflememiz, bu yüzden!
AKP'nin güya "Ustalık dönemi" nde, Mimar Sinan'ın yüzlerce yıllık "Kalfalık Eserim" dediği Süleymâniye Camii'nin -güya- tadilat(!)la mükemmel akustiğini bozmasını andıran bir mantıkla; Yüz Yılın Başbuğları'nın, millî vicdânlarda oluşturdukları millî akustiği, niye bozalım?
Dikkat çekmek istediğimiz, ısrarla vurgulayarak hatırlatmak istediğimiz sadece bu!
"Her yiğidin bir yoğurt yemesi vardır" gerçeğinden hareketle yeni bir değişim süreci varsa; şahsen 44 yıldır değişmedim ve asla değişmeyeceğim!
1968 yılında çocuk irisi yaşım ve bedenimle katıldığım; önce, "Yüz milyonluk Milliyetçi Türkiye", sonra Dünya Türk Birliği Tûran Seferi'me, tek başıma da kalsam devâm edeceğim! Atım da benim, azığım da!
Allah'ın izniyle ya yolum bitecek, ya da bu yolda ömrüm vesselâm...
"BANA YOL GÖSTEREN BENDEN OLMALI"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Salı, Ağustos 14, 2012

HADİ SEVİNELİM!...

"PKK terör örgütü yöneticileri, kaçırılan CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün bugün serbest bırakılacağını duyurdu."
Gözümüz aydın! Hadi sevinelim!
Sınırlardan 600 km. içerde, ülkenin göbeğinde, PKK'lı yol kesiyor, Y-CHP'nin bir Milletvekilinin koluna girerek dağlara, piknik yapmaya götürüyor! Ailesi, Güvenlik Güçlerinin arama ve kurtarma operasyonu yapmasına, asla râzı olmuyor! Ve bir gün sonra, terör örgütü Hüseyin Aygün'ü serbest bırakacağını açıklıyor! Hadi sevinelim!...
Devlet erkinin, hükümet edenler eliyle çökertildiği bir memlekette; terör örgütü, istediği zaman istediği dokunulmazı alıp, istediği zaman bırakıyor! Ne kaçırılırken devlet var, ne de bırakılırken! PKK'nın it zekeri başları, BDP'nin soğan başlarına kızmış olmalılar ki bu defa onların aracılıklarına bile gerek görmeden bıraktılar dokundukları dokunulmazı! Hadi sevinelim!...
Cumhurbaşkanı da, BOP Eş Başkanı Başbakan da ve ben de aynı sert kelimelerle olayı kınamış ve kısa zamanda bırakılır diye temennîde bulunmuştuk! Kahrolası örgüt, dileklerimizi boş çıkarmadı! Hadi sevinelim!...
"Üç beş Mehmet şehit oldu diye Meclis mi toplanır?" sözleriyle gündem olmayı başaran AKP sözcüsüne, TV'de sorulduğunda; "Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'a ben de neden bunları paket etmiyorsunuz diye sormuştum." diye cevap verdi! İlker Başbuğ'un cevâbı ise yok! Şimdi de cevap veremez! Çünkü General, silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek ithâmıyla tutuklu! Kaderimize veya kadersizliğimize bakar mısınız?
"Yetmez ama Evet"çi milliyetsiz milliyetçilerin desteklediği İleri Demokrasi Misyonerleri sâyesinde; biri ömürboyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm bir bebek katili ile diğeri Genelkurmay Başkanı olabilecek kadar mâhir bir başka "Silahlı terör örgütü yöneticisi"nin silahları arasına sıkışmış kalmışız!
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar ne iş yaparlar? Nelerde, nelerden ve kime karşı sorumlular? Bilen veya anlayan var mı? Yaşasın İleri Demokrasi! Hadi sevinelim!...
Y-CHP'nin; Atatürk ve Cumhuriyeti suçlayan, Dersim İsyâncılarını savunan; "Ali bizim Şâhımız/ Kâbe kıblegâhımız/ Miraç'taki Muhammed/ O bizim Padişahımız" diyen Alevi Kandaşlarımızı başka dinden diye ithâm eden, yeni bir bölücü sîmasını önce kaçırıp sonra serbest bıraktılar! Hadi sevinelim!
İleri Demokrat dolma kalemlerden birinin; "Örgüt muhtemelen ... karşılığında bir şey isteyecek. PKK'nın isteyeceği o şey bir koster çıkarsa inanın şaşırmayacağım! Şöyle çalışan, arıza yapmayan, bozulmayan bir koster..." yorumunu, ilginç buldum! Sözlükte koster: "Kıyı limanları arasında seferler yapmak üzere inşa edilmiş ve donatılmış, küçük yük gemisi." Hadi, sevinelim!
Başbakan ta'limâtıyla MİT Müsteşarı'nın şeytânla bile görüşebileceğini öğrenmiştik ama demek ki koster'de bir sıkıntı veya kosterin donanımında bir eksiklik var ki; ".. çalışan, arıza yapmayan, bozulmayan" bir kostere ihtiyâç hâsıl olmuş! Hadi sevinelim!
İleri Demokrasi Misyonerleri sâyesinde; biri ipten kurtarılıp ömürboyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm bebek katili bir câni; diğeri ömürboyu ağırlaştırılmış hapis istemiyle yargılanan Silahlı Terör Örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanan Genelkurmay Başkanı'nın silâhları gölgesinde, huzûr ve istikrâr içinde yaşamaya devâm edeceğiz! Hadi sevinelim!
Türk Milleti!
Senin verdiğin yetkiyle senin adına, sana zûlm'eden bu zâlimlere, daha ne kadar tahammül edeceksin? Seninle alay edilmesine, daha ne kadar izin vereceksin?
Kendi ellerinle başına aldığın bu belâyı def'etmek te senin işin değil mi? Yoksa sen de mi; "Biz düzeltmezsek birilerinin gelip düzeltmelerine imkân tanırız!" diyenlerden oldun?
Türk Milleti! Tanrı aşkına, silkin ve kendine dön!
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

BENDE BEN...

Bulut ağdı, yağmur yağdı, ben aktım,
Bir testiden yâr eline süzüldüm.
Damla düştü, göller taştı, bir baktım
Yâr üstünde esvâp olup büzüldüm,
Esvâp ıslak, yâr üşüdü, üzüldüm!...

Sol elimle sol yanımı sıktım hep
Yâr oduna yaş canımı yaktım hep
Yüreğine gözlerinden aktım hep
Yâr rüyada, ben nöbete yazıldım,
Yüreğimde mezâr diye kazıldım!...

Gece gündüz, rüyam da o, işim de
Hayâlim de, şiirim de, düşüm de
Ve her gece ölüp dirilişimde
Kelâm tesbîhime dâne dizildim
Her hecede duyulmadan sezildim!...

Yazda buharlaştım, ayazda dondum
Doğuşta başlangıç, ölümde sondum
Aşk odunun alev dalına kondum
Pervânece özde köze süzüldüm,
Düğümdüm, ateşte külce çözüldüm!...

Eğri yayda düz okumu gezledim
Benden bana kaçan beni izledim
Demin vedâlaştım şimdi özledim!
O bende güzeldi, onda güzeldim,
O ebedim olunca da, düzeldim!...

13 Ağustos 2012/ İzmir
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 13, 2012

Y-CHP'NİN BİR OĞLU OLMUŞ!...

On yılda üç kere, hem de her seferinde oylarını artırarak iktidâr olan bir hükümetin sağladığı "Huzûr ve istikrâr" ile yaşanan bir ülkedeyiz şükr'olsun!
İleri Demokrat, Dünya Lideri, BOP Eş Başkanı ve "Ustalık Dönemi"ni yaşayıp yaşatacağını va'deden bir Başbakan'ın, huzûrlu ve istikrârlı bir ülkesindeyiz!
Dokunmanın ibâdetten sayıldığı, kutsanmış zâtın sağladığı huzûr sâyesinde, on yıldır; yol kesilmesi, orman yakılması, turistik beldelerin bombalanması, Başkent'in kalbinde bomba patlatılması, sokakların yangın yerine çevrilmesi, otobüste sivillerin, panzerlerde polislerin yakılması; "Asla Dokunulamaz İleri Demokrat" terörist sözcüleri vekillerin polis tokatlaması, devleti tehdît etmesi; asker kaçırılması, kaymakam kaçırılması, istikrârlı bir şekilde sürüyor! Dahası hemen her gün; "Analar ağlamasın" diye şehît haberleri, sağlanan istikrârla rutinleşti!...
İleri Demokrasinin; kanunsuzluğu, teröristliği bu kadar legalleştirdiğini bilebilseydim, en ileri demokrat ben olmaz mıydım?
Çünkü artık demokrat-ileri demokrat bütün siyâsilerin seçim sath-ı mâilinde şikâyet edip kaldırmayı va'dettikleri, "dokunulmazlık" ta hükümsüz istikrâr sâyesinde! Müttefik(!)imiz ABD'nin, elli yıldır üyeliği hayâliyle bir hâl olduğumuz AB'nin, Haçlı adlı Batı'nın ve İleri Demokrat BOP Eş Başkanı Başbakan'ın tanıdığı sınırsız insan hakları ile şımaran "asla dokunulamaz" PKK'lılar, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ü kaçırdılar! Milletvekilliği Dokunulmazlığı'nın bekâreti dokunulamazlarca bozuldu! Polisin dokunamadığı, askerin dokunamadığı, yasaların dokunamadığı bir Dokunulmaz'a, "Dokunulamazlar" dokundu!
Olay üzerine, Dünya Lideri Başbakan; "... Umarım hızlı sonuç alırız." diye temennîde bulundular şükürler olsun! Ben de; "Umarım hızlı sonuç alınır!" diye ancak temennîde bulunacağım! Çünkü tanıdığım bir başbakan yok! Olsaydı vallahi hiç durmaz gider ve; "Saaayın Başbakan! Lütfen milletin yani bizim, yani benim dokunulmaz ettiğimiz vekilimizi, PKK'lılardan kurtarın." diye ricâ ederdim Vallahi, ama yok!
"İyi şeyler olacak!" va'dinin sahîbi Köşk Sâkini'ni, Cumhurbaşkanım olarak kabul etseydim, Vallahi gider O'na da yalvarırdım ama hiç istemememe rağmen İleri Demokrasi denilen bu mu'cizevî sistem, bana da Cumhurbaşkansız ve Başbakansız yaşamak hakkını nasîb etmiş işte! Allah'tan ki BOP Eş Başkanı Başbakan, mes'eleyle ilgili!
Cumhurbaşkanı'nın; "İyi şeyler olacak" va'dleri, Başbakan'ın "Hızlı sonuç alma umutları", Dolma Kalemler'in İleri Demokrat Teröristlerin insan haklarını savunuculukları rutinden sayılarak devâm ederken, ben bir şeye şaşırdım, onu söylemeliyim!
İkimizden birimizin oy vererek dokunulmaz ettiğimiz bir başka AKP'li vekîlin, Meclis'ten bir mesâi arkadaşının kaçırılmasıyla ilgili sosyal medyadaki mesajı, akıllara zarar derecede İleri Demokratça!
AKP Milletvekili Şamil Tayyar, twitter'dan; "
PKK CHP'li Huseyin Aygün'ü misafir etmiş! Muhabbetiniz bol olsun!" diye dalgasını geçti! Aklıma ânında, Rahmetli Baba Garipkafkaslı İbrahim Aslan'ın; "Hele gör ben ne haldeyim, yâr gelmiş kuşağım elliyor!" taşlaması geldi!
Kalemini kırdığını, artık yazmayacağını açıklayan Yargıtay Onursal Başkanı'na kızmıştım! Şimdi; acaba, bu İleri Demokrat Müslümanları, mesleği gereği veya katıldıkları panellerden filan benden fazla tanıyor olması, artık yazmama kararı vermesine etkili olmuş mudur diye düşünmeye başladım!
Her gün şehît! Her gün bir asla dokunulamaz şımarığın özerklik-muhtâriyet-ayrı devlet tehdîtleri! Cehenneme çevrilen Cennet Vatanın her yerinde anarşist tehdîtler, hareketler! Terör, ülkede nerdeyse sıkıyönetim ilan etmiş!
Teröristleri, Meclis'te alkışlatmak için olağanüstü toplantı isteyen, Daha İleri Demokrat Anamuhalefet Partisi,
İleri Demokrasi ebeliğinde, hem de sezaryenle doğan oğlu ile şokta!
BOP Eş Başkanı, Dünya Lideri Başbakanımız ise; Müttefik(!)imiz Haçlı'nın ricâlarını uygulamak adına bir komşumuza daha müdâhele hazırlığında!
Allah(c.c.) kahhar adıyla kahretsin hepinizi vesselâm!
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ağustos 11, 2012

DEĞİŞME N'OLUR! 'MHP' KAL, MHP!...

Temcîd pilavı gibi ısıtıp ısıtıp sunuyoruz ama başka çâremiz de yok!
Dört yanımız ateş çemberi, nerdeyse biz de yanacakken; "Sıfır Sorun" iddiâsıyla çıkıp Müslüman komşularımızla "Sırf Sorun" olan; özellikle Türk milliyetçiliğine karşı olduğunu ısrarla vurgulayan, BOP Eş Başkanlığını saklamayan, mevcût makamıyla yetinmeyip Başkanlık adıyla sultanlığını ilana hazırlanan bir "Dünya Lideri" var başımızda!

On yıldır ta'vîzlerle şımardıkça şımaran bölücü terör, cennetimizi cehenneme çevirmiş!
Şehîtimize üzülemez hâldeyiz! Şehitlerimize sahîp çıkmak; yasak, suç! Bir yanda vicdâni retçiler, bir yanda bedelli askerlik, bir yanda torpillilerin çürük raporuyla askerden kaçmaları, diğer yanda, ha bire şehit!
Emperyalist senaristin, onar yıllık aralarla uygulattığı; on yıl öncenin kahramanlarını hâin, hâinlerini kahramanlaştırma orta oyunu, bedava olduğu için gişe rekoru kırıyor! Gemisini yürüten kaptan kurnazların sayısında müthîş bir artış var!
AKP'li ve müttefik(!)lerin himâyesindeki BDP'li belediyelerin "dokunulamaz"lıkları var; CHP'li, MHP'li, DP'li belediyelere, İleri Demokrasi işkencesi uygulanıyor! Cezaevleri tıka-basa dolu! Huzûr ve istikrârın göstergesi olarak habire adâlet sarayları, cezaevleri inşa edilirken, İleri Demokrat teröristlerin de Diyarbakır Cezaevinde tünel inşaatı var!
İleri Demokrat İkinci Cumhuriyetçiler; Atatürk'ten ve iktidâr ettiği Türk Milletinden intikama soyundular! Yazarlar, gazeteciler, generaller, paşalar, hatta Genelkurmay Başkanları; derdest, eğitim kampındalar!
Otuz yıldır terörle mücâdele eden madalyalı kahramanlar, Eski Genelkurmay Başkanları silahlı terör örgütü kurmakla ithâm olunurken; tutukluyken seçilerek cezaevinden Meclis'e giren "dokunulamaz" ilan edilen İleri Demokrat teröristler var!
Bu zor mes'elelere millî gözle bakıp tenkît ve çâreyi millî akılla ve Türkçe söylemesi beklenen tek parti MHP'de de kongre telâşı var! Kimi mevcût yerini korumak, kimi yerinden daha iyi yerlere yükselebilmek için "Ülkücü İrâde" dediğimiz Üst Kurul Delegesi avındalar! Delegelere de ayıp, delegeleri torbada keklik gören zihniyetlere de!...
"Erken çıkan yol alır" mantığıyla aylardır adaylıklarını açıklayanlar var! Ramazan'la birlikte kamu oyunun dikkatini çeken Bayındırlık ve İskân Eski Bakanı, Trabzon Milletvekili Koray Aydın' da önümüzdeki günlerde adaylığını açıklayacak!
Canımız yanarken, hemen her gün şehit haberiyle ölürken; millî kaosumuz AKP'den kurtulmanın tek yolu, milletin diliyle muhalefet iken Türk Milliyetçiliğinin tek adresi ve markası MHP'nin mevcût Genel Başkanı'nın; "... tüm eksik ve yanlışlarına rağmen AKP Hükümetinin alacağı millî nitelikli kararların destekçisi olacağımızı da bildirmek istiyorum." şeklindeki açıklamasıyla akıllar karmakarışık!
Sevgili Koray Aydın'ın, MHP tabanında ve ülke genelinde bir karşılığı var, belli! Onuruna verilen iftar toplantılarındaki tezahürat, bunun net göstergesi!
Milliyetçilik duyguları körelmemişlerin olduğu gibi MHP'nin omurgası olan, Türk Milliyetçiliğini iktidâr etmek hayâlindeki Ülkücülerin büyük çoğunluğu da kongre ve Koray Aydın'ı, dikkatle izliyorlar! Bunlardan biri de benim!
1967' den beri Türk Milliyetçisi, 1969'dan beri de MHP'liyim. Ömrümün 44 yılını hîbe ederek şikâyetlenmeden, çok uğraşılmasına rağmen küsmeğe tenezzül etmeden MHP'li yaşadım. Son nefesime kadar da aynı yaşayacağım. İşte tam burada, tam zamanında; Koray Aydın ve danışmanlarına, ülkücü taassûbumla dostça bir uyarı yapmalıyım! "Özüne-aslına rücû" varken "Değişim" neden? Y-MHP çağrıştırması yerine neden, "Asıl MHP" değil?
Değişen-gelişenlere, gömlek değiştirenlere söylenenler biliniyorken "MHP'de Değişim" söyleminden rahatsızım! Tekâmüle itirâzım yok asla ama şu; "Değişim" sloganı, bana ve Dâvâ Aysbergi Ülkücülerin çoğuna sıcak gelmiyor! Zamanıyken hatırlatayım dedim vesselâm...
"YALNIZ KURTLARIN KILAVUZU, BOZKURT OLMALI"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ağustos 09, 2012

KUDUZLAR, İZMİR'DE ÜRÜDÜLER!

Beyler! Yanlış yapıyor ve yanlışta ısrarla milletin size atfettiği bütün sıfatları hak ediyorsunuz!
Hakkari'deki çatışma on beş günü geçti! Hakkari'deki boş bir caddeye çekilen paçavranın resimleri servis ediliyor! Emekli edilip elinden silâhı alındığı için, etrafındaki av köpeği fıtratlıların terk ettiği Yalnız Kurt Osman Paşa; "Hakkari elden çıktı!" diye feryâd etti! Duymuyorsunuz!
Hakkari'de köylerde evlere girip sivilleri kalkan ettiler! Evlerden yapılan ateşe mukâbele edilemiyor, bunu anlarız! Sonunda mermi bitecek, destek alamayacaklar ve ya teslîm olacaklar, ya da itlâf olunacaklar, bu belli!
Ama bu kuşatma altındaki bölgede çatışma devam ederken İzmir'de saldırdılar! Dünya Lideri, BOP Eş Başkanı, Başbakan da; "Terörün yayılma noktasındaki bir başka örneği" diye tanımladı, bu kahpe saldırıyı!
Efendiler! Terörün yayılma noktasındaki bu örneklere zemîni hep ben hazırladım! İtirâf ediyorum! Ben, kim miyim?
Söyleyeyim; sağırlar duysun, körler görsün!
Ben; savaşıp madalyalar aldım diye cezaevindeyim! Ülke ve milletimin bölünmemesi için, müttefik(!)imiz ABD'nin bölgedeki hayâllerine engel oldum! Bölücübaşı bebek katili alçağı derdest edip getirdim, hapisteyim! Müttefik(!)imiz, kalleşçe askerlerimin başına çuval geçirdi! O günlerin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld; "Süleymaniye Operasyonu, AKP'ye değil, AKP Hükümeti'nin emrini dinlemeyen bazı unsurlara karşı yapıldı." diye yazdı, nota bile vermediniz, beni hapsettiniz!
Resmî bir törende, törenden saatler sonra gelene, tören prtokolüne uyarak ayağa kalkmadım diye, beni hapsettiniz! Düşündüm, yazdım, kitabımın basılmamış taslağını yasaklayıp beni hapsettiniz!
Diyarbakır'da, MHP Genel Başkanı ağzından Haçlı'ya Türkçe haykırmaya hazırlandım; uyduruk ve komik bir gerekçeyle gözaltına aldınız!
Devlet-millet bütünlüğünü parçalamakla görevli, işbirlikçi dolma kalemleri Kandil'e elçi gönderdiniz; yıllarca benim itlâf ettiğim kuduz itleri, davul-zurnayla karşılayıp beni hapsettiniz!
"Silah arkadaşlarımı savunamıyorum!" diyerek onuruyla itifâ eden Karargâh'ın şahsiyyetli Paşalarına katılmayan; bir kaç günde, bir kaç terfi ile bir generali Karargâh'ın başına oturttunuz! Silah arkadaşına sadâkat gösteremeyen bir generalin emrinde, Anadolu'nun kavruk aslanlarından kahramanlık beklediniz! Çâresizlikten sadece "Ölümü öldürerek" ölümsüzleştik, anlamadınız!
"Terörün yayılma noktasındaki bir başka örneği" dediğiniz bu ortamları; 21. yy. Maltası Silivri'den ben organize ediyorum! Evet! Ben! Ben yapıyorum bütün bunları!
Anadolu'yu, binlerce yıl sonra yeniden Ergenekon edip dinlenmeye çekilmiş Türk Milleti'nin huzûrunu bozdunuz! Ama altını çizerek hatırlatalım ki; ilk Ergenekon'a sığınan Türk, sadece iki kişiydi ve 400 yılda yüz bin savaşçı yetiştirebilmişti! Anadolu'da milyonlarız ve istediğimiz gün, milyonlarca savaş ustası Türk'ü, Haçlı'nın üzerine salarız!
Haçlı tahrîk ediyor, siz de bu tahrîke figüranlık ediyorsunuz! Acemisiniz! Ata binemiyor, düşüyorsunuz! Karanlık şehir sokaklarına, korkudan çıkamıyorsunuz! Biz, Anadolu Ergenekonumuzdan kıyâm edersek, ayaklarımızın altında ilk siz kalacaksınız! Haberiniz olsun!
Çok can verdik, cana susadık! Çok kanımız aktı, kana susadık!
Otuz yıldır; çoktan, çok öldü! Sıra, kuduruk ziyankâr azın itlâfında! Kapı köpeği, uçan kuşa havlar biliriz! Sabah-akşam komşuya ürür kapı köpeği, işi odur! Ürüsün diye yal verir, kapıya bağlarız! Ama caminin duvarına siğerse itlâf ederiz!
İt, cami duvarına siğdi! İtlâfına artık kimse mâni olamaz!
Açılımınızı, milli birlik projenizi, Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projenizi ve "ananızı da alıp" kaybolacaksınız! Türk'ün öfkesinden kurtulmanın tek yolu, ayağına dolaşmamaktır!
Sükûtumuz, korkudan değil! Sükûtumuz; sizin kulluk ettiğiniz Haçlı'dan çekinmekden değil! Sükûtumuz, Çanakkale'de 250.000 can vererek çıktığımız Cihân Harbi sonrası Ergenekon Anadolu'daki dinlenme molamızdandır! Kükremiş sel gibi taşmak üzereyiz! Kaçan, kurtulur!
Yeter oldunuz! Canımıza yetirdiniz! Artık düşün yakamızdan vesselâm!...
"TÜRK'E KEFEN BİÇENİN, ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ağustos 08, 2012

KARARGÂH'A AÇIK MEKTUP...

AKP döneminde; sürü yüz-geri edilip topallar başa geçince, on yıl içinde kaç Genelkurmay Başkanı varsa hemen hemen tamâmına, -duysalar da duymasalar da- yazarak seslenmişiz!
Kimini alkışlamış, kimini tenkît etmiş, kimine sitemler etmişiz ve hepsine "Paşam" demişiz!
Yine bir Genelkurmay Başkanı'na sesleneceğim! Bu defa; "Paşam" demeyeceğim ama!...
Sayın Necdet Özel,
Sayın Genelkurmay Başkanı,
Çok Sayın General; Lütfen bendenizi duyar mısınız?
Allah aşkına rahat mısınız, rahat uyuyor musunuz?
Peygamber(s.a.v.) hatırına söyleyin, rüyalarınıza hiç şehit Mehmetçik giriyor mu? Sevilen rüyaya girmezmiş derler, bir de tanınmayanlar rüyaya girmezler! Mehmetçik, sizde hangisi Sayın General? Sevilen mi, tanınmayan mı?
Sayın General; sizden önceki seleflerinize seslenirken, Mareşal Gâzi Mustafa Kemal Paşa'nın; "Ordu'nun siyâsete karışması yüzünden Balkanları kaybettik. Ordu siyâsete karışmamalı!" vasiyet öğütlerine, vurgu yapmıştık. Çünkü bütün Genelkurmay Başkanlarını, aynı zamanda Muhteşem Türk Gâzi Mustafa Kemal Paşa'nın halefleri olarak algılıyorduk!
Millet olarak, ilk defa bir Genelkurmay Başkanı'nı, Gâzi Paşa'nın halefi olarak görmüyoruz farkında mısınız? Veya bu farkındalık, sizin için fark ediyor mu?
Biliyoruz ki sizden önceki bütün Genelkurmay Başkanları'nı da iktidardaki Hükümetler atamış, Köşk'teki, Cumhurbaşkanı Atatürk'ün halefinin onayıyla göreve gelmişlerdi! Tamamına yakınının ötesinden-berisinden siyâsete bulaşıklıkları vardı ve bu, bizi -milletçe- rahatsız ederdi!
Her şeye rağmen Genelkurmay Başkanları, milletin Paşa'larıydı! Kınalı Kuzularımızı, önce Allah'a sonra onların şefkâtli Türk bağırlarına emânet ederdik! Yine şehitlerimiz olur ve aileleri ağlarken millet olarak; "Vatan sağ olsun! Paşam! Bizi de askere alın!" diye nârâ atardık!
Genelkurmay Başkanımız'a ve ondan alt rütbeli Paşalarımız'a "general" demek aklımızdan bile geçmedi hiç! Türk Milleti olarak biz, sevdiğimiz oğlumuza Paşa diye ad koyarız!
Büyüsün, teğmen olsun, terfî ede ede Paşalığa yükselip millet-devlet düşmanlarını savaş meydanında kahrederek Mareşal olsun hayâliyle koyardık Paşa adını!...
Sevenler-sevmeyenler, BOP yandaşı veya karşıtı, NATO'cu veya karşıtı kim, ne derse desin; ma'şerî vicdânın Paşaları ve paşalaştırdığı subayları, yani üstün hizmet madalyalı millet evlâdı kahramanları, 21.yy. Maltası Silivri'deyken ve ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in başımıza çuval geçirilen Süleymaniye Opersyonu'nun; "AKP Hükümeti'ne karşı değil, AKP Hükümeti'nin emrini dinlemeyen bazı unsurlara karşı" yapıldığını* da öğrendikten sonra size Paşam diyemiyoruz farkında mısınız?
Sayın General;
AKP'ye oy vermediğim ve vermeyeceğim için Ülkemin meşrû Başbakanı, benim Başbakanım değil! Dolayısıyla bu Hükümet'in -resmen görevlendirdiği- meşrû Cumhurbaşkanı da Ülkemin Cumhurbaşkanı olmalarına rağmen, benim Cumhurbaşkanım değiller!
Siz de onların atadığı; onlara tepki vererek istifâ eden komuta kademesinin içinden seçilerek bir kaç günde, bir kaç terfi ile Genelkurmay Başkanı edilmiş biri olarak Ülkemin meşrû Genelkurmay Başkanısınız ama AKP'ye oy vermeyen iki kişiden birinin Genelkurmay Başkanı ve Paşası değilsiniz!...
Bize göre iki seçeneğiniz var Sayın General; ya millîleşerek Gâzi Paşamız'ın halefi olarak tepkinizi ortaya koyup istifâ edeceksiniz, ya da AKP ile birlikte Gâzi Paşamız'ın kurduğu Orduyu lağvedip yeni bir ordu kuracaksınız ve milletin tavrını göreceksiniz!
Size makamınızdan dolayı sadece saygımız var Sayın General, sizi Paşamız sayacak kadar kabûllenemedik ve sevemedik vesselâm...
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN
* (Yavuz Selim Demirağ-DİGİTAL TERÖR, s.32)

"VUR-AL" UYGULAMASINA, "SAVAŞ" DENİR...

Yargıtay Onursal Başkanı Vural Savaş; "... Çünkü yazarak hiçbir şeyin düzelmediğini ve düzelmeyeceğini anladım. (...) İç düşmanlarımızın ve onları destekleyen emperyalist güçlerin Allah belasını versin. Allah Türk Milletini Korusun! Son dileğim budur." diyerek kalemini kırdığını, yazarlığı bıraktığını açıklamış!
Oldu da bitti maşallah!...
Böyle Atatürkçü, böyle yurtsever, böyle laik yüz milyon kişi olsa ne yazar? BOP Eş Başkanı'nın, neden bunları gözü görmüyormuş anlaşıldı mı şimdi? Şu olmuş, bu olmuş, yana yatmış, çamura batmış ; "...
ve dik duruş sergileyememeleri yüzünden Cumhuriyetimiz korunamaz hale gelmiştir. Bu yüzden pervasızca son vuruşlar yapılıyor. Kanser, tüm organlarımıza yayılmış..." mış! Bu yüzden de canını kurtarmak için hazret, halvethânesine çekiliyormuş! Ooh ne âlâ! Nasılsa tuzu kuru, eşeği gölgede!...
İlkokul yıllarımdan hafızâmda kalan bir şiir kırıntısı var; "Kalem tutan ellerin, bir gün silâh tutacak!" diyordu. Çok aradım, hâlâ bu şiiri, arıyorum. Ki o şiiri üreten ana-babanın, öğretmenlerin yetiştirdiği kalem tutan inançlı bir elin, gerektiğinde nasıl silah tutacağını, tuttuğunu Hasan Tahsin, bütün kalem erbâbına öğretmek için ölerek ölümsüzleşmişti! Kalem erbâbı, kalemini kırarsa Hasan Tahsin gibi kırar Efendi!... Yoksa kalem kırmak; meydanı terk etmekle ve terk ederken de dul kadın çaresizliğinde; "Allah Türk Milletini korusun" diye duâlarla olmaz!
Madem kalem tutan elin günü geldiğinde silah tutmayacaktı, milletin yıllarıyla niye oynadın demezler mi adama? Var mı öyle; "Çizdim, oynamıyorum!" mızıkçılığı? Var mı milletin maneviyâtını bozmak? Madem ki kalem bırakıyorsun, o zaman sadece; "Korktum! Yıldım! Allah diğer mücâdele edenlere güç versin!" de ve sus!... Korkutanlar, başkalarını da korkut diye seni ikna odalarına mı aldılar yoksa?
Ne ayaksınız siz Kardeşim? Görevdeyken hiç bir işe yaramaz, hiç bir yaralı parmağa siğmezsiniz! Emekli olduktan sonra vatan kurtarmaya soyunursunuz! Kanal kanal, gazete gazete gezersiniz! Bir yere giderken gözünüz kimler geliyor diye arkanızda! O yiğitler derdest edilince; yürekli Türkler, 21.yy. Malta'sı Silivri'ye sürgün edilince; "Yazarak olmuyor! Allah belâlarını versin!" der kaçarsınız!
Allah(c.c.)'ın; topu tüfeği yok! Allah, bir kötüyü başka bir kötü ile def ettireceğini Kur'ân'da söylemiyor mu? Demek ki Türk Milletini de Allah, millet fedâisi inanmış Türklere korutturur! Sen ve senin gibiler olsanız n'olur, olmasanız ne?...
"Yazmakla olmuyor, gidiyorum!" diyen, ancak kendi dirâyetsizliğini itirâf ederek çeker gider! Kırdığın kalem de -Allah bilir ya- gazetenin verdiği kalemdir! Sen ve senin gibiler kendi paranızla aldığınız kaleme kıyıp kıramazsınız!
Güle, güle Vural Savaş! Anca gidersin!
Senin yerine de Vur'ur Al'ırım söz! Ki, sana o adı koyan rahmetli baban rahat uyusun! Ve senin yerine de Savaş'ırım söz! Ki, sülâlenize o soyadını alan ceddin rahat uyusun!
Vur- al dileğini yerine getirmek için Savaş'mazsam veya savaşır da vur'ulup al'amadan ölürsem; milletime kendimi fedâ etmek üzere yola çıktığımı haykırdığım yazılarım, sohbetlerim hafızâlarda ve kulaklarda çınlar ve kalem tutan bir sürü Türk el, kalemini bırakır, silâhını alır!
Bir "dolma kalem", mürekkepsiz kaldı derdim ama kalem bıraktığın yeri, mürekkephâne olarak hissetmedim hiç!
Allah'ın tek tapılacak ve Hz. Muhammed'in de O'nun kulu ve Peygamberi olduğuna şehâdet getiren îmanımla tekrâr ediyorum ki; Allah'ın Türk yüreklere bahşedeceği heyecânla dünya durdukça Türk duracak ve Tanrı, Türk'ü Türk'e korutturacaktır!
Îmanlı Türk'ün gücü ve direnci, sadece kıyâmete yetmez çünkü; o, "Dîn Günü'nün Sahîbi"ne teslîmdir! Kıyâmet hârici bütün dünyevî zorluklara karşı şerbetli bir milletin ahfâdı olarak yaratıldığım için Tanrım'a sonsuz şükürler olsun...
"KAHRAMANLIK; SALDIRIP BİR DAHA DÖNMEMEKTİR" vesselâm..
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Salı, Ağustos 07, 2012

TARİHE MEKTUPLAR -2-

"Şol gökleri kaldıranın, donatarak dolduranın
"Ol" deyince olduranın, sonsuz güzel adı ile..."
Hemen peşine selâm ile...
Dostlar!
Bugün; düşüncelerimizle benzeştiğimiz, yüz yüze hiç gelmeden tanış olduğumuz, balarısı misâli güzel çiçekten güzel çiçeğe dolaşarak en güzel çiçek tozlarını, kovanımıza yani milletimize taşıyan fikir erleri ile bir sohbete niyetliyim.
Dikkatlere sunacaklarım, sesli düşüncelerimdir!
Seslendirmezsek duyulmaz; duyulmayınca tenkît veya tebrîk edilmez! Bu sesli düşünceler, katılanların desteği, katılmayanların tenkîtleri ile ya büyüyecek, ya da olduğu yerde tarihe emânet edilecektir.

Taşlanmış, lânetlenmiş şeytanın şerrinden Sana sığınarak; Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla...

"O'nun delillerinden biri de gökleri ve yerleri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır." (Rûm-22) Âyeti- Celîle'sinden aldığım cesâretle bizi Türk yaratıp Türkçe lisânımızla donatan Tanrımız'a hamd'ederek ve bizi İslâm'la taçlandıran Çalabımız'a şükr'ederek başlarım!
Gönüldaşlarım, fikirdaşlarım, ülküdaşlarım, kandaşlarım, soydaşlarım;
Bazı konuları netleştirmek için, eksik ifâdeleri -varsa- tamamlamak, yanlış anlaşılmaları gidermek için gerekirse yüzlerce, binlerce kere tekrârlamak lazım!
Bu tekrârı, Allah rızâsı için hiç üşenmeden, "Ne gereği var?" demeden herkesin yapması lâzım!
Bir milleti, bir ordunun; bir orduyu bir süvârinin, bir süvariyi bir atın, bir atı bir nalın ve bir nalı bir mıhın koruduğunu; bu mantık silsilesini tersten de, düzden de okursak bir mıhın ehemmiyetini fark edemeyenlere, fark ettirinceye kadar vurgulamak lâzım!
Bizi buluşturana şükr'ederek, her birine ayrı ayrı ölesiye muhabbetli olduğum okurlarımdan bir Hanfendi Kandaşımız, bana yazdıkları samîmi yorumunun -bütün katılımcılar tarafından okunduğunun farkındalıkla veya olmadan- sivri bir söylemde bulunmuşlar!
İncitmeden, bize yaptıkları iltifâtlarla şımarmadan müdâhele lâzım diye düşündüm!
Bu Kandaşımız, Bacımız; "Kürd'e düşmanlık, anamın ak sütü gibi helâldir bana, düşmanım! Irak, İran, Suriye Kürdleri bahis olsa idi; eyvallah, çamurdan da olsa sınır komşuluğumuz var derdim. Lakin benim toprağımda, benim himayemde yaşayan yığın beni öldürüyorsa, leşinin anası da babası da düşmanımdır. Komşu dersem, bana zül ona şeref olur." demişler!
Bu Hanfendi Bacım'ın öfkesini anlarım!
En az O'nun kadar öfkeliyim ve duyarlı bütün Türk Milliyetçileri de en az o kandaşımız kadar öfkeliler ve haklıyız!
Okuyanlar-duyanlar, sayısız kere; "Türk Milliyetçileri ve Türk Milletçilerinin; milletleştirdikleri halklardan olan Kürtlerle asla bir mes'elesi yoktur! Bizim mes'elemiz ;Haçlı tahrîk ve teşvîkiyle etnik ayrıştırıcılık yapan, milletçiliğimize zarar veren Kürtçü maskeli bölücü taşeronlardır! Biz, ne bir Kürdümüzün saçının telinden, ne de bir çakıl taşımızdan vazgeçmeyiz. Her ikisi için de milyonlarca öldürür, milyonlarca ölürüz!" diye seslendiğimizi hatırlarlar inşallah...
Bu öfke ile sarfedilmiş yorumdan hareketle yeri gelmişken bazı kavramları, netleştirelim istedim:
"Her şey zıddı ile kâimdir" yani tezle antitezin çatışmasından doğan sentezin, zaman içinde tezleşerek antitezinin oluşacağını ve bu seyrin sürekli devâm edeceğini, biliyoruz! Düşünce ve fikirler böylesine doğurgan bir Tanrı hikmeti... Dostluğun zıddı, düşmanlık; düşmanlığın zıddı, dostluktur. Her iki kavram da eşit derecede güçlüdür.
İnsan, benzerlerinin içinde en fazla benzediği veya kendine en çok benzeyenle dostluk kurar.
Yine insanların da milletlerin de güçleri, düşmanlarıyla düz orantılıdır! Madem ki gücümüz düşmanımızla düz orantılı; o zaman; "benim toprağımda, himâyemde yaşayan yığın" diyerek ne olduklarını bildiğimiz birilerini düşmân ilan edersek, onu abartılı bir şekilde büyütmüş, Türk Milleti'ne ise insâfsızca irtifâ kaybettirmiş olmaz mıyız?
Ne zamandan beri bizi ısran kapı köpeğimizi, biz de ısrmaya başladık?
Biz, yani Türk Milleti, Türk Milletinin de yavuz yüzü olan Türk Milliyetçileri; bizi ısıran kapı köpeğimizi baytara götürmez miyiz? Muâyenesini, aşısını yaptırıp yine getirip yerine bağlamaz mıyız? Veterinerden getirdiğimiz köpeğimizin yalını, yemini vermez miyiz?
Ancaaak çok sevmemize rağmen, bizi ısıran köpeğimiz kudurmuşsa kendi elimizle baytara itlâf ettirmez miyiz?
Bütün bu sorularıma; "Evet" cevabı alacağımı biliyorum. O zaman, kudurmuş kapı köpeğimizi itlâf ettirirken bile üzülürken; "benim toprağımda, benim himâyemde yaşayan" dediğimiz, komşularımızı düşmân ilan edersek; kime hakâret etmiş oluruz?
Bu çelişki; dünyanın en eski yönetimi ve yönetim fikri olan ve bütün dünyaya Türkler'in öğrettiği Milletçilik uygulaması ile yaratılış özelliğinden kaynaklı bir iç-dürtü olan Milliyetçiliği, çok karıştırıyor olmamızdan kaynaklanıyor zannediyorum.
Bir kaç kere daha bu konuya değinmiştim ama nedense yeterince ilgi çekmedi! Bir kişinin daha olsa bile dikkatini çekinceye kadar söylenmeye ve söylemeye devâm edeceğim!
Türk Kavmi ile Türk Milleti aynı şey değildir!
Türk Milleti; Türk Kavmi'nin dört yanda düşman bırakmayıp, başlıya baş eğdirip, dizliye diz çöktürerek bir araya topladığı ve yasalarla hayat düzenini belirlediği kavimlerden-halklardan meydana gelir.
Başlıyken baş eğip, dizliyken diz çöküp, geçerli yasalara uyarak yaşayanların, kavmî farklılıklarına artık bakılmaz. O, Türk Milletindendir, "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyenlerdendir! İçlerinden baş kaldıran olursa âsidir, başı alınır; ayaklanmaya niyetlenenin dizi kırılarak yerine çökertilir!
Bunun adına da düşmanlık denilmez, yasa uygulayıcılığı denir! Ana-Babanın yaramaz çocuğunun kulağını çekmesi mesâbesinde; Türk Milleti'nin azmış bir kavminin cezâsını vermesi diye düşünmek, işin en doğrusudur...
Biliriz ki tiryâkiliklerden insan sağlığına faydalı olan, yok denecek kadar azdır. Tiryâkilik sayarak çoğu dostumuzun yaptığını, görmezden geliriz!
Atalarımız; "Alışkın dert, öldürmez." demişler! Tam da bugünlerimiz için söylenmiş sanki!
Tarihe baktığımızda; yüzlerce yılda, yüzlerce kere Kürt İsyânı adlı ve hepsi de Haçlı destek ve tahrîkiyle meydana gelmiş ayaklanmalar görürüz!
Hepsinde de devrin yasalarına göre cezalandırıldıklarını; yasaların, mahkemelerin karşısına çıkarılıncaya kadarki süreçte de âsilerin itlâf edildiklerini, gebertildiklerini görürüz! Demek ki bu dert, öldürmeyen alışkın olduğumuz bir illet ve bizi değil hep onları çarpmış!
Tarihe dikkatle bakarsak, görürüz ki; Kürt İsyanlarını bastıran komutanlar arasında, Devlete sâdık Kürt komutanlar hep vardır! Meselâ son Dersim İsyânını bastıran adamın adı, İsmet İnönü'dür ve Kürt olduğunu zannederim bilmeyen yok! Ama müfterîler, hep Muhteşem Türk Atatürk'e atf'ederler!
II.Abdulhamîd'in Hamidiye Alayları'nın, âsi Kürtlere neler yaptıklarını da çok dikkat ve ibretle okumak lâzım!...
Toparlarsak; Devlete ve Türk Milleti'ne baş kaldıran âsilerin adı ne olursa olsun, cezâlandırılır! Başlının başı alınır, dizlinin dizi kırılarak çökertilir! Pişman olan affedilir! Millete-Devlete sadâkatle hizmet eden ödüllendirilir! Bunun adı Türk Töresi'dir. Türk Töresi'ni bildiğinden olmalıdır ki bebek katili alçak, uçakta gözleri açılır açılmaz; "Benim annem de Türktür. Devletin ve milletin emrindeyim. Kendim de Atatürkçüyüm!" diye finolaşıp kuyruk sallamıştı!
Tarih; düne bakıp bugünden yarına hazırlanmayı sağlıyorsa doğru okunuyordur!
Tarihten ders alınmazsa tekrarlanır, tekrarlandıkça canımız yanar ve bu can yangısının adına, tarihi doğru okuyamadığımız için ancak "Dert Tiryâkiliği" diyebilirim!
İslâmiyet'ten önceki Türk Töresi ve ahlâkının yazılı belgeleri olan Orhun ve Yenisey Yazıtlarını; her Türk'ün çok dikkatle ve gerekli öğüdü almak irâdesiyle okuması gereğine vurgu yapmak isterim.
Orhun Yazıtları'nda Bilge kağan ve Kültigin Kardeşler; Türk Milleti'ne Millî Öğüt'lerini, şahsî vasiyyetlerini yzmışlardır.
Bu kitâbeler, siyâsi birer bildiridir!
"Türklük şuûrunu oluşturmak ve Türk birliğini sağlamak" en belirgin öğüttür. Kendinden önceki Hakanlar gibi Bilge Kağan' da; Orta Asya'da Türk birliğini kurmayı, her şeyin üstünde tutmuştur. Türk Milletine geçmiş dönemin dağınıklığını ve böyle geçirilen yılların acılarını anlatırken çözümü de göstermiştir: "Bilgili ve cesûr Kağanlar buyruğunda, halkları (ulusları) toplamak ve töreyi kurmak." Bir askerî ve siyasî sistem anlatımından başka bir şey olmayan yazıtlarda, "il"e, yani devlete, millî şuûra ve millî birliğe verilen önemin her zaman ön planda tutulması, şuûrluca yapılmıştır. Var olmanın temel şartı budur!
"Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölümlü doğmuştur. Ama il yani devlet sonsuza kadar yaşatılacaktır." vasiyyeti ile;
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pây-dâr kalacaktır."
dileği arasındaki müthîş benzerliği hep hatırda tutmayan, hep hatırlatmayan Türk Milliyetçisinin milletçiliği eksik olmaz mı?
Unutmayalım ve unutturmayalım ki; tarih destanlara tanıklık yaparken destanlar, tarihe kaynaklık yapar!
Destanlarını koruyabilen milletlerin; dilleri, dinleri, kültürleri ve millî kimlikleri bozulmaz, bozulamaz!
Soz sözü, tarihten günümüze ve günümüzden de geleceğe seslenmeyi başaran Bilge Kağan söylesin:
"Türk Oğuz Beğleri!
Türk Budun, eşidin!
Üze Tangrı basmasar, asra yir telinmeser Türk Budun ilingin, töringin kim artatı? Udaçı erti Türk Budun...
Ökün!"

TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm
Selam, sevgi, dua...
07 Ağustos 2012/ Salı-İzmir
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ağustos 06, 2012

TÜRKÇE DUYAN-YAZAN TÜRK KIZI...

"Mademki Türküz; o halde Türk gibi yürür, Türk gibi düşünür, Türk gibi duyarız ve Türk gibi yazarız." demiş Ömer Seyfeddin...
llar sonra, Türkçe duyan ve Türkçe yazan biri, yaslı-yaralı Türk gönlümü coşturuverdi! Tanımakla kendimi şanslı saydığım, refîk-i kalemliğinden onur duyduğum Selcan TAŞÇI'yı selâmlıyorum! Yetmez! Ayakta Türk'çe alkışlıyorum!...
TAŞÇI, bütün Türkçe hasletleriyle seslenmiş gayr-ı millî sivil siyâsilere ki bu siviller, askeri vesâyeti sonlandırmakla övünen İleri Demokrat açılım pehlîvanları! İleri Demokrasiyle kamufle açılım projesinin kudurttuğu bölücü hâinlerin şehît ettiği Mehmetçiklere yanıyor tabi! İleri Demokratlarca elleri-kolları bağlı TSK rütbelilerinin, haber vermek için şehît aileleriyle yüz-göz edilmesine ise isyânlarda!
Diyor ki Türk Selcan; "Madem ki sizsiniz bu eserin sahîbi; o halde, Kandil'e ulak gönderdiklerinizi, Uludere'ye tesellîye gönderdiklerinizi muhatap edeceksiniz şehît aileleriyle! ... Beşir Atalay "12 Kötü adam"ını da yanına alıp çalmalı şehît ailelerinin kapısını!..."
Geçmiyor öfkesi Taşçı'nın! Ömer Seyfeddin üslûbuyla devam ediyor; Madem ki; "analar ağlamasın" diyen sizsiniz; o halde, Emine Hanım bir yanına mesâneden çürük raporlu oğlunu, diğer yanına bedelli askerlik yap/may/an oğlunu alarak çalmalı şehît analarının kapısını! First Lady Hayrünnisa Hanım'da oğullarıyla aynı şekilde kara haber vermek için şehît ailelerinin kapısını çalmalı, diyor! Madem ki ülkenin hâkimi sizsiniz, o halde; sizin emrinizle ölüp öldüren, hem de siyâseten linç edilen TSK subaylarını, niye kara-haberci ediyorsunuz? Vesâyetine son verdiğiniz, derdest ettiğiniz TSK'ya hem; "Ölün! Öldürün!" emrini verip hem de şehît âileleriyle niye başbaşa bırakıyorsunuz? Diye Türkçe sorguluyor! Kanına, gayretine, yüreğine kurban olurum Selcan!
Türk analar, bacılar! Duyun Türk kızının yiğit sesini! Hadi okur-yazar Türk erkekler!Analarınıza, bacılarınıza, eşlerinize, kızlarınıza duyurun Türk Selcan'ın Türkçe kükreyişini!...
Bu sesten aldığım ilhâmla bir de ben sesleneyim; hem Köşk'e, hem Konut'a, hem de Türkçe!
Köşk'ün de, Konut'un da sâkinleriyle emsâliz! Ben Türk'üm, onlar ne olduklarını kendileri biliyorlar! Benzer özelliklerimizden hareketle sesleneceğim ama Türk'çe! Madem ki babayız, asker değil siviliz, bu "Azîz millet"in fertleriyiz ve madem ki -en son- sekiz evlâdımızı vatan toprağı etmişiz; o halde yaralı bir Türk olarak Köşk Sâkini ve icrânın başı Konut Sâkini'ne Babaca sesleneceğim!
Onlar gibi ben de sivil bir Babayım! İki oğlum, iki de erkek torunum var hamd'olsun. Oğullarım, nâmus borcu Vatanî görevlerini yaptılar. Bir sivil Türk olarak diğer iki sivile sesleniyorum!
Hadi! Ya Allah, Bismillah!
Üçümüz de oğullarımızı alıp asla koruma almadan yollara düşelim! Korkmayın savaş demiyorum! Savaşta Türk'üm demeyene güvenmem zaten! En çok şehît veren il-ilçelerden başlayarak şehît evlerini ziyâret edelim! Şehît aileleriyle görüşe helâlleşe Doğuya, Güneydoğuya gidelim! Oğlu askerde şehît olan Kürt anaların da; oğlu, İleri Demokrasinin şımarttığı dokunulamazların PKK tehdîtiyle rehîn alınmış ve dağda itlâf edilmiş anaların da kapılarını çalalım! Siz, Kabil'ce kardeşlikten dem vurun; ben, dinimizin emri komşuluktan, komşu hakkından bahsedeyim! Sonra millet yaşasın, Devlet pây-dâr olsun diye ölümle yüzleşen mehmetçiklerin yanına ateş çemberine girelim! Ya karışıp barışalım, ya da ne olacaksa olsun!...
Yandaş basın ve dolma kalemler de sadece yola çıkacağımızı duyursunlar! Daha yola çıkmadan, milyonların oğullarıyla nasıl güzergâha dizileceklerini, görürsünüz! Ne diyorsunuz? Mâdem ki "Dokunmanın ibâdetten sayıldığı Dünya Lideri" bir Kasımpaşalısınız, o halde var mısınız?
Ancak o zaman; asker olabilmek için sârâ hastalığını, şubesinden ve bölük komutanından saklayarak şehît olan, Bedr'in Arslanları kadar şânlı Süleyman Çelebi nâmlı evlâdımızla kıyasladığım çürük raporlu oğlunuzu da, Türk Milleti evlâttan sayar! Ancak o zaman aldığınız % 50 millet oyu helâl olur!
Sayın Köşk Sâkini, Başkomutanlık Makamı'nın da mukîmi!
Sayın BOP Eş Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı!
Türk'üm diye, size Türkçe sesleniyorum! Selcan Taşçı'nın seslenişini duyun ve eşlerinize çocuklarınıza da duyurun! Selcan'ı ve bizi duymazsanız, samîmiyetiniz artık sorgulanır! Sizin bencilliğinizi, Allah ile aldatıcılığınızı, yüksek sesle her ortamda anlatmaya devâm ederim! Beni süremezsiniz! Benim işime son veremez, ihâleleri iptalle tehdît edemezsiniz! Beni hücrede de susturamazsınız!
İki yolunuz var: ya oğullarınızı alacaksınız milletle yüzleşmek için yollara düşeceğiz ya da istifâ edecek huzûr ve istikrârınızı da, ananızı da alıp gideceksiniz! O zaman; "Düşene vurulmaz" Türk âli-cenâblığıyla biz de vazgeçeriz! Türk Milleti olarak canımız yanıyor ve canımıza yettiniz!
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN