Çarşamba, Ekim 31, 2012

YOLLARIN VE YOLUN SONU!...

Sadece dört gün kaldı! Yolların Sonu göründü!...
Yağmur yağacak yarıklar kapanacak; ya da, dere yatağına kurulmuş bütün gecekondular kükreyip bendini aşan sel tarafından silinip süpürülecek!
45 yıl önce kucağımıza doğmuş bir millî düşünce, ya gelişip değiştirecek; ya da değişim'le yok edilecek Allah korusun!
Bir annenin, ölümü göze alarak doğurduğu, doktorların yaşamaz dediği Türk Devleti'nin tarihe tutunma mücâdelesini izliyoruz!
1944 Türkçülük olaylarından bir kaç sene sonra; Türk'ün, Türkçülüğün ve Türk Milliyetçiliğinin; Birleşmiş Milletler ve NATO adıyla organize edilen Haçlı değişimlerinin işbirlikçileri sayesinde "İleri demokrasi" adlı yok etme operasyonlarının tam ortasına doğup bu çekişmeler içinde büyümüşüz!
Su içine doğurulan bir bebeğin ânında öğrendiği yüzmeye benzer bir iç-güdü ile Türklüğü, Türkçülüğü, Türk Milliyetçiliği ve Türk Milletçiliğini, özümseyerek benimsemişiz!
Dolayısıyla bakışımız, davranışımız Türk'çe, lisânımız Türkçe, tepkimiz Türk'çe!...
Türk doğup, Türk'çe yetiştirilip, Türk'çe donatıldığımız için millî irâde mevsiminin oluşturmadığı bütün değişimlere direnerek, narlı demir misali çifte su ile çelikleşmişiz hamd'olsun!
Sakallı Celal'in; "Türkiye'de aydın geçinenler, Doğu'ya seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönüne koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar!" tarifine uyan; idrâk özürlü, ifâde kusurlu, rol kabızı kişilerle çekişerek, dövüşerek, sövüşerek büyümüşüz!
Biz Türkler, Türk Milliyetçileri, Türk Milletçileri; her türlü emperyalizme karşı ölümüne uğraşlar verirken camilere, tekkelere, zâviyelere, cemaat evlerine saklanıp alttan alttan millî dokumuzu oyarak gevşeten köstebekleri ya fark etmemiş, ya da önemsememişiz! Bugün, o fark edip ihmâl edişimizin ceremesini çekiyoruz!
İstiklâl Harbi ve Millî Mücâdele Kahramanlarının, her ânı destanlarla dolu emeklerle kurdukları Türk Devleti ve Cumhuriyeti korumamış, koruyamamışız!
Yani Muhteşem Türk Atatürk'ün; "Ey Türk Gençliği!" diye güvenerek seslendiği bir nesilden, dedelerimiz-babalarımız gibi emânetçilerden bize intikâl eden millî miraslara sahip çıkamamışız!
Türk Milleti'nin, bir buçuk milyon şühedâ bedeliyle kurup bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni de, "Evimizin Evi Vatan" ı da gerektiği gibi koruyamamışız! Suç samur olsa kimsenin giyinmeyeceğini biliyoruz ve suçu başkalarına atıyoruz! 
1960'lı yıllardan itibâren bizim kuşağa düşen Türk Milliyetçiliğini hakkıyla yaşayıp yaşatamadığımız için, devlet-millet hâinlerine anladıkları dille mukabele etmediğimiz için, her türlü fizîki ve kültürel emperyalizme karşı direnirken İslâm maskeli Arap Baasçılığını görmezden gelip ertelediğimiz için; nüvemizin, semeremizin yani meyvemizin tam kalbine yerleşen omurgasız-iskeletsiz kurtçuklar vasıtasıyla çürütülmemize engel olamamışız!
89 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 74 yılında; içerde demokrat, dışarda diplomatların korkakça tavizleriyle günümüze gelmişiz!
Dedelerimizin kanlarıyla renk verdiği Ay-Yıldızlı Al Bayrağımız, canlarıyla harmanlayarak vatanlaştırdıkları "Evimizin Evi" Anadolu, bizden utanır olmuş!
Allahçı, Dînci, Peygamberci mürâi dolma kalemlerin "Sahte Kahramanlar" diye iftirâ ettiği karakter abidelerinden Vatan Şairi Namık Kemal'in;
"Edepsizlikte tekleriz,
Kimi görsek etekleriz!
Hak'tan da yardım bekleriz,
Ne utanmaz köpekleriz!" tarifine tıpa-tıp uyan bir utanmazlığa bürünmüşüz!
On yıldır; işbirlikçilerin, bölücü kahpelerin, bölücü taşeronlara vasıfsız amelelik eden Dolma Kalemler'in, Karen Fogg çocukları'nın, Dinler-arası Diyalogcuların, Medeniyetler-arası İttifakçıların Eş Başkanlarıyla, Haçlı Müslümanların kardeş kıyımlarıyla bir değişim sürecine daha muhatabız!
Bu değişim sürecine; Türk Milliyetçiliğinin markası ve tek adresi MHP'yi on beş yıldır yöneten Milliyetsiz Milliyetçilerin katkıları da gözönüne alınınca; 4 Kasım'daki MHP'nin Olağan 10. Kongresi'nin önemi açıkça belli!...
Sözlük anlamıyla; "Bir zaman dilimi içindeki değişikliklerin bütünü" demek olan on beş yıllık "Değişim"cilerle; "Fikirde öze dönüş, yönetimde değişiklik" diyen Millî Tavrın, iç çekişmesine sahne olacak bu olağan kongre!...
Ya, 30 yıl; "Her şey Türk'e göre, Türk tarafından, Türk için" diyen Türk Milliyetçiliği, ya da; "Farklılıkların farkındalıkla ülke yönetimi" diyen, on beş yıllık bahçevan-değişimciler yarışacak, çekişecekler!
Bu kongre sonucunda ya BOP Eş Başkanı'nın; "Biz memnunuz, kazanmasını temennî ederiz!" iltifatına mazhâr mevcût yönetim ya da; 45 yıldır Millî Direnişin sembolü Alparslan Türkeş'in takipçileri kazanacaklar!
Tanrı Türk Milletine ve Türk Milliyetçilerine yardım etsin...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm!...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 30, 2012

CAMIMIZI TAŞLAYAN BİZİMKİLER!...

Atalar öğüdüdür; "Kristal evde oturuyorsan, başkasının camına taş atma"yacaksın! Çünkü camı kırılan, öfke ile mukabele ettiğinde sadece bir taş ile kristal evini, tuz-buz eder!
İnsanın kendisini tanıması zor, hele kendini aşması, zordan da zor! Söylerken kolay ama her kesin kendiyle yapacağı münakaşada kolay olmadığını hemen anlayacağı zor bir iş!... 
Panellerde, toplantılarda, konferanslar da konuşmak kolay değil ama çok zor da değil! Dinlemekten başka şansı olmayanlara konuşmak, belki de dünyanın en kolay işi! Ama asıl söylemek istediğim, sorguladığım herkesin kendiyle başbaşa kaldığında kendine bile itiraf edemediği gerçekleridir! 
Bilinir ki herkes, bir şey söylerken aklından geçirdiği örnek kişileri söylemekte zorlanır!
İyiyi, güzeli, doğruyu yapmayı her kes ister ama herkesin içinde; kendine göre bir iyi, doğru, kendine göre bir güzel saklıdır! Yani hepimizin şuur altında, kendimizin kirlettiğimiz, iğfal ettiğimiz, "lekeli güzel" tarifli, iyi-doğru yaralılarımız saklıdır! Kirleten de ve -kendimizden bile- saklayan da biziz!...
Böyle olunca, asıl suçluyu hep saklar, birilerinin bizimle anlaşmadığını söyleriz! Aslında anlaşmayan da, anlaşamayan da o kadar belliki!
Eskitmeyi sever olduk farkında mıyız? Yaşlı aksakallılarımıza itibar etmemeye başladık! Bu yüzden de eskittiğimizi zannederken eskidiğimizin farkına varamaz olduk! Hani; "Her şeyin yenisi, dostun eskisi..." ydi!...
Duygularımızı eskiterek, sevdiklerimizin şuur altı çöplüklerinde kaybolmasına nasıl izin veririz? Kaybeden biziz, farkında değil miyiz?! Eskittiğimizi zannederken eskiyoruz! Artık bu gereksiz ve çok zararlı bencilliklere, son verme zamanı gelmedi mi?...
Devlet, millet düşmanlarının, bölücü işbirlikçi taşeronların, her berâber, dört yönden saldırdığı günümüzde; her hangi bir kıymetimizi, dostumuzu, ülküdaşımızı "eski" diyerek eskitme lüksümüz olabilir mi?...

Hasımlarımızın düşünürken bile korktuğu yavuzluğumuzu, kendimize uygulamaktan; kendi elimizle gözümüzü çıkarmaktan, kafamızı, kendi taş duvarımıza vurmaktan vaz geçmeliyiz! Perakendelikten, 'Ben yoksam kıyamet' bencilliğinden vaz geçmeliyiz!...
Bizim Teşkilatçılığımıza ne oldu? Bizim bağlılığımıza, birbirimize mecbûriyetimize ne oldu?
Türkiye genelinde hepimiz, hepimizin sayısını; hepimiz, hepimizin derdini bilirdik! "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için..." yaşardık! Bu yüzden güçlüydük! Bu yüzden yenilmezdik! Bu yüzden ölür çoğalır, çoğalır ölürdük!...
Sakın kimse; "Bize ne oldu?" diye, yine şuur altına saklanıp gereksiz soru-cevaplarla oyalanmasın! Her kes, sadece kendine ve yüksek sesle; "Bana ne oldu?" diye sorsun! Her kes, kendine ne olduğunu bildiği anda herkese ne olduğunu da anlamış olur! Yani; soru da, cevap ta kendimizde!...
Çünkü; teknolojinin çıldırdığı, medenîlik adıyla zalimlerin şerde ittifâkla kudurduğu günümüzde, Ülkücülükten başka özveri temelli hareket kalmadı! Hadi hep beraber, kendimizle kavgamızdan galip çıkalım! Hep beraber; " Benden hatalısı yok! Ülküdaşlarımın hatalısına kurban olayım!.." diye haykıralım!...
Ölüm var ve dünyaya bir daha gelmeyeceğiz! Allah(c.c.)'ın tanımayı ve tanışmayı nasip ettiği Ülküdaşlarımızla ne yapacaksak hayattayken hemen yapmalıyız! Yapmak, başarmak zorundayız! 

Başarmak için, barışmak; barışmak için buluşmak zorundayız! Gücümüzü birleştirmek, söylemlerimizi karıştırmak, akıllarımızı birleştirmek zorundayız! Buna mecburuz!...
Bu milletin Ülkücüden başka,"Karşılıksız Seven"i yok! Atalarımız Devlet olmayı başarmışlar, biz de Devlet kalmayı başarmak zorundayız!...
Çünkü millet bizim; biz milletiniz! Devlet bizim, biz devletiniz!... Bu iç-içelikten çıkamayız! Bu zırhımızı ters yüz etmelerine izin veremeyiz! Bizden korkmak üzere yaratılmış; hainlerden, bölücülerden, uzaktan kumandalı siyasi topaçlardan, rüzgar güllerinden, çekiniyor gibi duramayız! Bu, eşyanın tabiatına aykırı! Bugün seferdeyken yarınki sefere hazırlanmak zorundayız...
Çünkü biz, Dâvâ Adamlarıyız. Kutlu Sefer Süvarileri’yiz! Biz başka davranamayız!... Türk'çe durmak, Türkçe konuşup yazmak, millete Türk gibi sahip çıkmak zorundayız! Bizden başka biz yok çünkü!...
Hadi Tanrı aşkına, hep beraber;
"Haydi yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına"
diye bir daha nârâ atalım! Hem şühedânın ruhunu şad edelim, hem de milletimizin gönlündeki sevgi saraylarındaki tahtımızı yeniden alalım...
Zor iş değil, değil mi?
45 yıllık markamızın arkasına saklanıp 'Haçlı Müslümanlar'ın işini kolaylaştıranla, kolaya hiç tenezzül etmeden zora gönüllü bir ülküdaşımızı kıyaslayarak yanında durmak, nefsimize çok zor geliyor değil mi? Ya şer güçleri, bize -bir daha- "Aptal" derse!...
Başkasının camına taş attıktan sonra, kristal bir evde yaşamak, çok zor bir iş değil mi?
TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR.
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YOL YÖTEM BİLMEYEN KILAVUZLAR!

Hay'da, vay'da, toy'da bir olamayanlardan, yoldaş mı olurmuş?
Yol uzun ve engebeli diye kafileden ayrılandan, safını terk edip kaçandan ülküdaş mı olurmuş?
Ülküdaşlıkla taraftarlığın farkında olamayan, bakar körlerden, papağan kapasitesiyle ezberci slogan amigolardan fikirdaş mı olurmuş? 
Yol, yöntem, töre bilmezden kılavuz mu olurmuş?
Ömrümüzü hiç yüksünmeden ve düşünmeden Türk Milliyetçiliği Dâvâsı'na hîbe ettik! Başbuğ Alparslan Türkeş'in şahsında MHP'ye; MHP adına 9 Işık'a, Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye'ye, Büyük ve Müebbet Ülke Tûran'a, Büyük Türk Birliği'ne, daha doğrusu bu millî hayâllere ömrümüzü hediye ettik! Helâl! Helâl! Helâl olsun!...
Alparslan Türkeş'li MHP ve Türk Milliyetçiliği uğruna çektiklerimden, kaybettiklerimden dolayı zerrece pişmanlığım varsa Kıyamet günü muhatap olacağım ilk suâl olsun!
Ama seçildiği günden bugüne kadar, MHP'nin Mevcut Genel Başkanı'nın hânesine başarı olarak yazılmış bütün emeklerim harâm olsun! Dünyada da, ahrette de helâl etmem!
Allah(c.c.); Türk Milliyetçileri ve Ülkücüleri 15 yıldır durağanlaştırmış; önce 129, sonra 56 Milletvekilini Meclis'te "Etkisiz Eleman"laştırmış bu Millî Kaos'dan kurtarsın inşallah!
"Bu Milli Kaos'tan kurtulursak kim gelsin?" sorularını, duyar gibiyim ve; "Vallahi bilmiyorum!" Oysa, bir kaç gün evvel, 40-45 yıllık ülküdaşlıktan dostluğa, dostluktan Ülküdaşlığa terfî ettiğimiz, ettirdiğimiz Dostlarımızdan sevdiğimizi saklamadığımız bir Ülküdaşımıza destek rica etmiştim!
O seslenişimi sorgulayan bazı Ülkücüleri de; "Ben, rica hakkım olduğuna inandığım ve ricâlarını emir telâkki ettiğim 45 yıllık Dostlarıma seslendim! Siz benim kaç yıllık ülküdaşlarımsınız?" diye nâzikçe cevaplamıştım!
Aynı hâlet-i rûhiyye ve düşüncelerle bir daha seslenerek; 4 Kasım'da Genel Başkanlık adaylığına müracaatları beklenenlerin hepsini şikâyet edeceğim!
Kurban Bayramı'nın 2. günü; Samsun'da ikâmet eden kız kardeşimin kocası, eniştemiz Ahmet Doğan KÖMÜRLÜ'yü kaybettik! "İnna lillâhi ve innâ ileyhi râciûn." teslîmiyetiyle kabullendik.
Haberini alır almaz; Elazığ'dan, Erzurum'dan, Kars'tan, Rize'den, Ordu'dan, İstanbul'dan, Ankara'dan, Çorum'dan ve Türkiye'nin değişik yerlerinden koşarak Cenâze Namazı'na yetişen dost, akraba ve Ülküdaşlarımdan; telefonla arayan, telgrafla taziyelerini bildiren, özel iletilerle ulaşan bütün dostlarımdan da Allah râzı olsun.
Cenâze haberini alır almaz, ben İzmir'den gidinceye kadar ânında Cenâzemize, Kızkardeşim ve Yeğenlerime sahiplenen Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in her biri birbirinden samîmi ve muhterem kadrosuna tek tek teşekkür ederken, Haydar Baş Hoca'ya da, böyle sâdık ve ihlâslı Türk Milliyetçisi insanları irşâtlarından dolayı şükrânlarımı, saygılarımı sunuyorum.
Gönüllerini, yüreklerini ortaya koyarak MHP Samsun İl Başkanı Şaban Kılıç ve Samsun-İlk Adım Belediye Başkanı Necattin Demirtaş'ı, acımızdan haberdar eden Ülküdaşlarımdan da Allah râzı olsun! Ama haberdar edildikten sonra telefonla arayıp, ertesi gün Mevcût Genel Başkan'a muhalifliğimizi öğrenince bizimle görünmekten korkan İl Başkanı'nı önce onları arayan, sonra da 40-45 yıllık Ülküdaşlarıma şikâyet ediyorum!
Ve hemen bu arada; hiç tanımadığı halde Samsun Milletvekili olması hasebiyle tesâdüfen gördüğü Cenâze namazına katılan, bana ve bütün aileyi tek tek dolaşarak taziyelerini bildiren ve bir ihtiyaçlarının olup olmadığını soran Gençlik ve Spor Bakanı Suat KILIÇ'ı bütün kalbimle ve kıskandığımı da saklamadan tebrîk ediyorum!
Dostlar vasıtasıyla kara haber sanal-ağ'da duyurulur duyurulmaz Eski Milletvekili Dostlarımız ve Sosyal Medya'daki bütün Ülküdaşlarımız ânında ulaşırken; her birinin sosyal medyada sayfaları ve grupları olduğunu bildiğim Genel Başkan Adayları'nın acımızdan haberlerinin olmaması mümkün mü?
Telefon pahalıdır, masraflı olur biliyorum ama bir özel ileti ile de taziye bildirerek gönlümüzü ihyâ edemezler miydi?
Tabiii! Biz kendimizi Türk Milleti ve milli meselelere fedâ etmiş birer aptalız değil mi! Bu adayların tamâmı da milli kahramanlar ya! Onlar bize zaman ayırmaya tenezzül etmeseler de olur değil mi?
Eee! Onlar bizi atlarının terkine almazken ben onları niye itimin terkine alacakmışım ki? Alnımda Türkçe; "Aptal" yazıyor ve sadece bunlar mı görüyorlar?
Bunlardan başka ülkücü, bunlardan başka mücadelesi olan, bunlardan başka dünyanın merkezi konumunda kimse yok mu?
Hay'da, vay'da, toy'da bizimle olmayacaklar, ama ben onlar kazansın diye çalışmaya mecbûr olacağım! Çünkü Ülkücüyüm öyle değil mi?
Tamâmen şahsî ve şahsî olduğunu bizzat bilmeme rağmen; gönlümü inciten, kalbimi kıran adaylar ve taraftarlarına, bütün kogre ilgililerine eşit mesâfedeyim! Bal alanla da, pekmez satanla da artık asla ilgili değilim!
Gönlünün küsen yerini otuz yıldır iptâl etmiş biri olmama rağmen beni kırmayı başaran bu zevâttan MHP'ye Genel Başkan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin istikbâline sahiplenebilecek evsafta biri çıkar mı, çıkmaz mı? Karar Genel Kurul Delegeleri ve ilgililerinindir vesselâm!...
YOL BİLMEYENDEN KILAVUZ MU OLURMUŞ?
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 26, 2012

SÜVÂRİ YORULURSA, JOKEYLER ÖLÜR!...

Kurban ve Cumhuriyet bayramlarınız mübârek ve kutlu olsun Türk Milleti... 

Yıllardır; Kutlu Sefer Süvarileri ile Siyasi jokeyleri kıyaslarım!  

Birilerinin verdiği ata, belli kulvarlarda, belli bir ücret karşılığı binen jokeylerle Allah rızası için, milletin devamlılığı, devletin bekası için seferde olan süvariler arasındaki sessiz yarıştan bahseder dururum! Eşit güçler arasında olmayan bu yarışa da hep itiraz ederim! Bilirim ki hipodromlar dışında ve birileri at vermezse işsiz kalacak jokeylerle atları, pusatları, azıkları kendilerinin olan ve önceden gösterilmiş hedefe kilitlenmiş süvariler arasında bir yarış, mümkün değildir!

Ama gayr-ı millî senaristlerin senaryoları gereği; sahnelenen ve maalesef bizim de bilmeyerek konu mankenliği yaptığımız suni bir yarış, var gibi!er varsa, böyle bir yarış varsayılıyorsa; bu yarışı, kazanmak zorundayız!...

Çünkü, biliyorum ki; biz yorulursak, jokeyler ölürler!

Biliyorum ki; biz susarsak, jokeyler lal olurlar ve asla konuşmaması gerekenler papağanlık yaparken bilge kesilir, fetvâlar verirler!... 

Biz, bizzat Başbuğ'un ağzıyla "mozaik"i reddedip siyâseten birilerinin "Türkiyeli - Anadolulu" gibi uyduruk kavramlarla ortaya çıkmalarına itirâz ederken bizden birileri; "Çiçek Bahçesi", "Farklılıkların farkındak" ve "Toplumsal dayanışmanın siyasal iz düşümü" gibi, bize yabancı söylemlerle demokratik atak(!)lar yaparlar!...

Adamcılık yapmayacağımı, yapamayacağımı, defalarca söyledim ama kendimi ifadede herhalde eksik kaldım ki; ne merâmımı, ne de kendimi anlatamadım!...
Eğer adamcılık yapacak olsam; "Muhammedcilik" yaparım! Buna Allah(c.c.)'ın izni yok! Eğer siyâseten adamcılık yapsam; "Atatürkçülük", "Türkeşçilik" yaparım! Buna da son yüzyılın Rahmetli Başbuğları izin vermemişler! 

Türkeşçi olarak çocuk irisi yaşımdan beri çıktığım siyaset seferinde; ne zaman, nasıl olduğunu anlayamadan bizzat Başbuğ tarafından ülkücü edilmişlerdenim! Atatürk'le de, Türkeş'le de Ülküdaşlığın muhteşem onurunu ve hazzını yaşamaktayım!...

Şimdiden sonra; ne şu'culuk, ne bu'culuk yapmam mümkün değil! Ama Ocağımızı, teşkilatlarımızı ele geçirip bizi dışarda bırakanlarla mücadeleden vaz geçmeye de asla niyetim yok!... 

7-8 yıldır, haykırarak; "Ben MHP'yim, onlar MHP'li" dedim, durdum! Artık bazılarına MHP'li de diyemiyorum! Ve onlara bulundukları konumları itibâriyle MHP'li diyemeyince de yüreğimin Türk damarı, delikanlı tarafı, ülkücü tarafı inciniyor!...

Türk Milleti ve Devletini temsîl eden Ordumuzla fiilen çatışan bölücü taşeronların siyasal uzantıları murdarlarla tokalaşıp adını; "Toplumsal Diyalog" koyarak, yüreğimizin Türk tarafını târ u mâr edenlerden; meşrû zaman ve zemîn olan Kongrede teşkilatımızı kurtarmak zorundayız! 

Bunun için de yanlış safta taraftarlık yaptıklarının, vâ'ya, Türk Milliyetçiliğine, Devletin istikbâline zarar verdiklerinin farkında olamayan ülküdaşlarımızı, ısrarla ve kırıp dökmeden uyarmak durumundayız!

Yanlış safta duranların, ne kadar doğru olurlarsa olsunlar, yanlış tarifi alacaklarını ısrarla bıkmadan anlatmak, söylemek ve samîmi sâdık ülküdaşlarımızı uyarmak durumundayız! 

Yapmaya çalıştığım şahsen bu!...

"Dâvâ'nın hafızasıyım!" diye övünenlerin, Başbuğ Döneminin "Maaşlı Eğitimciler" i olduklarını ve bugün şahsî ikbâlleri için ne hallere düştüklerini, ibretle izliyoruz! Bu ücretli siyaset jokeylerini, tanıdığımız kadarıyla her kese tanıtmakla mükellefiz! Ya bugün konuşacak, ya da ömür boyu susacağız!...

Artık kim; neyi, kimi, ne kadar biliyorsa söylemek zorundadır!

Hem Türk Dünyasının, hem Türkiye'nin, hem de Ülkücü Hareket'in şu anki halinden sorumlu bir nesiliz! Ve bizim perakendeliğimiz yüzünden jokeyler yarış kazanıyorlar! Biz, bir arada Bozkurt duruşumuzla boy gösterdiğimiz gün, mes'ele biter yemîn olsun! 

Birlikte durmayı başarırsak kongre sonucunu da toy havasında yaşayarak ve görürüz!...

Allah(c.c.); binlerce Ülkücü Şehidin, on binlerce istikbâlini hîbe etmiş fedakâr Ülkücülerin emeklerinin zayi edilmesine daha fazla izin vermez! Çünkü onlar, milletin irâdesine zulmeden zalimler konumundalar! Çünkü, Ülkücüler ve ülkücülüğün, Türk Milleti'nin refleksi olduğuna îman edenlerdenim!...

Ulu Tanrım, "Ülkücü İrâde" dediğimiz MHP Üst Kurul Delegelerine hür akıl ve vicdân nasip etsin!... "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için..." inancımızı ve duruşumuzu yeniden sergileyebilirsek bize kimsenin direnme şansı, yemîn olsun ki olmaz!...
Biz yorulursak, jokeyler Vallahi ölürler!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 24, 2012

TÜRK'ÇE UYARI!...

Beni duyun!
Ben; öz yurdunda garip olacak ürkeklerden, hele öz yurdunda paryalığa razı olacak korkaklardan değilim asla!
Yurdum dediğim toprakları vatan edebilmek için can verenler, dedelerimdir benim! Ben onların vârisiyim! Hem emînim, hem de ehîlim Allah'ın inâyetiyle!
Bu yüzden birileri; "Sus!" dedikçe tekbîr getirip nârâ atarım ben!
Bana; "Sus!" diyenleri duyanlar; seslenişim size! Allah aşkına duyun beni! Beni duymanız karşılığında sizden bir şey de istemem ben! 
Ben; durumdan vazîfe çıkaran; yalnızlıktan korkanların oluşturduğu kalabalıkların; "Aptal!" dediklerindenim!
Ben Türk'üm. Türk'ün milliyetçilerinden, milliyetçilerin de Ülkücülerindenim!
Ben; size rağmen sizi seven, sizin sırtınızdan geçinmeyi mahâret bellemiş kenelerin inâdına size fedâ, bir Millet Fedâisiyim!
Ömrümü, istikbâlimi, şahsî hayâllerimi milletime hîbe edecek kadar gönül zenginiyim!
Ben; kurnazlar kadar zeki, mürâi eyyâmcılar kadar kurnaz, menfaatperestler kadar cimri, konjonktürel siyâsiler kadar harîs olamam!
Sizi hep duymak istediğiniz yalanlarla kandırdılar! Canınızı sıkan ve acıtan gerçekleri söylediğim için beni duymazdan geliyorsunuz biliyorum! Ama n'olur artık beni duyun!
Allah'ın nasîb ettiği halimden, sosyal ve içtimâi konumumdan memnûnum! Şükr'derim, hamd'ederim!
Ben; millet yaşasın ki devlet yaşasın; devlet yaşasın ki yeryüzünde ikâmet adresi olan vatan muhafaza edilsin inanç ve iddiasında olan bir Türk'üm!
Ben Türkiyeli'ye, Anadolulu'ya benzemem! Ben bir yere gitmek için kılavuz aramam! Ben kalabalıkları oluşturan yalnızlıktan korkanlardan değilim! Gariplik garip kalır benim yüreğimde! Ben ayağını bastığı yeri sahiplenip vatanlaştıran bir ırkın ahfâdıyım! Bu yüzden pervâsızım!
Kulluğu, sadece; "Abd-i Hû" anlamıyla ve en üst mevki, makam bellemiş, mütedeyyîn Müslüman bir Türk'üm!
Sevenler, sevmeyenler, beni duyun! Beni duyarsanız söylemeyip söylenen Türk Milletini duymuş olursunuz ki Vallahi menfaâtinizedir!
Türk Milleti, dişlerini gıcırdatıyor! Duyun!
Türk Milleti, öfkeyle homurdanıyor! Duyun!
Türk Milleti, bendini yıkarak selleşecek! Sabır barajı çatırdıyor! Duyun!
Duyun ki; bu asîl milletin müthîş öfkesinden belki kurtulabilesiniz! Çünkü tarihin en uzun süreli barışlarını, en kanlı savaşlarla defâlarca kurmayı başaran Türk Milleti; kendine yapılanlara, özgüven umursamazlığıyla tahammül ederken, gözünün önünde bir mazlûma zûlmedilmesine, asla izin vermedi, vermez!
Bu asîl millet; defalarca zûlmü kudret zanneden zâlimlerin tâcını, tahtını târ u mâr etmiştir! Bu konuda çok tecrübeli hatta tek ustadır!
Bu milletin velîlerinin deliliği, ân meselesidir! Bu millet; "Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli..." kültürünün mûcidi ve icâdıdır!
Beni duyun! Vallahi menfaâtiniz icâbıdır!
Bu millet, yendiği düşmanını bağışlar! Bu millet kaçan düşmanı kovalamaz! Bu millet; kendi kanı ve düşman kanıyla yoğurduğu toprağı vatanlaştırır, bu uğurda öldükçe dirilir! Bu kudretli özelliği ile bağışlamayı imandan sayar!
Ama bu asîl millet, hâinini asla affetmez! Beni duyun!
Bu millet; kanıyla yoğurarak kutsadığı Vatan toprağına, hâinlerin kanının akarak kirletmesine izin vermez! Affetmediği hâinleri asarak, yay kirişiyle boğarak itlâf eder, beni duyun!
Bu asîl milletin evi, mahremidir! Evinin evi olan vatan ise iki kere mahremidir ve mahremini müdafaada; Tanrı'nın Kırbacı, Allah'ın belâsıdır!
Bu özel millet; Allah'ın kötüleri def etmekle görevlendirdiği; Mirâç'ta Cebrâil'in Hz. Peygamber(s.a.v.)'e; "Bunlar Allah'ın süvarileri olan Türklerdir.**" diye tarif ettiği millettir!
Artık beni duyun! Beni duyun ki tedbirinizi alasınız! Tedbîrinizi alamaz veya geç kalırsanız olan da size olur vesselâm!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN
** Ebül Gazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk eserinde, Kazvinli Hoca Reşidüddin'in Cami-üt Tevârih'inden...

Salı, Ekim 23, 2012

BİZ DE FARKINDAYIZ FARKIN!...

Siyâset ve edebiyat tarihimize biraz dikkatle bakınca; sohbetin yerini dedi-kodunun, münâzaranın yerini münâkaşanın aldığını görürüz! Sohbetin bereketli fikir alış-verişinden, münâzaradaki tez-antitez çekişmesinden çıkan sentezlerden, bu yüzden yoksunuz!
Kendimizden saymadığımız; bize benzetemediğimiz hiç kimseyle -bırakın sohbeti- selamlaşmıyoruz bile! Teâmülleşmeye başlayan bu yanlıştan belki dönülür düşüncesiyle bir teşebbüs edeyim dedim! Ya Allah! Bismillah!
Şükrü Alnıaçık'ı zevkle okurum! Ne yaptığını, ne yapacağını, doğrularıyla destekleyerek yazar! Anında itirâz mümkündür ama görülmüştür ki Alnıaçık'ın iddia veya tezine yapılabilecek itirâzlar içinde cevâbi yazıları, sanki cebinde hazırdır! 
Bu; pratik zekânın, yerinde-doğru kullanılan müktesebâtın, cemiyet adamlığının, özgüvenin kişiye sağladığı ayrıcalıktır! Bu ayrıcalık, asla başkasının veremeyeceği, mevki-makamla kazanılamayacak karakter özelliğidir!
Şükrü Alnıaçık; elindeki kalemin kudretinin farkındadır! Fikren, millî hayâllerde Sevgili Alnıaçık'la hiç bir farkımız yok, biliyorum ama konjonktürel olarak yani şartların zorlamasıyla 4 Kasım hedefine, aynı araçlarla ve farklı yollardan ulaşmaya çalışıyoruz!
İki ressamın; aynı modeli, gördüğü tarafından resmetmesi gibi bir doğallığı yaşıyoruz aslında! Aynı modelin, farklı açılardan çizilen resimlerinin birbirine benzemesi mümkün değil elbette! Tablolara bakarak ressamlardan birini başarılı, diğerini başarısız i'lan etmek gibi önyargılarla da bu yüzden muhatabız!
Alnıaçık'ın; "Bu Adamlar" başlıklı yazısını da keyifle okudum! Gördüklerini, o kadar net tarif etmiş ki yüreğine, kalemine sağlık! 
Kıymetli Alnıaçık'ın ve sizin de izninizle aynı modele ben de bakmak ve gördüğümle kıyaslamak istiyorum!
"Kazanılmış statü, kişilerin kendi çabaları sonucu elde ettikleri konumdur." ve; "Sosyal rol ise toplumun bireyden statüsüne uygun olarak beklediği davranışlara verilen isimdir." tanımlarına, minicik itirâzlarla katılırım. Bana; kazanılmış statü ve statüye uygun olarak kişiden beklenen davranış tezâhürü gibi gelen bazı yerlere dikkat çekmek istiyorum! 
Meselâ; Ülkücü Hareketin Değerler Mezarlığı, Sevgili Alnıaçık'ın; statüsü gereği, savunmayı üstlendiği kişinin beklentisi sonucu icâd ettiği bir savunma aracıymış gibi geliyor bana! Aksi olsa, ülkücülüğünü sorgulamadığım ve kimseye sorgulatmayacağım Alnıaçık'ın; Ülkücü Değerleri, sağken mezara atması mümkün müdür? 
Değerler, hele hele Ülkücü Değerler, ülküdaşları tarafından özel muhâfazaya alınmaz mı? Bu yüreğin sahibi olduğunu; statüsüne inisiyatif kullandırarak, "Değerler mezarlığı"na atılmış-itilmiş Ülkücüleri Genel Başkan'a takdîmle imkânsızı başararak göstermiyor mu?
Sevgili Alnıaçık'ın; "... Gerçek Ülkücüler, sosyal rollerini sakin ve mütevekkil oynadıkları için, konu siyâset olduğunda hacıyatmaz kılıklı bazı adamlar genellikle gerçek ülkücülerin sırtına basarak yükselirler." tarifine itiraz edilir mi? 
Aynı modele, başka bir zâviyeden baktığım için, Alnıaçık'ın resmettiği bu rol-modellerin, MHP Genel Merkez'inde tıklım-tıklım olduklarını, hele on yıl sonra cankurtaran diye göreve çağrılan Sefkat ÇETİN'in, bu tanıma tıpatıp uyduğunu söylesem, itiraz mı etmiş olurum? 
Alnıaçık'ın panoramasına, benim zâviyemden bakmaya devam edelim: "Pek çok samimi ülkücü, önce lider görünümlü muhteris bir reis adayının savaşına cephane taşır; sonra da onun görevinin sona ermesiyle birlikte değerler mezarlığına doğru yola çıkar. Ülkücünün değerleri ve duyguları bu adamların umurunda bile değildir. Bu adamlar, siyaseti bir kafa koparma platformu olarak gördükleri için saygın ve itibarlıdır. Gariban veya parasız Ülkücüler, onlar için 'çulsuz, aç ve beceriksiz' sosyal varlıklardır." Buna da itiraz mümkün mü? Ama yıllardır kahr'ederek anlatmaya, dikkat çekmeğe çalıştığımız Balgat Cenâhı Karargâhı'na toplanmış, ülkücüleri diri diri Değerler Mezarlığı'na gömen sadist cellatların fotoğrafı değil mi bu?
Sevgili Şükrü Alnıaçık'ın şahsında, bakan ile gören arasındaki; ayrıca, gördüğünü olduğu gibi resmeden bir Ülkücü Vicdân ile dabakhânenin pis kokusuna alışkın "muhteris reis adayının savaşına cephane taşıyanlar" arasındaki farkın, farkında olduğumuzu söylemeyelim mi?
Eyvallah Sevgili Alnıaçık! 
Şahsen; kardelenleri, bataklık güllerini çok sevenlerdenim. Kalemine kuvvet, yüreğine sağlık vesselâm...
"BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?" (Zümer-9)
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN 

SANAL-AĞ KATİLLERİ!...

Her gelen hercâi bir oxlar meni             (Her gelen kararsız, bir oklar beni)
Özüm öz halımda gezdiğim yerde!        (Ben kendi halimde gezdiğim yerde)
Men bir gavvâs idim Nil deryasında     (Ben bir dalgıç idim Nil deryasında)
Uddu semex meni üzdüğüm yerde!      (Yuttu balık beni yüzdüğüm yerde)

Yatar iken basdı gâm gubât meni         (Yatar iken bastı gâm, gaflet beni)
Ne kem yerde aldı derd-i mât meni     (Ne kötü yerde yakaladı yenilgi derdi beni)
Sol yana salladı bir velet meni               (Sol tarafa salladı bir velet beni)
Alagöz Perim'nen gezdiğim yerde!        (Elâ göz Peri'm ile gezdiğim yerde)

Bu ne sapand idi gızdı tulladı                  (Bu ne sapan idi, kızdı fırlattı)
Adımı kâğıza yazdı tulladı                       (Adımı kâğıda yazdı fırlattı)
Ömrüm temelini gazdı tulladı                (Ömrüm temelini kazdı fırlattı)
Könlüm kerpicini düzdüğüm yerde!     (Gönlüm kerpiçini dizdiğim yerde)

Bala Memmet günüm keçdi zârınan     (Bala Memmet günüm geçti zâr ile)
Can verirem mihnetinen ârınan            (Can veriyorum mihnet ile âr ile)
Ayrı tüşdüm devletinen vârınan           (Ayrı düştüm zenginlikle varlık ile)
Galem galat cızdı yazdığım yerde!...     (Kalem yanlış çizdi, yazdığım yerde)

Zor iş, hatta zordan da zor iş düşündüğünü, birilerini incitmeden söyleyebilmek! Geçimini zurnacılıkla sağlayan birinin, fincancı katırlarını ürkütmemesi kadar zor bir iş!
Biliyoruz ki yeryüzünde kaç milyar kişi varsa o kadar farklı düşünce, dolayısıyla o kadar farklı ifâde vardır. Düşünenlerin ve düşündüklerini paylaşma cesâreti gösterenlerin tek amaçları, benzer düşünce ve ifâdedeki kişilerle buluşmak, onlarla ânın sıkıntı veya huzûrunu paylaşmaktır.
Zâten okuma tembeli bir toplumduk; şimdi okumaktan tamâmen koptuk! 
Ülkücü camiadan yetişen, varlığı ile iftihâr ettiğim Dost Ülküdaşım Romancı-Yazar  Ahmet Haldun TERZİOĞLU; "Size şunu tavsiye ediyorum ey kitap okumayan çokluk: Bir gün bir kitapçının önünde pusuya yatın ve bakın kimler girip çıkıyor kapısından içeriye!... Ve o hiç kullanmadığınız aklınızı zorlayın ve düşünün: Bu memleketin geleceği, kimlerin ellerinde olacak? Sakın vurmayın dizlerinize! Dizlerinizin bir suçu yok!" diye feryâd ediyordu geçtiğimiz günlerde!
Okumayan çokluk, malesef sosyal medya sayesinde her geçen gün artıyor! 
İnsan ne kadar okursa kelime haznesi o kadar zenginleşeceğine göre, okumadıkları için 100-150 kelimeyle düşünüp konuşan allâme(!)ler, her hangi bir makale veya fıkranın başlığına bakarak zarf ile mazrûfun farklı olabileceğine hiç ihtimal bile vermeden ahkâm kesiyorlar!
Bu allâmelere göre, hiç kimsenin artık ne kimseyi sevmeye ve ne de sevdiğine destek vermeye hakkı yok!
Bu Sosyal Medya allâmelerinin; Cumhurbaşkanı'ndan Başbakana, bakanlardan müsteşar ve müstahdeme, Genelkurmay Başkanı'ndan ere, hakiminden savcısından mübâşire kadar her kese, herşeyi söyleme hakları var ama onların sahiplendiği hiç bir değer veya kişiye kimsenin bir şey söylemeğe hakkı yok!
Sanal-ağ sâyesinde; evinizde oturuyorken Türkiye'nin hatta dünyanın öbür ucundan nasırınıza basılma ihtimali var! Canınız yandığı için; "Vay Anam!" diye inleseniz de; "Hay anasını ...!" diye tepki verseniz de, bu sanal katiller tarafından evinizdeyken infâz ediliyorsunuz!
Acemilerin her Kurban Bayramı'nda ellerini, ayaklarını kesip hastanelere koşturması gibi traji-komik bir hâl bu!
Sanal-ağın okuma yazma özürlülerine göre; bindiğiniz otobüsün kaptanının şarhoşluğuna, acemiliğine, direksiyonda uyumasına itirâz ederseniz anında hâinsiniz, döneksiniz! Çünkü yolculara verilen bileti onlar kesiyorlar! Oturdukları yazıhanelerin direksiyonu yok ve onlar otobüste değiller! Onlar sattıkları biletten alacakları komisyondan başka şeyle ilgilenmezler! 
Muhatap alındıklarında kendilerini allâme zanneden bu cahiller yüzünden artık ne idealin, ne idealistliğin, ne vatanın-milletin, ne de vatanseverliğin, milliyetçiliğin önemi kalmadı! Bu sanal sarhoşların sevdiği-desteklediği fikir veya kişiyi sevmezseniz, övmezseniz, yaşamaya bile hakkınız yok!
Ânında sanal-ağ'da infâz ediyorlar ve bakıyorsunuz ki canınızı acıtmayı, moralinizi bozmayı başarmış olmalarına rağmen hâlâ hayattasınız ve hâlâ yaşıyor olmanıza şaşıyorsunuz!
Yaşadığınızı fark eder etmez de yüz yıl önceden, bir hoş seda olarak kubbeye bırakılmış;
"Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin,
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azîmetten." nârâsını tekrara devâm ediyorsunuz...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN 


 

Pazar, Ekim 21, 2012

DEVLET BAHÇELİ'SİZ ASLA!...

"Desem dile düşürürler/ Demem adını adını!" sakınmasıyla olmasa da; "Şu sıralar çatlar dağılırsa kaos olur." beyânından beri adını dilim ve kalemimle anmadığım Devlet Bahçeli'nin adını, dillere düşürmek kararına vardım!
Bir daha döndüm işte!
Genel başkan adaylarından birini; "Fikirde öze dönüş, yönetimde değişiklik" dedi diye ve geçmişte "üç kere 11-0" olmak kaydıyla Yüce Divan'da aklanarak; "Ülkücü hareketi de akladı" diye Bilge Lider tarafından Mecliste gıyabında ayakta alkışlattırılan bir MHP'li Bakan olduğu için yıllardır seviyordum!  
Bir diğerini;"Aydan da bakılsa ülkücülüğüm belli olur." demişti diye yıllardır sevmiştim! Yanlış yapıyormuşum!
Doğrusu ve kurnazlık gereği, yarım bardak suya bakarken bardağın dolu tarafını, "Yarısı boş!" diyen eyyâmcı muhalefet kolaycılığına tercih etmek lazımmış!
Siyâsette; kandıramayanın, seçimdeki vaatleriyle oyunu aldığı kişilere seçimden sonra; "Vermeseydin! Kafana silah mı dayadık?" demeyenin başarı şansı olmadığına göre; aklın ve ülkücü vicdânın yolu, kurnaz başarılıya teslîm olmak değil mi?
Hem her seçimde; "Ölümüne MHP" deyip oy verip oy toplayacaksın, hem de her seçimden sonra; "Keşke vermeseydim! Ellerim kırılsaydı!" diye dövüneceksin! Var mı böye bir ferâsetsizlik?
Döndüm kardeşim! Sevdiklerime sevdiğimi söylemekten vazgeçerek susmayı tercih etmeden, sözümden döndüm! 
Atatürkçülük ve Kemalizm zorlamalarıyla Muhteşem Türk Atatürk'ün linç edilmesine zemîn hazırlayan, jübileleri yakın transfer rekortmeni "Paşa oğlu paşa!" bir dolma kalem; "Devlet Bahçeli hangi partili?" diye sorsa da; düne kadar, "Yavru Muhalefet" diyen BOP Eş Başkanı+Medeniyetler Arası İttifak Eş Başkanı'nın, Yerel Seçimlerin öne alınması oylamasında ihtiyâcı olduğu için; "MeHaPe" diyerek kıvırdığı ve desteklerinden dolayı teşekkür ettiği için, ben de; "Devlet Bahçeli'siz asla!" diyeceğim 4 Kasım akşamına kadar!...
Aslında laf aramızda, 6 Kasım'da Barakların Hüseyin'in yeniden kazanması için okyanus ötesiyle çok meşgûl olacağım ve Pensilvanya ile barışıp Barak'a destek yollarını deneyeceğim!
Sosyal Medya'da sağırların duyduğu; "Türk Milleti! Sensiz asla!" sloganını duymadım mı sanıyorsunuz?
"Dağda ölen teröristlere ağlamayana insan denmez!" diyen hümanistleri görevlendiren, "İleri Demokrasi'ye EVET, sınırsız demokrasiye HAYIR" diyen; Dünya Lideri, Dokunmanın ibâdetten sayıldığı, peşinden uçuruma atlamanın töre olduğunu söyleyecek kadar Kürşat'ları kendine râm edebilmiş bir Başbakan'a, "Millî mes'elelerde destek" ferâseti gösteren; en akıllı, en bilge, oturduğu yerden aklıyla yöneten, en sâkin, Ülkücüleri sokaktan toplamayı başarmış 'Erinç Evi' imâlatçısı bir Genel Başkan varken, sevdiklerimi mi destekleyecektim?
Açıklıyorum: Üye ve delege olamadığım MHP'nin Genel Başkanlık seçimlerinde oyum, Bilge Lider Devlet Bahçeli'yedir!
İki ölüden bir diri çıkmayacağını bilemeyen, hâlâ; "Aydan da bakılsa ülkücülüğüm belli olur!" diyenleri; "Bozkurtlar! Günü geldiğinde partiye sahip çıkın!" diyen Alparslan Türkeş'in, on beş yıldır öldüğünün farkında olamayan; "Fikirde öze dönüş" diyerek Bilge Lider'in teşkilatlardan kovduğu, ötelediği, sildiği kişilerin peşinden koşan birilerine mi destek verecektim?
Bu akıl denen olgu, BOP Eş Başkanı ve Milli meselelerde alacağı kararlara desteğini esirgemeyen Bilge Lider'e arka çıkanlarda mı var sadece? Akıllının, bilgenin peşinden gitmek, ülkücülük ve akıl gereği ise, ben niye gitmeyeyim?
Evet! "İleri Demokrasiye EVET, sınırsız demokrasiye HAYIR" diyen BOP Eş Başkanı'na desteğe devam eden ve parti içinde; "Farklılıkların farkındalığı"nı başarıyla uygulayan, partilerin ibrâları demek olan Kongre'de, kendine muhaliflere hayat hakkı tanımayan, Bilge Lider Devlet Bahçeli'den yanayım!
Suyu görünce teyemmüm bozulacağına göre; Kongre denilen yasal süreçte Mevcût Genel Başkan dururken, muhalefet eden diğer Adaylara destek vermek gibi bir akılsızlığı yapar mıyım? Akılsızdan ülkücü mü olurmuş?
Farklılıkların farkındalıkla, Çiçek Bahçesi bütünleyiciliği ve Sosyal Dayanışmanın Siyasal İz Düşümü ile; "İleri demokrasiye EVET, sınırsız demokrasiye HAYIR" buyuran BOP Eş Başkanı'na destekte kararlı olan, Bilge Lider Devlet Bahçeli'siz ve "Türk Milleti, sensiz asla!" "Başlamışım böyle gazeteye! Nasılsa 25 kuruş AMK!" Vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ekim 20, 2012

SÖYLEN-İ-YORUM!...

Dertli, söyleğen olur!
Kovboy, yol üstündeki kasabada bir bara girer. Dinlenir, bir iki kadeh içer. Dışarı çıktığında atı, bağladığı yerde yoktur! Barın kapısını tekmeyle açarak yeniden içeri girer; "Hey Kasabalılar! On dakika içinde atım gelmezse Meksika'da yaptığımın aynısını yapacağım! Haberiniz olsun!" Diye kükrer!
Barda acayip bir sessizlik, gizli işmârlar, işâretleşmeler, bir iki kişinin sessizce çıkışı, falan...
Kovboy, on dakika sonra dışarı çıktığında bir kişi, atını yedeklemiş, hürmetle beklemektedir! Çevik bir hareketle atına atlar, dizgini almak için uzandığında atı tutan kasabalı, nazikçe; "Afedersiniz! Meksika'da ne yapmıştınız?" Diye sorar. Kovboy; "Ne yapacaktım? Küfrederek çekip gitmiştim!" der ve atını topuklar!...
Aynı haldeyiz! Atı çalınan kovboy durumundayız!
Sanalağ ve iki gazetede; "Haberiniz olsun! Bak, haaa!" türünden tehdîtvâri sözler, kimliği bellisiz birer kişilerden genele şâmil hükümler!
Kimin, kime, niye saldırdığı; kimin, kimi, niye savunduğu belli değil!
Onlar için münakaşa edilenler, savunulan veya tenkît edilenler biliniyorlar ama onlar için epeyce kişinin birbirine kırılmasına neden olan sanal sarhoşlar, belli değiller, kontrol da edilemiyorlar!
Başka çeremiz olmadığı için iki gazeteden ve internette televizyonculuk oynayan iki siteden, MHP Kongresini izlemeğe çalışıyoruz!
İzlemeliyiz! İzlemek zorundayız! Ömrümüzün 45 yılını uğrunda çırpınarak geçirdiğimiz, Başbuğun emânetleri MHP ve Ülkü Ocakları'na bigâne kalınamaz! Kalsam da izin vermezler!
Sadece atı çalınan kovboy olsak ta  iyi! "Hasso'yu hana almıyorlar; o, 'Sakomu nereye asayım?' diye soruyor!" konumundayız!
Bırakın delegeliği; çoğumuz, ne her hangi bir il-ilçe yönetiminde, ne de MHP'ye üye bile değiliz! Referandum sürecinde yapılan üyelik müracaatlarına, olumlu-olumsuz cevap tenezzülünde bile bulunulmadı!
31 Aralık 2005'ten beri, Teşkilatlarıma girme şansım olmadı! İlk defa gören birinin; "Ülkücü müsünüz?" sorusuna; "Nereden anladınız?" deyince; "Yürüyüşünüzden!" diyecek kadar belli olan Ülkücülüğümüze rağmen, on beş yıldır delik-deşik edilmiş Ülkücü Hareket'in çatısı altında, çok gariptir hiç bir talebimiz olmamasına rağmen bize yer kalmadı!
Elinden en sevdiği oyuncağı zorla alınan haşarı çocuk misâli, bazen kendi evimizin camlarını taşladık öfkeyle! Camını kırdığımız da oldu bazen ama bir türlü uzaklaşamadık evimizin, ocağımızın, teşkilatımızın çevresinden!
Teşkilat, Ocak, MHP bizimdi ve mîrâs olarak ta kalmamıştı! Temelinden itibâren, kaba inşaatının da, ince işlerinin de her milimetre karesinde, el emeğimiz, göz nûrumuz vardı! Şühedâ Atalardan mîrâs arsa üzerine binamızı kurmuş ama tapuyu hiç düşünmemiştik! Kardeşin kardeşe kamburluğunu ispatlarcasına bazı kurnaz kardeşlerimiz, kurduğumuz binanın tapusunu çıkarmış ve bizi ortak etmemişlerdi!
Olsundu! 
Sonuçta tapuyu çıkaranlar da kardeşlerimizdi! 
Ha benim, ha kardeşimin, ne fark ederdi? Ama edermiş ma'lesef! 
45 yıllık emekler, ta'dilât adıyla gözümüzün önünde hoyratça tahrîp edilirken canımız acıdı! Onlar içerden perde duvarları yıkarlarken, biz dışardan inleyerek, ünleyerek itirâz edip durduk ta!... Ne duydular, ne de bir kere camdan bakıp bizi gördüler! Oylum oylum oydular içerden obamızı, yuvamızı!
Dünya Türk Birliği'nin, Tûran'ın Merkez Karagâhı olarak hayâl edilmiş emsâlsiz binânın içinde bile diğer koridorlara, odalara karşı kale muhkemliğindeki makamlarda oturup saklandılar! 
Bu muhteşem karargâhı, koltuklarının kudretiyle 45 yıllık ülkücülere yasak ettiler!
Gidip gelemedik! Girip çıkamadık! İçerdekilerle dışardakiler arasında köprülük talebimize bile râzı olmadılar ürkekler!
Şimdi; "Türk Milleti! Sensiz asla!" diye kendilerinin bile inanmadığı bir tonlama ile içerden dışarıya, sanal-ağ'dan sesleniyorlar!
Elli milyon seçmenin, yarıdan fazlası AKP'de; diğer kırk parçalı yarısının onda biri, MHP'ye -içinden küfrederek- oy vermiş ve; Türk Milleti! Sensiz asla!...
Dalga mı geçiyorlar? Bana mı öyle geliyor? 1.100 kişinin yarıdan bir fazlasının oyu ile seksen milyonluk bir ülkenin siyâset vitrinine, manken seçileceğini mi zannediyorlar yoksa?
"Başlarım böyle gazeteye! 25 kuruş AMK!" reklamıyla ömür törpüleyerek söyleniyorum vesselâm!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 19, 2012

DEMOKRAT, KONGRE CADI KAZANI...

Gün azaldı! Zaman komada!
Ülkücüyüm diyen herkesin, bir yerden başlaması gerek artık!
Emânetlerine yeterince sahip çıkamadığımız için Başbuğ'dan; Onlar'a lâyık olamadığımız için Şehit Ülküdaşlarımız'dan özür dileyip ve helallik isteyerek başlamak lazım!
İkbâllerini-istikbâllerini, ömürlerini ve canlarını gözleri kapalı Türk Milletine, Ülküsü'ne, Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye ve Tûran'a ideallerine hîbe eden "Kutlu Sefer Süvarileri" nden özür dilememiz lazım!...
Beraber yola çıktıklarımızdan; bizden yıllar önce safımızın saflığının bozulduğunu fark ederek terk ederken bizim sitemlerimize alınmayanlardan, özür dilememiz lazım!... 

"Tarihin ve tâlihin bu insafsız zamanını yaşamayı hak edecek ne hatâ yaptık?" Diye kendimizi sorgulamamız lazım!...
Terk etmenin bu kadar ma'zûr olduğu, bir başka insafsız zaman bilen var mı?
Siyaset ve siyasinin bu kadar güvenilmez olduğu, Sezarın Güçlü Roması(!)'ndan başka bir sistem hatırlayan var mı?...
Kimin kime, kimin niye, kimin kime ne kadar, kızdığının belli olmadığı; en kızgınların, kırgınların birbirinden uzaklaşmadığı ama bir arada da durmadığı, böyle zâlim bir tarih dilimi var mıdır?...
Kim, kime; niye boyun eğsin?!...
Hangi mandacıya, hangi işbirlikçi ucuz satılıklara, hangi "İleri demokrat Türkiye"ciye, hangi "Federatif Türkiye"ciye, Türkiye'nin bölünme reçetelerini, salya-sümük sunmaya çalışan hangi Karenn Fogg Çocuğu'na boyun eğilsin?...
"Farklılıkların farkında olarak" yönetime talip olduğunu söyleyen; bir il başkanına "Git Kürtçe oy iste!" diye talimat veren "Çiçek Bahçesi Bahçevanı"na, Türk Milleti ve Devletinin bölünmez bütünlüğü, nasıl teslîm edilsin?..
45 yıldır yaşanarak öğrenilenlere, öğretilenlere muhalif davranan "Çiçek Bahçesi" cilere muhalefet edenler; eskilikle, döneklikle, ihânetle suçlanıyorlar!... 

Şirret suçluların suçlamasına teslîm mi olunsun?...
Başbuğ'dan sonra 15 yıldır inanılan kişi ve ekibi, "Çiçek Bahçevanlığı" na, bölücülerle Meclis'in rengini tamamlamaya, demokratlık uğruna her sıkıştığında AKP'nin imdâdına koşmaya başlayınca, teşkilatlarda ve parti tabanında sıkıntı oluştu! 15 yıldır Genel Başkanlık teslîm edilen birinin, emekleri ve mâziyi inkârına mecbûr mu kalınsın?
Sıkıntı var! İrâde ve ifâde sıkıntıları var ve bu sıkıntıları da kendimiz icâd ettik!

Ne yapacağımızı bilemez bir haldeyiz! Oysa biz, tarihten aldığımız derslerle geleceği inşa' etmek üzere yetiştirilmiştik!...
Farklı maskelerle aynı düşünceleri, farklı kelimelerle söyleyen uzaktan kumandalıların, siyâsi rüzgâr güllerinin, gınnapı Okyanus ötesinde olan siyâset topaçlarının tahrîkine muhatâbız!...
Siyasilerin, ikbâlleri uğruna söyledikleri yalanları, şimdiye kadar edindikleri dünyalıklarını korumak uğruna tasdîk eden yalaka zihniyetli taraftarların tazyîkine muhatâbız!...
Bunlar, millî istikbâlin düşmanları biliyoruz ve bu zararlılar dışardan değil! Tabiatın tek iskeletsiz yaratığının tâlihiyle, meyvelerimizin özüne yerleşmiş kurtçukların tahrîbine muhatabız!...
Bu kadar iç tazyîke, tahrîke ve tahrîbe, daha ne kadar dayanırız bilemiyoruz!
Ama yine biliyor ve inanıyoruz ki çâre de bizde, Türk Milletinde! Meşrû zaman ve zemînde, millî çareler bulmak üzere Kongre deryâsındayız!...

MHP Genel Merkezi'nde, Genel Başkanlık adaylığını Ülkücü edeple tek başına açıklayan bir Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı'nın nezâket ziyâreti talebini bir İl Başkanı, kabul etmeyerek güyâ teşkilata sadâkat gösteriyor!
Nasıl bir hatâ yapmışsak, bir Büyük Şehrin İl Yönetimini; 
"Tendürek'te, Kop'ta, Palandöken'de 
Kurtların payı var gelip geçende!
Ki alırlar vermek istemesen de!" Bozkurt tavrını bilmeyen birilerine teslîm eden bir Genel Merkezle cezalandırılmışız! 
Ki kimseden çekmemişiz, on beş yıldır kendimizden çektiğimiz kadar!
Umarız ki yüzme bilmeden cankurtaranlığa heveslenen bu acemilerin kongre denizinde boğulmalarına, Ulu Tanrı izin vermez!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ekim 18, 2012

DURDURULMUŞ HAREKETTE HAREKET...

Milliyetçi Hareket'te hareketlenme başladı!
MHP 10. Olağan Kongresine günler kaldı! "Nerde hareket, orda bereket" diyenler, hareketli günleri başlattı!

Aynı zamanda her ülkücünün, her türlü ayak oyunlarına karşı hazırlıklı olarak önce kendisiyle hesaplaşma günleri de başladı!...
Elbette; "Ülkücüyüm" demek işin yüzde doksanı ama her "Ülkücüyüm" diyenin kendisine; "Ne kadar Ülkücüyüm?" sorusunu sormasının da zamanı geldi! Kişi, ne olduğunu, en iyi kendisi bilir. Kolay gibi görünen bu soru alında zordur! Cevabı da zordur elbette! Çünkü, sorunun devamı; Neye göre? Kime göre? Ne kadar ülkücü? diye gelir ve tek tek cevaplamak gerek ki o da zor!
Sorup cevaplamaya çalışalım:

Neye göre ülkücü? Başbuğ'un 'ülkücü tarifi'ne ve çevrenin kabûlüne göre... 
Kime göre ülkücü? Tanıdığı ve kendini tanıyan, dününe şâhit olduğu ve dününün şâhidi olan, yarınına kefîl olabileceği ve yarınına kefîl olabilecek ülküdaşına ve gayr-ı millî hasımlara göre!...
Artık; yatmışlığın, kaçıp-kovalamışlığın, firarlığın, sürgünlüğün,
duygu simsarlığı edebiyatının önemi kalmadı! Kim ne yaşadıysa, ne çektiyse nasîbi olduğu için ve büyük bir çoğunluğu da Allah Rızası için yaşadı imtihânını! O çileli imtihânın karşılığı da bugünümüzdür! Bugünkü hâlimizin sebebi, kendimiziz! 
Biliyoruz ki biz, kimseden çekmedik kendimizden çektiğimiz kadar! 
Bu hâl, aynı zamanda hareketin ne kadar doğru bir hareket olduğunun da ispâtıdır! Çünkü doğruluğundan emîn kişiler, diğer kendilerinden emîn kişilerle çekişmektedir ve çekişme bu yüzden çetin geçmektedir! Biliyoruz ki kişinin gücü, hasmıyla düz orantılıdır!
Yine biliyoruz ki kaynatılmadan sütün kaymağı alınmaz! 

Ülkücü Hareket, kaymağını oluşturmak için Olağan Kongre sürecinde bir daha kaynamaya başladı! Her biri, beş binden fazla kişiyi temsîlen Üst Kurul Delegeleri, Kongre'de hareketin kaymağını alacak ve kaymağın da yağını çıkaracak!
Bu kongre, aynı zamanda ülkücülerin, akıl ve vicdânlarının da hesaplaşmasıdır!
Bu hesaplaşma; "Ne kadar Ülkücü?" soru-cevabıyla başlar! Aslında kolay görünen ama en zoru da bu! Çünkü sorunun muhatâbı, soranın kendisidir!

Bu soruyu cevaplayabilmek için her ülkücü, önce; Bu güne kadar Dava'ya kaç kişi kattım? Diye sorup cevaplarsa, sınavı kolaylaşır! Çünkü ülkücülüğü, Dâvâ'ya kazandırıp katdığı kişi sayısı kadardır! 
Geçmişte çekilenler, idamlar, hapisler, kaçıp kovalamalar, sürgünler, kaybedilen ömürler- istikbâller, bugünün bedeli sayılabilir ama Ne kadar Ülkücü tesbitine yetmez! Yetmemeli de! Başa gelenler, yaşananlar, bu günün peşin bedeli olarak Allah'ın nasîbidir!
Ülkücünün kendisiyle sınavı başladı ya! Kongre sürecine girildi ya! Ne hikmetse, şâhidi ya ölmüş, ya da hiç olmayan hikâyeler de anlatılmaya başladı! Yıllardır aynı olayları, farklı ağızlardan kendileri yaşamışmış gibi dinlemekten şahsen gınâ geldi!
Dününe şâhit olduğumuz Ülküdaşlarımızın, yarınına kefîl olmaktan vaz geçmeyiz elbette ama artık duygu sömürüsü yapan yalancıları da fâş etmek, yalanlar yüzünden şânlı bir mâzinin yok sayılmasına da engel olmak zorundayız!
On beş yıldır; budama yalanıyla dallarımızın mevsimsiz kesilmesine artık dayanamıyoruz! Yol Arkadaşı olarak yakına alınan kişilerin yüzlerce, binlerce katı emektâr ülkücüyü teşkilatlardan uzaklaştıran kişilerle meşrû zaman ve zemînde hesaplaşmak zorundayız!
Artık herkes, Dava'ya katkısı kadar Ülkücülüğünün karşılığını görmek, aksi olanlar da hesabını vermek durumundadır! Balgat'ta muhkem kapılar ardında oturmakla bu hesaplaşmadan kaçılamaz artık! 

Herkes, bugün kapısının önünü süpürmekle meşgulken kendi yanı, yöresi -kasetlerle sâbit- pislik içinde olanların, başkasını tenkît  hakkı yoktur! Olmamalıdır! Çünkü utanma duygusu olmayandan ülkücü olmaz!...
Kapısının önünü temizlemiş, en yakınındaki ülküdaşıyla barışmış Ülkücülerin, bir araya gelme günlerinin adıdır Kongre! Kongre öncesi Adaylarla buluşmalarda, Türkiye'nin her yerinde yaşanan kucaklaşmalar, kongrenin nasıl bir dirilişe sahne olacağının da işâretidir!
Hadi Ülküdaşlarım! Ülkücü İrâde adlı Ülkü Devleri, hadi Allah aşkına! Dâvâ'ya adam kazandıranlarla bir sürü ülkücüyü teşkilatlarına hasret bırakanların hesaplaşmasında Müslüman-Türk vicdânına yakışır kararınızı verin n'olur! Size, kendimiz kadar güveniyoruz!
Hadi Yiğit Adamlar! Allah rızası için Cihâd-ı Ekber'e vesselâm!...

KURDUN KILAVUZU, BOZKURT OLMALI.
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 17, 2012

PANİKTEKİ KONGRE ŞAŞKINI ÖRDEĞE!...

Bir Türk'ün, yabancı dili Türkçe olan biriyle anlaşması elbette mümkün değil!
Güzeli çirkinden, kötüyü iyiden, edebi edepsizden öğrenerek geldik bu yaşımıza hamd'olsun. Siyâsetten çâre beklemediğim gibi, iğrendiğimi, tiksindiğimi defalarca yazdım! Tekrarına bir delikanlı sebep oldu sağ olmasın!
Tanıyanlar, bana ait özel küfürlerim olduğunu bilirler ama yazı edebi, bu küfürlerimi muhatabına etmeme izin vermez! Ayrıca okuma zahmetine katlanan gönüldaşlarımı rahatsız etmemek için azâmi dikkat ederim!
Sözün inkârı mümkündür ama yazının asla! Ve hayatım boyunca yaptığım hiç bir şeyi ne inkâr ettim, ne de nedâmet duyacağım hiç bir davranışım olmadı el-hamd ü lillâh!
Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU; Ülkücü hareketteki özel yerinin haricinde dostumdu! Öylesine müstesnâ bir Türkmen Yiğidi ile tanıştıran, dostluk yaşamamı nasip eden Allahım'a sonsuz şükr'ederim! Bir daha rahmet ve özlemlerimle yâd etmiş olayım!
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK Hoca da tanışmak bahtiyarlığını yaşadığım, özelliğini bütün dünyanın kabûl ettiği mümtaz ûlemadandır ve tanışıklığımdan tarifsiz bahtiyârım.
Prof. Dr. Ümit Özdağ Hoca'da, gönlümde özel bir yeri olan ve tanımakla müftehîr olduğum özel bir Türk Münevveridir.
Namık Kemal Zeybek'i bütün emsalim ülkücülerin tanıdığı günlerden beri tanırım ve hâlâ karşılaştığımızda Ağabey diye hitabettiğim bir dostumdur. MHP'liliğimiz ve bir ara BBP'de kısa süreli bir mesai arkadaşlığımız haricinde siyâseten birlikteliğimiz olmamıştır!
Ramiz Ongun'u da ha kezâ bütün emsâlim ülkücülerin tanıdığı yıllardan tanırım ve hayatım boyunca onunla MHP'lilik haricinde hiç bir müştereğim olmamıştır!
MHP'nin Mevcut Genel Başkanı'nı da bütün emsâlim ülkücülerin tanıdığı yıllardan beri tanırım. Tanımaktan pişman olduğum sayılı kişiden biridir ama Başbuğ'dan sonra, dünyanın merkezi konumlu ağabeylerimiz sayesinde paraşütle başımıza indirilmiş bir Genel Başkan olduğu için 31 Aralık 2005'e kadar, O'nun sayesinde teşkilatlardan uzaklaşan, uzaklaştırılan ülküdaşlarımıza, yuvayı terk ettikleri için çok sitemler etmiş, Teşkilât bütünlüğü adına gönlümden gelenleri yazmıştım! Teşkilatlarım hakkındaki kanaat ve düşüncelerimde zerre kadar değişiklik olmadığı gibi Mevcût Genel Başkan hakkındaki düşüncelerimde de zerrece bir değişiklik yoktur!
MHP ve Ülkü Ocakları'ndan hayatım boyunca şahsım ve ailem adına hiç bir talebim olmadı, olmaz da! O günkü Ülkü Ocakları Genel Başkan'ından bir talebim olmuştu ve teşkilatlarımdan koparılış sebebim de o isteğim oldu! Galiba artık anlatmak ta farz oldu!
Hatırlarsınız; 2005'te PKK'lıların sokaklarda terör estirdiği günlerde, Taksim'de bir Karı-Koca Türk Bayrağı açarak PKK'lılara dikilmiş ve linçten son anda kurtarılmışlardı! O ailenin sosyal demokrat olduklarını da sonradan basın ve medyadan öğrenmiştik! O günlerde bayrağa saygısızlık infiâl yaratırdı hatırlarsanız!
Ben de olayı duyar duymaz, bir yakınımı da çağırarak Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne koşmuştum. PKK'nın siyasallaşmışlarının o günlerdeki genel merkezleri, Ülkü Ocakları Genel merkezine çok yakındı! Ben Ocak Genel Başkanı'ndan, bölücülerin genel merkezlerini basıp içerdeki PKK'lıları balkona çıkarıp Apolarına küfretirmek istediğimi söylemiş ve bu konuda izin istemiştim! Ülkü Ocakları Genel Başkanı, beni dinlerken telefonla Türkiye'nin değişik illerindeki ocaklara talimatlar veriyordu! Yanlış anlamayın talimat, benim düşüncem doğrultusunda değildi! Ocaklara; "Eğer ortam gerginse ışıklarınızı kapatın, kapılarınızı kilitleyip evlerinize gidin!" diyordu! Durumu anlayınca makamdan çıkıp SMS ile bir protesto kampanyası yapmakla yetinmek zorunda kalmıştım!
Durumdan haberdar edilen MHP Genel Başkanı'nınca ertesi gün veya bir gün daha sonra çağrılmış ve o düşüncemden dolayı, sitemlerine muhatap olmuştum! Genel Başkan; "Eğer kavga gerekirse önce seni çağıracağım! Oğullarını da alır gelirsin!" demiş, ben de; "MHP Genel Başkanı ile birlikte savaş benim için şereftir! Çünkü ben bir savaşçıyım ama korkarım savaş sizin işiniz değil!" diyerek makamı terk etmiştim! Karşılıklı söylenmiş dahası da var da ama vicdâni nâmus, bundan fazlasını anlatmaya izin vermez!
Ben ve benim gibi hayatlarını Türklük Dâvâsına hibe etmiş nice ülkücüyü teşkilatlardan kopararak uzaklaştıran kişiye, Yol arkadaşlığı edenleri de biz yıllarca ma'zûr gördük yine ma'zûr görürüz ama -Allah rahmet eylesin- öldükten sonra "Ülkü Devi" denilerek tabutuna Mevcût Genel Başkan'ın da omuz verdiği Abdurrahim Karakoç'un, Saldıray Kardeş için yazdıklarından bir bölümü aktararak karakter tahlîli yapmak isteyenlere yardımcı olacağım. Karakoç demişti ki:
"Desem ki: Delikanlı, sen benim yaşça başça dengim değilsin... Ne diyecekse bana babanı getir o desin... Zannımca babasını bulamaz... Babasını nasıl ayırt etsin de bulsun, bu kafa ile?
O ancak benden habersiz, bana saldırmayı biliyor... “Dönek” diyor, “Hain” diyor, Her çeşit herzeyi yiyor... 
Çok şükür 6/7 yıldır hiçbir partiyle yakınlığım yoktur... Seçimlerde oy bile vermiyorum... Amma sen, Yıldır/gay oğlan uykudan kalkınca beni AKP’li yapıyorsun... Yola çıkınca, dinlendikçe beni partilerle irtibatlandırmaktasın... Partili olsam, Bir partiye girmek istesem, Senden mi çekineceğim Yıldır/gay oğlan? Bu sefer senin sahibine yazıyorum maruzatımı... Yani, Devlet amcana... Ya senin yalını kessin, ya da biliyorsa cezanı versin... Eğer MHP’yi ve Devlet Bahçeli’yi sen kurtaracaksan, Allan, onların belasını vermiş demektir..."

Bu iltifatların sahibine öldüğünde Ülkü Devi sıfatını da yakıştırarak tabutuna girdiklerini, ben de biliyorum âlem de!... Ve ben de ortadayım bana söyledikleri de! Ve seslenişim ve kendimi savunuşum da sadece vicdânlaradır vesselâm...
ÖRDEĞİN ŞAŞKINI, SUYA KIÇIN-KIÇIN DALARMIŞ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 16, 2012

SÖZ DİNLEMEYENİN, SÖZÜ DİNLENMEZ!

Beyler! Vallahi artık can sıkıyorsunuz! Artık millî vicdânı incitiyorsunuz!
Siyâsetten ve hiç bir beşerden hiç bir beklentisi olmayan, ömrünü millî sevdâlarına hasretmiş bir Türk olarak, mütedeyyin Müslüman bir Türk Milliyetçisi ve sağ duyulu bir Türk Milletçisi olarak -sadece Allah rızâsı için- size seslenmek durumundayım!
Beyler! Sistem çökertildi! Türk Milliyetçiliği temeli üzerine kurulmuş Devlet, can çekişiyor! Bölücü haçlı taşeronu alçaklar, bir bölgemizde resmen fink atıyorlar!
Beyler! Devletimizin kurucusu Atatürk'e, Bayrağımıza, Türk kimliğimize, İstiklâl Marşımız'a karşı yapılan saygısızlıkları görmüyor musunuz?
Beyler! Bu dokunulmazlık denilen ve her kullandıklarında Türk Milletini inciten ayrıcalık, sadece bölücü Haçlı taşeronlarına mı tanınmış? Yoksa isteyen, istediği zaman MHP millet vekillerine dokunabiliyor mu? Engin ALAN'ın 21.yy. Maltası'na sürgün edilişinden bu kadar mı korktunuz?
ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice'in; "Büyük Ortadoğu Projesi, içinde Türkiye'nin de bulunduğu 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesidir." diye defalarca açıklamalarına rağmen, BOP Eş Başkanlığı ile övünen biri vasıtasıyla ve Haçlı ile birlikte Müslümanlara karşı savaşa sürükleniyoruz! Ona destek verirken ne yaptığınızın farkında değil misiniz?
Dokunulmazlığınızı kullanarak bu dokunulmazlara, neden dokunmuyorsunuz? Yoksa Gâzi Meclis'in rengini tamamlamak için tokalaşmaları dokunmaktan mı sayıyorsunuz?
İl Kongrelerini stadyumlarda, genel kongresini bir kaç gün önce Ankara'da yaparak tamamlayan Recep tayyip Erdoğan ve ekibi, programlarını uygulamaya başladılar!
İki hafta sonra yapılacak olan MHP Kongresi ile ilgilenmiyorlar, zannediyorsunuz değil mi?
MHP Genel Merkezi; Mevcût Genel Başkan'ın, on yıl sonra kurtarıcı olarak çağırdığı Büyük Reis Şefkat Çetin ve artık alışılan Danışman ünvanlı kalemle, ülkücülere saldırmaya, ötelemeye, tehdîtlere ve camiayı kutuplaştırmaya devâm ederken; TBMM'de de Araştırma Komisyonu güya 12 Eylül'ü sorguluyorken Alparslan Türkeş ve MHP'yi sorguluyor, görmüyor musunuz?
Suçlunun suçu fâş edildiğinde yapacağı ilk iş, şirretleşerek inkâr etmektir! Balgat Cenâhı'nın yaptığı da resmen bu galiba!
Beyler! Adında "millî" sıfatını taşıyan üç kurumdan biri olan MİT'de görev almak asla utanılacak, yüzkarası bir hâl değildir! O kurumda bi-hakkın görev yapan Millî Kahramanlarımızı rahmet ve minnetle yâd ederek hatırlatırım! 
Başbuğ Alparslan Türkeş hakkında yazılan kitapları, yapılan belgeselleri inceleyen herkes, Selim Kaptanoğlu'nun Mevki Hastanesi dönemindeki sâdıkane ve cesûr varlığını görürler! Şimdi menfaatinize ters düştüğü için inkâr etmekle Selim Kaptanoğlu ve o dönemin sâdık dâvâ adamlarına mı, yoksa kendinize mi zarar verdiğinizin farkında değil misiniz?
Sizin, size vereceğiniz zarardan, memnûn olmak gerek ama MHP'den başka MHP'nin olmaması ve; "Ben MHP'yim, onlar MHP'li" tavrımız, buna engel! MHP'yi, Milliyetçi Hareketi, Ülkücü Hareketi yani kendimizi size rağmen korumak, her ülkücünün millî görevidir!...
Beyler! Panik insana hatalar yaptırır!
Genel Başkan Adayı Müsâvat DERVİŞOĞLU'nun; " 'Bununla olmuyor' dediğinizi çizin! 'Bunlarla olmaz' dediklerinizi de çizin! Geri kalanın olacak olduğunu görürsünüz." tavsiyesinin ve bu tavsiyeden nasibinize düşenin farkında mısınız?
Yakın geçmişte defalarca, günü geldiğinde Mevcût Genel Başkan'ı tenkit ederken ondan iyi olduğuna inanacağımız bir Ülküdaşımızın olması gerektiğini söylemiştim! Şimdi birden fazla mukayese hakkı tanıyan Ülküdaşımız meydanlardalar şükürler olsun! Bu hal ile iftihâr etmeyip rahatsız olanın, ürkenin, korkanın samîmiyeti, sorgulanmaz mı?
Beyler! Söz dinlemeyenin, sözü dinlenmez!
Siz ve herkes bilmeli ki; Ülkücüler, yeni bir Başbuğ aramıyorlar! Yeni bir lider de aramıyorlar! Türk Milliyetçiliğinin Son Başbuğu ve Tek Lideri Türkeş'in manevî huzûrunda; Kervâna kılavuzluk edecek bir Bozkurt arıyorlar!
Meşrû zaman ve zemînde, o Bozkurtlar da sahadalar farkında mısınız? Yoksa korkunuz, Bozkurtları fark etmenizden mi kaynaklı? 
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN